Tekil Mesaj gösterimi
Alt 02Haziran 2009, 12:21   Mesaj No:3

FECR

Kur'ân Kürsüsü

Medineweb Emekdarı
FECR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:FECR isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 6340
Üyelik T.: 19 Ocak 2009
Arkadaşları:20
Cinsiyet:Erkek
Memleket:ANKARA
Yaş:56
Mesaj: 6.107
Konular: 546
Beğenildi:1003
Beğendi:221
Takdirleri:9161
Takdir Et:
Standart RE: ŞEYHUL EKBER İBN-İ ARABİ (K.S) HAYATI

[size=medium]TASAVVUF'TA "YAZDIRILMA" MOTIFI[/size]
- 1: Muhyiddin Ibnül Arâbî
"Neoplatonist teozofinin tasavvufa yansıyan bir varyantından başka bir şey" olmayan vahdet-i vücut teorisini metafizik bir sistem halinde geliştiren (bknz. A.Y. Ocak, 9) Ibnül Arabî 1165 yılında Endülüs'ün Mursia şehrinde doğmuştur. Gerçek adi Muhammed b. Ali b. Muhammed b. EI-Arabî'dir. (A. Ateş, 533). Kendisi 8 yasında iken ailesi Isbiliye kentine yerleşmiş, 1194 yılına kadar burada kalmıştır. 1194 yılında Tunus'a, geldiği, 1195'de Fas'a geçtiği ve tecessüt eden (bedenlenen) Kur'an'ın{!) rehberliği ile manevî bir miracını burada gerçekleştirdiği(!) bildirilmektedir. (A.Ateş, 536). Ibnül Arabi 1201 yılında Magrib şehirlerinden birinde bulunurken, Hızır ile Musa’nın makamı(!) olan bir makama erişmiş, fakat bundan da bir yalnızlık ürküntüsü duymuştur. 1202 yılında Kahire'de Hızır’ın hırkasını giymiştir! {A. Ateş, 536).
1202 yılında Kudüs'ten yürüyerek gittiği söylenen Mekke'de hacca katilmiş, burada iki sene kalmış ve meşhur Fütûhat-i Mekkiye adındaki dört büyük ciltlik kitabini burada yazmaya başlamıştır. {A. Ateş, 537), O'nun Konya'da bulunduğu yıllarda Sadreddin KONEVI ve Celaleddin Rumi’nin yaklaşık 12 yaslarında iki çocuk oldukları tahmin edilmektedir. {M.N. Gencosman, VIII). Bir rivayete göre Sadreddin'in üvey babasıdır. (A. Ateş, 539; Gencosman, VII). Ya hayatinin sonlarına doğru Sam'a yerleşmiş, (Ateş, 540) yahut da bir seferi sırasında Sam'da 1240 yılında ölmüştür. Sam'da belirsiz olan mezarını Yavuz Sultan Selim keşfettirmiş ve adına büyük bir türbe yaptırmıştır. (1518) (Ateş, 541).
Biyografisini kısaca özetlediğimiz Ibnül Arabi'nin hayati oldukça hareketli ve ilginçtir. Hayati esnasında yasadığını iddia ettiği bazı hadiseler, ruhsal tecrübeler (!) ise hayatından daha karmaşık olup gelecekteki kişiliğini hazırlayan altyapılar niteliğindedir. Bizzat kendisinin yasadığını iddia ettiği tecrübeler, kesinlikle normal beşerî ölçülerle izahı mümkün olmayan, hasta bir ruhsal kişiliğin iddia edebileceği sanrılardır. Yani biz onun ve benzerlerinin bu tür iddialarının kesinlikle bir halüsinasyon(') olduğuna inanıyoruz.
Fütuhat-i Mekkiye'den nakledilen bilgiye göre 8 yasında iken bir hastalık geçirmiş, hastalık esnasında (herhalde gördüğü bir kabus sonucu olsa gerektir) çirkin süratli bazı kimselerin kendisine eziyet etmek istediklerini, iyi kişilerin ise ona yardim ettiğini görmüş. O iyi kişileri sorunca da, "Yasîn" suresi olduğunu söylemişler. (Ateş, 534, Futuhat'dan naklen).
Ibnül Arabi'nin ilk mürşidleri de onun kimliği hakkında yeteri kadar aydınlatıcı kanaat edindiricidir diye düşünüyoruz. Onun ilk şeyhi ümmî olup, ama "bir çok kerametleri olan" Ebu Cafer adındaki bir kişidir. (Ateş, 537). Bir diğer şeyhi, Ebu Muhammed el-Bagî ise abdal'dan sayılmakta ve daima dağlarda, sahillerde yasamakta, şehirlere gelmemektedir. (Ateş, 535, Ruhul Kudüs'den naklen).
Bu şeyhlerle yıllarını geçiren Ibnül Arabî psikolojik rahatsızlığın o derecesine varmış olmalı ki, şeyhlerinden biri kendisini artık dirilerle değil, ölülerle yaşıyor olmakla suçlamış (yani şeyhi bile normal görememiş), o da bu şeyhini bir gün çağırarak hakiki dirilerin o Ölüler olduğunu şeyhine göstermiştir! (Ateş, 535, Fütuhattan naklen).
Tasavvufi haller denen psikolojik rahatsızlıklar o kadar ileri gitmiş olmalı ki, artık Ibnül Arabî mesela Harun Resid'in oğlu Muhammed'in ruhunun tecessüt ettiğini ve onunla konuştuğunu iddia etmektedir. (Ateş, 533, Futuhat'dan naklen).
Tamamen mitolojik bir kişi olan, dünyanın hiç bir yerinde ve hiç bir akilli insanla oturup konuşmamış, görüşmemiş (Musa (a.s)'la hikayesi anlatılan zat Hızır'la karıştırılmamalıdır), mesela aklından asla şüphe duymadığımız Hz. Muhammed'le (s.a.v) görüşmemiş, tanışmamış olan Hızır'dan hırka giyen (Ateş, 536, Fütuhat'tan naklen); •miraca çıkıp göklerde dolasan ( Ateş, 536, Fütuhattan naklen); berzah alemindeki (?) kişilerle konuşan (Ateş, 538, Fütuhat'tan naklen) Ibnül Arabi'nin aklî dengesi, ruhsal yapısı ve sağlığı, psikolojik durumu hakkında bizim yorum yapmamıza gerek bırakmayacak kadar önemli verilerdir.

İbnül Arabî kitaplarını nasıl Yazdı?
Bütün tasavvuf ekolünün çok tipik bir örneği olan Ibnül Arabî "zahir ilmi"nin hiç bir ise yaramadığının(!) farkındadır. Mutlaka, halkın ne türlü bilgiye rağbet ettiğini çok iyi keşfetmiş biridir. Dolayısıyla Ibnül Arabî, safsatalarını doğrudan doğruya Allah'tan aldığını, daha doğrusu, "Peygamberler hangi kaynaktan alıyorlarsa o kaynaktan aldığını" iddia etmiştir. Allah'ın sözlerini harfli ve harfsiz olarak işittiğini ve ilahi bir telkinle kendisine bildirilmemiş hiç bir bilgiyi yazmadığını ileri sürmüştür. (Ates, 548, Fütuhattan naklen).

Ibnül Arabî Mekke'de bulunduğu yıllarda "Fütuhatül Mekkiyye Fî Ma'rifeti'l Esrari'l Malikiyye vel-Mülkiyye" adini verdiği ve bütün tasavvufi düşüncelerini ihtiva eden kitabini yazmıştır. Daha doğrusu kendisine gelen vahiyleri yazma zahmetinde bulunmuştur. Ken*dince, Kur'andan farkı bulunmayan bu kitapta aynen Kur'an'da olduğu gibi tutarlılık aranmaması gerektiğini söyler. Çünkü Kur'anda da birbirleri ile alakalı olmayan sözler arasına, onlarla alakalı olmayan bir başka söz girebilmektedir! (Ateş, 543, Fütuhat'tan naklen).
560 Baptan oluşan (dört cilt halinde basılmış olan) bu kitabini yazış gerekçesini söyle izah ediyor:
Alem-i Hakikat'te ve huzur-i celali'de mükasefe anında Hz. Peygamber'i görmüş, bütün peygamberler O'nun önünde sıralanmış duruyorlarmış. Etrafında ümmeti ve hizmet eden melekler varmış. Ebu Bekir sağında, Ömer solunda, elinde bir mühürle duruyormuş. Hz. Ali ise bu Peygambere yönelmiş duruyormuş. O esnada Hz. Peygamber Ibnül Arabi'yi görmüs. O anla ilgili bırtakım konuşmalar naklettikten sonra der ki, "o vakit bu hikmet ve hitabın azameti bana Cenabı Allah'dan bir lutfi ilahî ve bağış olarak verildiğini hissettim." (Fütuhat, 1/1-2; Selahaddin Alpay, 11).

Kitabin bir başka yerinde (Fütuhat, 9) Kabe'yi tavaf ederken ve oturup da Kabe'yi murakabe ederken Allah'ın kendisine açtığı fetihleri (vahiyleri) nedeniyle kitabına Fütuhat... adını verdiğini söyler.

MEHMET DURMUŞ
---------------------devamı var------------------
Alıntı ile Cevapla