Manevi hastalıklarımız!_ve tedavi yolları,mülahazaları... Hazret-i Eyüb Aleyhisselâm’ın zahirî yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyüb’den daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Üstadımın,bu dersini okurken, sanki hiç okumamışım gibi geldi..düşündüm ,neden O,nebiden daha fazla hastayım,ama farkedemiyorum..neler mani oluyor?! Bu hastalıklarımızın teşhis ve tedavisi için yine Risalelerime başvurmalıydım, bakalım üstadım beni nasıl tedavi edecekti.. Önce kendimi tanımalı, hastalıklarımın varlığını nefsimin rağmına kabul etmeliydim..sonran Kur'andan gelen ediye-i nuraniyeyi istimal etmeliyim.. Sizlerde benim gibi , hastalığınızın farkında olmak ve şifayab olmak isterseniz geliniz beraber bu edviyeleri bulup istimal edelim... |
HELÂL GIDÂ İbâdetlerimizi vücûdumuzun güç ve kuvvetiyle yapabilmekteyiz. Helâl gıdâ, bünyeye feyz ve rûhâniyet verirken haram ve şüpheli gıdâlar ise kasvet verir. Tasavvuf erbâbı, kalbî hayâtın inkişâfı için iki husûsa dikkat çekerek: “Yerken ağzınıza girene, konuşurken ağzınızdan çıkana dikkat edin, bu hususta titiz davranın!” buyurur*lar. Canının çektiği ve arzu ettiğin her şeyi yemen, şüphesiz israftır!” (İbn-i Mâce, Et’ime, 51) KUR’ÂN-I KERÎM’İ TEFEKKÜRLE OKUMAK Kur’ân-ı Kerîm’i tefekkürle okumak, yâni emir ve nehiylerin hikmetini düşünmek, kıssalardan ibret almak lâzımdır. Kalblerimiz ne kadar temizlenmiş ise, Kur’ân-ı Kerîm’in feyzi, bizleri o kadar tesiri altına alır. Kur’ân-ı Kerîm’in kalbdeki mânevî hastalıklara şifâ olduğunu âyet-i kerîme şöyle beyân etmektedir: “Biz Kur’ân’dan, öyle bir şey indiriyoruz ki o, mü’minler için şifâ ve rahmettir; zâlimlerin ise yalnızca ziyânını artırır.” (el-İsrâ, 82) İBÂDETLERİ HUŞÛ İLE EDÂ ETMEK Kalbin hastalıklardan temizlenebilmesi için ibâdetleri huşû ile yapmaya gayret etmek îcâb eder. Zîrâ Cenâb-ı Hak huşû*suz bir ibâdeti istememekte ve şöyle buyurmaktadır: “Vay o namaz kılanların hâline ki onlar namazlarından gâfildirler.” (el-Mâûn, 4-5) Müfessir Elmalılı Hamdi Yazır, bu âyetin tefsîrinde şöyle demektedir: “–Onlar namazın ehemmiyetinden gaflet edip, onu gereği gibi ciddî bir vazîfe olarak yapmazlar, –Kılınıp kılınmadığına aldırmazlar, –Vaktine dikkat etmezler, vaktin geçip geçmediğine aldırmayıp tehir ederler, –Namazın terkinden müteessir olmazlar, –Kıldıkları vakit de, Allâh için hâlis niyetle kılmayıp dünyevî birtakım maksatlar için kılarlar, –İnsanlarla beraber bulunduklarında namaz kıldıkları hâlde, yalnız kaldıklarında kılmazlar; kılsalar bile Hakk’ın huzûrunda imiş gibi bir huşû ve tâzim içinde değil, gösterişle kılarlar.” (Hak Dîni Kur’ân Dili, IX, 6168) Mü’minûn Sûresi’nde de: “Muhakkak ki (şu) mü’minler felâh bulmuştur: Onlar, namazlarında huşû içindedirler.” (el-Mü’minûn, 1-2) buyrulmaktadır. GECELERİ İHYÂ ETMEK Gece, dünyâ boyuna ve endâmına göre biçilmiş bir huzur ve nîmet elbisesidir. Madden ve mânen gizlenmek isteyenler için de, mükemmel bir örtüdür. Nitekim gecenin bu vasfı Nebe’ Sûresi’nde: “Biz geceyi bir elbise yaptık.” (en-Nebe’, 10) buyrularak beyân edilmektedir. Gerçekten gecenin, sıhhî, ictimâî, ahlâkî ve bediî bir libâs olduğu muhakkaktır. İnsanın kendi iç dünyâsına dönebil*mesi ve gündüzün maddî-mânevî sıkletlerini (ağırlıklarını) atabilmesi, ancak gecenin sükûnetine bürünmesiyle mümkündür. “(O mut*ta*kî kim*se*ler, ge*ce*le*ri na*maz kıl*mak ve is*tiğ*fâr et*mek için) yan*la*rı*nı (tat*lı) ya*tak*la*rın*dan kal*dı*rır*lar. Rab*le*ri*ne, azâ*bın*dan kor*ka*rak ve rah*me*ti*ni uma*rak duâ eder*ler, yal*va*rır*lar. Ken*di*le*ri*ne ver*di*ği*miz rı*zık*lar*dan da ha*yır yol*la*rı*na in*fâk eder*ler. Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için nice sevindirici ve göz kamaştırıcı nîmetlerin saklı olduğunu hiç kimse bilmez.” (es-Sec*de, 16-17) “(Gerçekten takvâ sâhibi olanlar) gecenin az bir kısmında uyurlar. Seher va*kitlerinde hep istiğfâr ederler.” (ez-Zâriyât, 17-18) SÂLİHLER VE SÂDIKLARLA BERABER OLMAK Kalbin muhâfazası, selâmeti ve inkişâfı için sâlihler ve sâdıklarla berâber olmak îcâb eder. Kalb, yakınında bulunduğu kimselerin mânevî tesir alanına girer ve böylece şahsiyet transferi başlar.Sâdıklar ve sâlihlerin, şefkat, merhamet, rûhî incelik ve meziyetleri, etrafındakilere sirâyet eder. Sahâbe-i Kirâm’ın, ümmetin en faziletlileri olmasının sebebi de Allâh Rasûlü’nün sohbetinde bulu*nup, O’nun feyzinden nasîb almalarıdır. Ce*nâb-ı Hak âyet-i kerîmede şöyle buyurur: “Ey îmân edenler! Allâh’tan ittikâ edin ve sâdıklarla berâber olun!” (et-Tevbe, 119) Ra*sû*lul*lâh -sal*lâl*lâ*hu aley*hi ve sel*lem- de sâ*dık*lar*la be*râ*ber ol*ma*nın ehemmiyetini şu misâlle ne gü*zel ifâ*de bu*yu*rur: “İyi arkadaşla kötü arkadaşın misâli, misk taşıyanla körük çeken insanlar gibidir. Misk sâhibi ya sana kokusundan ikrâm eder veya sen ondan satın alırsın. Körük çekene gelince, o, ya senin bedenini veya elbiseni yakar, yahut da oradan sana pis koku sirâyet eder.” (Bu*hâ*rî, Bu*yû, 38) |
SAAT: 17:32 |
vBulletin® Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
User Alert System provided by
Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) -
vBulletin Mods & Addons Copyright © 2024 DragonByte Technologies Ltd.