Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   Ashab-Kiram(r.a) (https://www.forum.medineweb.net/217-ashab-kiramra)
-   -   Sahâbînin hangi özelliği? (https://www.forum.medineweb.net/ashab-kiramra/36163-sahab%EEnin-hangi-ozelligi.html)

Nebevi Sevda 16 Temmuz 2019 13:46

Hazrec kabilesinin Neccâroğulları’ndandır. Kardeşi Sa‘d b. Zürâre de sahâbîdir. Zekvân b. Abdükays ile birlikte, müşriklerin ileri gelenlerinden Utbe b. Rebîa ile görüşmek üzere Mekke’ye gittiklerinde Hz. Peygamber’le tanıştılar. Resûl-i Ekrem’in onlara İslâmiyet hakkında bilgi vermesi ve Kur’an’dan bazı âyetler okuması üzerine Es‘ad ve Zekvân müslüman oldular ve Utbe ile görüşmekten vazgeçerek Medine’ye döndüler. Hicretten üç yıl önce meydana gelen bu olaydan sonra iki sahâbî Medineliler’e İslâmiyet’i tanıtmaya başladılar. İbn İshak, Es‘ad b. Zürâre’nin Akabe’de Hz. Peygamber’le buluşan Hazrecli altı kişilik grupla birlikte müslüman olduğunu kaydetmektedir. Birinci ve İkinci Akabe biatlarında hazır bulunan Es‘ad b. Zürâre, İkinci Akabe Biatı’nda grubun en genci olarak ilk biat eden sahâbî oldu. Abdüleşhel oğullarına göre ise ilk biat eden kişi Ebü’l-Heysem Mâlik b. Teyyihan’dır. Hz. Peygamber Es‘ad’ı Neccâroğulları’nın temsilcisi (nakib) olarak seçtiği gibi diğer on bir temsilciye de reis tayin etti. Geceleyin gerçekleşen bu buluşmada Es‘ad b. Zürâre Hz. Peygamber’in elini tutarak orada bulunanlara, “Ey insanlar! Muhammed’e ne üzerine biat ettiğinizi biliyor musunuz? Siz Arap’la, Acem’le, cin ve insle İslâm’a davet uğrunda savaşmak üzere biat ediyorsunuz” dedi. Oradakilerin savaşanla savaşacaklarını, barış isteyenle barış yapacaklarını söylemeleri üzerine Es‘ad b. Zürâre Hz. Peygamber’den kendisine hangi şartlarla biat edeceklerini açıklamasını istedi. Resûl-i Ekrem de Allah’tan başka ilâh olmadığına ve kendisinin Allah’ın elçisi olduğuna inanmalarını, namaz kılıp zekât vermelerini, kendisini dinleyip itaat etmelerini, işi ehline vermelerini, şahıslarını ve ailelerini korudukları gibi kendisini de korumak üzere biat etmelerini istedi. Onlar da kabul ettiler.

Es‘ad b. Zürâre, Medine’de ilk müslüman arkadaşlarıyla başladığı İslâm’ı yayma faaliyetlerine daha sonra Mus‘ab b. Umeyr’le devam etmiş, bunun sonucunda Medineliler’in ileri gelenlerinden Üseyd b. Hudayr ile Es‘ad’ın halasının oğlu Sa‘d b. Muâz’ın da aralarında bulunduğu birçok kimse müslüman olmuştur. Kabilelerinin reisleri olan bu kişilerin gayretiyle dördü dışında Medine’de İslâmiyet’in girmediği ev kalmamıştır.

Hicretten önce Es‘ad b. Zürâre, Medine’de inşa ettiği bir mescidde beş vakit namazla birlikte cuma namazlarını da kıldırmıştır. Medine’de ilk cuma namazını onun kıldırdığı ve bu namazda kırk kişinin hazır bulunduğu bilinmektedir. İlk cuma namazını hiç unutmayan Kâ‘b b. Mâlik gibi Medineli bazı sahâbîler, Es‘ad b. Zürâre’nin ölümünden sonra da cuma ezanını duyduklarında onu hatırlayıp kendisine dua ederlerdi (Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 210). Medine’ye görevli olarak gidişinden sonra Mus‘ab b. Umeyr de Hz. Peygamber’in emriyle bu mescidde namaz kıldırmış, Mus‘ab’ın bulunmadığı zamanlarda Es‘ad b. Zürâre onun yerine bu görevi ifa etmiştir. Medine’ye hicretinde Hz. Peygamber’in de bu mescidde namaz kıldığı ve kendi mescidini burada inşa ettirdiği nakledilmektedir.

Es‘ad b. Zürâre, Hz. Peygamber’in Medine’ye hicretinden kısa bir süre sonra difteri (zebha, zibha) veya kızıl (şevke) hastalığına yakalandı. Bir rivayete göre bizzat Hz. Peygamber iki defa boğazını dağladı. Es‘ad’ın hastalığı sırasında yahudilerin, “Eğer Muhammed peygamberse arkadaşını iyileştirir” demeleri üzerine Resûl-i Ekrem ona doğrudan fayda veya zarar veremeyeceğini söyleyerek (Müsned, IV, 138) kendisinde insan üstü bir güç bulunmadığını belirtmiş oldu. Yakalandığı hastalıktan kurtulamayan Es‘ad b. Zürâre, hicretin birinci yılı şevval ayında (Nisan 623) Mescid-i Nebevî inşa halinde iken vefat etti. Ölümü sırasında yanında bulunan Hz. Peygamber cenazesini yıkayıp kefenledi, namazını kıldırdı ve cenazesinin önünde kabre kadar yürüdü. Es‘ad hicretten sonra ilk ölen, cenaze namazı Hz. Peygamber tarafından ilk kıldırılan ve ensardan Bakī‘ Mezarlığı’na ilk defnedilen sahâbîdir. Bakī‘ Mezarlığı’na muhacirlerden ilk gömülen kişinin ise Osman b. Maz‘ûn olduğu bilinmektedir. Es‘ad b. Zürâre’nin ölümü üzerine Neccâroğulları Hz. Peygamber’e gelerek kendilerine yeni bir temsilci tayin etmesini istedikleri zaman Resûl-i Ekrem, “Sizler benim dayılarımsınız, sizin nakibiniz benim” diyerek onları sevindirdi.

Erkek çocuğu olmayan Es‘ad b. Zürâre ölümünden önce Kebşe, Habîbe ve Fürey‘a adlı kızlarını Hz. Peygamber’e emanet etmiş, Resûl-i Ekrem de bunları kendi aileleri yanında yetiştirerek evlendirmiştir. Hz. Peygamber hayatta iken Habîbe’den doğan Ebû Ümâme Es‘ad b. Sehl b. Huneyf’e dedesinin adı ve künyesi verildi.

Es‘ad b. Zürâre’nin Hz. Peygamber’in kâtiplerinden olduğu ileri sürülmüşse de bu iddianın güvenilir bir dayanağı yoktur.

Nebevi Sevda 16 Temmuz 2019 13:48

Abdullah bin revaha

nurşen35 17 Temmuz 2019 01:24

Alıntı:

Ebu Ömer Üyemizden Alıntı (Mesaj 427796)
Abdullah bin revaha

Resulullahın şairidir.
Abdullah Bin Revaha (r.a.) İslâm’ın Medine’ye taşınmasında ve hicret-i Nebevi’nin hazırlanmasında önemli hizmetler görmüştür. Küba Mescid’i inşa edilirken hem bizzat çalışmış hem de şiirler söyleyerek ashab-ı kiramın yorgunluğunu hafifletmiştir. O konuşmalarını daima şiir şeklinde söylerdi.

OKTAN DAHA TESİRLİ SÖZ

Hudeybiye antlaşmasından sonra yapılan kaza umresinde sevgili Peygamberimizin devesinin yularını tutan İbni Revaha (r.a.) Mekke-i Mükerreme’ye girerken şu şiiri okuyordu:

“Ey kafirler! çekilin Peygamberin yolandan
Ki Allah Teala, O’na gönderdi Kur’anı
Her hayır ve iyilik vardır O’nun dininde
Bu din için ölmektir, en hayırlı ölümde…”

Kabe-i Muazzama’yı tavaf ederken de şiir okuyan İbni Revaha’ya Hz. Ömer (r.a.) dayanamayıp: “Ey İbni Revaha! Sen Resûlullah’ın (s.a.) huzurunda ve Harem-i Şerif’te nasıl şiir okuyabiliyorsun?” diye serzenişte bulunmuştu. Fahr-i Kainat (s.a.) Efendimiz de Hz. Ömer’e (r.a.):

“Ya Ömer! O’na mani olma. Allah’a yemin ederim ki, onun sözleri, müşriklere ok yağdırmaktan daha tesirlidir. Ey İbni Revaha devam et!” buyurdu. Hz. Ömer (r.a.) sustu. O da:

“Allah u Teala’dan yoktur başka ilah
Yoktur O’nun şeriki, la ilahe illallah
O’dur Müslümanların askerlerine güç veren
Ve O’dur kafirleri, dağıtan, mağlub eden…” diye devam etti.

CENNET’İ ÖZLEYEN ŞAİR

Şiirleriyle olduğu kadar, savaşlardaki kahramanlığı, yiğitliği ve cesaretiyle de meşhur olan Abdullah Bin Revaha (r.a.) dünya malına ve rütbesine kıymet vermemiştir. Allah ve Resulü’nün emirlerini yerine getirmekte ölümü hiçe saymış, adeta ona aşık olmuştur. “Ey nefis! eğer öldürülmezsen ölürsün!..” sözü onun parolası idi.

Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber gazalarında bulunmuş, Mute savaşında da baş komutanlık yapmıştır. Mute onun destanı olmuştur. İki yüz bin Bizans ordusu karşısında sayıya bakarak ümitsizliğe düşen bir kısım İslâm mücahidini şu hitabesiyle kendine getirmiştir:

“Ey kavmim! Vallahi biz, düşmanlarımızla, sayıca çok olduğumuzdan savaşmadık hiçbir an. Biz ancak şerefimizi yükselten İslâm için savaştık. Haydi ilerleyiniz. Ya gazi oluruz, ya da şehit.’

İbni Revaha (r.a.) çarpışırken parmağı yaralanmıştı. Kılıcını savurmasına mani olan bu sallanan parmağını atından inip ayağının altına koyarak: “Sen ancak kanayan bir parmak değil misin? Bu kazaya Allah yolunda uğramış bulunuyorsun…” diye çekip koparmıştır. Bir ara kendi nefsine karşı da:

Ey nefsim! bana boyun eğeceksin elbette,
Bugün şehit olurum, yemin ettim bu harpte,
Ya sen kendiliğinden, razı olursun buna,
Ya kabul ettiririm bunu ben zorla sana”

Suriye’de Belka topraklarında savaş devam ederken, Medine’de Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimiz, ashabıyla oturuyordu. Birdenbire sevgili Peygamberimiz sustu ve gözlerini kapattı. Bir süre sonra üzgün bakışlarla gözlerini açtı:

“Sancağı Zeyd bin Harise aldı. Şehit düşünceye kadar savaştı.” buyurdular. Bir müddet daha sustular ve “Sonra onu Abdullah aldı ve o da şehit edilinceye kadar savaştı.” dedi. Uzun bir sükunetten sonra: “onlar Cennet’te benim yanıma yükseltildiler!…” buyurdu.

Ne şerefli bir yolculuktu
Ne mutlu bir anlaşmaydı
Savaşa hep birlikte gitmişlerdi
Cennet’e hep birlikte yükselmişlerdi.




ABDULLAH İBN ZÜBEYR

nurşen35 11 Temmuz 2020 02:22

ABDULLAH İBN ZÜBEYR


Medîne'de muhâcirlerden ilk doğan sahâbî.

Abdullah bin Zübeyr, Medîne’de muhâcirlerden ilk dünyaya gelen çocuktur. Hicretten yirmi ay sonra 622’ de Medîne yakınındaki Kubâ’da dünyaya gelince, Muhâcirler çok sevinip rahatladılar. Çünkü Yahûdîler, “Biz muhâcirlere sihir yaptık, çocukları olmayacak” diyorlardı.

Bu mübârek zâtın doğumu, Yahûdîlerin yalanlarının ortaya çıkmasına sebep oldu. Resûlullah efendimiz ona duâ edip, ismini “Abdullah”, künyesini de “Ebû Bekir” koydu. Diğer künyesi “Ebû Hubeyb” idi.

İsmini Resûlullah koydu
Hişâm bin Urve şöyle anlatmıştır:
“Abdullah bin Zübeyr dünyaya gelince, annesi daha onu hiç emzirmeden, doğruca Resûlullah efendimize götürdü. Peygamber efendimiz çocuğu kucağına alıp ismini koydu ve duâ etti.”

Yedi yaşında iken babası tarafından Peygamberimize getirildiğinde, Ona bî’at etme şerefine kavuştu. Böylece sahâbeden olma şerefine nâil oldu.

Hazret-i Ebû Bekir devrinden sonra yavaş yavaş çocukluk hayâtından çıkarak, Hazret-i Ömer zamanında kendini göstermeye başladı. 636 senesinde oniki yaşlarında iken, babası ile Yermük savaşına gitti. Yine dört sene sonra, babası ile birlikte Amr bin Âs’ın kumandanlığında Mısır’ın fethine katıldı.

Abdullah bin Zübeyr, gündüzleri oruç tutar, gecelerini de namaz kılarak geçirirdi. Çok namaz kılması sebebiyle, kendisine Mescid güvercini denmiştir. Birkaç gün bir şey yemediği olurdu. Çok cesûr, kuvvetli ve kahraman idi.

Abdullah bin Zübeyr, hicretin 30. senesinde Sa’îd bin Âs kumandasındaki ordu ile Horasan seferinde bulundu.

Aynı sene Hazret-i Osman tarafından Kur’ân-ı kerîmin nüshasının çoğaltılması için toplanan ilmî hey’ete da’vet edildi. Hazret-i Osman şehit edilmeden önce, bütün gücüyle fitnecilerle mücâdele etti. Cemel vak’asında babası ile beraber bulundu.

Hazret-i Ebû Bekir'e benzerdi
Abdullah bin Zübeyr, şecâat ve cesâretiyle birlikte çok ibâdet ederdi. Namazda o kadar huzura dalardı ki, ta’rîfi mümkün değildir. Babası onun hakkında; “İnsanların Ebû Bekr-i Sıddîk’a en çok benzeyeni” buyurmuştur.

Eshâb-ı kirâmın fıkıh, tefsîr ve hadîs âlimlerinden biri olan Abdullah bin Zübeyr hazretleri, Resûlullah efendimizden bizzat işiterek hadîs-i şerîf rivâyet ettiği gibi, babasından, Hazret-i Ebû Bekir, Hazret-i Ömer ve Hazret-i Osman’dan, teyzesi Hazret-i Âişe’den, Hazret-i Ali gibi Eshâb-ı kirâmın ileri gelenlerinden de hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir.

Onun bildirdiği otuzüç hadîs-i şerîfin tamamı Ahmed bin Hanbel’in Müsned adlı kitabında yer almıştır. İslâmiyette ilk olarak yuvarlak gümüş parayı Mekke-i mükerremede bastıran odur.

Bir gün hak yoldan ayrılan hâricîlerden bir grup, Abdullah bin Zübeyr hazretlerinin huzûruna giderek dediler ki:
- Senin görüşünü öğrenmek için geldik. Eğer doğru, ya’nî bizim gibi düşünüyorsan, seninle birlikte oluruz. Yoksa, seni bu i’tikâdını bırakmaya da’vet ederiz.

Sonra da şöyle sordular:
- Şeyhayn, ya’nî Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Ömer hakkında ne dersin?

Sadece hayır söylerim
Abdullah bin Zübeyr hazretleri, onların sorularına şöyle cevap verdi:
- Onlar hakkında sâdece hayır söylerim.

Hâricîler bunun üzerine,
- Peki Osman hakkında ne diyorsun? diye sordular. Sonra da Hazret-i Osman’ın şânına lâyık olmayan ithâmlarda bulundular.

Daha sonra; babası Zübeyr ve Talha hakkında da ileri geri konuştular.

Onların bu konuşmaları üzerine, Abdullah bin Zübeyr hazretleri dedi ki:
- Sizin o büyükler hakkında böyle konuşmanız, aslâ doğru değildir. Çünkü Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâm ile kardeşi Hârûn aleyhisselâmı, en azılı kâfirlerden olup ilâhlık dâvâsında bulunan Fir’avn’a gönderirken, gâyet yumuşak konuşmalarını emretti.

Bu husûs Kur’ân-ı kerîmde şöyle bildirilmektedir:
(İkiniz (Mûsâ ve Hârûn aleyhimesselâm) Fir’avn’a gidin! Çünkü o, ilâhlık iddiâsında bulunmakla hakîkaten pek azgınlık etti. Ona yumuşak muâmelede bulunun! Yumuşak söz söyleyin! Olur ki, nasîhat dinler, yahut Allahü teâlânın azâbından korkar.) [Tâhâ: 43, 44]

Resûlullah efendimiz de bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmaktadır:
(Ölmüş kimselere sövmek veya dil uzatmak sûretiyle dirilere eziyet etmeyiniz!)

Günâh olarak kâfi idi
Bunun için Resûlullah efendimiz, İkrime bin Ebî Cehil’e eziyet vermemek, onu üzmemek için babası Ebû Cehil’e sövmeyi, la’net etmeyi yasaklamıştır.

Hâlbuki, Ebû Cehil, Allahü teâlânın ve Resûlünün düşmanı idi. Hicretten önce, Resûlullah efendimize buğz ve düşmanlık etmiş, hicretten sonra da savaşta bulunmuştu.

Hepsi bir tarafa, azılı bir müşrik olması günâh olarak ona kâfi idi. Kâfir olduğu hâlde, la’netlenmesine izin verilmemesi; babama, arkadaşı Hazret-i Talha’ya ve diğer Eshâba söylediğiniz sözlerden vazgeçmeniz için yeterli bir sebeptir.

Bu ma’kûl sözlere verecek cevap bulamayan Hâricîler yanından ayrıldılar.

Hâricîler, ertesi gün tekrar geldiler. Abdullah bin Zübeyr gelip, yüksekçe bir yere oturdu. Allahü teâlâya hamd ve Resûlüne salât ve selâm getirdi. Sonra Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Ömer’den çok güzel bahsetti. Hazret-i Osman’ın hilâfetiyle ilgili olarak da şunları söyledi:
- Hazret-i Osman bin Affân’ın durumunu bugün benden daha iyi bilen hiç kimse yoktur. Hakem bin Âs’ı Resûlullah efendimizin mübârek izinleri ile Medîne-i münevvereye kabûl etmiştir. Yaptığı işlerde faydalar var idi.

Hazret-i Osman yazmadı
Daha sonra Abdullah bin Zübeyr, Mısırlıların ele geçirip getirdiği, içinde ba’zı kimselerin öldürülmesi emredilen mektubu, onun yazmadığını belirtip şöyle dedi:
- Bunu Hazret-i Osman yazmadı. Dilerseniz, onun yazdığına dâir delîlinizi getiriniz, delîliniz yoksa ben size onun yazmadığına yemîn edeyim. Allahü teâlâ yemînin kabûl edilmesini emrediyor. Hele Resûlullahın dâmâdı, imâmetteki vekîli, onun sebebiyle ağaç altında Bî’at-ı Rıdvân’ın yapıldığı Hazret-i Osman’ın yazmadığına dâir yemîni, elbette kabûl etmek lâzımdır. Ancak hak olan bir şeye yemîn edilir. Resûlullah efendimiz buyuruyor ki:
(Kim Allahü teâlâya yemîn ederse, tasdîk edilsin! Yemîn edilen kimse de râzı olsun.)

Hazret-i Osman, Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Ömer gibi mü’minlerin emîridir. Ben onu sevenin dostu, ona düşman olanın düşmanıyım. Babam ve arkadaşı Hazret-i Talha, Resûlullah efendimizin iki sahâbîsidir.

Hazret-i Talha’nın Uhud muhârebesinde parmağı kesilince, Resûlullah efendimiz;
(Parmağı Talha’dan önce Cennet’e girdi) ve, (Talha, Cennet’e girmesine vesîle olacak bir iş yaptı) buyurdu.

Hazret-i Ebû Bekir, Uhud harbinden bahsedilince, “Uhud harbinin hepsi veya çoğu Talha’ya âittir” buyurdu.

Allahü teâlâ râzı oldu
Babam Zübeyr bin Avvâm’a gelince, O Resûlullah efendimizin havârîsidir. Resûlullah efendimiz onu bu sıfatla zikretmişler, Talha ile beraber Cennetlik olduğunu bildirmişlerdir. Nitekim Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde meâlen şöyle buyurdu:
(Sana, ağaç altında ellerini uzatarak söz verenlerden Allahü teâlâ râzı oldu. Hepsini sevdi.) [Feth: 18]

Ayrıca, onların, Allahü teâlânın ve Resûlünün gadabına uğradıklarına dâir bir haber bize ulaşmadı.

Onların hak olarak yaptıklarına gelince, onlar zâten buna lâyıktırlar. Şâyet onlarda bir zelle sürçme meydana gelmişse, o sürçmeyi, onların Resûlullaha yaptıkları hizmetlerin hürmetine gidermek, Allahü teâlânın affındandır.

Hâricîler bu sözler karşısında da verecek cevap bulamadılar ve dönüp gittiler.

Abdullah bin Zübeyr 649 senesinde, Abdullah bin Sa’d ile Afrikıyye harbine katıldı. Yüzyirmi bin düşman askeri ile yirmi bin İslâm mücâhidi savaşırken, o birkaç mücâhid ile Bizans ordusu kumandanı, Roma asilzâdesi Gregorius’u öldürdü. Bu başarısı üzerine düşman kuvvetleri bozuldu. Zaferin kazanılmasında mühim bir rol oynadı.

Fethi anlatacaktır
Abdullah bin Zübeyr, Afrikıyye’nin fethinden döndükten sonra, Hazret-i Osman’ın huzûruna gidip, ona fethin nasıl gerçekleştiğini anlattı. Hazret-i Osman mescidde kalkıp, cemaate şöyle hitâb etti:
- Ey mü’minler! Allahü teâlâ Afrikıyye’nin fethini nasîb ve müyesser eyledi. İşte bu Abdullah bin Zübeyr’dir. Şimdi size Afrikıyye’nin fethini anlatacaktır.

Bunun üzerine Abdullah bin Zübeyr, minberin yanında olduğu yerden ayağa kalkıp, cemaate, Afrikıyye’nin fethinin nasıl gerçekleştiğini anlatmaya başladı:
“Ey mü’minler! Kalblerimizi birleştiren, birbirimizi sevdiren ve ni’metleri aslâ inkâr olunamayan, Allahü teâlâya, bildirdiği şekilde hamdolsun. Yine Allahü teâlâya hamdolsun ki, Muhammed aleyhisselâmı seçip, vahyini Ona emânet etti. Kur’ân-ı kerîmi gönderdi.

Muhammed aleyhisselâma insanlardan yardımcılar seçti. Ona îmân ettiler; hürmet ve ta’zîmde bulundular. Allahü teâlânın dîni uğrunda hakkıyla cihâd ettiler. Bir kısmı bu hak yol olan İslâmda, Allah yolunda şehit düştüler. Geride kalanları ise, Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için çalışmaktadırlar. Kınayanların kınamaları, onları bu yoldan aslâ çevirememektedir.

Ey insanlar! Allahü teâlâ size merhamet eylesin! Biz, bildiğiniz ve anlattığım bu maksatla cihâda çıkmıştık. Emîr-el-mü’minîn’in tavsiyelerine ve emîrlerine titizlik ile uyan bir vâli ile beraber idik. Sabah-akşam o da bizimle beraber yürüyor, öğle vaktinde bizimle konaklıyordu. Geceleyin yola devam edip, kurak yerlerde durmadan acele geçiyor, bereketli ve bolluk yerlerde oldukça fazla kalıyorduk.

İslâma da'vet ettik
Afrikıyye’ye varıncaya kadar, Rabbimizin ihsân buyurduğu en güzel hâl üzere yolumuza devam ettik. Nihâyet at kişnemelerini, deve böğürtülerini düşmanlarımızın duyacağı bir yere konduk. Birkaç gün orada ikâmet ettik. Bu sırada, atlarımızı istirahata bıraktık. Silâhlarımızı harbe hazırladık.

Sonra Afrikıyyelileri İslâma da’vet ettik. Fakat onlar Müslüman olmaya yanaşmadılar. Bunun üzerine, sulh ve zillet içinde kalmaları için onlardan cizye istedik. Bu teklîfimize ise hiç yanaşmadılar.

Onların karşısında onüç gece bekledik. Bu arada, elçilerimiz gidip geldi. Nihâyet teklîflerimizi kabûl etmeyeceklerine iyice kanâat getirince, komutanımız kalkıp, Allahü teâlâya hamd ve senâ etti. Sonra cihâdın fazîletini anlattı. Sabredip Allah için cihâd edenlerin kavuşacakları sevâbdan bahsetti. Sonra hep birden düşman üzerine hücûm edip, savaşa başladık.

Düşmanla karşılaştığımız ilk gün pek şiddetli bir muhârebe oldu. İki taraf da çok çetin savaştı. Düşmandan pek çok kimse öldüğü gibi, bizden de pek çok kimse şehit düştü. O gece, her iki taraf da savaş meydanında geceledi.

Zafer ihsân etti
Biz Müslümanların bulunduğu yerden, Kur’ân-ı kerîm okuyanların sesleri yükseliyordu. Düşman ise, içki içerek ve eğlence içinde geceyi geçirdi. Sabah olunca, biz önceki günkü gibi yerlerimizi aldık ve düşman üzerine hücûm ettik.

Allahü teâlâ bize sabır, yardım ve zafer ihsân etti. İkinci gün akşama doğru Allahü teâlâ bize Afrikıyye’yi fethetmek nasîb eyledi. Pek çok ganîmet elde ettik. Mervân bin Hakem, bu ganîmetlerin beştebirini devletin hazînesine koydu.

Müslümanların yanından, onları sevinçli bırakarak ayrıldım. Alınan bu ganîmetler, Müslümanları zenginleştirdi. İşte ben, Allahü teâlânın bize nasîb ettiği bu zaferi, şirkin uğradığı bu hezîmeti, Emîr-el-mü’minîne ve size müjdelemek için geldim.
Ey Allahın kulları! Verdiği ni’metlerden dolayı ve düşmanlarımıza indirdiği azâbdan dolayı, Allahü teâlâya hamdederiz.”

Abdullah bin Zübeyr, 692 yılında Haccâc tarafından şehit edildi. Resûlullah efendimiz bu hadîseye işâret ederek Abdullah’a buyurmuştu ki:
- İnsanlardan senin başına neler gelecek biliyor musun? Senden de insanlara çok şey gelecek. Cehennem ateşi seni yakmaz.

Abdullah bin Zübeyr, Eshâb-ı kirâma çok hürmet ederdi. Hattâ babası Zübeyr bin Avvâm’dan naklettiği hadîs-i şerîfte, Resûlullahın şöyle buyurduğunu bildirirdi:
(Herhangi bir memlekette vefât eden Eshâbımdan biri, kıyâmette, mahşer yerine giderlerken, o memleketin Müslümanlarına önder olur ve onların önlerini aydınlatır.)

Abdullah bin Zübeyr, Mekke’de namazlarını Mescid-i Harâm’da kılardı. Buyururdu ki:
“Resûlullahtan işittim. Buyurdu ki:
(Benim mescidimde kılınan namaz, Mescid-i Harâm hariç diğer mescidlerde kılınan namazlardan üstündür. Mescid-i Harâm’da kılınan bir namaz, Mescid-i Nebî’de kılınan 100 namazdan efdaldir, üstündür.)

Kâ'be'ye çok hizmet etti
Abdullah bin Zübeyr, Kâ’be-i muazzamaya çok hizmet etmişti. Daha önce Hazret-i Ömer halîfe iken, onyedi senesinde, Mescid-i saâdeti genişletirken, Hucre-i saâdetin etrafına kısa bir taş duvar çevirmişti. Abdullah bin Zübeyr bu duvarı yıkıp, siyah taş ile yeniden sağlam yaptırdı. Bu duvarın üstü açık olup, kuzey tarafında bir kapısı vardı.

Abdullah bin Zübeyr’in babası, Aşere-i mübeşşereden, ya’nî Cennetle müjdelenen on sahâbîden biri olan Zübeyr bin Avvâm, annesi Ebû Bekr-i Sıddîk’ın kızı Esmâ, teyzesi mü’minlerin annesi Âişe-i Sıddîka’dır. Babasının annesi (ninesi) Hazret-i Safiyye, Resûlullahın halası idi.




AMR BİN AS....

Kara Kartal 10 Eylül 2022 00:34

Araplar'ın meşhur dört dâhisinden biri kabul edilen Amr b. Âs zeki, son derece cesur, iyi bir hatip ve şair, kabiliyetli bir idareci idi. Onun bu yönlerini takdir eden Hz. Ömer, "Amr dünyada kaldıkça hep idareci olmalıdır" derdi.
Sıffin savaşında iki ordu arasında kuran sayfalarını mızrak ucuna takarak Kurana göre hüküm verilmesini isteyen, Ebû Musa ya hile ile Hz Aliyi halifelikten azlettirip yerine Muaviyeyi halife ilan eden kurnaz politikacı.
Mısır fatihi ünvanı alacak kadar, Kudüs Filistin İslam topraklarına katacak kadar iyi bir askeri kumandan. Bugün bi iktidarın isteyeceği herşey varmış kendinde. Beni kurnazligı cin fikirliği askeri kabiliyeti ile baya etkileyen bi sahabe.


Abdullah bin Selam

Mihrinaz 13 Ekim 2022 15:09

Alıntı:

Kara Kartal Üyemizden Alıntı (Mesaj 439252)
Araplar'ın meşhur dört dâhisinden biri kabul edilen Amr b. Âs zeki, son derece cesur, iyi bir hatip ve şair, kabiliyetli bir idareci idi. Onun bu yönlerini takdir eden Hz. Ömer, "Amr dünyada kaldıkça hep idareci olmalıdır" derdi.
Sıffin savaşında iki ordu arasında kuran sayfalarını mızrak ucuna takarak Kurana göre hüküm verilmesini isteyen, Ebû Musa ya hile ile Hz Aliyi halifelikten azlettirip yerine Muaviyeyi halife ilan eden kurnaz politikacı.
Mısır fatihi ünvanı alacak kadar, Kudüs Filistin İslam topraklarına katacak kadar iyi bir askeri kumandan. Bugün bi iktidarın isteyeceği herşey varmış kendinde. Beni kurnazligı cin fikirliği askeri kabiliyeti ile baya etkileyen bi sahabe.


Abdullah bin Selam

Tevratta Rasulullah'ın alametlerini görüp müslüman olan sahabe.

Erkam bin Ebi'l Erkam

Nebevi Sevda 25 Ocak 2023 14:47

Milâdî 594 yılı civarında doğduğu anlaşılmaktadır. Mekke’nin nüfuzlu ve zengin ailelerinden Benî Mahzûm’a mensup olan Erkam’ın İslâmiyet’i kabul etmeden önceki hayatı hakkında bilgi yoktur. Hilfü’l-fudûle katıldığına dair rivayetler ise sağlam değildir. Babası Abdümenâf’ın da müslüman olduğu ve Hz. Ebû Bekir’le aynı gün vefat ettiği söylenmektedir. Kureyş’in Benî Sehm kolundan olan annesi Tümâdır (Ümeyme) bint Hizyem (Abdülhâris) İslâm’a ilk giren kadın sahâbîlerdendi.

On yedi on sekiz yaşlarında İslâmiyet’i kabul eden Erkam’ın ilk müslümanlar arasında yedinci veya on ikinci sırayı aldığı belirtilmektedir. Hz. Peygamber’e sadakatle bağlanarak evini onun emrine verdi. Resûl-i Ekrem, İslâm tarihinde Dârülerkam diye anılacak olan bu evi tebliğ faaliyeti için çok elverişli bularak merkez haline getirdi.

Medine’ye ilk hicret edenler arasında yer alan Erkam ile Ebû Talha Zeyd b. Sehl el-Ensârî arasında kardeşlik bağı (muâhât) kuruldu ve burada kendisine bir ev verildi. Bedir, Uhud, Hendek gibi önemli gazvelerin hepsine katıldı. Bedir Gazvesi’nde Mekkeliler’den ganimet olarak alınan ve “merzübân” diye anılan kılıcı Hz. Peygamber ona verdi. Okuma yazma bildiği için Hz. Peygamber’in vahiy kâtipleri arasında yer alan Erkam Resûl-i Ekrem tarafından zekât memurluğuna tayin edildi. Erkam Medine’de vefat etti ve cenaze namazını vasiyeti üzerine Sa‘d b. Ebû Vakkās kıldırdı. 53’te (673) öldüğü de rivayet edilmektedir. Onun Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’inde bir hadisi bulunmaktadır.

Zühreoğulları’na mensup aynı adı taşıyan bir başka sahâbî daha vardır.

Nebevi Sevda 25 Ocak 2023 14:55

Alıntı:

Mihrinaz Üyemizden Alıntı (Mesaj 439675)
Erkam bin Ebi'l Erkam

Çok ilgimi çeker. Kırk küsür yaşında bir insan. Ona iman edenler genç delikanlılar. Halbu ki sahabe deyince akla ilk gelen 30-50 yaş arası insanlar...


Sümâme b. Üsâl kimdir?

Mihrinaz 18 Şubat 2024 21:55

Buhârî’de Ebû Hüreyre’den (r.a) nakledildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s) Necd tarafına bir askerî birlik göndermiş, bölgede yürütülen askerî hareket neticesinde Benû Hanîfe’den Sümâme b. Usal adlı biri esir alınarak Medine’ye getirilmiş ve Mescidin direklerinden birine bağlanmıştı.

Resûlullâh, mescide çıktığında:

“Ey Sümâme, gönlünden ne geçiriyorsun? Benden ne umuyorsun?” diye sordu. Sümâme buna şu cevabı verdi:

“Gönlümde hayır ümidi var ey Muhammed! Şayet sen beni öldürürsen, kanlı bir caniyi öldürmüş olursun. Şayet bana (afv nimeti) in’âm edersen, nimete karşı şükreden bir kişiye in’âm etmiş olursun. Eğer (kurtuluş akçesi için) mal istersen, ne kadar istersen, işte malım, veririm!”

Karşılıklı olarak yapılan bu konuşmadan sonra -İbn Hişâm’ın verdiği bilgiye göre- Hz. Peygamber, Sümâme’ye müslüman olmasını söyledi. Fakat o, müslüman olmaktan kaçındı.

Hz. Peygamber, Sümâme’nin yanına ikinci ve üçüncü gün de uğradı. Aynı konuşmalar tekrarlandı, fakat Sümâme bir türlü müslüman olmuyordu. Hattâ -İbn Hişâm’ın verdiği bilgiye göre- sonuncu gelişinde Hz. Peygamber’e:

“Ey Muhammed, artık yeter, eğer öldüreceksen öldür... Fidye istiyorsan, ne kadar diliyorsan söyle vereyim!” dedi.

Resûlullâh (s.a.s), bir süre sonra Sümâme’nin salıverilmesini ashâbına emretti. Böylece Sümâme, affa uğradı ve salıverildi.

Ancak burada şuna işaret edelim ki, Sümâme, kendi kabilesinin ileri gelenlerinden biri olduğu için Peygamberimiz onun itibarını düşünmüş, bizzat evinden yemek çıkartmış, ilâve olarak da sabah-akşam deve sütü ikram edilmişti.

Bu sırada ibretli bir gelişme oldu. Serbest bırakılan Sümâme’nin, memleketine dönüp gideceği sanılırken yıkanıp temizlenmiş olarak Hz. Peygamber’in yanına gittiği görüldü. Gerçekten de Sümâme, Resûl-i Ekrem’in huzuruna gelerek müslüman oldu ve huzurda şöyle dedi:

“Ey Muhammed, vallahi şu yer üzerinde bana senin yüzünden daha düşman bir yüz yoktu. Fakat bu sabah, senin mübarek siman, bana yüzlerin en sevimlisi göründü. Vallahi ben dinler içinde en çok senin dinine düşmandım. Fakat bu sabah, senin dinin bana göre dinlerin en sevimlisidir. Vallahi ben memleketler arasında, en çok senin şehrinden nefret ediyordum. Fakat bu sabah, senin içinde bulunduğun şehir, bana göre şehirlerin en sevimlisidir…” (Tecrîd, X, 374 vd.; h. no: 1647; İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 287 vd)

Hatıb b. Ebi Beltea?


SAAT: 17:27

vBulletin® Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2024 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306