Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   Coğrafya (https://www.forum.medineweb.net/765-cografya)
-   -   KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri (https://www.forum.medineweb.net/cografya/22706-kpss-cografya-dersi-konu-ozetleri.html)

Medineweb 05 Ağustos 2012 22:18

KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
Türkiye'nin Genel Coğrafi Konumu ve Özellikleri

Türkiye, Asya- Avrupa ve Afrika'nın birbirine en çok yaklaştığı yerdedir. Üç tarafı denizlerle çevrili olup, yerşekilleri çeşitlilik gösterir.

Matematik konum olaraksa 36-KP - 42 KP arasında ve 26-45 Doğu Merideyenleri arasında yera-lır. Diğer bir ifadeyle Türkiye, Ekvator'un kuzeyinde, Başlangıç Meridyeninin (Greenvvich) doğusunda yer alır.

Matematik Konum:
26 DM - 45 DM 36 KP - 42 KP

Türkiye'nin Uç Noktaları:
•+ En kuzey noktası D Sinop- İnce Burun * En doğu noktası Küçük Ağrı dağının doğusu -► En güney noktası D Hatay - Beysun köyü * En batı noktası Gökçeadanın batısı- Avlaka burnu

Türkiye, üç tarafı denizlerle çevrili olup, 779.452 km2 yüzölçüme sahiptir. Doğu- Batı uzunluğu 1600 km olup, Kuzey- Güney genişliği ise 600 km'dir. Ülke topraklarının %3 (23.764 km2) ü Avrupa'da %97 (755,688 km2) si ise Asya kıtasında yer almaktadır.
Türkiye yerşekilleri bakımından çeşitlilik gösteren bir ülkedir.

Anadolunun ortalama yükseltisi 1162 m'dir
Asya D 1100 m Afrika D 650 m
K. Amerika D 700 m Avrupa D 300 m

Kıtaların ortalama yükseltileri dikkate alınırsa Türkiye yükseltisi fazla olan bir ülkedir. Türkiyenin yükseliti basamaklarına bakacak olursak

Topraklarının;
% 16'sı 0-250 m arasındadır % 31'i 250-1000 m arasındadır % 40'ı 1000-2000 m arasındadır % 13'ü 2000 m'den yüksektir.

alıntı

Medineweb 05 Ağustos 2012 22:19

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
Türkiye'nin Fiziki Coğrafyası


Alp- Himalaya sistemin üzerinde yeralan Türkiye, bütün jeolojik devirlere ait arazilere rastlamak mümkündür. Türkiye'de iç ve dış kuvvetlerin etkisi kuvvetli bir şekilde görülmektedir.
Türkiye, genç bir yapıya sahip olduğundan faylar boyunca çukur alanlar ve depresyonlar görülmektedir. Magma bu kırık sahaları takip ederek yeryüzüne çıkmakta ve volkanik arazileri oluşturmaktadır.
Türkiye'nin yer şekillerinin oluşumunda hem iç kuvvetler (oronez, epirojenez, volkanizma, depremler) hem de dış kuvvetlerin (akarsu, buzul, dal-ga-akıntı, rüzgar) etkisi görülmektedir.
Bütün bu etken ve süreçlere dayanarak Türki ye, çok çeşitli ve zengin bir yapıya sahiptir. Yerse killerinin çeşitli olması iklim, bitki örtüsü, hidrograf ya ve toprak özelliklerini etkilemiştir. Bu da farkl ürünlerin yetişmesine ve farklı ekonomik faaliyetle re sebep olmuştur, (örnek: Fazla yağış sonucı Doğu Karadenizde çay yetişmesi)

Türkiye'nin Genel Jeolojik Yapısı
Türkiye, Pangea kıtasının parçalamasında sonra, Kuzey Kıtası (Larussıre) ile Güney Kıt (Godvvana) arasında kalan Akdeniz havzasında tortullanma ile oluşmuştur. Ülkemiz, dünyanın ba langıcından beri oluşan bütün dağ oluşumu (orojı nez) ve kıta oluşumu (Epirojenez) hareketlerir maruz kalmıştır. Türkiye tüm jeolojik devirlerin izi rini yapısında taşımakdır.
Hem jeolojik hem de jeomorfolojik açıdan ç çeşitli bir yapıya sahip olan Türkiye, Alp- Himala dağ sistemi içerisinde yer almaktadır. Yerşekille nin oluşumu, çeşitli zamanlarda oluşmuş arazile ve bunların özelliklerine bağlıdır.

Jeolojik zaman ve süresi (yıl)

Dördüncü Zaman (Kuaterner) 3-3,5 milyon


Pleistosen 3-3,5 milyon (Buzul Dönemi)


Üçüncü Zaman (Tersiyer) 63 milyon

İkinci Zaman (Mezozoik) 160 milyon

Birinci Zaman (Paleozoik) 370 milyon

İlk Zaman (Prekambriyen) 4 milyar


Jeolojik Devirler (yi)


Holosen 10-20 bin


(Buzul Dönemi Sonrası, Günümüz)


insanın ortaya çıkışı; iklimde şiddetli soğuma; Ka­radeniz Akdeniz su yolu bağlantılarının oluşumu.

Pliosen 5 milyon Miosen 19 milyon Oligosen 12 milyon Eosen 16 milyon Paleosen 11 milyon
Kretase 71 milyon Jura 54 milyon Trias 35 milyon

Perm 55 milyon Karbon 65 milyon Devon 50 milyon Silur 105 milyon Kambriyen 70 milyon


Başlıca Olaylar


İklimin bugünkü koşullara dönüşü ve ısınma; çeşitli uygarlıkların ortaya çıkışı ve gelişimi.

Çok çeşitli yer kabuğu hareketleri ve volkanik olaylar; Alp kıvrımlarının meydana gelişine dayalı Kuzey Anadolu ve Toros dağlarının oluşumu; İç Anadolu tuzlu göllerinin ve Güneydoğu Anadolu petrol yataklarının oluşumu.

Alp Orojenezinin başlaması; yerkabuğunun par­çalanarak kıtalara bölünmeye başlaması

Hersinyen ve Kaledoniyen orojenezi; bu kıvrımla­rın kıtalara eklenmesiyle karaların genişlemesi ve büyümesi; taş kömürü yataklarının oluşması.

En eski kıvrımlarla kıta çekirdeklerinin oluşumu; ilksel canlıların ortaya çıkışı




alıntı

Medineweb 05 Ağustos 2012 22:19

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
TÜRKİYE JEOMORFOLOJİSİ
TÜRKİYE'NİN DAĞLARI


7. Orojenik Hareketlerle Oluşan Dağlar:
Dış kuvvetlerin etkisiyle yeryüzünden aşınan malzemeler deniz çanaklarında biriktirilir. Bu tortul tabakalar yan basınçların etkisiyle sıkıştırılır, su yüzeyine çıkar ve kıvrımlı dağlar oluşur. Bu olaya orojenez (dağ oluşumu) adı verilir. Ülkemizde yer alan Kuzey (Karadeniz dağları) ve Güney (Toros-lar) III. zamanda Tethis denizinde biriken tortulların kıvrılması sonucu oluşmuşlardır.


2. Volkanik Dağlar
Yerin derinliklerindeki kızgın ve erimiş durumdaki magmanın, yer kabuğu içindeki boşluklara sokulması veya yeryüzüne çıkması faaliyetlerine volkanizma denir.
Ülkemizde volkanik hareketler daha çok III. zaman sonlarında ve IV. zaman başlarında oluşmuştur. Volkanik dağların çoğu D. Anadolu ve İç Anadolu
bölgelerinde yer alır. Sebebi ise bu bölgede kırıkların ve kırıklı yapının fazla olmasıdır.


Volkanik dağlar:
* İç Anadolu'da Q Erciyes, Melendiz, Hasan dağı, Karadağ, Meke.
* D. Anadolu'da D Büyük Ağrı, Küçük Ağrı, Tendürek, Süphan, Nemrut, Aladağlar
Volkanik dağlar genellikle K.doğu- güneybatı doğrultulu azalmaktadırlar. Ayrıca Batı Anadolu'da (Ege) Kula ve Yunt dağlarıda ülkemizin en genç volkanik arazilerin bulunduğu sahalardır.
Türkiye'de en son gerçekleşen volkanik faaliyet Nemrud dağıdır ve 15. yy'a kadar devam etmiştir.
Hatay- Hassa, Nevşehir-ürgüp, Kars- Ardahan civarında volkanizma sonucu oluşmuş tüf platoları vardır.


B. TÜRİYE'NİN PLATOLARI
Akarsular tarafından derince yarılmış, hafif engebeli yüksekte kalan düzlüklere plato denmektedir. Ülkemiz, genel anlamda bir plato görüntüsü
sergilemektedir. Türkiye'deki platoların büyük bir bölümü deniz seviyesindeki düzlüklerin, epirojenik hareketlere bağlı olarak toptan yükselmesiyle oluşmuştur.
Platolar oluşumlarına göre üç gruba ayrılır.


a. Karstik Platolar:
Kalkerli kayaların (jips, kayatuzu) oluşturduğu yüksekte kalmış yüzeylerin akarsular tarafından parçalanmasıyla (eritilerek) oluşmuşlardır.
* Güney Anadolu'da (Akdeniz) Taşeli Platosu
* İç Anadolu'da Obruk Platosu
* Güneybatı Anadolu'da Teke Platosu bu şekilde oluşmuş Karstik Platolardır.


b. Volkanik Platolar:
Volkandan çıkan lavların oluşturduğu yüzeylerin akarsularla parçalanması sonucu oluşur. * Doğu Anadolu'da Erzurum- Kars Platosu,
Ardahan Platosu * iç Anadolu'da Niğde- Kayseri Platosu bu şekilde oluşmuşlardır.


c. Peneplenmlş (Yontulmuş) Platolar:
Platoların, akarsu ve seller ile aşındırılarak deniz seviyesine kadar indilmiş eski aşınım şekilleridir. Bazılarının yükseltileri çok azdır. (Çatalca- Kocaeli, Safranbolu gibi)
Bazıları ise tabakaların durumundan (sertliğinden) dolayı fazla aşınamamış, yüksekte kalan platolardır.
* Batı Anadolu'da, Uşak
* Güneybatı Anadolu'da, Menteşe yöresi
* İç Anadolu'da, Cihanbeyli, Haymana, Bo-zok, Uzunyayla
* Güneydoğu Anadolu'da, Gaziantep, Ş. Urfa-Viranşehir, Mardin- Midyat



C. TÜRKİYE'NİN OVALARI
Çevrelerine göne alçakta kalan, akasular tarafından yarılmamış, hafif dalgalı ve geniş düzlükl-lerdir. Ülkemizdeki ovalar yerlerine ve özelliklerine göre iki gruba ayrılır.
1 - Kıyı Ovaları
Akarsuların denize döküldükleri yerde taşıdıkları malzemeyi, akarsu ağzında biriktirmesiyle oluşurlar. Bu tür ovalara delta ovaları ismide verilmektedir. Yükseltileri fazla olmamakla birlikte 0-250 m arasında değişir.


Başlıcaları:
* Çukurova D Seyhan - Ceyhan nehirleri ağ zında,
* Bafra D Kızılırmak ağzında,
* Çarşamba D Yeşilırmak ağzında,
* Silifke Q Göksu ağzında oluşmuşlardır.
Ayrıca Batı Anadolu'da Gediz, Bakırçay, Bü
yûk Menderes ve Küçük Merderes grabenleı
ağzında da delta oluşmuştur.


2. iç Ovalar
Türkiye'nin iç bölgelerinde oluşan ovaların çc ğu, yerkabuğu hareketleri sırasında çöken sahala rın akasular tarafından doldurulmasıyla oluşmuş lardır. Oluşumlarına göre yedi gruba ayrılmaktadı


4. Tektonik (Çöküntü) Ovalar:
Yer hareketleri sırasında çöken kısımlarır akarsular ve sel suları ile doldurulması sonuç oluşmuş ovalardır.
Ülkemizde Tektonik ovalar, Fay zonları ile par; lellik göstermektedir. Tektonik ovalar, Kuzey Anadı lu (Kaf), Doğu Anadolu (DAF) ve Batı Anado (BAF) fay hatlarıyla beraber dağılış göstermekted


Başlıcaları:
* Erzincan, Suşehri, Niksar-Erbaa, Taşov Turhal, Kargı, Tosya, İlgaz, Gerede, Bol Düzce, Adapazarı, Bursa, Pamukova, Kar cabey, Balıkesir. Bu ovalar Kuzey Anadolu Fay hattı üzerim yer alırlar.
* Maraş, Islahiyye- Hassa, Amik, Malatya
DAF hattında yer alırlar. ^ Bakırçay, Gediz, Büyük Menderes, Küç
Menderes Q BAF hattında yeralır. Bolvadin, Dinar, Akşehir, hatların dışındaki tektonik ovalardır.
b. Vadi boyu ovaları: Ülkemizdeki büyük akarsuların boylarında oluşmuş düzlüklerdir. Yer yer genişleyip daralan bu ovalar, akarsuyun özelliklerine bağlı olarak gelişirler. Erzincan'da Karasu vadisinde Tercan Ovası örnek olarak gösterilebilir.


c. Hafif yarılmış birikim ovaları: Bu ovalar daha önceki vadi tabanlarının alüvyonlarla dolması sonucu oluşmuşlardır. Bu dolma sonucunda inişli çıkışlı görüntüleriyle dikkati çeken sübsidans (çökelme) sahalarıdır. Örneğin; Trakya'nın iç kesiminde Ergene Nehri'nin suladığı Ergene Ovası'ndaki alüvyon kalınlığı 6000 m'yi bulur. Orta Anadolu'da Tuz Gölü çanağı, Doğu Anadolu'da İğdır ve Dil
ovaları ile Güney Anadolu'da Çukurova aynı mekanizma ile oluşmuş ovalardır.


ç. Dağ eteği ovaları: Dağ yamaçlarındaki birikinti konilerinin ve yelpazelerinin birleşmesiyle oluşmuş tarım yapılabilen dalgalı düzlüklerdir. Uludağ'ın eteğindeki Bursa Ovası, İç Anadolu'da Sultan Dağları'nın Akşehir'e bakan doğu yamaçlarının önünde gelişmiş olan Akşehir Ovası, özellikle Batı Anadolu grabenlerinin yani enine vadilerinin her iki kenarındaki gelişmiş olan birikinti koni ve yelpazelerinin oluşturduğu sahalar, tipik dağ eteği ovalarıdır.


d. Eski göl tabanı ovaları: İç Anadolu III. Zaman'ın sonlarındaki Miosen'de, sığ göllerin istilâsına uğramıştır. Bu göllerin tabanlarında biriken tortullar, sonradan Neojen göl depolarını oluşturmuşlardır. Bu eski göl tabanı ovalarının en tipik örnekleri Konya, Ereğli, Karapınar ve Tuz Gölü havzalarını çevreleyen dairenin içinde yani Orta Anadolu'da bulunur.


e. Karstik ovalar: Bunlar, genelde kireçtaşlı kayaların bulunduğu karstik bölgelerdeki polye çanakları içinde oluşur. Bu tip ovalara ülkenin güney batısından birçok örnek verilebilir. Teke Yarımadası, Göller Yöresi ve Orta Toroslar üzerinde birçok
karstik ova bulunur. Bunlar içindeki en tipik örnekler şunlardır: Burdur-Antalya arasında Kestel;
Eğirdir Gölü güneyinde Eğirdir-Boğazova-Kovada;
Beyşehir Gölü güneyinde Eynif ve Gembos; Teke Yarımadası'nda Bozova, Korkuteli, Gölhisar, Elmalı ovaları; daha batıda Muğla, Ula, Yerkesik, Tefenni ve Acıpayam ovaları.


f. Lâvların oluşturduğu ovalar: Özellikle volkanlardan çıkan lâv ve tüflerin birikmesi sonucunda oluşmuş volkanik ovalardır. Bu tip ovalar, genelde ülkemizde Doğu Anadolu' da yaygındır. En tipik örnekleri Malazgirt, Muradiye, Çaldıran ve Muş ovalarıdır.


alıntı

Medineweb 05 Ağustos 2012 22:19

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
TÜRKİYE'DE AKARSULARIN OLUŞTURDUĞU ŞEKİLLER
Yeryüzünün şekillenmesine neden olan dalga, akıntı, buzul ve rüzgârların yanı sıra, en etkili dış kuvvet akarsulardır. Akarsuların etkinliği, çoğunlukla yüksek dağlar, kutup bölgeleri ve çöller dışında kalan alanlarda ön plândadır.
Dünya üzerinde sahip olduğu yeri ve konumu, iklimi ve topoğrafik özelliklerinden dolayı Türkiye, akarsuların egemen olduğu ülkelerdendir. Bu nedenden yurdumuz, çok gelişmiş ve zengin bir akarsu ağına sahiptir. Oluşmuş olan bugünkü akarsu ağı sistemi, jeolojik devirlerden Üçüncü Za-man'ın sonu, Dördüncü Zaman'ın başlarında oluşmaya başlamıştır. Yükselmiş ve tamamen kara haline geçmiş olan ülkemizde, eğimin de artmasıyla akarsular vadilerine derince gömülmüşlerdir. Bu işlevleri günümüzde de sürmektedir. Akarsuların aşınım ve birikiminden oluşan işlevlerinin sürmesinden dolayı ülkemizdeki yeryüzü şekilleri zengin bir durumdadır. Bu nedenle ülkemiz akarsularının aşındırması ile birçok tipte vadi oluşmuştur. Akarsuların oluşturduğu aşınım ve birikim şekilleri iki grupta toplanır:

1. Akarsuların oluşturduğu aşınım şekilleri:
Akarsuların aşındırması; akarsu havzasındaki kaya yapısına, tabakaların durumuna, yatağında taşıdığı su miktarına, yatak eğimine, akarsuyun hızına, taşıdığı yük miktarına bağlıdır. Örneğin; suyu fazla bir akarsu, eğimi yüksekçe olan bir yatakta
hızla akıyorsa, aşındırma gücü fazladır, denebilir. Bunun tersi olursa yavaş akan, suyu az bir akarsuyun aşındırma gücü zayıftır. Ülkemizde akarsuların çoğunun aşındırma gücü, debisindeki değişikliğe bağlı olarak mevsimler arasında önemli farklılıklar sunar. Özellikle ilkbahar ayları suların en yüksek olduğu ve aşındırma gücünün en fazla olduğu dönemdir. Türkiye'de yüksek dağ alanlarının çok fazla olması nedeniyle akarsu aşındırması ön plânda bulunmaktadır. Ülkemizde akarsu aşındır-masıyla oluşan birçok vadi tipi oluşmuştur. Vadi, bir yatak ve bunun iki yanında eğimli yamaçların yer aldığı yeryüzü şekillerinden birisidir. Bunlar, içine akarsuların da yerleşebildiği uzun oluklardır. Vadiler, aşındırma ile yana doğru ve derine doğru gelişebilirler. Ayrıca, yana doğru aşındırma sonucunda akarsular, vadilerini bir diğer akarsu havza-sıyla yapmış olduğu sınır olan su bölümü çizgisine kadar uzatabilirler.
Derine aşındırmanın fazla olduğu yerlerde oluşan dar, derin ve dik yamaçlı vadilere boğaz vadi adı verilir. Ülkemizdeki boğazlar daha çok sert kayalar içinde açılmışlardır. Bu tür boğazlara yarma vadi denir. Özellikle ülkemizde kuzeyin önemli akarsuları olan Sakarya, Kızılırmak, Yeşilırmak ve Çoruh nehirleri, Anadolu'nun kuzeyindeki dağları yararak birçok boğaz ve yarma vadi oluşturmuşlardır. Yine Doğu Anadolu Bölgesi akarsuları (Karasu, Murat, Fırat ve Dicle) ve güneyde Seyhan ve Ceyhan nehirlerinin oluşturduğu vadilerde birçok boğaz oluşmuştur.
Bazen boğazların kenarında yamaçlar basamak basamaktır. Böyle basamak profili gösteren ve yatay tabakalar içinde açılmış boğazlara kanyon denir. Ülkemizde kanyonların en tipik örneklerine Torosların yatay yapılı kireç taşlı arazileri içinde rastlanır. Örneğin, Göksu Nehri Taşeli Plâto-su'nun kireç taşları içerisinde kanyon biçiminde derin boğazlar oluşturmuştur. Bazı vadilerin enine profili V şeklinde ve alüvyal tabandan yoksundur. Bu tip vadilere kertik ya da çentik vadi denir. Özellikle Kuzey Anadolu Dağları'nın ve Torosların denize bakan yamaçları üzerinde kurulmuş örneğin; Kuzey Anadolu'da Fırtına Deresi, Solaklı Deresi, İkizdere; Güney Anadolu'da Aksu Çayı, Manavgat Çayı, Tarsus Çayı gibi, birçok akarsu vadisi dağların epirojenik stilde yükselmelerine dayalı olarak gençleşmelerinden dolayı V şeklinde oluşmuşlardır. V şekilli çentik vadiler, yana aşındırmanın fazla olduğu ve yamaçların yatıklaştığı yerlerde vadi profili genişler ve basık bir profil görünümünü sunan yatık yamaçlı vadiler oluşur.

Yatık yamaçlı vadilerin tabanlarının taşınan alüvyonlarla doldurulması sonucunda ve yamaçlarının da aşınımla iyice yatlaştırılmasıyla alüvya! tabanlı vadilere dönüşürler. Ülkemizdeki akarsuların büyük birçoğunun denize ulaşmadan önce ağız kesimindeki vadi profili bu şekli almıştır. Bunun yanı sıra bir akarsu vadisini, biri sert diğeri yu muşak iki farklı dirençteki kayanın birleştirdiği yer de kazıp derinleştirir ise sonuçta yamaçlarındar biri daha dik, diğeri yatık olur. Bu bakımdan, ya maçları farklı eğim değeri gösteren vadiler asimet rik vadi denir. Ülkemizde bunlar, değişik dirençte ki kayaların yer aldığı hemen hemen tüm vadile üzerinde lokal olarak görülür (Şekil 1)
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Yukarıda sözü geçen aşınım şekillerinden vac lerin yanı sıra; killi-tüflü yamaçların yüzeysel selenmelerle derine yarılması sonucunda kötü ara anlamına gelen kırgıbayır (badlands) denilen ş killer ve peri bacaları oluşur. Ülkemizde İç Anadlu'daki Ürgüp-Göreme yöresinde peri bacaları bulunur.


Ayrıca akarsu yataklarında eğimin birden azaldığı ve suyun birden çağlayanlar ve şelâleler yaparak düştüğü yerlerde bir çukur gelişir. Bu çukura dev kazanı ismi verilir. Bunlar, akarsu aşındırması sonucunda gelişirler. Ülkemizde Akdeniz Bölge-si'nde Düden Çayı ve Manavgat Çayı üzerinde birçok örneği bulunur. Dev kazanın olduğu her yerde şelale bulunur, ancak her şelalenin olduğu yerde dev kazanı oluşmaz.
Başta akarsular olmak üzere diğer dış kuvvetlerin, yeryüzünü aşındırması sonucunda yükseltileri neredeyse deniz seviyesine kadar indirilmiş, inişli-çıkışlı, dalgalı düzlükler oluşur. Bunlara peneplen (yontuk düz) denir. Ülkemizde milyarlarca yıllık I. Zaman arazileri özellikle akarsu aşınımıyla düz ya da düze yakın yüzeylere sahip peneplenlere dönüşmüşlerdir. Ancak daha sonraki tektonik hareketlerin etkisiyle yükselmiş olan peneplen arazileri içine akarsular gömülerek V şekilli, genç, çentik vadiler oluşturmuşlardır. Ülkemizdeki peneplenlerin en tipik örneği, Çatalca ve Kocaeli platoları üzerinde yayılan peneplen alanıdır.

2. Akarsuların oluşturduğu birikim şekilleri:
Akarsuların taşıdığı çeşitli boyuttaki kil, kum, çakıl gibi maddeler, dağ eteklerinde ve ovalarda akarsuyun gücünün azalması ya da akarsuyun yükünün artması sonucu biriktirilir. Yükün bir akarsu tarafından taşınamayan kısmı yatakta çökelir. Bu çökelme etkinliği sırasında iri unsurlar olan blok ve çakıllar, ilk çökelenlerdir. Daha sonra ve geç çökenler ise, kumlar ve suda asılı olarak taşınan mil, kil gibi ince unsurlardır. Sözü geçen bu unsurların çökeltilmesi ile birçok akarsu biriktirme şekli oluşur:
Birikinti konileri: Eğimli yamaçlardan inen sellerin ve derelerin suları bir düzlüğe vardığında hızları birden azalır, oraya kadar sürükleyerek taşıdıkları kaya parçaları ve onların kırıntılarını dağ eteğinde koni şeklinde yığarlar. Bu koni şeklindeki birikinti şekillerine birikinti konisi denir. Eğer bunların topoğrafik eğim değeri 10°den büyükse birikinti konisi; 10°den küçük ve nispeten cılız bir akarsu tarafından bu malzeme taşınıyorsa o zaman da birikinti yelpazesi adını alırlar. Ülkemizde birçok kentimiz birikinti koni ve yelpazeleri üzerinde kurulmuşlardır. Kayseri'nin Yeşilhisar, İsparta'nın Senir-kent, Konya'nın Akşehir ve bir de Bursa kentleri bunların birkaçıdır.
Dağ eteği ovaları: Yan yana yer alan birikinti koni ve yelpazelerinin birkaçının taşıdıkları materyalleri dağın eteğinde çökeltmeleri ve bunların birleşmesi sonucunda oluşan ovalardır. Bursa ovası, Dörtyol-İskenderun arasındaki kıyı ovası bu ovalara örnek oluştururlar. Buralarda tarım yapılabilmektedir.
Dağ içi ovaları: Bunlar dağ içlerinde, özellikle eğimin azaldığı yerlerde oluşan birikimler sonucunda oluşan ovalardır. Ülkemizdeki dağ alanları üzerinde çok görülürler. Erzurum ve Erzincan ovaları bunlara örnektir.
Taşkın ovaları: Taban düzeyinde akarak deniz seviyesine yaklaşan akarsuların ağızlarında ya da aşağı kesimlerinde oluşmuş ovalardır. Taban seviyesine ulaşması nedeniyle akarsuların eğimleri, hızları ve taşıma güçleri çok azalır. Buralarda oluşan geniş tabanlı alüvyal dolgulu ovalara taşkın ovası ya da taban seviyesi ovası adı verilir. Akarsular bu tabanlarda menderesler çizerek akarlar, yer yer taşarak taşkınlara neden olurlar. Bazen de yataklarını değiştirirler. Ülkemizdeki birçok akarsu, denize kavuşmadan bu şekilde bir birikim sonucunda taşkın ovaları oluştururlar. Sakarya'nın Adapazarı Ovası, Seyhan ve Ceyhan'ın oluşturduğu Çukurova, Batı Anadolu'da çöküntü alanlarında yer alan ovalar bunlara örnek oluşturabilir.
Deltalar: Akarsuların deniz veya göllere ulaştıkları kesimlerde taşıdıkları malzemeleri akasu ağızlarında biriktirmesiyle oluşur. Taban seviyesi ovalarından farkı, deltaların deniz içinde de birikme yapmalarıdır. Seyhan, Ceyhan, Meriç, Kızılırmak, Yeşilırmak'ın deltaları ülkemizin tipik delta örnekleridir. Deltalar, denize doğru ilerleyerek gelişirler ve büyürler. Ancak bu gelişim için kıyıda kuvvetli akıntı olmaması gerekir. Örneğin; üzerinde eski bir liman olan Truva kentinin kurulu olduğu Biga Yarımadası üzerindeki Kara Menderes Çayı, Çanakkale Boğazı çıkışındaki deniz akıntılarına
yenilerek denize doğru ilerlemesi sürerken durmuş ve burada üçgen şekilli delta denize doğru gelişememiştir.

AKARSU AŞINDIRMASI-BİRİKTİRMESİNİN BİRÜKTE GÖRÜLDÜĞÜ ŞEKİLLER
Taraçalar (sekiler): Bunlar, vadilerin yamaçlarında basamak şeklinde yüksekte kalmış akarsuların eski taban parçalarıdırlar. Genellikle iklim değişiklikleri, alanın yükselmesi ya da denizin alçalması sonucunda taraçalar oluşurlar. Taraçalar, geniş yatağına alüvyonlarını yaymış olan bir akarsuyun, tekrardan canlanarak, yatağını kazmaya başlaması ve derinleştirmesiyle oluşurlar. Ülkemizde dağ alanları dışındaki vadilerde akarsu taraçaları daha çok görülürler.
Menderesler: Akarsuyun yatak eğiminin azaldığı yerlerde, yana aşındırma sonucu oluşan büklümlerdendir. Menderesler yapan bir akarsuyun akış hızı az, uzunluğu ve yana aşındırması fazladır.
Örnek: Büyük-Küçük Menderes.

alıntı

Medineweb 05 Ağustos 2012 22:19

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
TÜRKİYE'NİN KARSTİK ŞEKİLLERİ
Kireç taşı, alçı taşı, kaya tuzu gibi eriyebilen tortul kayaçların bulunduğu alanlarda, karbon di-oksitli suların bu kayaçları kimyasal yoldan eritmesi suretiyle oluşan çözünme ve çözünen maddelerin tekrar çökelerek birikmesi sonucunda oluşan şekillere karstik şekiller denir. Bu nedenle karstik şekillerin gelişebilmesi için eriyebilen kayaların varlığına, yer altı suları ve kaynakların işlevlerine, nemli bir iklimin olmasına ihtiyaç vardır. Bu koşulların gerçekleştiği alanlarda, yer üstü ve yer altında çok çeşitli karstik şekiller oluşabilir. Türkiye'de yaygın olarak gelişmiş karstik şekiller daha çok kireç taşları üzerinde görülür. Diğer çözünebilen ka-yaçlardan alçı taşı (jips), kaya tuzu ve tebeşir araziler üzerinde oluşan şekiller çok kısa ömürlüdür.
Türkiye'de karstik şekiller Güney Anadolu'da Toroslar üzerinde görülürler. Teke Yarımadası,
Göller Yöresi, Taşeli Platosu ve Güneydoğu Toroslar zengin ve tipik karstik şekillerden dolin, uvala, polye ve mağaraların bulunduğu sahalardır. Bunların dışında Batı Karadeniz Bölümü'nde Zonguldak, Kastamonu, Bartın çevreleri, Kocaeli Yarımadası, Konya yöresi, İstanbul batısı, Kırklareli Demirköy, Bursa çevreleri çeşitli karstik şekillerin bulunduğu sahalardır. Sivas ve Çankırı çevresindeki jipsli alanlarda erime çukurluklarına rastlanır. Ayrıca Erzincan çevresinde de karstik yapılı şekillere rastlamak mümkündür.

1. Erime (Çözünme) ile Oluşan Karstik Şekiller:
Bunlar, yer altı sularının ve kaynak sularının karstik kayaları kimyasal yoldan eriterek çözünmeye uğratmasıyla oluşan şekillerdir. Erime sonucu bunlar yeryüzünde çukurluklarla temsil edilirler. Ülkemizde en yaygın çözünme ile oluşan karstik şekiller kalsiyum karbonattan oluşan kireç taşlı arazilerde görülür. Yer üstünde görülen en tipik şekilleri küçükten büyüğe doğru lapya, dolin, obruk, uvala, polye olarak sıralanır. Ayrıca kuru, kör, çıkmaz vadilerde görülür. Tüneller, doğal köprüler ve mağaralar ise yer altında bulunan karstik şekillerdir.
Lapyalar: Kireç taşı yüzeylerinde görülen, yük sekliği ve derinliği bir metreyi aşmayan, erime oluk oyuk ve deliklerinden oluşan en küçük karstik şekil lerdir. Yüzeysel sellenme sularının kireç taşlı yüzey leh çözündürmesi sonucunda oluşurlar. Hemen türr kireç taşı karstının görüldüğü yerlerde rastlanar mikrokarstik şekillerdir. Oluklu, delikli, çatlaklı, ba samaklı, menderesti, kazan şekilli, sivri, basık gib kireç taşının bulunduğu konuma ve eğimine dayal olarak birçok türü vardır.
Dolinler: Lapyadan daha büyük olan karstil şekillerdir. Kireç taşlı sahalarda suyun kireci çö zündürmesi sonucunda oluşan birkaç metre derin liginde, birkaç metre ile birkaç on metre arasınd; çaplarda olabilen daire veya elips şekilli küçük ka palı karstik çukurluklardır. Dolinler, ülkemizde Tc roslar ve Küre Dağlarının kireç taşlı alanlarında çok yaygındır. Ayrıca Taşeli Platosu en yaygın gc rüldüğü yerlerdir.
Obruklar: Kısmen yüzeydeki kireç taşlarının çözülmesi, kısmen de yer altındaki mağara tavanlarının çökmesiyle oluşan, baca ya da kuyu şeklindeki çukurluklardır, iç Anadolu'da özellikle Tuz Gölü güneyinde ve Silifke doğusunda obruklara rastlanır. Özellikle adını aldığı "Obruk Platosu" üzerinde Kızören, Timraş, Çıralı'nın deniz adlarıyla anılan, içlerinde bir kısmında su da bulunan obruklar bulunur. Ülkemizde turistik açıdan önemli Cennet ve Cehennem obrukları ise Silifke'de bulunur. Akseki'de de derin obruklar vardır. Kırşehir'de de bir obruk bulunur. Konya'da Kızılören obruğu vardır. (Şekil 2).
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Şekil2 : Tuz Gölü'nün güneyindeki Kızören obruğu blok diyagramı
Uvalalar: Karstlaşmanın devamında dolinler gittikçe genişler, büyür ve bileşebilirler. Uvalalar dolinlerin birleşmesiyle oluşan dar ve uzun, birkaç yüz metre olabilen karstik çözülme çukurlarıdır. Uvalalara Batı ve Orta Toroslarda rastlanır. Tabanlarında tarım yapılabilmektedir.
Polyeler: Kireç taşlı alanlarda tektoniğinde etkisiyle çökme ve çözünme sonucunda oluşmuş, en büyük kapalı çukurluklardır. Boyutları itibariyle birkaç kilometre genişlik ve uzunluğa sahiptirler. Genelde birbirine yakın uvalaların birleşmesiyle de oluşabilirler. Anadolu'nun güneybatısında özellikle Göller Yöresi'nde, Teke Yarımadası'nda ve Muğla-Fethiye çevrelerinde tipik polye örneklerine rastlanır. Beyşehir Gölü güneyinde Gembos ve Eynif polyeleri; içinden Antalya-lsparta kara yolunun geçtiği Kestel polyesi;
Eğirdir Gölü ile Kovada Gö-lü'nü birbirine bağlayan dar olukta gelişmiş Boğa-zova polyesi, hatta Eğirdir ve Kovada göllerinin çanakları; Teke Yarımadası'nda Elmalı, Korkuteli, Bozova, Bademağacı; daha batıda Muğla, Ula, Yerkesik polyeleri; Eşen Çayı'nın yukarı kesiminde Seki Polyesi; Orta Toroslarda Mut'un kuzeydoğusunda Kızılova polyesi; Suğla ve hatta Beyşehir Gölü çanaklarının bulunduğu alanlar ülkemizin belli başlı polyeleridir. Polye, uvala ve dolinlerin tabanları genellikle alüvyon ya da terra rossa ile kaplı olabilir. Bu çanaklara düşen yağmur suları ile, polyelere çevresinden ulaşan akarsular, bunların tabanlarındaki subatan ya da düden denilen karstik doğal kuyulardan yer altına sızarlar. Ancak ülkemizde de görüldüğü ve yukarıda sayıları polye tabanlı göller gibi, düdenler geçirimsiz unsurlarla tıkandığında polye tabanlarını su basabilir, bu alanlar birer göle dönüşebilir. Bunyarın birkaçı: Eğirdir, Süple, Salda, Beyşehir.
Çözünme sonucunda yeryüzünde yukarıda anlatılan karstik şekiller gelişebildiği gibi, yer altı sularının fiziksel ve kimyasal yollardan etkisiyle yer altında da karstik şekiller gelişebilir:
Tüneller, doğal köprüler ve mağaralar: Kireç taşı ve travertenlerin çözünmesiyle doğal köprü ve tüneller gelişebilir. Silifke'nin kuzeydoğusunda Göksu Nehri üzerindeki Yerköprü doğal bir tüneldir. Antalya kuzeyindeki Düden suyu, Manavgat Çayı'nı besleyen Dumanlı önemli yer altı ırmaklarıdır. Aynı şekilde Eğirdir'den yer altına sızan sular, yer altı kanallarını izleyerek Aksu ve Köprüçay havzalarından tekrar yeryüzüne çıkarlar.
Erimeli kireç taşlarının bulunduğu sahaların en önemli şekillerinden birisini mağaralar oluşturur-. Mağaralar; kireç taşlarının kimyasal yoldan çözünmesiyle oluşabileceği gibi yer altındaki boşluklarda bulunan galerilerin yer altı sularının fiziksel yoldan yaptığı hidrolik etkiler sonucunda da oluşabilir. Mağaralardan; turizmin yanı sıra mağaralarımızdan meyve, peynir depolama, kültür mantarı yetiştirilmesinde ve hayvan barınağı olarak yararlanılır. İstanbul'daki Yarımburgaz Mağarası ile Atalya'daki Karain Mağarası tarih öncesinde insanlar tarafından barınak olarak kullanılmıştır. Türkiye'nin en uzun mağarası 6600 m uzunluğunda An-talya'daki Tilkiler Düden Mağarası; en derin mağarası ise yeryüzünden -1190 m derinliğe inen Anamur'daki Toroslar üzerinde Çukurpınar Düden Ma-ğarası'dır. Antalya'da Damlataş, Dim; Burdur'da İnsuyu, Manavgat çevresinde Dumanlı ve Düden mağaraları, Zonguldak'ta Cumayanı, Sofular, Al-tınbeşik, Kastamonu'da llgarini ve Dağlı Düdeni mağarası; Kırklareli Demirköy'de Dubnisa, Bursa güneybatısında Ayvaini, Gümüşhane'de Karaca, Tokat'ta Ballıca mağaraları ülkemizin turizme açılmış önemli mağaralarıdır. Ayrıca, kireç taşlarının bulunduğu kıyılarımızda birçok deniz mağarası vardır (Şekil 3).
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Başlıca karst şekilleri

2. Çökelme ile Oluşan Karstik Şekiller Travertenler karstik kaynaklardan çıkan kireçli suların kireci çökeltmesi sonucunda oluşan yeryüzü şekilleridir. Kirecin çökelmesinin nedeni Kalsiyum Karbonatın uçmasıdır. Örneğin; Toroslardan çıkan Kırkgöz kaynakları aracılığıyla kirecin çökelmesi Antalya Travertenlerini oluşturmuştur. Antalya kenti bu travertenler üzerinde gelişmiştir. Yurdumuzun bir başka tipik travertenleri Denizli'deki Pamukkale Travertenleridir. Bunlar, 35°C sıcaklığındaki kaynaklardan çıkan kireçli suların çökelme-siyle oluşmuş, yaklaşık 400-500 m yüksekliğinde bir yamacı kaplarlar ve onlarca traverten havuzu oluşturmuşturlar (Şekil 4). Denizli'de Karahayıt,
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Denizli'deki Pamukkale travertenleri Van'da Muradiye, Bursa'da Çekirge, Erzincan'da Gürlevik travertenleri ile Bolu travertenleri diğer önemli traverten alanlarımızdır.
Ayrıca, Konya yöresinde Tuz Gölü güneyinde bazı kaynaklar çevresinde küçük volkan konilerine benzer traverten çökeltileri oluşmuştur. Bunlara traverten konileri adı verilir.
Bir de mağaraların çatlak sistemlerine dayalı olarak tavanlarından damlayan sulardaki kirecin üstüste yığılarak çökelmesi sonucunda damla taşlar oluşur.
Sarkıtlar, mağara tavanlarında oluşurlar. Mağara tavanlarındaki çatlaklardan sızan kireçli sulaı aşağıya doğru damlar. Bu sırada karbon dioksil uçar ve buharlaşan suyun içindeki kalsiyum karbonat (CaC03) çökelir. Böylece yer çekiminin tesiriyle tavandan yere doğru sarkıtlar gelişir. Sarkıtlardan damlayan suların içindeki kalsiyum karbonat düştüğü yerde üstüste birikerek dikitleri oluşturur lar. Mağaralarda zamanla sarkıt ve dikitlerin birleş mesiyle sütunlar oluşabilir. Ülkemizde işlevini vt yer altı drenajı ile ilişkisini sürdüren tüm mağara larda damla taş gelişimi devam etmektedir.

alıntı


Medineweb 05 Ağustos 2012 22:20

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
TÜRKİYE'DE BUZULLARIN OLUŞTURDUĞU YER ŞEKİLLERİ

Bugün içinde bulunduğumuz son jeolojik devi olan Dördüncü Zaman (Kuaterner)ın ilk yansır oluşturan Buzul Çağı (Pleistosen)nda iklimin gü nümüze oranla daha soğumasına veya ısınması na bağlı olarak iklim değişiklikleri oluşmuştur. Bu bakımdan dört büyük buzul devri, dörtte buzul arası devri yaşanmıştır. Buzul devrinde, yeryüzünde sıcaklığın genelde azalmasına dayanarak örneğin Avrupa'da Alp dağlarının eteklerine kadar düzlük sahalar ve dağlar buzullarla kaplanmış; deniz ve okyanusların seviyesi ise birkaç metre alçal-mıştır. Buzul arası devrelerde ise buzullar erimiş okyanus ve denizlerin seviyesi yeniden günümüzdeki seviyelerine göre birkaç metre yükselmiştir. İklimde oluşan bu değişimlerden ülkemizde etkilendiği gibi özellikle Buzul Çağı (Pleistosen)nın dördüncü ve son buzul döneminde (Würm) ülkemizdeki yüksek dağlar buzullarla kaplanmıştır.

Buzullar, yüksek dağları ve kutup bölgelerini şekillendiren başlıca dış etkenlerdir. Bu alanlarda yağışlar kar şeklinde olur. Ancak sıcaklık çok düşük olduğundan yağan karlar, kısmen eriyemeden üst üste yığılır. Yıl boyunca ortadan kalkmayan bu karlara toktağan ya da sürekli karlar denir. Bunların başladığı yere ise sürekli kar sınırı adı verilir. Bu sınırın yüksekliği sıcaklık ve kar yağışı değerlerine bağlı olarak değişir. Bu sınır, örneğin tropikal kuşak dağları üzerinde 5000-6000 m arasından geçerken, Kuzey Kutup Bölgesi'nde 500 m, Güney Kutup Bölgesi'nde ise 0 m yani deniz seviyesinden başlar. Türkiye'de sürekli kar sınırı, batıdaki dağlar üzerinde 2200-2400 m'lerden başlar. Bu seviye karasallığa bağlı olarak ülkemizin doğusuna ve iç kısmına gidildikçe yükselmektedir. Karadeniz Bölgesi'ndeki kıyı dağları üzerinde 2500 m, İç Anadolu'da 3500 m, Doğu Anadolu'da 4000 m'lerden geçer. Türkiye'de buzullara bugün ancak sürekli kar sınırını geçen bazı dağlar üzerinde rastlanır. Türkiye'de buzulların bulunduğu dağlar şunlardır: Güneydoğu Toroslar'ın Hakkâri dağlık kütlesi üzerindeki Buzul (Cilo) Dağ, Orta Toros-lar'da Aladağ ve Bolkar Dağları, Doğu Karadeniz Dağları'ndan Kaçkar, Üçdoruk (Verçenik) Dağı, Orta Anadolu'da Erciyes Dağı, Doğu Anadolu'da Süphan Dağı ve Büyük Ağrı Dağı'dır. Bu dağlarımızın özellikle kuzey yüzlerinde buzullar çeşitli tiplerde bulunur. Büyük Ağrı üzerinde zirveyi takke şeklinde kaplayan bir örtü buzulu vardır. Bu buzuldan aşağıya doğru yaklaşık 10 buzul dili sarkar. Hakkâri Dağlık yöresinde Buzul (Cilo) Dağı üzerinde birkaç vadi buzulu ile birçok sirk buzulu bulunur. Aladağlar, Bolkar, Erciyes ve Süphan buzulları küçük sirk buzulları şeklindedirler.

Dördüncü Zamanın ilk devresi olan buzul çağında Türkiye'de buzullar bugünkünden çok daha geniş sahalar kaplamışlardı. Hatta yüksek dağ alanlarında yer alan vadilerde çeşitli uzunlukta vadi buzulları oluşmuştu. Bugün o devirden kalma buzullaşma izlerini ülkemizin birçok dağında görmek mümkündür. Bu izlere Batı, Orta ve Güneydoğu Toroslarda, Göller Yöresi'nde Davras, Barla, Dedegöl ve Sultan Dağlarında, tüm Karadeniz Dağları'nda, Doğu Anadolu'da Mercan Dağları, Keşiş Dağı, Mescit Dağı, Yalnızçam Dağı, Bingöl Dağı, Marmara Bölgesi'nde Uludağ'da rastlanır. Bu izlerin bir kısmı buzul aşındırma şekilleri (sirkler, sirk gölleri, hörgüç kayalar, piramidal zirveler ve U şekilli vadiler), bir kısmı ise buzul biriktirme şekilleri (farklı buzul taşlardan oluşan moren setleredir.


alıntı


Medineweb 05 Ağustos 2012 22:20

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
TÜRKİYE'DE RÜZGÂRLARIN OLUŞTURDUĞU ŞEKİLLER
Yeryüzünü şekillendiren etkenlerden birisi de rüzgârlardır. Rüzgârların yeryüzünün şeklini değiştirebilmesi, yarı kurak bir iklimin varlığına, bitki örtüsünün çok az ve seyrek oluşu ile hızına bağlıdır. Bunların yanı sıra kayaların fiziksel parçalanma sonucunda daha küçük boyutlu toz, kum, çakıl gibi gevşek unsurlardan oluşan maddelere dönüşmüş olmalıdır. Aynı zamanda zeminin kuru ve gevşek unsurlarının birbirlerine tutturulmamış olması da gerekir. Rüzgâr bu gevşek maddeleri havalandırarak taşır. Taşıdığı maddeleri sert yüzeylere çarparak aşındırır ve gücünün azaldığı ya da bittiği yerde biriktirir. Rüzgârlar; ülkemizdeki yarı kurak, delta ve alçak kıyı alanlarında çeşitli şekiller oluşturmuştur. Yıllık ortalama 100 mm'nin altında yağışa sahip kurak alanlara çöl denir.

Çöller, rüzgârın aşındırma ve biriktirmede egemen olduğu alanlardır. Ülkemizde çöl özelliği gösteren böyle bir alan yoktur. Ancak yarı kurak koşulların hüküm sürdüğü ve bitki örtüsünden yoksun ya da tahrip edilmiş alanlar vardır. İç Anadolu Bölgesi'nde Tuz Gölü güneyindeki Karapınar çevresinde, Kayseri'ye bağlı Develi-Sultansazlığı'nda, Batı Anadolu'da Akhisar ve Akselendi ovasında, Doğu Anadolu'da İğdır Ovası'nda yalnızca rüzgârın biriktirme şekillerinden olan kumullar bulunurlar. Sultansazlığı dışında kalan yerler tarım alanlarıdır. Bu tarım alanlarında setleme ve otlama-ağaçlandırma yapılarak kumul aşındırması ve ilerlemesi engellenmiştir.

Ülkemizdeki kara kumullarının yanı sıra, alçak kıyılarımızdaki plâj ve deltalarda kıyı kumullarına rastlanır. Bunlar; İğneada, Kumköy (Kilyos), Şile, Ketken sahilleri, Sakarya nehri ağzı-Karasu arası, Sinop'ta Sarıkum, Karabiga-Gönen deltası arası, Karacabey kuzeyinde Kocasu deltası, Kızılırmak deltası, Yeşilırmak deltası, İzmir'de Çeşme ve Ala-çatı plajları, Antalya çevresindeki kıyılarda, Göksu deltası, Çukurova deltası kıyılarında görülür. Kıyılarımızdaki kumsallarda dalga ve akıntıların taşıyıp getirmiş olduğu kumlar, rüzgârlar tarafından kıyı bölgesinden içerilere doğru taşınarak kumul sırtları ve tepeleri oluşturmuştur. Bunlardan hareketli kumulların üzeri genelde çıplak, hareketsiz, sabit kalan ölü kumulların üzeri ise kum sazları ve otlarla kaplıdır.

alıntı

Medineweb 05 Ağustos 2012 22:20

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
TÜRKİYE'DE DALGA VE AKINTILARIN OLUŞTURDUĞU ŞEKİLLER
Yeryüzünün şeklini değiştiren dış etkenlerden birisi de dalga ve akıntılardır. Dalga ve akıntılar, deniz ve göl kıyılarını şekillendirir. Akarsular, çözülme, kütle hareketleri ve su yosunları gibi canlılar kıyıların şekillenmesini etkiler. Ayrıca insanlar da iskele, liman, balıkçı barınağı, deniz feneri, tersane, dalgakıran, su ürünlerinin üretme ve yetiştirme tesisleriyle kıyıların şeklini değiştirirler. Moloz, toprak, cüruf, çöp atık ve artıklar da kıyıların şeklini değiştiren etkenlerdir.

Türkiye kıyılarının aşınımında en önemli etken olan dalgalar, akıntılarla birlikte kıyılarda, taşıma ve biriktirme işlevi görür. Bu nedenle dalgaların dik ve derin kıyıları aşındırması ile falezler (yalıyarlar), falezlerin önlerinde de dalga aşınım düzlükleri oluşur (Şekil 5)
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Dağların kıyıya paralel uzandığı Karadeniz ve Akdeniz kıyılarımızda, diğer kıyılarımıza oranla falezler daha fazla görülür. Doğu Karadeniz'de Sarp-Samsun kıyıları ve Batı Karadeniz'de Sinop-Karadeniz Ereğlisi arasındaki İne-bolu-Cide kıyılarında, ayrıca Akçakoca ve Şile kıyıları, İstanbul Boğazı'nın her iki yakası, Tekirdağ kıyıları, Biga Yarımadası'nın batı kıyıları, Çeşme, Datça, Bozburun, Bodrum, Teke Yarımadası'nın kıyıları, Antalya çevresi, Alanya-Silifke arasındaki özellikle Alanya-Gazipaşa arası kıyılar ve ayrıca Silifke-Mersin arasındaki kıyılar yüksek kıyıların ve falezlerin görüldüğü alanlardır. Dalga-akıntı iş birliği ile taşınarak biriktirme yoluyla alçak ve sığ kıyılarda kıyı setleri, kıyı okları, kıyı kordonu ve tombolo gibi bağlama setleri, deltalar oluşur. Bunların gerisinde kıyı setlerinin oluşturduğu kıyı set gölleri (lagün), rüzgârların oluşturduğu kıyı kumulları bulunur. Alçak plajların önünde ve gerisinde gelişen kıyı setleri plajların genişlemesine yol açar. Ülkemizde akarsu ağızlarındaki alçak alanlarda plajlar yer alır. Bunların yanı sıra Karadeniz kıyılarımızda Sinop, Ayancık, Cide, İnebolu, Akçakoca, Karasu, Ağva, Şile, Kumköy, Ormanlı, Yalıköy, Kıyıköy ve İğneada; Marmara kıyımızda Tekirdağ-Kumbağ, Şarköy, Karabiga-Gönen deltası arası, Erdek, Kocasu deltası, Kumla; Ege kıyılarımızda Enez-Mecidiye arası, Saros körfezi güney kıyıları, Ayvalık, Dikili, Foça, Kuşadası, Altınkum, Güllük, Bodrum, Datça, Marmaris; Akdeniz kıyılarımızda Fethiye, Ölüdeniz, Belceğiz, Kalkan, Kaş, Kemer, Antalya, Side, Alanya, Gazipaşa, Anamur,Silifke, Mersin, Yumurtalık, Dörtyol-İskenderun arası kıyılar ülkemizin önemli plâj alanlarıdır. Bir buruna bağlı olarak birçok kıyılarımızda kıyı oklarının geliştiği görülür. Bunların daha da gelişerek bir körfez ya da koy ağzını kapatmasıyla kıyı kordonları oluşmuş, gerilerinde de kıyının bir setle kapatılmış olması dolayısıyla lagünler gelişmiştir. Marmara denizi kuzeyinde Küçük Çekmece ve Büyük Çekmece gölleri böyle gelişmiş lagünlerdir. Bağlama setlerinden, adayı karaya veya adaların dalga ve akıntılarla taşınan malzemelerle birbirine bağlanmasıyla tombolo oluşur.

Marmara denizinin güneyinde eski bir ada olan Kapıdağ'ı Anadolu'ya bağlayan Belkıs tombolosu böyle bir bağlama setidir. Ayvalık çevresindeki adalar yine birbirleriyle bu şekilde sonuçta da karaya bağlıdırlar. Kıyı birikim şekillerinden bir diğeri olan deltalar ülkemizin önemli tarım alanlarından-dır. Karadeniz kıyılarımızda Kızılırmak deltasında-ki Bafra Ovası, Yeşilırmak deltasındaki Çarşamba Ovası; Akdeniz kıyılarımızda Seyhan ve Ceyhan nehirlerinin oluşturduğu Çukurova en tipik örneklerdir. Ayrıca Batı Anadolu çöküntü (graben) alanlarının ağzındaki Bakırçay, Gediz, Küçük Menderes ve Büyük Menderes deltaları, bir de Enez'deki Meriç deltası, Marmara denizinde Hersek, Gönen, Kocasu deltaları; Akdeniz'de Göksu ve Asi deltaları diğer önemli delta örnekleridirler. Bunların tamamının kıyı gerisinde lagünleri de bulunur.

Son buzul döneminden sonra (günümüzden yaklaşık 10 bin yıl önce), sıcaklığın artışına bağlı olarak buzullar eridiğinden bütün dünya kıyılarında deniz seviyesi yükselmiştir. Bu yükselme sonucunda ülkemiz kıyıları da boğulmuş kıyılar grubuna girmektedir. Bu nedenle çeşitli kıyı tipleri oluşmuştur. Yükselen denizin, kıyıya dik dağlar arasındaki vadi ve ovalara sokularak yerleştiği yerlerde kıyı çok girintili ve çıkıntılı olmuş, Ege kıyılarımız gibi enine kıyılar oluşmuştur.
Dağların kıyıya paralel uzandığı Akdeniz ve Karadeniz kıyılarımızda boyuna kıyılar gelişmiştir. Ayrıca platoları yaran derin akarsu vadilerinin sular altında kalması ile Çanakkale Boğazı, İstanbul Boğazı ve Haliç, ayrıca Güneybatı Anadolu kıyılarımızda Fethiye ve Marmaris körfezleri gibi rialı kıyılar oluşmuştur. Yine, alçak tepelik alanlardaki geniş vadilerin sular altında kalması ve bunların önünün koy setleriyle kapatılması ile Küçük Çekmece ve Büyük Çekmece göllerinde olduğu gibi li-manlı kıyılar oluşmuştur. Bir de denizin, kıyıya paralel dağlar arasındaki vadilere sokulduğu, kıyıya paralel adalar, kayalar, kayalıklar, bunlar arasında su geçidi ve kanallarının bulunduğu Güneybatı Anadolu'da Teke Yarımadası'nda Kaş-Demre arasında görülen dalmaçya tipi kıyılar oluşmuştur. Karstik alanlarda geniş kireç taşı çatlakları boyunca denizin metrelerce karaya doğru sokulduğu, ülkemizde Taşeli Yarımadası sahillerinde Gazipaşa-Anamur kıyılarında, Şile ve Kefken'de görülen ka-lanklı kıyılar gelişmiştir. Kıyılarımızın çökmesi veya yükselmesi sonucunda, faylarla oluşan Batı Karadeniz kıyılarımızda Cide ve Akçakoca kıyıları; Marmara denizi kuzey kıyılarında Tekirdağ-Gazi-köy arası; Ege denizinde Saros Körfezi kıyıları, Biga Yarımadası güneyinde Baba Burnu-Edremit arası, Gökova Körfezi kuzey kıyıları; Akdeniz'de Teke Yarımadası doğu kıyılarında Kırlangıç Burnu-Antalya arası kıyılarımız tektonik kıyıların örnekleridir.

alıntı

Medineweb 05 Ağustos 2012 22:20

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
TÜRKİYE’ NİN HİDROGRAFYASI

Suyun atmosferde yaptığı gezintisinde, yeryüzüne çeşitli türde ulaşan yağışların bir kısmı buharlaşırken bir kısmı yüzeysel akışa geçer. Böylece bir kaynaktan çıkan, bir yatağa ve bir de ağıza sahip eğim yönünde akan su kütlelerine akarsu adı verilir. Bunlar bazen bir denize, okyanusa ya da göle vardıkları gibi bazen de ulaşamadan yer altına dalarak batarlar ve yer altı sularını oluştururlar. Yer altı suları tekrar yeryüzüne çıkarak kaynakları oluşturur. Yeryüzünde çeşitli tipte çanaklarda biriken sular gölleri oluştururlar. Türkiye bulunduğu konum ve yeri itibariyle zengin yer altı ve yer üstü sularına sahip bir ülkedir.

alıntı

Medineweb 05 Ağustos 2012 22:20

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
TÜRKİYE'NİN AKARSULARI
Ülkemiz akarsularına büyükten küçüğe doğru nehir, ırmak, su, çay, dere adları verilir. Bunlar; içinde bulundukları akarsu havzaları, boylarının uzunlukları, kendilerine katılan kolların azlığı veya fazlalığı, akıttıkları su miktarının yıl içerisindeki değişimleri (rejimleri), akıttıkları saniyedeki su miktarları (debileri) ve beslenmeleri ile bir de bulundukları akarsu havzasının jeomorfolojik şekilleri yönünden değişik özellikler sunarlar.


1. Akarsularımızın Genel Özellikleri
Ülkemiz akarsuları genelde ülkemizin de kıyısı bulunduğu bir denize ya da gölümüze sularını gönderirler. Bu nedenle örneğin Sakarya nehri Karadeniz'e, Susurluk Çayı Marmara denizine, Gediz Nehri Ege denizine, Göksu Nehri Akdeniz'e ulaşan akarsulardır.
Ancak bazı akarsularımız kapalı bir havza içinde bulunur ve sularını denizlere gönderemez. Ancak kapalı havza içindeki göl ya da bataklıklara varırlar. Tuz Gölü'ne ulaşmaya çalışan Melendiz Çayı, Van Gölü'ne ulaşan Hoşap Suyu bu özellikteki kapalı havzalarda bulunurlar.
Ülkemiz akarsuları konumlarına göre şöyledir: Akarsularımızın bir kısmı bir başka komşu ülke ile kısmen sınır oluştururlar. Örneğin; Meriç Nehri Yunanistan'la, Rezve Deresi Bulgaristan'la, Arpaçay ve Aras nehirleri Ermenistan'la sınır oluşturur.
Akarsularımızın bir kısmı kendi ülkemizden kaynaklanıp bir başka ülke topraklarında deniz veya göllere kavuşur. Fırat ve Dicle nehirleri kaynaklarını Doğu Anadolu'dan alıp Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nden topraklarımızı terk eder. Suriye ve Irak üzerinden geçerek Basra Körfezi'ne dolayısıyla Hint Okyanusu'na sularını gönderirler. Aynı şekilde Çoruh nehri, tamamına yakın kısmı Doğu Karadeniz Bölümü topraklarımızı sular, ancak son 24 km'lik ağız kısmı Gürcistan'da olup Batum'dan Karadeniz'e sularını ulaştırır.
Doğu Anadolu Bölgesi'nden kaynaklanan Kura ve Aras nehirleri, bölge topraklarını sulayarak ülkemizi terk eder. Azerbaycan'da birleşerek dünyanın en büyük kapalı havza gölü olan Hazar denizine sularını ulaştırırlar.
Konumlarına göre son gruptaki akarsularımız ise, başka bir ülke topraklarında doğup ülkemizden geçerek denize ulaşan akarsulardır. Asi Nehri, Kuzey Lübnan'dan kaynaklanıp Suriye'yi geçerek Hatay'dan ülkemize girer ve Akdeniz'e ulaşır.
Akarsularımız ile ülkemiz yeryüzü şekilleri arasında sıkı ilişkiler bulunur. Ülkemizin kuzey ve güneyinde uzanan sıradağlar, iç kesimin sularının dışarıya akıtılmasını engeller. Bu nedenden Yeşilır-mak, Kızılırmak ve Sakarya nehirleri ülkemizin ku zeyindeki dağlar üzerinde yarma vadiler ve boğaz lar açarak Karadeniz'e ulaşır. Bunun yanı sıra, Ye şilırmak'ın kolu Kelkit çayı ile Çoruh nehirleri yer leştikleri fay vadilerinde (Kuzey Anadolu Fay'nda birbirine zıt yönde kırık hattını izler. Dördüncü Za manda ülkemizle birlikte Kuzey Anadolu Dağlar da yükselmiştir. Bu nedenle Kuzey Anadolu Dağla rı'nın Karadeniz'e bakan kuzey yüzünde eğim yö nünde açılmış genç vadiler içinde, Yenice, Kocaır mak (Bartın Çayı, Aksu Deresi, Doğankent Çayı Değirmen Dere, İkizdere, Fırtına Deresi gibi onlar ca dere ve çay bulunur. Aynı durum, Toros dağlaı üzerinde de görülür. Burada, özellikle Orta Toros lar üzerinde Göksu, Seyhan ve Ceyhan nehirleı dar, derin vadiler ve boğazlar açmıştır. Son jeoloji dönemde tümüyle yükselen Toros sıradağlarını! Akdeniz'e bakan güney yüzünde genç vadile oluşmuştur. Bu vadilerin içinde Dalaman, Eşer Alakır, Aksu, Köprüçay, Manavgat, Tarsus gibi orlarca dere ve çay bulunur. Dolayısıyla ülkenin kuzey ve güneyindeki sıradağlar, genelde akar sisteminin gelişiminde başlıca etken olmuşlardır. Bu nedenle ülkemizdeki akarsuların büyük bir bölümü kuzey-güney doğrultusunda yer almıştır. Batı Anadolu'da yükselen blok ve çöken blok sayısı dolayısıyla dağ-ova karakterinin görüldüğü Ege Bölge-si'nde ovalık alanların bulunduğu çöküntü alanlarına akarsularımız yerleşmiştir. Kuzeyden başlayarak Bakırçayı, Gediz, Küçük Menderes ve Büyük Menderes nehirleri, çöküntü alanlarında doğu-batı yönünde akarak Ege denizine sularını ulaştırırlar. Doğu Anadolu'da ise Mercan, Aras Güneyi, Allahu-ekber, Şerafettin ve Bingöl dağları ile Güneydoğu Torosları dar ve derin vadilerine Fırat'ın yukarı çığ-rını oluşturan Karasu ve Murat nehirleriyle Aras ve Kura nehirleri yerleşmişlerdir. Aras ve Kura nehirleri ülkemizin sınırları dışında Hazar Denizi'ne ulaşır. Fırat ve Dicle nehirleri ise Güneydoğu Torosları dar, derin vadi ve boğazlarla yarıp Güneydoğu Anadolu Bölgemizi suladıktan sonra ülkemizi terk eder.
Anadolu'nun Orta kesimi, Van Gölü, Batı Anadolu'da "Göller Yöresi" adıyla anılan alandaki pek çok göl ve karstik ova olarak da adlandırılan polye, denizlere ve dışarıya akışı olmayan, iç kesime yönelmiş akarsulara sahip kapalı havzalardır. Trak-ya'daki akarsularımız da benzer özelliklere sahiptir. Çünkü burası, kuzeyden Yıldız Dağları, güneyden Işıklar ve Kur dağlarının çevirdiği bir alandır. Trakya'nın ortasında yer alan Ergene Havzası, İç Anadolu gibi bir çökelme alanıdır. Meric'in bir kolu olan Ergene nehri ve kolları bu havzaya yerleşmiştir. Etrafı yüksek kütlelerle çevrilmiş olmasına karşın havza sularını Meriç nehriyle Ege denizine gönderir.
Yer şekillerinin yanı sıra ülkemizin farklı iklim özellikleri de akarsularımızı etkiler. Bu nedenle birçok akarsuyumuzun akıttıkları su miktarı, mevsimden mevsime değişir. Genellikle yaz aylarında su miktarı azalır, hatta birçok dere ve çay kurur. Bu duruma Akdeniz, Ege, İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde, kısmen de Doğu Anadolu Bölgesi'nde rastlanır. Buna karşılık ilkbahar ve kış aylarında buharlaşmanın azalması, yağışların artması, eriyen kar suları akarsularda bir canlılığa neden olur. Bu mevsimlerde akarsularımızın yataklarında bol su bulunur. Karadeniz Bölgesi'ndeki akarsularımız ise her mevsimin yağışlı olması nedeniyle bol su taşır. Ancak kurak geçen yaz aylarını izleyen sonbahar ayları da yağan anî sağnaklar büyük sellere neden olur. 1988'de Trabzon-Akça-abat'ta, 1998'de Bartın'da ve Trabzon-Beşköy'de bu nedenle yaşanan sel felaketi can ve mal kaybına yol açmıştır.

2. Başlıca Akarsularımız
Ülkemizdeki akarsuların bir kısmı sularını Karadeniz, Akdeniz ve Ege denizi ile bir iç denizimiz olan Marmara denizine gönderir. Bu havzaların alanları toplamda %59,5 gibi bir değer oluşturur. Bir kısmı da sularını Basra Körfezi ile Hazar denizine ulaştırır. Bu iki havzanın toplamı %27'lik bir değerdir. Ülkemizin geriye kalan %13,5'luk bir alanında ise akarsularımız iç kısımlarda ve dışarıya akışı olmayan kapalı havzalarda yer alırlar (Tablo 2).
Akarsu havzalarımız
yüzde (%)
Karadeniz havzası
31,5
Basra havzası
23,5
Akdeniz havzası
13
Ege Denizi havzası
10,5
Marmara Denizi havzası
4,5
Hazar Denizi havzası
3,5
Kapalı havzalar
13,5
TOPLAM
100

Tablo 2 : Türkiye'nin akarsu havzalarının yüzdeleri
3. Akarsu Havzalarımız
Ülkemiz akarsularının çoğunluğu denize akışı olan havzalarda veya açık havzalarda bulunur. Bunlar; Karadeniz havzası, Marmara denizi havzası, Ege denizi havzası, Akdeniz havzası, Basra Körfezi havzası, Hazar denizi havzasıdır. Akarsularımızın bir bölümü de denize ulaşamaya-rak iç kesimlere yönelmiştir. Denize akışı olmayan havzalar veya kapalı havzalar olarak adlandırılan bu sahalar, ülkemiz arazisinin yaklaşık beşte birini kapsar. Bu havzalar, üç ayrı alanda yer alır. Bunlar;
İç Anadolu kapalı havzaları, Göller Yöresi kapalı havzaları ve Van Gölü kapalı havzasıdır. Kapalı havzalarda bulunan akarsuların dışarıya yani deniz ve okyanuslara akışları yoktur. Bu nedenle, kapalı havzalardaki akarsular burada yer alan ya bir göle ulaşırlar ya da oldukça zayıflayıp cılızlaşırlar veya geçirimli kayaların bulunduğu bir alanda çatlaklardan ve yarıklardan yer altına geçerler.

4. Akarsularımızın Rejimleri
Akarsuların akıttıkları su miktarı yıl içinde bazen artar veya azalır. Bir akarsuyun akıttığı su miktarının yıl içindeki değişimlerine ve beslenme durumuna akarsuyun rejimi adı verilir. Eğer akarsuların akım miktarındaki artma veya azalmalar, çok fazla değişmiyorsa buna düzenli rejimli akarsular denir. Örneğin; sürekli yağışlı bir alanda bulunan Doğu Karadeniz Bölümü akarsuları kısmen bu özelliği taşır. Bir kısım akarsularımızın ise yaz kuraklığına dayalı olarak suları gittikçe azalır, bazen de kurur, kış ve baharlarda ise normal akışa geçer. Akdeniz Bölgesi'nin akarsuları da düzensiz rejime sahip akarsulardır.
Akarsuların akım miktarındaki artma veya azalmalar, yılın belirli dönemlerinde değil de yıl içinde belirsiz zamanda artarsa, buna düzensiz rejim adı verilir. Ülkemizde bu tip akarsular, yağışın düzensiz olduğu İç Anadolu Bölgesi'ndeki yarı kurak alanlarda görülür. Ancak akarsularımız üzerine kurulan barajlar, özellikle Fırat, Dicle, Kızılırmak ve Sakarya nehirlerimizi, akım ve rejim bakımından daha düzenli hâle getirmiştir. Türkiyedeki akarsuların tamamına yakını (Karadeniz kısmen) düzensiz rejimli akarsulardı.
Türkiye'deki akarsuların beslenmesi; akarsu havzasının topografya, iklim, bitki örtüsü koşulları ile akarsu yatağının sızma kapasitesi ve yamaçlarının dik veya yatık olması gibi süreçlere göre değişiklik gösterir. Bu özelliklere bağlı olarak akarsularımız, genelde yağmur ve kar suları ile ayrıca gölden çıkan bir gideğenle, kaynaklarla beslenirler. Bunlar tek başına olabileceği gibi (basit rejim), birkaç tipin bir arada olduğu beslenme tipleri de olabilir, (karma rejim). Basit rejimli akarsuların düzeyinde yıl içinde bir yükselme, bir de alçalma izlenir. Buna karşılık karma rejimlerde, yıl içindeki yükselme ve alçalma sayısı birden fazladır. Ülkemizdeki akarsuların beslenmelerine göre akarsu rejim tipleri şunlardır:

a. Yağmur Sularıyla Beslenen Akarsular
Ülkemizde Akdeniz iklim özelliklerinin görüldüğü alanlardaki akarsular bu tip rejime sahiptirler. Bu akarsuların düzeyinde, kuraklık ve buharlaşma nedeniyle yazın alçalma, yağışlı dönemlerde ve kış mevsiminde yükselme görülür. Düzey yükselmesinin en üst değere ulaştığı aylar ocak-şubattır Minimum seviyeler ise ağustos ve eylül aylarına rastlar. Yaz döneminde yataklarındaki sular azalır bazen tamamen kuruyabilir. Ege ve Akdeniz bölgelerindeki akarsularımız bu rejim tipine sahiptir Dalaman Çayı, Büyük Menderes Nehri, Küçüt1 Menderes Nehri, Bakırçayı yağmur sularıyla bes lenen akarsu örnekleridir. Üzerinde baraj yapılar Manavgat, Gediz, Seyhan ve Ceyhan nehirleri gib akarsularımız bu rejim tipinin özelliklerini kısmer kaybetmişlerdir.

b. Kar ve Buz Sularıyla Beslenen Akarsular
Kaynağını, kar yağışlı yüksek dağ alanlarındar alan akarsularda, bu rejim tipi görülür. Dolayısıyl; kar ve buzlar, sıcak aylarda eriyerek bu akarsular; karışır. Buna dayanarak yazın sıcak dönemde bı akarsularda seviye yükselmesi, kışın karla örtüli dönemde ise seviye alçalması izlenir. Maksimun seviyeye haziran ayında, minimum seviyeye ocak şubat aylarında ulaşılır. Ülkemizde Doğu Karade niz Bölümü'ndeki İyidere, Fırtına, Çoruh Solaklı gi bi dereler, Hakkâri dağlık kütlesi akarsuları ve Fı rafın kollarından Karasu ve Murat, Dicle'nin GC neydoğu Toroslardan gelen kolları ile Aras nehri ks ve buz sularıyla beslenen akarsulara örnektir.

c. Kaynak Sularıyla Beslenen Akarsular
Ülkemizde özellikle kireç taşlarının yaygın olc rak bulunduğu alanlarda görülen akarsular bu ti rejime sahiptir. Yıl içinde az çok sularının düzeyi* rinde azalma ve çoğalma izlenir. Genellikle düzer li akışları vardır. Toros dağlarından kaynağını ala Köprüçay kaynak sularıyla beslenen akarsular mızdandır.

ç. Gölden Çıkan Akarsular
Ülkemizde göllerden çıkan birçok akarsu vardır. Bunlara gideğen (göl ayağı) denir. Bu göllerdeki fazla sular yağışlı dönemlerde bir başka havzaya, akarsuya ya da göle ulaşır. Güney Marmara Bölümü'ndeki Kuş Gölü ile Ulubat Gölü'nden çıkan sular Susurluk Çayı'na karışır. Göller Yöresi'ndeki göller arasında da böyle bağlantılar vardır. Eğirdir Gölü'nden güneyindeki Kovada Gölü'ne, buradan da Aksu Çayı'na akan bir akarsu vardır. Beyşehir Gölü fazla sularını önce Suğla Gölü'ne, buradan da Çarşamba Suyu aracılığıyla Konya Havzası'na gönderir. Marmara'nın doğusundaki İznik Gölü'nden çıkan Garsak Deresi, bu gölün fazla sularını Marmara denizine ulaştırır. Doğu Anadolu'daki Hazar Gölü'nden çıkan akarsu, Dicle nehrinin kaynağını oluşturur. Ayrıca Doğu Anadolu'da Çıldır Gölü'nün fazla suları Arpaçay aracılığıyla Aras nehrine taşınır. Özetle ülkemizdeki tatlı su göllerimizin genelde bir göl ayağı vardır. Bunlar taşıdıkları su miktarına ve göldeki su düzeyine bağlıdır. Yağışlı dönemlerde bu akarsuların seviyeleri yükselir. Yaz kuraklığında ise seviyeleri düşer.

d. Karma Rejimli Akarsular
Ülkemizde bulunan Fırat, Dicle, Sakarya, Kızılırmak, Yeşilırmak gibi büyük, uzun ve birçok kol ile beslenen akarsular, bu tip rejime sahiptir. Genelde bu tip karma rejimli akarsuların yıllık akım diyagramlarında birden fazla maksimum ve minimum değerler görülür. Bu duruma akarsu havzasının farklı iklim bölgelerinde yer alması neden olarak gösterilebilir. Gerçekten Fırat nehri bir yandan yağmur, kar ve buz suları ile beslenirken bir yandan da kaynaklarla güçlenmektedir. Dolayısıyla yıl içinde taşıdığı su miktarında farklılıklar vardır.
Sonuç olarak ülkemiz akarsularının rejimleri genelde düzensizdir. Bu nedenle, akarsularımız-dan ulaşımda yararlanılamaz. Bunun yanı sıra, üzerlerinde yapılan barajlarla akış rejimleri kısmen düzenlenmiştir. Ancak yine de akarsularımızın akıttıkları su miktarları belli dönemlerde çoğalır. Örneğin; Akdeniz akarsuları yağışlı dönemlerde yataklarından su geçirirken, yaz kuraklığına dayalı olarak bazen tamamen kuruyabilirler. Bazen bunun tam tersi Doğu Anadolu Bölgesi'nde olabilir. Kışın Arpaçay, Kura nehirleri gibi bazı akarsularımız donar. Karların ve buzların erimesiyle ya da anî sağanaklarla ülkemizde baharlarda taşkın tehlikesi son yıllarda gittikçe ön plâna çıkmıştır. Bunlar can, mal kayıplarına ve sellerin de etkisiyle erozyona neden olmaktadır.

Medineweb 05 Ağustos 2012 22:21

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
TÜRKİYE'DE GÖLLER VE OLUŞUMLAR!
Çeşitli tipte oluşmuş çanaklarda veya çukurlarda birikmiş sulara göl denir. Ülkemizdeki toplam göl alanları 10 bin km^ kadardır. Bunlar doğal göller ve baraj gölleridir. Doğal göllerimiz; yerli kaya üzerinde oluşmuş tektonik, karstik, volkanik ve buzul gölleri ile herhangi bir nedenle bir setin gerisinde oluşmuş set gölleri olmak üzere farklı gruplarda toplanırlar. Set göllerimizin kıyı set gölleri (lagün), volkan set gölleri, alüvyon set gölleri, heyelan set gölleri gibi birçok çeşidi vardır.
Yurdumuzdaki göller Akdeniz, Marmara, iç Anadolu ve Doğu Anadolu bölgelerinde toplanmıştır. Ege, Karadeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri doğal göller bakımından oldukça fakirdir.
Göllerimizin seviyeleri birbirinden farklıdır. Bunların bir kısmı neredeyse deniz seviyesinde (Küçük Çekmece, Köyceğiz), bir kısmı da çok yüksek düzeylerde bulunur (Süphan dağı üzerinde Aygır Gölü).
Göllerimizin bir kısmı bir gideğenle dışarıya akışlıdır. Bu göllerimizin suları tatlıdır (Hazar gölü, Çıldır Gölü, Eğirdir Gölü, İznik Gölü, Kuş Gölü). Kapalı havza niteliğinde olup dışarıya akışı olmayan göllerimizden Tuz Gölü'nün suyu tuzlu, Van Gölü'nün ise sodalıdır.
Göllerimizin derinlikleri de değişiktir. Tuz Gölü 1-2 m ile en az derinliğe; Van Gölü ise 451 m ile en fazla derinliğe sahip olan gölümüzdür.
Ayrıca oluşumları itibariyle göllerimiz değişik genişliklerde bulunur. Örneğin; 1 km2den daha küçük alanlı birçok gölümüz olduğu gibi (İç Anadolu'daki obruk gölleri), en geniş ve en büyük gölümüz 3712 km2 alana sahip Van Gölü'dür.
Göllerimiz oluşumlarına göre şöyle sınıflandırılabilir:

1. DOĞAL GÖLLER
Bunlar; tektonik göller, karstik göller, volkanik göller, buzul gölleri ve set gölleridir. Bunlardan birkaçının özelliğini birden gösteren göllerimiz de vardır (Yeniçağa Gölü, Abant gölü, Eğirdir Gölü).

a. Tektonik Göller
Faylanmalar sonucunda tektonik kökenli çanaklarda gelişmiş göllerdir. Ülkemizin jeolojik yapısı gereği birçok gölümüzün oluşumu bu gruba dahil edilir. Büyük çoğunluğu fay hatlarına yerleşmişlerdir. Büyük göllerimiz daha çok tektonik yapıya sahiptir. Sapanca, İznik, Ulubat ve Kuş gölleri Güney Marmara Bölümü'ndeki çöküntü alanlarında bulunur. Suları tatlıdır. Ege Bölgesi'ndeki Simav Gölü de bir tektonik gölümüzdür. Akdeniz Bölge-si'nin kuzeybatısındaki Göller Yöresi'nde yer alan Beyşehir, Suğla, Eğirdir, Kovada, Burdur, Acıgöl tektonik çanaklarda bulunur. Burdur ve Acıgöl birer kapalı havza olup suları tuzludur. İç Anadolu Bölgesi'ndeki Tuz, Akşehir, Eber, Ilgın, Seyfe ve Tuzla gölleri tektonik karakterli, suları tuzlu olan kapalı havza gölleridir. Doğu Anadolu'da Dicle nehrine kaynak oluşturan Hazar Gölü tektonik bir gölümüzdür. Kuzey Anadolu'da yer alan Lâdik, Çağa Melen gölleri birer çöküntü alanında bulunan tektonik göllerimizdir.

b. Karstik Göller
Karstik göller, en çok kireç taşlı alanlarda görülür. Bu göller kireç taşlarının çözünmesi ve çökmesiyle oluşmuştur. Özellikle Akdeniz Bölgesi'nin Göller Yöresi'ndeki Salda ve Yarışlı gölleri tipik karstik göllerimizdir. Ayrıca bu yöredeki Eğirdir, Kovada, Beyşehir ve Suğla göllerinin oluşumunda tektonik ve karstik süreçler birlikte etkili olmuştur. Bunlardan başka İç Anadolu Bölgesi'nde Tuz Gö-lü'nün güneyindeki Obruk Platosu üzerinde içlerinde su da bulunan birçok obruk bulunur (Kızören Obruğu). Sivas'ın doğusundaki jipsti arazide ise birçok karstik göl vardır (Hafik Gölü).

c. Volkanik Göller
Türkiye'deki volkanik dağlar üzerinde görülen küçük çaptaki göllerdir. Bu göllerimiz volkanik etkinlikler sonucu Üçüncü Zaman (Mezozoik) ve Dördüncü Zaman (Kuaterner)da, volkan konilerinin ağızlarındaki kraterlerde oluşmuşlardır. Van Gölü batısındaki Nemrut volkan konisi üzerinde yer alan Nemrut Gölü, ayrıca Göller Yöresi'nde İsparta Akdağ üzerindeki Gölcük, volkan konisi ağzında oluşmuş krater gölleridir. Yine Doğu Anadolu'da Süphan dağının doğusundaki Aygır Gölü bir başka krater gölüdür.
İç Anadolu Bölgesi'nde iki maargölü bulunmaktadır. Bunlardan biri Nevşehir'deki Acıgöl ile Karapınar'ın doğusundaki patlama çukuruna yerleşmiş olan Meke Gölü (Tuzlagöl)'dür. Halka şeklindeki Meke Gölü'nün içinde birçok patlama konisi vardır. Bunların en büyük patlama konisinin ağzında da yağışlı zamanlarda göle dönüşen küçük bir krater gölü bulunur (Şekil 6).
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Nevşehir'deki volkanik kökenli maar göllerinden Acıgöl ve geride Göldağı volkan konisi
ç. Buzul Gölleri
Doğu Anadolu Bölgesi'nde Buzul, Bingöl, Mercan dağları; Doğu Karadeniz Bölümü'nde Kaçkaı ve Üçdoruk dağları; Akdeniz Bölgesi'nde Bolkar ve Aladağlar gibi yüksek dağlarımız üzerinde buzu gölleri görülür. Bunlar, buzul aşındırması sonucun da oluşan ve sirk adı verilen çanaklara suların dol masıyla oluşmuş küçük göllerdir. Küçük Çaplı ol duklarından tam bir özellik taşımazlar.

d. Set Gölleri
Ülkemizde dalga, akıntı ve akarsuların işlevle riyle ya da kütle hareketleri ve volkanik etkinlikleı le oluşmuş birçok set gölü bulunur..

Kıyı set gölleri (lagünler): Koyların ve körfezlerin önünün dalga ve akıntılarla taşınan kum, çakıl gibi malzemelerle birikerek setlenmesiyle oluşmuş göllerdir. Kıyı set göllerine lagün de denilir. Delta kenarlarında oluşan göller de bu sınıflama içinde yer alır. Ülkemizdeki en tipik örnekleri Marmara Bölgesi'nin kuzeyinde oluşmuş Küçük Çekmece, Büyük Çekmece ve Durusu gölleridir. Çukurova deltasında oluşmuş Akyatan ve Akyayan gölleri ile Bafra deltasındaki Balık Gölü, Büyük Menderes deltasındaki Dil Gölü kıyının setlenmesiyle oluşmuş lagünlerdir.

Alüvyon seti gölleri (vadi kenarı gölleri):
Akarsu vadilerinde akarsuların getirdiği çakıl, kum gibi malzemeleri biriktirmesi ile oluşmuş göllerdir. Dalaman Çayı'nın batısındaki Köyceğiz Gölü, Büyük Menderes deltasının güneyindeki Bafa Gölü, Meriç deltası doğusundaki Gala Gölü, Gediz Vadi-si'ndeki Marmara Gölü, alüvyonların setlemesiyle oluşmuş vadi kenarı göllerine ülkemizde tipik örnekler oluştururlar.

Volkanik set gölleri: Volkanlardan çıkan lâvların bir vadinin veya bir çukurluğun önünü kapatması sonucunda oluşmuş göllerdir. Murat Nehri havzasının yukarı kesimini oluşturan alan, Nemrut Volkanı'nın püskürmesiyle çıkan lâvlarla setlene-rek Van Gölü oluşmuştur. Havzanın Muş Ovası ile de ilişkisi kesilmiştir. Dolayısıyla kapalı bir havza konumuna geçmiştir. Van Gölü, havzasındaki tektonik etkinliğe dayalı ve zaman zaman yağışlı dönemlerin de etkisiyle taşarak göl düzeyi alçalıp yükselmektedir. Göl çevresindeki kayaların volkanik kökenli olmasından dolayı suları sodalıdır. Van Gölü'nün doğusundaki Erçek Gölü, kuzeybatısındaki Nazik Gölü ve Bulanık Gölü; Büyük Ağrı Da-ğı'nın batısındaki Balık Gölü, Ardahan'ın doğusundaki Çıldır Gölü ülkemizdeki diğer volkanik set gölleridir.
Heyelan gölleri (heyelan set gölleri): Akarsu vadilerinin heyelan sonucu kapanması ile oluşmuş göllerdir. Erzurum kuzeyindeki Tortum Gölü, Trabzon'daki Sera ve Uzungöl, Reşadiye-Fatsa arasındaki Zinav Gölü, Bolu'daki Abant gölü ve Yedigöller, Adapazarı Akyazı'daki Sülüklü Göl, Ordu'daki Gaga Gölü, Amasya'nın kuzeydoğusundaki Bora-bay Gölü ülkemizdeki tipik heyelan gölleridir. Anadolu'nun kuzeyindeki dağlık alanlarda heyelan göllerinin oluşmasının birçok nedeni vardır. Buralarda yıllık yağış miktarının fazla olması, dik yamaçlı vadilerden yapılarına su alınca çabuk kayganlaşan ve yer kaymalarına neden olan volkanik kayalardan oluşmaları bu nedenlerin bazılarıdır (Şekil 7).
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Şekil 7: Soğanlı Dağlan üzerinde oluşmuş bir heyelan sel gölü olan Uzungöl
2. BARAJ GÖLLERİ
Akarsu vadilerinin dar ve derin boğazlar oluşturduğu yerlerde, önlerinin (insanlar tarafından) yapay olarak kapatılması sonucunda oluşan göllerdir. Sulama ve elektrik enerjisi gereksinimi, sanayi suyu sağlama, taşkın kontrolü gibi amaçlarla baraj ve göletler yapılmıştır. Örneğin Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) kapsamında birçok baraj yapımı plânlanmıştır. Bir kısmının yapımı hâlen sürmektedir (Dicle nehri üzerinde Kralkızı ve Dicle barajları gibi).

Yurdumuzda Kızılırmak üzerinde Hirfanlı, Ke-sikköprü, Kapulukaya, Altınkaya; Yeşilırmak üzerinde Hasan Uğurlu, Suat Uğurlu ve Almus; Dicle üzerinde Devegeçidi; Fırat nehri üzerinde Atatürk, Karakaya, Keban, Sakarya nehri üzerinde Hasan Polatkan, Gökçekaya; Büyük Menderes üzerinde Adıgüzel ve Kemer; Gediz üzerinde Demirköprü; Seyhan üzerinde Seyhan; Ceyhan üzerinde Aslan-taş; Manavgat üzerinde Manavgat ve Oymapınar baraj gölleri yapılmıştır (Şekil 8).
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Şekil 8 : Fırat nehri üzerindeki Atatürk Baraj Gölü'nden bir görünüm. Sonuç olarak baraj göllerimiz, ülkemizdeki içme ve sulama suyu sağlama, su ürünleri üretimi, elektrik üretimi, dinlenme ve spor rekreasyon, turizm ve ulaştırma bakımından çok büyük öneme sahiptirler. Ancak diğer alanlarda, örneğin akarsu-larımızda olduğu gibi, göllerimiz de çevre yerleşim birimleri ve sanayi tesislerimiz tarafından hızla kirletilmektedir. Bu nedenle, zaman kaybetmeden göllerimizin kirletilmesi önlenmelidir.

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Medineweb 05 Ağustos 2012 22:22

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
TÜRKİYE'NİN İKLİMİ
1. MATEMATİK KONUM

Türkiye, 36°-42° kuzey paralelleri ile 26°-45c doğu meridyenleri arasında yer alır. Ülkemizin kuzeyinde nemli-ılıman ve nemli-soğuk iklim bölgele ri; güneyinde sıcak (Akdeniz ya da suptropikal) ik lim kuşakları bulunur. Bu nedenle ülkemiz, mate matik konum bakımından soğuk ve sıcak iklim ku şaklarının geçiş alanı olup ılıman iklim özelliklerini sahiptir.

2. ÖZEL KONUM
Bir ülkenin iklimi üzerinde matematik konur kadar özel konum da etkilidir. Türkiye; Asya, Avru pa ve Afrika kıt'aları arasında kalan, yaklaşık 78 562 km2 gibi oldukça geniş bir alana sahip olan b ülkedir. Yurdumuz bu geniş alan içinde çok çeşil coğrafî farklılıklara sahiptir. Bu coğrafî farklılıklc yurdumuzda çeşitli iklimlerin görülmesine nede olmaktadır.
Ülkemiz deniz seviyesinden biraz yüksek bir ü ke olsaydı ve üzerinde engebelere neden ola dağlar, tepeler, vadiler, plato gibi yüzey şekilleri c masaydı, enlem etkisine bağlı olarak ülkemizde s caklık güneyden kuzeye doğru düzenli bir sekile azalacaktı. Örneğin; aynı enlem üzerinde olan Ç; nakkale, Erzurum gibi yerlerde iklim koşulları ay olacaktı. Oysa Çanakkale ile Erzurum arasında c dukça farklı iklim koşulları söz konusudur. Çana kale'de Akdeniz, Erzurum'da ise karasal iklim k şulları egemendir. Çanakkale'de yıllık sıcaklık c talaması 14.8°C, yıllık ortalama yağış miktarı 6 mm iken, Erzurum'da yıllık sıcaklık ortalame 5.9°C, yıllık ortalama yağış miktarı 447 mm'dir. A nı enlemde olmalarına rağmen iklim farklılığı Çanakkale'nin deniz etkisinde olması, yükseltisir az olması; buna karşılık Erzurum'un iç kesim yer alması ve çevresinde yüksek dağlar olmas dan dolayı deniz etkisinden yoksun kalması yükseltisinin fazla olması gibi coğrafî farklılıklar
kili olmuştur. İşte ülkenin böyle fazla engebeli olması ve coğrafî bakımdan çeşitlilik göstermesi nedeniyle çok kısa mesafelerde bile çeşitli iklim tipleri görülmektedir. İklim tiplerinin oluşmasına, ülkemizin çevresindeki denizler, karalar ve basınç merkezleri ile yeryüzü şekilleri etkili olmuştur.

a. Etrafındaki Denizlerin Etkisi
Ülkemizin üç tarafı Karadeniz, Akdeniz ve Ege denizleriyle çevrilidir. Bu denizler, ülke iklimi üzerinde oldukça etkilidir. Denizler üzerinden gelen nemli-serin hava kütleleri geçtikleri yerlere hem yağış bırakır hem de nemi artırarak sıcaklık değişikliğinin daha az olmasını sağlarlar. Ancak Akdeniz ve Karadeniz'de, dağların kıyıya paralel uzanması ve deniz etkilerinin karalar içine sokulama-ması nedeniyle nemli hava kütleleri, ülkemizin iç kesimlerine ulaşamaz. Bu nedenle denizler üzerinden gelen nemli hava kütleleri yalnızca kıyıda dağların denize bakan yamaçlarına yağış bırakır. Burada nemi arttırdıklarından bu yerlerde mevsimlik ve günlük sıcaklık farklarının iç kısımlara nazaran daha az olmasına neden olurlar. Kıyı bölgelerindeki yıllık yağış miktarı da iç kesimlere göre kıyaslanmayacak kadar fazladır.
Akdeniz iklimi, özellikle Akdeniz kıyıları ile Ege kıyıları üzerinde oldukça etkilidir. Bu iki kıyı bölgesi ile deniz arasında yazın günlük sıcaklık farkından dolayı karadan denize ve denizden karaya hava hareketleri olur. Ayrıca Akdeniz Bölgesi'nde kıyıya paralel uzanan Toros dağları Akdeniz üzerinden gelen serin-nemli hava kütlelerinin iç kesimlere geçmesini engeller. Toros dağlarına çarpan bu hava kütleleri yükselir ve kıyı bölgesine yağış bırakır. Ege Bölgesi'nde ise durum biraz farklıdır. Hava kütleleri hem kıyıda yağış bırakır hem de buradaki dağlar kıyıya dik olarak uzandığından graben alanlarını izleyerek denizin etkisini iç kesimlere kadar ulaştırır. Yazın ise bu kıyılarda kuraklık hâkim duruma geçer.
Karadeniz iklimi ise Karadeniz Bölgesi'nde kıyının hemen gerisinde kıyıya paralel uzanan Kuzey Anadolu Dağları'nın kuzeyinde kalan kıyı alanı ile Marmara Bölgesi'nin kuzey kesimlerini etkiler.
Karadeniz üzerinden gelen nemli ve serin hava kütleleri Karadeniz kıyılarını etkisi altına alır. Kıyının hemen gerisindeki Kuzey Anadolu Dağları ile karşılaşan kütleler, bu dağları geçemeyince yamaçlara doğru yükselerek kıyıya oldukça fazla yağış bırakırlar. Bu kütlelerden dolayı Karadeniz kıyı bölgesindeki sıcaklık iç kesimlere göre daha fazla olur. Sıcaklık değerleri fazla düşmez. Özellikle Karadeniz kıyılarında sıcaklığın 0°C'ın altına düştüğü çok nadir görülür. Dolayısıyla bu bölgede don olayı yok denecek kadar azdır.

Karasallık durumu: Karasallığı ortaya çıkaran en önemli faktör nemdir. Çünkü nem, sıcaklığı koruyucu bir görev taşır. Hava içindeki sıcaklığı dengeler, sıcaklığın atmosfere kaçmasını engeller, Güneş'ten gelen ışınların doğrudan yeryüzüne inmesini önler. Böylelikle yeryüzündeki sıcaklık da dengelenmiş olur.
Ülkemizde nemin fazla olduğu kıyı bölgelerinden, nemin az olduğu iç bölgelerimize gidildikçe karasallığın etkisi daha fazla hissedilir. İç bölgelerimizde de karasallığın etkisi doğuya doğru artar. Çünkü İç Anadolu Bölgesi'nden doğuya doğru gidildikçe yükseltinin artması, nemin iyice azalması dolayısıyla mevsimler arasındaki sıcaklık farkının artması doğuda karasallığın etkisinin daha fazla hissedilmesine neden olmaktadır.
Ülkemizin geneline baktığımızda en düşük karasallık derecesi Alanya'da, en yüksek karasallık derecesi ise Muş'ta belirlenmiştir. Görülüyor ki kıyılarda denizel etkiler hâkimken, iç bölgelerde karasal etkiler hâkim duruma geçer. Aynı zamanda kıyı kesimlerine göre, iç bölgelerde karasal etkilerin artması, tarımsal faaliyetlerin türünü de etkilemektedir, iç bölgelerde karasal koşulların etkili olmasından dolayı daha çok tahıl tarımı yapılmaktadır.

b. Etrafındaki Kara Kütlelerinin Etkisi
Türkiye; Avrupa, Asya ve Afrika kıt'alarmın birbirine yaklaştağı bir alanda yer alır. Zaman zaman bu kıt'alardan gelen hava kütlelerinin etkisi altında kalır. Yurdumuz kış mevsiminde, Asya kıt'asındaki Sibirya ile Avrupa kıt'asındaki Balkanlar üzerinden gelen soğuk hava kütlelerinin etkisi altındadır. Bu hava kütleleri ülkemizde kışların kar yağışlı, donlu ve çok soğuk geçmesine neden olur.
Yazın, Afrika kıt'ası ile Arabistan Yarımada-sı'ndan gelen sıcak ve kuru hava kütleleri ülkemiz üzerinde etkili olur. Bu hava kütleleri sıcaklığı arttırır. Sıcaklığın fazla olduğu dönemlerde ise kavurucu bir sıcaklığa yol açarak kuraklığın artmasına ve bitkilerin kurumasına neden olabilirler.

c. Etrafındaki Basınç Merkezlerinin Etkisi
Ülkemiz etrafındaki bazı basınç merkezleri de iklim üzerinde oldukça etkilidir. Ülkemizde etkili olan başlıca basınç merkezlerini şöyle sıralayabiliriz: Yüksek basınç alanları; Asor ve Sibirya antisiklonlarıdır. Alçak basınç alanları ise izlanda ve Basra Körfezi siklonlarıdır. Bu basınç alanlarının ülkemizde çeşitli mevsimlerde önemli etkileri olmaktadır.
Sonbahar ve kış mevsiminde, Sibirya ve Asor yüksek basınç alanları ve İzlanda basınç alanları ülkemiz üzerinde oldukça etkili olur. Özellikle Sibirya yüksek basınç alanı kuvvetli olduğu dönemlerde Türkiye üzerine yayılarak Türkiye'yi etkisi altına alır ve ülkemize kar yağışı ve soğuk getirir. Bazen Asor yüksek basıncı Sibirya yüksek basıncı ile birleşerek kışın daha soğuk geçmesine neden olur. Bu dönemde etkili olan İzlanda alçak basınç alanının getirdiği ılıman havanın etkisi bu sert havanın yanında yetersiz kalır, hissedilmez. Ancak Sibirya yüksek basınç alanının ülkemizde etkisinin hafif olduğu dönemlerde İzlanda siklonu etkisini hissettirir ve kış mevsiminin etkisini kısalttığı gibi ılıman ve yağışlı geçmesini sağlar.
İlkbahar ve yaz mevsiminde ise Türkiye, Atlas Okayusu üzerindeki Asor yüksek basınç alanı ile Basra Körfezi çevresindeki alçak basınç alanı etkisi altına girer. Asor yüksek basınç alanından gelen denizel-tropikal hava kütleleri, ülkemize kuzeybatıdan girerek güneydoğu yönünde hareket eder. Karadeniz kıyı kesimleri dışında, yağış getirmez. Ülkemizin güneydoğusundan sokulan Basra Körfezi alçak basınç alanı karasal-tropikal bir hava kütlesi olup çok kuru ve sıcaktır, yağış getirmez. Bu hava kütlelerinin etkisiyle ülkemizde yaz mevsimi kurak geçer. Etkili oldukları dönemde sıcaklık ve buharlaşmayı arttırırlar.

ç. Yeryüzü Şekillerinin Etkisi
Ülkemizde iklimin çeşitlenmesinde yükselti, bakı, eğim, dağların uzanışı gibi yeryüzü şekillerinin önemli rolü vardır.
Yükselti: Türkiye'nin ortalama yükseltisi 1132 m'dir. Genel olarak ülkemizde yükselti, batıdan doğuya ve kıyılardan iç kesimlere doğru artar. Bu durum ülkemizin iklim koşulları üzerinde de etkilidir. Yükseltinin artmasına bağlı olarak kıyı bölgelerinden iç kısımlara, batıdan doğuya doğru sıcaklıklar azalır.
Ülkemizin en yüksek bölgesi olan Doğu Anadolu Bölgesi'nin ortalama yükseltisi ise 2000 m kadardır. İç Anadolu ve Doğu Anadolu gibi iç bölge lerde yükseltinin fazla olduğu kesimlerde havanır sıcaklığı azalır, yağışlar daha çok kar şeklinde olu ve sıkça don olayları görülür. Kar örtüsünün yerde kalma süresi oldukça uzar. Kış mevsimi soğuk ve uzun, yaz mevsimi sıcak ve oldukça kısa geçer.
Yükseltinin az olduğu Marmara ve Ege bölgele rinde sıcaklıklar daha fazladır, kar yağışı ve doı olayları çok az görülür. Yağışlar daha çok yağmu şeklindedir. Kış mevsimi daha ılıman ve kısa, ya: mevsimi ise sıcak ve uzun sürer.
Yükselti aynı zamanda yağış ve nemliliği de el kiler. Ülkemizde yüksek dağlar ve platolar çok ya ğış alan yerlerdir. Buna karşılık dağların çevreled ği İç Anadolu Bölgesi'nde yağış değerlerinin dC şüklüğü dikkat çekicidir. Ayrıca yine yükseltiy bağlı olarak yağışın biçimi de değişir. Yükseltini az olduğu yerlerde yağışlar daha çok yağmur şeklinde olurken, yükseltinin fazla olduğu dağları yüksek kesimleri ile yüksek plâtoluk alanlarda g« nelde kar şeklindedir.
İklim üzerinde kısa mesafelerde oluşan yükse ti farkının da önemli etkisi vardır. Bir dağ ile heme yanında yer alan alçak ova veya geniş-derin vac ler arasında yükselti farkından dolayı yağış ve J caklık koşulları hızla değişir. Bu durum yan yar olan iki alanda farklı iklim koşullarının egemen olmasına yol açabilir. Örneğin; Aydın Dağları ı Bozdağlar ile aralarında yer alan Küçük Menden Ovası'nda bu farklılaşma net olarak görülür.

Dağların uzanışının etkisi: Ülkemizdeki dağların uzanış şekilleri, iklim üzerinde önemli rol oynar. Karadeniz kıyılarımıza paralel olarak uzanan Kuzey Anadolu Dağları ile Akdeniz'e paralel olarak uzanan Toros dağları, deniz etkisinin iç kısımlara girmesini engeller. Bu dağların yamaçları ile kıyı şeridi bol yağış alırken, iç bölgelerimizde yağış ve nem çok azalır. Nem çok az olduğu için de mevsimlik ve günlük sıcaklık farklılıkları artar. Yine bu dağlar, Anadolu'nun iç kesimlerindeki soğuk hava kütlelerinin kıyı kesimlerine sokulmasını da engeller. Karadeniz ve Akdeniz kıyıları ile iç bölgeler arasında iklim koşullarında oluşan büyük farklılığın nedeni, kıyıya paralel olarak uzanan dağların denizden gelen nemli-serin hava kütlelerini iç bölgelere, kışın iç bölgelerde oluşan soğuk hava kütlelerinin kıyılara yayılmasını engellemesidir.
Ege Bölgesi'nde ise kıyıya dik olarak uzanan dağların arasında yer alan geniş ve derin oluklar, rüzgârların hareketini de olumlu yönde etkiler. Bu dağların arasındaki Bakırçay, Gediz, Büyük Menderes ve Küçük Menderes çöküntü ovalarını izleyen nemli-serin hava kütleleri İç Batı Anadolu eşiğine kadar ulaşır.

Bakı ve eğimin etkisi: Ülkemiz, ekvatorun kuzeyinde, 36°-42° kuzey enlemleri arasında yer almaktadır. Bu nedenle ülkemizin güneye bakan eğimli yamaçları güneş ışınlarından doğrudan yararlanırken, kuzeye bakan eğimli yamaçlar ise güneş ışınlarından doğrudan yararlanamaz. Dolayısıyla kuzey yamaçlar daha serin ve nemli, güney yamaçlar ise güneş ışınlarından daha fazla yararlandıkları için sıcak olur. Ancak güneye bakan yamaçlarda güneşten yararlanma aynı şekilde olmaz. Yamaçların çeşitli kademelerinde değişik eğimler söz konusudur. Güneş ışınları bölgeye aynı açıyla gelse bile geliş açısı yamaçların eğimine göre değişir. Bu da aynı yamaç dahilinde bile değişik sıcaklık değerlerinin görülmesine neden olur.
Güneş ışınlarının geliş açısı tarım ürünlerinin yetişme sürelerini ve bitki örtüsünün gelişimini de etkiler. Güney yamaçlarda, doğrudan güneş ışığı isteyen bitkiler yetişirken, kuzey yamaçlarda nem ve serin hava isteyen bitkiler yetişir. Ayrıca güney yamaçlarda tarımsal ürünlerin daha çabuk olgunlaşması olgunlaşması nedeniyle tarımsal etkinlikler buralarda yoğunlaşmış, buna bağlı olarak yerleşmeler de yoğunluk kazanmıştır.


alıntı

Medineweb 05 Ağustos 2012 22:22

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
TÜRKİYE'DE İKLİM ELEMANLARI
Ülkemizin iklim karakterini, sıcaklık, yağış, nem, buharlaşma, sis, bulutluluk gibi iklim elemanları şekillendirir. Bu elemanlar, çeşitli mevsimlere ve coğrafî özelliklere göre değişiklik gösterir.


1. SICAKLIK
a. Yıllık Ortalama Sıcaklık Dağılışı
Ülkemizdeki yıllık ortalama sıcaklık, coğrafî koşullara bağlıdır. Bu etmenlerin etkisi altında genel olarak ülkemize baktığımızda güneyden kuzeye doğru sıcaklığın azaldığı görülür. Bunda enlemin önemli bir rolü vardır. Ayrıca karasallığın etkisiyle batıdan doğuya doğru da sıcaklık azalır, bunda da genel olarak yükseltinin batıdan doğuya doğru artmasının önemli rolü olmuştur.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi ile Akdeniz kıyıları, Türkiye'nin en yüksek yıllık ortalama sıcaklık değerlerine sahiptir. Buralarda yıllık ortalama sıcaklık 18°C-20°C arasındadır. Ege, Marmara ve Doğu Karadeniz kıyılarımızda yıllık ortalama sıcaklık değerleri 12°C-18°C'tır. Deniz etkilerinden uzak olan İç Anadolu Bölgesi'nde ise yıllık ortalama sıcaklık değerleri 8°C-12°C'a düşer. Doğu Anadolu Bölgesi'nde yükseltinin artmasına bağlı olarak ortalama sıcaklık değerleri daha da düşer, bu bölgenin ortalama sıcaklık değeri 4°C'ın altına iner.

b. Ocak Ayındaki Ortalama Sıcaklık Dağılışı
Bu ayda en yüksek sıcaklık değerlerine Akdeniz kıyılarımızda ulaşılır. Burada ocak ayı ortalama sıcaklık değerleri 9°C'ın üzerindedir. Çünkü bu dönemde, tropikal hava kütleleri ile denizin etkisi burada oldukça fazladır.
Ege kıyılarımızda 8°C-10°C, Karadeniz kıyılarımızda 4°C-8°C, Marmara kıyıları ve İç Batı Anadolu'da 0°C-4°C sıcaklık görülür. Bu sıcaklık değerlerinin iç kısımlara göre daha yüksek olmasında kıyı bölgelerindeki deniz etkisinin önemli rölü vardır.
Deniz etkisinden uzakta kalan Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde ocak ayı ortalama sıcaklık 2°C-5°C arasıdır. İç Anadolu Bölgesi'nde ise 0°C ile -5°C arasındadır. İç Anadolu Bölgesi deniz etkisinden uzak kalmasının yanı sıra uzun süre nemli ve soğuk hava kütleleri etkisinde kaldığı için bölgede sıcaklık iyice azalır. Doğu Anadolu Bölgesi'ni de etkileyen bu kütleler yükseltinin de etkisiyle ocak ayı ortalama sıcaklık değerlerini -5°C'ın altına düşürür. Bu bölgenin kuzey kesimindeki yüksek platolarda bu değerler -12°C'a kadar düşmektedir..
Ülkemizdeki belli başlı yerlerin ocak ayı ortalama sıcaklık değerlerine baktığımızda Antalya 9.9°C, İzmir 8.6°C, Rize 3.7°C, Konya -0.2°C, Kars -11.5°C, Kayseri -2.1 °C, Diyarbakır 1.6°C, Sivas -3.9°C'tır. Bu değerler ocak ayında önemli sıcaklık farklarının oluştuğunu göstermektedir.

c. Temmuz Ayındaki Ortalama Sıcaklık Dağılışı
Temmuz ayında özellikle karasallığın etki derecesi ve yükselti etmenleri sıcaklığın dağılışında en belirleyici unsurlar olarak dikkat çeker. Örneğin, yükseltinin fazla olduğu Kuzeydoğu Anadolu'da temmuz ayı ortalama sıcaklığı 15°C-18°C arasında olup burası en düşük sıcaklıkların görüldüğü yerlerdir. Doğu Anadolu'nun genelinde de bu ayda diğer bölgelere göre düşük sıcaklıklar görülür. Buralarda ortalama sıcaklık 18°C-23°C arasında değişir.
İç Anadolu Bölgesi ile kıyı bölgelerimizdeki bu ayda görülen sıcaklık ortalamaları 20°C-27°C arasındadır. Ancak kuzey kıyılarımıza doğru sıcaklık değerleri birkaç derece düşer. Bunda da enlem etkisi rol oynar. İç Anadolu'da sıcaklıkların fazla olmasının nedeni ise burada da karasallığın önemli bir etken olmasıdır.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi, yükseltisinin azlığı, karasallığın şiddetinin fazla olması ve güneyden gelen sıcak rüzgarlar nedeniyle bu dönemde en yüksek sıcaklık değerine sahip olan bölgemiz-dir. Temmuz ayı ortalama sıcaklığının 30°C-32°C olduğu bu bölgede sıcaklıkların bazen 40°C'a kadar çıktığı görülür.

Türkiye'de Don Olayı ve Önemi
Hava sıcaklığının 0°C'tan aşağı düşmesiyle suların buz tutması olayına don denir. Türkiye'nin her yerinde süresi ve şiddeti ayrı olmak kaydıyla don olayına rastlanır. Buna bağlı olarak da donlu günlerin sayısı değişir. Ülkemizde don olayları öncelikle karasal etkilerin ve yükseltinin fazla olduğu Kuzeydoğu Anadolu'da eylül ayında görülür. Doğu Anadolu'nun ve İç Anadolu'nun büyük bir kısmında don olayları ekim ayında etkili olur. Buralarda, kış ve ilkbaharda don olayları sürer. Ancak İç Anadolu'da don olayı mayıs ayından sonra etkisini kaybeder. Kuzeydoğu Anadolu'da ise don olayları haziran ortalarına kadar etkisini sürdürür.
Don olayları, kıyı bölgelerimizde genellikle kış aylarında görülür. Bu nedenle bu bölgelerimizde don olayları geç başlar ve kısa sürede biter. Kıyılarımızda yıllık ortalama 10 gün don olayına rastlanır (Antalya 1,5 gün, İzmir 8 gün, İstanbul 21 gün, Samsun 13 gün, Rize, 12 gün). Akdeniz ikliminin etkili olduğu ve birkaç gün don olayının görüldüğü Akdeniz kıyılarımızda bazı yıllar don olayına rastlanmaz.
Kuzey Anadolu'da yıl içinde 9-10 ay don olayı görülürken; Akdeniz kıyılarımızda ise birkaç yıl hiç don olayı görülmez.


alıntı

Medineweb 05 Ağustos 2012 22:22

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
TÜRKİYE'DE BASINÇ VE RÜZGÂRLAR
Ülkemizdeki iklim olaylarının gelişimini etkileyen önemli unsurlardan biri de basınç merkezleri ve bunların hareketlerinden doğan rüzgârlardır.
Ülkemiz ikliminde etkili olan yüksek basınç alanları; Asor ile Sibirya antisiklonlarıdır. Alçak basınç alanları ise; İzlanda ve Basra Körfezi siklonlarıdır. Bu basınç alanlarının ülkemizde çeşitli mevsimlerde önemli etkileri olmaktadır.
Basınç alanlarının hareketine bağlı olarak olu şan rüzgârlar da ülkemiz iklimi üzerinde önemli ro oynar. Genel olarak baktığımızda enlemin etkisin* bağlı olarak kuzeyden esen rüzgârların sıcaklığ azalttığı, buna karşılık güneyden esen rüzgârlarır ise sıcaklığı artırdığı görülür. Rüzgârları genel ola rak inceleyecek olursak başlıca iki grupta ele ala biliriz:

a. Günlük Rüzgârlar
Gün içerisinde esen rüzgârlara günlük rüzgâr adı verilir. Bu rüzgârları, kara ve deniz meltemleri ile dağ ve vadi meltemleri olmak üzere iki grupta inceleyebiliriz. Meltemler, günlük sıcaklık değişikliğinden doğan serin ve hafif esen rüzgârlardır.
Deniz ve kara meltemleri: Ülkemizde özellikle yaz mevsiminde Akdeniz ve Ege kıyılarında görülen günlük rüzgârlardır. Kara ve denizlerin farklı ısınıp soğumasından doğan basınç farkı sonucu oluşurlar. Geceleri kara, denizden daha soğuk olduğu için rüzgâr karadan denize doğru eser. Buna kara meltemi denir. Gündüzleri ise bunun tam tersi olur. Serin olan denizlerden, sıcak olan karaya doğru denizin de nemini içinde bulunduran serin bir rüzgâr hareketi olur. Buna da deniz meltemi denir. Bu rüzgâra Ege kıyılarımızda imbat adı verilir.
Dağ ve vadi meltemi: Ülkemizde özellikle iç bölgelerimizde görülen bu meltemler, dağlar ile vadiler arasında esen günlük rüzgârlardır. Yaz mevsiminde gündüzleri dağlar, vadi ve ovalara göre daha sıcak olur. Bu yüzden ova ve vadilerden dağın zirvelerine doğru bir rüzgâr esmeye başlar. Buna vadi meltemi denir. Geceleri ise dağlar, vadi ve ovalara göre daha soğuk olur. Bu nedenle dağların zirvelerinden vadi ve ovalara doğru bir rüzgâr eser. Buna da dağ meltemi adı verilir.

b. Yerel (Mevziî) Rüzgârlar
Bu rüzgârlar, basınç farklarından oluşan ve geniş alanları etkileyen, uzun süreli rüzgârlardır. Poyraz, lodos, karayel ülkemizde en çok etkili olan rüzgârlardan bazılarıdır.
Poyraz, yıldız, karayel gibi kuzeyden esen rüzgârlar ülkemizde sıcaklığı azaltır. Nitekim poyraz, ülkemizin kuzeydoğusundan eser; yağmur ve kar yağışlarına neden olur. Soğuk ve sert bir rüzgâr olup genelde fırtına şeklinde eser. Özellikle Karadeniz ve Marmara bölgeleri üzerinde çok etkilidir.
Kuzeyden esen yıldız, soğuk ve şiddetli olup özellikle Karadeniz ve Marmara bölgelerinde oldukça etkilidir. Karayel ise ülkemizin kuzeybatısından genelde fırtına şeklinde eser; bazen de yağmur ve kar yağışlarına neden olur. Özellikle Marmara denizi ve çevresi ile Karadeniz üzerinde çok etkili olan bir rüzgârdır.
Kıble, Lodos ve samyeli rüzgârları ise güneyden esen ve sıcaklığı artıran rüzgârlardır. Lodos rüzgârları, ülkemizin güneybatısından sıcak veya ılık olarak eserek ardından yağmur getirir. Özellikle Batı Anadolu'da ve Marmara denizinde etkili olur. Kışın sıcaklığı artırarak karların erimesini kolaylaştırır. Kıble ise güneyden eser ve güney bölgelerimizde sıcaklığı artırarak, buharlaşmaya neden olur.


alıntı

Medineweb 05 Ağustos 2012 22:22

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
TÜRKİYE'DE NEMLİLİK VE YAĞIŞ
Ülkemizin her yerinde nem ve yağış oranları aynı değildir. Bunda ülkemizin coğrafî özellikleri yani denize uzaklık, yükseklik gibi birtakım etmenlerle ülkemizi etkileyen hava kütleleri de önemli rol oynar.

a. Oluşumlarına Göre Yağış Tipleri Konveksiyonel Yağışlar (Yükselim Yağışları): Bu tür yağışlar, iç bölgelerimizde daha çok etrafı dağlarla çevrili ova ve havzalarda görülür. Kapalı alanlarda yazın sıcaklıkların artmasına bağlı olarak büyük ölçüde buharlaşmalar olur, aynı zaman diliminde arazinin üzerinde bulunan hava kütleleri de ısınır. Isınan hava kütleleri içlerine su buharını alarak yukarıya doğru yükselmeye başlar. Bu hava kütleleri, yükselmeye bağlı olarak genişler ve soğur. Soğuyan hava kütlelerinin içindeki su buharı yoğunlaşarak bulutları oluşturur ve ardından yağmur başlar. Ülkemizde özellikle ilkbahar sonu ile yaz aylarında görülen bu yağmurlar; çok kısa süreli olup gök gürültüsü, şimşek ve yıldırımlarla sağanak şeklinde yağar. Genellikle öğleden sonra yağan bu yağmurlara halk dilinde "kırkikindi yağışları" adı verilir.

Cephe Yağışlar (Depresyon Yağışları): Alçak basınç sistemine bağlı olan cephelerin oluşturdukları yağışlardır. Özellikle kuzeybatı ve kuzeyden gelen soğuk hava ile güneyden gelen sıcak hava karşılaşarak birbirlerine çarpmaları sonucunda yoğunluğu az olan sıcak hava kütlesi soğuk hava kütlesinin üzerinde yükselmeye başlar. Yükselen kütlede soğuma ve yoğunlaşmanın artmasına paralel olarak bir süre sonra yağışlar oluşur. Bu yağışlar, öteki yağış türlerine göre ülkemizde hem
yaygın görülen hem de daha geniş alanlarda etkili olan yağışlardır. Örneğin; bu tür cepheler, Balkanlardan gelip Marmara ve Karadeniz bölgelerini etkisi altına alarak bol yağış bırakır. Akdeniz üzerinde oluşan cepheler, ilk önce Ege ve Akdeniz bölgelerini daha sonra İç, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizi etkileyerek yağışlara neden olurlar.

Orografik Yağışlar (Yamaç Yağışları): Ülkemizde yeryüzü şekillerinin fazla engebeli olması, dağlar gibi yükseltilerin önemli yer tutması nedeniyle orografik yağışlar, cephe yağışları kadar olmasa da oldukça yaygındır. Özellikle Akdeniz ve Karadeniz bölgelerinin kıyı kesimlerinde bu tür yağışlar çok fazla yer tutar. Örneğin; Karadeniz üzerinde yer alan serin ve nemli hava kütleleri güneye doğru hareket eder. Bu kütleler, Karadeniz Bölge-si'nde kıyıya paralel uzanan Kuzey Anadolu Dağlarına çarpar ve bu etkiyle yukarı doğru yükselir. Yükselmeye bağlı olarak bu kütleler soğur, yoğunlukları artar ve bu yamaçlara yağış bırakır. Akdeniz Bölgesi'nde Toros dağlarının güney yamaçlarında da benzer yağışlar oluşur. Yazın, Aladağ ve Bolkar dağlarının güney yamaçlarında görülen yağışlar, nemli hava kütlelerinin bir dağ yamacı boyunca soğuması sonucu oluşur (Şekil 9).
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Şekil 9 : Yağış tipleri b. Türkiye'de Yağış Çeşitleri ve Önemi
Ülkemizde gerek sıcaklık değerlerindeki gerekse nem oranlarındaki değişiklikler yağış türlerinin çeşitlilik göstermesine neden olmuştur. Yağmur, kar, dolu, kırç, çiy, kırağı ülkemizde görülen başlıca yağış çeşitleridir.

c. Türkiye'de Yağışın Dağılışı
Türkiye'de yağışın dağılışını; dağların uzanıç doğrultuları, denizler, bakı özellikleri, mevsimlere göre farklılık gösteren basınç rejimi gibi birçol coğrafî etmen etkiler. Ayrıca ülkemizin orta kuşal iklimi ile yazları kurak geçen subtropikal iklimin bi çeşidi olan Akdeniz ikliminin etkisinde olması ne deniyle dağların denize bakan kesimleri ile iç ke simler arasında yağış miktarı açısından önemi fark vardır.
Doğu ve Batı Karadeniz kıyılarımızın kuzeyi bakan dağlık kesimleri, Akdeniz kıyılarımızın gü neye bakan dağlık kesimleri, Güneydoğu Torosla rın yüksek kesimleri ile Ege Bölgesi'ndeki dağlıl alanlar ülkemizin en çok yağış alan yerleridir. Bu ralarda yıllık ortalama 1500-2000 mm yağış düşeı Bu yağış miktarı Doğu Karadeniz kıyılarımızd; 2500 mm'ye kadar ulaşır.
Ege Bölgesi'nin batısı, Trakya ve Kuzey Anadc lu Dağları'nın güneye bakan etekleri, Toros dağları nın kuzeye bakan etekleri, Çukurova ve çevres Doğu Anadolu'nun yüksek yaylaları ile Güneydoğ Anadolu'nun kuzeyindeki dağlık bölgelere geçi alanlarında yıllık ortalama yağış miktarı 500-100 mm arasındadır. Buralar aynı zamanda yağış alanlardan kurak alanlara geçiş yerleridir.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi (özellikle Şanlı Urf ve çevresi), Doğu Anadolu Bölgesi'nin çukurda ka lan havzaları ile İç Anadolu Bölgesi ülkemizin en a yağış alan yerleridir. Buralarda yıllık ortalama yağı miktarı 300-500 mm arasında değişir. Bu miktar i Anadolu'daki Tuz Gölü ve çevresinde 300 mm'ni altına düşer. Az yağış alan bu alanlar ülkemizde arazilerin hemen hemen yarısını oluşturur. Bu dı rum ülkemizin yarıya yakın bir bölümünün kurs alanlardan oluştuğunu gösterir.

ç. Türkiye'de Sis ve önemi
Sis, yeryüzüne çok yakın hava tabakasının içi risindeki su damlacıklarının soğuyarak damlacıkl; şekline dönüşmesidir. Görüş mesafesinin 1 km'n altına düştüğü günler sisli gün olarak nitelendiril Ülkemizde sislerin oluşumu, süresi ve yoğunluç bölgeden bölgeye farklılık gösterir. Sonbahar ayl rından başlayarak sisli gün sayısında artış olur kış mevsiminde en yüksek seviyesine ulaşır. İlkbahar mevsimiyle birlikte sisli gün sayısında genel olarak bir azalış dikkat çeker. Bu dönemde yalnızca Karadeniz kıyılarında sisli gün sayısı diğer bölgelere göre daha fazladır.
Ülkemizde en çok sisin görüldüğü yerler Marmara Bölgesi özellikle Trakya'nın iç kesimleridir (Edirne 30 gün). Bunu Doğu Anadolu'nun doğu kesimleri ve İç Anadolu Bölgesi izler (Konya 19, Erzurum 16, Sivas 21 gün), ancak buralarda yıllık sisli gün sayısı 20-25 günü pek geçmemektedir.
Sisin en az görüldüğü yerler ise Ege ve Akdeniz kıyıları olup buralarda yıllık ortalama birkaç gün sis görülebilir. Bazı yerlerinde hiç sis görülmediği de olur. Ancak bu bölgelerde dağların gerisinde kalan iç kesimlerde sis yoğunluğu artar. Çünkü denizler üzerinde yoğuşup gelen nemli ve soğuk hava kütleleri, dağların arasından geçerek iç kesimlere ulaşır ve oralarda daha soğuk kara yüzeyine temas edince sisler oluşur (İzmir 1, Antalya 2, Adana 4, Manisa 20, Kütahya 22, Kahraman Maraş 25 gün). Bunların dışındaki bölgelerimizde yıllık sisli gün sayısı 10-20 gün arasındadır.

d. Türkiye'de Kuraklık ve Kurak Bölgeler
Yağış yetersizliği ya da su azlığı kuraklık, yağışların buharlaşmadan az olduğu alanlar ise kurak bölgeler olarak nitelendirilir. Ülkemizin yarısına yakın kısmını kurak bölgeler kaplar. Bu nedenle kuraklık önemli bir sorundur. Ülkemizde kuraklığın ilk etkisini gösterdiği ay mayıs ayıdır. Bu dönemde özellikle Ege ve Akdeniz bölgelerimizde havanın erken ısınmaya başlaması ile yağışın yetersiz olduğu zamanlarda kendini hissettirir. Mayıs ayından sonra kuraklık Ege ve Akdeniz'de daha geniş alanlara yayılmaya başlar, Trakya'yı etkisi altına alır, Marmara ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde hissedilmeye başlanır. Bu aydan sonra temmuz, ağustos, eylül aylarında ülkemizin büyük bölümü (Karadeniz kıyı bölgesi hariç) kurak geçer. Ekim ayından sonra yağışların başlamasıyla kuraklık yavaş yavaş etkisini kaybetmeye başlar.
İç Anadolu, Güneydoğu Anadolu, Ege Bölge-si'nin İç Batı Anadolu Bölümü, Trakya'nın orta kesimleri, Doğu Anadolu'nun bazı kesimleri kurakbölgelerimizi oluşturur. Ancak bu bölgelerdeki kuraklık dereceleri aynı ölçüde değildir.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde kuraklık 5-6 ay sürmekle birlikte, bazı kesimlerinde 6 ayı bile geçer. İç Anadolu Bölgesi'nde bu süre 3-4 aydır. Tuz Gölü çevresinde 5 aya yaklaşır. Trakya'nın iç kesimlerinde bu süre 2-3 ay kadardır.


alıntı

Medineweb 05 Ağustos 2012 22:23

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
TÜRKİYE'DE HAVA TAHMİNLERİ VE BELİRTİLMESİ
Günlük, birkaç günlük, haftalık gibi kısa süreli havanın nasıl olacağını önceden belirlemeye hava tahmini denir. Hava tahminleri ülkemizde Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü tarafından yapılır. Bu tahminleri yapmak için modern aletler kullanılır. Çeşitli modern araçlarla özellikle uydudan alınan veriler yardımıyla çevredeki basınç alanları ve cepheler izlenir. Bunlara bakarak sinoptik (geçici hava durumu) haritaları hazırlanır ve bunlar üzerinde ülkemizle ilgili birkaç saat veya günlük hava raporları hazırlanır. Örneğin; cepheler, basınç durumu ve rüzgâr yönleri, bu yollar takip edilerek Balkanlardan ülkemize gelen soğuk bir cephenin ilk önce hızı saptanır. Hareketlerine göre ne zaman ülkemize gireceği, hangi bölgelerimizi etkileyeceği ve ülkemizi kaç gün etkisi altına alacağı belirlenir. Bu soğuk cephenin sıcaklığı düşüreceği, yüksek kesimlere kar, alçak kesimlere yağmur bırakacağı tahminleri yapılır. Ayrıca bu verilere dayanarak günlük, birkaç günlük ve haftalık hava tahmin raporları oluşturulur.


Sinoptik haritalarda sıcaklıkları birbirinden farklı iki hava kütlesinin karşılaştıkları yere cephe adı verilir. Bunlar, sinoptik haritalar üzerinde eğer soğuk bir cephe ise mavi renkte ve üçgenlerle, sıcak bir cephe ise kırmızı renkte ve yarım dairelerle gösterilir. Üçgenlerin görüldüğü soğuk cephenin etkisindeki yerlerde havanın soğuyacağı, yarım dairelerin görüldüğü sıcak cephenin etkisindeki yerlerde havanın ısınacağı söylenebilir. Yine bu haritalar üzerinde basınç dağılımını gösteren izobar adı verilen "eş basınç çizgileri" yer alır. Eğer bunlar birbirine yakın yani sıkışık duruyorlarsa rüzgârların şiddetinin fazla ve havanın fırtınalı olacağı, bu çizgilerin aralarında boşluklar fazla ise rüzgârların şiddetinin az olacağı tahmin edilir.
Hava tahminleri, günlük doğrudan gözlemlerle de yapılabilir. Havanın bulutlu olduğu günlerde havanın sıcaklığının pek değişmeyeceği söylenebilir. Çünkü bulutlar, bir tür örtü görevi görür ve Güneş'ten gelen ışınların yeryüzüne ulaşmasını engeller. Aynı şekilde yerden yansıyan ışınları da büyük ölçüde yere geri yansıtırlar. Böylelikle bulutlarla yer yüzeyi arasında anî sıcaklık değişimleri olmaz.

Medineweb 05 Ağustos 2012 22:23

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
TÜRKİYE'DE İKLİM ÇEŞİTLERİ
Türkiye gerek konumu, gerekse kapladığı geniş alan içinde gösterdiği ayrı coğrafî özellikleri nedeniyle birden fazla iklimin görüldüğü bir ülkedir. Bu kapsamda ülkemizde görülen iklim tipleri üç bölümde incelenir.


1. KARADENİZ İKLİMİ
Her mevsimi yağışlı olan genelde ılıman bir iklim tipidir. Cephe ve orografîk yağışlar hâkimdir. Bölgede kıyıya paralel yüksek dağların bulunması yağışların fazlalaşmasına ortam hazırlamıştır. Bölgede yağış miktarları arasında olmasa da en fazla yağış sonbaharda en az yağış ise ilkbaharda görülür. Bölge nemlilik açısından da ülkemizin en nemli bölgesidir. Bu nedenle bölgede yıllık ve günlük sıcaklık farkı fazla değildir. Aynı zamanda bölgede kış çok soğuk olmaz, ancak yağışlı geçer. Yağışlar daha çok yağmur şeklinde olup kar yağışı, don olayları görülebildiği gibi sık sık sis de görülür. Bölgede yaz ayları da ılıman geçer. En sıcak ayın ortalaması 22°C-24°C'ı geçmez. En soğuk ayın ortalama sıcaklığı ise her zaman 0°C'ın üzerindedir. Zaman zaman kuzeybatıdan gelen soğuk hava kütleleri bölgeyi etkilese de, bu etki bölgenin doğusuna gidildikçe kaybolur.


Bölge coğrafî özelliklerine göre, sıcaklık ve yağış bakımından değişiklikler göstermektedir. Karadeniz üzerinden gelen serin ve nemli havanın Kuzey Anadolu Dağları boyunca yükselmesi ile yağışlar meydana gelir. Doğu Karadeniz Bölümü'nde yüksekliğin fazla olması nedeniyle en fazla yağış bu bölümde görülür. Yıllık yağış miktarı ortalama 2000 mm'dir (Rize 2300 mm). Kuzey Anadolu Dağlarının güney kesiminde ise bu değer, 300 mm'ye kadar düşer. Orta Karadeniz Bölümü ise, yüksekliğin azalması nedeniyle bölgenin en az yağış alan bölümüdür. Burada yıllık yağış miktarı ortalama 700 mm kadardır. Batı Karadeniz Bölümü'nde ise yükseltinin Doğu Karadeniz Bölümü'ne göre daha az olmasına paralel olarak bu bölümde yağışlar Doğu Karadeniz Bölümü'ne göre daha azdır. Yıllık yağış miktarı ortalama 1200 mm civarındadır. Bölge genelinde yıllık yağış miktarı özellikle Doğu Karadeniz Bölümü'nde 2000 mm'nin üzerine çıkabildiği gibi Orta Karadeniz Bölümü'nde 600 mm'ye kadar düşebilmektedir.


2. AKDENİZ İKLİMİ
Yazların sıcak ve kurak, kışların ise ılıman ve yağışlı geçtiği iklim tipidir. Ülkemizde Akdeniz ve Ege bölgeleri ile Güney Marmara Bölümü kıyılarında etkilidir. Bu iklim tipinde yaz mevsimi oldukça kurak geçer. Yağışlar en fazla kış mevsiminde görülür. Yıllık ortalama sıcaklık 18°C'tır. Yıllık ortalama yağış ise 600-1200 mm arasındadır. Ancak bu iklim, görüldüğü alanlara göre farklı özellikler gösterir.
Akdeniz Bölgesi kıyılarımızda, kıyıya paralel uzanan dağlara bağlı olarak yağışlar daha fazladır. Yıllık yağış miktarı 1000-1200 mm arasındadır. Yağışlar genelde yağmur şeklindedir. Kar yağışı ve don olayı pek görülmemekle birlikte, Torosların yüksek kesimlerinde kendilerini az da olsa hissettirir. En soğuk ayın ortalama sıcaklığı 9°C, en sıcak ayın ortalaması ise 28°C'tır.
Ege ve Güney Marmara kıyılarında ise yıllık yağış miktarı 600-800 mm arasında değişir. En soğuk ayın ortalama sıcaklığı 5°C-8°C arasındadır. Kışın kısa süreli don olayları ve kar yağışları görülür. Kar yerde uzun süreli kalmaz, birkaç gün içinde ortadan kalkar. Kıyıya yakın dağların yüksek kesimlerinde kar yağışı fazlaca görülür.


3. KARASAL İKLİM
Ülkemizde çok geniş alanlarda görülen bu iklim; iç, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri ile
Marmara Bölgesi'nde Trakya'nın iç kesimlerinde görülür. Bu bölgelerde genel karakteri aynı olsa da bazı değişiklikler gösterir. Genel olarak bu bölgelerimizin etrafı dağlarla çevrili, deniz etkisinden uzak kalmışlardır. Dolayısıyla denizlerden gelen bol yağışlı kütlelerden yararlanamamışlardır. Bu nedenle bu alanlarda, karasal dediğimiz yarı kurak bir iklim egemendir. Alanın nem açısından da fakir olması, diğer iklim alanlarına göre gerek yıllık, gerekse günlük sıcaklık farklılıklarının fazla olmasına neden olmuştur. Genel olarak kışlar; uzun, soğuk ve yağışlı, yazlar ise kısa, sıcak ve kurak geçmektedir. Yağışlar genellikle kar şeklinde olup karlar uzun süre yerde kalmaktadır. Don olayları oldukça fazla görülür. Yazın ise sıcaklığa bağlı olarak buharlaşma oldukça fazladır. Bu mevsimde yağış hemen hemen hiç görülmez. Az olan yağışlar da hemen sıcaklığın etkisiyle buharlaşır. Bu bölgelerde yağışın az, buharlaşmanın fazla olması yarı kurak iklim koşullarının oluşmasını sağlamıştır.


İç Anadolu'da, yaz mevsimi oldukça sıcaktır. Kış mevsimi çok soğuk değildir. En soğuk ayın ortalaması 0°C ile -3°C arasındadır. Yaz sıcaklıkları ortalaması ise 20°C-23°C arasındadır. Yıllık sıcaklık farkı fazladır. En fazla yağış ilkbaharda, en az yağış ise yaz mevsiminde görülür. Yaz genellikle kurak geçer. Yıllık yağış miktarı 300-500 mm arasında değişir.
Doğu Anadolu'da, kış mevsimi soğuk ve uzundur. Kar yağışı fazladır ve don olayı yılın 3-5 ayında görülür. En soğuk ayın sıcaklık ortalaması -8°C ile -10°C arasında değişir. Kışın 3-4 ay ortalama sıcaklık 0°C'ın üstüne çıkmaz. En sıcak ay ortalaması ise 20°C'ı pek geçmemekle birlikte 18°C civarındadır. Yıllık sıcaklık farkı fazladır. Yıllık ortalama yağış miktarı 500-600 mm arasında olup bazı yüksek kesimlerde yağış miktarı 1000 mm'yi bulur. En fazla yağış ilkbahar mevsimi sonları ile yaz mevsimi başlarında görülür. Yağışlar genellikle kar şeklindedir. Buharlaşma şiddeti İç Anadolu Bölge-si'ne nazaran daha azdır.
Güneydoğu Anadolu'da, yaz mevsimi çok sıcak ve kurak, kış mevsimi ılıman ve yağışlı geçer. Yağışın çoğunluğu kış ve ilkbaharda görülür. En soğuk ayın sıcaklık ortalaması 2°C ile -4°C arasındadır. En sıcak ayın ortalaması ise 30°C-32°C arasındadır.
Yıllık yağış miktarı 500 mm'den az olup karla örtülü gün sayısı fazla değildir. Ülkemizde buharlaşmanın en fazla ve etkili olduğu bölgemizdir.


alıntı

Medineweb 05 Ağustos 2012 22:23

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
TÜRKİYE'NİN BİTKİ ÖRTÜSÜ
Orta kuşakta yer alan ülkemiz ağaç, ağaççık, ot, yosun gibi çeşitli cinslerde 12.000'in üzerinde bitki türünü bünyesinde barındırır. Dolayısıyla orman, çalı ve otlardan oluşan bitki örtüsü yönünden fakir, ancak bitki türü bakımından oldukça zengin bir ülkedir.
Hatta jeolojik çağlardan kalma günümüz iklim koşullarının eseri olmayan kalıntı (relikt) bitkiler, bugün de ülkemizde yaşama ortamı bulabilmektedirler. Örneğin soğuk iklimlerin bitkileri yüksek dağlarımızın kuzeye bakan yamaçlarında yaşamlarını sürdürebilmektedirler. Bunun yanında sıcak iklimlerin bitkileri ise, güneye bakan yamaçların alçak kuytu alanlarında ve vadi içlerinde yetişebilmektedir. Bu kalıntı bitkiler, ülkemizdeki bitkilerin üçte birini oluşturur. Benzer sayılarda, yine dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen, ancak ülkemiz iklim koşullarında yetişebilen endemik bitkiler de bulunur. Bunların yanında, bitki örtüsündeki tahribatın artması ve yerine yenilerinin dikelememesi nedeniyle, doğal olarak ormanlık olan ülkemizde İç Anadolu ve Trakya, bozkır hâline dönüşmüştür. Bu otsu formasyonların görüldüğü bozkırlara antro-pojenik bozkır denir. Ülkemizde bu kadar çeşitli bitki topluluğunun bulunmasının nedenlerinden biri de Akdeniz Bölgesi'nde subtropikal, Karadeniz Bölgesi'nde okyanusal, iç bölgelerimizde karasal iklim koşullarının varlığındandır. Bu iklim bölgelerinde ayrı özellikteki orman, maki, bozkır, Alpin çayırlar gibi bitki toplulukları bulunur.

Ülkemizde iklim, toprak, yeryüzü şekilleri ve insan ayrı bitki topluluklarının gelişmesine etki eden etmenlerdir. İklim, bitkilerin ülkemizde çeşitlenmesini sağlamıştır. Özellikle iklim elemanlarından sıcaklık, nem ve yağışın azlığı ya da fazlalığı bitki örtüsünün gür veya seyrek olmasına neden olmuştur. Toprak, diğer alanlarda olduğu gibi, ülkemizdeki bitkilerin de besin kaynağını oluşturur-. Yeryüzü şekilleri, ülkemiz bitki topluluklarının değişik olmasına neden olan bir diğer etmendir.
Bundan dolayı, bitki örtüsünün yetişmesinde yükseklik ve bakı özelliklen önemli etkiler oluşturur. Bakı, bir alanın güneşe göre durumunu belirler. Bu nedenle güneye bakan yamaçlar bol güneş alırken, kuzeye bakan yamaçlar daha az güneş alır. Bakı durumu, Doğu Karadeniz Dağları'nda net olarak gözlemlenir. Bu dağların kuzeye bakan yamaçlarında gür ormanlar bulunurken, güneye bakan yamaçlarında orman azalır ve seyrekleşir, daha çok kurakçıl bitkiler yetişir. Ülkemizde bitki örtüsü üzerinde hem olumlu hem olumsuz olarak insan etmeni de yer alır. İnsanın aşırı hayvan otlatması çayırları bozkıra dönüştürebilir. Bunun yanında, ormanlarda aşırı ağaç kesilmesi, tarla açma, yangınlarla orman tahribatı söz konusu olmaktadır.

alıntı

Medineweb 05 Ağustos 2012 22:23

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
ORMANLAR
Farklı büyüklükte ve çeşitli özellikteki ağaçlardan oluşan, geniş alanları kaplayan bitki örtüsüne orman denir.

Ormanların oluşumu bulunulan yerin iklimi ve toprak özellikleri ile doğrudan ilişkilidir. Ormanlar, yıllık yağışın 400 mm'nin üzerinde, en sıcak ayların ortalamasının 10°C'nin üstünde ve toprak yapısının uygun olduğu yerlerde oluşabilir. Sıcaklık değerleri, su miktarı ve toprak yapısındaki değişiklikler ağaçların özelliklerini etkileyerek ormanların çeşitlilik göstermesine neden olur. Bu bakımdan ormanları;
Geniş yapraklı ormanlar, İğne yapraklı ormanlar olarak ikiye ayırabiliriz.
Geniş yapraklılarda, ağaçların yaprakları geniş ve yayık bir görüntüye sahiptir. Bu ağaçlar toprak sıcaklığı 6°C'nin altına indiği zamanlarda su ve besin sağlayamaz. Dolayısıyla sonbahardan başlayarak toprak sıcaklığının bu seviyenin altına düşmesiyle yapraklarını tamamıyla dökerler. İlkbaharda toprak sıcaklığı artmaya başlayınca yeniden yeşermeye başlarlar. Meşe, kayın, gürgen, ıhlamur, akağaç, kızılağaç ve kavak bu ormanları oluşturan ağaç topluluklarıdır.
İğne yapraklılarda ise ağaçların yaprakları dar ve iğnemsi bir görünüme sahip olmakla birlikte iğne yapraklı ağaçlar kozalak denen bir üreme organına sahiptirler. Buağaçlardaki yapraklar kolay kolay canlılıklarını yitirmez, uzun zaman dayanırlar. Canlılıklarını yitirince dökülerek kendilerini yenilerler. Bu ağaçlara çam, ladin, köknar, sedir, ardıç, porsuk ve servi örnek verilebilir.
Dünyanın yaklaşık dörtte biri ormanlarla kaplı olup, içlerinde 20 000'den fazla çeşitli ağaç türünü barındırmaktadırlar. Türkiye'nin %26'si ormanlarla kaplı olup, çoğu Karadeniz Bölgesi'nde yer almaktadır. Bununla birlikte, orman varlığının en az olduğu bölge Güneydoğu Anadolu Bölgesi'dir.
Çeşitli iklim tiplerinin görüldüğü ülkemizdeki ormanların coğrafî bölgelere göre dağılımı şöyledir:

1. Karadeniz Ormanları
Ülkemizdeki ormanların %27'sini Karadeniz Bölgesi'ndeki ormanlar oluşturur. Buradaki ormanlar oldukça gür, sık ve çeşitlidir. Bölgede gerek iğne yapraklı, gerekse geniş yapraklı ormanlar oldukça yaygındır.
Genel olarak bakıldığında kayın, meşe, gürgen, kızılağaç, ıhlamur, dişbudak, sarıçam, gök-nar, ladin ormanları bölgede ilk dikkat çeken ormanlardır. Bu ormanlar yer yer saf halde bulunabildikleri gibi karışık hâlde de bulunabilirler. Bölgenin iklimine bağlı olarak genel hatlarıyla 0-1000 metreler arasında geniş yapraklı ormanlar (kayın, meşe, kestane, ıhlamur, gürgen, kızılağaç, dişbudak ve akağaç) 1000-1500 metreler arasında karışık ormanlar (geniş yapraklılar kayın, meşe, kızılağaç akağaç; iğne yapraklılar göknar, sarıçam, ladin] 1500-2000 metreler arasında iğne yapraklı orman ların (sarıçam, karaçam, göknar, ladin, kızılcam dağılış gösterdiği gözlenmektedir. Bazen özel ko numa bağlı olarak bu metrelerde oynama olabilir Örneğin, geniş yapraklı ormanların saf olarak ye alması gereken yükseltilerde iğne yapraklılar? rastlanabilir. Bir iğne yapraklı ağaç türü olan "doğı ladini", Doğu Karadeniz Bölümü'nde 1000 m'der sonra nadiren geniş yapraklılarla birlikte görülme ye başlar. 1500 metreden sonra genelde saf ola rak bulunur. Ancak bu bölgede doğu ladini Ordu Giresun gerisindeki 500-700 metre yüksekteh dağlık kesimlerde rastlandığı gibi, Of-Sürmem arasında deniz kıyısına kadar indiği de görülür.

2. Batı Ormanları
Marmara Bölgesi'nin Karadeniz'e bakmayan kesimleri ile Ege Bölgesi'nin ormanlarıdır. Marmara denizi çevresinde meşe, kayın, çam ormanları dikkat çekmektedir. Ege Bölgesi'nde ise meşe, kızılcam, karaçam, kayın ormanları yaygındır. Ancak Ege Bölgesi'ndeki ormanların çoğu dağlık kesimlerde yer alır. Bu dağların Akdeniz'den gelen nemli havayı engelleyememesi ve yağışların az olması nedeniyle ormanlar, Marmara'dakiler gibi gelişmemişlerdir. Batı Anadolu ormanlarını genel olarak iğne yapraklı ve yayvan yapraklı ormanlar diye iki grupta ele alınabilir.
Batı Anadolu'da 2000 metre yükseltiye kadar olan sahada yaygın olarak bulunan iğne yapraklılar arasında en dikkati çekenler 900 metre yükseltilere kadar kızılcam ve 900-2000 metreler arasında karaçam ormanları yaygındır. Kızılcam ormanlarının yayıldığı alanlarda Akdeniz ikliminin doğal bitki örtüsü maki de yaygın olarak bulunmaktadır. Bununla birlikte, kızılçamların aşağı kesimlerinde Güney Marmara Bölümü'nde olduğu gibi zeytinlikler de görülür.
Sahada yayvan yapraklılar arasında meşe ve kayın ormanları dikkat çeker. Meşe ormanları bölgede plato sahalarında ve dağların alt kesimlerinde görülmektedir.

3. Akdeniz Ormanları
Bu orman sahası Dalaman Çayı'ndan başlayıp iskenderun'un doğusuna kadar uzanır ve ülkemiz ormanlarının yaklaşık %24'ünü oluşturur. Akdeniz ikliminin tesirinde 0-1200 m arasında, yıllık ortalama sıcaklığın 12-18°C arasında seyrettiği, yıllık ortalama yağışın 600 mm'nin üzerinde olduğu yerlerde gelişen kızılcam, karaçam, göknar, ardıç ve selvi gibi iğne yapraklı ormanlar bu sahada yaygındır. Maki bitki topluluğunun hemen üst kesiminde toprağın ve nem oranının elverişli olduğu yerlerle meşe, kayın, gürgen gibi geniş yapraklı ormanlar, iğne yapraklılar kadar olmasa da görülür.
Bölgede yine 900-2400 m'ler arasında kerestesi çok değerli olan sedir ağaçları yer alır. Bunlarda genel olarak Toros dağlarında yayılmışlardır. Lokal olarak Elmalı ve Akseki güneyinde yüksek dağlık alanlar ile Anamur ve Göksün kuzeyindeki dağlık sahalarda yoğun olarak görülür.

4. Doğu ve İç Anadolu Ormanları
Türkiye ormanlarının %10'u Doğu Anadolu, %8'i ise İç Anadolu Bölgesi'ndedir. Doğu Anadolu Bölgesi karasal iklimin hüküm sürdüğü yağışları yetersiz, kışların uzun sürdüğü, büyüme devresinin kısalığına bağlı olarak ormanların yetişmesi için pek elverişli bir ortam değildir. Bölgede bu nedenle orman pek yoktur. Olanlar da genelde bu soğuğa dayanabilen meşe ve bazı çam türleridir. Meşe, bölgede en yaygın olan orman türüdür. Ormanlar bölgenin genel olarak güney ve batısındaki engebeli yerlerde gözlenirler.
İç Anadolu Bölgesi'nde ise uzun süren yaz kuraklığı, yağışların yetersiz olması, etrafındaki yüksek dağlar yüzünden deniz etkisinin buraya soku-lamamasından dolayı bölge orman oluşumu için elverişli değildir. Burada çam ve meşe ormanı dikkat çeker. Bölgede nadir olan ormanlarda, genelde yükseklikleri kıyıdaki kenar dağlardan fazla veya aynı olan kıyı bölgelerine yakın olan dağlarda görülür. Örneğin; Yozgat ile Sivas arasında Akdağ'da görülen çam ormanlarında az da olsa ardıç ve meşe dikkati çeker.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi, orman alanlarının en az olduğu bölgedir. Gazi Antep ile Adıyaman arasında Karacadağ'ın eteklerinde, Mardin ile Dicle vadisi arasında meşe, Siirt çevresinde ise çam ormanları dikkati çeker.

Medineweb 05 Ağustos 2012 22:23

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
MAKİ
Zeytin, mersin, defne, sakız ağacı, demirhindi, mazı, kocayemiş, zakkum, akçakesme, hayıt, pırnal meşesi, katırtırnağı, bodur ardıç, erguvan, süpürge çalısı, taş meşesi gibi bitkilerin yer aldığı çalı topluluğuna maki denir. Bu bitkiler bazen tek, bazen de birkaçı karışık hâlde bir arada görülürler. Maki kışları ılık, yazları sıcak ve kurak yerlerde görülür. Makiler için en tehlikeli mevsim uzun süren yazlardır. Bu mevsimde kuraklıktan korunmak, su ihtiyacını karşılamak için kökler çok derine iner ve yayılır. Buharlaşmayı engellemek için ağaçlar bodur, yapraklar küçük, sert, cilalı, yağlı ve tüylüdür.

Ülkemizde Akdeniz bitki topluluğu olarak bilinen maki Akdeniz ikliminin hissedildiği her yerde yayılış gösterir. Bu nedenle kıyıdan fazla uzaklaşmazlar ve en gür 0-500 m arasında yer alırlar. Akdeniz Bölgesi'nde kıyı alanlarında yaygın olmakla birlikte, kızılcam ormanlarının tahrip edildiği sahalara yayılırlar. Makiler serbest kaldıklarında hızlıca yayılma özelliğine sahiptir. Akdeniz ikliminin etkili olduğu Akdeniz ve Ege bölgesi kıyıları ile Marmara Bölgesi'nin güney kesiminde yaygın olarak bulunurlar. Bazen kıyı kesiminden iç kesimlerine doğru Seyhan, Ceyhan, Göksu, Aksu gibi vadiler boyunca içerilere sokulabilirler.
Ülkemizde bir de ormanların tahrip edildiği kesimlerde oluşan ve yayılan, psödomaki (yalancı çalı) türleri vardır. Bunlar özellikle Karadeniz Bölgesi'nde yayılış göstermektedir. Ancak bu Karadeniz Bölgesi'nde görülen psodömakiler ılıman bir havası olan Karadeniz ikliminin etkisi ile makilerden farklılık gösterirler. Bünyelerinde yağ bağlanma ve yapraklarını sertleştirmeye gereksinim duymadıkları gibi yapraklarını rahatça yayarlar, kışın çoğu yapraklarını dökerler ve ortalama 1000 m yükseklere kadar çıkabilirler. Defne, yabanî fındık, kestane, ıhlamur, kocayemiş, yabani çilek, ayı üzümü, sandal, menengiç, akçakesme Karadeniz Bölgesi'nde görülen başlıca yalancı çalı türleridir









BOZKIR
Ağaçların yetişmesine imkân vermeyecek kadar kurak iklim bölgelerinde, yağışın yetersiz olduğu bitkilerin ancak gereksinimlerini karşılayacak kadar su içeren, içindeki suyu kaybetmemek için keçe gibi tüylü, dikenli, az yapraklı, yumrulu ot topluluklarına bozkır (step) denir. Bozkırları oluşturan başlıca otlar kekik, kılıç otu, gelincik, çakır dikeni, geven, çoban yastığı sayılabilir.
Bozkırlar ilkbahar mevsiminde, ülkemizde özellikle nisan, mayıs aylarında yağmur sularıyla yeşe-rir. Otluklar, çayırlar çiçek bahçesi görünümü alır. Bu görünüm birkaç hafta olabileceği gibi, 1-2 ay devam edebilir. Yaz mevsiminin gelmesiyle havaların ısınmasına ve yağışın azalmasına paralel topraktaki nem azalır, dolayısıyla otlar sararır, çiçekler kurur, bozlaşır
Ülkemizde en geniş bozkırlar karasal iklimin, kuraklığın hakim olduğu İç Anadolu Bölgesi'nde görülür. İç Anadolu'nun etrafı dağlarla çevrili olduğundan iç kısımlar deniz etkisinden uzaktır. Buralarda yıllık ortalama yağış 250 mm civarında olduğu için bitki örtüsü olarak bozkır yaygındır. Ayrıca denizin nemli etkisini alan iç kesimlerde, yıllık ortalama yağış 400-500 mm arasında değişmesi bozkırların içine ağaçların sokulmasını sağlamıştır.



alıntı




YÜKSEK DAĞ ÇAYIRLARI (Alpinler)
Bu çayırlar, ülkemizde genellikle 1800 m yükseltiden sonra özellikle Kuzey Anadolu Plâtoları'n-da ve Doğu Karadeniz Dağları'ndaki yüksek kesimlerde görülür.
Bu yükseltilerde, sıcaklığın az olduğu yazları kısa, kışların uzun sürdüğü, karla kaplı gün sayısın fazla olduğu iklim koşullarında oldukça yaygın şekilde çayır alanları oluşur. Bu çayırlarda genellikle hayvanlar otlatılır. Ancak yazların kısa sürmesi hay vancılık etkinliklerinin kısa olmasına neden olur Haziran ayında karların erimeye başlamasıyla, bı yükseltilerdeki yaylaklarda bulunan geçici iskanları na hayvanları ile birlikte insanlar gelir. Buna yayla cılık adı verilir. Karadeniz Bölgesi'nde yaylacılık et kindir. Buralarda hayvanlar otlatılır ve otlatılan hay vanların et ve sütlerinden yararlanılır. Sonbahard; karların başlamasıyla insanlar buradan ayrılırlar v< kışı geçirecekleri kışlaklarına geri dönerler.

puzullar - kalıcı karlar
çayır
iğne yapraklı orman
karma orman
geniş yapraklı orman
Deniz


alıntı



Medineweb 05 Ağustos 2012 22:25

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
TÜRKİYE'NİN TOPRAKLARI
Toprak, tarım yapılan veya geniş anlamda ü; tünde tarımsal ekonomik etkinliklerin görüldüğ köklerle kaplı yer kabuğunun birkaç santimlik ku mıdır. İç kuvvetlerin etkisiyle yeryüzüne çıkan t kayanın üzerine hem atmosferik hem de biyoloj etkenlerin etkisi olur. Yüzeye çıkan bu kaya, çeş

li aşamalardan geçerek ayrışır ve değişime uğrar.

Birinci aşamada, fiziksel parçalanmaya uğrayan kayaların içine suların girmesiyle hidratasyon başlar. Daha sonra kimyasal ayrışma, daha sonra karmaşık kimyasal olaylarla tamamen çözülmeye uğrar. Ortaya çıkan bu madde gerçekte toprak değil, ayrışmış yer kabuğu veya mantodur. Buna toprağın ana maddesi denilir. Çeşitli kimyasal maddeler içeren bu ayrışmış inorganik madde üzerinde mikroorganizmaların etkinliği başlar. İkinci aşamada bu madde üzerinde basitten başlayarak gelişmeye başlayan biyolojik yaşam sonucunda çeşitli bitkiler oluşur. Bunların, dal ve yapraklarının toprağa düşmesi, iklim faktörlerinin etkisi ve ayrışma sonucunda toprağın organik maddesi oluşur. Daha sonra bu iki madde çeşitli etkenlerin etkisiyle karışarak toprağı oluşturur.
Ana horizonlar yukarıdan aşağıya doğru A, B , C, D harfleri ile gösterilir. A horizonu daha çok yıkanmayı gösterir. B horizonu ise genellikle birikme horizonu olup demir ve alüminyum oksitlerinin ve kilin biriktiği zondur. C ise çözülmeye uğramış, fakat gerçek toprak haline dönüşememiş ana kayayı gösterir. C horizonunun altında ise çözülmemiş ana kaya yer alır ki buna da D horizonu denir

alıntı

Medineweb 05 Ağustos 2012 22:25

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
TOPRAKLARIN OLUŞUMU
1. iklim Faktörü
Toprak oluşumunda özellikle sıcaklık ve yağış rejimleri gibi iklim elemanları doğrudan etkili olmaktadır. Toprakta periyodik olarak meydana gelen ısınma, soğuma, nemlilik ve kuraklık topraktaki fiziksel, kimyasal ve biyolojik etkinliklerin şiddetlenmesinde veya azalmasında büyük ölçüde etkili olur. Ayrıca sıcaklık ve nemlilik, topraktaki mikroorganizmaların yaşam faaliyetleri ile bitki örtüsünün gelişmesinde de etkili olur.
Ülkemizde çok çeşitli iklim tipleri görülmektedir. Bu da toprakların gelişiminde farklı özellikler görülmesine neden olmaktadır. Örneğin, yağışın fazla ve sıcaklığın da yeterli olduğu Karadeniz Bölge-si'nde, ana kayanın çözülmesi, toprakların yıkanması ve bitki ile diğer canlıların faaliyetleri en üst düzeye ulaşırken, yine bu bölgede olduğu gibi sıcaklığın fazla, yağışın yeterli olduğu Akdeniz ikliminin görüldüğü Akdeniz, Ege bölgeleri ve Güney Marmara kıyılarında toprak oluşumu oldukça fazladır. Karadeniz'in yüksek soğuk nemli kısımlarında yeterli su olmasına rağmen, sıcaklığın az olmasından dolayı organik maddenin ve anakayanın ayrışması yavaşlamakta ve karışım hızlı olmamaktadır. Bu nedenle bu kesimlerde toprak, Karadeniz'in aşağı kesimlerdeki kadar iyi gelişememiştir. Karasal iklimin hakim olduğu İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu gibi iç bölgelerimizde ise yağışların azlığı ve sıcaklığın yetersiz olduğu donlu kışların hüküm sürmesi, yaz kuraklıkları ayrışmayı azaltmaktadır. Bu da buradaki toprakların iyi gelişmesini engellemektedir. Ayrıca, yağışların yetersizliği ve yaz kuraklığı bu bölgelerde genelde bitki örtüsünün cılızlaştırmıştır. Bu bakımdan bu toprakların organik madde yönünden fakir olmasına neden olmuş, dolayısıyla inorganik ve organik maddelerin yeterince ayrışamayıp karışmaması toprakların da gelişiminde olumsuz etmen olmuştur. Buda toprağın humus bakımından fakir bir toprak örtüsüyne neden olmaktadır.

2. Ana Kaya Faktörü
Toprak bilindiği üzere inorganik madde ile organik maddenin ayrışıp karışmasıyla oluşmaktadır. Toprağın inorganik maddesi de kayaların ayrışma-sıyla oluşur. Ana kayanın ayrışması ile birçok mineral açığa çıkmakta, daha sonra bunlar suyla eriyik hale geçerek bitki besin maddesinin esasını oluşturmaktadır. Dolayısıyla ana kayanın içerdiği besin maddeleri bitkilerin yetişmesi ve gelişmesi açısından önem taşır. Oluşan besin maddelerin çeşitliliği ve zenginliği ise kayaların fiziksel ve kimyasal yapıları ile yakından ilgilidir.
Ülkemiz gibi yarıkurak bölgelerde toprağın doku özelliğini anakaya büyük oranda belirler. Örneğin; ülkemiz gibi orta enlemlerin iklim tiplerinin hakim olduğu yarı kurak bölgelerde granitten oluşan topraklar kumlu, orta koyulukta serbest kuvarsın bulunmadığı siyenit, trakit, diorit gibi kayalar orta tekstürlü toprakları oluştururlar. İçinde feldspatlar-ca zengin olan heterojen kayalar ise genellikle killi toprakları verir. Ayrıca kalker ve kalkşist gibi Ca-C03 içeren homojen ve kireç bakımından zengin
kayalar ise ayrıştıklarında kireçli killi ağır bünyeli toprakları verirler.

3. Biyolojik Faktörler
Toprak oluşumunda özellikle organik maddeler açısından biyolojik faktörlerin rolü aşağıdaki dört grupta incelenebilir.
1. Mikro organizmalar
2. Bitki örtüsü
3. Hayvanlar
4. İnsanlar
Mikroorganizmalar grubunu özellikle bakteriler, mantarlar, aktinomeler, algler ve protozoalar oluşturur. Bu tür mikroorganizmalar bulundukları biyolojik etkinliklerle toprağa düşen bitki ve hayvan dokularının ayrışmasını sağlayarak toprak oluşumuna olumlu etki ederler.
Bitki örtüsünün yaprak ve dal gibi artıkları organik maddeyi oluşturur. Ayrıca bitkilerin kök kısımları toprakların alt kısımlarına yayılarak kayaların havalanmasını ve gevşemelerini sağlar. Bu sırada çıkardıkları karbon dioksit ve çeşitli gazlarla toprakların ayrışmasına katkıda bulunurlar. Yurdumuzda özellikle bitki örtüsünün yoğun olduğu Doğu Karadeniz Bölümü'nde bu olay yaygın olarak meydana gelmektedir.
Hayvanlar (solucan, yılan, tavşan vb.) gibi eşi-ci, kemirgen hayvanlar toprak yüzeyinde biriken organik maddeleri parçalarlar ve bunların karışımını kolaylaştırırlar.
İnsanlar toprakların özellikle gelişim sürecinde oldukça etkin role sahiptirler. Tarım, inşaat vb. gibi alanlar açmak için yakılan ormanlar bitki örtüsünün, dolayısıyla organik maddenin yok olmasına neden olmaktadır. Ayrıca açılan bu sahalar savunmasız kaldığından erozyonun buralarda güçlenerek toprağın buralardan taşınması bu sahalardaki toprakların iyice bozulmasını sağlamıştır.

4. Yeryüzü Şekilleri
Toprakların normal olarak gelişebilmeleri, her şeyden önce sahanın yüzey şekilleri ile yakından ilişkilidir. Örneğin; bir alanda, o alanın iklim koşullarına bağlı olarak toprakların oluşması için, topografyanın düz veya az eğimli olması ve topraktan sızan suların alt katlarda birikmeyip sızması gerekir. Ancak sahada eğim fazla ise sular yüzeyden hızlıca akacaklardır. Bu da topraklardaki aşındırmayı arttırarak toprağı yerinden koparıp taşıyacaktır ve buralarda toprakların gelişmesi hem yavaş olacak hem de özellikle üstündeki organik maddeler öncelikle taşındığı için kalan toprak verimsizleşecektir.
Eğimli alanlarda azonal ve intrazonal topraklar daha baskın duruma geçerler. Ayrıca drenajı iyi olmayan sahalarda zeminde yıkanma ve ayrışma olayları geniş ölçüde engellendiğinden toprağı oluşturan katmanlar gelişemediği gibi, yerine göre çoraklaşma meydana gelmektedir. Yükseklik şartlarına bağlı olarak iklim elemanlarından sıcaklık ve yağışta meydana gelen değişimler, küçük alanlar içinde bile çeşitli toprak tiplerinin oluşmasını sağlamaktadır.
Türkiye genellikle dağlık, eğimli sahaların fazla olduğu bir ülkedir. Dolayısıyla bu eğimli sahalarda yukarıda değinildiği gibi toprak örtüsü pek gelişememiştir. Ayrıca erozyon tehdidi de buna eklenince topraklarımızın önemli bir kesiminin başta dağların eğimi fazla olan yamaçlarında verimsiz topraklarır hakim olması kaçınılmazdır. Yalnızca Karadeniz Bölgesi'nde kıyıdaki dağların kuzeye bakan eğimir fazla olduğu yüksek kesimlerdeki yamaçlarında zengin bir bitki örtüsünün olması erozyon tehdidinin azalmasına ve yamaçlardaki toprakların gelişmesine imkan sağlamıştır. Böylece az eğimli sahalardaki topraklar daha iyi gelişmiştir. Akdeniz v« Marmara Bölgesi'nin denize bakan yamaçlarındc da Karadeniz'deki kadar olmasa da buna benze bir durum söz konusudur. Ancak bitki örtüsünün za yıf olduğu İç, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki ik lime bağlı kuraklık ve sellenmeler erozyon tehdidi ni arttırmış, eğimli alanlardaki toprakların verimir azaltmış ve hatta çoraklaştırmıştır.

5. Zaman Faktörü
Bir toprak parçasının ana kaya üzerindeki kal manian 40-50 yıl içinde oluşabilir. Ancak olgun b toprağın oluşumu için binlerce hatta milyonlarc yıllık bir süreç gerekir. Buna paralel, uygun koşular altında birkaç yüzyıllık zamanda toprak oluşumu için yeterli olabilir. Toprakta gençlik, olgunluk ve yaşlılık evreleri vardır. Bir toprağın bu evreleri geçirme süreci alanın iklimine, yüzey şekillerine, ana kayanın özelliğine ve üzerindeki biyolojik etkilerin özelliğine göre bölgeden bölgeye değişiklik gösterebilir.
Özellikle ülkemiz gibi henüz gençlik evresinde olup aşınma ve biriktirme etkinliklerinin çok etkin olduğu yerlerde toprak oluşma süresi oldukça uzundur. Dolayısıyla ülkemizde aşınmaya uğrayan yerlerin çokluğuna paralel gelişmemiş toprakları ve hatta taşlı, çakıllı çorak alanları görmek mümkündür.

Şekil 10 : Toprağın katmanları
Ülkemizdeki toprak oluşum süresine bir örnek verecek olursak, Kula Volkanı'nın yaklaşık 1 milyon yıl önce püskürttüğü bazaltlar üzerinde bugün ancak 40-50 cm kalınlığında bir toprak yer alır. Yaklaşık 10 bin yıl önce püskürttüğü bazaltlar üzerinde ise 2-3 cm'lik toprak yer alır. Bu da yer yer bazaltlarla kesintiye uğrar. Bu durum ülkemizdeki toprak oluşumunda oldukça uzun bir lar altında birkaç yüzyıllık zamanda toprak oluşumu için yeterli olabilir. Toprakta gençlik, olgunluk ve yaşlılık evreleri vardır. Bir toprağın bu evreleri geçirme süreci alanın iklimine, yüzey şekillerine, ana kayanın özelliğine ve üzerindeki biyolojik etkilerin özelliğine göre bölgeden bölgeye değişiklik gösterebilir.

Özellikle ülkemiz gibi henüz gençlik evresinde olup aşınma ve biriktirme etkinliklerinin çok etkin olduğu yerlerde toprak oluşma süresi oldukça uzundur. Dolayısıyla ülkemizde aşınmaya uğrayan yerlerin çokluğuna paralel gelişmemiş toprakları ve hatta taşlı, çakıllı çorak alanları görmek mümkündür.
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

alıntı


Medineweb 05 Ağustos 2012 22:25

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
TOPRAK TİPLERİ
Ülkemizde gerek iklim koşullarının gerekse ana materyalin çok çeşitlilik göstermesinden dolayı pek çok toprak türünü görmek mümkündür. Bu toprakları oluşumlarına göre başlıca iki gruba ayırıp inceleyebiliriz. Yerli topraklar (ana kaya üzerinde oluşmuş topraklar) ve taşınmış topraklar


1. YERLİ (ANA KAYA ÜZERİNDE OLUŞMUŞ)
TOPRAKLAR Bu topraklar adında da anlaşılacağı gibi, oldukları yerde iklim ve zemin özelliklerine göre oluşmuş topraklardır. Ülkemizde oldukça yaygın olan bu toprakların başlıca tipleri şunlardır:

Kahverengi Orman toprakları
Ülkemizde orman örtüsünün yaygın olduğu yerlerde gözlenir. Organik maddenin fazla olmasından dolayı toprağın rengi kahverengileşmiştir. Bu topraklar genellikle 1200-2200 m yükseltiler arasında görülmekle birlikte, lokal olarak Karadeniz ve İç Anadolu bölgelerinde, Güneydoğu Toros-larda, iç Batı Anadolu ve Trakya'da görülmekte-dir.Genelde kil, mikaşist, gnays, kireçtaşı, andezit, fliş, killişist, bu toprakların ana materyalini oluşturur ve bu topraklar yıllık yağış ortalaması 700 mm olduğu, iklimin ılıman olduğu sıcak ve yağışlı sahalarda yayılırlar. Bu toprakların oluşmasında iklim ve ana kayanın yanı sıra eğim de önemli rol oynamaktadır. Bu topraklar genelde eğimin fazla olduğu yerlerde taşınmasına paralel kireçsiz orman toprakları oluşur. Ülkemizde bu topraklar Kuzey Anadolu Dağları ve Yıldız Dağları'nın Karadeniz'e bakan kuzey yamaçlarında yağışların fazla olmasına paralel oldukça yaygındır. Bir de yıkanmanın az olduğu yerlerde kireçli orman toprakları vardır ki, bu topraklarda yıkanmanın azlığı dolayısıyla karbonat ve bazı ele-mentler toprakta birikir. Bunlarda ülkemizde Kuzey Anadolu Dağları'nın güney yamaçlarında Güneydoğu Toroslar'ın kuzey yamaçlarında ve İç Anadolu'da yaygın olarak görülür.

Kahverengi Topraklar
Ülkemizde, yıllık ortalama yağış miktarının 400 mm altında olduğu, yıllık ortalama sıcaklığı 10oC civarında bulunduğu, yarı kurak, ılıman-serin iklim koşullarında görülür. Bunlar fazla kireç içeren, grimsi kahverengi ile kahverengi arasında olan topraklardır. Bu toprakların bitki örtüsü genellikle seyrek, kısa-orta boylu çayırların yayıldığı step alanlar oluşturur. Bu nedenle bu topraklara kahverengi step toprakları da denir. Bu topraklar genel olarak Anadolu'da yaygın olmakla birlikte İç Anadolu Bölgesi'nde, Güneydoğu Anadoluda ve Doğu Anadolu'daki depresyon alanlarında, yaygın olarak görülürler. Bu topraklarda genelde tahıl tarımı yapılmaktadır.

Kireçsiz Kahverengi Topraklar
Yıllık yağış ortalamasının 500-700 mm olduğu ılıman iklim sahalarında yaygın olmakla birlikte ülkemizde İç Anadolu'nun kuzey ve doğu kesiminde, İç Batı Anadolu'da ve en fazla Trakya'da görülmektedir. Yani kahverengi orman topraklarının bulunduğu sahalarda, yağışın biraz fazla olduğu yerlerde gözlenirler. Kireçsiz kahverengi topraklar, granit, silisli şist, andezit kayaları üzerinde gözlenirler. Ana kayanın kireçsiz oluşu, topraklarında genel yapısında etkili olmuştur. Genelde 1000-2000 metreler arasında yer alan bu topraklar üzerindeki bitki örtüsü, yayvan ve iğne yapraklı ağaçlar, çalılıklar ve otlardır. Bu topraklarda tahıl, baklagiller ayçiçeği gibi tarım ürünleri yetiştirilir.

Kırmızı Renkli Akdeniz (Terra Rossa) Toprakları
Ülkemizde bu topraklar, yıllık ortalama sıcaklığı 14oC 'nin üzerinde, yıllık ortalama yağışın 500 mm'nin üstünde seyrettiği, kışların yağışlı ve ılıman, yazların ise sıcak ve kurak olduğu Güney Marmara Bölümü ve Ege kıyılarını içeren Ege Bölümü ve Akdeniz Bölgesi'nde görülür. Bu topraklar genelde kil, kireç taşı konglomera, ****morfik şistler üzerine gelişmiş dahaçok kalker veya kireççe zengin materyalden oluşan kırmızı renkli topraklar dır. Bu topraklar oluşturdukları ana kayaya veyî alanın yapısına göre farklı şekillerde görülebilir. Örneğin, düz veya düze yakın sahalarda kireçli malze me üzerinde gelişen bu topraklar, eğimli alanlarda kireç taşlarının çatlakları boyunca yayılırlar. Ayrıca terra rossalar üzerinde organik madde birikmesi gö rülmektedir. Çünkü yazın kurak olan bölgede orga nik madde ayrışması yeterince olmakta ve bu maddeler hemen inorganik maddeye karışmaktadır. Bı topraklar üzerinde, bitki örtüsü olarak meşe, dişbu dak, çam, keçiboynuzu ve pek çok maki türü ve çayır otları yer almaktadır.

Yüksek Dağ Çayırı Toprakları
Bu topraklar yazların kısa, kışların uzun, kari kaplı gün sayısının fazla olduğu 1800 m'den yükse dağlık kesimlerde görülür. Doğal bitki örtüsü Alpi çayırları olan bu topraklar üzerinde genelde hayva otlatmacılığı yapılır. Üzerlerinde oldukça yaygı olan çayırlar nedeniyle toprakta organik madde bir kimi oldukça fazladır. Ülkemizde genel olarak o man sınırının üst kesiminde görülür. Lokal olarak I gaz, Kaçkar, Allahüekber, Mescit dağlarında bu top raklar yaygın olarak görülür.

Kestane Renkli Topraklar
Ülkemizde yıllık yağış miktarının 400-600 mı aralarında olduğu, yıllık ortalama sıcaklığın 8QC c duğu, ılıman veya serin iklim şartlarının, hakim c duğu genelde kalker, volkanik kayalar Neojen g çökelleri üzerinde oluşan koyu kahverengi ile grir si kahverengi arasında renk alabilen topraklard Bu topraklar Doğu Anadolu'da, İç Anadolu'nun pl toluk alanlarında, İç Batı Anadolu'da görülmekt dir. Bu toprakların üzerinde gelişen doğal bitki c tüsü genelde orta boylu çayırlardan oluşan st< çayırlarıdır. Bu topraklar üzerinde genelde tahıl 1 rımı yapılmaktadır. Yağışın fazla olduğu yerler nadasa gerek yoktur. Kestane renkli toprakla hemen hemen aynı şartlarda oluşan ancak bir daha fazla sıcaklık isteyen, sıcaklığa bağlı olar hafif kırmızı görünüm alan kırmızımsı kestane re gi topraklar da vardır. Ama bunların ülkemizde ) yılış alanı azdır.

Çernozyomlar (Kara Topraklar)
Dünyadaki en verimli toprakları oluşturmaktadırlar. Ülkemizde, yıllık ortalama sıcaklığın 5oC, yağışın ise 600 mm olduğu killi ve bazaltlardan oluşan sahalar üzerinde oldukça yaygındır. Bu topraklar, özellikler Erzurum-Kars Plâtosu'nda ortalama 1900 m'lerde yayılmıştır. Organik madde birikiminin yoğun olduğu bu topraklarının doğal bitki örtüsü uzun boylu çayırlarıdır. Ancak bu yükseltide sıcaklığın az oluşu, yazın kısa sürmesi tahıl üretiminde verimli kılmamaktadır. Dolayısıyla buralarda uzun boylu otların oldukça yaygın olması bu toprakların hayvan otlatmacılığı için elverişli kılmaktadır.

Rendzina
Bu topraklar genel olarak, ılıman, ve yağışlı iklim şartları altında kalker, marn, killi kireç taşı ana materyalinden, orta ve çok eğimli sahalarda oluşmuşlardır. Ülkemizde Trakya, Marmara'nın güneyi, Toroslarda, İç Anadolu, Ege ve Doğu Anadolu'da yaygın olarak görülmektedir. Kil ve organik maddenin karışmasından dolayı koyu renkli olan rend-zinalar, yüzeysel topraklar olup, oluşumlarında kalsifikasyon etkili olmuştur. Bu topraklar üzerindeki doğal bitki örtüsü çayırlar, bodur çalılar ve fundalıklardır. Ayrıca bu topraklarda tahıl, ayçiçeği ve baklagiller gibi yoğun tarım faaliyeti yapılmaktadır. Rendzinalar toprak yapıları nedeniyle erozyon etkisini fazlaca yaşayan topraklardandır.

Podzolik Topraklar
Yıllık yağış miktarı 1000 mm'nin üstünde olduğu yıllık sıcaklık ortalamasının 7°C'nin altında olduğu, soğuk ve serin iklim koşullarında görülen topraklardır. Bu topraklar, yağışın fazlalığı dolayısıyla fazla yıkanmış ve asitik özellik kazanmıştır. Genelde gri-kahverengi ve kırmızı renginde görülen bu topraklar ülkemizde Karadeniz Bölgesi'nde dağların yüksek kesimlerinde, Uludağ'da ve Akdeniz Bölgesi'nde görülmektedir. Sıcaklığın az olmasından dolayı ayrışma azdır. Bu nedenle organik madde birikimi fazladır. Bu topraklarda sebze, meyve, fındık, tütün, mısır, pamuk, üzüm yetiştirilmektedir. Doğal bitki örtüsü geniş ve iğne yapraklı ağaçları ile fundalıklardır.

Gri Çöl Toprakları (Sierozem)
Ülkemizde yarıkurak bölgelerde, yıllık ortalama yağışın 250 mm olduğu iklim koşullarının hüküm sürdüğü yerlerde görülür. Genelde düz ve az eğimli sahalarda, kireçli alüvyal malzeme, kalker ve kalker kabuk (kaliş) üzerinde oluşan kalsiyum karbonat bakımından zengin, organik madde bakımından fakir, açık renkli topraklardır. Bu topraklar, ülkemizde özellikle Orta Anadolu'nun güneyinde, Konya Ovası'nın doğu kesiminde bulunmaktadır. Doğal bitki örtüsü, çöl tipi çalı ve otsu bitkileridir. Sulama yapıldığı yerlerde, genelde üzerinde tahıl tarımı yapılmaktadır.

Vertisol (Gromusol)
Bu topraklar koyu renkli, killi, çokça kireç içeren, yaz kuraklığında ortalama 4 cm genişliğinde, 1 m uzunluğunda çatlayan, yağışların bol olduğu kış aylarında suya doyunca şişen topraklardır. Bu şişme neticesinde hafif engebeli bir alan oluşabilir. Bu topraklar daha çok yıllık ortalama yağışın 600 mm olduğu, sıcak-ılıman iklim şartlarında yazların kurak ve sıcak geçtiği iklim koşullarında görülür. Genelde düz ve az-orta eğimli arazilerde yer alan bu toprakların ana materyalini genelde kireçli kil, marn, şist, kalker oluşturur. Verimli olan bu topraklarda daha çok tahıl ve ayçiçeği tarımı yapılırken bu toprağın doğal bitki örtüsünü meşe, çalılar, bodur ağaçlar ve çayır otları oluşturur. Ülkemizde genel olarak Trakya, Ergene Havzası, Marmara Böl-gesi'nin güneyinde görülürler. Ayrıca Muş Ovası, Çukurova, Konya Havzasında, Bafra Ovası'nın güneyindeki yüksek kesimlerde, Ceyhan Ovasında vertisol topraklar bulunur.

Çorak (Halomorfik) Topraklar
Bu topraklar yağışın az, buharlaşmanın fazla olduğu kapalı havzalarda, taban arazilerde, deniz suyunun etkisindeki delta sahalarında görülmektedir. Yüksek oranda çözünebilir tuz ve sodyum içeren bu toprakların, doğal bitki örtüsü oldukça cılız, tuzlara dayanabilen çorakçıl otlar ve çalılardır. Bu topraklar doğal olarak oluşabilecekleri gibi aşırı sulanan alanlarda oluşabilirler ve içlerindeki tuz ve sodyum oranlarına ve reaksiyon değerlerine göre üç gruba ayrılırlar:
1. Tuzlu topraklar
2. Alkali (Sodik) topraklar
3. Tuzlu-alkali topraklar
Çorak topraklar ülkemizde genel olarak Konya Havza'sında, Tuz Gölü'nün güneyinde, Erzurum Ovası'nın bazı kesimlerinde görülmektedir. İçindeki tuz ve sodyumun fazlalığı dolayısıyla tarımsal etkinliğe uygun değildir.

2. TAŞINMIŞ TOPRAKLAR
Bu topraklar, eğimli ve bitki örtüsünün zayıf olduğu alanlarda anakayadan kopartılan malzemenin dış etmenlerle taşınıp bir yerde biriktirmesi ile oluşan topraklardır. Bu toprak tipleri şunlardır:

Alüvyal Topraklar
Alüvyal topraklar, akarsuların geçtiği yerlerde yataklarından aşındırdıkları malzemeleri, eğimin azaldığı yerde taşıma gücünün azalması ile yayarak biriktirmesi sonucunda oluşan genç topraklardır. Bu topraklar genel olarak, birikinti koni ve yelpazeleri üzerinde, taşkın sahalarında, eski akarsu yataklarında, dağların arasındaki alüvyal topraklarda görülebilir. Bu toprakların yapısını, aşındırıp kopardıkları alanın materyali belirler. Örneğin; ana materyal kireçli ise alüvyon kireçli, ana materyal killi ise alüvyon da killi olur. Aynı şekilde ana materyal koyu renkli ise alüvyon koyu renkli olur. Akdeniz Bölgesi'nde kireç taşları üzerindeki akarsuların alüvyonları, hem kireçli hem de kırmızı renktedir. Alüvyonlar, çeşitli iklim koşulu altında gözlenebilir. Örneğin; bu topraklar Karadeniz kıyılarında Sakarya, Bafra, Çarşamba, Ege'de; Bakırçay, Gediz, Küçük ve Büyük Menderes, Akdeniz'de; Çukurova, Asi, Göksu, Köyceğiz, Seyhan ve Ceyhan delta ovalarında yaygın olarak görünürler. İç kesimlerde ise Erzurum, Harran, Erbaa-Niksar, Muş, Erzincan, Konya, Düzce ovalarında görülmektedir. Bu topraklar, içlerinde pek çok yararlı elementleri içerirler. Bu nedenle bunlar ülkemizin en verimli topraklarıdır. Sulu ve kuru tarımın yaygın olarak yapıldığı topraklarda genelde tahıl, sebze, meyve ve çapa bitkileri yetiştirilir. Alüvyonların doğal bitki örtüsü ise iklim koşullarına göre orman, çalı, çayır olabilir.

Kolüvyal Topraklar
Dağların yamaçlarında, gerek yağmur sularının etkisiyle taşınan, gerekse yerçekimi etkisiyle kopan malzemeler yamaçların eteklerinde toplanır. Bu malzemeye genel olarak yamaç deposu, bunun üstündeki toprağa da kolüvyal toprak ya da yamaç toprağı denir. Bu depolarda, çeşitli boyuttaki çakıllar, kum ve toprak yer almaktadır. Yamaçlar da aşındırmanın şiddetli olduğu dönemlerde iri unsurlu malzemeler, aşındırmanın az olduğu dönemlerde ince unsurlu malzemeler dikkat çeker. Yamaçtaki aşınma devam ettiği sürece deponun yüzeyindeki malzeme birikimi süreceğinden depc üzerindeki toprak olgunlaşma olanağı bulamaz Ancak aşınmanın durduğu veya azaldığı dönemlerde depo üzerindeki toprak gelişmeye başlar. Ör neğin; buna benzer toprak tipleri Bozdağların etek lerinde, Kuzey Anadolu Dağları'nın güneyinde, To ros dağlarında görmek mümkündür. Bu toprakla genelde çakıllı olup, tarımsal etkinlik için uygun dur. Üzerinde orman, üzüm ve meyve bahçeleri ol dukça yaygındır. Torosların eteklerinde yamaç top raklarında yetiştirilen turunçgiller, Ege'deki gra benlerin kenarında yetiştirilen zeytin, incir, tütün bı topraklar üzerinde yapılan tarımsal etkinliklerin en güzel örnekleridir.

Medineweb 05 Ağustos 2012 22:26

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]




1.Türkiye'nin Nüfusu
2. Türkiye'de Yerleşme
3. Türkiye'de Tarım
4. Türkiye'de Hayvancılık
5. Türkiye'de Ormancılık
6. Türkiye'nin Madenleri
7. Türkiye'nin Enerji Kaynakları
8. Türkiye'de Sanayi
9. Türkiye'de Ulaşım
10. Türkiye'de Turizm
11. Türkiye'nin Ticareti
12. Türkiye'nin Çevre Sorunları

alıntı

Medineweb 05 Ağustos 2012 22:26

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
TÜRKİYE'NİN NÜFUSU
Ülkelerin siyasî, askerî ve ekonomik gücü insaı unsuruna bağlıdır. Ülkelerin nüfusu belirli periyol larla yapılan nüfus sayımları ile belirlenir. Nüfu sayımı, bir ülkede belirli bir günde yaşayan insar ların sayılmasıdır.
Genel nüfus sayımları ülkemizdeki insan sayu ile belirlenir. Nüfus sayımı ülkemizde Devlet iste tistik Enstitüsü (DİE) tarafından yapılır.
Türkiye'de ilk nüfus sayımı, Cumhuriyetimizi kuruluşundan 4 yıl sonra 1927 yılınd (28.10.1927) yapılmıştır. İkinci nüfus sayımı is bundan 8 yıl sonra 1935'te yapılmıştır. Bu tarihte itibaren 1990'a kadar ülkemizde her beş yılda b nüfus sayımı yapılmıştır.yAncak 1990'dan sont
alınan bir kararla her on yılda bir yapılmasına karar verilmiş, son nüfus sayımı 2000 yılında yapılmıştır (Tablo 3). 73 yıl içinde ülkemizin nüfusu ve km^ye düşen nüfus yoğunluğu yaklaşık 5 kat artmıştır. Nüfus artış hızımız 1935-1940 ve 1940-1945 yılları arasında savaş yılları dolayısıyla erkek nüfusun askerde bulunuşu nedeniyle en azdır. 1945-1950 yıllarında nüfus artış hızı tekrardan hızlanmıştır. Bunun nedenleri arasında II. Dünya Sa-vaşı'nın etkilerinin azalması ve son bulması, tıptaki yeni buluşlar ve sağlık hizmetlerinin ülkemizde artması, yaşam koşullarının iyileşmesi ve Balkan göçmenlerinin ülkemize gelip yerleşmeleri sayılabilir. 1950-1955'den sonra ülkemiz nüfusunda patlama olmuş, doğumlar artmış, insan ömrünün uzaması ile ölümler azalmıştır. 1970-1975 yıllarında arasında bir azalma görülür. Bunun nedenleri arasında eğitim, aile plânlaması, şehirleşme, dış göçlerde artış, kadının kent yaşamında iş yaşamına katılarak ailede söz sahibi olması ve ailenin bakabileceği ve yeterli çocuk sahibi olma arzusu ile bu konuda kadının da söz sahibi olmasıdır. 1980-1985 yılları arasında nüfus artış oranında bir artış bulunur. Ancak daha sonra gerek 1985-1990, gerekse 1990-2000 arasındaki yıllarda artış oranı azalarak sürer.






Sayım Yılı





1927



1935


1940


1845


1950


1955


1960


1965


1970


1975


1980


1985


1990


2000



Nüfusu




13 648 270




16 158 018




17 820 950





18 790 174




20 947 188




24 064 763





27 754 820





31 391 421





35 605 176



40 347 719






44 736 957




51 664 458




56 473 035



67 853 315



Artış oranı (binde)
-





21.10




19.59




10.59




21.73




27.75




28.53




24.62




25.29




25.00




20.65



24.88



21.71




18.35



Nüfus yoğunluğu
(km2ye düşen kişi sayısı)




18





21



23






24






27



31




36






41






46






52




58




66






73






88




Tablo 3: 1927-2000 döneminde Türkiye'de nüfusun değişimi
Hızlı nüfus artışının ülkemizde oluşturduğu bazı sorunlar arasında; kentlere göç, konut sorunu, işsizlik, gecekondulaşma, kalkınma hızının azalması, alt yapı hizmetlerinin aksaması, trafik sorunu, beslenme sorunu, çevre sorunları, iç ve dış göçlerin çoğalması sayılabilir.
Nüfus yoğunluğu ülkemizin her yerinde aynı değildir. Türkiye'de nüfusun dağılışını etkileyen faktörler ise, her yerde toprağın tarıma elverişli olmaması, yerşekillerinin farklılık sunması, farklı morfokli-matik alanların varlığı, su kaynaklarının zenginliği ya da yer bakımından fakirlik ve buna dayalı kuraklığın varlığı, yer altı zenginliklerinin varlığı, bitki örtüsünün farklı özellikler sunması, iç ve dış göçlerin artışı, turizmin gelirlerinin artışı ve bölgelere göre coğrafi konumun farklılıklar sunmasıdır.
2000 yılında yapılan son nüfus sayımına göre; nüfus artış hızı ve nüfus yoğunluğu en fazla olan bölgemiz Marmara Bölgesi'dir. Bunun nedenleri arasında İstanbul, Bursa, İzmit gibi büyük kentlerin bölgedeki varlığı, sanayinin ağırlıklı olarak bu bölgemizde toplanması, üniversitelerin çoğunlukla burada yer almasıdır. Buna karşın nüfus artış hızının en az olduğu bölgemiz fazla göç vermesi nedeniyle Karadeniz Bölgesi'dir. Nüfus yoğunluğu en az olan bölgemiz ise iklim ve yeryüzü şekillerinin olumsuz yansımalarına dayalı olarak Doğu Anadolu Bölgesi'dir (Tablo 4).



Nüfus Artış Hızı



(binde)




Nüfus Yoğunluğu





Marmara Bölgesi



26.63



236



Güneydoğu Anadolu Bölgesi



24.86



96



Akdeniz Bölgesi



21.56



66



Ege Bölgesi



16.42



89



İç Anadolu Bölgesi



16.02



64



Doğu Anadolu Bölgesi



13.84



36



Karadeniz Bölgesi



3.65



58




Tablo 4: Bölgelerimize göre yıllık nüfus artış hızı ve nüfus yoğunluğu (2000)



alıntı

Medineweb 05 Ağustos 2012 22:26

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
TÜRKİYE'DE YERLEŞME
Anadolu'da eski yerleşmeler günümüzden 11 000-12 000 yıl öncesine tarihlenmektedir.
Bunda ılıman iklim, zengin bitki örtüsü ve su kaynakları, coğrafî konum, çeşitli toprak tiplerinin varlığı, geniş kumsallar ile koy, körfez ve kıyıların varlığı etkili olmuştur. Paleolitik devrinde ilk yerleşmeler Kara-in (Antalya), Yarımburgaz (Küçük Çekmece) gibi mağaralarda olmuştur. Neolitik'te Anadolu'da yerleşik yaşamın ve buna dayalı olarak tarımın başladığı da görülür. Anadolu Lidyalılar, Hititler, Yunanlılar, Romalılar, Persler, Selçuklular, Osmanlıların yerleşim alanı olmuştur. Bu medeniyetlerin çeşitli kalıntıları halen varlık ve izlerini sürdürürler.
Bir yerin köy ya da kent olmasında etkili olan faktörler; o yerin nüfusu, konut sayısı, yönetim yapısı, tarım, sanayi, ticaret gibi ekonomik etkinlik ve belirgin bir iş bölümünün yapılmasıdır.
Bir yerleşim merkezinin gelişmesinde; eğitim ve sağlık hizmetleri, yer altı kaynakları, yönetim yapısı, turizm, tarım, ulaşım, ticaret etkili olan faktörlerdir.
Türkiye'de yerleşmeler kırsal ve kentsel yerleşmeler olarak ikiye ayrılır. Bu yerleşme birimlerini birbirinden ayıran önemli farklar nüfus, geçim kaynakları ve iş bölümüdür.


Kırsal yerleşmeler: Kır yerleşmelerinde nüfus, geçimini tarımsal ve hayvansal ürünlerden sağlar. Hayat tarzı olarak konargöçerlik ve yaylacılık gibi yarı yerleşik biçim ile beraber sürekli yerleşik yaşam daha etkindir. Kırsal yerleşmeler; suyun az olduğu alanlarda toplanmadan dolayı İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde görülen toplu yerleşme şeklinde olduğu gibi, suyun ve eğimin fazla olduğu Karadeniz Bölgesi'nde dağınık yerleşmeler olarak görülür.
Köy altı yerleşmeleri (çiftlik, mezra, kom, divan, yayla, oba), köyler, beldeler, ilçeler kırsal yerleşme çeşitlerini oluştururlar.
Köy, nüfusu 2000'den az olan yerlerdir. Mahallelerin gelişmiş olduğu sosyo-ekonomik yerleşim birimleridir. 1927'de ülkemizde köylerde yaşayanların sayısı 10.3 milyon ve nüfusun %75'i iken, 2000 nüfus sayımına göre köylerde yaşayanların sayısı 23.7 milyon ve nüfusun %35'i olmuştur
Ekonomik etkinliklerine göre ülkemizde; tarımla uğraşan köyler, hayvancılıkla uğraşan köyler, sebze, meyve ve sanayi bitkileri yetiştiren köyler, orman köyleri, balıkçı köyleri, el sanatları ve imalat faaliyetleri ile uğraşan köyler bulunur.
Köyler coğrafi konuma göre; ova köyleri, tepe ve yamaç köyleri, orman kenarı ya da orman içi köyleri olmak üzere farklılık da gösterirler.


Kentsel yerleşmeler (şehirler): Kentler, köylere göre on binlerce nüfusu barındırır ve iş kolları çok çeşitlidir. Kentlerdeki yaşam standardı köylere göre çok yüksektir. Kentler nüfus yapılarına göre beşe ayrılır (2000 yılı nüfus sayımına göre örnek-lendirilmiştir):
*Çok küçük kentler (kasaba) (nüfusu 10 000-25 000 arasında olan yerler: Şile, Hereke...)
*Küçük kentler (nüfusu 25 001-50 000 arası olan yerler: Bayburt, Bartın, Ardahan...)
*Orta boyutlu kentler (nüfusu 50 001-100 000 arasında olan yerler: Kilis, Tunceli, Yalova, Gümüşhane, Artvin...)
*Büyük kentler (nüfusu 100 001-500 000 arasında olan yerler: Tokat, Kütahya, Zonguldak, Elâzığ, Erzincan...)
*Çok büyük kentler ya da metropolitan kentler (Nüfusu 500 001'den fazla yerler: İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Konya, Gazi Antep, Mersin, Samsun, Erzurum...)
Ülkemizde kentler, nüfuslarının yanı sıra fonksiyonlarına göre tarım, ticaret, liman, askerî, üniversite, turizm, idarî ve sanayi kentleri olarak da ayrılabilir.
Türkiye'de meskenler dört ayrı tipte görülür: Bunlar ormanların bol bulunduğu Karadeniz Bölgesi'nde ahşap meskenler, İç, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde ormandan ve ev yapımı için elverişli taşların varlığından uzak olduğu için kerpiç meskenler, yörede mevcut olan taşlara göre örneğin Akdeniz Bölgesi'nde kalkerlerden, Ege Bölgesi'nde şistlerden, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde bazaltlardan yapılma taş meskenler ve mimarî bir plan dahilinde betonun içine demirin konulmasıyla çok katlı binalar biçiminde yapılan betonarme meskenlerdir.

Medineweb 05 Ağustos 2012 22:27

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
TÜRKİYE'DE TARIM
Ülkemiz Tarımının Genel özellikleri

Ülkemiz 1980'li yılların başlarına kadar bir tarım ülkesiydi. Ancak bu tarihten sonra tarım dışındaki diğer etkinliklerden, özellikle sanayi ve hizmet faaliyetleri ön plâna geçmiştir. Buna rağmen halen çalışan nüfusun yarısından fazlası tarımla uğraşmaktadır. Bunun yanı sıra tarıma ayrılan toprakların dağılışında az da olsa önemli gelişmeler olmuştur. Verimli tarım arazileri ve alüvyal taban toprakları, sanayi ve yeni yerleşmelerin istilâsına uğrarken, tarıma uygun olmayan alanlardan meralar ve orman olması gereken alanlar tarıma açılmıştır.
İklim (yağış miktarı ve sıcaklık), yükselti ve denizden uzaklık gibi coğrafî faktörlerin yanı sıra Türkiye'de tarım; toprak cinsi, toprağın işlenmesi ve bakımı, sulama, gübreleme, tohum kalitesi ve ıslahı, makineleşme, tarımı destekleyen kuruluşlar, ulaşım ve pazarlama gibi bazı faktörlerin de etkisindedir.

Tarımsal alanların dağılışı
Dağlık, arızalı ve eğimli bir özellik sunan ülkemiz arazisinin arazi kullanma kabiliyet sınıflarına göre %34,6'sı tarıma elverişli araziler (I, II, III, IV. Sınıf araziler), geriye kalan %65,4'ü tarıma elverişli olmayan araziler (V, VI, VII, VIII. Sınıf arazilerden meydana gelir. Tarıma uygun olan I. ve II. sınıf araziler genellikle sorunsuz ve her çeşit ürünün ekilip, dikilmesine ve yetişmesine elverişlidir. Ülke arazisinin %15,3'ünü oluşturur. III ve IV. sınıf araziler ise, taşlık, eğim, erozyon gibi problemleri olan ancak sürekli olarak bazı toprak koruma ve ıslah önlemleri ile tarıma elverişli olan arazilerdir. Ülke arazisinin %19,3'ünü oluşturur. Tarıma uygun olmayan arazilerden V. sınıf araziler taşkına da uğra-yabilen ancak meyve bahçesi olarak tarıma ayrılan alanlardır. %0,2 ile ülke arazisinde en az yer kaplayan arazileridir. VI. sınıf araziler genellikle mera ve otlak olarak kullanılmaya elverişli arazilerdir (%13.4). VII. sınıf araziler çoğu kez orman arazileri ya da orman kapsamında bulunan arazilerdir (%47.6). VIII. sınıf araziler ise, ülke arazisinin %4,2'sini oluşturulan tarımsal değeri olmayan bataklık, kayalık, tuzlu alanları ifade eden işe yaramayan arazilerdir

Tarımsal alanların coğrafî dağılışı
Ülkemizde kuru tarım İç ve Güneydoğu Anadolu ile Trakya'da yaygındır. İç ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri ülkemizin tahıl ambarıdır. Belli başlı tarım arazilerini, Doğu Anadolu'da Malazgirt, Ağrı, İğdır, Muş, Erzurum, Erzincan, Elâzığ, Malatya ovaları; Akdeniz Bölgesi'nde Antalya ve Çukurova; Ege Bölgesi'nde Bakırçay, Gediz, Küçük Menderes ve Büyük Menderes ovaları; Marmara'da Erge-ne'nin yanısıra Güney Marmara Bölümü'ndeki Gönen, Karacabey, Bursa, İnegöl ovaları; Karadeniz Bölgesi'nde Bafra, Çarşamba delta ovaları ile Kızılırmak, Yeşilırmak, Sakarya gibi büyük akarsuların geniş taban arazilerinde ve Suşehri, Tokat, Erbaa, Niksar, Merzifon, Tosya ovaları oluşturur.

Başlıca Tarımsal Ürünlerimiz:
1. Tahıllar: 1950'li yıllarda Türkiye'de ekili-diki-li arazilerin %80'ninde tahıl tarımı yapılmakta idi. Son yıllarda tarımın ana karakteri değişmemekle beraber, tarım alanlarının sanayi alanlarına dönüşmesi ile bazı değişmeler yaşanmaktadır. Belli başlı tahıl ürünlerimiz arasında buğday, arpa, mısır, pirinç; ayrıca çavdar, yulaf, darı üretimi sayılabilir.
Buğday: Çimlenme döneminde yağış, olgunlaşma ve hasatta sıcaklık ve kuraklık ister. Halkın temel besin maddesi olan ekmeğin hammaddesini oluşturan buğday, ülkemizdeki tahıl arazilerinin %70'ini oluşturur. Doğu Karadeniz Bölümü'nde yazların yağışlı geçmesi ve Kuzeydoğu Anadolu'da sıcaklığın çok düşük olduğu yüksek alanlar dışında kalan ovalarda buğday yetişir. Özellikle Orta Anadolu'da ekilir. Bunun nedenleri arasında buğdayın bozkır (step) alanlarındaki iklim koşullarında yetişmesinin uygun olmasıdır. İlkbahar mevsiminin yağışlı olması gerekir. Bu mevsim kurak geçerse, buğday üretimi düşer. Türkiye, dünya buğday üretiminde Rusya, ABD, Kanada, Hindistan ve Fransa'dan sonra altıncı sıradadır.
Arpa: Buğdaya göre daha soğuk ve kurak koşullarda yetişir. Buğdaydan sonra en çok üretilen tahıldır. Ülkemizde Doğu Karadeniz Bölümü dışında, özellikle İç Anadolu Bölgesi'nde yetişir. Bira sanayinin ham maddesidir. Ayrıca hayvan yemi ola-rakta kullanılır.
Mısır: ilkbahar ve yaz mevsiminin yağışlı ve toprağın yeterince nemli olması nedeniyle Karadeniz kıyılarında mısır tarımı doğal olarak yetişebilir. Yaz sıcaklıklarının yüksek olduğu Akdeniz Bölge-si'nin sulanabilen kesimlerinde de mısır yetişir. Yıllık 3 milyon ton civarında mısır üretiminin %50'sini Akdeniz bölgesi karşılakmaktadır.
Çeltik (pirinç): Sürekli su ve yaz sıcaklığı isteyen çeltik, ülkemizde 1000 m'nin altındaki akarsu boyu ovalarında yetişir. Kızılırmak'ın kollarından Devrez ve Gökırmak vadileri boyunca, Bafra ve Çarşamba ovalarında özellikle Terme-Çarşamba arasında, Çoruh vadisinde, Sakarya vadisi boyunca, Amik ovası ile Meriç deltası (Enez'de) ve taşkın vadisi boyuna pirinç tarlaları görülür. Yıllık üretim 200.000 tondur. Marmara toplam pirinç üretiminin yarıdan fazlasını karşılar.

2. Baklagiller: Baklagillerden fasulye, nohut,
mercimek ülkemizde yetiştirilir.
Fasulye: Ülkemizin temel besinlerinden birisidir. Yüksekliği 1200 m'yi aşmayan ve yaz mevsiminde sulanabilen kıyı ovalarımızda yetiştirilir.
Nohut ve Mercimek: Genel olarak İç ve Güneydoğu Anadolu'da yetiştirilir. Şanlı Urfa mercimek üretimi bakımından önde gelen illerimizden-dir. Üretilen nohut ve mercimek ancak ülke gereksinimini karşılar. Yeşil mercimekte iç anadolu, kırmızı mercimekte G. D. Anadolu ilk sırada gelmektedir.

3. Sebze ve meyveler: Uygun iklim koşulları ve farklı yeryüzü şekilleri nedeniyle ülkemizde çok çeşitli sebze ve meyve üretilir. Özellikle son yıllarda
sebze üretiminde Akdeniz Bölge'sinde belirgin bir
gelişme söz konusudur. Meyvelerimiz arasında ise,
Bursa'nın şeftalisi, Malatya'nın kayısısı, İzmit (Yarımca), İzmir (Kemalpaşa), İsparta (Senirkent-Uluborlu) kirazı, Ankara'nın armudu, Anamur'un muzu,Amasya'nın elması yurt içinde olduğu kadar yurt
dışında da pazar bulmaktadır. Ülkemizde seracılığın da gelişmesi ile her çeşit sebzeyi her mevsim
bulmak mümkün olmaktadır.

Turunçgiller: Mandalina, portakal, limon ve greyfurt ülkemizde en çok üretilenleridir. Kışların ılıman, yazların ise sıcak geçtiği ve sulamanın yeterli olduğu arazilerde yetişir. Akdeniz Bölgesi'nde Antalya, Mersin, Adana ve Hatay, Ege'de İzmir, Muğla ve Aydın illeri ile Doğu Karadeniz'de kısmen Rize çevresi başlıca üretim alanlarıdır.
Fındık: Ana vatanı Türkiye'dir. Kıyıdan 60 km içerilere, 700-750 m yükseltilere kadar çıkan ve yıllık ortalama yağışın 1000-2000 mm olduğu sahalarda yetişen fındık, Karadeniz Bölgesi'nde kıyı şeridinde dar bir alanda yetişir. Üretimin %75'ini ihraç ettiğimiz bu ürünün, %80'i Karadeniz, %20'i Marmara Bölgesi'nde yetişir. Türkiye, dünya fındık üretiminin %80'ini sağlar. Türkiye'yi italya ve ispanya izler.
incir: Akdeniz ve Ege bölgelerimizde kıyıya yakın kesimlerde yetişen incir, soğuk ve dondan etkilenir. Ege Bölgesi'nde Aydın çevresinde yetiştiriler incir, ülkemiz üretiminin 2/3'ü kadar olup bu üretimle dünyada ilk sırayı alır ve bir tekel durumundadır.
Üzüm ve bağcılık: Türkiye'nin önemli bir tarımsal potansiyeli de bağcılıktır. Soğuğa dayanıkl olan bağlar, dikili alanlarımızın %17'sini oluşturur Hemen her bölgemizde yetişmekle birlikte, ekono mik olarak bağcılık en yaygın Ege Bölgesi'nde ya pıtır. Bu bölgede yetişen çekirdeksiz üzümler dün yaca ünlüdür. Aydın, Denizli, Manisa, İzmir, Muğlc bağcılığın en fazla görüldüğü illerdir. Ege Bölge sinden sonra, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde özellikle Gazi Antep, Mardin, Diyarbakır ve Adıya man illerinde yetiştirilir. İç Anadolu, Akdeniz, Mar mara bölgeleri onları izler. Üzümler, hem yaş hen de kuru olarak tüketilir. Kuru üzüm üretiminde dün yada ilk sırayı ülkemiz alır. İç Anadolu'da Ürgüp Nevşehir üzümlerinin bir bölümü ise şarap üreti minde kullanılır.

4. Sanayi Bitkileri
Pamuk: Tekstil sanayinin ham maddesi ola pamuk yazı sıcak ve kurak, ekildikten sonra sulc manın yapıldığı ovalarda yetiştirilir. Akdeniz v Ege bölgelerinin sulanabilen alüvyal ovalarında uygun yetişme ortamı bulmuştur. Güneydoğu Anadolu Bölgesi ile Güney Marmara Bölümü'nde de yetişir. Pamuk üretiminde ülkemiz dünyada 5. sıradadır.

Şeker pancarı: 1926'da Uşak ve Alpullu fabrikalarında şeker üretiminin başlaması ve bu fabrikaların artışıyla ülkedeki şeker pancarı üretimi de tüm ülkeye yayılmıştır. Yetişme alanı deniz seviyesinden itibaren ve 1900 m'lere kadar ulaşabilir. Doğal yetişme ortamında iklim nemli ve ılımandır. Ülkemiz ekili-dikili alanlarının %2'sinde şeker pancarı yetiştirilir.

Tütün: Önemli ihraç ürünlerimizden biri olan ve ekim alanları devlet denetiminde olan tütün deniz seviyesinden başlayarak, Doğu Anadolu'da 1500 m'lere kadar yetişebilir. Karadeniz Bölgesi'nde Bafra ve Çarşamba ovalarında, Karadeniz gerisinde Erbaa-Niksar ve Taşova çevrelerinde, Güney Marmara ovalarında, Trakya'da, Ege Bölgesinde özellikle Akhisar ve Bakırçay ovalarında, Doğu Anadolu Bölgesi'nde ise, Muş, Bitlis, Malatya ve Elazığ illeri önemli tütün alanlarıdır. Türkiye tütün üretiminde dünyada 5. sıradadır. Tütün üretiminde en fazla yetiştiren bölgemiz Ege bölgesidir. (% 59'u)

Ayçiçeği: Sıvı yağ tüketimi bakımından ayçiçeği tohumlarından elde edilen yağ, önemli bir besin maddesidir. Sıcağı ve nemi sever, çapa ve bakım ister. En çok Marmara Bölgesi'nde özellikle de Trakya'da Edirne, Tekirdağ illerinde yetiştirilir. Bu yöre, ülke üretiminin 3/4'üne karşılık gelir. Ayrıca Akdeniz, Ege ve Batı Karadeniz'deki alüvyal ovalarda da yetişir.

Çay: Yetişmesi için bol yağış ve sıcaklık ister. Kışların ılıman geçmesi de önemlidir. Yıllık ortalama yağışın 1600-2400 mm arasında olması çayın uygun yetişme ortamıdır. Çay bahçelerinin yükseltisi en çok 600-700 m'lere kadar çıkabilir. Doğal ekim alanı Doğu Karadeniz Bölümü sahilimizde Giresun'dan Gürcistan sınırına kadar olan saha-dır.1940'larda ülkemize Kafkasya'dan getirilmiştir. En fazla Rize'de yetişir. Üretimin %80'i bu ilden karşılanır. Birçok ülkeye ihraç edilir.

Zeytin: Akdeniz ikliminin önemli ağaçlarından biri olan zeytin, ülkemizde çok geniş yayılış alanına sahiptir. Yıllık ortalama yağışın 1000-1200 mm, yıllık sıcaklık ortalamasının 15-20°C olduğu alanlarda ve 800 m'yi aşmayan yükseltilerde yetişir. Sıcaklığın 0°C'nin altına düşmesi ile zeytin ağaçları zarar görür. Trabzon-Samsun arasındaki Doğu Karadeniz kıyılarımızda, Artvin-Yusufeli arasında Çoruh vadisinde, Güney Marmara kıyı ovalarımızdan başlamak üzere Ege ve Akdeniz sahillerini izleyerek İskenderun Körfezine kadar olan arazilerde zeytin yetiştirilir. Sofralık zeytin, zeytinyağı ve sabun üretiminde kullanılır. Zeytin üretiminde ülkemiz dünyada dördüncü sıradadır.


alıntı

Medineweb 05 Ağustos 2012 22:27

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
TÜRKİYE'DE HAYVANCILIK
Yüksek hayvancılık potansiyeline sahip olan ülkemizin ekonomisi 1980'li yıllara kadar tarım ve hayvancılığa dayanmaktaydı. Ülkemizde iklim koşullarına bağlı olarak yapılan hayvancılığa mera hayvancılığı (ekstansif hayvancılık), modern yöntemlerle yapılan hayvancılığa da ahır ya da besi hayvancılığı (intansif hayvancılık) denir. İklim ve yerşekillerinin etkisinin yanı sıra, hayvan soylarının ıslahı, otlakların ıslahı, kredi sorunu, erken kesim ülkemizdeki hayvancılığı etkileyen faktörlerdir. Yıllık millî gelirimizin %20'si hayvancılıktan sağlanır.

Küçükbaş hayvancılık: Ülkemizde, Kuzeydoğu Anadolu ve Doğu Karadeniz Bölümü dışında kalan alanlarda, küçükbaş hayvancılık yapılır. Bitki örtüsüne bağlı olarak küçükbaş hayvancılık ülkemizde yaygındır. Küçükbaş hayvanlar bozkır (step) hayvanlarıdır. Türkiye'de bozkırlar geniş yer tuttuğundan bu hayvanların yetişme alanı oldukça geniştir. Küçükbaş hayvanlar arasında en çok koyun yetiştirilir. Bunun yanısıra, eğimli arazilerde yetişen kıl keçisi de bulunur. ABD'den sonra ikinci sırada olduğumuz tiftik keçisi yetiştiriciliği de önemlidir.

Büyükbaş hayvancılık: Ülkemiz arazisinin engebeli olması büyükbaş hayvancılığı olumsuz etkiler. Ülkemizde Kuzeydoğu Anadolu'da ve Doğu Karadeniz Bölümü'nde büyükbaş hayvancılık yaygındır. Buralarda yaz mevsiminin yağışlı ve serin geçmesi, yüksek boylu çayırların yetişmesini sağlar. Büyükbaş hayvanlar arasında en çok sığır yetiştirilir. Besi hayvancılığı yaygınlaşmaktadır. Bunun yanı sıra yetiştirilen büyükbaş hayvanlar arasında manda, at, eşek, katır, deve de bulunur.

Kümes hayvancılığı: Ülkemizde etinden ve yumurtasından yararlanılan kümes hayvanları arasında tavuk, horoz, hindi, kaz, ördek, tavşan yetiştirilir. Sağlığa yararlı beyaz etin tüketiminin fazla olduğu büyük kentlerimizden İstanbul, İzmir, Bursa ve Ankara'da büyük ve modern tavuk çiftlikleri kurulmuştur. Bunun nedenleri arasında ulaşım kolaylığı ve kentlerdeki fazla tüketim gelir. Bunların ya-nısıra kırsal kesim kendi gereksinimini karşılayacak kadar kümes hayvanı yetiştirilir.

Arıcılık: Ülkemizin hemen her yöresinde arıcılık yapılır. Ancak bazı alanlarda arıcılıkta ilerlemeler kaydedilmiştir. Marmara Bölgesinde Balıkesir, Ege Bölgesinde Muğla ve Marmaris, Doğu Anadolu'da Erzurum, Kars, Bitlis, Hakkari Karadeniz'de Rize, Trabzon ve Artvin çevrelerinde arıcılık yoğun olarak yapılır. Ülkemizde arı kovanı sayısı 3,3 milyon, yıllık bal üretimi ise 35 bin tondur.

ipek böcekçiliği: Anavatanı uzakdoğu ülkeleri olan ipek böcekçiliği, Cumhuriyetimizin kurulmasıyla başta Bursa olmak üzere Balıkesir, Denizli, Elâzığ, Ankara, Amasya, Diyarbakır ve İstanbul'da ipek böcekçiliği yaygınlaşmıştır. İpek, dut yaprağı ile beslenen ipek böceğinden elde edilen hayvansal bir üründür. Ancak sunî ipek ve naylonun üretilmesi ve yeterli destek görmemesi nedeniyle günümüzde ipek, gerileme sürecine girmiştir.

Balıkçılık: Ülkemizin 8333 km deniz kıyısına sahip olması ve üç tarafı denizlerle çevrili olması nedeniyle su ürünleri potansiyeli çok yüksektir. Buna karşın tutulan balık miktarı azdır. Denizlerimizde tutulan balığın %80'i Karadeniz'den, geriye kalanı sırasıyla Marmara, Ege ve Akdeniz'den karşılanır. Tür yönünden zengin olan balık ve diğer su canlılarından 1400 türün ancak 93'ü değerlendirilir. Bunun 73'ü deniz türleri, 20'si iç su türleridir. Ülkemizde deniz balıkçılığının yanı sıra, tatlı su balıkçılığı ve kültür balıkçılığı da yapılır. Bazı doğal ve baraj göllerimize balık tohumları atılarak tatlı su balık üretimi arttırılmaya çalışılır. Havuz ve göletler ile deniz kıyılarındaki dalyanlarda kültür balıkçılığı, son yıllarda desteklenmektedir. Diğer su ürünlerimiz ise, midye, karides, ahtapottur. Süngercilik ise ülkemizde daha çok güneybatı Anadolu kıyılarımızda Bodrum, Marmaris, Datça çevrelerinde yaygın olarak yapılır.

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
alıntı

Medineweb 05 Ağustos 2012 22:27

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
TÜRKİYE'DE ORMANCILIK
Ormancılığın ülkemiz ekonomisindeki yeri oldukça büyüktür. Yakacak temini, doğal dengenin korunması, ormanın yer yer kendi kendisini yenilemesi, bir dinlenme mekanı oluşturması ve ülkemiz savunmasında büyük yer tutması nedeniyle ormanlar en önemli doğal kaynaklarımızdır.

Orta iklim kuşağında yer alan ülkemizin %70'i ormanlarla kaplı olması gerekirken gelişen kentleşme, açmalar ve orman yangınları nedeniyle günümüzde ülkemizin ancak % 26'sı ormanlarla kaplıdır. Bunun da% 11,5'u verimli ormanlar, %14,7'si verimsiz ormanlardır.

Karadeniz Bölgesi
%25
Akdeniz Bölgesi
%24
Ege Bölgesi
%17
Marmara Bölgesi
%13
Doğu Anadolu Bölgesi
%11
İç Anadolu Bölgesi
%7
Güneydoğu Anadolu Bölgesi
%3
Toplam
%100


Tablo 5: Ormanlarımızın coğrafî dağılışı Ormanlardan elde edilen ana ürünler tomruk direk, sanayi odunu, kâğıtlık odun, lif ve yonga traverstir. Yan ürünler ise, yakacak odun, çam fıs tığı, reçine, çıra, sığla yağı, defne yağı ve palamul tur. Ormanlarımızdan elde edilen ürünler çeşitli sa nayi kollarının ham maddesidir. Bunlar inşaat SE nayi, mobilya sanayi, kâğıt sanayi, kerestecini parke, kontrplak, sunta yapımı ve ilâç sanayidi Bu sayede birçok insanımızın da geçimi ormanc lıktan sağlanır. Ayrıca ağaçlandırma, ormanları bakımı ve korunması, ağaç kesimi ve taşımacılılbunların depolanması, pazarlanması gibi ormancılık etkinliklerinde de birçok insana iş kapısı olur.
Ormanlarımızın erozyon, heyelan ve kütle hareketlerine engel olmaları, akarsu rejimlerini düzenlemeleri, selleri önlemeleri, yabanıl hayvanlara barınak oluşturmaları, millî park ve doğa parkı gibi önemli değerler sunmaları, avcılık, rekreasyon ve turizm alanları olmaları gibi doğal çevreye sağladıkları birçok yararları da bulunur.

alıntı

Medineweb 05 Ağustos 2012 22:28

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
TÜRKİYE'NİN MADENLERİ
Ülkemiz madenler bakımından zengin bir ülkedir. Bunun nedeni madenlerimizin çeşitli ve bazılarının fazla rezerve sahip olmasıdır. Ülkemizde bir madenin işletilebilmesi için rezervinin yeterli olası, tenörü yani cevher içindeki saf maden oranının yüksek olması, teknik donanım, sermaye ve kredi imkanları, ulaşım, taşıma ve ana yollara yakınlık gibi faktörler önem taşır. Madenlerimizin ağır ve yan sanayinin gelişmesine hizmet eden, önemli sanayi tesislerinin kurulması ve bunlara hammadde sağlanması bakımından önemi vardır. 1935 yılında madenlerin daha verimli ve teknik bir şekilde araştırılması için, MTA (Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü) kurulmuştur. Aynı yıl madenlerin işlemesi için de ETİBANK kurulmuştur. Ülkemizde demir, bakır, kurşun, çinko, krom, nikel gibi ****lik madenler önemli yer kaplar.


Demir: Ağır sanayinin hammaddesidir. Demir, her çeşit makine, alet, bina, köprü, demiryolu, tünel yapımında kullanılır. Demir yataklarımız en çok Doğu Anadolu'da bulunur. Önemli demir yataklarımız: Divriği ve Kangal-Avşaören (Sivas), Hasan Çelebi ve Hekimhan (Malatya), Mihalıççık (Eskişehir), Çam Dağı (Sakarya), Bolu-Düzce, Torbalı (izmir), Simav (Kütahya), Edremit-Eymir (Balıkesir), Ayazman (Ayvalık), Yahyalı ve Develi (Kayseri), Adana, Mersin ve Hatay'dır. Ülkemizde 850 adet demir cevheri yatağı bulunur. Günümüzde Zongul-dak-Ereğli (Erdemir), Karabük (Kardemir) ve İskenderun (İsdemir) demir-çelik tesislerimizde mevcut demir cevheri işlenir. Yüksek fırınlarda kullanıma elverişli 277 milyon ton demir cevheri bulunur.
Demir cevheri rezervimiz ise 1,2 milyar ton olduğu tahmin edilmektedir.

Bakır: Önceleri Anadolu'da mutfak eşyası olarak sıklıkla kullanılan bakır, günümüzde elektrik ve elektronik sanayinin ham maddesidir. Anadolu, bakır yatakları bakımından çok zengindir. İşletilen önemli bakır yataklarımız şunlardır: Maden (Elâzığ), Murgul (Artvin), Küre (Kastamonu). Bunun yanı sıra, Maden Köyü (Rize), Köprübaşı, Laha-ros, Asarcık (Giresun), Kutlular ve Alacadağ (Trabzon), Koyulhisar (Sivas), Madenköy (Siirt) ve Hatay-Hakkâri arasında bakır yataklarımız vardır. Yalnızca 1999'da 4.2 milyon ton tuvenan (arıtılmamış) cevherden arıtılmış bakır üretiminden elde edilen bakır miktarı 271 883 tondur. Halen 154 milyon tonun üzerinde bakır rezervimiz olduğu tahmin edilmektedir. Ülkemizde 631 adet bakır-kurşun-çinko maden yatağı mevcuttur.

Kurşun-Çinko: Ülkemizde kurşun daha çok çinko ya da gümüş ile birlikte karışık olarak bulunur. Akdağmadeni (Yozgat), Çamardı, Zamantı (Niğde), Aladağ (Kayseri), Balya (Balıkesir), Altınoluk, Yenice-Arapuçan (Çanakkale), Köprübaşı (Giresun), Koyulhisar (Sivas) önemli kurşun-çinko yataklarıdır. Ülkemizde 45 adet kurşun-çinko madeni yatağı mevcuttur. Bunlar özel sektörün elinde bulunur. Sadece 1999'da 316 223 ton tuvenan (arıtılmamış) cevherden, 6 395 ton kurşun, 19 874 ton çinko madeni elde edilmiştir. Ülkemizde 1.9 milyon ton ****l kurşun ve 2.9 milyon ton ****l çinko rezervi olduğu tahmin edilmektedir.

Krom: Demirin sertleştirilmesinde ve paslanmaz çelik üretiminde, ağır iş makineleri, tank, top gibi zırhlı araçların yapımında krom kullanılır. Ülkemizin ihraç ettiği en önemli madenlerdendir. Ülkemizde 710 civarında krom madeni yatağı mevcuttur. Guleman (Elâzığ), Dağardı (Kütahya), Fet-hiye-Köyceğiz-Denizli arası, Eskişehir yakınları, Aladağ (Adana), Mersin, Kopdağı çevresi, İsken-derun-lslahiye-K.Maraş arasındaki bölge önemli krom yataklarımızdır. 1935'te 100 000 tonu aşan krom cevheri istihsali, 1957'de 900 000 tona, 1990'da 1,2 milyon tona, 1998'de ise 1,7 tona ulaşmıştır. Halen belirlenen krom rezervimiz 230 milyon tondan fazladır.

Nikel: Kaplamacılıkta daha çok kullanılır. Ülkemizde 10 kadar nikel madeni yatağı vardır. Önemli nikel yataklarımız şunlardır: Çaldağ (Turgutlu, Manisa), Yunusemre (Eskişehir), Muratdağı (Kütahya), Güneş (Divriği, Sivas), Pancarlı (Tatvan). Yalnızca Çaldağ'daki nikel rezervi 50 milyon tondur.

Boksit: Daha çok karstik sahalarda oluşur. Alüminyumun hammaddesini meydana getirir. Uçak parçaları, otomobil, ev eşyası, elektrik malzemesi yapımında kullanılır. Önemli boksit yataklarımız şunlardır: Seydişehir (Konya), Akseki (Antalya), İslahiye (Gazi Antep), Milas (Muğla). Boksit madenlerinin işlendiği Seydişehir'de bir alümiyum fabrikası vardır. 1999'da 207 000 tonu aşan tuvanen (arıtılmamış) boksitten 197 000 ton ayıklanmış maden elde edilmiştir.

Bor: Ülkemizde bor minerali ve tuzları III. Za-man'ın son döneminde Pliosen'de oluşmuştur. Savunma ve uzay sanayinde, asma köprü, uçak kanatları, pervaneler gibi bazı parçaların yapımında kullanılır. Uzay araçları ve jet yakıtlarında katkı maddesi olarak yararlanılır. Ayrıca porselen, fayans, emaye, cam yapımında, kimya ve gübre sanayinde kullanılır. Bandırma'da boraksit fabrikasında işlenerek, boraks ve boraksit haline dönüşür. Ülkemizdeki önemli bor yataklarımız: Sultan-çayı (Balıkesir-Susurluk arası), Sındırgı-Kırka ve Seyitgazi (Eskişehir), Bigadiç (Balıkesir), Emet (Kütahya), Kemalpaşa (Bursa)'dır. 1969'da 353 000 ton olan boraksit üretimi, 1987'de 290 000 tonu aşmış olup içinde bulunan saf maden miktarı 268 000 tondur. 1999 yılında ise, 2,5 milyon tonu aşan tuvanen (arıtılmamış) bordan 1,5 milyon ton saf maden elde edilmiştir. Bor yataklarımızın rezervi 2 milyar ton dolayında olduğu tahmin edilmektedir. Bor mineralleri üretiminde ülkemiz dünyada birinci sıradadır ve ayrıca dünya rezervinin yarısı ülkemizdedir.
Ayrıca ülkemizde çeşitli sanayi sektöründe ham madde olarak kullanılan madenlerimiz ise manganez, kükürt, flüorit, uranyum, manyezit, cıva, antimon, volfram, asbest, tuz, kireç taşı ve mermerdir.

alıntı

Medineweb 05 Ağustos 2012 22:28

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
TÜRKİYE'NİN ENERJİ KAYNAKLARI
Dünya ülkelerinde olduğu gibi ülkemizin de gelişmesi, ilerleme kaydetmesi ve halkın yaşamını sürdürebilmesi bakımından çeşitli enerji kaynaklarına gereksinim vardır. Ülkelerin gelişmişlik düzeylerine bakıldığında üretilen ve tüketilen enerji miktarları da göz önüne alınmaktadır. Ülkemizdeki enerji kaynakları kömür (taş kömürü, linyit), petrol, doğalgaz gibi yenilenmeyen enerji kaynakları ile jeotermal enerji, hidroelektrik enerjisi, güneş enerjisi, rüzgar enerjisi, nükleer enerji gibi yenilenebilir enerji kaynakları olarak ikiye ayrılır.


1.Yenilenmeyen Enerji Kaynaklarımız

Taş kömürü: Elektrik santrallerinde ve sanayide kullanılır. Ülkemizde Zonguldak kömür havzasından çıkarılan taş kömürü (kok kömürü), jeolojik devirlerden I. Zamanın karbonifer devrinde oluşmuştur. Türkiye taş kömürü yatakları bakımından zengin sayılmaz. En zengin yataklar Batı Karadeniz'de Ereğli-Zonguldak-Azdavay arasında uzanan kömü havzası olup, yaklaşık 10 000 km^'lik bir alanı kap sar. 1848'de işletmeye açılan Zonguldak taş kömü rü havzasından 1923'te 600 ton, 1987'de 7 milyoı ton, 1990'da 5.6 milyon ton üretim yapılmıştır. Özel likle 1991 ve sonrasında yaşanan ölümlü grizu pal lamalarından dolayı son yıllarda üretim düşmüştüı Yıllık üretim 1999'da 3 milyon tona inmiştir. Türk ye'nin diğer taş kömürü yatakları Akseki, Keme (Antalya) ve Hazro (Diyarbakır)'dadır. Yıllık üretir ülkemizin ihtiyacını karşılayamadığı için yurt dışır dan taş kömürü ithal edilmektedir.

Linyit: Ülkemizde jeolojik devirlerden III. Z; manın son devresi olan Neojen göl havzalarınc oluşmuş olan linyit, ülkemizin hemen her yerine bulunur. Çıkarıldıkları yerdeki sanayi tesislerine ve konutlarda tüketilir. Ülkemizdeki önemli lin; yatakları şunlardır: Tavşanlı, Tunçbilek, Değirn saz, Seyitömer (Kütahya), Soma (Manisa), Yatğan (Muğla), Afşin-Elbistan (K.Maraş), Alpagut, Dodurga (Çorum), Orta (Çankırı), Çeltek, Suluova (Amasya), Kangal (Sivas), Aşkale (Erzurum), Beypazarı, Çayırhan (Ankara), Çan (Çanakkale), Menteşler (Bolu), Şırnak. Bunlardan Afşin-Elbistan, Çayırhan, Seyitömer, Soma, Kangal, Orta.Ya-tağan'da termik santral da vardır. Ülkemizde ısınmada kullanılan ancak hava kirliliği yaratan linyitin yerini, büyük kentlerde doğalgaz almaya başlamıştır. Linyit çıkarımında son yıllarda çok hızlı bir artış olmuş ve 1960'da 4 milyon ton, 1980'de 17 milyon ton, 1990'da 46,8 milyon ton, 1999'da 64,2 milyon ton seviyesine kadar çıkmıştır. Geçen 40 yıllık süre içinde linyit üretimi 16 kat artmıştır.

Petrol: Çağımızın en önemli enerji kaynaklarından biri olan ve ham olarak çıkarılan petrol, rafinerilerde işlenir. Yoğunluğu az olan hafif petrolden daha çok uçak yakıtı ve benzin gibi hafif yakıtlar üretilir. Yoğunluğu fazla olan ağır petrol ise motorin, gaz yağı ve kalorifer yakıtı üretiminde kullanılır. Ülkemiz petrol bakımından zengin değildir. Türkiye'de ilk petrol 1940'da Raman Dağı (Bat-man)'da, 1951'de Garzan (Siirt)'da bulunmuştur. Önemli petrol yataklarımız Batman, Siirt, Adıyaman, Diyarbakır, Urfa, Mardin'de bulunur. Güneydoğu Anadolu dışında ise Adana, Kırklareli, Çanakkale, Sinop, Trabzon'da önemli rezervler bulunmaktadır. Ham petrol üretimi ülkemizde1950'de 18 bin ton iken, 1975'te 3 milyon tonu aşmış, 1990'da 3,7 milyon ton dolayında, 1999'da ise biraz düşerek 2,9 milyon ton civarında olmuştur. Ülkemizin son yıllardaki ham petrol üretimi 3 milyon ton civarındadır. Bu miktar gereksinimimizin ancak 1/7'sini karşılamaktadır. Kalan diğer petrol gereksinimlerimiz Irak ve İran'dan karşılanmaktadır. Yıldan yıla değişmekle birlikte 1999 itibariyle yıllık 32,5 milyon tonu aşan petrol tüketimimizin %35'i ulaşımda, %20'si sanayide, %10'u konutların ısıtılmasında, kalan kısmı ise rafinerilerde, tarımda ve termik santraller gibi diğer alanlarda kullanılır. Ülkemizde çıkarılan ve ithal edilen ham petrol İzmit-İpraş, İzmir-Aliağa, Orta Anadolu (Kırıkkale), Mer-sin-Ataş, Batman rafinerilerinde işlenmektedir. Bu rafinerilerden İpraş (İzmit) 13, Aliağa (İzmir) 10, Kırıkkale 5, Ataş (Mersin) 4,4, Batman 1,1 milyon ton/yıl işleme kapasitesini aşmaktadır. Ülkemizin tüm petrol gereksinimi kendi rafinerilerimizden karşılanmakta, hatta Aliağa'dan üretilenlerin bir kısmı da (makine yağı ve benzin) ihraç edilmektedir.

Doğal gaz: Yer altındaki çeşitli gazlardan, özellikle ****n gazından oluşan bir karışımdır. Farklı yakıtların kış aylarında hava kirliliği yaratması nedeniyle son yıllarda büyük kentlerimizdeki evlerin ısıtılmasında ve sanayide doğalgaz kullanımı gittikçe yaygınlaşmaktadır. Ülkemizde doğalgaz yatakları Trakya'da Hamitabat (Kırklareli), Güneydoğu Anadolu'da Çamurlu (Mardin)'da bulunur. Hamitabat 1977'de, Çamurlu 1982'de üretime geçmiştir. 1990'daki doğalgaz üretimimiz 212.5 milyon ton, 1999'da ise 718 milyon tonu aşmıştır. Bu, ülke geresinimimizi karşılamaz. Bu nedenle Rusya Federasyonu'ndan doğal gaz, boru hatlarıyla Ankara ve İstanbul gibi birçok kentimize pompalanmaktadır. Bu ülke ile, yıllık anlaşma 6 milyar m3/yıl'dır. Türkmenistan ve İran'la da doğal gaz ithali konusunda çalışmalar sürmektedir. Ülkemizdeki toplam doğal gaz rezervi 18,3 milyar m3, üretilebilir toplam gaz 12,9 milyar m3tür.

2. Yenilenebilir Enerji Kaynaklarımız
Hidroelektrik enerji: Su gücüne dayalı akarsulardan elde edilen elektrik enerjisidir. En önemli yenilenebilir enerji kaynağımızdır. Devlet Su İşleri (DSİ)'ne göre ülkemize düşen yıllık ortalama yağış miktarı toplamı 509 milyar m3 dolayında olup, bunun yaklaşık olarak 183 milyar m3'ü akarsu yataklarında akıma dönüşür. Hidroelektrik potansiyelimiz ise, DSİ'nin hesaplamasıyla 122 milyar kWh/yıl dolayındadır. DSİ'nin bu değerine ulaşılabilmesi için bütün akarsularımız üzerine 495 adet hidroelektrik santrali yapıldığında 128 milyar kWh/yıl enerji üretilebilecektir. Halbuki ülkemizde 70 kadar hidroelektrik santralimiz vardır. Başlıca hidroelektrik santrallerimiz Atatürk, Keban, Karakaya (Fırat Nehri); Deve-geçidi (Dicle Nehri); Hirfanlı, Kesikköprü, Damsa, Sarımsaklı, Kapulukaya, Altınkaya (Kızılırmak); Al-mus, Hasan Uğurlu, Suat Uğurlu (Yeşilırmak); Sarı-yar, Gökçekaya, Hasan Polatkan (Sakarya Nehri); Kemer, Adıgüzel (B.Menderes Nehri); Oymapınar,
Manavgat (Manavgat Çayı); Yerköprü, Gezende (Göksu Nehri); Aslantaş (Ceyhan Nehri); Seyhan (Seyhan Nehri).
1950'lerde hidroelektrik santrallerimizin yanı sıra elektrik üretimi amaçlı termik santrallerin yapımına da başlanmıştır. 1956'de Tunçbilek (Kütahya), 1957'de Soma-A (Manisa), 1967'de Ambarlı (İstanbul), 1973'de Seyitömer (Kütahya), 1977'de Hami-tabat (Kırklareli), 1982'de Soma-B (Manisa), 1982'de Yatağan (Muğla) ve 1984'de Afşin-Elbis-tan (K.Maraş) termik santralleri işletmeye açılmıştır. Günümüzde 40'a yakın termik santralımız vardır. Termik santrallerimizin çalıştırılmasında taş kömürü, linyit, kalorifer yakıtı, motorin, hatta doğal gaz gibi yakıtlar kullanılır.

Jeotermal enerji: Yerin iç kısımlarında yüzeye yakın magmadan dolayı ısınmış olan çok sıcak su veya buhar kaynaklarından elde edilen enerji türüdür. Ege Bölgesi jeotermal enerji bakımından en zengin bölgemizdir. En önemli jeotermal enerji yatağımız Denizli Sarayköy'deki Buharkent'tir. Burada jeotermal enerjisini elektrik enerjisine dönüştüren bir santral kurulmuştur. Jeotermal sulardan seraların ve evlerin ısıtılmasında yararlanılır. Denizli dışında Gönen'de konutlar, Afyon-Ömer'de kaplı-ca-motel tesisleri, İzmir-Balçova'da kaplıca ve üniversite tesisleri, Kütahya-Simav'da konutlar jeotermal enerji kullanılmak suretiyle ısıtılmaktadır.

Güneş enerjisi: Ülkemiz coğrafî konumu nedeniyle sahip olduğu güneş enerjisi potansiyeli çok fazladır. Bu potansiyel açısından bakıldığında, ülkemizin yıllık ortalama ışınım şiddeti 308 kal/cm2-gün (3,6 kWh/m2/gün) ve yıllık güneşlenme süresi 2640 saattir. Güneş panelleri ile sıcaksu üretimi ülkemizdeki en yaygın kullanımdır. Uygulama bakımından Akdeniz ve Ege bölgelerimizde görülür.
Rüzgâr enerjisi: Rüzgârın esme yönüne dayalı olarak uygun yerlere konulan rüzgârla çalışan türbinlerden elektrik enerjisi üretilir. Rüzgâr enerjisinden yararlanmak için en uygun bölge Marmara Bölgesi'dir. Rüzgâr enerjisinin uygulandığı alan, İzmir (Çeşme) Alaçatı'dır. (1998) Türkiye'de yıllık ortalama rüzgâr hızı 2.5 m/sn, rüzgâr gücü yoğunluğu ise 24 W/m2'dir.

Nükleer enerji: Uranyum ve Toryum gibi radyoaktif elementler ile nükleer santraller kurulabilir. Ülkemizde uranyum ve toryum bol bulunur. Önemli uranyum yatakları Koçarlı (Aydın), Ayvalık (Balıkesir), Şebinkarahisar (Giresun), Eşme (Uşak), Salihli-Köprübaşı, Gördes (Manisa), Sorgun (Yoz-gat)'da bulunur. Ülkemizdeki toplam doğal uranyum rezervi 9 bin tondan fazladır. Toryum ise Sivrihisar (Eskişehir) çevresinde bulunur. Burada 380 bin ton toryum rezervi vardır. Ülkemizde yalnızca Mersin-Silifke'deki Akkuyu'da ilk nükleer enerji santrali çalışmaları sürmektedir. (Hazırlık aşamasındadır.) 2010 yılından başlayarak nükleer enerjiden yararlanarak elektrik enerjisi üretimi giderek ağırlık kazanacaktır.

alıntı

Medineweb 05 Ağustos 2012 22:28

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
TÜRKİYE'DE SANAYİ
Sanayi, ham ya da yarı işlenmiş maddelerin fabrika ve imalathane gibi sanayi tesislerinde işlenerek kullanılır duruma getirilmesidir. Türkiye'de sanayileşme konusunda ilk adım 17 Şubat 1923'te İzmir İktisat Kongresi'nde atılmıştır. Kongre karar lan doğrultusunda özel sermayenin gelişmesi ve güçlenmesi için 1924'te Türkiye İş Bankası 1925'te de Sanayi ve Maadin Bankası kurulmuştur 1927'de çıkarılan "Sanayi Teşvik Kanunu" ile sana yi etkinlikleri sınıflandırılmıştır. 1933-1938'den baş lamak üzere beş yıllık sanayileşme planları ile kal kınma planlanmıştır. Uygulaması ancak 1963 yılın da başlanan planlı dönemde halen "VII. Beş Yıllı Kalkınma Plânı" dönemi sürdürülmektedir. 1923'd 342 olan sanayi tesisi sayısı, 1932'de 1473'e çil mış, 2000 yılı itibariyle günümüzdeki bu sayı 20 000 civarına ulaşmıştır. Sanayinin GSYİH (Gay Safi Yurt İçi Hasıla) içinde payı 1950'de %13 dol; yında iken, 1990'ların başında bu pay %31.6'ya k; dar çıkmıştır.

Ülkemizde de sanayi tesislerinin kurulması iç ham madde, sermaye, enerji, iş gücü, ulaşım, p zarlama gibi koşullar gerekir. Türkiye'de sanayi t sisleri, tüketim merkezlerine yakınlığı, ulaşım k laylığı, hammadde kaynaklarına yakınlığı ve sc maye varlığı gibi etkenlerden dolayı bazı bölgeli de yoğunlaşmıştır. Marmara, Ege ve Akdeniz bgelerimiz bunların başında gelir. Bunların içinde de sanayi etkinliklerinde başta İstanbul olmak üzere Bursa ve Kocaeli illerini kapsayan bir toplulaşma söz konusudur. Ayrıca, Zonguldak-Karabük-Ereğli civarı Karadeniz Bölgesi'ndeki; Ankara, Kırıkkale, Konya, Kayseri, Eskişehir, Kütahya İç Anadolu'daki; Malatya, Elâzığ ve Erzurum Doğu Anadolu'daki; Gaziantep, Diyarbakır, Batman Güneydoğu Anadolu'daki sanayi merkezlerimizdir.

Türkiye'deki Başlıca Sanayi Kolları
Ülkemizde gıda sanayi, tekstil sanayi, kimya sanayi, demir-çelik, ****l, makine sanayi, çimento, cam ve seramik sanayi, orman ürünleri sanayi faaliyet halindedir.

1. Gıda sanayi: Un ve unlu gıdalar, yağ, süt ve süt ürünleri, şeker, çay, konserve, içki sanayi gibi kollara ayrılır.
Un ve unlu gıdalar sanayi, bugünkü modern değirmenler olarak düşünülebilir. Un, makarna, irmik, bisküvi, nişasta gibi tahıla dayalı olan fabrika ve tesislerdir. Bunlar, öncelikle İç Anadolu Bölgesi'nde ve büyük kentlerimizdeki fabrikalarda toplanmıştır.
Yağ sanayini zeytinyağı, ayçiçeği, mısır, haşhaş, soya fasulyesi, keten, kenevir, ceviz, fındık ve pamuktan elde edilen çeşitli bitkisel yağ fabrikaları oluşturur. Zeytinyağı fabrikaları Edremit ve Ayvalık çevresinde; ayçiçeği yağı fabrikaları ise Marmara Bölgesi'nde özellikle Trakya'da yaygındır.
Süt ve süt ürünleri sanayine dayalı olarak, 1963'te kurulan Türkiye Süt Endüstrisi Kurumu (SEK), 1970'lerden sonra İzmir, Balıkesir'de ise özel sektöre ait çeşitli tesisler kurulmuştur.
Şeker sanayinin ülkemizdeki ilk temelleri 1926'da Alpulu ve Uşak'taki fabrikalarla atılmıştır. Halen ülkemizde 24 adet şeker fabrikası bulunur.
Çay sanayi, ilk olarak devlete ait 1947 yılında Rize'deki iki çay fabrikasında faaliyete geçmiştir. Doğu Karadeniz Bölümü'nde devlete ve özel sektöre ait 50'den fazla çay fabrikası vardır.
Konserve sanayi olarak, son yıllarda seracılığın da ülkemizde gelişmesi ile daha çok salça, meyve suyu, reçel yapımına doğru kaymış olduğu görülür. Bu tesisler Bursa, İzmir, Erdek'te yer alır. Bu alanlara, balık ürünleri konserveciliğinin yaygın olduğu Gelibolu ve Çanakkale de eklenebilir.
Et ve et ürünleri sanayimize dayalı olarak, Et ve Balık Kurumu 1952'de kurulmuştur. Erzurum, Ankara, İstanbul, Elâzığ, Kars, Manisa, Van'da bu kuruma ait et kombinaları vardır. Son yıllarda özel sektörce açılan birçok et ve etten yapılan ürünleri işleyen birçok fabrika vardır.
İçki sanayi, ülkemizde ilk olarak cumhuriyet öncesinde 1890'da İstanbul-Şişli'deki Bomonti semtinde kurulan bira fabrikasında başlar. 1940'da tüm bira fabrikaları TEKEL tarafından satın alınır. Şarap üretimi, 1927'den başlayarak öncelikle TEKEL tarafından 20'ye yakın şarap fabrikası ve imalathanesinde yapılmaya başlanır. Bugün gerek bira ve gerekse şarap üretimi ile ilgili özel sektöre ait birçok tesis bulunmaktadır. 1922'de İstanbul Paşa-bahçe'de ispirto ve ispirtolu içkiler fabrikası; 1930'da İstanbul Mecidiyeköy'de likör fabrikası; 1931'de Diyarbakır, 1933 Gaziantep, 1967'de Tekirdağ'da rakı fabrikaları kurulmuştur.
Tütün sanayimiz, yaprak tütününden sigara, puro, pipo tütünü üretimine dayanır. Türkiye'de yakın zamana kadar sigara fabrikaları, TEKEL Fabrikası tarafından devlet yönetiminde bulunuyordu. Bu fabrikalarımız istanbul, İzmir, Samsun, Malatya, Bitlis, Adana ve Tokat'tadır. Son yıllarda özel kesim tarafından da birçok sigara fabrikası kurulmuştur.

2. Tekstil sanayi: Ülkemizdeki dokuma, giyim ve deri sanayilerini kapsar. 1930'larda ilk defa devlet tarafından İzmir, Aydın, Manisa, Adana ve Malatya'da dokuma fabrikaları kurulmuştur. Türkiye'de tekstil (dokuma), başta gelen sanayi kollarından olup, önemli ihraç ürünlerimiz arasındadır. Aşağıda tekstil sanayi kolundaki fabrikalarımızın bulunduğu yerler sıralanmıştır:
Dokuma sanayi: Pamuklu dokuma fabrikaları İstanbul, Adana, Antalya, Tarsus, Aydın, İzmir, Nazilli, Malatya, Kayseri, Konya, Konya-Ereğli, Karaman, Manisa, Uşak, Adıyaman, Erzincan'da bulunur. Yünlü dokuma fabrikaları İstanbul, Hereke, Bursa, İzmir, Kayseri, Kula, Siirt, İsparta, Uşak, Gördes, Manisa'dadır. İplik dokuma fabrikaları Bursa, Gemlik, Çerkezköy, Hatay ve İstanbul'dadır.
Hazır giyim (konfeksiyon) sanayi İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Çerkezköy (Tekirdağ) ve Ada-na'da gelişme göstermiştir.
Deri sanayi daha çok İstanbul (Tuzla), İzmir, Gerede ve Bolu'da gelişmiştir. Ayakkabı atölye ve fabrikaları İstanbul, Bursa, Erzurum, Kars, Van'da yaygındır.
Ayrıca, halıcılık ise İsparta, Gördes, Demirci, Hereke, Kayseri, Bünyan, Ladik, Uşak, Kula, Konya, Kırşehir, Sivas'ta görülür.

3. Kimya sanayi: Ülkemizde petro-kimya, ilâç, sunî gübre, sabun ve deterjan, lâstik, boya sanayilerini içeren çok kapsamlı bir sanayi koludur.
İpraş (İzmit), Aliağa (İzmir), Ataş (Mersin), Kırıkkale (Orta Anadolu) ve Batman'da ham petrol işleme tesisleri bulunur. Plâstik sanayi, İstanbul, İzmit, Bursa, İzmir, Kayseri, Adana, Gaziantep'te bulunur. ilâç sanayi, 130'dan fazla fabrika ile çoğunluğu Ankara, İstanbul, Adapazarı ve İzmir'de toplanmıştır. Suni gübre ve tarım ilâçları fabrikaları Bandırma, İstanbul, Kütahya, İzmir, Elâzığ (Sivrice), Mersin, İzmit, Urfa, Karabük, Samsun ve Adana'da bulunur.
Sabun ve deterjan sanayi İstanbul, İzmir, Ankara ve Gaziantep'de gelişmiştir. Lâstik sanayi olarak uçak lastiği Kırşehir, oto lastiği Adapazarı'nda gelişmiştir.
Boya üreten fabrikalar İzmir, Mersin, İstanbul ve İzmit'te bulunur.

4. Demir-çelik, ****l, makine sanayi: Demir
cevherinin işlendiği, Zonguldak-Ereğli (Erdemir), Karabük (Kardemir) ve İskenderun (İsdemir)'da demir-çelik tesislerimiz vardır. İlk demir-çelik fabrikamız Karabük'te 1937'de kurulmuştur. İzmir'de özel kesim tarafından İzmir demir-çelik fabrikası da kurulmuştur. Maden çıkarma ile ilgili birçok tesisimiz vardır. Örneğin; bakır Murgul'da, alümiyum Seydişehir'de, çinko-kurşun Kayseri'de, ferro-krom Antalya'da ve Elâzığ'da çıkarılıp işlenir.
Makine imalât sanayi olarak, askerî araçlar Kırıkkale'de; tank ve palet yapımı Adapazarı'nda; gemi yapımı Haliç-Taşkızak, Pendik'te (İstanbul) ve Gölcük; lokomotif Kayseri, Sivas ve Eskişehir'de; vagon Adapazarı'nda üretilir.
Otomotiv sanayi Bursa'da Tofaş ve Oyak-Re no, İstanbul'da Ford-Otosan, İzmir'de Opel, BMC ve Adapazarı'nda Toyota otomobil ve yük taşıt fabrikaları bulunur.

5. Çimento, cam ve seramik sanayi: Çimento sanayinde ilk fabrikalar Ege Bölgesi'nde kurulmu ve bunu diğer bölgelerdekiler izlemiştir. Bu çimento fabrikalarımız İzmir, Söke (Aydın), Afyon, Bartır, Bolu, Ünye (Ordu), Trabzon, Adana, Tarsus, Pınarhisar (Kırklareli), Balıkesir, Bursa, Çanakkale, Elezığ, Aşkale (Erzurum)ve Ankara'da bulunur. Bfabrikaların toplamı 30'a yakındır. Ülke gereksinir karşılandığı gibi ihraç da edilir. Tuğla ve kiremit fabrikaları ise Samsun, Esh şehir, Adapazarı, İzmir, Konya, İstanbul, Bolu'c kurulmuştur. Cam sanayi olarak Paşabahçe (İstanbul), İzmit, Kırklareli, Bursa'da şişe-cam fabrikaları; Ça; rova, Mersin ve Sinop'ta oto camı fabrikaları bulnur.Kütahya'da porselen; İzmir, Çan (Çanakka ve Bozöyük (Bilecik)'te seramik ve fayans fat kalan mevcuttur.

6. Orman ürünleri sanayi: Ağaç ürünlerine elde edilen kereste, mobilya, selüloz, kâğıt ve man ürünleri bu sanayi dalının kapsamındadır. Türkiye'de ilk kereste fabrikası 1923'te I lu'da kurulmuştur. Cide (Kastamonu), Düzce, Etın, Devrek, Yenice, Ayancık, Bafra, Rize, Ordu, Ardeşen, Borçka ve Demirköy (Kırklareli)'de kereste fabrikalarımız vardır. Manisa, Karabağlar (İzmir), Siteler (Ankara), inegöl (Bursa), Düzce, Dudullu (İstanbul)'da mobilya yapım fabrika ve tesisleri vardır.
Ülkemizde devlet kuruluşlarından SEKA'ya bağlı ilk kâğıt fabrikası, 1934'te İzmit'te kurulmuştur. Aksu (Giresun), Paşaköy, Çaycuma ve Bartın, Dalaman (Muğla), Taşucu, Bolvadin (Afyon), İzmit, Balıkesir, kağıt fabrikalarımızın bulunduğu merkezlerdir.


alıntı

Medineweb 05 Ağustos 2012 22:28

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
TÜRKİYE'DE ULAŞIM
Ülkemizde de ulaşım ekonomik, sosyal ve stratejik bakımdan halkın yaşamı üzerinde etkili olan önemli bir sektördür. Cumhuriyetimiz kurulduğunda Türkiye'de ulaşım durumuna bakıldığında Batı Anadolu'da kısa mesafeler arasında demir yolu ve deniz yolu ulaşımına dayalıydı. Kara ulaşımı ise katır, at gibi hayvan gücü ile yapılırdı. Ancak daha sonra öncelikle demir yolu ulaşımına ağırlık verildi. Ülkemizin farklı köşelerini birbirine bağlayan demir yolları yapıldı. 1950'den itibaren kara yolu yapımına önem verilmiş, bunu demir yolu ve hava yolu ulaşımındaki önemli sayılacak gelişmeler izlemiştir. Ulaşım günümüzde büyük sorun olmaktan çıkmış olmakla birlikte, kara yollarımızda önemli sayılabilecek trafik kazaları problemi bulunur. Türkiye'de ulaşımı etkileyen faktörler doğal ve beşerî faktörler olmak üzere ikiye ayrılır: Doğal faktörler yeryüzü şekilleri (sıradağlar ve yükselti) ve iklim koşulları (kar fırtınası, kar yağışı, buzlanma, sis, çığ, sel ve taşkın, aşırı sağanak, aşırı rüzgâr); beşeri faktörler ise yolların yapımı, tüneller, köprüler, viyadüklerin yapımı, rayların döşenmesi, kalifiye eleman ve bunların finansmanıdır.

1. Kara Ulaşımı
a. Kara yolu ulaşımı: Türkiye'de en fazla kullanılan ulaşım biçimi kara yolu ulaşımıdır. 1948 yılında Türkiye Kara yolları (TCK) Genel Müdürlüğü kurulmuştur. 1950'lerden sonra kara yolu yapımına hız verilmiştir. 1960'da toplam asfalt kara yolu uzunluğu 61 bin km'yi aşarken, 2000 yılı itibariyle, ülkemizde devlet yolu, il yolu ve köy yolu toplamı 342 625 km olup, bunun 137 bin km civarı asfalt (bitümlü kaplama) yoldur. Bu yollarımızda 1986'da 1,1 milyon, 1990'da 2,1 milyon, 2000 yılı itibariyse 6 milyon dolayında motorlu kara taşıtı bulunur.
Ülkemizde kara yolu yapımı yeryüzü şekillerinin engel oluşturması ve yükselti nedeniyle kara yolu yapımını zorlaştırır. Yer şekilleri, özellikle de yüksek dağlar nedeniyle kara yolu ulaşımının en fazla olumsuz etkilendiği bölgeler Doğu Anadolu, Karadeniz ve Akdeniz bölgelerimizdir. Ulaşım ancak bazı derin vadiler ve boğazlardan sağlanır. Ülkemizdeki başlıca dağ geçitleri şunlardır: Doğu Anadolu'da Sakaltutan, Tahir, Yalnızçam; Karadeniz Bölgesi'nde Kop, Zigana, Kavak, İlgaz; Akdeniz Bölgesinde Çubuk, Teke, Sertavul, Gülek, Belen geçitleridir.
İstanbul'da 1973'te açılan Boğaziçi Köprüsü ve 1988'de açılan Fatih Sultan Mehmet Köprüsü ve bunlarla bağlantılı otoyollar ülkede yaygınlaşmaya başlamıştır. 2000 yılında ülkemizde 1773 km otoyol bulunur. Bu değer, karayollarımıza oranlandığında ancak %1'ini oluşturur.

b. Demir yolu ulaşımı: Ülkemizde ilk demir yolu cumhuriyetimizin kuruluşundan 67 yıl önce, 1856 yılında İngilizlerce yapılan İzmir-Aydın demir yoludur. Engebeli ve yüksek bir ülke olduğumuzdan demir yolu yapımı güç ve pahalıdır. 1929 yılında Devlet Demir yolları (TCDD) Genel Müdürlüğü kurulmuştur. Cumhuriyetimizin ilk yıllarında 1923'lerde 4138 km olan demir yolu ağı, ikiye katlanarak 1963'de 8008 km'ye, 2000 yılında 8671 km'ye ulaşır. Ana demir yolu hatlarımız şunlardır:
Haydarpaşa (İstanbul)-Eskişehir-Ankara-Kayseri-Sivas-Erzurum-Kars arasındaki kuzey demir yolu hattı.
Eskişehir-Afyon-Konya-Adana üzerinden, Maraş-Malatya-Elâzığ-Bingöl-Muş-Tatvan-Van ve ayrıca, Sivas-Erzincan-Erzurum-Kars'a ulaşan Doğu Anadolu hattı ile Elâ-zığ-Diyarbakır-Kurtulan'a varan Güneydoğu Anadolu hattı.
İzmir'den başlayarak doğuya doğru Gediz ve Büyük Menderes vadileri boyunca Göller yöresine (İzmir-Manisa-Turgutlu-Uşak-Af-yon ile İzmir-Aydın-Denizli-Burdur-Isparta ve Eğirdir) ve İç Anadolu'da Ankara bağlanan ve ayrıca, Marmara Bölgesi'nde Kütah-ya-Balıkesir-Bandırma hattından oluşan Batı Anadolu hattı.
Karadeniz kıyısına bağlanan Ankara Zonguldak ve Sivas-Samsun hatları ile Akdeniz kıyısına bağlanan Ulukışla-Mersin ve Os-maniye-İskenderun kıyı hatları.
Sirkeci (İstanbul)-Edirne hattından kuzeybatıya Bulgaristan'a ve batıya Yunanistan'a bağlanan, ayrıca Gaziantep'den Suriye'ye, Mardin-Nusaybin'den Irak'a geçen ve ayrıca, Kars'tan Ermenistan'a ve Van'dan iran'a bağlantıyı sağlayan dış hatlar.

2. Deniz Ulaşımı
a. Deniz yolları: Liman ve iskeleler arasında yolcu ve yük taşımacığı deniz ulaşımımızı oluşturur. Türkiye'nin toplam kıyılarının uzunluğu 8333 km'dir. Ege kıyılarımız 2805 km, Karadeniz kıyılarımız 1795 km, Akdeniz kıyılarımız 1577 km ve Marmara kıyılarımız 927 km uzunluğundadır. Türkiye'nin üç tarafı denizlerle çevrili ve dünyada yalnız başına bir iç denize sahip tek ülke olmasına rağmen, deniz yollarımız çok fazla gelişememiştir. 1 Temmuz 1926'da Kabotaj Kanunu çıkarılmıştır. 1952'de kurulan Türkiye Denizcilik Bankası Anonim Ortaklığı ile denizciliğimiz gelişmiş, yeni limanlar yapılmıştır. İstanbul (Camialtı, Taşkızak, Pendik ve Tuzla), Gölcük, İzmit'te gemi yapım ve bakım tesislerimiz vardır. Ülkemiz tersanelerinin toplamı 45'tir. Denizyollarında yolcu taşıma kapasitesi gün geçtikçe azalırken, yük taşımacılığı artmaktadır. Ülkemizde 1993'te 4878 gemi ve 5 milyon gros tonluk yük taşıma kapasitesi bulunurken; bu değerler 2000 yılında artarak 6735 gemi ve 10 milyon gros tonluk yük taşıma kapasitesine ulaşmıştır.

Limanlarımız: Marmara Bölgesi'nde ithalât ve ihracat limanı olan istanbul Limanı; Ege Bölgesi'nde İzmir Limanı; Karadeniz Bölgesi'nde Zonguldak, Sinop, Samsun, Trabzon, Rize limanları; Akdeniz Bölgesi'nde Antalya, Mersin, iskenderun limanları başlıca işlek limanlarımızdır. 1987 yılında Mersin ve Antalya limanları, uluslararası ticarete açık "Serbest Bölge" niteliği kazanmışlardır. Mersin, İskenderun ve İzmit limanları er fazla gelişmiş olan limanlardır.
Son yıllarda Kuşadası, Kemer, Bodrum, Mar maris, Ataköy ve Fenerbahçe (İstanbul)'deki yat li manianınız turistik amaçla kurulmuş ve gelişmiş olup yıl boyunca hizmet vermektedirler.

3. Hava Ulaşımı
Ülkemizde hava yolu ve haberleşmede hav; ulaşımı kullanılır. Türkiye'de sivil havacılık 1933'd< kurulan Türk Hava Kurumu tarafından başlatılmış tır. 1960'da ise Türk Hava Yolları (THY) Anonir Şirketi kurulmuştur. Ülkemizde 1983'den önce : şirket, 32 uçak, 4472 koltuk kapasitesi bulunurker 2000 yılı itibarıyla 40'ın üzerinde şirket, 150'de fazla uçak ve 20 bin dolayında koltuk kapasite; bulunur. Modern uçak alımları ve hava limanı yap ma faaliyetleri devam etmektedir. Ülkemizde siv havacılık ulaşımına açık olan 34 il bulunur.
Hava limanlarımız: İstanbul'da Yeşilköy'del Atatürk Hava Limanı ve Kurtköy'deki Sabin Gökçen Hava Limanı; Ankara'da Esenboğa H< va Limanı, İzmir'de Adnan Menderes Hava Lim; nı ve Çiğli Hava Limanı, Antalya'da Antalya Hav Limanı ile Muğla'da Dalaman Hava Limanı başlıc önemli hava limanlarımızdır. Bunlar vasıtasıyla A rupa, Amerika, Ortadoğu ve Uzakdoğu ülkelerir seferler yapılmaktadır. Ayrıca ülke sathında İsta bul'dan Adana, Ankara, Antalya, Batman, Burs Dalaman, Denizli, Diyarbakır, Erzurum, Gaziante İzmir, Malatya, Milas (Bodrum), Sivas, Trabzon 1 Van'a; Ankara'dan ise Antalya, Batman, Deni; Diyarbakır, Elazığ, Erzincan, İstanbul, İzmir, Ka Kayseri, Konya, Malatya, Muş, Samsun, Şanlıuı ve Trabzon'a THY ve özel şirketlere ait uçakla seferler yapılmaktadır.


alıntı

Medineweb 05 Ağustos 2012 22:28

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
TÜRKİYE'DE TURİZM
Lâtincede gezmek, dolaşmak anlamındaki "tur-nare" sözcüğünden gelen turizm, boş zamanları geçirmek ya da rekreasyon (dinlenme) amacıyla seyahat edenlerin yolculukları ve geçici süreyle konaklamaları sonucu ortaya çıkan olaylar ve ilişkilerin bütünüdür. "Turizm Coğrafyası" da söz konusu olay ve ilişkilerin mekansal açıklanması ile ilgilenen bilim dalıdır.


Türkiye'de uygun iklimin olması, doğal ve tarihi zenginliklerin varlığı, yeterli turistik tesis ve alt yapı sorunlarının çözülmüş olması, folklorik zenginlik, çevre temizliğine verilen önem, uluslar arası ticaretin gelişmiş olması, basın ve televizyon yoluyla tanıtım, ulaşım koşullarının elverişliliği, sanayinin gelişmesi, gelir düzeyimizin yükselmesi gibi turizmimizi olumlu etkileyen başlıca faktörlerdir. Turizmin coğrafik anlamda en önemli unsuru "turistik çekicilik"tir. Bu çekicilikler şöyle sıralanabilir: İklim, manzara, spor, plaj, kongre, kaplıca ve içmeler, şelâleler, mağaralar, kayak merkezleri, antik kentler, tarihi anıtlar, savaş alanları, etnografik alanlar, yerleşmeler, halk festivalleri ve şenlikler, fuarlar, kültürel geziler, baraj, santral, havalimanı gibi ekonomik yapılar.
İklim özellikleri, deniz ve kıyılar, ormanlar ve millî parklar, dağlar, yaylalar, akarsular, göller gibi hidrolojik unsurlar, özellikle farklı ve ilginç yeryüzü şekilleri ülkemizde sayılabilecek doğal güzelliklerimizdir.

önemli doğal güzelliklerimiz: Peri bacaları ve yer altı şehirleri (Ürgüp ve Göreme), Pamukka-le travertenleri (Denizli), Damlataş Mağarası (Alanya), Karain Mağarası (Antalya), Manavgat ve Düden şelaleleri (Antalya), Nemrut Dağı ve insan-hayvan başı heykelleri (Adıyaman), Meke tuzlası (Karaman), Ağrı Dağı (Ağrı), Doğu Karadeniz yaylaları, Ölüdeniz Lagünü (Fethiye), Cennet-Cehen-nem Obrukları (Mersin).

Ülkemiz, 12. bin yıl öncesinden günümüze Hitit, Frig, Pers, Roma, Bizans, Osmanlı İmparatorluğu gibi birçok medeniyeti bünyesinde barındırmıştır. Bunlara ait binlerce kalıntı bulunur ve ülkemiz bu bakımdan çok zengin bir açık hava müzesi görünümündedir. Ayrıca 81 yıllık genç cumhuriyetimizde de birçok yapıt ortaya konmuştur. Ankara'da Anıtkabir, İstanbul'da Boğaz köprüleri bunların birkaçıdır.

Ülkemizdeki önemli tarihî eserlerimiz: Dol-mabahçe, Topkapı, Beylerbeyi ve Çırağan sarayları, Sultanahmet, Süleymaniye, Ayasofya camileri, tarihî köşkler, hamamlar, korular, hisarlar ve surlar (İstanbul), Selimiye Camisi (Edirne); Efes (İzmir), Milet (Aydın), Side (Antalya), Sard (Manisa), Kar-kamış (Gaziantep) harabeleri; Mevlâna Müzesi (Konya), Çifte Minareli Medrese (Erzurum), Alaca-höyük (Çorum), Ulu Cami (Bursa), İshak Paşa Camisi ve Sarayı (Doğubeyazıt, Ağrı).
Cumhuriyetimizin kuruluşundan günümüze ülkemizde turizmin gelişiminde 1957'de kurulan Turizm Bakanlığı, ayrıca Turizm Bankası, İller Bankası, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu gibi kuruluşların büyük katkısı vardır.

1989'da 2,5 milyar ABD doları olan turizm gelirimiz 1993'te 4 milyar ABD dolarına; 2000 yılında ise büyük deprem felâketlerine, ekonomik krizlere ve Ortadoğu'daki savaşlara rağmen 7,6 milyar ABD dolarına yükselmiştir. Ülkemize gelen turistler 1950'de 28 bin kadar olan sayı, 1993'de 6,5 milyona, 2000'de 10,4 milyona ulaşmıştır. Tüm bu sonuçlar, ülkemizdeki turizm çekiciliğinin olumlu gidişinin göstergeleridir.

alıntı

Medineweb 05 Ağustos 2012 22:29

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
TÜRKİYE'NİN TİCARETİ
Ticaret, ilkçağlardan beri, ülkeler ve kıtalar arasında mal ve hizmetlerin kâr amacıyla yapıldığı etkinliktir. Ticaret coğrafyası, bakımından ülkemizin coğrafi potansiyeli çok önemlidir. Bunu da tarım, hayvancılık, maden yatakları, sanayileşme özellikle de sanayi ürünleri belirler.


iç ticaret: Ülkemiz sınırları içinde yapılan ticarettir. Bölgeler arasında iklim farklılıkları görülmesi nedeniyle farklı tarım ürünleri yetişir. Sanayi faaliyetleri özellikle Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerimizde çok gelişmiştir. Bölgeler ve kentler arasında yoğun bir ticaret gelişmiştir. En önemli ticaret merkezlerimiz İstanbul, İzmir, Bursa, Adana, Mersin, Gaziantep, Samsun, Trabzon, Ankara, Konya, Eskişehir, Malatya, Erzurum, Van ve Diyarbakır'dır.

Dış ticaret: Ülkemiz sınırlarından dışarıya (ihracat) ve dışarıdan ülkemize (ithalat) yapılan ticarettir. 1928 yılı itibarıyla 88 milyon ABD doları ihracatımıza karşılık, 113 milyon ABD doları ithalâtımız gerçekleşmiştir. Dış ticaret hacmimiz 201 milyon ABD doları ve ihracatımızın gayri safî millî hasıla (GSMH)'daki payı ise %10,7 olmuştur. Aradan geçen 73 yıllık süre sonrasında, 2001 yılı itibarıyla 31 milyar ABD doları ihracatımıza karşılık, 41 milyar ABD doları ithalâtımız gerçekleşmiştir. Dış ticaret hacmimiz 72 milyar ABD dolardır. İhracatımızın gayrî safî millî hasıla (GSMH)'daki payı ise %21,6'dır.

İhracat: Tarım ve hayvan ürünleri ile yeraltı kaynaklarımızdan oluşur. Son yıllarda dışarıya sattığımız ürünler arasında bazı sanayi ürünlerimizin olduğu da görülür. Örneğin; İtalya ve Fransa'dan otomobil ithal ederken, bugün Fransa'ya Fiat otomobil ihraç edilmektedir. Dış ülkelere sattığımız ürünler fayans, porselen, tuğla, çimento gibi toprak ürünleri, çeşitli meyve ve sebzeler, hayvansal ve bitkisel yağlar, tekstil ürünleri, giyim ve deri eşyaları, otomobil, otobüs, kamyon, vagon, televizyon, ev aletleri, araba lâstiği, krom, bakır, boraks gibi maden cevherleridir.

İthalât: Sanayi ürünleri, elektronik araç ve gereçler, motorlu taşıtlar, optik aletler, ilaç, kimyasal maddeler, petrol, doğal gaz, kauçuk, kahve, kakao, baharat gibi ürünler dış ülkelerden satın aldığımız ürünlerdir.
Avrupa Birliği (AB) ülkeleri, ABD, Ortadoğu Ülkeleri, İslâm Ülkeleri, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilâtı (OECD) ülkeleri, Karadeniz Ekonomik işbirliği Ülkeleri (KEİB) ve Uzakdoğu ülkeleri ihracat ve ithalât yaptığımız başlıca ülkelerdir.
1983'den sonraki yıllarda ülkemizde "serbest ticaret" bölgeleri ya da kentleri önemli olmaya başlamıştır. Buralarda dövizle alışveriş yapıldığı gibi gümrük vergisi de alınmamaktadır. Bu bölgeler İzmir, Mersin, Antalya, Adana, İskenderun ve İstanbul'dur.

Medineweb 05 Ağustos 2012 22:29

Cevap: KPSS Coğrafya Dersi Konu Özetleri
 
TÜRKİYE'NİN ÇEVRE SORUNLARI

Son 50 yıl içinde sanayileşmiş Batı ülkelerinde de görüldüğü gibi, ülkemizde 1970'lerden sonrs başlayan sanayileşmenin getirdiği kirlilik bir çevre sorunu olarak yaşanmaya başlamıştır. Ancak ülke mizdeki asıl çevre sorunu arazi bozulmasıdır. Bı da toprakların aşınması, toprakların tamamer aşındırıldığı sahalarda anakayanın ortaya çıkma sidir. Buna kısaca erozyon da denir. Dolayısıyla ül kemiz arazilerindeki topraklarının aşınması, bunla rın denizlere ve göllerimize ya da barajlarımıza ta sınması, buna dayanarak tarım topraklarının ya vaş yavaş ortadan kalkmasıdır.

Doğal ortamı bozarak değiştiren ve doğal den geyi altüst eden ana çevre sorunlarımızı başlıkla hâlinde şöyle sıralayabiliriz:
Doğal ortamın dengesinin bozulması verozyon olayı yani, yanlış arazi kullanımı bitki örtüsünün tahribi,Hava kirliliği,Akarsu, göl, gölet ve denizlerimizde oluşa su kirliliği, Toprak kirliliği, Kentlerde katı atık problemi ve gürültü kirlil ğidir. Bu amaçlarla, ülkemizde 1991'de Çevre B; kanlığı kurulmuştur.

alıntı


SAAT: 19:15

vBulletin® Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2025 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320