Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   Evlilik-Nikah Konuları (https://www.forum.medineweb.net/194-evlilik-nikah-konulari)
-   -   Evlilik Okulu... (https://www.forum.medineweb.net/evlilik-nikah-konulari/24262-evlilik-okulu.html)

enderhafızım 22 Ocak 2013 11:16

Evlilik Okulu...
 
Evlilik Okulu... konusu alıntıdır. dersleri günceledikçe bende buraya eklemeye çalışacağım inş..


1. Ders: Sevgi-Saygı-İkram




[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]


Bismillah deyip, dua edip başlayalım, evlilik okulumuza. Rabbim muhabbete ve hayırlara vesile eylesin inşallah.
Allah (c.c) kainatta hiç bir şeyi öylesine, başıboş yaratmamıştır. Her şey bir sistem içerisinde, Yaradan’ımızın belirlediği kurallar çerçevesinde devam eder. Biz bu kuralları neresinden delersek delelim elimizde patlar.
Kadın-Erkek ilişkilerinde temel üç şey “Saygı-Sevgi ve İkram” dır. Mutluluk formülümüz budur. Ve Formül bana ait değil.
Nisâ Suresi 34. âyeti kerîme “Erkekler kadınlar üzerine kavvamdır.” diye başlar. Kavvam koruyucu ve yönetici demek. Kısacası Allah(c.c) evin reisini erkek olarak tayin etmiştir.
Âyetin devamında “Saliha kadınlar, iyi kadınlar kocalarına gönülden itaat eden(saygılı olan) kadınlardır.” buyrulur. Kadını da erkeği de Yaradan, evliliğin kurallarını da belirlemiş. Ben belirlemiyorum.
Rum sûresi 21. âyeti kerîme de:
“Sükûna ermeniz için size kendinizden zevceler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koyması onun (kudretinin delillerindendir) ayetlerindendir. Şüphesiz ki bunda düşünen toplumlar için ibretler vardır.” buyruluyor.
Alimler sükûnu “ rahatlamak, dinlenmek, durulmak, kaynaşmak, huzura kavuşmak” gibi kelimelerle açıklamışlar.
Rabbimiz, kadın ve erkeğin birbirlerinde dinlenmeleri, durulmaları ve birbirleri ile rahatlamaları için çiftler halinde yarattığını açıklıyor. Sadece çocuk yapıp birbirlerinin ömürlerini tüketsinler diye değil, yani.
İşte evlilikte mutluluk için sükûna kavuşup rahatlayabilmek için iki önemli gereklilikte bu âyet-i kerîmede açıklanmış. “Sevgi ve merhamet”
Sevgi evliliğin sermayesi, Rabbimizin bizlere en büyük ikramıdır, nikah hediyesidir. Sevgiyi yaşatmak için gerekli olan şey de açıklanmış. “Merhamet” Merhamet en çok “şefkat ve ikram etmek” anlamına geliyor.
Bütün ilimlerin kaynağı, özü Rabbimizin kelamı Kur’an-ı Kerimden aile hayatında mutluluk için en önemli üç şey bize açıklanmış. “Saygı-Sevgi ve İkram” Evlilik için üç sihirli sözcük. Sadece karı koca ilişkisi için değil, anne-baba-çocuk ilişkisi de geçerli.
Kadın erkeğe saygılı olacak, erkek kadından sevgisi esirgemeyecek ve birbirlerine ikramlarda bulunacaklar. Ana formül bu. Bu formülü destekleyen pek çok da hadisi şerif var. Onlara da ilerleyen derslerde değineceğiz inşallah.
Yaratılış olarak baktığımız zaman kadınların en çok sevgiye ihtiyacı varıdır, erkeklerin saygıya.
Günümüzdeki en temel sorunda bu: Kadınlar erkeklere gereken saygıyı göstermiyorlar, erkeklerde kadınları nasıl seveceklerini ve sevgilerini nasıl göstereceklerini bilmiyorlar.
İkram desen karşılıklı menfaate dökülmüş. Herkes kendi yapması gerekenleri bir tarafa bırakmış, diğerinin ne yaptığı ile ilgileniyor, karşılığını da ona göre veriyor.
Yurt dışında çocuklar üzerine yapılan bir araştırmada kız çocuk ve erkek çocuk farklılıklarına bakmışlar. Çıkan en önemli sonuç kız çocuklarının sevgiye, erkek çocuklarının saygıya önem vermesi. Bütün çocuklar sevgi ister diye düşünüyoruz, oysa erkek çocuklar saygı görmedikleri zaman sevildiklerine inanmıyorlar.
Yaratılış çocuklarda henüz bozulmadığı için en çok onlarda kendini tam gösterir. Mesela; kızlar küçükken babaya hizmet için onun etrafında koştururlar, terliğini getirirler, gazetesini verirler, nasıl hizmet edip babayı mutlu edeceklerini bilmezler. Fakat aynı kızlar biraz büyüdüklerinde, temiz bilgi ile beslenmediklerinde ve kibir gibi nefsin oyunları ile tanışmaya başladıklarında babaya bir bardak su getirirken yüzlerini ekşitmeye başlarlar.
Erkeğin evde otorite olması ve kadının erkeğe saygı göstermesi aynı zamanda en iyi çocuk eğitimi metodudur. Kadın kocasına saygılı olursa, çocuklarda babaya saygı duyarlar. Günümüzde ailelerin en büyük sorunu ergenlerle, gençlerle baş edememek. Neden?
Çünkü evde çocuğun çekineceği bir otorite yok. Anne çocukla çok yüz göz olduğu için ve sevgisi ağırlıkta olduğundan dolayı çocuk için otorite olamıyor. Çocuk babasını sevdiği kadar, ondan korkup çekinmeli ki hareketlerine dikkat etsin. Ölüm ya da boşanma gibi sebeplerle çocuk babasız büyüyorsa babanın boşluğunu büyükbaba, dayı gibi bir erkek yakının doldurması gerekir.
Evde kadın sevgiyi, baba otoriteyi temsil etmeli. Aynı zamanda kızlar babaya, ağabeye saygı duyarlarsa eşine de saygı gösterme noktasında sıkıntı çekmez.
Evlilik okulumuzu takip eden genç kızlar öğrendiklerini evde önce babaya, varsa erkek kardeşe ve yakın akraba erkeklere saygılı davranarak göstersinler.
Pek çok kadının kabullenmekte zorlandığı; fakat gayet sahih bir Hadis-i Şerifte “İnsanın insana secde etmesini emredecek olsaydım, kadının kocasına secde etmesini emrederdim.” buyruluyor. Sevgili peygamberimiz, rehberimiz bu sözleri ile evlilik hayatında kadının kocasına saygılı olmasının ne kadar önemli olduğuna dikkat çekiyor. Yoksa kadın iki büklüm olsun, kocasının karşısında yere yatsın demiyor elbette.
Biraz ağırımıza gidiyor; ama saygının önemini kabul ettik mi hanımlar? Etmeyenler çoktan gitmiştir herhalde. Tamam o zaman, devam edelim. Bir erkeği ne kadar severseniz sevin ona saygısızlık ediyorsanız sevginize inanmayacaktır. Saygısızlığın da çeşitleri var. Gizlisi var, açığı var, süslüsü var, sadesi var. Var da var.
İşte size gerçek hayattan süslü saygısızlıklardan örnekler: Kadın “Kocamın adı Tekin, ben ona tekoş derim.” diyor. Ne kadar ayıp sanki kedi çağırıyor. Başka bir hanım kocasının adı “Ali” Kadın ona sürekle “Alişim, Alişim” diyor. Sanki üç yaşında çocuk seviyor. Başka bir hanım da kocası, o ve ben varız. Kocası hoş bir şey söyledi. Kadın kocasını parmağı ile bana işaret ederek “Ne kadar şirin bir şey değil mi?” dedi. Ne diyeceğimi bilemedim. Kocası çok bozuldu, renkten renge girdi. Yaa çok şirin, götür kreşe ver, akşamları alırsın.
Bunları yapanlarda üniversite mezunu, kariyerle hatunlar. İşte bunlar süslü saygısızlıklar. Sevgi gösterisine boğulmuş saygısızlıklar. Erkek bu davranışlardan çok rahatsız olur; ama kadın o kadar şirin olmaya çalışır ki adam ne diyeceğini bilemez. Sonra bir bakarsın süper gidiyor zannedilen evlilik bir günde bitmiş.
Ya da açıkça yapılan saygısızlıklar var: Kocasına “kozalak, üretim hatası, öküz, ayı…” gibi kızdığı zaman ağzının ayarını bozan kadınlar var. Velhasıl bu saygı meselesi evlilikte çok önemli. Erkeğe ve ailesine saygı kadın için evliliğin temel direğidir.
Gizli saygısızlığa örnek ise: Asık yüzle, küçümseyici bakışlarla erkeği beğenmediğini hissettirmek ve aşağılamaktır. Yoksa kadının ağzından kocasına karşı kötü söz çıkmaz. Bu saygı meselesinin detaylarına kadın erkek yaratılış farklılıkları konusunda devam edeceğiz inşallah.
Gelelim sevgi konusuna. Sevgi; kadınların hava su kadar ihtiyacı olan manevi bir besin. Kadın sevilme arzusu ile doğar. Minicik kız bebekler, anne babanın yüzüne bakarlar, sevilmek için türlü şirinlikler yaparlar. Kadınların bu sevilme arzu, yaşı kaç olursa olsun hiç bitmez.
Bu yüzden de bir erkeğin en çok dikkat etmesi gereken konu, karısını sevdiğini söylemesi ve sevgisini göstermesidir. Erkeğin günde üç öğün “seni seviyorum” demesine gerek yok tabii. Bir şey çok söylendikçe anlamını kaybeder. Ama arada bir söylemesi kadını mutlu eder.
Kadınların çoğu sevildiğini duymak isterler; ama sevildiğini hissetmek kadınlar için daha önemlidir. Kadınlar eşleri tarafından sevildiklerini, değer gördükleri zaman hissederler. Erkek karısı hastalandığı ya da doğum yaptığı zaman şefkatle muamele ederse, gün içerisinde onu dinlemek için zaman ayırırsa, karısını düşündüğünü gösterirse, ufak tefek huysuzluklarına anlayışla bakarsa kadın sevildiğine inanır.
Bir hanım “Bir gün canım kayısı istedi, eşime telefon açıp söyledim; fakat akşam gelirken kayısı getirmedi. İki gün sonra getirdi kayısıyı. Çok mutlu oldum. Demek ki iki gün geçtiği halde benim istediğim şeyi unutmamış, almış, demek ki bana değer veriyor, günlerce ben buna sevindim.” demişti.
Peygamberimiz erkeklere “Bir yerden döndüğünüz zaman hediyeleri vermeye kız çocuklarından başlayın.” diye tavsiye etmiş. Kendisi de yolculuklardan döndüğünde ilk defa kızı Hz. Fatıma’nın evine gider önce onu ziyaret edermiş. Bir babanın da kız evladına göstermesi gereken sevgi ve değere güzel bir örnek.
Peygamberimiz, eşlerine de sevgisini göstermekten hiç çekinmemiş. Yemek yerken eşinin ağzına yemek koyar, hoşuna gidecek sözler söyler ve değer verdiğini sözleri ile de davranışları ile de belli etmiş.
Ana konu bu. Diğer dersleri işledikçe söz dönüp dolaşıp buraya gelecek. Ödevlerinizi bu akşam 19:00 da vereceğim, inşallah. Çünkü ödev konusu girmeden “sevgi-saygı ve ikram” konusu üzerinde biraz daha duralım istiyorum. Sizlerden gelecek soru ve yorumlarla devam edelim. İlk soru benden:
Erkeklere soruyorum. Bekarsanız; anneniz, babanız, kız kardeşiniz ya da nişanlınız, evliyseniz eşiniz ne yaptığında çok canınız sıkılıyor, kendinizi kötü hissediyor, onlara karşı kızgınlık duyuyorsunuz?
Hanımlara soruyorum: Bekarsanız; anneniz, babanız, ağabeyiniz, evliyseniz kocanız ne yaptığında ya da ne söylediğinde kendinizi değersiz görüp, sevilmediğinizi hissediyorsunuz?
Not1: Yorum ve soruları kendi isminizle değil ya “rumuz” la ya da kendinize bir “takma isim” bulup onunla yapın.Rahat yazın.
Not2: Ödevler yarına kaldı. Hem evinde bilgisayar olmayan akşam bakamayacak olanların isteği üzerine hem de bu konuyu biarz daha konuşalım diye. Ödev konusu yarın sabah siteye eklenecek.











-------------------------------




Evlilik Okulu 1.Ödev



İlk derste biraz gözünüzü korkutacağım; ama hep böyle gitmeyecek merak etmeyin. En zoru aslında ilk ders. Bunu başarıyla geçtikten sonra gerisi kolay.
İlk dersimiz kendini tanıma ve hatalarımızı kabul etme üzerine. Ahh ah, nefsimize en ağır gelen şeydir bu. Oysa kendimizi tanımadan mutlu olmamız imkansız. Kendimizi tanımazsak ömrümüz başkalarını suçlayarak geçer. Hatalarımızı düzeltemeyiz, ilerleme kaydedemeyiz.
Yunus Emre’nin dediği gibi;
İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsen,
Ya nice okumaktır.
Yalnız bu kendini bilme işi, çok kolay bir şey değil. Zira kendimize kıyamadığımız için, kendimize karşı pek merhametliyizdir. Hatalarımızı pek görmeyiz, görsek de bahane bulmakta hiç zorluk çekmeyiz.
Evlilik üzerine yapılan bir araştırmada; evliliğinde mutsuz olanlara ve boşananlara sebepleri sorulduğunda hepsi eşlerinin hatalarını söylemişler. Kimse de “Ben de şu hataları şu yanlışları yaptım.” dememiş. En büyük yanlışımız kendi hatalarımızı görmeyip, eşleri değiştirmeye çalışmak. Oysa kimsenin başkasını değiştirmeye gücümü yetmez, kendimize gücümüz zor yetiyor. Uğraşırsak ancak kendimizi tanıyıp, değiştirebiliriz.
Evlilikler suya benzer. Oksijen ve hidrojen bir araya gelince su ortaya çıkar. Bunlardan birini alıp yerine başka bir madde koyarsanız su olmaz. Bu yüzden bir taraf bile değişse hayatınızda önemli değişiklikler olur. Bu yazıyı okuduğunuza göre bu taraf sizsiniz.
Eşiniz ile birlikte katılıyorsanız, birlikte gayret edeceksiniz.
Birinci aşama:
Sesiz bir odaya geçip elimize bir kalem alıp önce iyi huylarımızı, sonra kötü huylarımızı düşünerek, tek tek yazalım. (Kötü huylarımızı yazarken lütfen kendimize torpil geçmeyelim.)
İkinci aşama:
Bekarlar: Anne baba ve ev halkına kötü huylarınızı, hatalarınızı sorun, deftere yazın.
Nişanlılar: Siz de nişanlınıza sizde hoşuna gitmeyen, ilerde sorun olacağını düşündüğü huylarınızı sorun.
Evliler: Eşinize onu rahatsız eden kötü huylarınızı sorun ve not alın. Lütfen kötü huylarınızı sormadan önce eşinize her zamankinden daha iyi davranmayın, farklı bir şey yapmayın. Sonra o anki özel iyiliğinizin etkisinde kalıp söylemek istediği şeyleri söylemeyebilir.
Bunları yaparken en önemli nokta, hatalarınızı neden sorduğunuzu söylemeniz. Evlilik okuluna katıldığınızı ve bunun ödeviniz olduğunu söyleyin. Hanımlar genellikle bir şey öğrendikleri zaman, karşı tarafa çaktırmadan bir şeyleri düzelteyim derler; ama bu metot genellikle başarısızlıkla sonuçlanır. Yapmak istediğiniz şeyleri başkalarına duyurursanız, onları şahit tutacağınız için ister istemez azminiz artar.
Neden kötü ya da onu rahatsız eden huylarınızı öğrenmek istediğinizi söylemezseniz, gerçekleri öğrenmeniz biraz zor olur.
Eşiniz ya da ailenizin sizden çekinmeden söylemleri için, samimiyetinize inanmaları gerekir. Hatalarınızı söyledikten sonra, küçükte olsa bir tartışma, kavga çıkmayacağına emin olmazlarsa söylemeyebilirler.
Özellikle hanımlardan ricam; hatalarınız söylendiğinde lütfen hemen savunmaya geçmeyin. “Sen öyle yapamasaydın ben öyle yapmazdım, çok konuşuyorsam sen dinlemediğin için” gibi savunma ve suçlamaya lütfen girmeyin. Erkekler pek savunmaya girmedikleri için bu uyarıyı hanımlara yaptım.
Üçüncü Aşama
Sonra kendi yazdıklarınıza ve eşinizin söylediklerine bakın, bir karşılaştırma yapın. Bekarlarda anne-baba ve kardeşlerin söylediklerini kendi yazdıkları ile karşılaştırsınlar.
Eşinizin ya da ailenizin söylediği her şeyin doğru olduğunu düşünün. Söylenenlere bakıp, içinizden bahaneler üretmeyin, kendinizi aklamaya çalışmayın. En önemli aşamanın biri de budur.
İnsanın hatalarını görmesi ve kabul etmesi insanın ruhsal gelişiminde de en büyük adımdır. Mutsuzluğumuzun sebebi olarak başkalarını suçladığımız zaman, onlara gücümüz yetmediği için hep kızgın ve stresli oluruz. Şimdi kendimize bakacağız. “Ben ne kadar iyi işi bir eş olabildim. Bundan sonra iyi bir eş olmak için ne yapmam lâzım.”
Biz hanımlar duygusal olduğumuz için evlilik sorunlarını düzeltmek için erkeklerden daha çok gayretliyizdir. Seminerler dinleriz, evlilik kitapları alırız; ama yaptıklarımızın pek faydasını görmeyiz. Olumlu adımlarımıza eşlerden hemen karşılık görmezsek çabucak vazgeçeriz.
En büyük eksiğimiz sabır ve sebat. Bir günde ya da bir adımla hemen sorunlar çözülmez. Evlilik okuluna sabır ve sebatla devam edin, acele etmeyin, adımlarınızı sağlam atın. Ödevler zor da gelse yapmak için gayret sarf edin. Usulen, yapmış olmak için yapmayın, ciddiye alın, üzerinde durun. Takıldığınız yerde sorun.
Bu adımların sadece evlilik hayatımıza değil, manevi hayatımıza da çok katkıları olacaktır. Şu pohpohlanmayı seven nefsimizi azıcık kıralım. Kibrimizi kıralım.
Rabbimizin en sevmediği huydur, kibir. “Kimse bana bir şey diyemez, kimse beni eleştiremez, herkes kendine baksın.” havalarından çıkalım. Dikkat edin, aynalar olmasa her şeyi gördüğümüz gözümüzle kendimizi göremiyoruz. Hatalarımızı da başkaları bizden daha iyi görür.
Rabbimiz de Kur’an-ı Kerim de anlaşamayan karı kocalara, hakeme gitmelerini, tavsiye etmiş. Dışarıdan bir göz. Neden? Başkaları bizi bizden daha iyi görebiliyorlar. Evlilik sorunlarına hep kendi tarafımızdan bakıyoruz. Oysa eşimizin bakış açısına değer vermemiz lâzım.
Hatalarınızı yazdığınız deftere, evlilik okulu devam ettikçe notlar alacaksınız. Bakalım öğrendikçe kendi yaptığınız başka yanlışların farkına varıp, başka neleri ekleyeceksiniz?
Ödeviniz bunlar: Önce kendi gördüğünüz hatları, kötü huylarınız kendi başınıza yazacaksınız.
Sonra evliler eşine, bekarlar ailenize sorup yazacaksınız. Kolay gelsin.

enderhafızım 22 Ocak 2013 11:19

Cevap: Evlilik Okulu...
 
Evlilik Okulu 2.Ders: Zıtlığı Bozmayalım


İkinci dersimize geldik. İlk derse gelen yorumlarda iletişimle ilgili çok soru gelince, derslere iletişim ile devam edelim dedim; ama bu zıtlık meselesi çok önemli. Bu konuyu işlemeden iletişimdeki farklılıkları da izah etmek zor olacak. İletişim konusuna en kısa zamanda geleceğiz inşallah.
Derslerde bazen önceki yazılarımdan cümleler alacağım, aynı cümleleri yeniden kurmamak için. Devamlı okurlarıma tanıdık gelen cümleler olabilir, tekrar faydalıdır.
Dersimiz Kadın-Erkek arasındaki zıtlık.
Allah kadın ve erkeği birbirine zıt yaratmış. Güçler karşıtı olan güçlerle eşlenip bütünleşirler: Ateş -su, gök- yer, güneş-ay, nefes almak-nefes vermek, siyah-beyaz, itmek- çekmek, artı-eksi, kadın- erkek. Karşıt güçler bütünlüğü oluşturan parçalardır.
Hz Mevlana:
Zıtlıkların uyumundan hayat doğar. Zıtlıkların savaşı ölümdür.” der.
Kadın ve erkek birbirlerine pek çok yönden zıt yaratılmıştır. İki cinsi birbirine çeken şey de bu zıtlıktır. Bedenen ve ruhen. Kadın ve erkeğin doğuştan getirdiği özellikler vardır.
KADIN: Şefkat ve teslimiyet. (Dişil)
ERKEK: Liderlik, güç ve iddia. (Eril) özelliklerle dünyaya gelirler.
Güce karşı teslimiyet, iddia ya karşı şefkat birbirini tamamlar ve bütünler.
Günümüzde en büyük sorun, bu zıtlığın bozulmaya çalışılmasından dolayı; kadın ve erkeğin birbirine benzemeye başlamasıdır. Bu noktada erkekler; kadınlaşma yolunda yavaş giderken, kadınlar hızlı bir şekilde erkekleşiyorlar.
Sevgili peygamberimiz rahmet peygamberidir, çok az lanet etmiştir. Lanet edilen şeyler konunun öneminden dolayıdır. Allah’ın rasûlu:
“Kadınlara benzemeye çalışan erkeklere ve erkeklere benzemeye çalışan kadınlara lanet olsun.” buyurmuştur.
Çünkü zıtlığın bozulması, kadının ve erkeğin ailede rollerinin bozulması demektir; bu da bütün dengeyi bozar. Zıtlıktır aslında arada çekiciliği sağlayan. Zıtlıktır hayatı keyifli kılan, doğru davranış varsa tabii ki.
Yurt dışında kadınlar üzerinde yapılan araştırmalarda dişil özellikler olan şefkat ve teslimiyet yerine, erkek vasfı olan güç ve iddia ortaya çıkıyor. Bizde de yapılsa aynı sonuçlar çıkacaktır.
Pek çok kadın güçlü olmakla övünüyor. Oysa güçlü falan değiliz. Meslek sahibi, kariyerli, güzel kadınlar daha çok psikologa gidiyor. Bakarsanız güç adına her şey var; fakat mutlu değiller. İnsan bilgisayar değil ki kendini sıfırlasın. Ne yaparsak yapalım, yaratılışın önüne geçemiyoruz.
Feminizm duyguda kadın, davranışta erkek yeni bir tip ortaya çıkardı. Bu yüzden feminist kadın farkında olmadan hem kendiyle hem erkekle mücadele halindedir. Bir türlü sükûna kavuşamaz.
Biz kadınlar zayıf yaratılmışız. Ne kadar güçlü görünmeye çalışırsak çalışalım, zayıfız. Bedenen zayıfız, erkeklerdeki kasların yarısına yakın kas yapısına sahibiz. Onların sahip olduğu beden gücünün çok azına sahibiz.
Duygusalız; fazla duygusallık da bir zayıflıktır. Çabuk ağlarız, her şeyin içine duygularımızı mutlaka katarız. Duygusal olmak elbette kötü değil, duygular hayatın tadıdır; ama bir noktada da zayıflık olduğunu kabul edelim.
Zayıfız; ama aciz değiliz. İkisi arasında çok büyük bir fark var; lütfen karıştırmayalım. Kadınların en çok itiraz ettiği noktadır bu. Eğitimlerde “Güçlü görünmek için boş yere uğraşmayın.” dediğimde “Zayıf görünürsek kocalarımız bizi ezer.” cümlesi hiç değişmeyen cümledir.
Allah(c.c) kadını zayıf yaratırken, erkeği zalim yaratmamış; tam aksi koruma duyguları ile yaratmış. Erkekler zayıf kadınları değil (istisnalar kaideyi bozmaz) güçlü görünmeye çalışan kadınları ezerler genellikle. Onlarla yarıştıkları için. Erkeğin merhametini uyandıran şey kadının zayıflığıdır.
İnsan beyni sağ ve sol beyin olmak üzere işlevleri açısından iki yarımküreye sahiptir. Kadınlar beyinlerinin sağ yarım küresini daha çok kullanırken, erkekler sol yarımküresini daha çok kullanırlar. Bu yüzden hayata, olaylara bakışları da farklıdır. Fakat beyinde ortak kullandıkları alanlar sebebi ile de birbirlerini anlamaları da mümkündür.
Kadın ve erkeğin mutlu olması için benim gördüğüm üç yol var:
Birinci yol: Kadının erkeğe teslimiyeti: Allahın kurduğu doğal sistem işleyişe geçer. Kadın ve erkek dağda da doğup büyüseler “evlilik okulu bilgilerine” ihtiyaçları olmaz. Kadın erkeğin gücüne cesaretine hayrandır, saygı duyar. Erkek de ondan farklı yaratılmış bu çekici varlığı sever, korur. Bu kadar basit.
Fakat günümüzde bu teslimiyet işi kadınlara ağır geldiği için aksaklıklar orda başlıyor. Bir önceki derste Rabbimizin âyetle bize gösterdiği yol da bu ilk yoldur.
İkinci yol: Kadınların sorularına doğru cevapları bulmaları. Sorular, sorular, sorular…Kadınların bitmeyen soruları.Neden itaat? Niçin ben? Beni ezer mi? O ne yapacak?…Sorularına doğru cevap bulduklarında itaat edebilirler. Bu adım da karı koca arasındaki sorunları azaltır.
Üçüncü Yol:Kadın ve erkeğin birbirini tanıması, yaratılış özelliklerini bilmeleri. Birbirlerini tanıdıkça birbirlerine karşı anlayışları artacak, sevgileri beslenecek. Üçüncü adım için iki tarafın birlikte emek göstermesi lâzım. İki tarafın gayreti elbette daha iyi bir sonuç verecektir.
Birbirini tanımanın en iyi yolu aradaki farklılıkları bilmekten geçer. Konuyu toparlarsak kadınların en temel üç özelliği:
1-Beynin sağ tarafını çok kullandıkları için duygusal olmaları.
2-Şefkat ve teslimiyet duygularının ağırlıkta olması.
3-Yumuşak yaratılmış olmaları.
Kadın ruhen yumuşak yaratıldığı gibi, bedenen de yumuşak yaratılmış. Ruh ve beden yaratılışında bir bütünlük var. Kadın bu yumuşaklığı, kişiliğinde, ahlakında, sesinde, bakışında kısacası davranışlarında korumak zorundadır.
Kadını kadın yapan şey yumuşaklığıdır. Bir erkeğin kadında aradığı, ona çekici gelen şeyde yumuşaklıktır. Yumuşaklık eziklik değildir. Kadının gücü yumuşaklığındandır. Kadın dişidir, dişi de yumuşaktır.
Dişi demek dekolte giyen demek değildir. Dekolte giymek, kadını dişi yapmaz, sadece seksi gösterir.Dişilik ve seksilik arasında da çok büyük bir fark vardır. Kadınların yanıldığı ve karıştırdığı noktalardan biri bu. Dişilik her zaman erkeği çeker; ama seksi olmak her zaman işe yaramaz. Bu yüzden günümüz seksi kadınların çoğu yalnızdır. Mankenler, şarkıcılar genellikle aldatılır.
Mesela pek çok kadının başına gelmiştir. Kadın çok yorgundur; ya kalabalık misafir ağırlamıştır ya da cam, halı büyük temizlik yapmıştır, kolunu kıpırdatacak hali kalmamıştır. Kadın bir an önce uyusam derdinde iken kocası onunla birlikte olmak ister. Kadın bunu kendine yapılmış bir hakaret olarak görür. Canı çıkıyordur; ama kocası onu zerrece düşünmeyip keyfinin derdindedir. O anda karar verir; bu adam onu kesinlikle sevmiyordur.
Genellikle kavga ile biter bu isteğin sonu, kadın sonuna kadar haklı olduğuna emindir. O yorgunluğun üstüne bir de ağlayarak uyur.
Erkekler böyle keyif ehli midir, acımasız mıdır, düşüncesiz midir? Neden karısı bu kadar yorgunken onunla olmak istemiştir? Cevabı çoğu zaman erkek kendi de bilmez.
Bu sorunun cevabı fıtrattan başka bir şey değildir. Kadının en yorgun hali, en güçsüz halidir. Kadının güçsüzlüğü erkeğe kendi gücünü hatırlatır.
Pek çok kadın farkında olmadan yorgunken kocasına yüzünü asar. Kimseye asılmayan yüz, kocayı görünce asılır. “Güçsüzüm diye sakın yaklaşma.” mesajıdır bu. Asık yüz erkeği kadından uzak tutar; ama iyi bir metot değildir. Ayrıca yorgunluğu en iyi alan şey, iyi bir banyodur.
İkinci dersten biraz cinsel konulara girmiş olduk. Cinselliği ayrıca ders olarak da göreceğiz, evlilikte çok önemli bir konu. Ara ara derslerin içinde de geçecek. Cinsel sorunlar iletişim sorunlarına, iletişim sorunları cinsel sorunlara sebep olduğu için iletişim ve cinselliği ayırmak çok mümkün değil aslında.
Kısacası kadının yumuşaklığıdır, edasıdır erkeği çeken. Kadın sertleştiği kadar, erkekleşmeye başlamış demektir. Erkekleşmeye başladığı anda bakışı, yürüyüşü, elini kolunu kullanışı, giyinişi, ses tonu, tavrı her şeyi değişmeye başlar. Erkek gözünde de hiçbir çekiciliği kalmaz.
Yumuşaklık nezaketi, zarafeti beraberinde getirir. Kadının yumuşaklığı yabancı erkeklere karşı hanımefendilik olarak tezahür eder. Çalışma hayatında kadın ciddi olayım derken erkeksi olmaya başlıyor bu da evde eşine yansıyor.
Kadının edası evde olmalıdır. Eda kadına yakışır erkeğe değil. Kadınlara sorsam, ne dersiniz? Hanginiz edalı, yumuşak bir koca istersiniz? Sapık falan değil ama kadınsı.
Akşam kapıdan salınarak giren, her işinize yardım eden, çabuk kıkırdayan, size saatlerce gün içinde yaşadıklarını anlatan,edalı edalı yürüyen, hülyalı hülyalı bakan, biraz da korkak bir koca isteyen bir hanım var mı?
Yoktur, “öyle koca istemeyiz” diyenler çoğunluktadır. Fakat çoğu zaman tam tersini erkekler yaşamak durumunda kalıyorlar. Akşam eve geldiklerinde edasını kaybetmiş, kadın görüntüsünde; ama dişiliği olmayan, erkeksi bir kadın ile muhatap olma durumunda kalıyorlar.
Biz kadınlar kadınsı bir erkek istemiyorsak, erkeklerinde erkek gibi kadın istememe haklarına saygı duymamız lâzım.
Erkekler kadınlar gibi yumuşak yaratılmamış. Erkek bedeni kaslı ve sert yaratılmış. Hayata bakışı da serttir erkeklerin. Beden ve ruh arasında bir bütünlük yine var. Duygularını karıştırmadan mantık çerçevesinden bakarlar çoğunlukla. Erkekte sertlik makbuldür. Hiç bir normal erkek “Ben şöyle yumuşağım, şöyle kadınsıyım.” diye övünmez. Erkekler güçle övünürler. Beden güçleriyle, zeka güçleriyle, meslekleriyle, arabalarıyla, başarılarıyla…
Fakat pek çok kadın, erkek gibi olmakla övünüyor. “Erkek gibi kadın” bir iltifat bizde. Oysa kadın için erkek gibi olmak en büyük hata. Erkek için de kadın gibi olmak, bitiş, demektir. Erkekler de kadınsı hareketlerden kaçınmak konusunda özenli olmak durumundalar. Hangi davranışlar kadınsıdır, erkekler kaçınmalıdır, onları da yine derslerde işleyeceğiz.
Bu yüzden kadın-erkek arasındaki farklılığı öğreneceğiz ki biz kadınlar, erkekleri kendimize benzetmeye, erkekler de bizi kendilerine benzetmeye çalışmasınlar. Önce yaratılışa saygı duyalım ve onu korumaya özen gösterelim. Birbirimize özenmeyelim, taklit etmeyelim.
Bunlar en temel farklılıklar. Diğer farklılıkları dersler devam ettikçe göreceğiz.
Ödevinizi yarın ekleyeceğim siteye inşallah.
Şimdi yine sorularım olacak. Konuyu biraz irdeleyelim düşünelim.
Erkeklere soruyorum: Kadınlarda sizi en rahatsız eden, erkeksi gelen davranışlar nelerdir? Bir kadın ne yaptığında (sadece eşiniz diye sormuyorum, kız kardeşiniz, anneniz, kızınız ya da aynı iş yerinde çalışan bir hanım olabilir) size çok itici geliyor?
Hanımlara soruyorum: Erkeklerde hangi davranışlar size kadınsı geliyor, sizi rahatsız ediyor. Erkek böyle olmamalı diyorsunuz?
Bir sorum daha var hanımlara: Hangi davranışlarınız erkeksi, farkında mısınız?
Cevaplarınızı bekliyorum.






-----------------------------------------




Evlilik Okulu 2. Ödev


2. Ders Ödev konumuz “Affetmek”
Evlilik okulundan faydalanmak için önce iyi bir zihin ve kalp temizliği yapmamız gerekiyor. Geçmişin tozu, kiri üzerine temiz bir şeyler inşa etmemiz zor.
Rabbimiz affetmekle ilgili yüce kitabında şöyle buyuruyor:
Ey iman edenler! Şüphesiz eşlerinizden ve evlatlarınızdan size düşmanlık etmiş olanlar vardır. Onlardan sakının. Eğer onları affeder, kusurlarına bakmaz ve bağışlarsanız şüphesiz Allah da çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.”(Tegabün sûresi âyet:14)
Üzerinde çok düşünülmesi gereken bir âyeti kerîme. Tam da evlilik okuluna başlamışken, tam da bayram gelirken Rabbimizin eşlere “Affedin, kusurlarına bakmayın ve bağışlayın.” tavsiyesini tutmanın tam zamanı. Tabii Rabbimizin bizi bağışlamasını istiyorsak.
Sevgili peygamberimiz “Mümin kin tutmaz.” buyuruyor.
Hz.Âişe bir gün peygamberimizden kendine bir dua öğretmesini istiyor.Peygamberimiz Hz Aişe’ye “Kalbimde kin bırakma.” diye dua etmesini tavsiye ediyor.
Hz.Mevlana’nın da güzel bir sözü var bu konuda:
“Geçmişi ve geleceği yakmadıkça Allah’ı bulamazsınız.” diyor. Geçmiş üzüntüler ve gelecek kaygısı hem Rabbimiz ile aramıza duvar oluyor hem de mutluluğumuza.
Geçmişi ve geleceği yakmadıkça mutlu da olamayız.”
Dünya da imtihandayız. İmtihan yazılı ve test usulü değil. Birbirimizle imtihan oluyoruz.
Evliliklerdeki pek çok problem de geçmişle bağlantılı sorunların devam ettirilmesi yüzünden çözülemiyor. “Eşim bana şunu yaptı, bunu yaptı, kayınvalidem bana şunu dedi, bunu dedi.” davaları hiç bitmiyor.
Kin sevginin en büyük düşmanıdır, kin ile sevgi bir yerde durmaz. Kin en büyük kirdir. Mutlaka temizlenmemiz lâzım.
Geçmiş sorunlar bugünü ve geleceği mahvediyor. Oysa Rabbimiz “affedin” buyuruyor.
Geçmişte yaşadığımız her ne ise yaşadık bitti. Alınması gereken dersler varsa alınıp, geçmiş bir tarafa bırakılmalı. Kin tutmak kadere isyandır. “Neden bunları yaşadım, neden bana bunları yaşattı.” Yaşamamız gereken ne varsa onları yaşadık. Yaşatan kişiler sadece getiren ellerdi.
İyilikse de kötülükse de getiren ele takılıyoruz, göndereni “Yaradan”ı unutuyoruz. Doğru bir tevekkül anlayışı ile birlikte kadere iman mutluluğun formülü aslında.
Peygamber efendimiz “Kadere inanan, kederden emin olur.” buyuruyor. Aşırı üzüntüler bizim iman eksikliğimizi gösteriyor, yaşadığımız ne olursa olsun. Sözüm önce kendime.
İnsanız elbette üzüldüğümüz konular olacak. Eşinizle kavga ettiniz, ya da beklemediğiniz sıkıntı verici bir durumla karşılaştınız, üzülürsünüz elbette; ama üzüntüyü hayata yaymamak, uzatmamak lâzım.
Bir kötülük gördüğümüz zaman nasıl davranmamız gerektiğinin yolunu Rabbimiz bize göstermiş:
“İyilik de eşit değildir kötülük de. Sen kötülüğü en güzel olan hareketle sav. O zaman görürsün ki seninle kendisi arasında bir düşmanlık olan kimse sanki yakın candan bir dost oluvermiş. (Fussilet sûresi, âyet: 34)
Büyük bir müjde var bu âyet-i kerîme de: “Kötülük gördüğünüzde iyilikle karşılık verirseniz, aranızdaki düşmanlık sevgiye dönüşür.” diye bize sevginin yolu gösterilmiş.
“Eşimle aramızda sevgi bitti, ne yapmalıyız.” diyenlere de bir cevap aynı zamanda. “İyilikle davranırsanız, düşmanlıklarınızı sevgiye dönüştürürüm.” diye de bir vaat var.
Yalnız kötülüğe iyilikle mukabelede bulunmanın çok da kolay olmadığı bir sonraki âyette bildirilmekte.
Bu kötülüğü iyilikle önleme özelliğine ancak sabredenler kavuşturulur. Ayrıca buna sevaptan büyük pay sahibi olanlardan başkası da kavuşturulmaz. (Fussilet sûresi âyet: 35)
Bunu için “sabır” lâzım buyuruyor Rabbimiz. Eğer sabredemezsek, iyiliklerimizin karşılığında hemen iyilik görmek istersek, acele edersek, ya da kötülük görünce hemen iyilikten vazgeçersek büyük sevaptan pay alamayız, kaybedenlerden oluruz.
Bir sonraki âyette konu ile ilgili bir uyarı var:
“Eğer şeytandan bir fitne ve vesvese seni dürter ve iyi halden uzaklaştırırsa hemen Allah’ a sığın, çünkü o hakkıyla işiten ve bilendir. (Fussilet sûresi âyet:36)
Şeytan tabi boş durmayacak, iyilik etmek isteyeni yolundan çevirmek isteyecek. “Boş ver, o kıymet bilmez, değmez, diyecek, sana şöyle şöyle kötülükler yaptılar diyecek, yapma şımartma onu diyecek, bunlar iyilik bilmez diyecek…diyecek de diyecek.”
Ne buyuruyor Rabbimiz “O vesveseler geldiğinde hemen bana sığının.”
Şeytanın peşine düşüp, iyilikten vazgeçmek, yoldan dönmek yok.
Yaşadığınız her ne ise şu ana kadar üzüntü verici, evliliğe dair, hepsini silin ve temiz sayfa açın.
1-Eşinizi affedin. Geçmişte büyük küçük her ne hata yaptı ise. (Bunu kendi içinizde yapın. O af dilemeden “Ben seni affettim” deyip “hata sendeydi” gibi yanlış anlaşılacak bir mesaj vermeyin.)
2-Kendi hatalarınız için eşinizden özür dileyin, helallik isteyin.
Özür dilerken en hassas nokta karşımızdakini suçlamadan özür dileyebilmektir. “Ben o hatayı yaptım; ama sen öyle yaptığın için yaptım, ben öyle dedim; ama sizinkiler bana ters davrandıkları için dedim” gibi eşi, aileyi ya da şartları suçlayarak özür dilemek sadece yeni bir kavganın ve kırgınlıkların başlangıcı olabilir.
“Ben hata ettim, düşünemedim ya da doğrusu o zannettim, bilemedim.” gibi hatada kendinize ait bölümü söyleyip, kimseyi suçlamadan özür dileyin.
Siz özür dilediniz diye eşinizin de sizden özür dilemesini beklemeyin. Siz samimiyetle özrünüzü dileyin.
Kadın ve erkeklerin özür dileme şekilleri birbirine pek benzemez. Kadınlar duygusal cümleler ile özür diler.
Erkekler özür dilemekte çok zorlanırlar, erkek psikolojisinde özür dilemek bir zayıflıkmış gibi algılandığı için, erkekler özür dilemektense pişmanlıklarını davranışları ile göstermeyi tercih ederler. Erkekler, özür dileseler bile genellikle kuru sözcüklerle, sıradan bir şey söylüyormuş gibi özür dilerler. Bu da genellikle kadınları tatmin etmez. Kadınlar erkeklerden kendileri gibi duygu dolu cümlelerle özür beklerler, bunu göremeyince boş yere üzülürler.
Bu yüzden hanımlar, beylerinden sözcüklerle özür beklentisine girmesinler. Onların davranışlarını okumayı öğrensinler. Evlilik okulunun bir dersinde bu konuyu geniş bir şekilde işleyeceğiz inşallah.
Eşiniz ile özür ve af konusunu hallettikten sonra, daireyi genişletin. Kendi aileniz, eşinizin ailesi başta olmak üzere sizi kıran herkesi affedin, rahatlayın. Yüklerden kurtulun. Bayramda kırgınlık duyduğunuz kişiler yakınınızdaysa ziyarete gidin, uzakta ise telefon açın.
Genellikle eşin ailesi ile sorunları halletmek, onları affetmek zor geliyor pek çok kişiye. Şeytan sizi oradan yakalamasın, bu bayram eşinizin ailesine çok iyi davranın.
Ödevin içindeki âyetlerin bir yazılı çıktısını alın, evde ya da iş yerinde en çok göreceğiniz bir yere asın ki Rabbimizin sözleri bize rehber olsun.

enderhafızım 22 Ocak 2013 11:39

Cevap: Evlilik Okulu...
 
Evlilik Okulu 3. Ders

Mutluluğu Bozan “İki Ö” (Evlilik Okulu 3. Ders)


Evlilik okulumuzda bir önceki dersimiz “Zıtlığı Bozmayalım” başlığı altında kadın-erkek arasındaki zıtlığın önemini konusundaydı. Bu zıtlığı hep birlikte korumamız lâzım; fakat bu zıtlığı koruyanlar erkeklerdir genellikle. Biz kadınlara kalsa ne zıtlık kalırdı, ne de erkeklik kalırdı dünyada.

Çünkü kadınlar, erkekleri kendi kafalarındaki hale getirmek, değiştirebilmek isterler. Bir kadın kocasının huylarını, alışkanlıklarını, davranışlarını değiştirmek arzusunu kolay kolay yenemez.

Erkekler, kadınların bu değişim isteğine karşı dirençlidirler. Yoksa gerçekten “erkek nesli” diye bir şey kalmazdı. Erkekleri kendimize benzetirdik: Bizim üzüldüklerimize üzülsünler, sevindiklerimize sevinsinler, bizimle insan ilişkileri üzerine saatlerce sohbet etsinler, derli toplu olsunlar, küçük büyük her konuya kafa yorsunlar, alışveriş mağazaları hiç söylenmeden bizimle birlikte gezsinler, çocuğun altını değiştirsinler, tabi ev işlerine yardım etsinler, (salata yapmakla kurtulamayacaklardı büyük ihtimalle) yemek, bulaşık temizlik, pasta börek… Bizden daha güçlü olduklarına göre yapıversinler diye yıkardık bütün işleri üzerlerine.

Eee bir erkek karısının her sözünü de dinlesin tabii bu arada(!) Karısının onayladığı arkadaşları ile görüşsün, diğerlerini görmeyiversin, kendi akrabalarını fazlaca görmesin, karısının akrabaları çok sevsin, karısının git dediği yere gitsin, gitme dediği yere gitmeyiversin…

Erkekler kendi kafalarına göre takılmasınlar yani… Karısının kafası varken ne gerek var ki kendi kafasını yormasına. Kıyamaz karısı ona(!) Her şeyi düşünür o ikisi için. Yeter ki yapsın kocası.

Peki biz kadınlar erkekleri değiştirmeye, kendimize benzetmeye neden bu kadar meraklıyız? Bir kere iyi niyetliyiz. Öyle olursa onun da bizim de mutlu olacağımızı düşünüyoruz. Oysa erkek kadına benzemeye başladığında önce kendi gözünde saygınlığını sonra karısının gözünde değerini kaybetmeye başlar.

İkinci nedeni kadınlığı ve anneliği karıştırdığımız için. Kadınların yaratılışlarında var olan annelik güdülerinden dolayı kadınlarda “eğitme, yetiştirme, düzeltme” isteği erkeklerden daha fazladır. Bu yüzden bazen annelikle kadınlığı karıştırabiliyoruz. Aman aman tehlikeli bir nokta burası.

Öncelikle şunu hiç unutmayalım. Kocalarımız bizim çocuklarımız değildir, istediğimiz gibi yetiştirelim, velev ki çocuklarımız bile istediğimiz gibi olmuyorlar. Eşlerimiz elimizde kurabiye hamuru da değildir, istediğimiz şekli verelim.

Onların bir yetişkin olduğunu, aramızdaki ilişkinin anne-oğul ilişkisi değil; kadın-erkek ilişkisi olduğunu hep hatırlayalım. Bu yüzden de anne-oğul ilişkisini çağrıştıracak davranışlardan uzak durmak gerekiyor.

Anne oğul ilişkisinde olan, karı koca ilişkisinde olmaması gereken davranışlar nelerdir onlara bakalım. Anne- çocuk ilişkisinde var olan “iki Ö” (öğretme ve öğüt verme) davranışını kadınlar kocalarına yapmamaya gayret etmeliler.

“İlk Ö” Öğretmek: Kocaya bir şeyler öğretmeye bayılırız, bundan acayip mutlu oluruz. Oysa erkekler eşlerinden bir şey öğrenmekten pek hoşlanmazlar. Belki bilinçaltında ilişkinin anne-oğul ilişkisine dönmesinden korktukları için, belki de biz kadınlar öğretirken annelik tavrı takındığımız için, belki de “Evin Reisi” onlar olduğu için her şeyi bilmesi gerekenlerin kendileri olduğuna inandıkları için.

Fakat genel olarak eşlerinden bir şeyler öğrenmeye karşıdırlar. Kadınlardan bir şey öğreneceklerse bunun eşleri dışında bir kadın olmasını tercih ederler. Kendi ailesinden bir kadın olursa kendilerini daha da rahat hissederler. Bir erkek bir kadından bir şey öğreniyorsa doğru ya da yanlış bu fark etmez, bu büyük ihtimalle annesidir, ablasıdır, teyzesi yani kendi yakınıdır.

“İkinci Ö” Öğüt vermek: Bundan da şiddetle sakınmamız lâzım. Erkeğe sürekli olarak neyi yapıp neyi yapmaması gerektiğinin söylenmesi, erkek açısından son derece rahatsız edicidir. Kadını mutlu edecek iyi bir koca nasıl olunur? Erkekler bu konu ile ilgili nasihat dinlemekten zaten hiç hoşlanmazlar.

“Onu öyle yapma, bunu böyle yapma, önce şunu ye, sonra onu yersin, fazla yeme, onu oraya koyma kirlenir, bunu yapma sağlığına zararlı, parayı şöyle harca daha iyi olur, onu oradan kaldır, onu oraya atma…” Oysa koca o yaşa gelene kadar öğreneceğini öğrenmiştir. Kadının çabaları genellikle nafiledir.

Bu ve benzeri sözleri bir anne tavrıyla defalarca söyleriz. Kaç kez söylediğimizi kendimiz bile hatırlamayız. Hayır, o sözü bir kez söyledik, “tamam” ikinciye söyledik, “tamam”, üçüncüye söyledik “tamam” da dördüncüye niye söylüyoruz. Belli ki sözümüzün bir etkisi yok. Bunu bile bile niye devam ediyoruz da kendimizi dırdırıcı kadın konumunda bırakıyoruz, bu da ayrı bir konu tartışılabilir.

Biz kadınların erkeklere karşı bu “iki Ö “yü hayatımızdan çıkarmamız gerekiyor. Çünkü bu “iki Ö” evliliği öğütüyor, sevgiyi öldürüyor.

Bu “iki Ö” nün temel amacı kocayı değiştirmek, kendi kafamızdaki koca yapmak ve onunla mutlu olmaktır. Başta söylediğim gibi niyetimiz kötü değil, bunun mutlu olmak için bir sevgi göstergesi olduğunu düşünüyoruz; fakat erkekler kadınların bu değiştirme arzularına karşı dirençlidirler hem değişmezler hem de çok incinirler. “Sevmek olduğu gibi kabul etmektir.” erkek gözünde.

Erkek değiştirilmeye çalışıldıkça kontrol edildiğini, yönlendirildiğini, reddedildiğini ve sevilmediğini hisseder. Kadın bir erkeği ne kadar değiştirmeye çalışırsa, erkek o kadar direnir.

Kadın erkeğe değişmesi gerektiğini ima ettiğinde ya da açık bir şekilde söylediğinde erkek karısı tarafından “yetersiz” görüldüğü düşüncesine kapılır. Zayıflık, acizlik ya da yetersizlik güce önem veren erkek fıtratı için büyük bir darbedir. Erkek bu durumda eşine fazlasıyla içerler.

“Karısının mutluluğundan sorumlu tutulmak” erkek için ağır bir yüktür. Erkek değişmediği için karısı tarafından suçlandığında ona kızgınlık duymaya başlar.

Kadın kocasının değişmesini bekler, erkek direnir… Kadın bekler, erkek öfkelenir… kadın bekler, erkek…

Burada erkeğin karakterine göre değişimler olur. Bazı erkekler kaçarlar (boşanırlar) bazı erkekler teslim olmaz, mücadele ederler, bazıları da “yeter uğraşamam” deyip pes eder, karısına teslim olur. Fakat karısına teslim olmuş koca hiç bir kadını memnun etmez.

Erkekler kadınları değiştirmek isterler mi? Bir de bu taraftan bakalım. Erkekler, kadınlar gibi meraklı değillerdir eşlerini değiştirmeye. Erkek karısının değişmesini istese de bunun için mücadele etmez. Söyler geçer, değişmeyeceğini görünce gerçeği kabullenmekte zorlanmaz. Fakat biz kadınlar vazgeçmeyiz, ümidimizi kolay kolay kesmeyiz. Bu konuda çok ısrarcıyızdır, adam ölüp giderken bile hâlâ pes etmemiş kadınlar vardır. Ardından “ölmese değişecekti” diye üzülürler.

Yazının başında değişim konusunda ev işlerine yardımdan örnek verdim, konu yanlış anlaşılmasın. Erkekler ev işi yapmasınlar anlamında söylemedim. Erkeklerin hanımlarına yardımcı olması erkeği asla kadınsı yapmaz, sadece bütün işlerin erkeklerin üzerine yıkılabileceği tehlikesine dikkat çekmek istedim. Yoksa erkeğin karısına yardımı ona olan şefkatini gösterir, kadın da kocası tarafından değer verildiğini hisseder. Karısı çalışıyorsa erkeğin zaten yardım etmesi gerekir. Yanlış olan erkek istemediği halde ev işlerine zorlamaktır. Erkeğe bunu açık ya da gizli baskı ile yaptırmak, sevgiyi yok eder.

Söylemek, söylenmek, surat asmak, tavır almak eşi değiştirir; ama bu kötü yönde bir değişime sebep olur.

Eşi iyi yönde değiştirmenin tek yolu kişinin kendini iyi yönde değiştirmesidir. Bir tarafın iyi davranışları ancak diğer tarafın olumlu değişimini sağlar.

Ders sonu, soru zamanı.

Erkeklere soruyorum: Evlendiğiniz günden beri değiştiğinizi fark ediyor musunuz? Bu nasıl oldu? Kendi isteğiniz ile neleri değiştirdiniz, eşinizin isteği ile neleri değiştirdiniz?

Kadınlara soruyorum: Eşlerinizi hangi konularda değiştirmeye çalıştınız, değiştirebildiniz mi? Neler öğretmeye uğraştınız? Eşinizin tepkileri nasıl oldu?





---------------------------------------------------






EVLİLİK OKULU 3. ÖDEV
Nasıl Değişebiliriz?(Evlilik Okulu 3.Ödev)



Bu haftaki ödev konumuz “Öğrendiklerimizden nasıl faydalanacağız, nasıl değişeceğiz.” Yıllarca yaptığımız, alışkanlık haline getirdiğimiz davranışlarımızı bir kalemde silebilir miyiz? Bir kaç yazı okuyup değişebilir miyiz?
“İnsan” kelimesinin kökü unutmak kelimesinden geliyormuş. İnsan unutkandır.
Unutmak büyük bir nimettir. (Ya da hatırlamamak da diyebiliriz, aslında tamamen unutmuyoruz, alt hafızaya gidiyor, hatırlayamıyoruz. Ben unutmak kelimesini kullanacağım, görünüşe göre unutuyoruz.)
Gün içinde gerekli gereksiz pek çok şey duyuyoruz, okuyoruz, görüyoruz. Hepsi aklımızda kalsa ağırlıktan çıldırırız. Öğrendiklerimizi saniyeler sonra başlayarak( bizim ne kadar dikkatimizi çektiğine göre değişiyor) dakika, saat, gün, hafta, derken unutuyoruz.
Beynimiz öğrendiklerimizi temizlerken şunu yapmıyor: “Aaa bu çok önemliymiş, bunu kaydedeyim.” Önemliyse bizim bunu beynimize kabul ettirmemiz gerekiyor. Beynimizin bir çalışma sistemi var. Ona göre hareket edersek öğrenebiliriz, ona göre hareket edersek kendimizi değiştirebiliriz.
İnsan tekrarla öğreniyor. Rabbimizin kelamında da pek çok birbirine benzer tekrar eden âyet-i kerîmeler vardır.
Peygamberimizde önemli sözlerini üç kez tekrar edermiş. Dua ederken de üç kez söylemeyi tavsiye etmiş bizlere.
Bir bilgi bir kez ya da bir kaç kez geldiğinde, beynimiz bunu ciddiye almıyor. Yere dökülmüş reçel gibi görüyor, az sonra silmeye başlıyor. Tekrarla geldiğinde “Hımm bu önemli galiba, hep geliyor, hep geliyor, kaydedeyim bari.” diyor.
Beynin yeni bir bilgiyi unutmamak üzere kaydetme süresi bilimsel olarak en az 3 hafta tekrarla oluyor. Davranışta değişim istiyorsanız 40 gün uğraşmanız gerekiyor.
Hz Musa da Tur dağında 40 gün kalmıştır. Bir değişim ve dönüşüm, yeniyi kabul etme sayısıdır 40. Kırk sayısı ile ilgili çok şey var, konu dağılmasın diye burada yazmıyorum.
Atalarımızda “Akıllıya kırk gün deli dersen deli olur.” sözü ile iyi ya da kötü bir değişim için 40 sayısına dikkat çekmişlerdir.
Yani köklü bir değişim bir gün de bir yazı bir kitap okuyarak değişmek çok da mümkün değildir. Mümkündür; ama çok nadirdir.
Mark Twain: “Bir alışkanlık pat diye pencereden atılamaz; onu merdivenlerden yavaş yavaş indirmeniz gerekir.” demiş. Çok doğru. Yanlışları adım adım merdivenden indirirken, doğruları da yavaş yavaş yukarı çıkaracağız.
Alışkanlıklar ya en iyi hizmetçidir, ya da en kötü efendidir.
Kötü bir adetin yerine bir iyisini koymaya çalışmak en doğrusudur. “Çivi çiviyi söker; bir alışkanlık da bir diğeriyle alt edilir.”
Kalıcı bir öğrenmenin ilk şartı:
Yazmaktır: Sevgili peygamberimiz “İlmi yazarak bağlayınız.” buyurarak bilginin ne kadar çabuk unutulabileceğine dikkat çekmek için onu kaçan bir şeye benzetiyor.
İlim kıymetlidir emek ister. Bir kere duydum, okudum öğrendim yok. Emek vermek gerekiyor, nazlamak gerekiyor.
Peygamberimiz, hadisleri ezberleyemediği için üzülen bir sahabiye “Sağ elinden yardım alsaydın.” diye yol gösteriyor.
Yazmak önemli; fakat en önemlisi yazıp defterde bırakmayacağız. Yazdıklarımızı tekrarlı bir şekilde okumamız gerekiyor. Bunun içinde en iyi yol öğrendiklerimizi bir cümleyle özetleyip, her gün en çok göreceğimiz bir yere yapıştıracağız.
İkincisi tekrar etmektir:
Beyin tekrarla öğrendiği için kendimize doğru telkin cümleleri hazırlamalıyız. Aşağıdaki şartlar önemli.
Bu telkin cümlelerinde dikkat edilmesi gereken noktalar:
1-Cümlelerin şimdiki zaman cümleleri olması önemli. “Yapacağım değil yapıyorum” olmalı. Beynin gelecek kavramı yok. Cek cakla söylediğiniz şeyleri hep erteliyor. Yapıyorum dediğinizde henüz yapmıyor bile olsanız, beyin sizi yapmaya teşvik ediyor. “Kendimi kontrol edeceğim değil, kendimi kontrol ediyorum.”olacak.
Beynin yalan ve doğru kavramı da yok. Çok söylenen tekrar edilen sözlere ya da düşüncelere inanıyor. Bu yüzden yalan söyleyenler bir süre sonra kendi yalanlarına inanıyorlar. Beyin hayal ve gerçeği de karıştırıyor. Bir şeyi çok hayal ederseniz gerçekmiş gibi algılamaya başlıyor.
2-Telkin cümleleriniz açık ve kesin olmalı.
3-Olumlu cümleler olmalı. Cümlelerde beyne olumsuz çağrı verecek sözcükler olmamalı. “Sinirli değilim, bağırmıyorum değil; sakinim düşünerek hareket ediyorum.”gibi olumlu cümleler olacak. “Bağırmıyorum” deseniz bile beyne “bağırmak” kelimesi çağrışım yapıyor ve onu telkin ediyor.
4-Uygulanabilir olmalı. (Evrene olumlu mesajlar verdim, süper zengin olacağım, parayı çağırdım gibi bol keseden atmasyon olmamalı.)
5-Kişisel ve dürüst olmalı. Size uygun olmalı.
6-En az üç hafta tekrar edilmeli. Davranış değişikliği için 40 gün tekrar edilmeli.
7-Tekrarlar hem her gün 20 dakika sesli tekrar olmalı. Hem de gün içinde iç seslerle tekrar edilmeli.
Bu metodu her şeyde kullanabilirsiniz. Ben kullanıyorum. Bazen ezberlemek istediğim bir âyeti yazıp duvara yapıştırıyorum bazen bir hadis bazen şiir ya da bir güzel söz. Bunlar için sesli tekrar çok önemli değil. Yazıyı gördükçe hafızama geçiyor.
Fakat davranış değişikliği için sesli tekrar mutlaka gerekli.
Birkaç değişim cümlesine örnek:
Düşüncelerimi kontrol edebiliyorum.
Davranışlarımı kontrol edebiliyorum.
Ben dili kullanıyorum.
Güleryüzlüyüm.
Eşime ve çocuklarıma karşı sabırlıyım… gibi.
Kendi cümlelerinizi hazırlayın. Yalnız yukarıdaki maddelere dikkat edin.
Ben geçmiş yıllarda bu metotla zayıflamıştım. Kilo sorunu olanlara tavsiye ederim, faydalı bir metot. Yukarıdaki şartlara uymak koşuluyla. Bir dosya kağıdına yazıp, göz önüne bir yere yapıştırın. Mutfak dolapları hanımlar için en ideal yerdir. En az üç hafta sabahları 20 dakika sesli tekrar yapın.
Seçtiğiniz cümlenin şimdiki zaman cümlesi olması çok önemli. Mesela “Az yiyorum ve zayıflıyorum” iyi bir cümle. “Zayıflayacağım değil, zayıflıyorum.” olacak yalnız. Dikkatinizden kaçmasın. Beynin gelecek kavramı yok. cek cak ekleri ile söylenen sözleri kabul etmiyor.
Destekleyici ek cümleleriniz de olsun. “Peygamberimiz sofradan doymadan kalkardı.”
“Az yemek yemek bana yetiyor. Böyle daha sağlıklıyım.”…gibi.
Sabırlı bir anneyim. (çocuk eğitiminde kullanabilirsiniz.)
Bu metodu derslerde kullanmanızı istiyorum. Şifrelerle de kullanabilirsiniz.
Son derste eğer eşinizi değiştirmeye çalıştığınız fark ettiyseniz “İki Ö dikkat” yazıp çok göreceğiniz bir yere yapıştırın. Her baktığınızda size yapmamanız gereken şeyleri hatırlatacaktır.
Benim dersler arasında zaman bırakmam da yine öğrenilen konunun üzerinde durmanız için. Sadece öğrenmemiz değil, öğrendiklerimizden faydalanmamız önemli.
“Evlilik Okulu”nu baştan itibaren sindire sindire takip edenler daha çok faydalanacaktır. Zamana yayılması ve tekrarlar önemli. Bu yüzden dersler daha ilerlemeden sevdiklerinizle, arkadaşlarınızla paylaşmanızı tavsiye ederim. Facebook, twitter adresleri olanlar paylaşın ki başkaları da faydalansın.
Bazı hanımlar “evlilik okulunu” eşlerinden gizli takip ediyorlarmış:)) Eşleri öğrendiklerini uygulamasını bekler diye… Bunun için paylaşmıyorlarmış. Uygulamayı düşünmüyorsanız hiç takip etmeyin bence. Ayrıca okulumuz bildiğiniz üzere sadece hanımlar için değil, erkek katılımcılarımızda çok ve onlarda faydalanıyorlar.
Erkeklerin de öğrendiğimiz konuları bilmeleri lâzım. Hem onları ilgilendiren konuları hem de eşlerini daha iyi anlamak için kadınları ilgilendiren konuları okumaları geriyor. Derslerde ben özellikle iki tarafa da hitap ediyorum. Korkmayın hanımlar! Hadi duyurusunu yapın:))
Erkek okurlarımızdan da “aa evlilik okulumu takip ediyorsun.” gibi gereksiz esprilere muhatap olmamak için siteyi paylaşmaya çekinenler varsa, hiç çekinmeyin. İnanın en çok da o espriyi yapan kişi takip edecektir. Kesin onun da ihtiyacı vardır.
Siteyi duyanlar çok memnun oluyorlar, dua ediyorlar. Hem sitedeki yazarlarımızdan hem evlilik okulundan çok faydalandıklarını söylüyorlar. O zaman duyurup bu duaya siz de ortak olun.

enderhafızım 22 Ocak 2013 11:42

Cevap: Evlilik Okulu...
 
Kızgınlıklarımız Sevgimizi Yemesin (Evlilik Okulu 4.Ders)


Evlilik okulumuzda geldik dördüncü derse. “Katılmak için geç kaldık mı?” diye soranlar var. Geç kalmış sayılmazsınız. Yeni katılanlar ilk dersten itibaren okuyun, ödevleri yapın ve bu dersten devam edin.
Bu derste iletişim konusuna başlıyoruz. İletişim çok önemli. “Seviyoruz birbirimizi, ölüyorum aşkımdan; ama anlaşamıyoruz, kavga ediyoruz.” diyenler çoktur. Neden? Sevmek neden iyi anlaşmak için yetmez? Çünkü gönül ve akıl ele ele olmadan hiç bir sevgi yaşamaz, ölür. Gönlümüzü aklımızla koruyabiliriz.
Bu yüzden iyi bir iletişim önce beyinde başlar. Konu ya da kişi ile ilgili ne düşünüyoruz? Bütün söz, tavır ve davranışlarımızı düşüncelerimiz belirler.
Bekarlarla başlayalım. Bekar bir genç kız. Erkeklerle ilgili düşüncesi; onların kaba, düşüncesiz ve fırsat bulurlarsa kadınları ezeceği üzerine ise erkeklere ne kadar iyi davranabilir? Nasıl iyi bir eş olabilir?
Bekar bir erkek. Kadınlarla ilgili düşüncesi; sadece cinsellik üzerine ise, onların dırdırcı, paracı, gözyaşını kullanan cadılar olduğunu düşünüyorsa nasıl iyi bir koca olabilir?
Düşünceler davranışlarımızı belirler. Mesela; kadınların çoğunda kabul etmeselerde erkek düşmanlığı var. Hemen her seminerimde değişmeyen, artık klasik olan, şu soru mutlaka gelir: “Kocama yumuşak davranırsam, beni ezmez mi?” İnsanı dostu ezmez, düşmanı ezer. Bir kadın kocasının onu ezeceğini düşüyorsa, onu düşman olarak görüyordur ve ilk yanlışı kendi başlatıyordur.
Nişanlı kızlardan da en çok şu sözü duyuyorum. “Nişanlım istediğimi yapana kadar mutlu olmuyorum.” Neden? Çünkü evlilikle ilgili yanlış şeyler düşünüyor. Çoğunlukla genç kızı etraftan yanlış yönlendirenler oluyor.”Bak şimdiden nasıl alıştırırsan öyle gider, dediklerini yaptırmaya bak.” Genç kız da ne kadar severse sevsin, evlilikte kendi sözünü geçirebilmek için bile bile sevdiğini üzüyor.
Ya da gençler; kız ya da erkek fark etmez, kendi anne ve babalarının evliliklerine bakıyorlar ve önlerinde olumsuz modeller varsa onlar gibi olmamak için, yanlış adımlar atabiliyorlar. Erkek babası gibi olmamak, kız annesi gibi olmamak için kendine kurallar belirliyor. O kuralların karşısındaki kişide nasıl etki uyandıracağını düşünmüyor. Oysa eşi, onun anne ya da babasının karakterinde değil.
Kayınvalide ile de ilgili daha tanımadan olumsuz düşünceler özellikle genç kızların kafasında ağlarını örmüş oluyor. Dikkat Tehlike! Yakın olma, yakın oturma, resmi dur.
Düşüncelerimizle ön yargılar oluşturuyoruz, o da davranışlarımızı etkiliyor.
Gelelim evliliğe…
Birbirimizde hoşumuza gitmeyen şeyler gördüğümüzde önce değiştirmeye çalışıyoruz, değiştirmeyi başaramayınca kızgınlık duymaya başlıyoruz. “Neden benim istediğim gibi olmuyor.” diye. Duyduğumuz kızgınlık bakışımıza, ses tonumuza, sözlerimize yansıyor.
Düşüncelerimizle enerji üretiyoruz, elektrik dediğimiz şey. Olumsuz bir şey düşündüğümüzde negatif (kötü elektrik) üretiyoruz, olumlu bir şey düşündüğümüzde pozitif (iyi elektrik) üretiyoruz. Ürettiğimiz her ne ise karşımızdakini etkiliyor. Biz istediğimiz kadar olumsuz düşüncelerimizi, sahte davranışlarla örtmeye çalışalım, karşıdaki onu mutlaka anlıyor. Ne olduğunu anlatamasa da anlıyor.Çünkü elektriğimiz onu çarpıyor.
Mesela…
Erkek eve geç kalıyor, kadın kızıyor “İşten çıktı, yine nereye gitti? Annesine mi uğradı, arkadaşlarına mı takıldı?” Kocasını arıyor: “nerdesin?” diye soruyor. Ya da kızgınlığı belli olmasın diye süslüyor. “Hayatım nerdesin?”
Aradaki mesafe önemli değil. Erkek sesten anlıyor, tatsızlığı. O da kızıyor içinden. “Ne var geç kaldıysam, beni kontrol etmeyi bırak artık.” diye düşünüyor. Fakat cevabı başka oluyor. Nerede olduğu ile ilgili bilgi veriyor; fakat onun da kızgınlığı sesine yansıyor.
Erkek eve geldiğinde bir kavga tartışma olmasa bile birbirlerine soğuk davranıyorlar.
Kadın ararken “Sorumsuz yine geç kaldı” diye düşünmek yerine “Bir işi çıkmıştır, gitmek zorunda kalmıştır ya da arkadaşlarını görmek istemiştir.” gibi bir olumlu düşünceyle arasa, erkek cevap verirken “Beni merak etmiş, özlemiştir karıcığım” diye olumlu düşünüp öyle cevap verse hiç bir tatsızlık olmayacak.
Mesela çalışan kadın…Karı koca aynı anda kapıdan giriyorlar, erkek salona geçip televizyonun karşısına geçiyor. Kadın bir yandan çocukla ilgilenmeye çalışırken, bir yandan yemeği hazırlamaya çalışıyor. Bir yandan da zihninden şunlar geçiyor. “Yat tabii, ben senin uşağınım, hem dışarıda çalışırım, hem evde çalışırım, kazandıklarımı harcamaya gelince bayılıyorsun; ama yardım etmeye gelince canın çıkıyor.”
Kızıyor, kızıyor, kızdıkça negatif elektrik üretiyor, tatsızlık çıkmasın diye belli etmemeye çalışsa bile bakışları, hareketleri, yürüyüşü masayı kuruşu, tabakları koyuşu her şey değişiyor. Her şey daha sert. Elektriği ortalığı kasıp kavuruyor.
Bu elektrik önce kendini sonra kocasını yakıyor. Ürettiğimiz olumsuz elektrikler vücudumuzda hastalığa dönüşüyor. Baş ağrıları, fıtık gibi pek çok hastalığın sebebi stres. Stresi biz üretiyoruz. Ne yaşadığımız değil, olaya nasıl baktığımız önemli.
Kadın daha olumlu bakabilse duruma. “Ailesinde alışmamış ev işi yapmaya; ama ben de çok yoruluyorum onun yardımına ihtiyacım var, eşimi nasıl yardım etmeye alıştırabilirim?” diye düşünse. Kızmak yerine yanına gidip “Canım sana ihtiyacım var, salatayı sen yapabilir misin ya da çorbayı azıcık karıştırabilir misin, ben yetiştiremiyorum.” dese. Eşine ihtiyacı olduğunda kızmadan tatlılıkla, yardım istese.
Genellikle kadın, bir gün söylemişse ertesi gün söylemiyor, “Kaç sefer söyledim, bilmiyor mu? Beni düşünse, sevse, gelip yardım eder zaten, söylemeye ne hacet.” diye düşünüp kızgınlık besliyor. O kızgınlıkla ya suratını asıyor ya da her şeye söyleniyor. Oysa erkekler karısının ihtiyacı olduğunda söylemesini bekliyor.
Erkek de bu arada karısının tavırlarına kızdığı için şöyle düşünüyor. “Para kazanıyor ya, afra tafra yapıyor, yapmazsan yapma, ne bulursam yerim, olmazsa gider lokantada ya da annemde yerim.” diye düşünüp ocakta çorba pişene kadar karı koca kafada birbirlerini pişiriyorlar.
Erkek de şöyle düşünse “Karım hem dışarıda hem evde çalışıyor, kadın bünyesi zaten zayıftır, o belki benden daha fazla yorulmuştur, yemekten sonra uzanır dinlenirim.” deyip kalkıp yardım etse tatsızlıklar olmayacak.
Bir tarafın negatif enerjisini diğer taraf pozitifle karşılarsa ortam düzelir. İki tarafta negatife devam ederse tatsızlıklar huzursuzluklar bitmez.
Velev ki kadınsınız, yardım istediniz kocanız da ”Çok yorgunum yardım edemem.” dedi. O zaman kızgınlık besleyerek bir kaç çeşit yemek yapmak yerine, tavır yapmadan inatlaşmadan bir çorba yapıp güler yüzle getirin sofraya “Fazla bir şey yapamadım canım, çok yorulmuşum.” deyin. Az yiyin; ama az sevmeyin.
İşin bir de dindarlık ile ilgili boyutu var. Gelen yorumlarda vardı. Bir hanım “Kocası namazlarını aksattığı için kocasına kızdığını, evde tatsızlık olduğu ve ne yapması gerektiğini” sormuştu. Soruya buradan cevap vereyim. Aynı sorunu dindar hanımlar çok yaşıyorlar.
Öncelikle şu önemli ki günah işleyene kızmak değil, onun için üzülmek, dua etmek lâzım. Niye? Günahı bize karşı işlemiyor ki, biz niye kızıyoruz? Eğer onun ebedi saadetini düşüyorsak, kızmak yerine onun için üzülmemiz lâzım. Bu arada kendi hatalarımızı da unutmadan tabii. İbadet etmemiz bizim kurtulacağımızı göstermez.
Dedikodu, gıybet,kin tutmak…gibi basit gördüğümüz; ama çok önemli olan konulardan biz cuvvallayabiliriz de ibadetlerini beğenmediğimiz insanlar, bizden önce cennete gidebilirler.İbadet önemsiz demiyorum asla, yanlış anlaşılmasın, çok önemli; ama ibadet ettiğimiz için kendimizi kurtulmuş görüp kimseyi hor görmeyelim, işte o zaman en büyük hatayı yapmış oluruz. Peygamberimiz “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” buyuruyor. Ahlak kötü olduğunda ibadetlerin bir değeri kalmıyor.
Ayrıca kadın dinen kocasının namazından, ibadetlerinden sorumlu değil. Rabbimizin vermediği yükü üzerimize almayalım. Erkek karısının kılmadığı namazdan sorumlu. Erkek, güzellikle, tatlılıkla uğraşıp elinden geleni yapmak zorunda.Fakat kadının böyle bir yükümlülüğü yok. Kocası ona namazı hatırlatmasını istiyorsa, kadın yapmalı yoksa onun için sadece dua etmeli. Her namaz vakti “Günahkar adam, oturup tv izleyeceğine kalkıp namazını kılsana.” tarzında kızgın bakışları atmamalı tabii bu arada. Adamın kılası varsa da inadına kılmaz sonra.
İletişimde düşünce konusu çok önemli bir konu, yazıyorum ama bir derste bitmeyecek. Bir sonraki derste de devam edelim düşünce konusuna inşallah. Bir kaç gün içinde ödevi de bu konuda vereceğim. Şimdi sıra sizde. Konu ile ilgili düşüncelerinizi, yaşadıklarınızı yazın, yorumlar konuyu daha geniş çerçevede görmemiz için önemli.






----------------------------------------------------------------------





İç Konuşmalarımız (Evlilik Okulu 4.Ödev)



Düşünme Sanatı (Not defterimden farklı kitaplardan konu ile ilgili aldığım notlardan)
Güzel düşünmek bir sanattır ve bir sanatın; tıpkı resim ve müzikte olduğu gibi, devamlı alıştırma yaparak ve icra ederek canlı tutulması gerekir.
İnsanın, düşünebilmeyi başarmadan çok önceleri duygularının bir kurbanı olduğunu fark etmek çok önemlidir kuşkusuz.
Siz hiç “şevke getirici, coşturucu” bir toplantıya katıldınız mı? Neden devam etmedi? Değişmek, başarmak konusunda bir ilham geldi mi ve sonra neden kesildi? İlham nereye gitti? Neden bir kitap hayatınızı değiştirmedi?
Sorun kitaplarda değil. Sorun seminerlerde de değil. Gerçekten iyi olan birçok kendini geliştirme düşünce ve teknikleri var. Bunlar sonuç vermeli ve verebilir. Ama sonuç vermiyorlar ya da istikrarlı bir çözüm getirmiyorlar. Beynimizin çalışma yöntemi bu değil.
İnsan beyni, hepimizin sahip olduğu inanılmaz ölçüde güçlü, kişisel bilgisayar denetim merkezidir. Onun sizin için yapmasından hoşlandığınız, mantıklı her şeyi yapmaya gücü vardır. Fakat ona nasıl davranacağınızı bilmelisiniz. Eğer doğra davranış ve doğru yönergeleri dikkatle verirseniz, doğru şeyi yapacak sizin için en doğru şekilde çalışacaktır.
Ona inanıp inanmamamız da hiçbir fark yaratmaz. Beyin sadece en çok söylediğimiz şeye inanır. Ona kendiniz hakkında ne söylerseniz, onu yaptıracaktır. Başka seçeneği yoktur.
Yaşam Gerçekten Çok Basit, Ne Ekersek, Onu Biçiyoruz.
Bir günde zihnimizden ortalama olarak elli, altmış bin arası düşünce geçiyor. Karamsar olanlarda yüzde doksana varabiliyor.
Günde elli bin düşünceyi kayda geçirebilseydik, çoğunun tekrarlar ve olumsuz yargılardan ibaret olduğunu görebilirdik.
Düşünceler duygularımızı yaratıyor, duygularımız davranışlarımızı belirliyor. Ve biz davranışlarımızın sonucunda aldığımız tepkilerin sorumluluğunu üstlenmek yerine kişileri, koşulları ya da olayları suçluyoruz.
Evrende bedelsiz hiçbir şey yoktur. Olumsuz düşüncelerin birikiminin yarattığı çöplüğün bedelini fiziksel, zihinsel ve duygusal olarak rahatsızlıklar yaşayarak ödüyoruz.
Duygular enerjidir. Düşük frekanslı olumsuz düşüncelerin zihnimize hakim olduğu bir yaşam en kötü olasılıkla ölümcül hastalık, en iyi olasılıkla mutsuz ve doyumsuz bir yaşam olur.
Kendisine ve başkalarına karşı olumsuz düşünceler besleyen kişi, tıpkı kötü beslenen bir kişi gibi sağlıksız olur. Olumsuz düşünceler, olumsuz duyguları yaratıyor. Bu düşük frekanslı duygular ise bedenin bağışıklık sistemini zayıflatıyor. Sonuçta bedenimizde her an mevcut olan virüs ve bakteriler, bağışıklık sisteminin direnciyle karşılaşmadığı için hasta oluyoruz.
İÇ KONUŞMALARIMIZ
HEPİMİZ KENDİMİZLE sürekli konuşuyoruz. Kendimizle konuşmamız söze dökülmüş kelimeler ya da söze dökülmemiş düşünceler şeklinde olabilir. Biz hiçbir zaman kapanmayan, düşünen makineleriyiz.
Sessiz içe dönük konuşma ya bilinçli ya da bilinçsiz içsel bir diyalogdur. Çabadan çok farkındalık gerektirir ve kısa zamanda doğal, otomatik bir içe dönük konuşma alışkanlığı oluşur.
Madem ki sorun olarak adlandırdığınız şeylerin çoğu gerçekte yalnız sorun olarak algılanır, her birine ne şekilde baktığınız onların gerçekten sorun olup olmamasını belirler.
İçe dönük konuşmanızın ifadelerini değiştirmeye başladığınızda eski programınız sizi bundan vazgeçirmeye çalışacaktır. Bu nedenle, işe koyulduğunuzda, ilk önce size bunun sonuç vermeyeceğini, anlatmaya çalışan daha önceki olumsuz programı dinlememe kararı verin.
Kendinize yorgun olduğunuzu söylemek yerine bol bol enerjiniz ve şevkiniz olduğunu söyleyin.
Sandalyeden kalkmak bile istemediğiniz bir anı düşünün. O an telefon çalıyor ve bu tam doğru zamanda gelen doğru bir telefon, iyi bir haber veren birisi ya da dünyada sizin için en önemli olan birisi. Enerjinize birdenbire ne olur? Şevkinize ne olur? Bir adrenalin dalgası sisteminize çarpar ve birdenbire sizi hayata döndürür.
Olumsuz iç ve dış konuşmaları asla yapmayın. Olumsuz cümlelerle kendinizi hipnozlamayın.
Bilinçaltınız şu anda, gece gündüz, tam olarak bilinçsizce kendinize tanımladığınız kişi olmanızı sağlamak için çalışıyor. Kendinizi bir diyete sadık kalamayacağınıza inanmak üzere şartladıysanız, bilinçaltınız hiçbir diyetten sonuç almamanızı garanti eder. Bilinçaltınız, sizin için, sadece sizin ve diğerlerinin komutlarını yerine getirir.
Sonuçlarla Yaşamak
Yeterince sık ve kuvvetle söylerseniz, insan beyni, ona yapmasını söylediğiniz, mümkün olan her şeyi yapacaktır.
Beynimize ne koyarsak, onu geri alırız. Bilinçaltı bir süngerdir; yeterince sık ve kesin söylerseniz ona söylediğiniz her şeye inanacaktır bir yalana bile.
Beyin, ahlaki yargılarda bulunmaz, sadece ona söyleneni kabul eder. Büronuzdaki masa-üstü bilgisayar ona ne programladığınızla ilgilenmez. Gerçeği söyleyip söylemediğinizi asla sorgulamaz. Sadece kabul eder ve programladığınız gibi hareket eder.
Geçmişte kendiniz hakkında söylediğiniz ya da inandığınız şeylerin doğru olup olmaması hiç fark etmez. Bunlar beynin umurunda değildir.
Gece uyurken olumlu şeyler düşünün.
Uykuya dalmadan önce en son ne düşünüyorsanız beyniniz uyanana kadar onu tekrar edip durur. Beyin asla uyumaz. Olumlu düşüncelerle uykuya dalarsanız sabah mutlu kalkarsınız. Endişe ile uykuya dalarsanız sabah yorgun ve kızgın kalkarsınız.
Kırgınlık, Yargılama, Suçluluk ve Korku Her Şeyden Çok Sorun Yaratır.
Kırgınlık (gücenme, darılma, öfke) uzun zaman içte tutulduğunda bedeni yemeye başlıyor ve kanser dediğimiz hastalığa neden oluyor.
Sürekli kendimizi ya da başkalarını eleştirmek, yargılamak, “romatizma hastalığına” sebep oluyor. Affedememek “kanser” sebebi.
Suçluluk duygusu daima ceza arar ve bu ceza da ağrılar yaratır. Korku ve gerginlik, kellik, ülser, hatta ayak ağrılarına neden oluyor.
Kırılma, gücenme, darılma duygularımızın üstesinden gelebilmek, kanseri bile yok edici bir düşünce gücüdür.
Geçmişimizden kurtulmalı ve herkesi bağışlamalıyız.
Bedenimizde “hastalık” denen şeyi üreten çoğu zaman biziz. Bir araştırmada; aynı hastalıktan aynı seviyede giden hastaları alıp iki gruba ayırıyorlar. Bir gruba affetmenin önemi üzerine eğitimler veriyorlar. Diğer gruba bir eğitim verilmiyor. Affetme eğitimi alan gruptaki hastalar kısa zamanda iyileşiyor.
Başkalarını Suçlamak
Bir soruna takılı kalmak istiyorsanız, suçlamak en emin yoldur. Birisini suçladığımızda, gücümüzden vazgeçeriz. Öncelikle affetmeyi öğrenmemiz lazım.
ŞİMDİ GELDİK ÖDEVİMİZE
Ödev 1: Hayatınızda affedemediğiniz bir kişi bile varsa bu ödevi mutlaka yapın.
Affetme Alıştırması
Sessiz bir odaya girin. Hafif bir sesle 5-10 dakika şu çalışmayı yapın. Gözlerinizi kapatın, hafif sesle aşağıdaki cümleyi söyleyin. Boşluk yerinde affetmek istediğiniz kişinin adını söyleyin.
“Affetmek istediğim kişi ………………dır ve onu Allah rızası için affediyorum.”
Tekrar tekrar söyleyin.
Ödev 2:Kendi İçe Dönük Konuşmanızı Dinleyin
Gelecek üç gün boyunca, kendinize söylediğiniz içe dönük konuşmanızın her kelimesini dinleyin. İyi veya kötü.
Düşüncelerinizi dinlemeye başladığınızda kontrol etmeye de başlayabilirsiniz. Biraz üzerinde durup emek sarf etmeniz lâzım.
Değişmek için ”Evlilik Okulu 3.Ders Ödev”deki alıştırmaları yapmak gerekir Bunun için de gayret edilmeli hemen vazgeçilmemeli. Mesela istediği saatte yatmasına izin verdiğiniz küçük bir çocuğunuz var. Ve artık çocuğun her gece 20.00 de yatması için karar veriyorsunuz. İlk akşamın nasıl olacağını düşünebiliyor musunuz?
Çocuk yeni kurala karşı tepki duyacak, ağlayıp, bağırıp tepinecektir. Yatağa gitmemek için elinden geleni yapacaktır. Ona boyun eğerseniz, çocuk kazanacak ve sizi sürekli kendi kontrolü altına almaya çalışacaktır. Alışkanlıklarımızda tıpkı içimizde bir çocuk gibidir. En az üç hafta yeni bir alışkanlık ya da davranış için gayret sarf edersek, o da bir süre sonra yeni durumu kabullenecektir.
Üç gün boyunca arada bir kendinizi dinleyin ve en son neyi, kaç kez düşündüğünüze dikkat edin.

enderhafızım 22 Ocak 2013 11:45

Cevap: Evlilik Okulu...
 
Kayınvalide Sorunları (Evlilik Okulu 5.Ders)



[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]


Bu hafta iletişim konusuna başlayacaktım; fakat aileler konusu iletişimi çok önemli oranda etkilediği için önce aile konusunu işleyelim, sonra iletişime geçelim diye düşündüm. Maalesef çok ciddi gelin-kayınvalide sorunlarımız var. Bu sorunlar evlilik hayatını zannettiğinizden çok fazla etkiliyor. Konu ili ilgili haber 7 de iki yazı ve daha önce de sitede iki yazı yazmışım. Bu yüzden yeni bir yazı yazmadım, önceki yazılarımı kısaltarak ve birbirine ekleyerek düzenleme yaptım ve aralara yeni cümleler ekledim. İşte bu haftaki dersimiz:
Türk kadınlarının çoğunda kayınvalideye karşı ön yargı var. Kayınvalidesi ile iyi anlaşan hanımlar konuyu üzerlerine almasınlar. Fakat gelin- kayınvalide sorunlarının yaşandığını aileler çok fazla. Kayınvalidenin her sözü geline batıyor, hiç bir hatası unutulmuyor, özenle kaydediliyor. Kayınpederlerle pek sorun yaşanmıyor. Sorunlar daha çok kadınlar arasında. Kayınvalide, görümce ve elti üçgeninde kaynıyor.
Kayınvalide büyük bir sıkıntı olarak görülüyor. Mümkün olduğu kadar benden uzak olsun hatta mümkünse aynı gezegende olmayalım. “Artık çocuklarının mürüvvetini de görmüşler yavaştan yavaştan dünyadan gitseler.” diye bakılıyor.
Öncelikle dünyaya imtihan için geldik. Sıkıntıdan kaçış diye bir şey yok. Sen kayınvalideyi sıkıntı diye görüp ondan kurtulmaya bakarken Allah sana öyle sıkıntılar verir ki kayınvalide en hafifi kalır.
Her şeyden önce kayınvalide mümin kardeşimizdir, düşmanımız değil. Hataları olabilir, kusurları olabilir. Bize düşen affetmek ve iyi muamelede bulunmak olmalı.
Ülkemizde depresyon yüzünden psikiyatra giden kadınların çoğu, kayınvalide meselesinden gidiyorlarmış. Bana da bu konuda hanımlardan mailler geliyor. “Çok bunaldık, nasıl davranmalıyız?” diye.
Gelinler genellikle kayınvalide ile ya çatışmaya giriyorlar, düşman oluyorlar ya da kayınvalide ile irtibatı azaltarak, az görüşme yolunu tercih ediyorlar.
İkisi de çözüm değil.
Öncelikle kayınvalidenizin iyi olmasını beklemeyin, siz iyi olun. Bir gelin kayınvalidesinin huyunu değiştiremeyeceğine göre, en akıllıca olanı kayınvalidesini tanıyıp, ona göre doğru adımlar atması olabilir. Çünkü kayınvalide ile sorun olduğunda kayınvalideniz üzülür; fakat sizin evliliğiniz bitme noktasına gelebilir. Eşinizle birbirinizden nefret etmeye başlayabilirsiniz. Sağlığınızdan olabilirsiniz.
Kayınvalidenizin size hiçbir zaman veremeyeceği zararı, yanlış davranarak, sinir olarak kendi kendinize vermeyin.
Bu noktada en çok zararı kadın ve eşi görüyor. O zaman kayınvalide ile çatışmadan değil, çözümden yana olunmalı.
İyi bir iletişimde en önemli şey karşınızdakini tanımaktır. Tanır ve ona göre adım atarsanız, işiniz kolay olur.
Ben en çok görülen kayınvalide tiplerini grupladım. Tabi bu gruplara girmeyen tiplerde vardır; ama ben en çok görülenleri yazdım.
Oğluna düşkün olanlar: İyi niyetlidirler, gelinleri ile oğullarının mutlu olmasını isterler; fakat oğullarından kopmak istemezler. Sık sık yemeğe gelsinler, onlarda yatsınlar, zamanlarının çoğunu onlarda geçirsinler isterler. Yemek yapar çağırırlar, bir sebeple sürekli görüşmek isterler.
Özellikle oğullarının yeni evlendiği dönemde bu düşkünlük had safhadadır; çünkü evlatları yeni evden ayrılmıştır, onu az görmek, kaybetmiş gibi olmak zorlarına gider, yaptıkları yemekler boğazlarından geçmez.
Gelinler oğullarına düşkün kayınvalide modeline gıcık olurlar. Gitme gelme konusunda eşleriyle sürekli inatlaşırlar. Kocalarının ailelerinin yanına tek başına gitmeleri bile sorun olur. Ne kendi gitmek ister ne kocasını gitmesini ister. Oysa yapılacak en akıllıca davranış inatlaşmadan ilişkileri sürdürmektir.
Yeni evliyken biraz daha fazla gitmek, yaptıkları yemeklerini övmek, iyiliklerini takdir etmek onları mutlu eder. Gelinler, yeni evliyken çok gidersek hep öyle alışırlar, öyle isterler diye korkuyorlar. Uzak durmaya az görüşmeye çalışıyorlar. O zamanda aile, oğlumuz elden gidiyor, korkusu ile daha çok üstüne düşebiliyor, bu da işleri iyice çıkmaza götürüyor. Zamanla bu düşkünlük azalır, onlarda oğullarının evden ayrıldığını ayrı bir evi olduğunu kabullenirler, tabi gelin yanlış bir metot izlenmezse.
Tabii bir de birlikte oturanlar var. Böyleleri için oğluna düşkün anneler daha da sorundur. Bu kayınvalidelerin gelinlerin yatak odasına girip oğullarının üstünü örten tipleri bile mevcuttur. Gelinin gece yıkanıp yıkanmadığı takip edenler de mevcut bu arada. Her duruma sinir olup kendine ve eşine zarar vermektense çok ciddiye almamak, gülüp geçmek gerekir, bu tiplere.
Kıskanç olanlar: “Oğlumu kaybediyorum” korkusuna düşerler. Oğullarının kendinden başka bir kadını çok sevmesine tahammül edemezler. Korkarlar ki oğulları karısının sözüne bakıp annesini sevmekten vazgeçebilir. Bu yüzden oğlu ve gelininin çok iyi anlaşmalarından, muhabbet etmelerinden rahatsız olurlar. Fakat gelinlerin zannettiği gibi ayrılsınlar da istemezler.
Böyle bir kayınvalideniz varsa onun yanında çok mutlu pozlara girmeyin, eşinizle birbirinize “aşkım, canım” gibi muhabbet hitaplarında bulunmayın, onun kıskançlık damarlarını zorlamayın.Kayınvalidelerinin kıskandığını anlayan gelinlerin çoğu, inadına, kayınvalidesini sinir etmek için çok mutluymuş havalarına girerler. Kocalarının aldığı her yeni şeyi, kayınvalideyi çatlatmak istermiş gibi gözlerinin içine sokarlar. Bu davranış zarardan başka bir şey getirmez. İnsanların hasetlik ve kıskançlık duygularını körüklememek lâzım, zararlarından korunmak için.
Geçenlerde bir hanım anlattı: “Kocam bana yıllarca yalvardı ‘Annemlere gidince arada ufak ufak kavga edelim, annem sevinir.’ dedi ama kesinlikle kabul etmedim onların yanında hep çok iyiymişiz gibi davrandım; ama şimdi anlıyorum ki bu davranışımın bana çok zararı olmuş.”
Kıskanç kayınvalidenin yanında eşinizle muhabbet etmeniz en büyük hata. Kıskanan kayınvalideler tehlikelidir, oğlunun size olan ilgisini azaltmak için arkanızdan konuşabilir bu da zamanla eşinizi etkileyebilir. Bu yüzden en iyisi akıllıca davranmak, onun kıskançlık duygularını kabartmamak gerekir.
Gelini kabullenmeyenler: Oğlu onun seçtiği kızla evlenmeyen kayınvalidelerdir onlar. Çoğu zaman akrabadan ya da komşudan bir kız, gelin adayı olarak beğenilir; fakat oğlu onu dinlemez, gidip başka bir kızla evlenmek ister. Yeni gelin adayı bir türlü beğenilmez, kızın ailesine, boyuna posuna türlü kusurlar bulunur. Nişan düğün aşamalarında türlü sorunlar çıkarırlar, sürekli söylenirler, gelinin her yaptığı onlara batar.
Bu kayınvalideler ile zıtlaşmak, inatlaşmak kimseye bir şey kazandırmaz. Tam aksi gelin inatlaştıkça oğluna “Gördün mü benim dediğim kızı almadın, bu gelin bizi beğenmiyor, karın bizi sevmiyor.” diye arkanızdan konuşur. Kötülükten kimse hiç bir şey kazanmaz. Allah rızası için iyi davranmak, huysuzluklarını görmezden gelmek lâzım. Her insanın bir zayıf noktası vardır. Kayınvalidenin zayıf noktasını bulup oradan yaklaşmak kazanmaya çalışmak daha akıllıca olur. Kiminin zayıf noktası paradır. Ona hediye almak, altın götürmek gönlünü kazanmanızı sağlayabilir.
Bazıları gelinin iş yapmasından mutlu olur. Misafiri geleceği zaman pasta börek yapmak ya da yemek yapıp götürmek, evini temizlemesine yardım etmek, sizi kabullenmesini kolaylaştıracaktır.
Gelinden ilgi bekleyenler: Onlar kayınvalide olma konusunda ağır takılırlar. Oğullarına gelinlerine hiçbir şekilde müdahale etmezler. Onları evlendirerek bütün görevlerini yapmış gibi dururlar. “Biz geline hiç karışmayız, anlayışlı, akıllı kayınvalideleriz.” havasındadırlar. Koca bir yalan. Gelinleri, oğulları, gelip gitsin diye can atarlar; fakat gelmezlerse de “niye gelmiyorsunuz?” demeye de tenezzül etmezler. İyi kayınvalide olacağız diye kendilerini fazlasıyla kasarlar. Bakmayın siz onların “Evladım siz yuvanızda mutlu olun, bu bize yeter” demelerine. Yolunuzu gözlerler; fakat söyleyemezler. Onları kendi hallerine bırakmayın, irtibatınızı kesmeyin.
El gün için yaşayanlar: Bu kayınvalideler için en önemli şey “el ne der” dir. Bütün gayretleri ele güne karşı iyi görünmektir. Genellikle gezmeci tiplerdir. Tabii çok gezdikleri için misafirleri de eksik olmaz. Her yere gelinle gitmek isterler. Misafiri geldiğinde de gelin hizmet etsin, ele güne karşı açık vermeyelim kaygısındadırlar. Gelinler kayınvalide ile bu kadar takılmayı sevmezler. Zaten onlara takılırlarsa kendi ev düzenleri kalmaz. Gönülleri olsun diye fırsat buldukça gezmelerine katılmaya çalışın. Gidemediğiniz zamanda tatlılıkla halletmeye çalışın, mazeretlerinizi söyleyin. Surat asarlarsa aldırış etmeyin, tavır almayın, kızgınlıkları çabuk geçer genellikle.
Kırılgan tipler: Bu tipler alıngandır, her sözden nem kaparlar, küserler. Hep ilgi beklerler. Küçücük hastalıkları abartır, ilgi görmek için yataklara düşerler. Çocuk gibidirler. İlgi gördüklerinde çabuk mutlu olurlar.
Hep takdir bekleyenler: Onların en çok istediği “Ne kadar iyi kayınvalide” olduklarını gelinden duymaktır. Onlar genellikle kendi ailelerinden takdir görmemiş olanlardır. İyidirler; fakat elbette hatasız değillerdir. Eğer küçük hatalarına odaklanmaz, iyiliklerini takdir ederseniz, sizden iyi gelin yoktur.
Feminist kayınvalideler: Onlara göre erkek milletinin hepsi birdir, oğlu da olsa. Bu yüzden hep gelinlerini haklı görürler, oğullarına karşı gelinlerinden taraf olurlar. Onların gazlarına gelip eşinize tavır almayın, “Bak annen bile beni haklı buldu.” diye şişinip, hatalarınıza kılıf bulmayın. Eşinizin hatalarına görmek yerine kendi hatalarınızı görmeye çalışın. Kayınvalidenizin sözlerini çok ciddiye almayın, sonra eşinizle aranız bozulur.
Korkak kayınvalideler: Yeni nesil kayınvalideler fena halde gelinlerinden korkuyorlar. “Oğlan zaten bizim oğlan aman gelinle arayı bozmayalım.” diye her daim gelinle iyi geçinme çalışmasındadırlar. Gelinlerin her türlü saygısızlığını görmezden gelir, haklı mazeretler bulmaya çalışırlar. Oğlu ve gelini arasındaki tatsızlıklarda da feminist kayınvalideler gibi hep gelinden yana olmaya çalışır, oğullarına kızarlar. Kayınvalideniz hep sizi haklı çıkarmaya çalışıyorsa, bu sizin haklı olduğunuzu göstermez, kadıncağız sizden korkuyordur. Tırnaklarınızı biraz kısaltın.
Ahlakı kötü olanlar: En zor olan onlardır. Kötülükleri sadece gelinlerine değildir. Pek sevilmeyen tiplerdir; huysuz ve geçimsizdirler. Akrabalarına, eşlerine, kendi evlatlarına da kötü davranırlar. Huysuz tiplerdir. Yapılan iyiliklere bile bir kulp takarlar. Arıza çıkaracak şeyleri mutlaka bulurlar. Bu tiplere kızmak ve sinirlenmek, yaptıklarında mantık aramak ruh sağlığınızı bozar. Sadece acımak lâzım. Dünya ve ahiret hayatları zarar içinde olan kadınlardır onlar.
Allah rızası için iyilik yapmayı onlarda tadabilirsiniz. Çünkü hiçbir iyiliğinizin kıymetini bilmeyeceklerdir belki altından kötülük bile arayacaklardır. Zaten yaptığınız her iyiliği yapmaya sizi mecbur görürler. Onların huysuzluklarına takılıp hayatı eşinize de kendinize de zindan etmeyin. Bakalım ne kadar Allah rızası için davranabiliyorsunuz kendinizi test edin.
Bir bardak su veriyorsak, yaptığımız yemeklerden yiyorlarsa ahirete yatırım yapmamıza yardımcı oluyorlar demektir. Sayelerinde sevap hanemiz genişliyor demektir. Hele bir de huysuz ve zor insanlarsa sevabımız kat kat artıyor demektir.
Yaptıkları nefsimize ağır geliyor onda sevap çok demektir.
Dernek, vakıf çalışmalarında koşturan, elinden Kur’an düşmeyen fakat kayınvalidesini görmek istemeyen kalpleri kinle dolu mücahideler (!) var.
Bu yüzden “Affetme” konusu çok önemli.
Yaptığımız iyilikler ve kötülükler ancak kendimiz içindir. Karşımızdaki sadece sebeptir. Bu yüzden yaptıklarımızın karşılığını insanlardan değil Rabbimizden beklemeliyiz. Bırakın kayınvalide bilmesin, eşiniz bilmesin. Bilen biliyor önemli olan da o değil mi? Bir iyiliğe binlerce kat fazladan sevap bahşeden yüceler yücesi Rabbimiz bildikten sonra gerisi pek de önemli olmasa gerek.
Kusurlarımıza rağmen birbirimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bu konuda sorun yaşayanlar işe kayınvalideyi sevmeye çalışarak ve ona Allah rızası için iyi davranarak başlayabilirler. Kayınvalidenin öncelikle mümin kardeşimiz olduğunu unutmayalım. Rabbimizden af bekliyorsak önce kendimiz affedebilmeliyiz.
“Aşkım seni çok seviyorum; ama seni doğuran kadını sevmiyorum” gibi söz ve davranışları ile bunu anlatan kadının sevgisine hangi erkek gerçekten inanır?
Erkek bu sevgiye sadece inanmış gibi yapar. Fakat bir süre sonra bu sevgiyi sorgulamaya başlar. Çünkü anne evlat bir bütünün parçalarıdır. “Canım senin kafanı seviyorum ama ellerini ayaklarını hiç sevmiyorum” demek gibidir bu.
Düşünün ki bir arkadaşınız size “Çocuğun şımarık, ondan hiç hoşlanmıyorum ama seni seviyorum” dese onun sevgisi size ne kadar inandırıcı gelebilir. Aman bana ne, beni seviyor, sadece çocuğuma laf söylüyor mu dersiniz yoksa çocuğunuza söylenen sözü üstünüze mi alırsınız. O günden sonra o arkadaşınıza gıcık olmaya başlamaz mısınız?
Erkekler, eşleri ile annelerinin birbirlerini sevmelerini, iyi anlaşmalarını isterler. Karısının annesi ile iyi anlaştığı ya da anlaşmak için gayret ettiğini gören erkek bunu her zaman takdir eder.
Eşiyle muhabbet etmek isteyen, aşkını sevgisini yaşatmak isteyen kadın, eşinden önce kayınvalidesi ile iyi geçinmeye bakmalıdır. En etkisiz görünen, gelini ile ilgili hiç konuşmayan bir kayınvalide bile erkek üzerinde sessizliği ile etkilidir.
Hanımlar! Annesini sevmediğiniz adamla muhabbetli bir evlilik hayatınız olması pek mümkün değil. Dikkat ederseniz sadece iyi davranmaktan bahsetmiyorum. Sevmekten bahsediyorum. Onlar sevap kapımız olabilir.
Şimdi soruyorum:
Erkeklere: Karınızın aileniz ile ilgili yaşadığı sorunlar sizi ne kadar etkiliyor?
Hanımlara: Kayınvalideniz ile ilgili hangi sorunları yaşıyorsunuz?
Evliliğinizi ne kadar etkilediğinin farkında mısınız?
İsterseniz daha iyi geçinebileceğinizi düşünüyor musunuz?
Not:Bu yazı gelin- kayınvalide üzerine oldu. Erkekler ve kayınvalideleri ayrı bir ders konusu. İnşallah onu da yazacağım.



------------------------------------------------------------------------------------


Yormadan Seveceğim Seni (5. Ders Ödev)



[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]


“Yormadan, sormadan seveceğim seni sadem” diye bir şarkıdan aklımda kalan, arada bir dilime dolanan sözler var, çok şey ifade eden. Günümüz sevgileri çok yorucu. Sevgi sevinç vermeli; fakat sevgiler artık yorgunluktan başka bir şey vermez oldu nerdeyse. Sevgilerimiz bedenimizi yoruyor, ruhumuzu yoruyor, cebimizi yoruyor. Neden?
Günümüzde materyalist bir dünyada yaşadığımız için, her şeye menfaat ile bakmaya başladık. Reklamlarda gördüğümüz şeyler bilinçaltımıza yerleşiyor. Dikkat ederseniz reklamlarda sevgi her zaman menfaatle bağlantılıdır.
Erkek sevgisini tek taş yüzükle gösterir, kadın savurduğu saçları ya da güzelliği ile erkeği kendine bağlar. Adamın arabası iyiyse mutludur, şarkılar söyler, kadın mobilyalarını değiştirmek isteyen kocasının boynuna atlar. Menfaatını göremediğimiz sevgiyi kabul etmez olduk. Nişanlı kızlar nişanlıları istediği eşyaları almayınca sevilmediklerine inanıyorlar. Erkeğin cebindeki paranın bir limiti olduğunu düşünmüyorlar.
Ya da erkek karısının duygusal ihtiyaçlarını maddi şeylerle karşılamaya çalışıyor. “Maddi bir sıkıntımız yok, cebinde kredi kartın var, ihtiyaçlarını karşılıyorum, mutlu ol, benden ayrıca ilgi, sevgi, bekleme” diyebiliyor.
Çok beklenti içindeyiz, bu da bizi mutsuz yapıyor. “Muhabbet Olsun” kitabımda bir madde vardı “Umma ki küsmeyesin” Çok umduğumuzda çok küsüyoruz. Hep eşimizden beklenti içindeyiz. Beklentilerimiz sevdiğimiz insanı geriyor, yoruyor. Ne zaman ki beklentilerimizi en aza indirip Allah rızası davranmaya başlarsak iki dünya mutluluğumuz için doğru adımları atmış oluruz. Bunun için de önce niyetlerimizi düzeltmemiz, beklentisiz, temiz bir sevgi ile sevmemiz lâzım.
Niyet çok önemli. Biz mutlu olma niyeti ile seviyoruz. Mutlu etme niyeti ile değil. Niyet yaptığımız işe anlam katar. Niyetimizi bozmadan biz bozulmayız. Her şey niyetle başlar. Bir noktada da düşünce gücü dediğimiz şey. Fakat Müslüman olarak “niyet” kelimesi bizim için çok geniş anlamlıdır. Abdeste namaza, oruca her şeye niyetle başlarız. Niyet yoksa ya da bozuksa ibadette yoktur. Gösteriş için sadaka veren kişinin ibadeti yoktur. Sevmeye de iyi bir niyetle başlamamız gerek.
Niyetimizin de ana şartı her şeyden önce “Allah rızası” için olmasıdır. İyi bir niyetle yapılacak olan iş, imkanlar sebebi ile yerine getirilememişse bile sevabını yapmışız gibi gelir bizi bulur.
Günümüzde bize dünya ve ahiret saadetini kaybettiren en önemli şey niyetlerimizin bozulması.Bir mümin olarak yaptıklarımızı önce Allah rızası için yapmamız gerekirken genellikle menfaat için yapıyor olmamız.
Menfaat deyince aklımıza ilk maddi menfaatler geliyor. Fakat duygusal menfaatlerde niyetimizi çok bozuyor. Birine iyilik yapıyoruz, karşılığında hemen iyilik bekliyoruz. İyilik yaptığımızdan iyilik görememişsek hemen tavır almaya başlıyoruz.
Mesela kayınvalidenize iyilik yaptığınız halde o bunu görmezden geliyor. Buna rağmen hâlâ iyi olmaya devam edebiliyorsanız Allah rızası için yapıyorsunuzdur.
Eşinizin huysuzluklarına rağmen Allah rızası için ona iyi davranmaya devam edebiliyorsanız, niyetiniz güzel demektir. “Ben ona iyi davrandım o da bana iyi davransın. Ben ona güler yüz gösterdim o da hemen benimle ilgilensin. Yoksa bir daha yapmam.” Duygusal hayatımızda “al parayı, ver domatesi” şekline dönüştü. Para yoksa domateste yok. Benim istediklerimi yapmazsan ben de senin istediklerini yapmam.
Aslında sevgi ilişkisi olan yerde menfaat ilişkisi olmaması lâzım. Bu haftaki ödevimiz “yormadan sevmek” için gayret sarf edeceğiz.
Yakınlarımızın bize yaptıkları yanlışları, yapan kişi özür dilemediği halde Allah rızası için affedebiliyorsak imanımız olgun bir imandır. Zaten bu imtihanlar da çiğlikten kurtulup, olgunlaşmamız için değil mi?
Madem ki Rabbimiz eş ve evladın bir imtihan olduğunu bize âyetlerinde bildiriyor, bu imtihanı hem kendimizi hem onları yorarak; kavga ederek ve strese girerek kazanmayı nasıl umuyoruz bilmiyorum.

enderhafızım 22 Ocak 2013 11:48

Cevap: Evlilik Okulu...
 
Evlilikte Cinsellik Ne Kadar Önemli?(Evlilik Okulu 6.Ders)



[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]


Evlilik Okulunda altıncı derse geldik. Geçen derslerde “iletişim konusuna geleceğiz” demiştim. Karı koca muhabbetini etkileyen üç önemli iletişim çeşidi vardır. Dokunarak iletişim, kelimelerle iletişim, beden dili ile iletişim.
İlk olarak “Dokunarak iletişim” ile başlıyoruz. Yani “cinsellik ya da evliliğin yatak odası” diyelim.
Cinselliği; kötü, pis, kirli, ayıp ve günahla özleştiren Hıristiyanlık etkisinde kalmış batı uygarlığı, kırk elli yıl öncesine kadar cinsel konularla ilgili çok katı tutum sergilemiş. Anadolu Müslümanlığı da Ortadoks Bizans etkisiyle cinsellik konusunda Hıristiyanlığın yanlış tutumundan etkilenmiştir. Yahudi kültürü de cinselliği kötülük olarak gören en katı kültürlerden biridir.
Oysa İslam dininde cinsellik hayatın ve dinin bir parçasıdır. Karı-koca muhabbetinin sebebidir. Peygamberimiz cinsellikle ilgili sorulara açık açık cevaplar vermiş; “karı-koca arasındaki cinsel ilişkide sadaka sevabı” olduğunu belirterek evliliği ve cinsel ilişkiyi teşvik etmiştir.
Cinsellik karı kocayı sukûnete ulaştırırken bir yandan da kadın erkek arasında bir enerji aktarımıdır.
Cinsel sorunlar yüzünden boşanmalar çok; fakat çiftler bu konu ile dile düşmemek için dava dilekçelerine yazdırmaya çekiniyor ve şiddetli geçimsizlik diye yazdırıyorlar.
Cinsel sorunlar kadınlarda da erkeklerde de görülüyor; fakat ülkemizde yapılan araştırmalar da kadınlarımızın ciddi cinsel sorunlar yaşadığını gösteriyor.
Burada ne kadınları ne erkekleri suçluyoruz. Toplum olarak bir yanlışın içindeyiz. Bu konuda doğru düzgün bir eğitim olmadığı gibi bir de korkutan, cinselliği aşağılayan bir eğitim var. Bu da en çok kadınları olumsuz etkiliyor. Bir yurt dışı seminerimde bir salon dolusu yaşları yirmi üzerindeki genç kızların sorduğu ilk soru şuydu: “İlk gece canımız yanar mı?” Avrupa da doğmuş, internetle büyümüş genç kızlar bunlar. Neden bu sorular? Çünkü Türk anneler tarafından namuslarına sahip çıksınlar diye cinsellikten korkutularak büyütülmüşler. Böyle bir eğitim olamaz. Bu genç kızlar evlendikleri zaman cinsel sorunlar yaşayabiliyorlar.
Konuyu soru cevap başlıkları altında yazdım.
Cinsellik internetten öğrenilebilir mi?
Evet öğrenilebilir, bu okuduğunuz yazıyı da sonuçta bir internet sitesinden okuyorsunuz? Evlilik okulunda bu konuları yazıp yazmama konusunda tereddüt ettim. İnternette cinsel eğitimle ilgili uzmanların hazırladığı siteler var. Oralardan faydalanılabilir mi diye bir araştırma yaptım. Bir site bulayım ve sizleri cinsel eğitim için o siteye yönlendireyim diye düşündüm; fakat uygun bir site bulamadım.
Dindarların hazırladığı bir site olsun istedim. İstediğim gibi bir site bulamadım. Bunun dışında bazı sitelerde inancımıza uymayan tavsiyeler var. Rahatlamak için alkol alın gibi ya da haram olan ilişkiler tavsiye edilebiliyor. Bu konuda hassasiyetimiz olduğu için, tavsiyelerin bizim için güvenli olması gerekiyordu. Ayrıca bazı sitelerde çok ve karışık bilgi var. Daha net ve temiz bilgiye ihtiyacımız var. Kiminde sorunlar yazılmış çözüm için bize gelin deniyor. Oysa bize çözümlerde lâzım.
Bu yüzden bu eğitimi sitemizde yapmaya karar verdim. Benim yazdıklarım kadar burada sizlerin yaptığı yorumlarda çok önemli. Kadınlar erkekler bu konuda neler düşünüyor, hangi sorunlar yaşanıyor. Konuşulsun. Madem ki bu konuları kimse kimseyle konuşamıyor, sorunların üstü kapatılmaya çalışıldıkça patlak veriyor, o zaman burada sorunları çözmeye çalışalım. Tabi hassas bir konu, kullandığımız dile dikkat etmek ve sözcükleri özenle seçmek lâzım. Yazı ve yorumlarda.
Cinsel eğitimin bütün konularını evlilik okulu dersi içinde yapmayacağız, çünkü pek çok konu var, burada bitiremeyiz. Ana konulara deste başlayacağız, diğer konuları sitemizin “Cinsel Eğitim” bölümünde devam edeceğiz. Uzmanlardan seçtiğimiz ya da özel dosya olarak hazırlayacağımız yazıları sizlere ulaştıracağız.
İnternette bir de cinsel ürünler satmak için ticari amaçla kurulmuş; cinselliği kaba ve hayvani bir eylem olarak gösteren porno siteleri var. Bu sitelerin karı koca cinsel hayatına hiç bir katkısı olmadığı gibi zararları vardır. Manevi hayata zararları da ayrı bir konu. Gençler içinse tümden zararlı. Pornodan zaten cinsellik öğrenilmez. Porno izleyen pek çok genç kızdan; “cinsellikten iyice korktukları ve tiksindiklerini” duydum.
Cinsel eğitim kitapları faydalı mıdır?
Evet, güzel hazırlanmış kitaplar var ve bunlardan faydalanılabilir. Fakat bazı kitaplarda bilgi karmaşası oluyor, bilgiler çok ve dağınık verilmiş oluyor, o zaman okuyucunun işine yaramıyor. Cinsel eğitim için daha çok erkek hocaların yazdığı “İslam’da cinsel hayatın” anlatıldığı kitaplar var. Faydalı güzel kitaplar var içlerinde. Fakat bu kitaplara kadınlar hep bir temkinli yaklaştılar ve cinselliği hep bir erkek meselesi olarak gördüler. Oysa cinsellik kadın ve erkeğin ortak meselesi. Biraz da bunun için cinselliği dindar kadınların anlatması gerektiğini düşünüyorum.
Evlilik kitapları yazmaya başladığımdan 2002 den beri kitaplarımda bir kaç yazı ya da hikaye ile cinselliğin önemine mutlaka değiniyorum.
Sitemizde yazılarını yayınladığımız “Sakın Okumayın Cıs” kitabının yazarı Kadın Doğum Uzmanı Dr. Ünzile Girişgin’in kitaplarını ve yazılarını da çok önemsiyorum. Okumanızı tavsiye ederim. Bir evlilik okulumuzda ders kitabı olarak okutmuştum. Ünzile Hanım da gelip bize seminer vermişti. Şu sıralar bebek büyüttüğünden dolayı sitemiz için düzenli yazı yazamıyor; fakat ara ara yeni yazılar alacağız; bazen de kitaplarından, yazılarından bölümler yayınlayacağız.
Cinsellik sadece yatak hayatı mıdır?
Cinselliğin, evlilik hayatını, ne kadar çok etkilediğinin farkında olmayanlar, cinselliği küçümsemişlerdir. Cinsellik pek çok kişinin zannettiği gibi sadece yatak odasında belli bir zaman dilimi içinde yaşanan bir şey değildir; bütün evliliği etkiler. Seminerlerimde” Kocalarınızın geleceği saatte biraz süslenin, kendinize çeki düzen verin:” dediğim zaman hanımlar gülüşüyorlar. Bazen arada biri çıkıp diğerlerinin söyleyemediğini dile getiriyor: “Kocayı kapıda öyle karşılarsak adamın aklına başka şeyler gelebilir. Elimizi verirsek, kolumuzu kaptırırız.” diyenler çıkınca bunu söyleyene destek olanlar çok oluyor.
Cinselliği sevmeyen kadın kocasının yanına oturmak hatta elini tutmak bile istemeyebiliyor, sonu yatakta bitebilir, diye.
Ayrıca cinsel tatminsizlik iki tarafında birbirlerine kızgınlık duymalarına sebep oluyor. Kısacası tüm evlilik hayatını etkiliyor.
Kadınlar neden cinsel sorunlar yaşıyorlar? Kadınlar isteksiz mi yaratılmışlar?
Allah kadına da erkeğe de cinsel istek ve arzu vermiştir. Fakat kız çocukları büyütülürken cinsellikten korkutularak büyütülürse evlendiğinde korku isteğin önüne geçip cinsellikten keyif almasına engel olabilir.
Ayrıca bu konuda eğitim olmayınca kadın kendi bedenini tanımıyor, erkek kadına nasıl davranacağını bilmiyorsa cinsellik karı koca arasında bir eziyete dönüşüyor.
Kadın ve erkeğin cinsellikte temel farklılıkları nelerdir?
Kadın erkek yaratılış farklılıkları cinsellikte de ortaya çıkar. Erkek cinselliği daha açık ve uyarımı daha kolaydır. Hatta erkek istemese bile rüya ile ya da etkileyici bir görüntü ile cinsel duyguları uyanır.
Kadın cinselliği üstü örtülü bir hazine gibidir. Kadın hazinenin toplanmasına izin verirse erkek de emek verip çaba gösterirse ikisi için de en büyük zenginliktir.
Cinsel sorunlar kadınları nasıl etkiliyor?
Cinsel sorunlar karı koca arasındaki iletişimi bozuyor, kadın zevk almayınca kendini kullanılmış hissediyor.
Cinsel hayatı kötü giden kadınlarda bedensel hastalıklar ortaya çok çıkıyor. Baş ağrısı, rahim hastalıkları ve fıtıklar, çoğu zaman tatmin olmamış bedenin isyanıdır.
Bu yüzden iletişime cinsellikle başladık çünkü cinsel sorunlar varsa iletişimde yol kat etmek zordur.
Cinsel sorunlar erkekleri nasıl etkiliyor?
Kadın da cinsel sorunlar varsa bu erkekte öfke yapar. Reddedilen ya da karısı tarafından istenmediğini anlayan erkeğin cinsel enerjisi öfkeye dönüşür. Erkekteki öfke, çoğu zaman iyi gitmeyen cinsel hayatın habercisidir. Bir erkek; çaya, çorbaya, çocuğa bağırıyorsa cinsel hayatında sorun olma ihtimali yüksektir.
Bu evliliğin, dışarıdan görünmeyen iç yüzüdür ve diğer insanlar tarafından yanlış yorumlanabilir. Mesela sessiz, sorun çıkarmıyor, kocasına hizmet ediyor gibi görünen bir kadın ve karşısında her şeye bağıran, kızan öfkeli bir erkek varsa (erkekte akıl hastalığı yoksa) büyük ihtimalle yatak sorunları vardır, karısı tarafından geceler reddediliyordur; erkek de acısını gündüz çıkarmaya çalışıyordur. Böyle evlilikleri dışarıdan gözlemleyenler özellikle kız çocukları babalarına, anneye haksızlık ettiği için kızgınlık besleyebiliyorlar, hatta erkeklerden ve evliliklerden soğuyabiliyorlar. Oysa karşılıklı olarak birbirlerine şiddet uyguluyorlardır; fakat görünen tek taraftır.
Erkeğin kendi cinsel sorunu varsa, bazı erkekler bunu gurur meselesi yapıp sorunlarını kabul etmeyip, çözüm noktasında çaba sarf etmeyebiliyorlar.
Kadın için de erkek için de çözülmeyecek hiç bir cinsel sorun yoktur. Bazı erkekler cehaletten, cinsel sorunları erkeklik sorunu gibi algılıyorlar. Cinsel sorunların erkeklikle hiç alakası yoktur, cinsel güç, erkeklik ispatı değildir. Erkeklerdeki cinsel sorunlar da kadınları olumsuz etkiler, çözülmesi gerekir.
Cinsellik kadının görevi, erkeğin hakkı mıdır?
Cinsellik iki taraf için de hem görevdir hem haktır. Keyif almak iki tarafın da hakkıdır, eşine keyif vermek de iki tarafın da görevidir. Cinselliği taraflardan biri görev olarak yapıyorsa bu iki taraf için de eziyet olur. Kadın cinselliği sevmiyor ve görev olarak katlanıyorsa erkek kendini tecavüzcü gibi hisseder.
Erkek sadece kendi zevkini düşünüyor ve eşi ile ilgilenmiyorsa hem karısını mutsuz eder hem de kendi mutsuz olur, tatmin olmuş bir cinsellik yaşayamaz. Karısı cinsel doyuma ulaşmayan hiç bir erkek kendi de cinsellikten tam bir doyum sağlayamaz.
Cinsel hayat evlilikte neden önemlidir?
Allah (c.c) sevgi ve sadakat için bir hormon yaratmış. Bilim adamları adına “Oksitosin” demişler. “Muhabbet hormonu” diyebiliriz. Muhabbet hormonu en çok dokunarak ve göz göze bakışma ile üretiliyor. Bir de kadın hamile olduğunda ve doğumda bolca oksitosin salgılıyor. Hayvanlarda da var bu hormon. Hamile iken oksitosin salgısı durdurulan hayvanlar doğurdukları bebeklere bakmadıkları gibi eşlerini terk edip başka eş arayışına giriyorlar.
Oksitosin bir cinsellik hormonu değil. Bir bağ hormonudur. Çocuğumuza dokunduğumda ya da gözlerine bakarak konuştuğumuzda, arkadaşlarımızla musafaha yaptığımızda, namazda omuzları birbirine değdirdiğimizde üretilen sevgi ve sadakat hormonu.
Allah Rasulü “Bir erkek karısının elini tutar ve göz göze bakışırlarsa Allah onlara rahmet nazarı ile bakar, günahları parmakları arasından dökülür gider.” buyurmuştur. Peygamberimiz eşlerinin yanına girdiğinde, ellerini tutar gözlerine bakarak selam verirmiş.
Bilim bize anlatmasa da sevgili peygamberimiz bize “Muhabbet hormonunu” nasıl çalıştıracağımızın yolunu göstermiş.
Karı koca birbirine ne kadar dokunursa o kadar sevgi ve sadakatleri artıyor. Dokunmanın illa cinsellik için olması gerekmiyor. Yan yana oturmak, omzuna yaslanmak, el ele tutşmak…Buradaki hassas nokta, birbirine az dokunan çiftlerde, erkekler eşlerinin dokunmasıyla çabuk tahrik olabildikleri için bir el ele tutuşmanın sonu yatakta bitebiliyor.Bu da dokunmayı seven kadınların eşlerinden uzak durmalarına sebep olabiliyor.Kadın cinselliği sevse bile “şimdi zamanı değil, en iyisi uzak durayım” diye eşinden uzak durmaya gayret ediyor. Cinselliği sevmiyorsa zaten uzak duruyor. Bu sorunun çaresi birbirine daha çok dokunmak. Her dokunmanın yatakta bitme ihtimali azalır, dokunmak hemen yatağı çağrıştırmaz. Bir birine az dokunan karı kocalarda uyarılma daha çok olur. Karı kocanın birbirine çok dokunması sevgi ve bağlılıklarının artması için önemlidir.
Oksitosinin iki yan etkisi var: Birincisi unutkanlık etkisi yapıyor; fakat iyi bir unutkanlık bu. acıyı unutturuyor. Annede doğum sancılarını, çocuğun huysuzluklarını, uykusuzluklarını, çocuğu için çektiği sıkıntıları unutturuyor. Bebeğine olumlu duygular hissetmesine sebep oluyor. Bu horman olmasa kadınlar ikinci çocuğu doğurmazlardı herhalde.
Karı koca arasında da birbirinin hatalarını unutmalarına ve yaşanan tatsızlıklara rağmen birbirlerini sevmeye ve muhabbet etmelerine sebep oluyor.
İkinci yan etkisi ise oksitosin uyku getiriyor. Mesela annede bebeğe sütle en yüksek oranda oksitosin geçer ve bebeğin rahatlamasını ve uykusunun gelmesini sağlar. Bebek ve anne açısından iyi bir şey.
Sadece cinsellik açısından kadınları rahatsız eden bir durum ortaya çıkabiliyor. Oksitosin erkeklerde en yüksek seviyeye cinsel tatmin sonrası ulaşıyor. Yükselen oksitosin erkekte cinsel ilişki sonrası uyku getiriyor. Kadın da sohbet etmek isteyebiliyor, uyuduğu için erkeğe kızgınlık duyabiliyor, erkeği bencil olmakla suçlayabiliyor. Demek ki neymiş “Erkeğin cinsel ilişki sonrası uyuması kendi elinde değilmiş, hormon uyutuyormuş. Bırakın uyusun. Sizi sevmediği ile alakası yok yani. Tam aksi sizi çok sevdiği için uyuyor.
Cinselliğin Faydaları:
Cinsellik Allah (c.c) ın karı koca muhabbet etsin diye yarattığı eşlere verdiği bir hediyedir.
Karı kocanın ikisinin de tatmin olduğu düzgün bir cinsel ilişki beden ve ruh sağlığı için faydalıdır.
Cinsel ilişki karı koca arasında sevgi ve sadakati artırır.
Cinsel birliktelik, kadın ve erkeğin birbirlerine sunduğu sevginin ulaştığı en yüksek noktadır. Ayrıca ibadet hükmündedir.
Cinsellik bütün tıp kitaplarında en ucuz, en sağlıklı, en kolay, en zevkli spor olarak geçer.
Kadınların haz duyduğu ilişki sayısı ne kadar fazla ise uyluk ve kalça sarkmaları, gevşemesi de o kadar geç oluyor.
20 saniyelik haz sırasında 200-300 kalori harcanıyor ve vücut enerjisi en yüksek seviyesine çıkıyor.
Cinsel ilişki kalbi çalıştırır.
Kasları gevşetir, bağırsakları çalıştırır.
Zayıflatır.
Cinsel ilişki sırasında salgılanan endorfin dopamin ve seratonin maddeleri baş ağrısını geçiriyor. Endorfin acıları azaltır.
Cinsel ilişki sırasında mutluluk hormonu olan “seratonin” salgılandığı için depresyona karşı etkilidir.
Cinsel ilişki başlangıcında vücut sevgi ve bağlılık hormonu olan oksitosin salgılamaya başlar. İlişki sonrası oksitosin vücutta en yüksek seviyeye çıkar. Erkeklerde yüzde beş yüz artır.
Allah (c.c) bekarlara hayırlı eş versin, evlilere de Rabbimizin verdiği nimetlerden en güzel şekilde faydalanmayı nasip etsin.
“Cinsellik nedir?” ile devam edeceğiz inşallah.

enderhafızım 22 Ocak 2013 11:49

Cevap: Evlilik Okulu...
 
Cinsellik Nedir? (Evlilik Okulu 7.Ders)


Rûm Suresi 21. Âyet-i Kerîme de Rabbimiz şöyle buyurur:
“Sükûna ermeniz (huzura ermeniz, rahatlamanız, kaynaşmanız, dinlenmeniz, durulmanız) için size kendinizden zevceler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koyması onun (kudretinin delillerindendir) ayetlerindendir. Şüphesiz ki bunda düşünen toplumlar için ibretler vardır.”
Cinsellik; fiziksel, ruhsal ve duygusal bütünlüğü olan, karı kocayı sükûna erdiren bir eylemdir.
Gerçek bir cinsellikte üç basamak vardır.
1-Fiziksel basamak: Kadın ve erkekte, cinsel uyarılmayla birlikte, beynin, cinsel organlara kuvvetle kan pompalaması neticesinde; kadında orgazmı sağlayan ”klitoris” e, erkekte de cinsel organa hızlı kan akışından dolayı oluşan haz ile kadın ve erkeğin birbirine enerji aktarımıdır.
Fiziksel sorunlar kan akışını etkileyebilir. Cinsel bozuklukların altında yatan en önemli fizyolojik sebep; yetersiz kan akışıdır. Vücudumuzda kan, çok önemli işlevler görür. Hücrelere şeker, oksijen ve besin taşır; atıkları alır.
Sağlıklı kan akışını bozabilecek herhangi bir etki cinselliğin işleyişini bozabilir. Bu konuda hastalıklar dışında özellikle dikkat edilmesi gereken durumlar:
Tok karnına cinsel birliktelik: Yemek yenildiğinde sindirim için kanın mideye yoğunlaşması gerekirken, cinsel ilişki başlarsa cinsel organlara yeterli kan gelmez. Yemeğin üzerinden yaklaşık iki saat geçmesi gerekir.
Çok sıcak suyla banyo yaptıktan sonra: Sıcaktan dolayı kan, bütün vücuda yayılacağı için bir noktada kuvvetle toplanması zor olduğu için tavsiye edilmemiş.
Soğuk yiyecek ve içeceklerden hemen sonra: Dondurma ya da soğuk su meşrubat gibi içecekler kısa süreli de olsa kan akışını yavaşlatacağı için ilişki öncesi dikkat edilmelidir.
Cinsel isteksizlik yaşayanlarda fiziksel sorunlar çok nadir görülmektedir. Cinsel sorunların kaynağı genellikle psikolojik oluyor.
Cinsel bilgisi yeterli olmayanlar cinselliği yalnızca fiziksel basamakta yaşayabiliyorlar. Sadece fiziksel basamakta yaşanan cinsellik ruh ve duyguları olan insan için asla yeterli olmaz. Karı koca arasında muhabbete de vesile olmaz. Tam aksi cinselliği sadece fiziksel olarak yaşayan karı kocalar arasında kırgınlıklar ve reddedilmeler çok yaşanabiliyor. Fiziksel basamak, mekanik bir cinselliktir. Ruhsal ve duygusal basamakla tamamlanması gerekir.
2-Ruhsal basamak: Cinselliğin ruhen bir tatmin duygusu getirmesidir. Karı kocanın psikolojik olarak cinselliğe hazır olması, cinsellikle ilgili duygularının olumlu olması gerekir.
Cinsellik her ne kadar cinsel organlarla ilgili gibi gözükse de cinselliğin büyük bölümü beyinde gerçekleşir. En önemli cinsel organ “Beyin”dir. Orgazmın merkezi de beyindir. Beyin kişinin düşüncelerine göre tepkiler üretir.
“Beyin” cinsel organlara gidecek kanın komutunu, kişinin cinsellikle ilgili düşüncelerine göre verir. Kişinin cinsellikle ilgili olumsuz düşüncesi yoksa, vücut doğal olarak çalışır, kan cinsel organlara gider. Fakat olumsuz bir düşünce varsa kan akışı yeterli olmaz. Kan yeterli gitmeyince kadında “klitoris” kanlanması olmaz, erkekte de sertleşme sorunu olur.
Kişide cinsel bilgi eksikliği, karı-koca arasındaki iletişim çatışmaları, bedenini beğenmeme ile ilgili takıntılar, başarısız olma korkusu, geçmişte yaşanmış cinsel taciz, depresyon gibi sorunlar, beyinin vermesi gereken normal cinsel uyarıyı bozar.
Cinsel uyarıyı etkileyen en önemli duygu korkudur:
Kadınlarda ilk cinsel birleşmede canın yanacağı korkusu, korktuğu için ilk gece zorluk yaşayan kadının cinsellikle ilgili olumsuz düşüncelere sahip olması, cinsel soğukluğa sebep olabilir. Çoğu kadın, cinsel sorunların tedavisi kolay bir sorun olduğunu bilmez ve kendinin cinsel duygularının yeterince gelişmediğine ya da kendinde fiziksel bir sorun olduğuna inanır. Oysa kişi kendi kendine bile zihnindeki olumsuz duyguları temizleyip kendini tedavi edebilir. Cinselliğin pis, günah ya da gereksiz olduğunu düşünme de beynin yeterli uyarımı vermesine engel olur.
Erkeklerde başarısız olma korkusu da yine beyni etkiler ve kanın cinsel organlara yeterli miktarda gitmesine engel olur. Cinsellikte en önemli şey güven duygusudur.
Kadın ve erkeğin yaratılışına uygun rolleri üstenmeleri; erkeğin kendine güvenmesi, evde reis olması, saygı görmesi, kadının da davranışı; yumuşaklığı, giyimi kuşamı ile kadın olduğunu hissetmesi, iki taraf içinde cinsel istek için gerekli hormonların düzgün çalışmasını ve ruhen hazırlığı sağlar.
Cinsellik; kadın ve erkeğin; dokunarak, tükürük ve vücut salgıları ile birbirlerine enerji aktarmalarıdır. Kadın da erkek de karşıt enerjinin peşindedir. Karşıt enerjiyi alamayan kendini hep eksik hisseder. Karşıt kutuplar birleştiğinde iki tarafın enerjisi dengelenir ve rahatlarlar.
Kadın ve erkek yaratılışları itibari ile birbirlerine zıttırlar ve birbirlerini çekerler; aynen mıknatısta karşı kutupların birbirini çekmesi gibi.
Erkek kadının, kadın da erkeğin enerjisine muhtaçtır. İki tarafta eşinden aldığı enerji ile kendinde eksik olan enerjiyi tamamlar. Dişil enerji, eril enerji ile; eril enerji de dişil enerji ile tamamlanır. Aktardıkları enerji rahatlatır, aldıkları enerji iki tarafı da güçlendirir.
Cinsel ilişki de ruhen rahatlama çok önemlidir. Bu da ancak iki tarafın birbirini istemesi ve cinselliğe aktif katılımı ile olur. Tek tarafın isteği ile olan cinsel ilişki sadece fiziksel boyutta kalır. Tek taraflı istekle tatmin duygusu yaşanmayacağı için ruhsal boyut tamamlanmaz ve cinsel açlık geçmez. Cinsellikte ruhi rahatlamayı tamamlayan şey duygusal tatmindir.
3-Duygusal basamak: Cinselliğin fiziksel boyutta kalmayıp, duyguları harekete geçirmesidir. Özellikle kadınlar için cinselliğin duygusal boyutu çok önemlidir. Kadın cinselliğe duygusal olarak hazır olursa, ancak o zaman cinsellikten gerçekten haz alır. Kadını duygusal olarak cinselliğe hazırlama görevi de erkeğin üzerinde bir sorumluluktur. Kadının ruhsal boyutta korku, tiksinti gibi önemli bir sorunu yoksa, her kadın da cinsel istek vardır, erkeğin bu isteği uyandırmak için emek vermesi gerekir.
Bakara sûresi 223. Âyet-i Kerîmede Rabbimiz erkeklere hitaben şöyle buyuruyor:
“Kadınlarınız sizin için bir tarladır. Tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın. Kendiniz için önceden (uygun davranışlarla) hazırlık yapın. Allah’tan korkun, biliniz ki siz O’na kavuşacaksınız. (Yâ Muhammed!) müminleri müjdele!”
Karı-koca ilişkisinin çiftçi-tarla teşbihi ile anlatılması, bu konuda sayfalarca hatta ciltlerce yazılacak konuların muazzam bir özetidir. Bu âyet-i kerîme sadece cinsel konularda değil, hem duygusal hem cinsel hayat üzerine evli çiftlere çok güzel yol göstermektedir.
Âyet-i Kerîmeye önce karı- koca ilişkisinde iletişim ile ilgili ne anlatıyor diye bakalım: Kadın toprak gibi olmalı: Mütevazı ve bereketli. Erkek iyi bir çiftçi olmalı, güzel ürün alabilmek için. Toprağını tanımalı, emek vermeli. O topraktan hangi ürün elde etmesi kolaysa ona göre davranmalı. Toprak kendi kendine ürün verecek değil, çiftçinin zamanını ayırması çaba göstermesi güzel tohumlar atması lâzım. Kadın da iyi toprak olmak için gayret sarf etmeli, ürün almak kolay olsun.
Cinsel anlamda bakalım: “Tarlanıza nasıl isterseniz varın.” helal olan yoldan olmak kaydıyla. Âyeti kerîmenin devamı çok önemli:
Ve kaddimû li enfusikum” ” âyetiyle “nefisleriniz için takdim edin, ikramda bulunun.” buyruluyor. Meallerin çoğunda “önceden hazırlık yapın, gönderdiklerinize bakın.” diye geçiyor. Bazı alimler bu “âyeti ahirete hazırlık” yapın diye de yormuşlar. Oysa âyet cinsel ilişki ile alakalı.”Tarlanıza dilediğiniz gibi varın ve nefisleriniz için ikramda bulunun.”
Bu âyeti kerîme ile erkekler cinsel birleşme öncesi eşlerini cinselliğe hazırlamaları için uyarılmışlar. “Güzel şeyler sunun eşinize.” İlginç olanda “nefsiniz için” ibaresinin olması. Eşine sunuyor; ama kendi nefsinin de işine yarayacak.
Müthiş bir cinsel eğitim cümlesi.”Nefisleriniz için ikramda bulunun.” Cinsel ilişkide kişi ne kadar eşini düşünürse, kendisi karşılığını o kadar çok alır. Ne kadar kendini düşünürse o kadar verimsiz bir ilişki olur. Erkek eşini cinselliğe hazırlayacak şeyler yapıyorsa onun sonucundan eşinden fazlasıyla karşılığını alacaktır, kendi nefsi de ancak o zaman tatmin olacaktır.
Özellikler erkekler çabuk uyarıldıkları için ve hayata bakışları da sonuç odaklı olduğu için cinsellikte de bir an önce sonuca ulaşmak isteyebilirler. Oysa cinsellikte sonucu etkileyen süreçtir. Cinsellikte sonuç dağın tepesi ise, süreç o tepeye ulaşırken yaşanan heyecandır.
Âyet-i kerîmenin asrı saadette yansımasına bakalım:
Hz. Cabir şöyle diyor: “Allah rasulü bize sevişme ve konuşma olmadan cinsel birleşmeyi yasaklamıştı.(Zadu’l-Mead 4/1880)
Bir hadîs-i şerîfte sevgili peygamberimiz şöyle buyuruyor:
“Sizden biri eşiyle hayvanlar gibi cinsel temasta bulunmasın. Aralarında elçi olsun.”
“Ya Rasulallah elçi nedir?” diye soruldu.
Peygamberimiz:
“Aşk fısıltıları ve öpüşmedir.” diye cevap verdi. (İhya 2/ 64)
Kadınlar için güzel sözler, cinselliğe hazırlanmalarında çok önemlidir. Aşk fısıltıları tavsiye ediyor Allah rasulü. İçinde sevgi olmayan hiç bir şey, kadın için anlamlı değildir. Kadın sevildiğini ve güzel olduğunu duymak ister. Bunun fısıltı olması da ayrıca anlamlıdır. Kadın için kulak, fiziki ve duygusal olarak çok hassastır.
Dokunmak kadınlar için çok uyarıcıdır. Kadın teni, erkek teninden on kat daha duyarlıdır. Bu yüzden kadınlar; dokunulmayı, sarılmayı, el ele tutuşmayı erkeklerden daha çok severler. Kadınların tenleri hassas olduğu için sert dokunuşları sevmezler, canları yanar. Erkeğin kendine göre sert bulmadığı bir dokunuş, kadın için acı verebilir.
Cinsel ilişki öncesi erkeğin kadına güzel dokunması, sırtına ya da ayaklarına hafif masaj yapması, boyun, kulak, sırt gibi dokunulduğunda cinsel haz uyaran yerlerine dokunması kadını cinselliğe hazırlamakta önemlidir.
Bu dokunuşlar kadında da erkekte de duyguları harekete geçirir. Bir önceki derste anlattığım dokunmayla birlikte oluşan oksitosin (sevgi ve sadakat hormonu) üretimi başlar, bu da karı kocanın sevgilerini ve bağlılıklarını artırır. Ayrıca cinsellikte duygusal aşamada serotonin (mutluluk hormonu) endorfin (ağrı kesici hormon) dopamin (enerji ve kendini iyi hissetmeyi sağlayan hormon ) salgılanır.
İhya da peygamberimizin cinselliği aceleye getirmediği yatakta acele eden eşine “yavaş ol” dediği anlatılıyor.
Bir hadîs-i şerîfte de Rasûlullah Efendimiz: “Müslüman adamın her türlü eğlencesi, oyunu bâtıldır (boştur, sevapsızdır), yayı ile atış yapması, atını eğitmesi, hanımıyla oynaşması bu hükmün dışındadır. Bunlar haktırlar (sevaplı eğlencelerdir) buyurmuşlardır. (Tirmizî, fedâilü’I-cihâd 11; Ibn Mâce, cihâd 19; Dârimî cihâd 14; Müsned IV/144,148)
Peygamberimiz cinsellik için ayrılan zamanın, boş, batıl bir zaman olmadığını bildiriyor. Başka bir hadis-i şerifte “Cinsel ilişkide sadaka sevabı olduğu” anlatıyor. Çünkü karı koca ruhen ve duygusal olarak tatmin olmuşlarsa cinsellik kafalarını meşgul etmez. İbadete ve insanlarla ilişkilere de daha temiz bir kafayla zaman ayırabilirler.
Tabi her şeyin aşırısı zarar olduğu gibi cinsel ilişkinin de aşırısı zarardır. Cinsel ilişki de aşırılık, sadece fiziksel tatmin yaşayan ruhsal ve duygusal tatmini yaşamayanlarda daha fazla görülür.
Son yapılan bilimsel araştırmalarda da cinsel ilişkide ön hazırlık evresi ne kadar uzun olursa iki taraf içinde cinsel tatminin daha fazla olduğu ortaya çıkmış.
Cinsellik bir hazdır; yemek yemek gibi. Yemek çok hızlı yendiğinde de insan doyar; ama haz duygusunu en alt seviyede olur. Yemek yavaş yavaş yenildiğinde keyfi çıkar. Ayrıca hızlı yendiğinde daha fazla yemek isteği doğar. Çünkü çok yemiştir; fakat tadı alınamamıştır. Ayrıca yemekte insan bir tek kendinden sorumludur; oysa cinsellikte eşinden de sorumludur.
Peygamber efendimiz başka bir hadisi şerifte de erkekleri eşlerini tatmin etmeleri konusunda uyarıyor:
“Kişinin acizliğindendir: Konuşup, sevişmeden, eşiyle cinsel temasta bulunup, kadının zevkini tamamlamadan kendi işini bitirip kalkması.” (İhya, 2/64)
Peygamberimiz erkeğin karısını memnun etmeden, yataktan kalkmasını uygun görmemiş. Cinsellikten keyif almak erkek kadar kadının da hakkı. Yoksa bu kadınlara büyük bir eziyet olur. Erkek karısının bu hakkına riayet etmiyorsa, vebaldedir, sorumludur.
Zaten âyet-i kerîmede de “Önceden ikramda bulunun” dan sonra uyarı var:
“Ve Allah Teâlâ’dan korkunuz. Ve biliniz ki sizler şüphesiz O’nun huzuruna varacaksınızdır. Ve mü’minleri müjdele.”
Modern geçinenler İslam’ın kadını ezdiğini söyler. Oysa İslam kadının yataktaki hakkına kadar korunmuş. Bizim toplumumuzda cinsellik sorunu var. İslam’da değil. İslam kadına gerekli bütün hakları vermiş, müslüman kadının fazladan hakka ihtiyacı yoktur.
Arap kadınları ülkeler arasında yapılan araştırmalarda cinselliğe en düşkün kadınlar arasında çıkıyor. Sebebi sorulduğunda “Çünkü dinimiz bize bunu emrediyor.” diyorlarmış. Aynı din bizde de var; ama bizim kadınlarımız “yataktan nasıl kaçılır” üzerine uzmanlık yapıyorlar.
Kadın da erkekte cinsel konuda cahil olunca, cinsellik iki taraf içinde eziyete dönüşüyor. Erkekler, kadına nasıl dokunacağını, cinselliği nasıl sevdireceğini bilemiyor. Kadınlar cahil, kendi bedenini tanımıyor, erkeği nasıl yönlendireceğini bilemiyor derken bir çıkmazın içinde kalıyorlar. Sonuç kadınlar yataktan kaçmaya çalışıyorlar, erkekler kadını kovalamaktan bıkıyor.
Sadece cinsel organlarla yaşanan cinsellik mekanik bir cinselliktir, erkeği de kadını da tatmin etmez. İki taraf da boşalma yaşasa bile tatmin yaşayamaz. Kuru ekmekle karın doyurmak gibidir, karın doyar; fakat lezzet yoktur.
Kısacası eşler arasında cinsellik; fiziksel, ruhsal ve duygusal bütünlükle gerçekleştiğinde gerekli fayda sağlanır ve karı kocanın arasında sevgi ve muhabbettin artmasına sebep olur.

enderhafızım 22 Ocak 2013 11:52

Cevap: Evlilik Okulu...
 
Cinsel İsteksizlik (Evlilik Okulu 8.Ders)



[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]


Cinsel isteksizliğin ve cinsel sorunların altında yatan ana sebep; cinsellikle ilgili bilinçaltındaki düşüncelerimizdir. Bilinçaltında ne olduğunu çoğu kez kişi kendi de bilmez. Söylediği söz ile bilinçaltı birbirine uymaz bazen.
Cinsellikle ilgili bilinçaltındaki olumsuz düşünceler, bir önceki derste geçen “ruhsal boyut”taki sorunlara sebep olur.
Öncelikle bilinçaltında cinsellikle ilgili yanlış neler var onlara bir bakalım:
1-Ayıp: “Cinsellik; edepsizlik, utanılacak bir şey” düşüncesi. “Edep nedir?” ona bakalım. Abdulhakim Arvasi hazretlerinin çok güzel bir edep tarifi var: “Edep ilahi hududa riayet etmektir.
Cinselliği yaratan Allah (c.c) olduğu için cinselliğin öğrenilmesi ve yaşanması ilahi hududun içindedir, bu konuda cahil kalmak ya da kaçınmak, ilahi hududu çiğnemektir.
Bu yüzden bizim için neyin edep, neyin edepsizlik olduğunun sınırını Allah ve Resulü bize bildirmiştir.
Cinsel yaşantının ayıp olarak görülmesi, karı koca arasında pek çok soruna neden olmaktadır. Özellikle aile büyükleri ile oturanlar ya da ziyarete gidenler ya da çocuğu büyüyenler için. Tatillerde memleketine gidenler için tatilin zehir olması demektir.
Özellikle kadınlar cinselliği ayıp olarak görüyorlar ve cinsellik sonrası gusül alırken fark edilme ihtimaline karşı eşlerini “çocuklar uyumadı, annenler anlar” gibi sebeplerle reddedebiliyorlar. Cinselliğin bir mahremiyet tarafı elbette var, kalkıp şakur şukur gusül aldığınızı aleme ilan etmek gerekli değil; fakat belli bir ölçüde dikkat ettikten sonra eğer anlaşılmışsa da dert etmemek lâzım. Hele bunun için eşi reddetmek insanların düşüncesini ilahi hududun önüne almak demektir. Çünkü:
Rasulullah (s.a.v) buyurdular ki:
“Bir erkek karısını yatağına çağırır da karısı gelmez ve erkek ona dargın olarak gecelerse, melekler o kadına sabaha kadar lanet ederler.” (Müslim Nikah 121)
“Bir koca karısına ihtiyaç duyup da onu yanına çağırdığında kadın ocak başında bile olsa, hemen kocasının yanına gelsin.” (Tirmizi Radâ 10)
Allah rasulü karı koca arasında cinselliğin ne kadar önemli olduğunu ve evliliği nasıl derinden etkileyeceğini iyi bildiği için, bu konuda özellikle hanımları uyarmıştır. Bir de hanımların cinselliğini eşine karşı elinde bir koz olarak kullanma meyilleri olduğu için bu konuda hadis-i şerîfler çok keskin.
Peygamberimiz kadına kocasını reddetmeyi yasaklamış, erkeğe de karısını memnun etmeden yataktan ayrılmayı yasaklamış. İki taraf da diğerinin hakkına riayet etmek zorunda.
Vakti geçmeyen bir namaz saati için kocayı bekletmek ya da yatma saati nafile namaz kılmak, lanet altındayken ne kadar kabul edilebilir.
Bir hanım “yazın kızı ile damadının ve oğlu ile gelininin onun yanına gelip iki ay kaldıklarını” anlatmıştı. Kadıncağız her akşam iyi niyetle “acaba banyo yapacaklar mı, araları iyi mi?” diye onları takip ediyormuş. “Hiç yıkanmıyorlardı, çok üzülüyordum ki bir gün kızım karşıma geçti: ‘Anne lütfen on ikiden sonra ortada dolaşma’ dedi. Meğerse onlarda ben fark ederim diye yıkanmaya çekiniyorlarmış.” diye anlatmıştı, gülerek. Karı kocanın yıkanması değil, yıkanmaması dikkat çeker, tuhaf karşılanır. Rahatsız olduğunuz durumlar olduğunda da usulünce aile büyüklerine söyleyebilirsiniz. Kendinizi zina yapıyor gibi suçlu hissetmenize, utanmanıza gerek yok.
Bu konuda dikkat edilmesi gereken; karı-kocanın kendi özel yaşadıklarını, eşleri ile ilgili özel bilgileri keyfi olarak en yakınlarına bile anlatmaları yasaklanmıştır, haramdır. Banyo yapmak da bir şey yok; fakat aralarında yaşanan ilişkinin detaylarını anlatmak haramdır. Sadece sorunu olanlar, çözüm noktasında, yardımcı olacak kişilere anlatmalıdırlar.
Peygamberimizin özel hayatı kendisi veya eşleri tarafından anlatılmış; çünkü maksat ümmete yol göstermek, eğitmek. Özel hayatın ifşası değil. Bu yüzden cinselliği anlatan kişiler kendi üzerlerinden değil, âyet, hadis, tıbbı bilgiler ya da o konuda yaşanan sorunlar üzerinden örnek vererek konuşmalıdırlar. Sorun yaşayan kişiler örnek vererek anlatmak zorunda kalabilirler, onda bir mahsur yok.
2-Pislik: Cinsel organların ve cinsel sıvıların pis olduğu ile ilgili inanç. Ne cinsel organlar pislik yeridir, ne de cinsel sıvılar pistir. İki tarafta da cinsel bir hastalık yoksa. Cinsel organlar; el ayak gibi temiz tutulduğunda temizdir. Cinsellikte pis olan zinadır. Karı koca arasında cinsellikte pislik yoktur, kişiler temizliğe dikkat ettiği sürece. Pis olacak şeyler zaten yasaklanmış. Adetli, lohusa kadınla cinsel ilişki ve büyük tuvalet ihtiyacının giderildiği anüsten ilişki zaten haram. Bunların dışında da bir haramlık yok.
Bir hanım cinsellik sonrası banyo yaptıktan sonra banyoyu uzun uzun çamaşır suyu ile dezenfekte ettiğini söyledi. Meniyi pis olarak düşünüyor. Oysa Allah Rasulünün elbisesine meni bulaşmışsa, kuruyunca ovalayıp namazını kıldığını Hz. Aişe anlatıyor.
Üniversite de cinsel eğitim dersinde bir kaç genç kız mideleri bulandığını söyleyerek dersten çıkmışlardı. Bu kızlar erkek arkadaşı olan evlenmeye niyetlenen kızlardı. Oysa cinselliğin sözüne bile tahammülleri yoktu. Ayrıca bir de danışmanlık yapacaklardı. “Cinsellik” kelimesini söyleyemeyen psikolog bile var maalesef. Konunun gerekliliğine inanmadıkları için mi bilmiyorum, kendilerini bile tedavi etmemişler.
3- Günah: Kişi cinselliğin günah olmadığını bildiği halde bilinçaltı bir şekilde “günah” diye kodlamışsa cinsel ilişkiden kaçınmaya çalışabilir ya da ilişki sonrası vicdan azabı çekebilir. Bir hanım eşi ile birlikte olmak istemediğini; çünkü “birliktelik sonrası deprem olur da ölürse cünüp olarak ölmekten korktuğunu” söylemişti.”Cinselliğin günah olduğunu mu düşünüyorsunuz?” diye soruyorum “Hayır” diyor; fakat bilinçaltında günah olduğu düşüncesi var belli ki.
Erkeklerde de günah düşüncesi özellikle ergenlik döneminde gördüğü cinsel içerikli rüyalar sebebi ile suçluluk duygusuna ve “günahkar olmasam böyle rüyalar görmezdim” gibi vesveselere sebep olabiliyor. Bu rüyaların görülmesinin normal olduğu anlatılmazsa ergenlerin ruh sağlığı bozulabiliyor.
Ya da namazda, Kabe de aklına cinsel şeyler gelmesi yüzünden kendini sapık zannedip namazını bırakan bu yüzden psikiyatrların kapısını çalan hasta sayısı çok fazla. Bu da çok önemli bir konu. “Cinsel vesveseler” konusuna “Çocuklarımıza cinselliği nasıl öğretmeliyiz” başlıklı bir yazı düşünüyorum, o zaman inşaallah daha geniş değineceğim.
4-Korku: Evlilik öncesi genç kızlarda cinsellik korkusu çok fazla var. Namuslarını korusunlar diye anne ya da yakın akrabaları tarafından korkutularak büyütülen kızlar cinsel korkular yaşıyorlar.
Bir de günümüz sorunu olarak gelişen cinsel korkular var: Cinselliği pornolardan tuhaf ve korkutucu sahneler izleyerek öğrenen kızlarda ciddi bir cinsel ilişki korkusu oluyor. Sırf bu korku yüzünden evlenmekten kaçındıklarını kaç genç kızdan duydum.
Cinsel korkuları olduğu halde evlenenlerin bir kısmı da düğün öncesi nişanlılarından bunun için süre istiyorlar. Bu konuda da çok örnekler var. İki ay dan iki yıla kadar süre isteyen kızları duydum. Bu sürede “evli gibi değil de nişanlı gibi flört edelim, birlikte yatmayalım” diye teklif ediyorlar. Erkek de iyi niyetle “Namuslu kız, korkuyor demek ki” deyip süre veriyor; fakat yıpratıcı bir sürece giriyorlar, sorunu nasıl çözeceklerini bilemiyorlar genellikle.
Cinsel korkular bazen Vajinismus denilen kadının korku sebebi ile kendini kasması yüzünden hiç cinsel birliktelik yaşanmaması gibi bir soruna sebep olabilirken, bazen de ilişki gerçekleşiyor; fakat kadında bir ömür boyu sürecek cinsel isteksizliğe sebep olabiliyor. Kadın her ilişki de birlikteliğe engel olmayan; fakat kendine ağrı yapan kasılmalar yaşayabiliyor.
Evlenecek olan genç kızların öncelikle şunu bilmeleri gerekir ki kadın korkmadığı ve kendini kasmadığı sürece en ufak bir acı bile yoktur. Allah (c.c) muazzam bir sistem kurmuş. Erkek acele etmez, anlayışlı davranır, cinselliğin duygusal basamağına dikkat ederse, genç kızda kendini kasmazsa hiç bir sorun yaşanmaz.
Korku kadının vajen kaslarını kilitlemesine sebep olurken erkekte de sertleşme sorununa sebep oluyor. İki sorunda tamamen psikolojik.
5-Güvensizlik: “Ben cinsel ilişkiyi düzgün yaşamayı başaramam” düşüncesi de önemli bir sorundur. Kadın bedenini beğenmediği için cinsellik yaşamaktan kaçınabiliyor. Erkekler de ya başka erkeklerin anlattığı abartılı hikayelerden, pornodan ya da cinsel ürünler satmak için yapılan reklamlardan etkilendikleri için güvensizlik sorunu yaşayabiliyorlar. O ürünler yokken cinsel sorunlar daha azdı. Reklamcılar önce ürünlerin gerekliliğini anlatıp, erkeğin moralini bozup ürüne ihtiyaç duymalarını sağlıyorlar. Cinsellikle ilgili doğru bilgi sahibi olan ve kendine güven duyan hiç bir erkeğin cinsel haplar da dahil cinsel ürüne ihtiyacı olmaz.
Güven konusunda bir de karı koca birbirinin moralini bozabiliyor. Erkek karısının fiziki özellikleri ile dalga geçerse, kadın cinsellikten soğur; kadın erkeğin cinsel gücü ile alay ederse, erkek cinsel enerjisini kaybedebilir. Karı koca birbirini ne kadar hoş davranırlarsa, birbirlerini överlerse ilişkileri o kadar güzel olur.
Cinsel sorunlar kişinin sadece kendini ilgilendirmediği ve eşini de etkilediği için; sorun olduğunda karı kocanın birbirini üzerinde hakkı kalacağından dolayı cinsel sorunu çözmek için gayret göstermemek bir vebaldir. Cinsel sorunların çoğu psikolojik olduğu için çiftler gayret ederlerse sorunu kendi kendilerine çözebilirler. Nasıl çözeceklerini de yazacağım; fakat yazı uzun oldu.
Tedavide ilk aşamayı da yazarak bitirelim. Cinsel isteksizlik tedavisinde en önemli olan cinsellikle ilgili “ayıp, günah, pis” gibi olumsuz düşünceleri atıp, yerine cinselliğin karı koca muhabbeti için yaratılmış olduğunu, karı- kocanın birbirlerinde rahatlasınlar, diye onlara verilmiş Allah (c.c) ın bir ikramı, hediyesi olduğuna inanmak lâzım. “Zihindeki yanlışlardan nasıl kurtulabiliriz?” bir sonraki yazıya kaldı.

enderhafızım 22 Ocak 2013 11:55

Cevap: Evlilik Okulu...
 
Cinsel İsteksizlik Sorunu Çözülebilir mi? (Evlilik Okulu 9.Ders)


Bir genç karı koca ile tanışmıştım geçen yıl. İki aylık evliydiler ve hiç birlikte olamamışlardı. Ülkemizde çok görülen klasik Vajinismus vakası. Böyle bir sorun olduğunda köylerine yakın köyde bir hoca varmış. Karı koca ona giderler, okunurlar geçermiş.
Aslında köylerde çok görülmüyor daha çok şehirlerde ve okumuş kızlarda görülüyor, cinsel sorunlar. Çünkü köylerde cinsellik daha doğal yaşanıyor. Fakat bu karı kocanın köyünde çok görülüyormuş, neredeyse her evlenenin başına geliyormuş bu durum. (Cinsellikle ilgili kızlara nasıl bir hikaye anlatılıyorsa.)
Bu karı koca da gitmiş okunmuşlar; fakat geçmemiş. Diğerlerine faydası olan okunma neden onlara fayda etmemişti? Çünkü genç kadın hocayı yakından tanıyor ve hocaya yakışmayacak hatalarını biliyor ve onun okuduğu duaların faydalı olacağına da inanmıyordu. Diğerlerine faydalı oluyor; çünkü sorun korkudan dolayı psikolojik zaten. Orada hocanın okuduğu dualardan ziyade “Okundum, artık bir şeyim kalmadı.” inancı ile kadının kendini kasmayı bırakması ile sorun çözülüyor. Yeni evlilerde cinsel sorunlar olduğunda kişiler duasının etkisi olacağına inandıkları bir hocaya giderlerse faydalanırlar. Fakat sorunların üzerinden zaman geçmişse okunma ile geçmesi zor.
Kadın ve erkekteki cinsel sorunların çoğunun psikolojik olduğunu daha önce de yazmıştım. Cinsel isteksizlik daha çok kadınlarda görülüyor. Bu sorunları ve çözümleri anlamak için beynimizin çalışma sistemini bilmemiz gerek. En önemlisi bir konu ile ilgili bilinçaltınızda hangi düşünce varsa vücudunuz o tepkiyi verir. Düşünceyi değiştirmedikçe, tepkiyi değiştiremezsiniz.
Mesela Çinliler fare, yılan, kurbağa, solucan, böcek kızartması yiyorlar. Lokantada canlı bekletilen hayvanların kızarmasını iştahla bekliyorlar. Aynı şey bizim başımıza gelse “İçerde kızaran hayvanları az sonra yiyeceksiniz.” deseler daha yiyecekler gelmeden öğürmeye başlarız. Midemiz tepkisini ortaya koyar. Neden? Çünkü biz o hayvanları yemeyi “dinen caiz değil, diye pis ve yenmez” diye şartlanmışız. Midemiz tepkisini düşüncemize göre verir. Yiyebilmek için o hayvanların etinin pis olmadığı ve lezzetli olduğu ile ilgili düşünce geliştirmek lazım. Bu da bir gün de olacak bir şey değil. Biz inancımız gereği zaten yemeyiz, böyle bir düşünce geliştirmeye ihtiyaç yok.
Konuyu cinselliğe bağlarsak, cinsellikle korkutulan, tiksindirilen kız çocukları evlendikleri zaman cinsellik yaşamak istemiyorlar. Eğer erkekte ilk günlerde aceleci ve sabırsız davranmışsa isteksizlik bir ömür boyu sürebiliyor. Kadın evlendiği zaman cinselliğin yaşanması gerektiğini bildiği halde vücudu tepki gösterip kasılıyor. Korku çok fazla ise Vajinismus oluyor yani hiç cinsel birliktelik yaşanmıyor.
Korku daha az seviyede ise cinsel birliktelik yaşanıyor; fakat kadın cinselliği sevmiyor. Kadında cinsel birlikteliğe engel olmayacak; fakat kadının canın acıtacak kasılmalar devam ediyor. Zamanla bu kasılmalar azalsa bile cinselliğin hoş bir şey olmadığı ile ilgili düşünceleri durduğu sürece kadın cinsellikten hoşlanmıyor, yataktan kaçmanın yollarına bakıyor.
Bu sorunu yaşayan kadına cinsel birlikteliğin gerekliliğini anlatmanın bir faydası yok. Bunu kadın da biliyor çoğu zaman; fakat vücuduna söz dinletemiyor. Cinsellikle ilgili olumsuz düşüncesi bir günde gelmediğine göre bir günde ya da bir sözle gitmeyecektir. Önce cinsellikle ilgili düşüncelerini değiştirmesi gerekiyor, bunun içinde bir süre uğraşması, çaba göstermesi lâzım.
Kadının cinsellikle ilgili “ayıp, günah, pis” gibi olumsuz düşünceleri atıp, yerine cinselliğin karı koca muhabbeti için yaratılmış, karı koca birbirlerinde rahatlasınlar diye onlara verilmiş Allah (c.c) ın bir ikramı olduğuna inanması gerek.
Eski düşünceleri nasıl atıp, yerine yenisini koyabileceğimizi daha önce evlilik okulu dersinde iki konuda işlemiştik. Yazıya oradan notlarda aldım. Burada ek bir konu daha var.
Bunun için birlikte yapılması gerekin iki yol var.
1. Telkin: Yeterince sık ve kuvvetle söylerseniz, insan beyni, ona yapmasını söylediğiniz, mümkün olan her şeyi yapacaktır.
Beynimize ne koyarsak, onu geri alırız. Bilinçaltı bir süngerdir; yeterince sık ve kesin söylerseniz ona söylediğiniz her şeye inanacaktır bir yalana bile. Beyin, ahlaki yargılarda bulunmaz, sadece ona söyleneni kabul eder. Şu anda var olan düşüncelerimiz de zaten bize zamanla yerleşmiş düşüncelerdir.
İlk adım; beyin tekrarla öğrendiği için kendimize doğru telkin cümleleri hazırlamalıyız.
Telkin cümlelerinde dikkat edilmesi gereken en önemli nokta şimdiki zaman cümlesi olması: “Eşimle birlikte olmayı seviyorum” gibi. Beynin gelecek kavramı yok. Cek cakla söylediğiniz şeyleri hep erteliyor.” Yapıyorum” dediğinizde henüz yapmıyor bile olsanız, beyin sizi yapmaya teşvik ediyor. Kişi her gün hafif sesle ya da içinden yirmi dakika kadar aynı cümleyi tekrar tekrar söyleyerek kendine telkinde bulunmalı.
Bu çalışma en az üç hafta düzenli devam etmeli; tam bir iyileşme için kırk güne tamamlaması yerinde olur. Cümlelerin olumlu olması da önemli. İçinde korku ya da olmasını istemediğiniz cümleler geçmesin. Güzel bir cinsel hayat çağrışımı yapacak, eski olumsuzları silecek, bir kaç olumlu cümle ile isteksizlik yaşayan hanımlar bir süre telkin çalışması yaparlarsa sorunu yenmede çok önemli bir adım atacaklardır.
Bu konuyu ve telkinin şartlarını daha önce Evlilik Okulu 3. Dersin Ödevinde yazmıştım.
http://www.cocukaile.net/nasil-degisebiliriz/
2-Hayal kurmak: Hayaller gerçeklerin provalarıdır. Provasını yaptığınız, emek verdiğimiz elbiseyi bir gün giyiverirsiniz. Beyin gerçek ve hayali ayırt edemiyor. Aynı telkindeki gibi söz ya da hayal de beynimize tekrarlı olarak geliyorsa bir süre sonra beyin bunu gerçek olarak algılıyor. Yine telkindeki gibi hayal süresi de bilimsel olarak en az üç haftadır; fakat kırk güne tamamlandığında daha kalıcı olur. Tam bir çözüm için hem telkin hem hayal ikisi de yapılmalı.
Beynimiz resimlerle düşünür. Ev dendiğinde gözünüzün önünde bir ev şekli canlanır. Sözcüklerin çağrışımına göre beyin hayal eder, resim çizer.
Cinsel isteksizlik yaşayan, cinsel sorunu olan kişi, her gün sessiz, sakin bir ortamda, (Gece yatarken uyku öncesi olursa etkisi daha da çok olur; fakat gece uykuya çabuk dalıyorsa gündüz de olur.) yirmi dakikaya yakın bir süre, kendini eşi ile birlikte zihninde güzel bir birliktelik içinde canlandırmalı. Normal hayatın içinde cinselliğin başlangıç öncesinden sonuna kadar, hayalinde yirmi dakikalık kısa bir film. Yalnızca cinsel birlikteliği hayal etmek değil, ön hazırlık evresi de dahil, adım adım cinselliğin duygusal basamağını içine katarak sevgi dolu güzel bir birliktelik hayal ederse cinsel sorunlarını yenebilir.
Yalnız bu arada karı koca üç hafta hiç cinsel birliktelik yaşamayacaklar. Zihinde kurulan hayali sabote edecek bir durum olmasın, isteksizlik ve korkular zihinde tekrar canlanmasın diye.
Beyin üç haftadan sonra cinsellikle ilgili olumsuz düşüncelerin yerine, yeni gelen düşünceleri doğru olarak kabul etmeye başlar ve cinsellik yaşanacağı zaman vücut doğru tepkiler verir.
Vajinismus sorunu yaşayanlarda da en önemli adım budur, devam eden cinsel isteksizlikte de. Sadece bu adımla sorunu çözen aileler çok. Cinsel isteksizlik sorunları için ilaç tedavisinin faydası yoktur. Bazı doktorlar tıbbı müdahale ya da ilaç tedavisi ile hastaları boş yere yormaktalar. Cinsel sorunlar ile ilgili uzmana gidilecekse kadın ve erkek için fark etmez ürolog ya da kadın doğumcuya değil, karı koca birlikte cinsel terapistlere gitmeliler.
Tabi cinsel terapistte de inançlı olanları tercih etmek gerekiyor. Cinsel isteksizlik sorununda bazı uzmanlar evli kadına “Eşin olması önemli değil, hayal kurarken, kimi beğeniyorsan kendini onunla hayal et.” diyorlarmış. Tabii mümin olarak ölçümüz hayal de olsa haram helal konusu bizim için önemli. Müslüman hayalini de kirletmez. Bu yüzden psikolog, danışman ya da terapistlere giderken dini hassasiyeti olanları tercih etmek gerek.
Gerçekte helal olmayan kişi ile ilgili hayal kurmak doğru olabilir mi? “Zinaya yaklaşmayın.” âyeti kerîmesi zina ile ilgili hayal kurmayı yasaklamıyor mu? Madem ki beynimiz böyle çalışıyor ve hayal edilen şeyi bir süre sonra normal kabul ediyor, zihnimizi de temiz tutmalıyız.
Bu tarz hayal kuranlara bir süre sonra zinanın normal gelmesi şaşılacak bir şey olmaz; çünkü beyin yargıda bulunmuyor. Beyne tekrarlı olarak ne çok gelmişse beyin bir süre sonra kabul ediyor ve kişiyi o davranışa yönlendiriyor.
Karı koca birbirini düşünerek hayal kurmalı. Cinsel korkusu olan gençler de evlilik öncesi hayal metodu ile sorunlarını yenebilirler. Ortada bir eş olmadığı için hayalinde nikahlı eşi ile birlikte olduğunu düşünerek ve eşi olarak hayal ettiği kişinin de yüz hatlarını gözünde canlandırmadan, tanıdığı ya da fotoğrafını gördüğü birini düşünmeden, hayal metodu ile korkusunu atabilir.
Toplumda zina çok yaygınlaştı. Dini hassasiyeti olan kaç anneden duydum, “Oğlumun cebinden prezervatif çıktı.” diye. Ya da dindar bilinen erkeklerin nikahsız ya da evli kadınlarla birlikte olduğunu duyuyoruz. Zinanın bu kadar normalleşmesinde internet, gazete ya da dergilerdeki manken, şarkıcı gibi tanınmış güzel kadınların çıplak pozlarının erkekler tarafından hayallerine malzeme olarak kullanılmasının çok önemli bir etkisi olduğuna inanıyorum. Zina hayali, zinayı getirir ve normalleştirir. Sonra kişi kendi bile nasıl zina yaptığına şaşar. Bu yüzden mümin hayalini de kirletmemeli. Hayal metodunu bilmeli ve hayırlı işler için kullanmalı.
Kısacası cinsel isteksizlik sorunu kendi kendine telkin ve hayal ile giderilebilir. Bunun yanında eş ile iletişimi iyi tutmak (her iki taraf içinde) kadının vücut temizliği, süslenme, çekici koku, güzel giyinme; erkeğin temizlik kurallarına, ağız ve diş sağlığına dikkat etmesi, eşinin hassasiyetlerini dikkate alıp özen göstermesi ve ”Cinsellik nedir?” yazımdaki cinselliğin fiziksel, ruhsal ve duygusal basamaklarına dikkat etmek çok önemlidir. Okumayanlar için:
7 Dersi Okusunlar..

enderhafızım 22 Ocak 2013 11:56

Cevap: Evlilik Okulu...
 
Kaçtığımız Konular (Evlilik Okulu 10.Ders)



[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]


Geçen yıllarda okul aile birliği toplantısında bir milli eğitim müdürü dinlemiştim. Günümüz çocukları ile kendi çocukluğunu kıyaslamıştı.
“Biz cinsellikle ilgili hiç bir şey bilmeden evlendik. Ben çocukken babam çok banyo yapardı, dikkatimizi çekerdi. Anneme ‘Babam niye bu kadar çok yıkanıyor.’ diye sorduğumuzda ‘Babanız ekmek kırığına bastı, çarpılmamak için yıkanıyor.’ derdi biz de inanırdık. Şimdiki üçüncü sınıfa giden çocuklar, çocuğun anne karnında nasıl döllendiğini biliyor. Çocuklarınızla aranızda uçurum açmayın, onların zamanını yakalamaya çalışın” demişti.
Milli eğitim müdürünün dikkat çektiği konu gerçekten çok önemli. Günümüzde çocuklar ile aileler arasında çok büyük bir uçurum var.
Okullarda altıncı sınıflarda fen bilgisi dersinde çocuklara çoğalmayı öğreten ders konuları var. Herkesin çocuğu bu dersleri alıyor. Her şeyin yarımı tehlikelidir. Yarım hoca dinden, yarım doktor candan, yarım bilgi yoldan çıkarır. Çocuklara “insanın çoğalması sperm ile yumurtanın bir araya gelmesi ile oluyor.” deyip konuyu bırakıyorlar. Çocukların bu kez kafasına takılıyor, bu sperm ile yumurta bir araya nasıl geliyor diye. Öğretmene soramıyorlar, sorsa da öğretmen cevaplamıyor. Öğretmende haklı, sınıflar kız erkek karışık olduğu için o ortamda anlatılması doğru değil.
Konunun devamını çocuklar teneffüste kızlar bir araya, erkek çocukları bir araya gelip bildiklerini birbirlerine anlatarak tamamlıyorlarmış. İşin kötüsü doğru düzgün şeyler anlatmıyorlar birbirlerine. Mesela bir genç kız anlattı. Bu dersten sonra kızlar teneffüste toplanmışlar, nasıl oluyor falan derken kızın biri “Ben biliyorum, büyük tuvalet ihtiyacı yaptığımız yerden cinsel ilişki oluyor.” demiş. Herkes de öğrendik diye konuyu kapatmış.
Genç kız cinsel birleşmenin oradan olmadığını öğrenince çok şaşırdı. Biz anlatmaya utanırken çocuklarımız cinsellikte ki iki haramdan birini, helal diye öğreniyor. Allah resul’ü “Eşine arka organdan (anüsten) temas eden veya adet halinde ki eşiyle cinsel temas da bulunan ya da falcıya varıp onu tasdik eden Muhammed’e indirileni inkar etmiş olur. ” buyuruyor. (Tirmizi 135) Bunu bilmeyen erkekler var. Gençler de normali buymuş gibi öğreniyorlar.
Kızlarda erkekler de yalan yanlış şeyler öğreniyorlar. O zamanda zihninde yıllarca tuttuğu yanlış bilgi cinsel hayatını olumsuz etkileyecek. Erkek eşinden haram olan ilişkiyi isteyecek. İnternette pornolarda da sapık ilişkiler yaygın olunca olunca bu çocuklar doğruyu nereden öğrenecekler?
Günümüzün en büyük belası cinsel yayınlar. Çocuklar yaşlarından çok erken her şeyi öğreniyorlar. Altıncı sınıfa bile kalmıyor hatta. Aile, çocuğum hiç bir şey bilmiyor, zannediyor çocuk aileden çok şey biliyor. İlkokul üçte çocuklar mastürbasyonu konuşuyorlar. Bir hanım ilkokul üçe giden kızının “anne iyi ki ayın otuz birine doğmadım, çok kötü bir günmüş, sınıfta oğlanlar otuz bir deyip deyip gülüyorlar. Otuz bir niye kötü anne? diye sormuş, sekiz yaşında kız çocuğu. Kadın da bilmiyormuş, sonra öğrenmiş. Şimdi anne kızına bunu anlatsa çocuğun yaşı çok küçük, anlatmasa sınıfından bir çocuk kendinden önce kesin anlatacak. Velhasıl zor bir zamanda yaşıyoruz. Bu gidişle çocuklar ailelere cinsel eğitim dersi verecekler maalesef ki.
Çocukların hemen hepsi ders için başında durdukları internetten sapık ilişkiler de dahil her şeyi izliyorlar. Biz aileler ise hâlâ çocuklarımıza ergenliğe giren çocuğumuza ergenlik, cinsellik bilgileri vermiyoruz. Utanıyoruz. Üstelik cinsellik; gusül, abdest ve namaz birbirine bağlı iken. Dinimizin bir parçası iken ve çocuklarımıza öğretmemiz üzerimize farz iken.
Bir hanım “On üç yaşında oğlum on bir yaşından beri kendi isteği ile kıldığı namazı birden bire bıraktı. Tekrar başlatmak için ne yapmak gerekir?” diye sormuştu. “Ergenliği, cinselliği, rüyaları, guslü konuştunuz mu oğlunuzla?” dedim. Şaşkınlıkla yüzüme baktı ve “Hayır” dedi. “Belki oğlunuz gusül alması gerektiği için sizden utanıp alamadığından dolayı namazı bırakmıştır.” dedim. Hiç böyle bir şey aklına gelmemiş. Oysa bu konuları öğretmek ailelere farzdır.
Ayrıca cinsel konular konuşulmayınca, çocuklar bilgilendirilmeyince vesveselere sebep oluyor. Erkek çocuklar ergenliğe cinsel rüyalar görerek giriyorlar. Bu rüyaları gören bilgilendirilmeyen çocuklar “açık saçık rüyalar görüyorum” diye suçluluk duymaya başlıyor, kendini günahkar görüyor. Kimseyle de konuşamayınca psikolojik rahatsızlıklara sebep oluyor.
Geçen yıl arkadaşım on iki yaşındaki erkek kardeşinin çok tuhaf davrandığını anlattı. Konuşmamı rica etti. Çocukla konuştuk. “Abla ben çok kötüyüm, günahkarım, her gece rüyamda zina görüyorum. Her gece her gece. Günahlarımı affettirmek için hafta sonları derneğe gidiyorum hiç durmadan sürekli dini kitap okuyorum.” Çocuk kafayı sıyırmaya az kalmıştı. Kaldırımda kadın görse, karşı kaldırıma geçiyordu.
Başka bir genç kız on beş yaşında ilmihalde, “kadın cinsel rüya görür ve ıslaklık olursa gusül gerekir” diye okumuş. (Eksik bir anlatım var ilmihallerde kadında her cinsel rüyada gusül gerekmez, şartları var.) Genç kızın kafasına bu konu takılmış. O güne kadar hiç cinsel rüya görmeyen kız, her gece cinsel rüyalar görmeye başlamış. Bir şeyden aşırı korkup kaçmaya çalışırsan beyin onu önüne getirir.
Genç kız hiç gerekmediği halde gusül abdesti alması gerektiğini zannettiğinden dolayı her sabah banyo yapmaya başlamış. Kendini günahkar hissettiği için daha iyi temizlenmek amacıyla guslü abarta abarta defalarca yıkana yıkana temizlik, gusül ve namazda takıntı başlamış. Her şeyi tekrar tekrar yapmaya başlayınca; gusül, abdest, namaz tam bir eziyete dönüşür hali ile.
Genç kızı kaç psikiyatra götürüyorlar; fakat doktor ona “sapık” der diye korkusundan gördüğü rüyaları anlatmıyor. Kaç yıllar böyle eziyet içinde geçiyor. Bir gün televizyonda cinsel konularda konuşan bir psikiyatrı dinliyor ve diyor ki “İşte bu. Bu beni anlar bana sapık demez.” O psikiyatra geliyor ve tedavi oluyor.
Bir de bu rüyalarda her şeyi görülebilir. Beynimizin oyunu mu şeytanın vesvesesi mi bilmiyorum. Mesela erkek çocuğu rüyasında kendini bir erkekle de görebilir. Bu sefer çocukta bende bir sapkınlık mı var? diye vesveseler başlayıp o tarafa bir yönelim olabilir. Ya da genç bir kız rüyasında çok yakın akrabası olan bir erkekle de kendini görebilir. “Ben ne kötü, günahkar, adi biriyim; aklıma neler geliyor, rüyama neler giriyor” diye vesvese etmeye başladığında akıl sağlığını yitirmeye başlar. Cinsel vesveseler gençleri kızgın, hırçın, baş edilmez hale getiriyor. İbadetlerini yapmıyorlar: “Allah benim gibi günahkarı huzuruna istemez” diye düşünüp namazlarını bırakıyorlar.
Rüya dışında da insanın aklına her şey gelebilir. Aklımız bir yol gibidir; duyduğumuz, gördüğümüz, şaşırdığımız, tiksindiğimiz, istediğimiz, istemediğimiz her şey aklımızdan geçebilir, buna engel olamayız, önemli olan kötü yolcuları misafir etmemektir. Üzerinde durmadığımız gelip geçen düşüncelerden kimseye bir vebal yoktur. Bizim sorumluluğumuz, üzerinde durmaya başladığımız zaman başlar.
Gelip geçenin zararı olmaz. Aklımıza rahatsızlık verici bir şey geldiğinde bir euzu besmele çekip “bu benden değildir” deyip daha üzerinde durmamak lazım. Çocuklarımıza da bunu böyle öğretmek gerek. Mesela çocuk annesine çok kızıyor “Ölse de kurtulsam” diye düşünüyor, sonra kızgınlığı geçince “ben ne kötü nankör bir çocuğum, annemin ölmesini istedim” diye dert etmeye başladığında psikolojisi bozuluyor. Vesveseler konusunda çocuklarımızı mutlaka bilgilendirmek lazım.
Özellikle de cinsel vesveseler konusunda. Çocuklarınızı karşınıza alın, konuşun. En güzeli babanın erkek çocuğuna, annenin kız çocuğuna anlatması. Altıncı sınıfa geldiklerinde cinselliği, ergenliği, rüyaları anlatın. Her rüyayı görebileceğini, ergenken kendinizin de böyle rüyalar gördüğünü, rüyada gördüğü şey her ne olursa olsun bunun onun konu ile ilgili bir arzusundan değil, beynimizin oyunu şeytani rüyalar olduğunu, üzerinde durmaz dert etmezse bu rüyaların gelip geçici olduğunu anlatın. Kendini günahkar ya da suçlu hissetmesine gerek olmadığını, hangi durumda gusül alması gerektiğini, gusül alması gerektiğinde utanmamasını söyleyin.
Altıncı sınıfta cinsellikle ilgili tam bilgilendirin. Zaten okulda cinsel organları falan öğreniyorlar. Önce ne bildiğini sorun. Utanıp cevap vermezse siz kelimelerinizi dikkatli seçerek, kendi üzerinizden örneklemeden tıbbı bir bilgi anlatır gibi anlatın.
Altıncı sınıftan öncede ilköğretime başladıktan sonra ara ara okulda neler konuştuklarını cinsellikle ilgili bir şey duyup duymadığını sorun. Bazen çocuk arkadaşı tarafından tacize uğruyor; fakat anlatmaya utanıyor. Çocuklarınıza bedeninin mahremiyeti olduğunu anlatın. Tabi ölçü çok önemli, korkutup çocuğu paranoyak yapmayın. Düzgün anlatın.
Siz anlatmaya utanıyorsanız, iyi anlatacağına inandığınız çocuğunuzun da rahat konuşabileceği bir akraba ya da arkadaştan yardım alabilirsiniz. Veya çocuklar ve ergenler için cinselliği anlatan kitaplar var. Yayınevine ve yazarına dikkat ederek onlardan da faydalanabilirsiniz. Fakat kitap alsanız bile çocuğunuz ile bu konuları hiç konuşamıyorsanız çocukta cinsellikle ilgili suçluluk duyguları gelişebilir ya da sizin ayıplayacağınızı düşünerek gusül almaktan kaçınabilir.
Cinselliği anlatırken her zaman Allah’ın karı- kocanın muhabbet etmesi için yarattığını nikahla güzelleştiğini anlatın. Cinsellik anlatırken nikah kelimesini çok kullanın ki şuuraltına doğru mesaj gitsin.
Cinsel eğitim sadece gençler için değil yetişkinler için de önemli. Evlilik okulunda bir kaç dersten beri bunu yazmaya çalışıyorum. Pek çok yuva cinsel problemler yüzünden yıkılıyor. Ayrıca Kadın doğum uzmanı arkadaşım Dr Ünzile Girişgin de bu konuda yazıyor. Ünzile Hanımın “Sakın Okumayın Cıss” diye cinsel eğitimi çok güzel anlatan bir kitabı var. Mutlaka okumanızı tavsiye ederim.
Ben Ünzile Hanımı tanımıyordum kitabı yayınlamadan önce bana bir mail gönderdi, bu vesile ile tanıştık. Mailde kitabın içinden bölümler vardı. “Bu konuların çok ihtiyaç olduğunu biliyorum; fakat bizim halkımız alışkın değil bu konuları kadınların yazmasına, ne dersiniz yayınlamalı mıyım?” diye sormuştu. Ben de okurlarımdan ve seminer sonrası hanımların sorularından dolayı ne çok problemler yaşandığını, konu ile ilgili ne kadar cehalet olduğunu bildiğim için destek oldum elbette. Yayına hazır daha pek çok çalışması var bu alanda.
Ünzile Hanım şimdilerde bebek büyüttüğü için her zaman yeni yazı yazamıyor, sitemize. Ben de kendinden izin alarak kitabından bölümler yayınlıyorum. Cinsellik konusunda şu tabuları yıkalım. Tabi edep sınırını aşmadan. Cinselliğin anlatılması öğretilmesi edepsizlik değil; fakat dalga geçmek ve özensiz kelimeler kullanmak, eğlence olsun diye konuşmak ve yazmak da doğru değil.
Ben hekim olmadığım için Ünzile Hanım kadar konuları detaylı yazamam. Konuların önemini anlatmak için ben daha genel çerçevede yazıyorum. Ünzile Hanım da ben de edep kıtlığımızdan ya da haya azlığımızdan yazmıyoruz bu konuları. Gerçekten çok büyük bir ihtiyaç olduğunu bildiğimiz için yazıyoruz vebalde kalmamak için. Ünzile hanım bu konuları neden yazdığı ile ilgili bir yazı göndermiş, yayınladık bu gün.
Ben Ünzile Hanımı ve ona destek olan eşini çok tebrik ediyorum. Bir erkek olarak eşinin yazdıklarından rahatsız olabilirdi. Bizim toplumda bu cesareti göstermek her babayiğidin harcı değil. Sağlam bir iman ve ihlas gerekli. Allah ikisinden de razı olsun ve çalışmalarını daha geniş kitlelere ulaştırarak dertli olanlara devaya vesile olsunlar inşaallah.

enderhafızım 22 Ocak 2013 12:01

Cevap: Evlilik Okulu...
 
Cinsel Cehalet (Evlilik Okulu 11.Ders)



[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]


Evlilik okulumuzun cinsel eğitimle ilgili olan bölümünü bu dersle bitiriyorum. Bir sonraki derslere iletişim ile devam edeceğiz kısmetse. Cinsellikle ilgili konulara cinsel eğitim bölümümüzde özel dosya olarak ve vakti olduğunda Dr. Ünzile Girişgin Hanım’a havale ederek devam edecek. Bu konu ile ilgili son derste karı koca arasında tatsızlığa sebep olan cinsellikle ilgili yanlış bilinen konuları yazdım.
1- Cinsel ilişki sırasında çıplaklığın haram olduğuna inanmak.
Konu ile ilgili o kadar uç noktalarda şeyler duyuyorum ki, yatağa yere kadar uzun geceliklerle gidip günah olmasın diye geceliği çıkarmayan hanımlar oluyormuş. Bunları yapanlarda yaşlı kadınlar değil, genç hanımlar, yeni evli hanımlar. Sevgili peygamberimiz konu ile ilgili şöyle buyuruyor:
“Çıplaklıktan sakının, büyük abdest ve kişinin eşi ile cinsel temasta bulunması hariç. Diğer hal ve zamanlarda sizinle beraber olan ve sizden asla ayrılmayan melekler vardır. Onlardan haya edin ve onlara saygı gösterin.” “[Tirmizî, Sünen, Edeb 42, Hadis no: 2801]
Hadisi şerif çok açık. Tuvalet ihtiyacınız ve cinsel ilişki dışında çıplaklıktan sakının buyrulmuş. Melekler cinsel ilişki başlangıcında karı kocanın yanından ayrılıyor. Cinsel ilişkiye başlarken Euzu besmele çekmek gerekiyor. Bu da şeytan ve diğer varlıklardan korunmak için. Ve bir hamilelik gerçekleşirse çocuğun besmeleli olması için.
Bakara suresi 187. âyet-i kerîme:
“Oruç (günlerinin) gecesinde eşlerinizle cinsi ilişki kurmanız size helal kılındı. (Haramdan korunmak ve sükunete kavuşmanız için) onlar sizin için bir elbise, siz de onlar için bir elbisesiniz.
Karı koca zaten birbirini maddi manevi anlamda örten elbisedir. Cinsel ilişki sırasında da karı koca birbirini örter.
Din adına bazı hoca hanımlar öğrencilerine dinimizde olmayan şeyleri öğütleyebiliyorlar. Mesela geçmiş yıllarda bir hanım sohbetine denk gelmiştim. Hoca hanım kendini dinleyen kalabalık kadın topluluğuna “evde asla başlarını açmamalarını meleklerin kaçacağını” söylüyordu. Hatta daha ileri gidip “Yatarken de başörtülü yatın.” dedi. Kadınlardan biri “Eşim kızıyor.” dedi. “Başörtülü yatarsanız melekler sabaha kadar başınızda bekler yoksa sizden kaçarlar.” dedi ve başörtülü yatmaları konusunda ısrarcı oldu. Bu hocaları dinleyip kocalarına süslenmeyen başörtü ile gezen hanımlar var.
Kadın saçından melek kaçtığını neye dayanarak söylüyorlar bir türlü anlayamadım. Melekler erkek değil ki, cinsiyetleri yok. Ve onca yıl dini kitap okudum, kadın saçından melek kaçtığı ile ilgili bir tek hadisi şerif görmedim. Süslenme ile ilgili yazımda yazmıştım. Medine de kuaför hanım var, hanımların saçlarını yapan. Hz.Hatice de Hz. Âişe de evlerine gelen kuaföre saçlarını yaptırıyorlar.
Cinsel ilişki sırasında örtülü olma ile ilgili tavsiyeler var; fakat emir değil. Bu tavsiyeler cinsel ilişkiyi güzelleştirmeye yöneliktir. Kadının üzerinde onu daha çekici gösterecek güzel bir gecelik olması ya da bir örtü altında olmaları ya da ışıkta değil de loş bir ışık olması çiftlerin ilişki sırasında kafalarını bedenlerine takmaması için iyi olur. Özellikle kadınlar “kilo mu almışım, göbeğim mi çıkmış, eşimin gözüne hoş görünmeyeceğim” gibi konuları takıntı yapabilirler bunun için kendilerini ilişkiye bir türlü veremezler. Bunun için gecelik veya örtü kullanılabilir. Yoksa melekler karı koca ilişkisi başlayacağı zaman mekanı terk ediyorlar.
2-Mezi gelmesinden dolayı gusül abdesti almanın gerekli olduğunu zannetmek.
Cinsel Organlardan Gelen 3 çeşit sıvı vardır:
Mezi: Kadın ve erkekte cinsel haz sebebiyle gelen sıvı. Gusül gerektirmez, sadece abdesti bozar.
Mezi ile gusül gerektiğini zannedenler var. Mezi cinsel haz ile geldiği için bu konuyu yanlış bilen çok. Karı koca cinsel ilişkiye girmedikçe birbirlerini öpmeleri, sevmeleri sonucunda gelen akıntılar mezidir ve sadece abdesti bozar, gusül gerektirmez. Ya da bunun gibi akla gelen bir hayal ve cinsel uyarım ile gelen sıvılar da gusül gerektirmez. Gusül abdesti almak ancak meni geldiğinde gereklidir.
Meni: Kadın ve erkekte boşalma ile (cinsel ilişki, elle tatmin, rüya) vücudun kasılarak, sarsılarak zevkle attığı sıvı. Gusül gerektirir.
Vedi: Cinsel haz olmadan kadın ya da erkek cinsel organından gelen sıvı. Kadınlarda devamlı gelen normal akıntı ya da üşütmekten ya da ağır kaldırmak artabilen sıvı.
3-Adetli iken karı-kocanın birbirinden uzak durması gerektiğine inanmak. Adetli ve lohusa iken cinsel ilişki haramdır; fakat bu karı koca birbirinden uzak duracak anlamına gelmez.
Bakara suresi 222. âyet-i kerîme:
(Resûlüm!) Sana, bir de kadınların âdet hali hakkında sorarlar. De ki: “O bir rahatsızlıktır. Bu yüzden aybaşı halinde kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara (cinsel ilişki için) yaklaşmayın. Temizlendikleri zaman Allah’ın size emrettiği yerden onlara varın (birleşin). Şüphesiz Allah, çokça tevbe edenleri de sever, çok temizlenenleri de sever.”
Hz Âişe’ ye:
“Kadın adetli iken kocasına helal olan nedir?” diye soruluyor.
Hz. Âişe: “Cinsel temas dışında her çeşit sevişme.” (ibni Kesir)
Hz. Aişe: “Rasulullah (sav), ben hayızlı iken kucağıma yaslanır ve Kur`an okurdu.”diyor.
Anlattığına göre, bir halası kendisine Hz. Âişe ye şöyle sorduğunu anlatmıştır: “Birimiz hayız olduğumuz zaman kocamızla ayrı yatmamız mümkün değil, tek yatağımız var.
Hz. Âişe şu cevabı vermiştir: “Ben sana Rasulullah aleyhissalatu vesselam`ın yaptığını anlatayım: “Bir gece eve girdi. Ben o sırada ay hali görüyordum. Mescidine geçti; fakat bir türlü ayrılmadı. Derken benim gözlerim kapanmış, soğuk da onu üşütmüş.
Gelip “Bana yaklaş!” dedi. Ben de: “Hayızlıyım!” dedim. Resulullah (sav): “Öyle de olsa! Uyluklarını aç!” dedi. Uyluklarımı açtım. Göğüs ve yanağını uyluklarımın üzerine koydu. Ben de üzerine eğildim. Isınıp uyuyuncaya kadar böyle durduk.” (Buhari Edeb’ul Müfred,52)
“Ben hayızlı iken su içer, sonra kabı Resulullah (sav)`a verirdim, O da ağzını, ağzımın değdiği yere koyardı.”(Hz Aişe)
Ensardan bir kadın, Resulullah, (sav)`a hayızdan nasıl yıkanacağını sordu.
Bunun üzerine, Allah resulu nasıl yıkanacaksa onu anlattı ve sonra dedi ki: “Miske bulanmış bir (bez, pamuk vs.) parçası al. Onunla temizlen!” “Onunla nasıl temizleneceğim?” diye kadın sordu. Resulullah: “Onunla temizlen!” buyurdu. Kadın tekrar etti: “Nasıl?” Resulullah: “Sübhanallah! Temizlen!” dedi. (Baktım ki anlamıyor;) kadını kendime çektim ve: “O parçayı, kan bulaşığının çıktığı yerlere tatbik et!” dedim…(Hz Aişe) (Sahihi Buhari Hayz Bahsi)
Adet sonrası da Allah resulu kadınların güzel kokularla kokulanmalarını tavsiye ediyor.
4-Normal yolla doğum yapmış kadınlarda vajen genişliği olacağı için ilişkinin iyi olmayacağı ile ilgili inanış. Çok zor normal doğum yapanlarda veya ilerleyen yaşla birlikte vajen girişi genişlemiş olabilir. Sırf bu yüzden genişleme olamasın diye bazı kadınlar normal doğum yerine sezeryan ile doğumu tercih ediyorlar. Oysa bu kaslarda genişleme olsa bile (her doğum yapan kadında olmaz) egzersiz ile tekrar daralır, eski alini alır. Bunun için sezeryan tercih edilmesi çok gereksizdir.
Vajende genişlik sorunları için yapılacak egzersizlere “Keğel Egzersizleri” deniyor.
KEGEL EGZERSİZLERİ (Aşk Kası Egzersizleri)
İdrar akışını kesip durdurabilen, vajen girişini açıp kapatabilen kas grubuna “aşk kasları” denir. Bu kasların güçlü olması demek, kadının birliktelikte hissedeceği haz duyumunun daha kuvvetli olmasına ve ilerleyen yaşla ortaya çıkan idrar kaçırmaya engel olur.
Bu kaslar zor doğumla yıpranmış, menopozla gevşemiş olabilir. Özellikle otuz beş yaş sonrası hanımların bu egzersizleri yapması gereklidir. Bu egzersizlerle kaslar kuvvetlenir, eski halini alır.
Ağırlık kaldırmak nasıl kol kaslarını güçlendirirse bu çalışmalarda aşk kasları denen vajen kaslarını güçlendirir.
Günde iki kez yapılması yeterlidir. Ona kadar sayıp kasılacak, ona kadar sayıp beklenecek. Her birinde on kez yapılırsa yeterli olur. On saniye kasma on saniye gevşeme hareketidir bu.
5- Menopoza giren kadının cinsel yaşantısının biteceğine inanmak.
Menopoza giren kadınlar cinsel hayatın biteceğini zannediyorlar. Elli yaş üstü hanımların bana en çok sordukları soru bu. “Cinsellik ne zaman bitecek, artık istemiyoruz.” diyorlar. “Bitmeyecek ölene kadar, kocanız sağlamsa.” diyorum. Çok üzülüyorlar. Çoğu yatağını ayırmış kocasından. “Kocanız ne diyor bu duruma?” diyorum. “Sormadık ki” diyorlar genellikle. Hacı teyze hacı amcana dedim ki diyor “Ben istemiyorum, git git, nereye gidersen git dedim.”
Hacı amca nereye gitsin onu söylemiyor teyzem. O sorunu kendince çözmüş. Hacı amcanın geneleve gidecek hali yok. Allah korusun giderse amcanın günahının bir katı da sebep olduğu için kendine gelecek haberi yok. E ne yapacak hacı amca günaha girmeden? Çözüm islama uygun olacak.
Menopoza girmek cinsel hayatı bitirmez. Tam aksi menopozda aktif bir cinsel yaşam kadınların menopoz sıkıntıların daha az yaşanmasına sebep olur.
Sadece menopozda vajina duvarları kalınlaşıp, vajen esnekliği azalır. Buna bağlı olarak da vajen girişi daralır. Kadında menopozla birlikte östrojen azaldığı için ilişki öncesi vajen ıslaklığı zor olabilir. Kadındaki vajen kuruluğu sorunu çok basit bir şekilde çözülebilir. Bebe yağı ya da içine az bir gül ya da karanfil yağı katılmış zeytinyağı gibi hassas bölgeye zarar vermeyecek doğal yağlarla ilişki öncesi iki tarafta yağlanarak kadındaki kuruluk sorunu giderilebilir.
Menopozda beslenmeye dikkat edilmeli. Bor mineralinde doğal hormondan daha fazla östrojen etkinliği var. Menopozda bor içeren besinler alınmalı. Elma, kayısı, maydanoz, dereotu ve kimyon tohumu gibi bazı yiyeceklerde bor yüksek oranda var. Adaçayı ve rezene de doğal östrojen var. Aslanpençesi, civanperçemi ve karayılan otları da menopozdaki hanımlar için çok faydalıdır.

enderhafızım 22 Ocak 2013 12:03

Cevap: Evlilik Okulu...
 
Adını Güzel Söyle (Evlilik Okulu 12. Ders)



[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]


Söylemişler gelenler bizden evvel,
Kulak aşık olurmuş gözden evvel.
Mısralarını duyduğumda çok beğenmiş ve “Kulak Aşık Olurmuş Gözden Evvel” kısmını kitabıma isim yapmıştım. “Göz beğenir, burun aşık olur, kulak da sever.”
Göz beğenir; fakat her beğendiğini sevemez. Ve beğendiğinden de çabuk vazgeçebilir.
Burun aldığı kokularla beyin de olmadık işler yapabiliyor. “Aşk kokudur” diyor bilim adamları. Nasıl her insanın parmak izleri farklıysa her insanın vücut kokuları da farklı oluyor.
Kulak ise kalbe giden yoldur. Sevgiyi de aşkı da yaşatan, yeşerten kulaktır. Sesini, sözünü sevmediğiniz birini gerçekten sevmiş olmanız zordur. Sözü sevdiren onun güzelliğidir.
Rabbimiz güzel sözler söylememizi tavsiye ediyor:
“Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler. Sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.(İsra sûresi 53. âyet-i kerîme)
Allah Resulü: “Güzel söz sadakadır.” ve “Sözlerde büyü etkisi vardır.”buyuruyor. Kötü sözler insanları birbirinden soğutur, tatlı sözler ise sımsıkı bağlar.
İyi bir iletişim; öncelikle güzel hitapla başlar. Hitap; sözün başladığı yerdir. Sözün gidişatını belirler, çoğu zaman. Hitapta ilk adım karşımızdaki kişinin ismini güzel söylemektir. On yaş altı çocuklara “aşk nedir?” diye sormuşlar; cevapların içinde en çok beğendiğim: “Aşk öyle güzel bir şey ki, o isminizi söylediğinde “Benim ne güzel adım varmış dersiniz.”
Sevdiklerimizin ismini nasıl söylüyoruz ya da söylüyor muyuz? Bir evlilik bozulmaya başladığında ilk kaybedilen isimdir. Karı-koca birbirinin isimlerini söylemeyi bırakır “baksana, alo, bizimki, babamız, anneniz…”gibi tuhaf şeyler söylemeye başlarlar. Karı-koca başkalarının yanında eşine hitap etmesi gerektiğinde “bu” demeye başlar. Tanınmış o zamanlar çok iyi bir evlilikleri varmış gibi görünen bir karı kocayı birlikte katıldıkları bir televizyon programında izlemiştim. Erkek karısından bahsedeceği zaman hep “bu” diyordu. “Bitmiş bu evlilik” diye düşünmüştüm ve daha sonra doğru bir öngörü olduğunu gördüm.
Sevgili Peygamberimiz bir gün Hz.Aişe validemize: “Ya Aişe senin bana kızdığın ve benden memnun olduğun zamanları ben bilirim.” buyurdu.
Hz. Aişe validemiz sordu; “Nereden bilirsin ey Allah’ın Resulü?” Efendimiz bu soru üzerine şöyle cevap verdi: “Benden memnun olduğun zamanlarda ‘Muhammed’in Rabbine’ diye yemin ediyorsun. Kızgın olduğun zamanlarda ise ‘İbrahim’in Rabbine’ demektesin”
Bunun üzerine Hz. Aişe Resulullah’ı memnun edecek bir cevap verdi: “Ey Allah’ın Resulü doğru söylüyorsun. Ancak ben kızdığımda sadece senin ismini dilimden bırakırım; sevgin ise her zaman kalbimde yaşar.”
Farkında olmadan pek çoğumuz bunu yapıyoruz. Kızgınlık anında ilk yapılan karşıdakinin ismini terk etmek oluyor. Çocuklarımıza kızdığımız zaman “oğlum, kızım” demek bile içimizden gelmez.
Kızgınlıklar eşler arasındaysa ve sürekli tekrar ediyorsa eşler birbirinin ismini unutacak duruma geliyorlar.
Geçmiş yıllarda bir hanım “Akşam misafirimiz vardı; kocam benden bahsederken yaklaşık yirmiden fazla “bu” dedi. ‘Bu dedi ki, geçen gün bununla gitmiştik…gibi” Kadın çok üzülmüş. Konunun önemine binaen “Eşimle Tanışmayı Unutmuşuz” kitabımda “Bu” diye bir hikaye yazmıştım.
Peygamber efendimiz isim konusuna çok önem vermiştir; devesine, kılıcına bile isim vermiştir. Anlamı güzel olmayan isimleri değiştirmiştir. Sevdiklerine isim dışında tatlı hitaplar bulmuştur. Hz. Aişe’ye Hümeyra, “pembe yanaklım”, Ya Uveyş “Aişecik” gibi hoş hitaplarda bulunurmuş. Kızı Fatima ya, Hz. Ali’ye ve sahabeden sevdiklerine onların güzel özelliklerini vurgulayan sıfatlarla hitap etmiş. Toprak babası, Kedicik babası, Allah’ın aslanı, Allah’ın kılıcı… Süt annesi Halime’ ye ve çocukken evinde kaldığı amcasının hanımı Fatıma Hanıma “Anneciğim” diye hitap ederdi.
Bizim kültürümüzde saygı önemli olduğu için “anne, teyze, amca, dayı…”gibi yakınlık ifade eden hitapları kan bağımız olmayan kişilere de kullanırız. Bu durumda önemli olan hitaptan bizim değil; karşımızdakinin hoşlanıp hoşlanmadığıdır. Mesela yaşımıza yakın birine abla diyorsak ki kadınlar yaşlı görünmeyi sevmediği için hoşlanmayabilir, baştan kaybetmişizdir. Yaş takıntısı olan bir kadına “teyze” demek o kişi ile aranıza duvar örmek gibidir.
Eski bir adetimizde de (hâlâ devam eden yerler varsa bilmiyorum) karı-kocanın başkalarının yanında özellikle aile büyüklerinin yanında birbirlerinin isimlerini söylemeleri ayıp sayılırdı; bu yüzden söyleyemezlerdi. Tabii isim dışında hitap da kullanılmıyordu. Bu edepten sayılırdı, bunun edeple ne ilgilisi olabilir çözemedim. Hani Allah Resulünü örnek alacaktık? Hatta isim söylememeyi dindarlık saymak bile var. Oysa bu kişiyi yok saymak gibi bir şey. Bu adetler yüzünden ömrü “bakhele” demekle geçen karı-koca çoktur. Allah’tan hacca gitmek gibi bir ibadetimiz var da karı-kocalar belli bir yaştan sonra olsa da “Hacı bey, Hacı Hanım” diyerek birbirlerine hitap etme imkanı bulabiliyorlar.
Bizde sevgili peygamberimizin yaptığı gibi güzel sıfatlarla hitap pek yoktur.
Sıfatlarla hitabı biz genellikle karşımızdakini yermek için, bir eksiğini göstermek için kullanırız. Kilosunu fazla bulduğunuz karınıza “tombişim” diye hitap etmeniz kalbini kırıp size karşı kırgınlık duymasından başka bir işe yaramaz. Kişinin arkasından bile olsa hitap çok önemlidir. Mesela kayınvalidesine “o kadın” diyen gelin ya da damat saygı sınırlarını zorlamışlar ve aralarına buz duvarı örmüşlerdir.
İstanbul’un bir ilçesindeki ailelerin lakaplarını gördüm bir sitede. Lakapların çoğu rencide edici; içlerinden çıksa çıksa beş on tane düzgünü ancak çıkar. Geneli şöyle minvalde gidiyor: “Çürükhacı, bitşükrü, dilki, eşkiya, garafadik, hayta,patlak, pırtıl, tırık, yılankırhan, zımbırık, çöpadil…” İslam ahlakına uyar mı bu lakaplar? Kaç nesil bu lakaplarla anılmak zorunda kalıyor. Bir aileyi hoş olmayacak şekilde anmak İslam terbiyesine, Resululluh’ın sünnetine hiç uyar mı? Allah’ın rızasına uyar mı?
Rabbimiz “Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın.” buyuruyor. (Hucurat /11) Söylediğimiz güzel sözlerin iki dünyada mükafatı, kötü sözlerin ise hesabı vardır, azabı vardır. Kötü lakap takmak yasaklanmış.
O halde karşımızdakinin hoşlanmadığı kötü hitaplardan sakınıp, birbirimize güzel hitaplarda bulunmaya gayret etmemiz gerekiyor, sözlerimiz sevgimizi beslesin. Özellikle eşler arasında daha da dikkat etmek gerekiyor. Hitap eşe “seni seviyorum, benim için değerlisin” mesajı vermeli.
Özellikle peygamberimizin yaptığı gibi güzel vasıflara vurgu yapan hitaplar, kişinin o vasıfları korumak istemesine ve geliştirmesine sebep olur. Hataya dikkat çeken kötü hitaplarda o hatanın kalıcı olmasına sebep olabilir. Kullanılan kelimeler hipnoz gibi etkiler.
Sevgiyi ifade eden “aşkım, hayatım, birtanem…” gibi hitaplar ise günümüzde fazla kullanımdan etki kaybına uğradı. Mesela kadın; çocuğuna, kedisine, arkadaşına, kardeşine “aşkım” diyorsa kocasına “aşkım” demesi eşinin ne kadar hoşuna gidebilir.
Hitaplarla ilgili bir hikaye yazarken epeyce araştırmıştım. Karı-koca arasında en beğenilen hitaplar: Kadına; “Sultanım, gülüm, ceylanım, tatlım, kıymetlim,güzelim, sevdiğim…Erkeğe; “evimin güneşi, gönlümün aydınlığı, yiğidim, yarim, sevdalım, huzurum…”
Tabii hitaplarda cinsiyete uygun olarak yapılırsa daha doğru etki bırakır. Bir erkeğe “bebeğim, tatlım, yavrum” demek ya da erkeğin isminde kısaltma yapıp “cik” ekleri getirmek pek hoş etki bırakmasa gerek. Ya da bir kadına “yiğidim, aslanım” demek. İki cins içinde ortak kullanılan hitaplar da var tabii ki. Daha çok klasik hitaplar ortak kullanılıyor. “Canım, hayatım, aşkım….”
Bir de “karıcığım-kocacığım, benim güzel karım” hitapları seviliyor. Çünkü bu hitapları kimse eşi dışında başka birine söyleyemiyor. Sadece eşlere özel bir hitap bu ikisi.
Günümüz gençlerinin eşlerine kullandığı tuhaf hitaplar da var. “minnoşum, böcüğüm, danam, şerefsizim, tosbağam…” gibi. Bu hitapların yapacağı çağrışımlar ne olabilir ki? Ve bu hitapların sevgiyi ne kadar beslediği günümüz aşklarının halinden belli.
Sevgi sözcükleri, tatlı hitaplar özellikle kadınlar için çok değerlidir. Kadınların arada bir sevgi depoları doldurulmalı ki hayat enerjileri tükenmesin. Evlilik ilişkisinde sevgi- saygı dengesinde kadın erkekten saygıyı; erkek kadından sevgiyi eksik etmemeli.
Bu yüzden ismi ya da hitabı söylerken içine duygu katılmalı, hissederek söylenmeli . Hitap ederken ses tonunu iyi ayarlamak, kelimeleri gönülden çıkarmak gerekir. “Hayattan bıktırdın” der gibi “hayatım” demek, “canın çıksın” der gibi “canım” demek kalpte pek iyi bir etki bırakmaz. Sözün etkisini ses belirler. Sesin ayarını da gönül yapar.
Kainattaki her şey sevgi ile güzelleşiyor. Sevmek ibadet hükmündedir. Güzel sözler sadakadır. Sevgi ile suya güzel sözler söylendiğinde içindeki kristaller güzelleşiyor. Suya kötü sözler söylendiğinde kristalleri bozuluyor. Sevgi ile yaptığımız işler bir başka oluyor.
Sevgimizi önce en yakınlarımıza vermek, önce onlarla yaşamak gerek. Sevdiğinizin gönül bahçesini tatlı sözlerle yeşertin, güllerini soldurmayın. Eşinize en son hangi güzel kelime ile hitap ettiniz, bir düşünün? Kadın-erkek iki tarafında eşinin güzel hitabına, tatlı cümlelerine ihtiyacı var. Güzel hitaplarla sevdiklerinizin hayatını güzelleştirin. En önemlisi adını güzel söyleyin. Siz onun adını söylediğinizde “Benim ne güzel adım varmış” diye düşünsün.
Yunus Emre sözün önemini ne güzel anlatır:
Sözü bilen kişinin, yüzünü ak ede bir söz,
Sözü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz.
Kişi bile söz demini, demeye sözün kemini,
Bu cihan cehennemini, sekiz cennet ede bir söz.
Yazıyı Rabbimizin tavsiyesi ile bitirelim:
“İnsanlara güzel söz söyleyin.” (Bakara sûresi/ 83)
Ödev: Bir sonraki derse kadar eşlerin birbirine güzel hitap etmesi. Bekarlarda anne baba kardeşlerine güzel hitaplarda bulunarak hem sevap kazanıp hem de iletişimlerini güçlendirebilirler.

enderhafızım 22 Ocak 2013 12:12

Cevap: Evlilik Okulu...
 
Kocaya Annelik Etmek (Evlilik Okulu 13.Ders)



Nerde kaldın?
O arkadaşınla konuşma! Onu hiç gözüm tutmadı.
Neden bunu aldın? Para harcamayı bilmiyorsun…
Çok ayıp oldu, orada onu söylemen, ben utandım!
O bardağı oraya koymayacaktık.
Üşütürsün üzerini kalın giy.
Hani o çorabı oraya atmayacaktın, kaç kez konuştuk.
Bunu mutlaka yemelisin, çok faydalı.
Yemeğin tuzu az; çünkü sana dokunuyor, biliyorsun, sakın tuz atma.
Faturaları yatırdın mı?
Erken uyu, ne oturuyorsun ki, sabah işe gideceksin…
Yukarıdaki cümleleri sizce kim kime söylemiş olabilir? Anne çocuğuna- kadın kocasına- koca karısana? İlk akla gelen anne çocuğuna söylemiş olabilir. Fakat bu cümleleri kadınlar sadece çocuklarına değil; kocalarına da sürekli kullanıyorlar. Bu cümlelerin erkek üzerinde etkisi nedir? Karı koca ilişkisini nasıl etkiler?
Anneler günü münasebeti ile geçen haftadan beri anneliğin kıymeti üzerine konuşuluyor, yazılıp, çiziliyor. Annelik kadında kuvvetli bir yaratılış kodlamasıdır. Annelik; sevmek, beslemek, büyütmek, korumak, terbiye etmek…gibi pek çok güzel hasletleri barındırır. Kadının anne olması için illa çocuk doğurması gerekmez; kız çocuklarında bile görürsünüz annelik hallerini. Oyunları hep evcilik üzerine kurulur, oyuncak bebeklere annelik ederler.
Annelik güzeldir çocuğunuza yaptığınızda. Fakat biz kadınlar kendimizi anneliğe öyle bir kaptırıyoruz ki sevdiklerimize annelik yapmaya çalışıyoruz. En çok da eşlerimize.
Kadın erkeğe hem eş, hem anne olamaz. Hiçbir erkek kendine annelik eden bir eşi, sevgili gibi göremez.
Kadın bu annelik rolünü genellikle iki şekilde yapıyor. Ya fazlaca anaç bir tavırla yapıyor: Erkeği üzüntülerden ve hastalıklardan korumak için sürekli ilgilenerek, “aman bir emri olursa” diye etrafında pervane olarak ya da onun alması gereken sorumlulukları alarak. Fakat bu üçü de evliliği olumsuz etkiliyor. Bir kadının kocasına hizmet etmesi güzeldir, sevaptır fakat dozunda ve ayarında. Kadın kendine de naz payı bırakmalı.
Kadın eşinin nelerden memnun olup nelerden memnun olmadığını gözlemlemeli onu memnun etmek istiyorsa. Yoksa annesinden gördüğünden ya da kendi kafasında oturttuğu doğrulardan yola çıkarak davranırsa hayal kırıklığına uğrayabilir. Mesela erkek kendi sağlığına dikkat etmiyorsa, kadının erkeği zorlaması tatsızlığa yol açar. Hiç bir yiyecek stres kadar insana zarar vermez. Kocayı koruyayım derken, sinirlerini bozup sağlığının bozulmasına sebep olunuyorsa yanlış yolda olma ihtimali yüksektir, yolu değiştirmek gerekir.
Her şeyin fazlası zarardır. Erkeğe hizmet edeceğim diye bunu erkeğin başında pişerek yapmamak gerek. Nefes almasına izin vererek ve onun isteklerini de dikkate alarak davranmak gerek. Erkek kendisi için saçını süpürge edecek bir kadın değil, kendisi için süslenip saçını savuracak bir kadın görmek ister. Bu yüzden kadın; yemek ve ev işlerini abartmamalı, dinlenmeye ve kendine bakmaya zaman ayırmalı. Erkeklerin çoğu akşam çok iş yapmış yorgun ve asık yüzlü bir kadın görmektense; az iş yapmış fakat güler yüzlü bir kadın görmeyi tercih eder.
Bazı kadınlar da kocasına annelik etmeyi onu terbiye etmeye çalışarak ya da hükmederek yapmaya çalışır. O zaman kadın kocasına annelik ederken sözü dinlenmediğinde aynen çocuklarına yaptığı gibi; asık yüz, emredici ya da küçümseyici bir ses tonu kullanmaya başlar, sözü daha etkili olsun diye.
Oysa kim olursa olsun, karşımızdakine küçümseyici ses tonuyla sürekli olarak neyi yapıp neyi yapmaması gerektiğini söylüyorsak, aramıza buz duvarları örüyoruz demektir.
Kadının kocasına “ne kalın kafalısın, hâlâ öğrenmedin mi, elli kez söyledim?” anlamına gelecek şekilde sürekli bir şeyler hatırlatması, yanlış yaptığında küçümseyici bakış fırlatması, erkek üzerinde pek iyi etki bırakmaz.
Bir dergide okumuştum, bir araştırma sonucu: “Kadının yüzü asıldığında erkeğin aklına ilk annesi geliyormuş.” Çünkü bütün çocukluğu ve gençliği boyunca ona kızan, yüzünü asan, terbiye etmeye çalışan kadın “annesidir.” Asık yüz ve hesap soran kadın doğruca anneyi çağrıştırıyor. Kadın böyle bir annelik rolüne girdiğinde erkeğin gözünde bütün çekiciliğini kaybediyor, karısı isterse dünyanın en güzel kadını olsun.
Kadın kocasına annelik yapmaya çalıştığında, erkek de ergenlik dönemlerine dönebiliyor. Ya küsüyor ya da asi bir genç gibi davranarak bağırıp çağırıp, kırıp döküyor. Kadının annelik yapması ne kadar yanlışsa erkeğin de kadının yanlışı karşısında ergenlik tavırlarına girmesi de bir o kadar yanlış. Kadının hatalı davranışları karşısında erkeğin evin kavvamı, idarecisi olarak daha olgun ve yapıcı davranması gerekir. Nasıl davranırsam karıma işin doğrusu güzellikle anlatabilirim diye düşünüp, çözüm üretmesi lazım.
Kadının hatası olduğunda erkeğin “Kötüsün işte, kötüsün; kötü kız, kötü kız, kötü olduğunu kabul et” tavırları içinde oğlan çocuğu gibi davranması evin idarecisine yakışmaz. İyi bir idareci şefkati ve otoriteyi birlikte kullanabilendir.
Kadınların en büyük şikayeti: “Ben iyiysem, güler yüzlü isem, eşim iyi oluyor; ben kötüyse canım sıkkınsa eşim benden daha kötü oluyor.” Kadına güler yüz yakışır, neşe yakışır; fakat sonuçta insan her daim aynı hal üzere olamaz. Canının sıkıldığı, keyifsiz olduğu günler olur. O zaman da erkeğin eşi ile ilgilenmesi, nazını çekmesi, idare etmesi gerekir. Evlilikte güzel bir iletişim çok önemli ve kadına da büyük bir pay düşüyor. Fakat erkek de pasif konumda değil elbette. O da iletişimde etkin olmaya çalışmalı.
Kadın kocasında hoşuna gitmeyen bir davranış gördüğünde, bunu annelik tavırlarına girmeden söylemeli; erkek de karısında hoşuna gitmeyen bir davranış olduğunda bunu hakaret ederek ya da küçümseyerek değil, sebep ve sonuçlarını izah ederek anlatmalı ve nasıl davranırsa daha çok hoşuna gideceğini söylemeli.
İki taraf için de olumsuz bir şey olduğunda “sen böyle söylediğinde ben kendimi şöyle hissediyorum ve rahatsız oluyorum.” şeklinde söylenirse ve güzel bir davranış olduğunda mutlaka takdir edilip “böyle yapman çok hoşuma gidiyor, teşekkür ederim” şeklinde olursa iyi bir iletişimin kapısı açılır. Takdir ve teşekkür gönül kapılarının anahtarıdır; kilitleri açar, sevgiyi besler büyütür.
Ödev:
Kadınlara: Eşinizle konuşurken bütün annelik cümlelerini dilinizden temizleyin. Emreden, yargılayan, hesap soran tavırlara asla girmeyin. Asık yüz, söylemeye gerek yok herhalde; zaten olmaması gerek. Allah rızası için güler yüzlü olun. Her daim sadaka sevabı alın.
Erkeklere: Eşinizle sorunlar olduğunda çözüm odaklı düşünün. Kızgınlığa kapılmayın. Kadın kırılganlığını düşünerek konuşun. Eşinize hayırlı eş olmaya çalışın ki ümmetin hayırlıları olun. Tebessüm kadar otoriteye yakışan bir şey yoktur. Yüzünüz gülsün.

enderhafızım 22 Ocak 2013 12:13

Cevap: Evlilik Okulu...
 
“Ses” in Önemi (Evlilik Okulu 14.Ders)



[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]


Sesin öldürücü ve diriltici etkisi vardır. İletişimde sesi nasıl kullandığımız çok önemlidir. Ses tonu; şiddete, boşanmaya, kaybedilen davalara, kaybedilen işlere ve ya çok fazla tartışmaya sebep olmaktadır.
Sesle ilgili Kur’an-ı Kerîme baktığımız zaman; kıyametin ve tekrar dirilişin ses ile olacağına dikkat çekilmiştir:
“Onlar ancak, çekişip dururlarken kendilerini yakalayacak bir tek korkunç sesi (ilk Sûr’a üfürülüşü) beklerler.”(Yasin suresi/ 49)
“(İsrafil tarafından Sûr’a üfürülüş) Yalnız korkunç bir sesten başka bir şey değildir. Bunun üzerine onların hepsi (derhal) huzurumuza getirilirler. ” (Yasin suresi / 53)
Bilim dünyası da sesin önemine dikkat çekiyor: Beynimiz; ses gibi ölçülebilen saniyelik dilimlerde (hz) elektromanyetik frekans üreterek kalp atışı gibi titreşimle çalışıyor. Beyin dalgalarımızı etkileyen belirli ses frekansları var. Beyin her halükarda sesten olumlu ya da olumsuz etkileniyor.
Sadece insanlar değil kainatta ki her şey sesten etkileniyor. Kendileri ile konuşulan bitkiler daha çok çiçek veriyor, güzel konuşarak sağılan ineklerdan daha fazla süt alınıyor. Hayvanlar ne söylediğimizi anlamasalar da sesimizin tonundan iyi ya da kötü şeyler söylediğimizi onları sevip sevmediğimizi anlıyorlar.
Japonya da bir bilim adamının yaptığı çalışmada; kirli bir su alınıp fotoğraflanıyor. Suyun çamur gibi bir görüntüsü var. Sonra bir saat boyunca suya güzel sözler söyleniyor, ilahiler dualar okunuyor. Bir kez daha fotoğraflanıyor. Güzel söz ve dualardan sonra su berraklaşıyor ve kristalleşerek kar tanesi görünümlü temiz bir suya dönüşüyor. Sesin fiziksel değişikliğe de sebep olduğu ispatlanıyor. Vücudumuzun %75 i sudan oluştuğunu düşünürsek sesin bizler için önemini anlatan güzel bir örnek.
Sesimiz başkalarından önce kendimizi etkiliyor. Kendi kendimize çıkardığımız sesler vücudumuzun salgıladığı değişik kimyasalları ve hormonları (dopamin, oksitosin, serotonin ve endorfin dahil) etkiliyor. Kendi sesimizin ya da başka seslerin tonları sinir sistemimizi uyarıyor.
Ses üzerine yapılan yabancı kaynaklı bir araştırmada ağrı çektiğimizde çıkardığımız “Ah” sesinin rahatlatıcı etkisi olduğu ispat edilmiş. Hastalara iyileşmek için “Ah” hecesini çok söylemeleri tavsiye edilmiş.
“Ah” Allah isminin son hecesidir. “Allah” dediğimizde maddi manevi şifayı istemiş oluyoruz. Rabbimiz öyle merhametli ki canımız yandığında bilinçsizce “Ah” dediğimizde bile yardım gelmeye başlıyor. Kişinin kafir ya da mümin olması da önemli olmuyor o zaman. Rahman sıfatı tecellisi ile…
“Hastanın inlemesi ibadettir.” buyuruyor peygamberimiz. Başka bir hadisi şerifte de “Hastanın inlemesi tesbihtir.” buyurmuş. Tabii biz müminler olarak “Ah” yerine “Allah” dersek maddi manevi kazançlı oluruz. Rabbimizin isimlerini zikretmenin kıymetini bilelim.
Su sesi doğumu kolaylaştırıyor.
Bazı müzikler insanı rahatlatırken; bazıları da şiddete ve serbest cinselliğe yönlendiriyor.
Ses konusu iletişimde çok önemli. Sesin dört öğesi vardır:
1.Sesin Tonu
2.Sesin Hızı: Konuşma hızı
3. Perde: yüksek ya da alçak, gürültülü ya da yumuşak olduğunun göstergesidir.
4.Modülasyon: Ritminiz ve sesinizin yükselip, alçalmasıdır.
Kur’an-ı Kerîm de Lokman Aleyhisselamın oğluna verdiği öğütlerde şöyle buyruluyor:
“Yürüyüşünde ölçülü (ve kibirsiz) ol. Konuşurken sesini de alçak tut. Çünkü seslerin en çirkini elbette eşeklerin sesidir.” (Lokman suresi /19)
Rabbimiz bizlerin yüksek sesle bağıra çağıra konuşmamızı hoş görmemiş ve âyet-i kerme ile bizleri uyarmış. Öfkemizi kontrol etmenin en iyi yolu sesimizin yüksekliğini ayarlamaktır. Bağırdıkça öfke artar. Kişi kendini kontrol edemez duruma gelebilir.
Ses tonu önemlidir? Çünkü insanlara gerçek düşüncemizi aktarır. Mesela eşiniz bir şey istediğinde “Tabi canım, yaparım” dediniz. Sözünüzün eşiniz üzerindeki etkisini kullandığınız ses tonu belirler. Bu kelimeler eşinizin kulağına “Sen benim için önemlisin elbette yaparım.” diye de gitmiş olabilir ya da “Değmezsin ama neyse yapayım” diye de gitmiş olabilir.
Sözler ağızdan negatif ve küçümseyen bir tonda çıkıyorsa kelimelerin olumlu olması pek önemli değildir.
Sesin heyecan tonu da sözün anlamını etkiler.
“Annenin bugün başı çok ağrıyormuş.”
Gevşek gevşek söylüyorsanız memnun olduğunuzu ima edersiniz. Dalga geçer gibi bir ses tonu ile söylerseniz inanmadığınızı…gibi
Kişiler ses tonu ile ima ettiğinizi düşündüğü bir şeyi duyup, o kadar kesin değerlendiriyorlarmış ki, onu sizin söylediğinize yemin etme düzeyine kadar gelebiliyorlarmış.
Biriyle normal bir şeyler konuştuktan sonra ondan bir kötü bir karşılık gelirse “Ben ne dedim ki?” diye kendimizi aklamaya çalışırız. Oysa böyle bir durumda “Ben ses tonuma ne katarak söyledim de rahatsız oldu.” diye önce kendimizi sorgulamamız gerekir.
Kadınlar genellikle erkeği davranışları hakkında sorgularken, eleştirici bir ses tonu kullanıyorlarmış. Bunun ona bir ders olacağını sanarak. Bu ise erkekte yalnızca öfkeye neden oluyormuş. Erkeğin eşiyle konuşma istek ve hevesi eleştiri tonu yüzünden kayboluyormuş.
Erkekler sese kadınlardan daha duyarlıdır. Rabbimiz Peygamber Efendimizin eşlerine hitaben Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
“Ey Peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer (Allah’tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Güzel söz söyleyin.” (Ahzap/ 32)
Alimler bu uyarının aynı zamanda bütün mümin hanımlara da olduğunu söylüyorlar. Kadın sesi mahrem değil; fakat yabancı erkeklerle konuşurken sesin tonu ve tınısı değiştirilerek sese cilve ve eda katılırsa o zaman tehlikeli oluyor. Ayeti kerimenin sonunda Rabbimiz maruf (ölçülü, ciddi ve güzel) söz söyleyin buyuruyor.
Sesin tonu duyguyu verir, niyetinizi ortaya çıkarır.
Ses tonunuza; sevgi, saygı, şefkat, ilgi, çocuksuluk, neşe, ciddiyet, değer verme, umursamama, aşağılama, hakaret, alay, cinsi çekicilik her şeyi katabilirsiniz. Bu yüzden ne söylediğinizden daha önemlisi nasıl söylediğinizdir.
Bir zamanlar 900 lü telefon hatları vardı; reklamları çıkardı. Hâlâ var mı bilmiyorum internet geldikten sonra modası geçmiş olabilir; fakat o dönemlerde bu hattı kuran kişi köşeyi dönmüş. (Dünya köşesi anlamında, diğer taraf için hayırlı bir iş yaptığı söylenemez.)
Hatırlıyorum o zamanlara haberlerde göstermişlerdi: Kadınların bazılarını telefonla erkeklerle konuşurken kameraya kaydetmişler: Kadınların çoğu yaşlı, şişman, gerçek hayatta erkeğin görüp de yüzüne bakmayacağı tipler; erkeklerle konuşurlarken kimi fasulye ayıklıyor, kimi örgü örüyordu.
Konuştuklarında da bir şey yoktu. Boş boş saçma sapan konuşuyorlardı. Fakat kısık ve çekici (yatak odası tonu) ile konuşuyorlardı. O kadınları arayan erkeklerin onlarla buluşma, görüşme imkanı olmadığı halde; erkekler sadece o kadınların seslerini dinlemek için dünyanın telefon faturasını ödediler.
Cinsel hayatta da sesin önemine dikkat çekiliyor. Karı kocanın yatakta birbirlerinin ses ve nefes ritimlerini dikkate almamaları cinsel hayatlarını bozduğu gibi, birbirlerinin ses ve nefes ritimlerini yakalamaları da daha iyi bir cinsel hayatı sağlayabiliyor.
Birbirlerini hiç görmeden sadece konuşarak birbirlerine aşık olan çiftler vardır.
Evliler için iletişimde yapılan en büyük hata birbirleri ile konuşurken monoton ya da bıkkın bir ses tonu ile konuşmaktır. Mesela kadın kocasını sabahları kapıda uğurlar, akşamları ‘hoş geldin” deyip karşılar; fakat sesinde hiç bir coşku, onu görmekten dolayı mutluluk yoktur. Sıradan, ezberlenmiş kelimeler ve tekdüzelik. “Gelsen de olur, gelmesen de olur..” gibi bir ses tonu erkeğin eve gelme isteğini azaltır.
Ses tonunun önemini anlatan gerçek hayattan bir örnek: Bir kadına kocası ‘Ben aşık oldum, ayrılmak istiyorum.” demiş. Kadın tabii çok şaşırmış üzülmüş, kadının kim olduğunu sormuş. “Bizim işyerinin yakınındaki mağazada çalışan tezgahtar kıza aşık oldum, sabahları bana çok güzel günaydın, diyor.” demiş. Adam bir günaydına gitmiş.
Yönetmen Sinan Çetin “Kadın; sestir, sedadır, edadır” diyordu bir röportajda. “Karısının sofrayı hazırlayıp kendine her seslenişinde ona yeniden aşık olduğunu” anlatmıştı.
Muhabbetli bir evlilik için karı-koca konuşurlarken ses tonlarına dikkat etmeliler.
Kadın kocası ile konuşurken sesini yükseltmemeli, bağırmamalı, kocasının yanında başkaları ile konuşuyorsa asla sesini yükseltmemeli, kocasının yanında çocuğuna bağırmamalı.
Erkek karısı ile konuşurken ona değer verdiğini hissettirecek bir ses tonu kullanmalı. Kadın konuşurken ya da telefonla aradığında erkek kadının daha ne konuşacağını bile dinlemeden “kısa kes, ne rahatsız ediyorsun” anlamına gelecek soğuk bir tonda konuşmaya başlamamalı. Hiçbir iş, eşten daha önemli değildir. İş; eşi ve aileyi geçindirmek içinse. Kadın konuşmayı uzatıyorsa erkek sesine güzel bir ton katarak “Canım şu anda müsait değilim, daha sonra konuşalım” diyerek konuşmayı sonlandırabilir.
Karı- kocanın özellikle; umursamama, aşağılama, alay, mecburiyet gibi eşin nefsine ağır gelecek ses tonu ile birbirleri ile konuşmamaya özen göstermeleri gerekir.
Ve karı- kocanın birbirlerine kullandıkları ses tonu yabancılara kullandıklarından farklı olmalıdır. Kadın kocası ile kedi gibi mırıl mırıl konuşmalı. Erkek de sesini en güzel tonuyla sevgisini hissettirecek şekilde kullanmalı ki sevgileri, aşkları bitmesin. Unutmayalım kalbe ve beyne giden yol kulaktan geçiyor.
Ses kadar sessizlikte önemlidir. O ayrı bir yazı konusu.
Ödev: Bir süre eşiniz, çocuklarınız, anne babanız, arkadaşlarınız ve yabancılarla konuşurken ses tonunuza dinleyin. Karşınızdakinin ses tonu sizi nasıl etkiliyor, hangi olumlu ya da olumsuz duygulara sebep oluyor dikkat edin.

enderhafızım 22 Ocak 2013 12:15

Cevap: Evlilik Okulu...
 
Hazinenin Anahtarı (Evlilik Okulu 15. Ders)



[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Evlilik Okulunda “Ses” konusundan sonra yazılarıma bir süre ara verip yazdığım kitaba ağırlık verdim. Kitap bitti çok şükür, şimdi yayın sürecinde. Evlilik okulumuzun dersleri ile yazmaya devam…
Yeni kitaptaki hikayelerin üzerine özlü sözler ekledim. Sözleri seçerken epey bir kitap karıştırdım. Yusuf Has Hacip’ in “Diline dikkat et, dişini kırmasın.” sözünü çok beğenerek aldım kitaba. Gerek eşler arası iletişimde gerek diğer genel olarak iletişimde dilimiz başımıza çok dertler açıyor. Allah resulu her sabah kalkınca “Dilimin şerrinden sana sığınırım Allahım.” diye dua ediyor ki peygamber dili şer üretmeyeceğine göre dua bizlere misal olmalı.
Oysa bizler günümüzde ağzımıza geleni söylemeyi özgürlük zannediyoruz. Günümüzde birey olma derdindeyiz. “Düşündüklerimi söyleyemeyeceksem nasıl birey olacağım?” diye soranlar var. Susmak eziklik, konuşmak zeka alameti zannediyoruz. Oysa esas nerde susacağını bilmek zekayı gösterir. Dilimize dikkat etmezsek, önce kendi kalbimizi kırdırırız.
Evlilik ilişkisinde en çok yapılan hata eşlerin birbirini eleştirmesidir. Tenkit etmeye, eşimizin hatalarını söylemeye bayılıyoruz fakat kendi hatalarımız söylendiği zaman hoşumuza gitmiyor ve hemen savunmaya geçiyoruz. Tabii biz hata yaptıysak kesin haklı sebeplerimiz vardır. Fakat eşimiz hata yaptıysa düşüncesizliğinden ya da bize değer vermediğinden yapıyordur. Eleştirilerek hatasını düzelten bir insan ben bilmiyorum. Genellikle daha kötü olur ve kendini yetersiz hissetmesine sebep olan kişiden nefret eder.
Bu yüzden muhabbet istiyorsak eleştiriyi bırakıyoruz. “Hiç mi birbirimizi eleştirmeyeceğiz?” diye soranlar olacaktır. Çok az eleştiri olmalı onu da hakaret eder gibi kişiliğine saldırarak yapmamak gerek. Zamanını ve şartları kollayarak usulüne uygun bir şekilde suçlamadan yapılabilir. O zaman bir işe yarayabilir öteki türlü sadece kalbi yaralar.
Eleştirildiğimiz zaman tavrımız da önemli.
Evlilik eğitimlerinde hanımlara “Eşiniz sizi eleştirdiği zaman nasıl davranıyorsunuz?” diye sorduğum zaman aldığım cevaplar genellikle eşlerinin eleştirisine karşılık “savunma ve saldırıya geçmek” şeklinde oluyor. Bazıları da “odayı terk ediyorum” diyorlar bu da çok yanlış. Genellikle erkekler mekanı terk etmeyi tercih ederler fakat bunu yapan hanımlarda var. İki taraf içinde yanlış bir yol. Konuşulan ortamı terk etmek “Sen istediğin kadar konuş ben haklıyım ve seni dinlemeye bile değer bulmuyorum.” demektir. Bu da eşi iyici kızgınlaştırır. Mekanı terk etmek ancak konuşma çok uzadıysa ortam geriliyorsa sakinleşmek için yapılmalı.
Bir eleştiri geldiğinde yapılacaklar:
Bir işle meşgulsek işi bırakıp dinlemek ve göz teması kurmak gerekir.
Eş konuşurken sağa, sola, etraf bakmak ya da bir işle meşgul olmak “boş konuşuyorsun” mesajı vermektir. Bu eşi kızgınlaştırır ve sizi etrafa bakamayacak kadar etkileyecek ağır sözler söylemeye teşvik eder.
Aynı zamanda dinlerken yüz ifadesi de önemlidir. Tabii bunun için önce iç sesleri düzenlemek lazım. Susup dinlerken yüzünüzde “Allah belanı versin.” ifadesi varsa bu ifade ağır sözler duymanıza sebep olur.
Haksız bir eleştiriye maruz kalmışsak bile eşin sözü bitmeden cevap yetiştirmeye çalışmamak gerek. Önce dinleyip sonra söyleyeceklerimiz varsa onun haklı olduğu noktaları da vurgulayarak söyleyebiliriz. Fakat karşınızda çok kızgın bir eş varsa o zaman o sakinleşene kadar sözü ertelemek en iyisi olur.
Eleştiri sırasında en büyük yanlış savunmaya ve saldırıya geçmektir. Kadınlar savunma ve saldırıyı tercih ederlerken erkekler saldırı ya da susmayı tercih ederler. Mesela erkek kadını eleştirdi. Kadın önce pek çok kelime ile neden yaptığını anlatır kendini temize çıkarmaya çalışır. Savunmasını yaptıktan sonra saldırı safhası başlar. Adama “sen kendine bak, senin de şu hataların var ya da senin yüzünden yaptım”…gibi
Erkek ise ya susar; buzdan bir duvar örer, kadını iyice çıldırtır ya da en ağır sözleri söyler. Erkekler savunma ve kendilerini temize çıkarmaya çalışma metodunu kadınlar kadar kullanmazlar. Savunma için detay gereklidir. Detay ise daha çok kadınlar için önemlidir. Savunmak, susmak (tavır alarak susmak) ya da saldırmak üçü de karı koca arasındaki muhabbeti öldürmenin üç etkili yoludur. Üçü de çok bencilcedir çünkü. Haklı çıkmaya çalışmak ya da sana değer vermiyorum mesajı evlilikte kullanılıyorsa o evlilikte iletişim ölmüş demektir.
Oysa eleştiri karşısında “Haklısın canım, düşünemedim, bir daha dikkat ederim, özür dilerim.” gibi bir kaç tatlı söz ortamı sakinleştirir. Eşin hatası varsa bile onun hatasına odaklanmak, savunmaya geçmek yerine kendi hatalarımızı düzeltme gayretine girmek de pek çok sorunu çözer.
Eşi tenkit etmek yerine takdir etmek gerek. İlmin kapısı Hz. Ali “İnsanın kendisine iyilik edeni övmesi, iyiliği arttırır.” diyerek bizlere güzel bir yol göstermiş. Bir erkeğin karısına iltifat etmesi, kadının kocasını takdir etmesi neden bu kadar zor geliyor acaba? Sebebi aleyhimize çalışanlar olabilir. Onlara değil, Rabbimize kulak verelim.
Rabbimiz “Mümin kullarıma söyle: En güzel olan sözü söylesinler. Çünkü şeytan aralarına fesat ve kavga sokar. Şeytan şüphesiz insana apaçık bir düşmandır. “ buyuruyor. (İsra suresi 53. âyet-i kerîme)
Güzel sözü de en çok yakınlarımız hak etmiyor mu? Yabancılar bize iyilik yaptığında teşekkür etmeyi genellikle unutmadığımız halde en yakınlarımız; eşimiz çocuklarımız ne yapsa onları mecbur görüp teşekkür etmiyoruz, takdir etmiyoruz. Bu da onların daha iyi olma arzularını öldürüyor. Bir de üstüne eleştiri gelince birbirimize iyi olmak yerine başkalarına iyi olmayı tercih ediyoruz. Takdir ihtiyacımızı kim karşılıyorsa onun için bir şeyler yapmak nefsimizin hoşuna gidiyor.
Konu ile ilgili kitaba aldığım bir söz daha var. Şeyh Sâdi’nin:
“Ağızda dil nedir, a akıl sahibi? Hünerli kimsenin hazine anahtarı değil mi?”
Dil şerrin anahtarı da olabilir, hazinenin anahtarı da olabilir. Gurur ve kibrimize kapılıp bir şer anahtarı olarak kullanmak yerine, sevdiklerimizin gönlüne girecek bir hazine anahtarı olarak kullanmak daha akıllıca değil mi? İki dünyamız için de…
Not: Ödevimiz konudan da anlaşılacağı üzere eşleri eleştirmeyi bırakıp bolca takdir ediyoruz.

enderhafızım 22 Ocak 2013 12:17

Cevap: Evlilik Okulu...
 
Susan Kurtulmuştur (Evlilik Okulu 16.Ders)



[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]


” Susmak huyların efendisidir.” buyuruyor sevgili peygamberimiz. Susmanın iletişimde ne kadar kıymetli olduğunun farkında değiliz.
Yuttuğumuz hiçbir sözden dolayı pişman olmayız. Fakat söylediğimiz pek çok sözden dolayı pişman olmuşuzdur. Bazen susmak söyleyeceğimiz sözden çok daha fazlasını anlatır karşımızdakine.
Karı koca ilişkisinde de muhabbeti kaybetmemek için susmayı bilmek lazım. Çok konuşmak aşkın düşmanıdır. Pek çok sevgi gereksiz ve boş konuşmak yüzünden bitmiştir.
Konuşmak da susmak da bir sanattır aslında, kadın-erkek hepimizin en çok bilmesi gereken. En çok da biz kadınların. Konuşmayı seviyoruz ve çoğu zaman ölçüyü kaçırıyoruz. “Çok konuşan çok hata yapar.” diye bir söz kalmış zihnimde. Ağzımızdan çıkan her sözünde diğer tarafta hesabını vereceğimizi de düşünürsek susmanın dünya ve ahiret hayatı için ne kadar kıymetli olduğu daha da iyi ortaya çıkıyor.
Teknoloji yüzünden çok gürültülü bir dünyada yaşıyoruz. Akşamları bir süreliğine de olsa televizyonu bilgisayarı kapatıp karı koca sessizliği paylaşabilmeli. Bir çay içerken göz göze bakışmanın, sevdiğinin omzuna başını koyup onda dinlenmenin tadını hangi sözcükte bulabiliriz.
Gözün anlattığı dilin söylediğinden daha önemlidir. Dilimiz o kadar gevezelik ediyor ki gözlerimiz konuşmayı unuttu. Her akşam eşinizle beş dakika da olsa gözlerinizle sohbet edin. Dakika tutun ve beş dakika boyunca birbirinizden gözlerinizi ayırmayın, ona duygularınızı, sevginizi gözlerinizle anlatın, bu arada kesinlik ile konuşmayın. Dudaklarınızı konuşmak için değil gülümsemek için kullanın.
Allah rasulu “Susan kurtulmuştur.” buyuruyor. Susmak sizi eşinizle yaşayacağınız pek çok tatsızlıktan korur. Üç dakika çeneyi tutmak bizi üç günlük üzüntüden korur.
“Aşk saadetini kim elde eder? Susan kimse.” diyor Cervantes. Aşık olmak kolay da dilimiz yüzünden aşkımız uzun sürmüyor, aşkımızın saadetini, mürüvvetini göremiyoruz. Dil sussa gönül konuşacak. İkisi bir arada olmuyor. Hele telefon şirketlerinin şu bedavaları yüzünden gençler daha sözlüyken, nişanlıyken birbirinden bıkıyor.
Evliliğinde problem yaşayan hanımlara sabrı ve sukûneti tavsiye ettiğim zaman hanımlar genellikle annelerini ninelerini örnek gösteriyorlar. “Annelerimiz sustu sabretti de ne oldu, kıymetleri bilinmedi, dert sahibi oldular.” diyorlar. Oysa anneleri aslında sabretmemiştir, gerçekten sabredebilselerdi dert sahibi olmazlardı. Onlar görünüşte susmuşlar fakat içten içe büyük bir kızgınlık duydukları için gözleri ile kocalarına kızgınlık ve öfke kusmuşlardı. Öyle susmanın bir değeri yoktur.
Mesela erkek bir şeye sinirlendi kızdı, kadın sustu. İçinden “Beş dakika susarsam öfkesi geçer.” deyip kadın gözleri ile ateş püskürmeden, nezaketle susarsa kazanır. Erkek az sonra karısının gönlünü nasıl alacağını bilmez. Fakat biz genellikle susmak yerine eşimizi susturmaya çalışıyoruz, kendi haklı olduğumuzu ispat etmeye uğraşıyoruz.
Haklı çıksak sanki bir ödül var. Adam tartışma bitsin diye “tamam haklısın” dese içinden de “Allah belanı versin, sus artık” dese mutlu mu olacağız? Hiç bir tartışmada kimse kimsenin haklı olduğunu kabul etmez. Çünkü kızgınlık gerçeğin önünde perdedir. Aynı zamanda kızgınlık, gerginlik pek çok hastalığın sebebidir. Konuşarak hem kendimizi yoruyoruz hem de eşimizi. Sevdiğinle sessizliği paylaşmak güzeldir. Tabii eşler sinir bozucu bir sessizliği değil, sessizliğin sukûnetini paylaşmalılar.
Kızdığımız, üzüldüğümüz zaman Rabbimizin “Allah sabredenlerle beraberdir ve Allah sabredenleri sever.” ayetlerini hatırlayalım. Susmak sabır işidir.
“Bir avuç sabır, bir kova beyinden üstündür.” der bir Hollanda atasözü. Zekamıza ve dilimizin keskinliğine güvenip herkese laf yetiştirebiliriz ama bu bizi iyi bir insan, iyi bir mümin yapmaz tam aksi çıkacak arızalardan dolayı bu davranışımız bizi daha mutsuz ve agresif yapar. Oysa sabırla maddi ve manevi pek çok kazanım elde ederiz.
Kadınlar susmayı, erkekler konuşmayı öğrense (erkekler çok konuşsunlar anlamında söylemiyorum, eşlerine iltifat etmeyi, tatlı sözler söylemeyi öğrenseler) pek çok evlilik kurtulur.
Susmak asla eziklik değildir. Kadınlar sustukları zaman ezileceklerini zannediyorlar bunun için bir gayret kendileri erken davranıp kocalarını dilleri ile ezmeye çalışıyorlar. Kadın kızgınlıkla o lafı oraya oturturken kocanın gönlünden kaç fersah aşağı düştüğünün farkında olmuyor çoğu zaman.
O söze de cevap verme, eşinin ailesi hakkında kötü konuşma, her kavgaya annesinin, kardeşinin adını karıştırma, sürekli sorular sorup bunaltma, her şeyi de öğrenmeye çalışma ya da her şeyi kocandan fazla bildiğini ispat etmeye uğraşma, her tartışmada eski defterleri ortaya dökme…Ne sen yorul ne de eşini yor. Dünyaya böyle küçük şeyleri problem yapmak için gelmedik, bunların bir de diğer tarafta hesabı var. Kızgınlık anında söylediğimiz sözlerin çoğu nefis tatmininden başka bir şey değil.
Misalleri daha çok kadınlar üzerinden verme sebebimi açıklamaya gerek yok herhalde. Biz kadınlar erkeklerden daha fazla konuşuyoruz ve susmayı pek sevmiyoruz. Erkekler daha kolay susabiliyorlar. Erkeğe de gereksiz yere çok konuşmak, küçük şeyleri dert etmek hiç yakışmıyor. Tabii ki yazıda susmanın kıymetini anlatırken zaten az konuşan erkekleri tümden susturmayalım. Erkeğin eşine ile sohbet etmek için zaman ayırması gerekir. Kadınların konuşma ihtiyaçları vardır.
Güzel susmayı mutlaka öğrenmemiz lazım. Suratımızı asmadan, tavır almadan, yüz ifademizle aşağılamadan, hakaret etmeden. Kadın eşine kırıldığında yüzünde mazlum bir “kırıldım, üzüldüm” ifadesi olsa, masumiyetini anlatmak için bir torba laftan çok daha etkili olur kocası üzerinde.
Erkek de kırıldığında küçümseyici bakışlar atmadan, ağırbaşlılığını koruyarak susarsa bu da pek çok sözden daha etkilidir.
Bir beyefendi “Karım hoşuma gitmeyen şekilde konuşmaya başladığında susarım. O sustuktan sonra başka odaya gider şükür namazı kılarım. ‘Allah’ım bana susmayı nasip ettiğin için sana şükürler olsun.’ derim.” demişti. Susmak öyle böyle değil, zor iş. Şükür namazı kılacak kadar hem de.
Siz kibar susabildiğiniz için şükür namazı kıldınız mı hiç?
(Tabii bütün yazdıklarım aynı zamanda kendime. )
Bu dersin ödevi: Sinirlendiğiniz zaman gidin aynada yüz ifadenize bakın. Büyük ihtimal kendi yüzünüzü bile görmek istemeyeceksiniz. Bu eziyeti eşinize yapmayın. Yüz ifadenizi kontrol ederek kibar susmayı öğrenin.
Karı koca akşamları konuşmadan beş dakika göz göze bakışma, gözlerinizle konuşma ve sevgiyi gözle anlatma alıştırması yapın. Dikkat edin birbirinize dik dik bakmayın.
Bir anlaşmazlıkta hemen dilinizle eşinize ona saldırmaya ve kendinizi savunmaya geçmeyin. O çok konuşuyor ve devamlı sizi suçluyorsa cevap yetiştirmeye uğraşmayın, söylenmesi gerekli bir söz varsa onu söyledikten sonra güzelce susun ve ve gidin şükür namazı kılın.

enderhafızım 22 Ocak 2013 12:19

Cevap: Evlilik Okulu...
 
Kadın-Erkek İletişim Farklılıkları(Evlilik Okulu 17.Ders)


Evlilik okulumuzda iletişim konusuna devam ediyoruz. Karı-koca arasında iyi bir iletişim sağlamak istiyorsak yaratılıştan gelen kadın-erkek arasındaki farklılıkları mutlaka göz önünde bulundurulmalıyız.
Kadın ve erkek arasındaki en önemli farklılık kadınların daha çok beyninin sağ tarafını erkeklerin ise daha çok beyninin sol tarafını kullanması. Bu durum iki tarafında hayata ve olaylara bakışını tamamen etkiliyor. Kadın ve erkek arasındaki farklılıkları iyi bilmek evlilikte pek çok probleminizi çözmeye yarayacaktır. Farklılıklar konusuna derslerimizde ara ara değinsem de ilerleyen derslerde bu konuyu ayrı ders olarak anlatmayı düşünüyorum. Şimdi iletişim konusuna başlamış olduğumuz için iletişimde işimize yarayacak bazı farklılıkları öğrenelim.
Kadın beyninin her iki tarafında konuşma merkezi var, erkek beyninin sadece sol tarafında konuşma merkezi var. Bu yüzden kadınların konuşma ihtiyacı erkeklere göre daha fazla. Bilimsel olarak erkekler ortalama günde yedi bin civarı kelime kullanırken, kadınlar yirmi bin civarı kelime kullanıyorlar. Arada oldukça büyük bir fark var. Bu yüzden bir kadın kocasının kendi kadar konuşmasını beklememeli, erkek de karısının susup sessizce oturmasını beklememeli. Sadece farklılığı bilip kadın sürekli kocasını konuşturmak için zorlamamalı, erkek de karısını dinlemek için her akşam mutlaka zaman ayırmalı.
Biz kadınlar beynimizin daha çok sağını, erkekler solunu kullanıyor dedik. Tabii hangi tarafı ağırlıklı olarak kullanılırsak kullanalım diğer tarafla irtibat hep devam ediyor. Kadınlar da sağ ve sol beyin arasında irtibatı devam ettiren elektrik akımı çıtır çıtır hiç durmadan hızlı bir şekilde çalışıyor. Bu da kadınları detaycı ve iletişimde erkeğe göre daha hızlı yapıyor. Bunun konuşmaya etkisi ise kadınlar her türlü ortamda konuşabiliyorlar. Mesela bir oda dolusu hanım hem birbirleri ile konuşup hem de ortada dönen sohbeti ya da başka birilerinin konuşmasını takip edip onların konuşmalarına da katılabilir.
Fakat kalabalık bir erkek gurubunda bir erkek konuşur, diğerleri dinlerler. Erkekler ayrıca kendi aralarında muhabbet çevirmeye çalışmazlar. Çünkü erkeklerde beyindeki elektrik akımı daha yavaş olduğu için erkekler kalabalık ve sesli ortamlarda iletişime geçmeye zorlanırlar. Erkekler ikili iletişimlerde daha iyidir.
Hanımlar, televizyon açıkken, eşiniz bilgisayar başındayken ya da ortada çocuklarınız koştururken eşinizle sohbet etmeye kalkmayın. Size cevap vermeyecektir; boş yere kocam bana değer vermiyor, beni dinlemiyor diye üzülmeyin. Hele erkek dikkat isteyen bir iş yapıyorsa hiç konuşmaya çalışmayın.
Erkeğin sizin gibi televizyon izlerken ya da gazete okurken bir yandan sohbet etmesini biri yandan çocukla ilgilenmesini biri yandan başka bir işle meşgul olmasını beklemeyin. Çünkü erkek beyni daha sade kadın beyni daha karmaşık çalışıyor. Bu yüzden her akşam kısa bir süre de olsa sessiz bir ortam ayarlamaya çalışın.
Kadın ve erkek beyninin farklı çalışmasından kaynaklanan ve iletişimde ortaya çıkan farklı bir durum da şudur: Kadınlar bir şey anlatırken ya da dinlerken bambaşka bir konuya giriş yapıp az sonra da tekrar başladığı konuya dönebilir. Erkekler ise konuştukları konuyu bitirmeden başka bir konuya geçmek istemezler. Mesela karı koca konuşurlarken erkek gün içinde yaşadığı bir olayı anlatırken karısı patta da çocuğun okulda yaşadığı bir olaydan bahsetmeye başlayabilir. Erkek de sen beni dinlemiyorsun diye kızabilir. Aslında kadın dinliyordur. Sadece erkeğin anlattığı konu ona diğer konuyu hatırlatmıştır ve iki konu arasında aslında ince bir bağlantı vardır.
Bu duruma erkek açısından bakarsak erkekler kadınların bu özelliklerini bilip erkek karısı konuyu değiştirdiğinde bunu dinlenmediğine yormak ve sinirlenmek yerine bunu normal bir kadın davranışı olarak görüp başladığı konuya az sonra dönebilir. Zaten karısı o yarım konuyu unutmayıp ona hatırlatacaktır.
Duruma kadın açısından baktığımız zaman bir kadın kocası konuşurken sözünü kesmemeye çalışmalı ve o aklına düşen konuyla onun kafasını karıştırıp dağıtmamalı.
Kadın ve erkek arasındaki iletişim farklılıklarından birisi de erkekler duyguları ile ilgili konuşacakları zaman göz teması olduğunda rahat edemiyorlar. Göz teması kadınlarda, bakıp büyütme ve destek duygusu oluştururken, erkeklerde ise spot altına konuldukları hissini vererek; savunmaya geçip içlerine kapanmalarına sebep oluyor.
Bu yüzden hanımlar üzgünüm ama masada karşılıklı oturup göz göze bakıp romantik konuşmalar yapmak sadece bir hayal. Böyle bir durumda erkek kendini sizin tarafınızdan göz hapsine alınmış gibi hissediyor. Öyle bir ortamda eşiniz ya da havadan sudan konuşacaktır ya da size bakmadan konuşmayı tercih edecektir fakat rahatsız olduğu için kendini tam olarak ifade edemeyecektir. Bu sebeple eşinizle kendi duygularınızdan konuşmak ya da onun duygularını öğrenmek istiyorsanız yanına oturun. Arabada yan yana oturup yolculuk yaparken ya da birlikte markete giderken ya da yol boyu bir yürüyüş yaparken en romantik konuşmalarınızı yapma ihtimaliniz karşılıklı otururken yapacağınızdan kesinlikle daha fazladır.
Şimdilik bu kadar. İletişim farklılıklarına devam etmek üzere…Şimdi sıra sizlerin yorumunuzda…

enderhafızım 22 Ocak 2013 12:20

Cevap: Evlilik Okulu...
 
Akıl Noksanlığı (Evlilik Okulu 18.Ders)


Kişinin mutluluğunda en büyük engel çoğu zaman kendisidir. Mutluluğumuza düşman huylarımız var. Bunların en başında kibir gelir. Kibir çok tehlikeli bir huydur ki hakkı inkar etmeye kadar götürür insanı. Yaratılışımızın başlangıcında yaşananlar: Hz. Adem ve Hz. Havva’nın yaratılışı, iblis’in secde etmemesi, sonra şeytanın insanı kandırması, kandırılış sebebi, cennetten ayrılış…Bunlar bizler için çok büyük dersler ihtiva eder.
İblis, Hz.Adem’in karşısında kibre kapıldı ve Allah (c.c) ın rahmetin kovuldu. Kibir bizi Rabbimizden uzaklaştıracak, sevdiklerimizin gönlünden düşmemize sebep olacak en kötü huyumuzdur. Ve şeytan en çok kendi kaybettiği yoldan kaybettirmeye çalışır bize. Bu yüzden bize hep fısıldar. “Sana bunu nasıl yapar? Sen ondan daha üstünsün.”
Sadece içimizde ki şeytan yapmıyor bunu. Tüketimi artırmak ve birilerinin cebini doldurmak için onların yayın organı kapitalist medya tarafından da yapılıyor. Reklamlar “Sen her şeyin iyisine layıksın, biz senin için en iyisini ürettik. Özgürlüğünü yaşa, hayatını yaşa…” Tabii bunları yaşarken onların ürünlerinden kullanmak gerekiyor.
Kibir için benliği yani nefsi beslemek gerekiyor. Nefis her şeyi istiyor ve aldıkça bencilleşiyor. Başkalarını düşündükçe, verdikçe de terbiye oluyor. Bu yüzden dinimiz iyiliğe yardımlaşmaya, kendinden başkalarını düşünmeye çok kıymet veriyor.
Kibir konusunda yazmak için epey araştırma yaptım başta kendi nefsim sonra da sizlere faydalı olsun diye. Kibrin kötü olduğunu hepimiz kabul ederiz, etrafımızdaki kibirli insanları fark ederiz de kendimiz kibirli isek hiç farkında olmayız; söyleyen olursa da kabul etmeyiz. Kendi kibrimizi ben gururluyumdur, onurluyumdur… gibi kibar cümlelerle süsleriz. En kötüsü ise kendimizi de kandırırız.
O zaman kibirli insanın özelliklerini bilelim, nefsimizin savunmasına kulağımızı tıkayıp, bu özelikler bizde varsa kendimize çeki düzen verelim.
Kibirli insanda kibrinin derecesine göre şu özelliklerin hepsi ya da bir kaçı mutlaka bulunuyor.
Kibirli kişi:
Kendini beğenmiştir: En zeki, en akıllı, en karizmatik, en güzel, en alımlı, en becerikli, en doğru davranan…kendidir. Onun işi, onun arabası, onun evi…en güzelidir. İçinden beğenmese bile dışarıya iyi olarak yansıtır. Evde durumu daha da kötüdür. Eşi onun için ne yaparsa yapsın o hep daha fazlasını ister. Hatta eşinin yapmaya imkanı ya da gücü olmayacak şeyler ister, eşine kendini yetersiz hissettirmeye çalışır. Eşini yaptıkları için takdir etmez, teşekkür etmez. “Sen beni hak etmiyorsun, kıymetimi bilmiyorsun…Ben daha iyisine daha güzeline daha zenginine daha tahsili yüksek olanına layığım. ” cümleleri dilinden dökülür ya da bunu hissettirir.
Kendi kusurlarını görmez: Çünkü o mükemmeldir. Her şeyin iyisini yapar. Mutsuzluğu için hep başkalarını suçlar. “Mutsuzum çünkü eşim şunları şunları yapıyor. Evliliğim kötü gidiyor çünkü hep eşim yanlış yapıyor?”
Bencildir: Önce kendi rahatını ve keyfini düşünür. Önce benim mutluluğum, benim isteklerim, benim keyfim, benim annem… Önce kendisi, sonra kendisinin parçaları olan çocukları sonra kendi akrabaları daha sonra eşi gelir.
Alıngandır: Buluttan nem kapar. “Bana şunu demek istedi bunu demek istedi.” Her sözden her davranıştan anlam çıkarmaya çalışır, her şey nefsine dokunur. “Neden telefonumu hemen açmıyorsun, mesaj attım neden hemen cevap vermedin? Parayı verirken niye yüzün asıldı?…”
Merhameti azdır: Önce kendini düşündüğü için en yakınlarına bile pek acımaz. Herkesin ona hizmet etmesini bekler. Eşi hastayken ilgilenmez, hastalığına inanmaz “Sen iyisin, hiçbir şeyin yok, nazlanıyorsun, gözyaşları ile beni etkilemeye çalışma, her şeye de üzülme… ” Kendi grip olsa ortalığı yıkar. ” Hastayım benimle ilgilen.” Eşinin başkalarının yanında zor durumda kalmasını önemsemez.
Cezalandırıcıdır: Affedici değildir. Ona bu yapılmamalıydı o bunu hak etmemiştir. Kendini rahatlatmak için mutlaka karşısındaki kişiyi cezalandırır. Eşine yaptığı hataların bedelini bir şekilde ödetir. Surat asar, küser, parayı keser, ilgiyi keser, cinsel olarak soğuk davranır, kahvaltı hazırlamaz, ütü yapmaz…Eşini en çok üzecek, sinirlendirecek şeyleri yapar ki içi rahatlasın.
İnatçıdır: Her şeyin iyisini, doğrusunu kendi bildiğine inandığı için başkalarının kendinden daha iyisini bileceğini kabul etmez. Yanılması mümkün değildir. Yanıldığını fark etse de inadından dönmeyi nefsine yediremez, kibrini kıramaz. Mutsuz olacağını, eşi ile arasının açılacağını bile bile hatalı davranır ve hatasından dönmez . “İnat da muradı da bir olarak görür; fakat inat kendine mutsuzluk olarak geri döner.
Küstahtır: Kendisi eleştiriyi sevmez fakat herkesi eleştirir, pata küte başkalarının hatalarını söyler. Eşiyle dalga geçer, alay eder, iğneler… Bakışları ile eşini ezmeye çalışır, küçümser.
Ya da Aşırı Tevazu Sahibidir: Tevazu bazen kibirimizi saklamak için iyi bir kalkan olur. İltifat duymak, övülmek için kişinin iyi yapabildiği şeyleri bile “iyi yapamam” demesi ya da “layık değilim” diyerek tevazu gösteriyormuş gibi davranması. Sahte tevazu dışarıda gösterilir fakat evde patlak verir, acısı eşinden çıkarılır.
Konu ile ilgili bir kaç misal:
Bir adam karısı ile gittiği beş yıldızlı otelde açık büfeden kendine yemek almıyormuş. Kendi oturuyormuş karısının alıp getirmesini bekliyormuş ya da karısıyla birlikte yemeklere bakıyormuş ne istiyorsa karısına işaret ediyormuş, karısı alıyormuş. Aman Allah’ım.
Bir okurum yazmıştı. “Karım tesettürlü fakat beni sinir etmek için balkona başı açık çıkıyor. ‘Sana inat yapıyorum’ diyormuş.
Başka bir mesaj: “Benim ailemin maddi imkanı iyi değil diye kocam ailemi hor görüyor ve onlarla görüşmek istemiyor. Onlar geldiği zaman yüzünü asıyor.”
Bir hoca hanım kocasından bahsederken “O avam” dedi. Kocasının kendi gibi dini eğitimi yokmuş. Olabilir de kocaya “avam” denir mi? Kendi zihninde kocanı cahil, bir şey bilmez diye kodladıysan o adama nasıl saygı duyarsın. Ayrıca belki sen “ilmim var” diye kibirlendiğin için Allah’ın sevmediği bir kulsun da kocan yaptığı işlerle Allah(c.c) yanında sevilen makbul bir kul. Bilemezsin ki. İbilis’ in de ilmi vardı ama kibirlendiği için onun yoldan çıkmasına sebep oldu.
Bir hanım “Benim geri vitesim yok.” diye övünüyordu. Neymiş, geri adım atmaz, özür dilemezmiş. Aman ne kadar da övünülecek bir huy. Tamamen kibir kokan bir cümle. Ondan sonra da “Eşimle anlaşamıyoruz, muhabbet edemiyoruz” diye şikayet ediyorsun. El insaf. O geri vites arabalarda ne çok işe yarar. Geri vites olmasa en başta arabayı park ettiğin yerden bir daha çıkamazsın. Evliliğinde de özür dilemeyi geri adım atmayı bilmiyorsan, park ettiğin yerde kalır çürürsün.
Adam “Ben burnumdan kıl aldırmam.” diyor. Kendini o kadar beğeniyor ki…Eh o zaman “yalnızım mutsuzum” diye şikayet etme. Topla o kılları kışın yorgan yapar, üstüne örtersin. Sarılacak, kucaklayacak bir eş olmayınca onunla idare edersin artık.
Kısacası kibir bize hep kaybettiriyor. Kişi hatasını görüyor, özür dilemiyor. Sevdiği göz göre göre gidiyor, gitme diyemiyor. Evliliği bitiyor, kurtarmak için çabalamıyor, “ben de hata ettim” diyemiyor.
“Boşanmış hanımlardan mesajlar geliyor. “Sizin yazılarınızı okuyana kadar hep eşimi suçladım, kendi hatalarımı görmemişim. Şimdi çok pişmanım. Çocuklarımızda var. Eşim de henüz evlenmedi. Fakat ona dönmek istediğimi söyleyemiyorum.”
Engel nedir? Nefsi. Kırılmaktan korkan kendini aziz zanneden nefis… Ola ki kocası “Hayır” derse. Başkaları duyar “Aa yazık pişman olmuş, geri dönmek istemiş…” Desinler ne olur? Kişi ailesini yeniden bir araya getirme imkanını kibrini kıramadığı için yapamıyor. Nefsini korumak için yalnızlığa razı.
Bir “Evlilik Okulu” eğitimimde hanımların evlilikte yaptığı hataları konuşmuştuk. Dersin sonunda “Herkes hatalarını fark etti mi?” diye sormuştum. “Evet” dediler. “İyi o zaman bu gün eve gidince kocalarınızdan bugüne kadar yaptığınız yanlış davranışlardan dolayı özür dileyin. ‘Bundan sonra sana daha iyi bir eş olmak istiyorum, bana yardım eder misin?’ deyin dedim. Hepsinin yüzü bembeyaz oldu. Mırın kırın ettiler. Belli ki söylediklerim çok zor geldi. Hanımın biri “Yemin ederim boynumu kesseniz gidip de kocamdan özür dilemem.” dedi.
Biz kadınlara kocaya saygılı davranmak niye zor geliyor? Nefsimize dokunuyor, ağır geliyor, oysa Allah(c.c)ın emri. Yüz tane takla atıyor, bahane bulmaya çalışıyoruz. Fakat hem kendimiz mutsuz oluyoruz hem eşimizi mutsuz ediyoruz.
Erkeklerde de para, mevki makam kibri ve karısını küçümsemek, değer vermemek, yaptığı işleri önemsememek, sevgisini kesmek şeklinde görülüyor daha çok.
Hz. Peygamber “Bir kimse kibirlene kibirlene sonunda zâlimler gürûhuna kaydedilir. Böylece zalimlere verilen ceza ona da verilir.” (Tirmizî, Birr, 61)buyuruyor. Rabbim korusun.
“Eşim Aşkım Olsun” kitabımda “Burnuyla Bulut Çizmek” diye kibir üzerine bir hikaye yazdım. Bir de Muhammed ibni Hüseyin’in güzel bir sözünü aldım:
Az ya da çok insanın kalbine kibir girdiğinde o miktar aklından noksanlaşır.” demiş. Çok beğendim bu sözü. Gerçekten de kibir göz göre göre kendini mutsuz etmekten başka bir şey olmadığın göre bunu en iyi aklın noksanlaşması ile açıklayabiliriz. İnsanın zekası akıllı olmasına yetmiyor. Kişi çok zeki olmasına rağmen hayatını mahvedecek pek çok hata yapıyor. O zaman kibir akıl noksanlığından başka ne ki ?
Kibir bu devrin hastalığı. Cilalı teknoloji devrindeyiz. İnternette, sosyal ortamlarda bazı insanlar hem kendi kibrini kabartıyor hem de başkalarını cilalıyor. Bu kez kişiler nefsini pohpohlayan tanımadığı insanlarla zaman geçirmekten en yakınındakini, onu gerçekten seven, zor zamanda yanında olacak kişilere; eşine, dostuna sırtını dönüyor, zaman ayırmıyor, ilgilenmiyor.
Çocuklarımızı da cilalayarak büyütüyoruz. Onlar ders çalışsınlar sınavlarda başarılı olsunlar diye bütün işlerini biz yapıyoruz. Etraflarında pervane oluyoruz. Bir de sürekli pohpohluyoruz. Sonunda ne oluyor. Bencil, ailesini bile beğenmeyen kibirli, psikoloji diliyle narsist kişiler ortaya çıkıyor.
Çocuklarımızı bencil yetiştirmemeye gayret edelim. Onlara iyiliği, yardımseverliği, fedakarlığı, mütevazılığı öğretmeye çalışalım. Paranın, malın, mülkün, mevkinin, güzelliğin, yakışıklılığın…hepsi boş.Sadece bir parıltı. Parıltı döküldüğünde kişi tüyü dökülmüş civciv gibi kalıverir ortada. Sevdiklerimizin, yakınlarımızın kıymetini bilelim. Kısacası dünya ve ahirette mutluluğun; evde muhabbetin en büyük düşmanı kibirdir.
Ödev: Yukarıda madde madde yazdığım kibirli insan davranışlarından kaç tanesi kendimizde var, onlara bakıp onlardan kurtulmak için gayret sarf edelim. Hatta en iyisi nişanlınıza ya da eşinize okutun “Bu huyların kaç tanesini ben de görüyorsun?” diye sorun. Ve onlara söylediklerini dikkate alacağınızı ve nefsinizi temize çıkarmak için kendinizi savunmayacağınızın da garantisini verin ki rahat söylesinler. Bunu “yapamam, hatalarımı duymaya dayanamam” mı diyorsunuz. O zaman durumunuz oldukça ciddi. Kibir gözünüzü kör etmiş demektir.

muuskem 22 Ocak 2013 13:58

Cevap: Evlilik Okulu...
 
ArO* hafız güzel bir paylaşım.okumaya çalışacağım.Allah bu dersleri okuyup hayata uygulamayı nasip etsin...evet000

enderhafızım 22 Ocak 2013 15:20

Cevap: Evlilik Okulu...
 
Alıntı:

muuskem Üyemizden Alıntı (Mesaj 222301)
ArO* hafız güzel bir paylaşım.okumaya çalışacağım.Allah bu dersleri okuyup hayata uygulamayı nasip etsin...evet000

Amin inş.. Rabbim cümlemizden razı olsun inş..

enderhafızım 09 Mayıs 2013 12:05

Cevap: Evlilik Okulu...
 
Savunma ve Saldırı (Evlilik Okulu 19.Ders)

Evlilik okulu derslerimize devam ediyoruz. “15. Ders Hazineni Anahtarı” dersimizde eleştiriden sakınmak ve eleştirildiğimiz zaman dikkat etmemiz gereken davranışları yazmıştım. Önemine binaen daha sonra genişçe işlemek için o konuda kısaca geçtiğimiz eleştirildiğimizde savunmaya geçmek konusunu ile derse devam edelim. Sadece eleştirildiğimizde değil, eleştirinin kokusunu alsak savunmaya geçiyoruz.

Neden savunmaya geçeriz? Nefsimize temize çıkarmak için, haklı olduğumuzu ispat etmek için…”Yaptıysam sebeplerim vardı, ben kötü değil iyiyim.” İyi olduğumuzu ispat etmek için niçin kendimizi bu kadar çok paralıyoruz. Eşimiz ahmak mı bizi tanımıyor mu? Ya da gerçekten çok hatamız olduğunu biliyoruz da savunmaya geçerek onları mı kapatmaya uğraşıyoruz?

Söz altında kalmaktan mı korkuyoruz? İncinmekten. Aman nefsimizi koruyalım, kimseler dokunmasın. Sanki dünyaya melek olarak hatalardan beri olarak geldik. “Hatalıydım” demek ne kadar ağırımıza gidiyor. Yok yok hatayı kabul edemeyiz. O halde geriye savunma ve saldırı kalıyor. Sevdiğimizin gözünden düşmek pahasına da olsa.

Hele günümüzde kadınların çoğu fazlasıyla savunma psikolojisi içindeler. Kadınlar medya tarafından sürekli olarak “Kadın güçlüdür, sakın kendini ezdirme” diye kışkırtıldığı için mi bilmiyorum hep savunma halindeler. Kendilerini, ailelerini, çocuklarını, yaptıklarını, işlerini…savunup duruyorlar.

Dışarısı için bile bu kadar savunma kadını saldırgan yaparken kocaya karşı bu savunma niye? Hanımlar beylerinin bir sözünün karşısında sussa o sözün altında kalır, ezilir, ölürüm zannediyorlar galiba. ”Eşim beni ezmeden ben onu ezeyim” diye garip bir savunma durumu içinde olan çok kişi var. Haklı da olsalar haksız da olsalar.

Konuyu biraz açalım.

Mesela: Akşam 6 da bir yere gitmek için sözleştiniz ve kocanız tam vaktinde sizi almaya geldi aşağıda bekliyor; fakat 6 çeyrek oldu hâlâ hazır değilsiniz. 6 buçukta indiğinizde eşiniz söyleniyor.

“Bir gün de bekletme, bir gün de vaktinde hazır ol da beni şaşırt.”

(Bir erkek okurum, sokaklara erkekler için hanımlarını bekleme odası yapılmasını talip ediyordu:)) Beklemek için harcadığı zamanı daha verimli geçirmek ve sinirlenmeden beklemek için.)

Kocanız haklı mı haklı? Adam saat vermiş, siz de tamam demişsiniz, o saate hazır olmak gerekiyordu.

Siz haklı mısınız? Birazcık. Komşunuz aniden kahve içmeye gelmeseydi, işlerinizi daha erken bitirebilirdiniz. Tam hazırlanmaya başlamışken anneniz aramasaydı geç kalmayacaktınız. Oğlunuz acıktım diye tutturmasaydı çoktan hazır olacaktınız. Ya da ne giyeceğinize çabuk karar vermiş olabilseydiniz kocanızı bekletmeyecektiniz. Velhasıl kocanızı bekletmek için özel gayret sarf etmiyorsunuz, sizinde haklı sebepleriniz var. Fakat esas haklı olan kocanız. Bu durumda bile savunmaya geçip haklı çıkmaya çalışmayın. “Şu oldu da bu oldu da bu yüzden geç kaldım ne sinirleniyorsun, boş yere canımı sıkıyorsun, senin gibi ceketimi alıp iş yerinden çıkmadım da…” Bütün bu sözcükler gereksiz.

Bütün bunların yerine nazikçe “Haklısın canım, beklettiğim için özür dilerim.” demeniz yeterli. Eşiniz neden geç kaldığınız sorarsa (ki erkekler genellikle sormazlar) o zaman sebebini açıklarsınız. Kelime israfı yapıyor, boş yere birbirimizi kırıyoruz.

Haklılık mı mutluluk mu? Mutluluk elbette. Adam sana “haklısın çok önemli mazeretlerin varmış” dese ne olacak sonu tatsızlıkla bitecekse.

Savunma genellikle tartışma çıkarır ve savunmanın sonu saldırı şeklinde biter. Konuya şu cümlelerle devam edebilirsiniz.

“Senin derdin benimle, beni beklemek zoruna gidiyor. Geçen gün anneni almaya gittiğimizde bizi tam bir saat bekletti gıkın çıkmadı. Tabi beyefendinin anası bir tarafa dünya bir tarafa.” (Anasını niye karıştırıyorsun şimdi ne alaka) Koca daha da çok sinirlenir.

Başka bir misal: Yeni bir ayakkabı aldınız. Kocanız bütçede hesap etmediği bir masrafı görünce söylenmeye, ödeyeceğiniz taksitleri saymaya başladı.

“Elli tane ayakkabın var, ne gerek var şimdi buna?”

Evet elli tane abartı ama en az bir beş ayakkabınız vardır. Erkeğe bir ya da iki ayakkabı yettiği için ikinin üzerindeki sayı elliye yakındır.

Başladınız savunmaya ve sonrasında saldırıya geçmeye.

“Böyle bir ayakkabıya ihtiyacım vardı. Her aldığımı zaten burnumdan getirirsin. (Emin misiniz her aldığınızı mı yoksa ona göre israf olanı mı?)

“Kaliteli ürünleri ucuza vermiyorlar. Sana kalsa bit pazarından almam gerek tabi ben ona layığım değil mi?” (suçlama, sitem)

“Beş yıl öncede Ayşe’nin düğününde aldığım kıyafeti pahalı diye burnumdan getirmiştin.” (Tarih bilginizi ortaya dökmeye gerek yok, belli ki hafızanız güçlü)

“Sen geçen hafta şuna şuna gereksiz para harcarken, ailene para gönderirken taksitleri düşünmüyordun da benim ihtiyaçlarım mı gözüne battı?” (Yine ailesi…)

Bunlar gereksiz, yıpratıcı sevgiyi öldüren cümlelerdir. Almışsınız zaten ayakkabıyı. Susun boynunuzu büküp oturun, eşiniz de azıcık söylenip rahatlasın. İnsan bu kadar da birbirinin nazını çekmez mi? Onun yaptığı harcamaları sayıp saldırıya geçmenin bir mantığı yok ki.

Beşinci ayakkabınızı değil de daha da önemli, gerçekten bir ihtiyacınızı da almış olsanız savunma ve saldırıya geçerek iyi bir yere varamazsınız.

Onun ne kadar cimri ya da düşüncesiz bir adam olduğunu ispat etmeye çalışarak ne elde edeceğinizi düşünüyorsunuz? Sizi daha çok seveceğini mi? Size daha çok değer vereceğini mi? Oysa onun cömertliklerini söyleyip takdir etseniz sizin için bir şeyler yapma isteği artacaktır.

Erkekler pek savunmaya geçmezler. Haklı çıkmak için uğraşmazlar. Suçlandıkları zaman ya cevap vermezler ya da saldırı cümleleri ile konuşurlar. Siz ailesine laf söylüyorsanız o da sizin ailenize ağır bir cümle kurabilir ya da susup içinden söver. Fakat ikisi de hiç hoş durumlar değil. En güzeli çok konuşarak, eleştiri yapmak ya da savunmaya geçmek değil, tartışmaya sebep durumlardan kaçınmak.

Hanımlar! Bir tartışma çıkacağı zaman kokusunu alıp üstüne atlayıp “nasıl olur da haklı çıkarım eşimi sustururum” diye düşünüp kafanızı yoracağınıza (bu durumda eşiniz sizden nefret edecektir) nasıl ortamı yatıştırırımın çaresine bakmam gerek. Duruma göre “tamam canım, peki, olur, özür dilerim, haklısın… demek ya da susmak (surat asmadan, kibar susmak, Allah belanı versin ifadesi ile susmak değil.) en akıllıca olanı.

Bir de bunun kayınvalideye, görümceye, eltiye laf yetiştirmek meselesi var ki o konulara girersek içinden çıkamayız. Sadece şunu söyleyeyim ki dünyaya bu kadar basit meseleler için gelmedik. Birisi arkanızdan konuşuyorsa kendi düşünsün Allah’a nasıl hesap vereceğini. Bir eleştiri geliyorsa da savunma psikolojisi içine girmeden cevap vermek en doğrusu.

Herkesin ne dediğini çok dert ediyoruz ve her şeye kırılıyoruz. Alınganlık kibir alametidir. Hem arkadaşlık ilişkisinde hem evlilik ilişkisinde çekilir dert değildir.

Geçen aylarda e-posta gelmişti bir hanımdan. “Kocam kavga ettiğimiz zaman ‘sana çocuklar için katlanıyorum’ diyor tabii ben de bu sözünün altında kalmıyorum gereken cevabı veriyorum.” yazmıştı.

Kal bacım, sen o sözün altında kal. Korkma ezilmezsin. Cevap verme. Bak o zaman kocan söylediğine pişman olacaktır. Sen konuştukça söylediği hiç bir şeyden pişmanlık duymayacak daha fazlasını hak ettiğini düşünecektir.

Evler adliye değil. Kimse avukatlık, savcılık yapmaya kalkmasın.

Erkekler çok konuşup kadınları ilgilendiren ev işi, temizlik, yemek gibi detay isteyen iç işlere karışmasınlar, kadınlar ise haklı da olsalar savunma ve saldırıya geçip kocalarını da kendilerini de yormasınlar. Sevgi ve muhabbet tartıştığımız her şeyden daha kıymetlidir, ıvır zıvırlarla tüketmeyelim.

Kadın olsun erkek olsun ne kadar çok susarsak o kadar çok karlı çıkarız. Gereksiz yere birbirimizi kırmayız, sevgimizi öldürmeyiz, omzumuzdaki melekleri yormayız. Dünyada mutsuz olmayız ahirette de kendimizi yormayız. (Ağzımızdan çıkan her cümlenin hesabını vereceğimiz için.) Velhasıl laf yetiştirmek, eşini susturmak zeka işi değil; asıl zeka nerede susacağını nerede ne konuşacağını bilmektir.

Ödev: Hanımlar nefsiniz dahil kimsenin kışkırtmasına gelmeyin; aile muhabbetini her şeyin önünde tutun, savunma ve saldırıdan uzak durun. Beyler de sabırlı olun, hemen kızmayın; hanımınız savunma haline geçtiğinde konuyu uzatmayın, yatıştırıcı bir cümle ile sözü tatlıya bağlayın.

Not: Geçen haftaki yazı ile ilgili konuyu tamamlayıcı bir link ekledim yazının sonuna. Konu ile ilgilenenlere “Tehlikle Yol” yazısının sonuna bağlantısını eklediğim Sayın Osman Arpaçukuru’nun Hadis alanında ödül alan Yüksek Lisans tezini okumalarını tavsiye ederim.

hiranur86 09 Mayıs 2013 13:30

Cevap: Evlilik Okulu...
 
Erkekler pek savunmaya geçmezler. Haklı çıkmak için uğraşmazlar. Suçlandıkları zaman ya cevap vermezler ya da saldırı cümleleri ile konuşurlar.

düşünceli000

enderhafızım 23 Ağustos 2013 12:10

Cevap: Evlilik Okulu...
 
Küçük Şeyler (Evlilik Okulu 20. Ders)

25Nisan2013

Evlilikte en kıymetli şey muhabbettir. Gerçi hayatta da öyle. Şu imtihan dünyasını çekilir hale getiren şey; sevgidir, muhabbettir. Acı kahveyi bir dostun yanında tatlı tatlı içiren şey muhabbettir. Rabbimizi severiz, Rasulünü severiz, Rabbimizi ve Resulunu sevenleri severiz.

Âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerde, sevgili peygamberimiz örnek davranışlarında sevginin ve muhabbetin ne kadar değerli bir şey olduğunu görüyoruz. Gülümsemenin bile sevap olduğu bir dinimiz var. Bir insanı sevindirmek, mutlu etmek sevap ve bu sevaplara en yakınlarımızdan başlamak gerek. O zaman çift katlı sevap oluyor.

Muhabbet çoğu zaman küçük şeylerdedir. Gözümüzden kaçan, değerinin farkında olmadığımız küçük şeyler muhabbetin kaynağıdır. Ya da muhabbetimizi bozan şeyler küçük şeylerdir çoğu zaman.

Küçük bir güzellik; şu güzel bahar gününde dünyamızı güzelleştiren çiçek gibidir. Minik minik bir araya gelince kocaman bir güzellik olur.

Ya da küçük bir kötülük; bir dikenin ve ya minicik bir mikrobun sağlığınızı bozması gibi mutsuz eder bizi. Asık bir yüz, tatsız bir söz, küçümseyici bir cümle…

Yemeğin tuzu gibidir küçük şeyler. Eti sebzeyi bütün malzemeyi koyarsınız onlarsız o yemek olmaz; fakat bunlar yemeğin tadının yerinde olmasına yetmez. Tuzunu iyi ayarlamadığınızda fazla ya da az attığınızda yemeğin tadı güzel olmaz. Bir parça tuz bütün yemeğin tadını etkiler.

Bir gülümseme, bir takdir, gerekliyse bir özür, bir telefon, bir mesaj, tatlı bir sözcük, bir iltifat…

En son eşinize ne zaman küçük bir şeyle kocaman bir mutluluk hediye ettiniz. “Benim eşim anlamaz deyip yan çizmeyin.” Gönülden çıkan gönlü bulur. “Yaptım anlamadı” diyorsunuz belki. O gün anlaması mümkün olmayacak kadar kafası meşgul olabilir, canı sıkkın olabilir ya da sizden böyle davranışlar görmediği için şaşırmıştır ya da kendi ailesinden öyle davranışlar görmediği için tuhaf bir tepki göstermiştir. Hüsnü zan edelim, kötü zandan kaçınalım.

Velev ki anlamadı “Yap iyiliği at denize balık bilmezse Hâlık bilir.” Kaybedecek ne var ki?

Selamı önce veren sevabın büyüğünü alıyor madem dinimizde; o halde kim önce gülümserse sevabın büyüğünü de o alır. Haydi o zaman. Karşımızdan güler yüz beklemeden önce biz gülümseyelim. O zaman bu sevaba en yakınımızdan başlayalım.

Her gün sabah eşinizle ayrıldığınızda ve akşam kavuştuğunuzda yüzünüzde tatlı bir tebessüm olsun ki eşinizin yüreği sevginizle aydınlansın.

Haydi bugün akşam olmadan eşinizi mutlu edecek bir şey düşünüp yapın. Bir mesaj atın, telefon açın, ismini telefona onun hoşlanacağı bir hitapla kaydedin. Onu mutlu edecek güzel bir söz söyleyin…

Beyler! Akşam eve giderken eşinizin sevdiği bir yiyecek alın. “Senin için aldım” diye verin. Yemeğinizi yerken eşinize, “Eline sağlık güzel olmuş” demeyi unutmayın. Gözünüz; evinize, eşinize ve çocuklarınıza onların iyi yanlarını görmek için baksın, kusur bulmak için değil.

Hanımlar! Eşiniz için bugün süslenin, güzel kokular sürün ve onu hoş bir şekilde karşılayın. Ona değer verdiğinizi hissettirin. Onun sizin için ne kadar kıymetli olduğunu söyleyin.

Bugün eşinizi mutlu edecek bir şey yapın. Tabii iyilik yapabilmek için kalbimizin temiz olması gerekir. Kalbimizi kin ve kibirden temizleyelim. Bugüne kadar ne yaşadıysak imtihanın bir parçasıydı. Unutalım gitsin.

Küçük küçük iyiliklerle kendimize koca koca sevaplar biriktirelim. Küçük küçük tatlı davranışlarla evimizi muhabbetle yeniden inşa edelim. Her bir tuğla bize dünya ve ahiret mutluluğu olarak geri dönecektir. Yaptığımız hiç bir iyilik boşa gitmez. İyiliklerin mükafatını zenginlerin zengini ve cömertlerin cömerdi olan Rabbimiz muhakkak verecektir.

Sema Maraşlı

enderhafızım 23 Ağustos 2013 12:12

Cevap: Evlilik Okulu...
 
Evlilikte Aşk Şart mı? (Evlilik Okulu 21. Ders)

4Haziran2013

Okuyucularımdan ara ara “Evlilikte aşk şart mı?” sorusu geliyor. Aşık olmadan evlenmiş olanlardan “Eşimi seviyorum ama aşk içimde ukde kaldı, keşke aşık olup evlenseydim.” gibi mesajların yanında; bekarlardan da “Evlenmek için biriyle görüştüm, beğendim fakat aramızda aşk yok, acaba evlendikten sonra birbirimize aşık olabilir miyiz?” soruları da geliyor.

Öncelikle aşk siparişle olacak bir şey değildir. Aşk kaderdir, diye düşünüyorum. Aşk: Acısı lezzetinden çok olan ağır bir imtihandır. Herkesin baş edebileceği bir şey değildir. Edemeyenlerin hayatı bir daha düzelmemek üzere dağılır zaten.

Medya sayesinde olmalı bir aşk arayışı var çok kişide. Aşk dizileri, filmler, aşk romanları içimizdeki sevilme arzusunu dürtüklüyor. Ancak normal bir sevgi yetmiyor, uç noktalarda bir sevgi istiyoruz. İstiyoruz da gerçekte aşkın ne olduğunu biliyor muyuz?

Mevlana hazretlerine aşkı sormuşlar “Ben ol da bil.” demiş.

Aşık olmayan birine aşkı anlatmak pek mümkün değildir. Bu yüzden aşka inanmayanlar da çoktur. Kendi yaşamadığına göre demek ki yok. Kimi insanlar aklıyla kimi insanlar kalbiyle yaşarmış. Aklıyla yaşayan insanlar aşık olamazlarmış. Bu yüzden bazılarının aşık olamaması aşkın olmadığını göstermez. Kalbiye yaşayan insanlardan bile aşık olmayan çoktur. Karşısına aşık olacak biri çıkmamıştır. Aşık olmadan evlenmiştir sonra da kendini korumuştur.

Aşkı en güzel şairler anlatmışlardır. Aşk olmasaydı edebiyat olmazdı. Duygular bu kadar güzel anlatılamazdı.

‘Yâr’ deyince, kalem elden düşüyor,

Gözlerim görmüyor, aklım şaşıyor,

Lâmbamda titreyen alev üşüyor ,

Aşk, kağıda yazılmıyor Mihriban. (Abdurrahim Karakoç)

Aşk sevginin en uç noktasıdır. Bilim adamları aşık olan kişinin beyninde uyuşturucu alan insanların beyinlerindeki aynı değişimlerin görüldüğünü söylüyorlar. “Aşk bir kokudur.” diyor bazı bilim adamları da. Karşınızdaki kişinin sizin bile fark etmediğiniz vücut kokusunun beyin tarafından algılanıp o kokuya tutulmak, yeniden yeniden duymak istemektir. Bunun için de sevgili yanında değilse bir saba rüzgarı bile getirebilir o kokuyu.

Aşkı sevgi ile karıştıranlar var. Birbirlerini çok sevip evlenmişler fakat “aşık olduk” zannediyorlar, fakat aslında aralarındaki sadece sevgi. Aşkın ne olduğunu bilmeyen sevgiyi aşk zannedebiliyor. Bu da etrafındakileri yanıltıyor. “Herkesin ki aşk evliliği bizim ki değil.” diye üzülüyorlar. Aşk evliliği diyenlerin çoğunun da evlilikleri aşk evliliği değil aslında.

“Aşk çok kuvvetli bir duygudur; kişiyi değiştirir ve dönüştürür.” diye bir cümle kalmış aklımda okuduğum bir kitapta. O halde aşık olan insan hiç bir zaman aşık olamadan önceki haline dönmez. Başka biri olur. Âşığa da yakışan bu olmalı. Aşk sevginin gözü kör olmuş halidir. Gerçek aşk; dağlara, denizlere, her türlü zorluğa rağmen engel tanımaz.

Bir teyze anlatmıştı. Geçmiş zamanlarda çamlıca tepesinde bir genç sevdiği kızı camda görme umuduyla bir kış günü sokaktaki elektrik direğine yaslanmış da buz tutup direğe yapışmış fakat o anda hiç fark etmemiş. Daha sonra etrafın yardımıyla delikanlıyı direkten ayırmışlar. Gerçek bir aşk böyle bir şey.

Günümüzde aşk kelimesinin içi boşaltıldı. İnsanlar kediye köpeğe “aşkım” diyor artık. Aşk diye inanılan da her zaman sevgi olsa yine iyi; oysa daha çok beğenilen ile birlikte olma arzusu haline geldi yeni nesilde. Gençler aşık olduklarını zannedip beğendikleri ile görüşüp sonra da bir kaç zorluk görünce ayrılıyorlar, evlenmeye bile zahmet etmiyorlar. Oysa aşk sevgiliden gelen çileye razı olmaktır.

Aşkı heyecanla karıştıranlar da var. Mesela aynı ortamda olmak, göz göze bakışmak, dertleri paylaşmak sohbetler yapmak kişileri birbirlerine bağlıyor. Birbirlerini seviyorlar fakat bunların çoğu aşk değil sevgidir. Hele de aralarında kavuşmalarına engel bir durum varsa, mesela taraflardan biri evliyse gizli gizli buluşmalar, haberleşmeler, yakalanma korkusu heyecana sebep olur. Heyecan da vücuttu adrenaline sebep olur. Bu bu hal aşk zannedilip, kavuşalım ömür boyu mutlu olalım, arzusu ile yanlış kararlar alanlar da çok. Bir araya geldiklerinde hayat normal rutine girdiğinde mutsuzluklar başlıyor. Aslında hiç de birbirlerine öyle kuvvetle sevmediklerini anlıyorlar. Maalesef ki bu heyecanlara kapılıp kendine asla uygun olmayan kişilerle evlenip hayatını mahveden insanlar çok.

İnternet aşklarının çoğu da heyecandan başka bir şey değil.” Mesaj atmış mı? Ne yazmış? Ben ona ne yazmalıyım? Ne yazarsam hoşuna gider. Beni düşünüyor ki mesaj göndermiş.” Heyecan ve değer görme arzusu aşkla karıştırılıyor. Bazıları ise yazma konusunda ustalaşıyor. Bir anda kaç kişiyi idare ediyor, cümleleri ile pek çok kişiyi etkiliyor. Bir anda ona aşık olduğunu zanneden bir kaç kişi olabiliyor.

Aşkı cinsellikle karıştıranlar da var. Bu yüzden onlara bakıp aşkı sadece “cinsel çekicilik” diye açıklayanlar da var. Oysa aşka cinsel çekicilik olsaydı sevdiğine kavuşamayan hemen ondan vazgeçer başka cinsel çekiciliği olan birine yönelirdi. Bu yüzden gerçek aşkın cinsel çekicilik değildir. Kişi elbette aşık olduğu kişiye dokunmak, koklamak, onunla birlikte olmak ister. Fakat birlikte olmak istediği için aşık olmaz, aşık olduğu için birlikte olmak ister.

“Aşık olduk evlendik” diyen çiftlere bakıyorsunuz, birbirlerinin hiç bir eziyetine sabırları yok. Oysa aşk sevgiliye eza etmemek ve sevgiliden gelen ezaya razı olmaktır. O üzülmesin ben üzülmeye razıyım, diyebilmektir.

Aşkta mutluluktan çok acı vardır çoğu zaman. Çünkü o kadar çok seversiniz ki sevgide dengeyi korumakta zorlanırsınız. Onun da sizi, sizin sevdiğiniz kadar sevmesini, istersiniz aynı büyüklükte bir sevgiyi göremiyorsanız üzülürsünüz. Kaybetme korkusu yaşarsınız. Velhasıl her halükarda aşk aslında acı çekmektir.

Aşk bütünü sevmektir parçalara ayırmadan. Sevdiğinin sevdiklerini de sevmektir. Mesela “Aşkım seni seviyorum ama anneni görmek istemiyorum.” diyen biri asla aşık değildir. Yakınlarından eziyet gelse bile onunla ilgili her şey güzel gelir aşığa.

“Aşk hiç bir zaman pişman olmamaktır.” demişler gerçek âşıklar. “Çok pişmanım keşke hiç karşıma çıkmasaydın keşke hiç evlenmeseydik.” diyen biri zaten hiç âşık olmamıştır. Kişi aşkının karşılığını görmese, acı çekse, mutsuz bile olsa sevdiği ile geçirdiği tek dakikaya bile acımaz.

Kısacası gerçek aşk çok az.

Gelelim sorunun cevabına. Evlilikte aşk şart mı?

Bence değil. Sağlam bir sevgi aşktan daha kıymetlidir. Çünkü aşk geçici bir haldir. Kavuştuktan bir süre sonra biter demek istemiyorum fakat bir süre sonra aşkın ateşi azalır, harareti söner. Âşık çiftler birbirlerine doğru davranırlarsa aşk tamamen bitmez diye inanıyorum. Gerçi bilimsel açıklamalara bakarsak aşkın ömrü üç yılmış. Sonrası sevgiye dönüşüyormuş. Bazıları kötü davranışla aşkın nefrete dönüştüğünü söylese de gerçek aşkın hiç bir zaman nefrete dönüşeceğine inanmıyorum. Nefrete dönüşüyorsa o yine gerçek aşk değildir.

Çiftler niye bu kadar aşk arzusundalar? Sevgi evlilikte yetmiyor mu?

Evlilikte aşk şart değildir, mutlu bir evlilik için sevgi yeterlidir. Fakat nasıl bir sevgi?

Çiftlerin aşk arzusu aslında heyecan ve tutku arzusudur. Evlilikte mutluluğu öldüren şey karı-kocanın arasındaki sevginin bacı- kardeş ya da arkadaş sevgisine dönüşmesidir. Karı-koca sevgisi diğer bütün sevgilerden apayrı özel bir sevgidir. O özel sevgiyi korumak lazımdır.

Karı-koca özel sevgisini yaşatmak ve korumak için iki şey çok önemlidir.

Birincisi; evlilik hayatı içinde kadın kadınlığını, erkek erkekliğini korumalı, herkes kendi yaratılışına uygun hareket etmeli ve eşlerine de cinsiyetine uygun davranış göstermeliler.

İkincisi karı-koca arasındaki çekiciliği sağlayan en önemli şey iyi bir cinsel hayattır. Çünkü iki tarafında cinsel tatmin yaşadığı güzel bir ilişkide vücut hem neşe, keyif, heyecan hem de iki tarafı birbirine bağlayacak özel sevgi hormonları salgılıyor. Bu ikisi olduğunda aşk olmasa da karı-kocaya yetecek aşka yakın kuvvetli bir sevgi yaşanır.

Konuyla bağlantılı olarak bekarlardan çok gelen: “Biriyle görüştüm pek çok konuda ortak fikirlerimiz var, evlenirsek anlaşırmışız gibi duruyor fakat tip olarak pek beğenmedim, ısınamadım, ilerde sevebilir miyim? sorusuna cevap vererek yazıyı tamamlayayım.

Evlilikte fikirlerin uyuşması iyi olur; fakat fikirlerin uyuşmasından daha önemlisi ruhların uyuşmasıdır. Sadece fikre bakarak karar vermeyin. Nihayetinde arkadaşlık ilişkisi değil bu. İlk görüşmede filmlerdeki gibi çok beğenmeniz hatta çarpılmanız “Aaa işte bu demeniz gerekmiyor.” İnsan birini sevdikçe gözüne güzel gelir. Fakat sevebilmek için de ondan hoşlanmanız gerekli. İlk gördünüz hoşlanmadığınız, sizi rahatsız eden bir şey var. O zaman karar vermek için ikinciye tekrar görüşün. Yine hoşlanmadı iseniz şansınızı hiç zorlamayın.

Hoşlanmak görünen özelliklerle ilgili değildir. Çok güzeldir ya da çok yakışıklıdır, ağzı iyi laf yapıyordur ya da kalemi, klavyesi iyi döktürüyordur, bütün bunlara rağmen karşı karşıya geldiğiniz ne olduğunu ifade edemeseniz de sizi inceden inceye rahatsız eden bir şey varsa ruhlarınız birbirinden hoşlaşmamış demektir. Uzak durun.

Fakat ruhlarınız birbirinden hoşlandı ise size göre çirkindir fakat sempatik gelir, aradığınız fiziksel özellikler yoktur fakat size çekici gelir. Evlilik öncesi görüşmelerde hep konuşmayın birbirinizi tanımak için biraz da susun. Susun ve ruhunuzun sesini dinleyin.

Kısacası önce kalbinize sorun, sonra aklınıza. İkisinin de görüşü kıymetlidir, ikisinden birini yok saymayın.

Not 1: Yazının aşkla ilgili bölümünü okuyup “Acaba benim yaşadığım ya da bizim yaşadığımız aşk mıydı?” diye kendinize sorduysanız kesinlikle o yaşadığınız aşk değildir. Aşk hiç şüpheye düşmemektir.

Not 2: En gerçek aşk Allah aşkıdır, diğer aşklar sûrettir fakat konu kadın-erkek ilişkisi olduğu için işin bu boyutuna konu dağılmasın diye değinmedim.

enderhafızım 20 Kasım 2013 17:01

Cevap: Evlilik Okulu...
 
Kaç Şikayet Kaç Teşekkür? (Evlilik Okulu 22.Ders)

“Hani Rabbiniz, (size) şöyle bildirmişti: “Andolsun ki eğer şükrü yerine getirirseniz, elbette size (nimetimi) artırırım. Eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok çetindir.” (İbrahim suresi 7)

Bu âyet-i kerime ne büyük bir müjde ve ne büyük bir uyarıdır. Hiç aklımızdan çıkarmamamız gereken bir âyet. Günümüzün en temel problemi şükürsüzlük. Kapitalist sistem içerisinde hep eksikliklere odaklanıyoruz, sahip olduklarımızı görmüyoruz. Oysa eksiğe odaklanmak şeytandandır. Cennette Allah (c.c) Hz. Adem ve Hz.Havva ‘ ya pek çok nimet vermiş fakat az bir de eksik bırakmıştı. Şeytan gitti ve onları eksik olanı almaya ikna etti. Her şey tam olsun derken sahip oldukları nimetleri de kaybettiler.

O günden bu güne şeytan aynı oyuna devam ediyor. Para, mal, mülk kalite, marka, yüksek beklentiler…Şunum da olsun bunum da olsun..Herkeste olan bende de olsun, mümkünse ben de olan da herkeste olmasın…

Dinin aslı şükürdür. Kur’ an-ı Kerimin ilk âyeti Fatiha hamd ile şükür ile başlar. İbadetler de bir şükürdür. Namaz ve oruç bedenin şükrü, zekat ve sadaka malın şükrüdür. Ne kadar severek ve istekle yaparsak o kadar makbuldür.

Nimete şükür ise elimizde olanın kıymetini bilmek, israf etmemek yani dilimizle ve halimizle Allah’ a şükretmek ve nimete sebep olana teşekkür etmek. Göndereni ve getireni unutmamak.

Sevgili Peygamberimiz: “İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a şükretmemiş olur.” buyuruyor.

Evlilik problemlerimizin temelinde de şükürsüzlük var. Eşler birbirleri pek çok şeye mecbur olarak görüyor. Evet karı kocanın mecbur olarak yaptıkları vazifeleri var fakat bu teşekkür etmemeyi ve nankörlük yapmayı gerektirmiyor.

Kadın erkeği para kazanmaya, evin bütün ihtiyaçlarını karşılamaya; kendinin ve çocuklarının isteklerine yapmaya mecbur görüyor. Bunun için erkek çoğu zaman bir takdir ve teşekkür göremiyor tam aksi varsa bir eksiği onlar görülüp söyleniyor. Bu da erkeğin ailesi için harcama yapma hevesini kırıyor.

Mesela kadın; erkekten elli lira ister, erkek otuz lira verir, kadın söylenerek alır, teşekkür etmez; erkek otuz lirayı verdiğine de pişman olur. Oysa kadın eşinin verdiğini teşekkür edip alsa erkeğin ailesi için harcama yapma isteği artar.

Koca açısından bakınca aynı şekilde erkek de çoğu zaman karısının yaptıkları için ona teşekkür etmez. Erkek; yemeğini yer teşekkür etmez, çayını içer teşekkür etmez, ütülü gömleğini giyer teşekkür etmez…Fakat eksikleri hemen görür.

Mesela; erkek mavi gömleğini giymek ister; mavi gömlek ütülü değilse söylenir, sanki karısı gömleklerini hiç ütülemiyormuş gibi.

Bu kez hanım eşinin söylenmeleri karşısında incinir. Kadın yaptığı işler konusunda takdir görmeyip bir de eleştirilince ev işi yapma hevesini kaybeder.

“Olur mu öyle şey ben eşime muhakkak teşekkür ederim.” diyenler de vardır muhakkak yazıyı okurken. İşte o zaman da teşekkürün ne kadar candan yapıldığına bakılmalı. Usulen kuru kuru yapılan bir teşekkür kimseyi mutlu etmez.

Ya da iki şeye teşekkür edip beş şeyden şikayet ediliyorsa o yapılan teşekkürün bir anlamı olmaz. İyi bir teşekkür önce Yaradan’a şükredip sonra sebep olana candan, samimiyetle teşekkür etmekle olur.

Sadece dilden çıkan teşekkür kalbe ulaşmaz. Teşekkür; içinde duygu olan bir ses tonu ile güzel sözcükler ve hoş bir tebessüm ile daha anlamlıdır.

Eksiğe, kusura odaklananlar samimi olarak takdir ve teşekkür edemez. Sanki kendilerde her şey tammış gibi karşıdaki tam olsun isterler. Sanki insanda mükemmellik mümkünmüş gibi mükemmeli ararlar. Mükemmeli göremeyince şükür ve teşekkür yapılmaz.

Eksiğe ve kusura odaklanmanın ana sebebi kişinin kendi kusurlarını görmemesidir. Kendi kusurunu gören kişi eşinin kusurlarına karşı daha anlayışlı olur. Kendi kusurunu görmeyen kişi eşinin hatalarına kafayı takar ve onu değiştirmeye çalışır; eşiyle arası bozulur. Oysa kişi kendi kusurunu görüp onu düzeltmeye çalışsa evliliği için çok daha doğru bir şey yapmış olur.

Eşin eksiğine odaklanıldığında iyi özellikleri görülmez olur, bir de ona karşı kızgınlık duymaya başlanır. Şeytan zaten kızgınlığı sever; verir ateşi verir ateşi. Yanar ve yakarsın. Sonra gelsin pişmanlıklar…

Yaradan’ın vaadi var; nimetin kıymetini bildik bildik, bilmezsek gider elden. Karşıdaki istemese de Allah onu kişinin elinden alır; ölür gider, aldatır gider, boşanır gider. Hatta bazen kıymet bilmeyen kişi kendi ister ayrılmayı. Kendini eşinden mahrum edip onu cezalandırdığını zannedenken kendi kaybettiğini fark etmez o anda. Aklı başına geldiğinde de çoğu zaman geç olur.

Eşin eksiğine kusuruna rağmen sizin için yaptıklarından dolayı samimiyetle teşekkür ederseniz, onda kusur aramazsanız evlilikte muhabbeti yakalamanız kolay olur. Şükür nasıl Rabbimizin nimetlerini artırıyorsa teşekkür ve takdir de eşin iyiliklerini artırır.

Teşekkür etmek için büyük iyilikler bekliyoruz oysa küçücük iyiliklere teşekkür etmeye kendimizi alıştırsak büyük iyilikler de peşinden gelecektir. Bereket şükürde, muhabbet teşekkürdedir.

Kadın-erkek her insanın değerli olma isteği vardır. Teşekkür de değer vermenin ve değer bilmenin göstergesidir. Siz teşekkür ederken bir bakmışsınız eşiniz o sevmediğiniz huyundan kurtulmuş.

Nefsimiz şikayete, gönlümüz şükre meyillidir.

Eşini nefsi için bencilce seven; az kusuru çok görür. Eşinin yaptığı her hatayı kendi nefsine saldırı olarak görür. Şikayeti çoktur.

Eşini gönülden, samimi seven; hataları büyütmez. Eşinin gönlünü incitmekten korkar. Teşekkürü çoktur.

Rabbim sevgilerimizi rızasına uygun gönülden sevgiler eylesin.

Ödev: Herkes nefsini bir muhasebeye çeksin. Bu güne kadar eşinize karşı suçlamanız ve şikayetiniz mi çok oldu yoksa takdir ve teşekkürünüz mü?

enderhafızım 20 Kasım 2013 17:03

Cevap: Evlilik Okulu...
 
Bu Ödev Her Gün (Evlilik Okulu 23. Ders)

Sevildiğini duymaktan hoşlanmayan biri var mıdır? Hele ki eşinden. İnsan sevildiğini duymaktan mutlu olur. Daha çok kadınlar sevildiğini duymak ister diye biliriz; sanki erkekler önemsemez gibi gelir biz kadınlara.

Oysa kadın- erkek fark yoktur; iki tarafta sevilmek ister ve bunu duymak ister. Fakat hayatın koşturması içinde unutulur çoğu zaman. Ya da eş söylesin diye beklenir.

Kur’an Kursu hocası arkadaşlar köyde hanımlara ödev vermişler. Herkes akşam gidecek kocasına onu sevdiğini söyleyecek. Kadınlar evlerine gitmişler fakat nasıl söyleyecekler; kıvranıyorlar. Hele belli bir yaştan sonra alışmadığın şeyleri yapmak daha da zor. Bir tanesi cesaretini toplayıp söyleyivermiş. “Koca adam ben seni seviyorum.” demiş. Kocası biraz şaşkınlıktan sonra “Ben de seni seviyorum kocakarı” demiş. Sonra da sormuş. “Bunu niye söyledin şimdi?” Kadın “Hoca ödev verdi.” demiş. Kocası gülümsemiş. “Söyle hocana o ödevi her gün versin.” demiş.

Birilerinin ödev vermesini beklemeden eşinize onu sevdiğinizi söyleyin. (Gerçi ben burada yazınca ödev vermiş oluyorum, muhakkak söyleyin.)Bunun için filmlerdeki gibi romantik ortamlar olmasını beklemeyin. Arabada giderken de mutfakta bir şeyler atıştırırken de olabilir. Söylerken tatlı bir bakış ve güzel bir tonu kullanırsanız daha da iyi olur. Sevdiğini söylemek sevaptır sünnetir, gülümsemek sadakadır. Ne güzel bir dinimiz var.

Aşk da sevgi de karşılıklı güzeldir. Tek taraflı olanı acı verir. Evlilik öncesi birbirlerine bolca sevdiğini söyleyen çiftler bile evlenince söylemeyi bırakır duymayı beklerler. Duymak güzel ama söylemeden duymak istemek de biraz bencillik olur.

Belki de bazılarınız diyecek ki sevgi mi kaldı ki söyleyelim eşlerimize? Evlilik hayatı içinde karı-koca birbirlerine kırgınlık duymaya başlamışlarsa birbirlerini genellikle sevgilerini keserek cezalandırırlar. Sevgiyi keserek eşi cezalandırmaya çalışmak kişinin kendini cezalandırmasıdır aslında. İçimizdeki çocuğun her zaman sevilmeye ihtiyacı vardır.

Aşk da aslında içimizdeki çocuğun dışarı çıkmasıdır. Konu sevmek ve sevilmek olunca o çocuk hiç bir şeyi engel olarak görmez; çünkü sevgiden daha değerli bir şey olduğunu kabul etmez.

Evlilik hayatı sevgisiz, muhabbetsiz gitmez. O zaman emek verelim kendi üzerimize düşenleri yapalım. Sevgi çok değerli bir hazine çar çur etmemek lazım. O kadar ıvır zıvır şeyler için karı- kocalar birbirlerini yiyorlar ki. Neden? Çünkü sevginin düşmanları var. Kapitalist sistem insanlarına mutlu olmasını istemiyor. İnsan mutluysa alışveriş isteği çok fazla duymaz. Ruh sevgiyle beslenip mutlu olmuşsa, bir şey daha alsam mutlu olur muyum telaşına düşmez. Zaten gerçekte maddi hiçbir şey ruhu beslemez. Ruhun gıdası manevidir.

Sevginin düşmanları çok. Öncelikle kendimiz, nefsimiz olabilir sevginin katili; kendi elimizle öldürürüz bazen sevgimizi. Gururumuz, kibrimiz, inatçılığımız, kendimizi beğenmişliğimiz, bencilliğimiz, nefsimizin bitmeyen istekleri…Yıkar bizi seven kalbi. Ya da en yakınlarımızın; bazen annemizin bazen kardeşlerimizin bazen arkadaşlarımızın etkisiyle ruhumuzu besleyen kişiyi harcarız. Sonra da en çok üzülen biz oluruz.

Çoğu kişi sevme çabasında değil; sevilme arzusunda. Sevilmek çok güzel; fakat hep sevileyim ne yaparsam yapayım sevilmeye devam edeyim hallerinden çıkıp, ben sevdiğim için ne yapmalıyım mı düşünmeliyiz. Sevgi için çaba göstermeli emek harcamalıyız. Düşünmeli, bulmalı ve adım atmalıyız.

Rehberimiz sevgiyi yaratan Allah(c.c) olmalı ve onun habibi sevgili Peygamberimiz olmalı ki doğru adımlar attığımızdan emin olalım. Eşimizi öyle bir sevelim ki o sevgi bizi Allah(c.c) a yaklaştırsın Allah’tan uzaklaştırmasın. Bilelim ki eşimizin elini tutup göz göze bakıştığımızda Rabbimizin rahmeti bizim üzerimizde.

Böyle sevaplı işlere şeytan muhakkak bir engel çıkarmaya çalışır. Nefsi körükler; onun bitmeyen arzularını sevginin önüne engel olarak çıkarmaya çalışır. Bu yüzden hep almaya alışmış, terbiye olmamış bir nefis gerçekten sevmeyi bilmez.

Allah rızası için doğru adımlar atılırsa evlilik hayatı nefis terbiyesinin en iyi yollarından biridir. Bugün bazı huylarına sinir olduğunuz eşinize gösterdiğiniz sabır ve anlayışla kazanacaksınız belki de Yaradan’ın rızasını. O halde sevmenin ve sevilmenin yollarına bakalım. Bu derste ben de bu ödevi her gün veriyorum. Eşinize onu sevdiğinizi söyleyin. Tabii sadece söylemek yetmez; sevgiyi besleyecek davranışlarla hayatınızı güzelleştirin.

enderhafızım 20 Kasım 2013 17:08

Cevap: Evlilik Okulu...
 
Kaybetmeden Önce… (Evlilik Okulu)

18 Kasım 2013


Evlilik okulunun ilk derslerinde affetmenin önemi üzerine yazmıştım. Sevgiyi koruyan şey bağışlamaktır. Hataları bağışlamadığımızda öncelikle kendimize zarar veririz, sonrasında sevdiklerimize zarar veririz.

Affetmediğimiz de bilinçli ya da bilinçsiz öç almaya çalışırız. Açık ya da sinsi cezalar uygular, çeşit çeşit cezalandırma metotları buluruz.

Kırıldıkça ufak ufak cezalarla başlarız. Biz kadınlar cezalandırmakta daha ustayızdır. Kadın beyni detaycı olduğu için plan yapmakta zorlanmaz. Kadın ince ince öç alır kocasından. Erkeğin en önemsediği konularda onu sinir edecek şeyler yapar. Cezalandırdığını fark ettirmeden cezalandırır.

Kocasının defalarca söylediği şeyleri inadına inadına yapar. Aslında ne yapması gerektiğini gayet iyi bilir fakat kocasına duyduğu kızgınlık onu mutlu edecek şeyleri yapmasına engel olur. Ufak ufak başlayan cezalar zamanla artar sevgiyi zedeler, tüketir. Gizli gizli, sinsi sinsi…

Mesela gece eve geç gelen kocaya sabah kalkıp kahvaltı hazırlanmaz, uyuyormuş numarasına yatılır, kocanın ütüleri yapılmaz. Erkek elektrik faturası fazla diye söylenir, kadın doğalgazı çok kullanır. Erkek yemeği az tuzlu sever, kadın tuzu biraz fazlaca atar. Erkek karısının kıyafetlerinde hoşlanmadığı şeyleri söyler, kadın onunla bir yere giderken kocasının en hoşlanmadıklarını giyer…

Erkek karısının evde bakımlı olmasını onun için süslenmesini ister, bunu defalarca söyler kadın kocasını her gün en paspal hali ile karşılar. Kadın kocasını telefonla arar erkek telefonu geç açarsa kadın da kocası aradığı zaman özellikle görmemiş duymamış gibi yapıp geç açar. Geç açmak nasıl oluyor görsün de bir daha yapmasın diye düşünür. Oysa kadının bu inat ya da kocayı umursamaz halleri kocaya hiçbir şekilde ders olmaz. Sadece erkek kendini karısının yanında değersiz olarak görmeye başlar.

Erkekler ince ince cezalandırma konusunda pek usta değillerdir. Onların cezaları daha nettir. Erkeklerin cezaları eşine duyduğu kızgınlığa göre değişir…Bağırıp çağırmak, surat asmak, ilgiyi kesmek, aralarına buzdan bir duvarı örmek ya da aldatmaktır.

Cezalandırdıkça da karı-koca arasındaki ilişki daha kötü bir hale gelir. Çoğu zaman yaptığımızı ceza olarak da adlandırmayız. “O bana öyle yaparsa ben de ona böyle yaparım.” şeklinde bir savunmamız vardır. Birbirini cezalandırırken sonunun nereye varacağını düşünülmez. Netice olarak karı koca birbirlerinden iyice uzaklaşır. Eşi cezalandırmak sevgiyi öldüreceği için aslında kendini cezalandırmaktır.

Sonra bağ olarak en yakınımızdakiler ruhen en uzağımızda olurlar. Sarılmak istesek sarılamayız, samimi olmak istesek olamayız. Cezaları yedikçe kırılır içimizde bir şeyler, ve cezalandırdıkça da kaybederiz sevdiklerimizi. Bu yüzden affedeci olmak çok değerli bir vasıftır.

Biz mükemmel olmadığımız gibi sevdiğimizde mükemmel değildir. Hatası olduğunda hataya odaklanıp onu cezalandırmak yerine, onun iyi huylarını hatırlayıp onların hatırına yanlışlarını görmezden gelmek gerek. Görüyorsa bile ceza kesmesek gerek. Yüzde yüz iyi yoktur; yüzde yetmişte iyiyi bulduysak, yüzde yetmişin hatırına yüzde otuz hatayı hoşgörü ile karşılamak gerekmez mi?

Bu cezalar ya evliliği bitirir ya da karı kocayı sevgisiz, muhabbetsiz bir hayata mahkum eder.

Bir gün eş gider. Ya ölür ya aldatır, ya başkasına aşık olur ya da boşanmak ister. İşte o zaman cezalandıran tarafın aklı başına gelir.

Ölüm halinde vicdan azabından başka yapacak bir şey yoktur. Gidenin arkasından bol bol dua ve hayır hasenat belki vicdan azabını biraz hafifletir.

Kadın için aldatılma halinde evliliğini kurtarmak; ancak diğer kadının, erkek için ne kadar değerli olduğu ile bağlantılıdır. Erkek diğer kadını sevmemişse kadının evliliğini kurtarmak istemesi halinde bir şansı vardır. O zaman kadın için eşini sinir etmek için yaptığı davranışları bir yana bırakıp ona değer verdiğini gösterme zamanıdır.

Fakat erkek aşık olmuşsa, yüreği başka bir kadın için çarpmaya başlamışsa artık yapacak bir şey kalmamış demektir. Kadın artık ne yaparsa yapsın yüreği gitmiş adamı geri çeviremez, gideni durduramaz. Bazı kadınlar bu durumda hatasını fark eder, yapacak bir şey olmadığını anlar ve sessizce çekilir.

Fakat bazı kadınlar da ümitsizce çırpınır, direnir. Kadın birden bire kocasına aşık olduğunu zanneder. Birden bire onun için her şeyi yapabileceğini fark eder. Her şeyi birden bire toparlamaya çalışır ve genellikle eline yüzüne bulaştırır. Aşırı iyi olmaya çalışır, aşırı tepkiler gösterir, aşırı süslenir…gibi.

Bir kuaför anlatmıştı. Kocasının hayatında başka bir kadın olduğunu duyan kadınlar, kuaföre gelip her şeyin en uç olanından yaptırmak istiyorlarmış. O güne kadar doğru düzgün kendine bakmayan kadın birden bire büyük bir değişim yaşayınca o değişim üzerinde sakil durur. Kocanın da hoşuna gitmez.

Erkek için de aynı durum geçerlidir. Erkekler karısı aldatınca genellikle ayrılmayı tercih ediyorlar.

Kadının aldatma ya da aldatılma olmadan ayrılmak istemesi ise genellikle kocasının ona karşı soğuk hallerinden, surat asarak, ilgi ve sevgisini keserek cezalandırmaya çalışmasından kaynaklanıyor. Cezadan bıkan kadın ayrılmaya kalktığında erkek de eşini ikna etmek için çabalıyor fakat bu çabalar çoğu zaman ayrılmayı kafasına koyan kadını geri çevirmiyor. Yapılan araştırmalarda boşanma taleplerinin çoğu kadınlardan geliyor. Kadınlar sevgisiz bir hayatı diğer şartlar yerinde de olsa devam ettirmek istemiyorlar.

Ayrılık durumunda genellikle eşler önce evliliği kurtarmak için bir şeyler yaparlar, kurtaramayacağını anlayan da evliliğinde yaptığı gibi ayrılık safhasında da eşi cezalandırmaya devam ederler. Saldırganlaşırlar, tehdit ve şantajla karısını ya da kocasını ayrılmamaya ikna etmeye çalışırlar. Ayrılırlarsa arkasından hakaret, küfür, iftira ile eşe zarar vermeye çalışırken en çok kendilerine zarar verir, kendilerini küçük düşürürler.

Hele ki gönlü başkasına gitmiş bir eşin bedeninin onun yanında kalması kimseyi mutlu etmez. Eşinin başkasını sevdiğini bilen içten içe kendini yer, bitirir. Bu durumda onu zorla tutmaya çalışmak kişinin kendine yapacağı en büyük kötülüktür.

Velhasıl evlilik hayatı içinde karı-koca iyilikleri görüp kıymet bilmeli, hataları hoşgörü ile karşılamalı, eşi cezalandırarak sevgiyi tüketmemelidir. Yoksa eşi kaybedecek zaman durumu toparlamak oldukça zor, bazen imkansızdır. Bu durumda eşi onu gerçekten sevdiğine inandırmak ise en zorudur. Kişi eşi kaybedeceği zaman gerçekten sevdiğini mi anlamıştır yoksa hırs yapıp sadece kaybetmemek için mi çabalıyordur, eş bundan bir türlü emin olamaz.

Aslında duruma bir de şöyle bakmak lazımdır. Kıymet bilmeyen eşler belki de Allah (c.c) ın “Verdiklerimin kıymetini bilir, şükrederseniz nimeti artırırım, nankörlük eder şikayet ederseniz elinizden alırım.” sözünün muhatabı olmuşlardır. O zaman yapacak tek şey yaşananlardan ders almaktır. Aynı şeyleri yeniden yeniden yaşamamak ve aynı imtihanla yeniden sınanmamak için. Kaybetmeden önce kıymet bilmek her açıdan en akıllıca olan.

azranur 08 Ekim 2014 09:05

Cevap: Evlilik Okulu...
 
Herkes Kendine Baksa (Evlilik Okulu 24. Ders)
Bazen genç kızlarla eğitimlerimiz oluyor. Eş adayında aradıkları özellikleri soruyorum. “İyi bir mesleği olsun, yakışıklı olsun, dindar olsun, kadın ruhundan anlasın, odun gibi olmasın, ahlakı güzel olsun, iyi bir ailesi olsun, evi olsun, arabası olsun…”
En az beş kriter istiyor kızlar. “İyi, tamam. Pek siz bunları istiyorsunuz da sizde neler var? Siz neler vereceksiniz ona? Siz iyi bir eş olma hususunda bir kadın olarak ona neler sunacaksınız?” diye sorduğumda genellikle şaşırıyorlar. O güne kadar bu soruları kendilerine hiç sormamışlar. Oysa bu soruları sormak ve cevaplamak lazım.
Bu erkekler için de geçerli. Eş adayında aradıkları özellikleri karşı kendilerinde neler var? Onlar evlilik için ne sunacaklar?
Tabii sadece bekarlar değil; evli çiftler de bu soruları kendilerine sormalı. Çünkü kişi eğer mutsuzsa, eşinin yaptıklarından ya da yapmadıklarından dolayı mutsuz olduğuna inanıyor çoğunlukla. Kendi neleri yaptığını ya da yapmadığını sormak çok kişinin işine gelmiyor. Kendi eşinin yaptığı kadar yaptı mı, verici oldu mu, bunları düşünen az.
Aldığımız zaman mutlu olacakmışız gibi bir şartlanmışlık var çoğumuzda. Oysa Yaradan, insanı aldığı kadar değil, verdiği kadar, başkalarını mutlu ettiği kadar mutlu olmak üzerine programlamış. Almakta hırs vardır genellikle ve hep daha fazlası istenir; bu yüzden de insan aldığında doyasıya bir mutluluk yaşayamaz, hep bir eksiklik hisseder. Oysa vermekte fedakarlık vardır ve verici olduğunuzda karşınızdakinin mutluluğu size de sirayet eder, bu daha tatlı bir mutluluktur. Gerçek mutluluk verebilmektedir. Bu yüzden “eşim beni mutlu etsin” diye beklemek yerine, eşinin sevdiği şeyleri yapıp onu sevindirmek ve sevinci paylaşmak muhabbet için daha doğru bir adımdır.
Yalnız verici olurken dikkat edilmesi gereken bir kaç husus vardır. Birincisi karşıdakinin verici olmasına engel olmamak. Hep siz verdiğinizde eşinizi almaya alıştırır ve bencilleştirirsiniz. O da verici olmanın mutluluğunu yaşamalı. Buna müsade etmeli ve kapı açmalısınız. (Çocuklar için de geçerli. Küçük yaştan itibaren onlarda aileleri için bir şeyler yapma mutluluğunu tatmalılar. Hep anne-babadan almaya alışmamalılar.)
İkinci önemli husus ise yaratılışınıza uygun bir vericilik içinde olmanız. Kapasiteyi zorlamamak lazım.
Mesela kadın evin bütün yükünü yüklenmiş; hem ev işi, hem çocukların bakımı hem onların eğitim işi (çocukların anneliğini de babalığını da kadın yapıyorsa) hem alışveriş, hem dışarının işleri, yani kadın hem erkek hem kadın işlerini üstlenmişse, erkeğin aile reisi olarak yaptığı bir tek para kazanmaksa orada ciddi bir problem var demektir.
Ya da erkek hem dışarıda çalışıp hem de evde sürekli ev işi yapıyorsa, karısının işlerini de üstlenmişse orada da ciddi problem var demektir.
“Olsun ben her şeyi yaparım” demek eşinizi bencilleştirmekten ve tembelleştirmekten başka bir işe yaramaz. Bu yüzden verici olmalı fakat ölçüleri yaratılış özelliklerini göz önünde tutarak belirlemeliyiz.
Üçüncüsü, gerektiğinden fazla verici olur, onun sorumluluklarını da alırsanız, eşiniz sizin davranışlarınız karşısında ezilir ve içten içe suçluluk duymaya başlar. Ezikliğini gizlemek ve suçluluk duygusunu örtmek için yaptıklarınızı beğenmemek gibi sizi incitmeye yönelik davranışlara yönelebilir. Bu yüzden iyilikte de itidal gereklidir.
Evlilikte de hayatta da mutlu olmaya odaklanmak insanı mutsuz eder. Herkes yapması gereken işleri yapar, sorumluluklarının bilincinde olur ve eşinden beklentilerini azaltıp, kendi yapması gerekenlere odaklanırsa aile saadeti için çok daha doğru bir yol olur.

ALINTIDIR

Esma_Nur 03Haziran 2016 15:45

Çevremden edindiğim tecrübelere dayanarak şunu belirtmek isterim..evlilikde eşlerin birbirlerinden soğumasına en büyük etken birbirilerine karşı en kullanılmayacak sözleri kullanmalarıdır..Eşlerden biri diğerine fiziksel olarak sürekli kusur bulmaları dalga geçmeleri yada genelde kadınların yaptığı sen nasıl bir kocasın falanın kocası şöle şöle yada aynı hareketi erkek karısına yaparsa bir zmn sonra öyle soğuturki karşı tarafı kendinden tamiri zor yaralar açılır..boşanmaların sebeblerindendir...eşler birbirine çok özel olduklarını hisettirmeli sevgisini hayatının her anında yaşatmalı kişi eşine..


SAAT: 07:00

vBulletin® Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2024 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306