Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   Fıkralar-Hikayeler (https://www.forum.medineweb.net/513-fikralar-hikayeler)
-   -   Eli Sopalı - Cüneyd Suavi (https://www.forum.medineweb.net/fikralar-hikayeler/15404-eli-sopali-cuneyd-suavi.html)

MERVE DEMİR 30Haziran 2009 06:10

Eli Sopalı - Cüneyd Suavi
 
Önceden paylaştığım "Bir haftalık evliya olmak" yazısının sahibi Cüneyd Suaviden başka bir harika yazı...
Okumanızı tavsiye ederim zira ben okurken gülmekten gözlerimden yaşlar geliyordu:).Ayrıca nöbette okuduğum için hastalara sesim gitmesin diye ağzımı kapattığım oldu :))Okurken benim yaşadığım anıları yaşarmısınız bilmem ama büyük bir keyif duyacağınıza garanti edebilirim....:)
Uzun ama okumaya değer...


Okul hayatım 1955 yılında, Adapazarı’ndaki "Sabiha Hanım İlkokulu" adı ile bilinen taş duvarlı, ahşap döşemeli ve küf kokulu bir binada başladı. Rahmetli annem ve babam, beni şefkatli öğretmenlerin ellerine teslim etmenin rahatlığıyla bırakıp gittiklerinde, bir köşeye çekilip sessizce ağlamıştım. Daha sonra ki günlerde, döktüğüm bu gözyaşlarının hiç de boş olmadığını anladım. Çünkü o güne kadar dayak diye bir şey bilmememe rağmen, bunun ne demek olduğunu öğrenecektim.

İlk haftalarda, bazı arkadaşlarımın dayak yediğini görmüş ve tek kelimeyle paniklemiştim. Henüz yedi yaşındaydım ve beş yaşında geçirdiğim bir romantizma nedeniyle, diğer arkadaşlarıma oranla daha ufakça ve güçsüzdüm. Bu yüzden de sık sık nezle olurdum. O yıllarda kağıt mendil diye bir şey bilinmediği için, koca koca bez mendiller kullanılırdı. Bayramlarda para beklerken bu mendilleri hediye eden büyüklerimize kızdığımız için mi, yoksa bu mendiller yüzünden ceplerimize leblebi ye da misket doldurmakta zorlandığımız için midir bilinmez, onları taşımaktan hiç hoşlanmazdım. Bu yüzden de, eğer mecbur kalmamışsam sabreder ve teneffüse çıkınca, bahçedeki çeşmelere koşardım.

İlk dayağımı da, işte bu yüzden yedim. Ve bir ders arasında çeşmeye gittim. Fakat hemen yanımdaki kişinin, okulun en sert hocası olma şerefini hiç kimseye kaptırmayan İsmet Hanım olduğunu fark etmemiştim. İsmet Hanım, burnuma olanca gücümle verdiğim nefes sonucunda çıkan sesi beğenmemiş olacak ki bana ıslak eleriyle müthiş bir tokat attı. Bir anda yıldırım düştü zannettim. Yanağım, kulağımla birlikte cayır cayır yanıyor ve gözlerim kararıyordu. İsmet Hanım, hiç bir şey olmamış gibi ayrılıp gitti. Ben ise çeşme başında kalakalmış, o şaşkınlıkla ağlamayı bile becerememiştim.

İsmet Hanım, isminden de aldığı enerjiyle, tek kelimeyle "erkek kadın”dı. Saçlarını her zaman kısa keser ve parlakça bir sarı renge boyardı. Sesi de bir erkek sesi gibiydi. Kemikli parmaklarının arasından sigarası düşmezdi. Ve bu özellikleriyle, vahşi batının Kalamiti Ceyn'i gibiydi. Okulun en hızlı tokat çeken hocası olduğu ve hızından ötürü pek görülmemesine rağmen, elinin tersini kullandığı söylenirdi. Benim gibi çaylakların dışındaki bütün öğrenciler, onu görünce yolunu değiştirir ve beş metreden fazla yanaşmazlardı.

Sınıf öğretmenimiz olan Avni Bey ise, son derece yumuşak bir insandı. Öğrenciye asla tokat atmazdı. Bu yüzden de teknik bir metot seçmiş ve favorileri oluşturan saçları çekmeyi benimsemişti. Bu saçlar çekilince müthiş bir acı verir ve insanın gözlerinden yaşlar akardı.

Okula başladığım ilk aylar içinde yaşayıp gördüklerim, benim için kabusa dönüşmüştü. Annem ve babam, hissettiğim korkuyu anladıkları için, birinci sınıfın sonunda beni o okuldan alarak, öğrencilere daha iyi davranıldığı söylenen Kemal Paşa Okulu'na verdiler. Bu okul, gerçekten de biraz farklıydı ve bana, acılı bir çiğ köfte üzerine yenen Kemal Paşa Tatlısı gibi gelmişti.

O okulda da bir yıl okuduktan sonra, her nedense başka bir ilkokula, daha sonra da tekrar Sabiha Hanım’a verildim. Ve ilk okulu güç bela tamamladıktan sonra, bu okulun hemen karşısındaki Atatürk Ortaokuluna başladım.

Artık ortaokullu olduğumuz için, dayak belasından kurtulacaktım. Ne yazık ki bunda da yanılmıştım.

Ortaokulda gördüğümüz hocalar, açık söylemek gerekirse, şahsiyet sahibi insanlardı. Bu yüzden de taklitçilikten nefret eder ve birbirine hiç benzemeyen dövüş teknikleri denerlerdi. Coğrafyacı Hasan Bey, tek kişilik bir menüden hoşlanmaz ve ikişer ikişer dövdüğü öğrencilerin kafalarını birbirine tokuştururdu. Eğer çok mecbur kalır da bir öğrenci bulursa, tokuşturma işinde duvarı kullanırdı.

Daha ileriki yıllarda karşılaştığımız Şahin Bey, (beden değil) jimnastik hocasıydı. Üçgen vücudundaki kasları göstermek için yaz kış fanila ile dolaşan bu hocamız, kollarını daha da güçlendirmek amacıyla sağlı sollu iki tokat kullanır ve öğrenciyi nakavt etmese bile kesinlikle grogi durumuna sokardı.

Abide Hanim ise, esasında iyi bir öğretmen olmasına rağmen, bu dönemin havasına uymuştu. Gerçekten de güler yüzlü bir öğretmendi... Kızdığı öğrencinin yanına bile gülerek gider ve bir çocuk kulağının en fazla ne kadar uzayabileceğini konusunda deney yapardı.

İnanması güç ama, yediğimiz dayaklar, üniversite sınavlarına gireceğimiz yıla kadar devam etti. Yine bir coğrafyacı olan Seyfi Bey (bizim deyişimizle Seyfi Baba), öğrencilerin artık çocukluktan kurtulduğunu müjdeleyen bir metot takip eder ve onları hayatta karşılaşacakları darbelere hazırlamak için, yukarıdan paldır küldür yumruklar indirirdi. Seyfi Baba, kadın-erkek eşitliğine gönülden inandığı için, erkek öğrencilere attığı yumrukları kızlardan da esirgemezdi.

Bazı tariflerde, insanlarla diğer canlılar arasındaki en önemli farkın, insanların alet kullanması olduğu belirtilir. Bu açıdan bakıldığında, matematikçi Mefaret Hanım ile Rüştü Bey, en insan hocalarımızdı. Çünkü her ikisi de, dövbe işlemi sırasında bir alet kullanırdı. Mefaret Hanım’ın kullandığı alet, tahtada çizim yaptığı elli santimlik ahşap cetveldi. Böyle kaliteli bir cetvelle de, bir kişinin dövülmesi israf olurdu. Mefharet Hanım, bu yüzden sıra dayağını tercih eder ve bütün sınıfı aynı anda cezalandırırdı. Fakat bu operasyon sırasında son derece adaletli olurdu. Eğer öğrencinin suçu azsa, ya da hiç yoksa, cetvel biraz yumuşakça inerdi. En yaramaz öğrencilerin avuçları ise, diklemesine (ya da kılıçlamasına) inen cetvelin kenarıyla kabartılırdı.

Rüştü Bey ise, bir tabiat aşığı olduğu için, düz ve cilalı aletler yerine, doğal formda sopalar kullanırdı. Sopasının kızılcıktan olduğu ve her ihtimale karşı, iç cebinde yedeğini taşıdığı söylenirdi. Son derece sağlam ve esnek olan bu alet, yapısının gereği boğum boğumdu. Ve bu boğumların sopa üzerine kaç santim arayla sıralandığı, dayak yiyen öğrencinin kafasına bakılarak anlaşılabilirdi.

1960 ihtilalinden sonra, bütün ortaokul öğrencilerinin şapka takması zorunlu kılınmış ve askeri bir düzene geçilmişti. Gemi kaptanlarının taktığına benzeyen bu lacivert şapkaların içinde, onları kullanan öğrencilere ait bilgiler vardı. Bir öğretmene okul dışında rastladığınızda, onun asker selamıyla selamlanması şarttı. Bunun için de, sağ elin parmakları birleştirilip şapka kenarına oturulurdu. Şapkası olmayan bir öğrencinin okula alınması mümkün değildi. Ve başımızdaki şapkaların, sınıfa girene kadar çıkartılması yasaktı.

Şapka kontrol işi, bizim "eli sopalı" adını taktığımız Rüştü Bey'e aitti. Şapkasını evde unutan, ya da okulun ana kapısından girerken çıkartanlar, bu kapının hemen iç tarafında pusuya yatan Rüştü Bey'in sopasıyla tanışır ve bir kızılcık sopasının ne kadar sert, budaklı ve kaliteli olduğu konusunda bilgi edinirlerdi.

Hayatımın en güzel hatıralarından biri de, Rüştü Beyle ilgili oldu. O yıllarda, "orta üç" denilen sekizinci sınıfta okuyordum. Ve sınıf başkanı olan Şemsettin Uzun adlı arkadaşımın yardımcısıydım. Şemsettin, bir çoğumuzdan daha iriydi ve belki de bu yüzden mümessil seçilmişti. Aramızdan bir damla su sızmazdı. İkide bir de onunla şakalaşır ve bazen ipin ucunu kaçırırdım. Özellikle, sıraların üzerine çıkıp onun sırtına atlamaktan, çok keyif alıyordum.

Bir gün yine teneffüse çıkmıştık. Canım yine güreşmek istemiş olmalı ki, sınıfa şöyle bir bakıp Şemsettin'i aradım. Öğretmenler odasına gittiğini söylediler. Hemen koridora fırladım. Okulun göz alabildiğine uzanana koridorları, yüzlerce öğrenci ile doluydu. Ama benim keskin gözlerim, Şemsettin’i görmekte gecikmedi. Şemsettin, alt kata inen merdivenlere doğru ilerliyordu. Koşa koşa giderek ona yetiştim ve tam merdivenlerden inmeye başladığında, balıklama olarak sırtına atladım. Bu arada, beni üzerinden atmaması için ayaklarımı beline, kollarımı da boynuna dolamıştım. Şemsettin, boş bulunduğu için önce biraz sendelemiş ve sırtına bir an da yüklenen ağırlığın etkisiyle düşmemek için, basamakları ikişer üçer inmeye başlamıştı. Yüz ifadesini görmek için başımı uzatıp ona baktığımda, ölecek gibi oldum. Sırtına atladıktan sonra büyük bir şefkatle sarıp sarmaladığım kişi, Eli Sopalı'dan başka biri değildi. Sanki beni bir anda elektrik çarpmış, ona dolanan kol ve bacaklarım korkudan çözülmüştü. Can havliyle kaçarak aşağıya indiğim merdivenler, bir türlü bitmiyordu. Bu sırada Rüştü Bey, elindeki sopasını, hücuma kalkan bir süvarinin kılıcı gibi sallayıp, "Allah!. Allah!.." naralarıyla peşime düşmüştü. (Bana öyle geldiği için, bu narayı ben uydurdum tabi ki.)

Rüştü Bey'i bilmiyorum ama benim korkudan bağırdığım kesindi. Çünkü beni resmen kovalıyordu. Zemin kata indiğimde, hemen merdiven başındaki tuvaletlere girmeyi ve bir tanesine girip kapıyı arkadan kilitlemeyi düşündüm. (İyi ki girmemişim, çünkü daha sonraki günlerde, o tuvaletlerin hiç birinde kilit olmadığını öğrendim.) Fakat lavabo bölümüne girdiğimde, yerden bir buçuk iki metre kadar yüksek olan pencerelerin açık olduğunu görerek aşağı atladım. Hani kovboy filmlerinde, filmin kahramanı olan yakışıklı genç, kendisini bir uçurum kenarına sıkıştıran kızıl derililerden, o uçuruma atıyla birlikte atlayıp kurtulur ya, bende öyle kurtulmuştum. Rüştü Bey, pencerelerin önünde kalakalmış, ben ise, dünyaya yeniden gelmiş gibi bayram yapmıştım.

O günden sonra, Rüştü Bey'i nerede görsem, sanki beni tanıyacakmış gibi kaçmış ve o kabusu bir süre yasamıştım.

"Dayak Cennetten çıkmadır" demişler. Bunun anlamı, "Cennetten çıkarılmış" yani "oradan kovulup cehenneme atılmış" demektir inşaAllah. Böyle olmasa bile, bizim nesil o dayakları yiye yiye bitirmiş ve şimdiki öğrencilere bir şey bırakmamıştır.

Ülkemizin son yıllardaki en büyük kazançlarından biri, bu dayak belasının büyük ölçüde terk edilmiş olmasıdır. Artık öğretmenlerimiz, öğrencileri için aynı zamanda bir baba ya da ağabey, bir anne ye da bir abla durumundadır. Bu yüzden genç kardeşlerimiz, sahip oldukları diğer imkanları da hesaba katarak, eski nesle oranla çok daha başarılı olmak zorundadır. Aksi taktirde, cennetten çıktığı söylenen şeylerin şu anda nerelerde olduğu ve ne işler becerdiği merak edilebilir.

Her güçlüğe rağmen, bizleri yine de iyi yetiştirdiklerine inandığımız öğretmenlerimizi hiç unutmadık. Ve bu gün bir çoğu vefat etmiş olan o insanları elbette ki affettik. İnşaAllah onlar da, bizim yaptığımız hataları affetmişlerdir.

_bülbül_ 30Haziran 2009 16:46

RE: Eli Sopalı - Cüneyd Suavi
 
Cüneyt suavi abimize bayılıyorum paylaşımın için sağol ecrinn

kurtmehmet 30Haziran 2009 21:57

RE: Eli Sopalı - Cüneyd Suavi
 
1960 ihtilalinden sonra, bütün ortaokul öğrencilerinin şapka takması zorunlu kılınmış ve askeri bir düzene geçilmişti. Gemi kaptanlarının taktığına benzeyen bu lacivert şapkaların içinde, onları kullanan öğrencilere ait bilgiler vardı şapkanın terek üstündede tenekeden yapma altın sarısı ay yıldız vardı

yazıyı okurken bir an kendimi 1970.. 1971 öğretim yılı samsun imam hatip lisesi korudorunda sannettim kandimi

Emekdar Üye 30Haziran 2009 22:15

RE: Eli Sopalı - Cüneyd Suavi
 
Mehmet abi sizin hocalarda böylemiydi:)


Alıntı:

Hayatımın en güzel hatıralarından biri de, Rüştü Beyle ilgili oldu. O yıllarda, "orta üç" denilen sekizinci sınıfta okuyordum. Ve sınıf başkanı olan Şemsettin Uzun adlı arkadaşımın yardımcısıydım. Şemsettin, bir çoğumuzdan daha iriydi ve belki de bu yüzden mümessil seçilmişti. Aramızdan bir damla su sızmazdı. İkide bir de onunla şakalaşır ve bazen ipin ucunu kaçırırdım. Özellikle, sıraların üzerine çıkıp onun sırtına atlamaktan, çok keyif alıyordum.

Bir gün yine teneffüse çıkmıştık. Canım yine güreşmek istemiş olmalı ki, sınıfa şöyle bir bakıp Şemsettin'i aradım. Öğretmenler odasına gittiğini söylediler. Hemen koridora fırladım. Okulun göz alabildiğine uzanana koridorları, yüzlerce öğrenci ile doluydu. Ama benim keskin gözlerim, Şemsettin’i görmekte gecikmedi. Şemsettin, alt kata inen merdivenlere doğru ilerliyordu. Koşa koşa giderek ona yetiştim ve tam merdivenlerden inmeye başladığında, balıklama olarak sırtına atladım. Bu arada, beni üzerinden atmaması için ayaklarımı beline, kollarımı da boynuna dolamıştım. Şemsettin, boş bulunduğu için önce biraz sendelemiş ve sırtına bir an da yüklenen ağırlığın etkisiyle düşmemek için, basamakları ikişer üçer inmeye başlamıştı. Yüz ifadesini görmek için başımı uzatıp ona baktığımda, ölecek gibi oldum. Sırtına atladıktan sonra büyük bir şefkatle sarıp sarmaladığım kişi, Eli Sopalı'dan başka biri değildi. Sanki beni bir anda elektrik çarpmış, ona dolanan kol ve bacaklarım korkudan çözülmüştü. Can havliyle kaçarak aşağıya indiğim merdivenler, bir türlü bitmiyordu. Bu sırada Rüştü Bey, elindeki sopasını, hücuma kalkan bir süvarinin kılıcı gibi sallayıp, "Allah!. Allah!.." naralarıyla peşime düşmüştü. (Bana öyle geldiği için, bu narayı ben uydurdum tabi ki.)

Rüştü Bey'i bilmiyorum ama benim korkudan bağırdığım kesindi. Çünkü beni resmen kovalıyordu. Zemin kata indiğimde, hemen merdiven başındaki tuvaletlere girmeyi ve bir tanesine girip kapıyı arkadan kilitlemeyi düşündüm. (İyi ki girmemişim, çünkü daha sonraki günlerde, o tuvaletlerin hiç birinde kilit olmadığını öğrendim.) Fakat lavabo bölümüne girdiğimde, yerden bir buçuk iki metre kadar yüksek olan pencerelerin açık olduğunu görerek aşağı atladım. Hani kovboy filmlerinde, filmin kahramanı olan yakışıklı genç, kendisini bir uçurum kenarına sıkıştıran kızıl derililerden, o uçuruma atıyla birlikte atlayıp kurtulur ya, bende öyle kurtulmuştum. Rüştü Bey, pencerelerin önünde kalakalmış, ben ise, dünyaya yeniden gelmiş gibi bayram yapmıştım.
Bu bölümü bir an gözümünde önünde canlandırdım da hala gülüyorum:)))

kurtmehmet 30Haziran 2009 22:35

RE: Eli Sopalı - Cüneyd Suavi
 
70 li yıllarda biz HOCAM diyemezdik öğretmenim denirdi bizim zamanımızda hocalardan korkulurdu o zamanlarda öğlenci sabahcıda yok sabah 8 akşam 6 ya kadar okulda kalırdık imam hatip lisesi öyle idi her gün 11 ders görürdük

Emekdar Üye 30Haziran 2009 22:39

RE: Eli Sopalı - Cüneyd Suavi
 
Şu hocam mevzusunu bende anlamıyorum.
İlkokul 5'e kadar Öğretmenim diyen öğrenciler
Ortaokulun ilk gününden itibaren hocam diye hitap etmeye başlarlar(bende dahil)

11 Saatte çokmuş...siz imam hatip lisesine gittiğiniz sene 1970 yılında benim babam 8 yaşındaymış bu arada gülümseyen000

Zamanda su gibi akıp geçiyor:))

kurtmehmet 30Haziran 2009 22:48

RE: Eli Sopalı - Cüneyd Suavi
 
Alıntı:

Ecrin Üyemizden Alıntı
Şu hocam mevzusunu bende anlamıyorum.
İlkokul 5'e kadar Öğretmenim diyen öğrenciler
Ortaokulun ilk gününden itibaren hocam diye hitap etmeye başlarlar(bende dahil)

11 Saatte çokmuş...siz imam hatip lisesine gittiğiniz sene 1970 yılında benim babam 8 yaşındaymış bu arada gülümseyen000

Zamanda su gibi akıp geçiyor:))



Zamanda su gibi akıp geçiyor)



Zaman su gibi akıp gitti

Geçen gün düşündüm hızla geçen o günleri.
Geriye baktığımda her şey sanki dün gibi
Acırım telaşla geçen gençlik yıllarıma
Şimdi heybemde kalan bir kaç acı tatlı hatıra.

Derdim gençliğimde bakmayacaksın arkana
Hep ileri koş ileri bilmem ki ne varsa orada
Yoktu ki gençliğimde bakacak şeyler arkamda
Şimdi heybemde kalan bir kaç acı tatlı hatıra.

Koştum koştum artık yoruldum.
Kendimi hep boş şeylerle avuttum.
Geçen güzel günler gelir mi tekrar huzura
Şimdi heybemde kalan bir kaç acı tatlı hatıra.

İsyan etmem geçirdiğim günlere
Vururum kendimi o inanılmaz emellere.
Sevgi dolu yaşadım dostlarımla hayatta
Şimdi heybemde kalan bir kaç acı tatlı hatıra.

Dostsuz arkadaşsız bunları düşünmeli.
Kaybedince anlarsın o güzellikleri.
Hayatta en önemli şey sevgi ve dostluksa
Şimdi heybemde kalan bir kaç acı tatlı hatıra.

Seda Atasoy


SAAT: 20:58

vBulletin® Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2024 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306