Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   İslam İbadet Esasları(DHBT) (https://www.forum.medineweb.net/670-islam-ibadet-esaslaridhbt)
-   -   İbadet yükümlülüğü (https://www.forum.medineweb.net/islam-ibadet-esaslaridhbt/29256-ibadet-yukumlulugu.html)

Medineweb 18 Mayıs 2014 15:05

İbadet yükümlülüğü
 
İbadet Yükümlülüğü

İbadet insanın yaratılış gayesidir. Evrendeki bütün varlıklar yaratıcı olan
Yüce Allah’a ibadetle yükümlüdürler. Bunlar arasında insanın özel ve önemli
bir yeri vardır. Allah’ın esas muhatabı da insandır. Çünkü en geniş anlamıyla
akıl nimeti sadece ona verilmiştir. Aynı zamanda nimet ve imkânlarla
donatılmış olan evren onun istifadesine sunulmuştur. İnsan güçlü bir varlık
olsa da, her şeye gücü yetmemektedir. Belli noktalarda yetersizliği
bulunduğu için her zaman yaratıcısına, O’ndan yardım almaya ve iletişim
kurmaya muhtaçtır. İnsanın, sahip olduğu üstün özellikleriyle yetersizlikleri
arasında dengeyi sağlayacak en temel eylem ibadettir. Bu sebeple Kur’ân
insanın yaratılış gayesinin Allah’a ibadet olduğunu açıkça ifade etmektedir
(ez-Zâriyât 51/56). Aynı zamanda ibadetin en doğru yol ve yöntem olduğu da
Kur’ân’da defalarca anlatılmaktadır (Âl-i İmrân 3/51; Meryem, 19/36). Buna
göre insanın yaratılış gayesini yerine getirmesi için yapması gereken temel
görev, geniş ve özel anlamıyla ibadettir. İslâm’da ibadetin alanı geniş
tutulmuştur. Ancak keyfiliğe yer bırakmamak için namaz, oruç gibi
sistematik ibadetler denilen bir takım yükümlülükler belli özellikleri taşıyan
Müslümanlar için zorunlu kılınmıştır.


Mükellef ve Şartları

İbadet önemli bir dinî yükümlülük olduğu için bunu yerine getirebilecek
nitelikteki kişilerden istenmektedir. İbadetle yükümlü ve sorumlu olan
kimselere “mükellef” yani yükümlü denir. Yükümlü olabilmek için akıl ve
beden bakımından belli bir olgunluğa erişmek gerekir. Buna âkil ve bâliğ
olma şartı denilir. Mükellef olabilmek için akıllı ve ergin olmak gerekir.
Bunun yanında mükellef olma ile ilgili başka bir kavram da ehliyettir.
Ehliyet, kişinin dinî ve hukukî bakımdan sorumluluk taşımaya elverişli
olmasıdır. Bu durumda olan kimseler artık kendi iradeleriyle hareket
edebilecek olgunluğa eriştikleri için yaptıkları fiillerden, söz ve
davranışlardan da kendileri sorumlu olurlar. Yaptıkları iyi işlerin sevap ve
mükâfatı, kötü işlerin ise günah ve cezası kendilerine ait olur. Dinin emir ve
yasaklarına muhatap olacak ehliyete sahip olmak için bir takım şartlar vardır.
Yaşıyor olmak bunların başında gelir. Diğer bir şart, akıl ve temyiz sahibi
olmaktır. Temyiz, iyiyi kötüden, yararlıyı zararlıdan ayırt etme özelliğidir.
Bunlar yanında teklif edilen dinî yükümlülüğü yerine getirecek güç ve
imkâna sahip olmak da gereklidir.
Kendi iradesiyle hareket edebilecek yaş ve olgunluğa gelmiş olan
mükellef kimselerin söz, fiil ve davranışları dinî bakımdan değerlendirmeye
tabi tutulur. Bu değerlendirme sonucunda her bir davranışa bir değer yargısı
ya da nitelik verilir. Mükellefin davranışlarına “mükellefin fiilleri” (ef’âl-i
mükellefîn), bu davranışlara dinin verdiği nitelik veya değer yargısına ise
“hüküm” denilir.

Medineweb 18 Mayıs 2014 15:24

Cevap: İbadet yükümlülüğü
 
Teklîfî Hükümler

Hükümler, fiilin mükellefin gücü dâhilinde olup olmaması ve hükmün
oluşmasında mükellefin katkısı bakımdan iki kısma ayrılır. Allah ve Resulü,
mükellef adı verilen sorumlu kimselerden bir fiili yapmalarını veya
yapmamalarını ister. Bazen de bir fiili yapıp yapmama arasında onları serbest
bırakır. Yapılması veya yapılmaması istenen fiil mükellefin gücü dâhilinde
ise, yani onu yapma veya yapmama imkânına sahipse bu gibi fiillere verilen
hükümler “teklîfî hüküm” adını alır. Mesela, “namaz kılmak farzdır”, “yalan
söylemek haramdır” gibi ifadeler birer teklîfî hüküm bildirmektedir. Burada
teklif, hükmü veren tarafından gelmektedir. Mükelleften istenen, emredilen
fiili yapması, yasaklananı ise yapmamasıdır. Meydana gelen fiilde mükellefin
gücü ve katkısı önemli değilse bu gibi hükümlere de “vad’î” hüküm denilir.
“Abdestsiz namaz kılınmaz”, “Ramazan ayı girmeden ramazan orucu
tutulmaz” gibi hükümler vad’î hükmün örneklerindendir. Bu örneklerde
namaz için abdestin, oruç için ramazan ayının girmesinin şart olduğunu
belirleyen Allah ve Resulüdür. Bu konuda mükellefin hiçbir katkısı yoktur.
Burada konumuz bakımından doğrudan ilgili olduğu için sadece teklîfî
hükümler ele alınacaktır


Mükellefin Fiilleri

Az önce de belirtildiği gibi, teklifî hükümlere fıkıhta “mükellefin fiilleri” adı
da verilir. Hanefi fıkıh bilginlerine göre mükellefin fiilleri şunlardır: Farz,
vacip, sünnet, müstehap, mubah, haram ve mekruh. Diğer mezheb
bilginlerine göre ise bu sayı; vacip, mendub, haram, mekruh ve mubah olmak
üzere beştir. Burada Hanefilerin taksimi esas alınıp diğerleri ile aradaki farka
işaret edilecektir.

1. Farz
Allah veya Resulü tarafından kesin delille emredilen ve ifade ettiği anlamda
tereddüt bulunmayan eylemlerdir. Farzlar, başka anlama gelme ihtimali bu-
lunmayan ayet, mütevatir veya meşhur hadis, ya da icmâ gibi kesin delillere
dayanır.
Farzın yapılması kesin olarak gereklidir. Terkeden ağır cezayı haketmiş
olur; farz olduğunu inkâr edenin dinden çıktığına hükmedilir

Farzlar; farz-ı ayn ve farz-ı kifâye olmak üzere ikiye ayrılır:

Farz-ı ayn: Mükellef olan her Müslümanın kendisinin yerine getirmesi
gerekli olan farzlardır. Bir kısım mükellefin yapmasıyla diğerlerinden yü-
kümlülük kalkmaz. Beş vakit namaz ve ramazan orucu böyledir.


Farz-ı kifâye: Mükellef Müslümanlara ayrı ayrı değil, topluca emredilen
şeylerdir.bir kısım müslümanlar bunu yerine getirince diğerleri sorumluluktan kurtulur.
Kur'an-ı Kerim'i ezberlemek,şahitlik yapmak,insanların ihtiyacı olan sanatları ve ilimleri öğrenmek ve cenaze namazı kılmak gibi.






2. Vacip

İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre farzla vacip eşanlamlıdır
Hanefilere göre ise, farz ve vacip
birbirinden farklı anlam taşır. Vacip; Allah veya Resulü tarafından yapılması
kesin olarak istenilen ancak dayanağı farz kadar kesin olmayan fiillerdir.
Fiilin dayanağının farz kadar kesin olmaması, bazen bize gelişi kesin fakat
farklı yoruma müsait olmasından (delâletinin zannîliğinden) kaynaklanır.
Bazen de fiilin dayandırıldığı delil bize kesin olan yollardan gelmemiş
(sübutu zannî) olabilir. Fıtır sadakası vermek, kurban bayramında kurban
kesmek, vitir ve bayram namazları, namazda Fâtiha sûresini okumak gibi.




3. Sünnet

Fıkıh usûlünde sünnet, delil olması yönüyle ele alınmıştır. Buna göre dinde
delil olan sünnet, Hz. Peygamber’den nakledilen söz, fiil ve onaylardır.
Başkasının yaptığı ve Hz. Peygamber’in de haberdar olduğu zaman
onayladığı davranışlar da sünnet kapsamına dâhil edilmiştir. Bu gibi
sünnetlere onaya dayalı olmaları sebebiyle “takrîrî sünnet” adı verilmiştir.
Hz. Peygamber’in yaptığı her davranış ve söylediği her söz dinen bağlayıcı
bir delil olmasa da, geniş anlamıyla sünnet olarak adlandırılmaktadır. Bu
manada sünnet, Kur’ân’la birlikte İslâm’ın iki temel kaynağından ve dinî
hükümlerin delillerinden biridir.
Fıkıhta ve ibadet alanında sünnet ise, Hz. Peygamber’in farz ve vacip
kapsamı dışında kalan yani kesin ve bağlayıcı olmayan ancak tavsiye ve
örnek olma niteliği taşıyan söz ve fiillerinin genel adıdır.
Sünnet; müekked ve gayri müekked sünnet olmak üzere iki kısma ayrılır.
Bu ayırım Hz. Peygamber’in dine dâhil olan davranışlarının diğer
Müslümanları bağlayıcılık derecesine göre yapılmıştır. Hz. Peygamber’den
sâdır olan davranışların dine dâhil olup olmaması bakımından ise sünnet,
sünnet-i hüdâ ve sünnet-i zevâid kısımlarına ayrılmaktadır.



Müekked Sünnet: Pekiştirilmiş ve güçlü sünnet demektir. Bunlar, Hz.
Peygamber’in devamlı olarak yaptığı ve sırf mecburi olmadığını göstermek
için ara sıra terk ettiği fiillerdir. B


Gayr-ı müekked sünnet: Hz Peygamberin çok defa eda edip bazen terkettiği sünnetlerdir.İkindi ve yatsı namazlarının ilk sünnetleri gibi. Gayr-ı
müekked sünnetlere, “müstehab” veya “mendub” adı da verilir.


Sünnet-i hüdâ: Sünnetin müekked ve gayr-i müekked çeşidine “Sünnet-i
hüdâ” da denilir. “Sünnet-i hüdâ” ile daha çok, dinî vecibeleri tamamlayıcı
özellik taşıyan fiiller kastedilir. Cemaatle namaz kılmak, ezan ve kâmet
okumak bu kabildendir.



Sünnet-i zevâid: Hz. Peygamber’in insan olması itibariyle yaptığı, dini
tebliğ maksadı taşımayan, normal insanî davranışlarıdır. Bunlara âdet sünneti
de denir. Mesela, Hz. Peygamber’in beyaz elbise giymesi, saç ve sakalını
kınalaması, yeme, içme gibi hususlardaki alışkanlıkları zevâid sünnettir. Bu
fiiller dinî yükümlülük kapsamında değildir. Yapılması dinen tavsiye de
edilmiş değildir. Mükellef bu nevi sünnetleri, Hz. Peygamber’e olan sevgisi
ve bağlılığından ötürü ve Resûlüllah’ın yolunu takip etmek niyetiyle yaparsa
sevap kazanmış olur. Bu gibi sünnetleri terkeden ise, kötü bir davranışta
bulunmuş olmaz, kınama ve cezalandırılmayı da haketmez.


4. Müstehab

Güzel görülen, sevimli ve tercih edilen amel demektir.Hz.Peygamberin bazen işleyip bazen terkettiği İslam almlerinin dini bakımdan uygun ve güzel bulup işlediği işlere denir.
Nâfile namaz ve oruçların bir kısmı bu
niteliktedir. İbadetlerin yapılışında; farz, vacip ve sünnetlerin dışında kalan
bazı davranışlar müstehabtır. Sabah namazının, ortalık aydınlanıncaya (isfâr)
kadar, sıcak mevsimde öğle namazının serin vakte (ibrâd) kadar geciktirilerek
kılınması, akşam namazında ise acele edilmesi müstehaba örnek verilebilir.
Müstehabın yapılmasında sevap vardır, terkinde ise kınama yoktur.


5. Mubah

Allah veya Resulü’nün, mükellefi yapıp yapmamakta serbest bıraktığı fiile
“mubah” denir.Mubahın yapılmasında ve yapılmamasında sevap veya günah yoktur.
Yapılıp yapılmaması, sevap veya günah açısından eşittir.



6. Haram

Allah veya Resulü tarafından yapılmaması ve vaz geçilmesi kesin olarak istenen fiildir.
Bir fiilin haram niteliğinde olabilmesi için ayet ya
da mütevatir veya meşhur hadisle kesin ve bağlayıcı şekilde yasaklanması
gerekir. Başkasının malını haksız yere yemek, adam öldürmek, evlilik dışı
cinsel ilişki (zina), alkollü içki içmek, yalan söylemek, dinin kesin haram
kabul ettiği ve yasakladığı bazı fiillerdir. Haramı yapmayan ve terkeden,
mükâfat ve sevap kazanır, yapan ise âsî ve günahkâr olur. Haramı inkâr eden
dinin sınırları dışına çıkar.


Haramın çeşitleri

İslâm dininin “haram” diye nitelediği fiiller gözden geçirildiği zaman, her
birinin pek çok zarar içerdiği görülür. Haram fiil, ya kendisi bizzat kötü
olduğundan veya kötülüğü iyiliğinden daha fazla olduğu için yasaklanmıştır.
Bu kötülük ve fenalık, ya fiilin bizzat kendisindedir veya fiilin beraberindeki
diğer hususlardadır.işte bu sebeple haram,doğrudan ve dolaylı larak ikiye ayrılır.

a. Doğrudan haram: Allah ve Resulü’nün geçici ve bir sebebe dayalı olmaksızın
baştan itibaren ve temelden yani kendi yapılarındaki kötülük veya
zarardan dolayı haram kıldığı fiildir


b. Dolaylı haram: Esasen meşru olduğu halde, haram kılınmasını gerektiren
bir durum sebebiyle haram kılınan fiildir. Buna “haram li-ğayrihî” denir.
Gasbedilmiş arazide namaz kılmak, kendisine cuma namazı farz olanlar
için cuma vaktinde alış-veriş yapmak, bayram gününde oruç tutmak
böyledir. Mesela, oruç tutmak aslı itibariyle meşru bir fiildir, fakat
bayram gününde oruç tutmak haram kılınmıştır. Çünkü bu günlerde
insanlar Allah’ın misafiri sayılırlar. Ayrıca bayram sevincini birlikte
yiyerek içerek yaşarlar. Oruç ise bu sevinci yaşamaya aykırıdır. İşte bu
haricî unsur sebebiyle, bayramda oruç tutmak meşru sayılmamıştır.





7. Mekruh

Allah ve Resulü’nün, kesin ve bağlayıcı olmayan bir tarz ve üslupla yapılmasını
ı istediği fiile mekruh denir. Hem haram hem de mekruh, yasaklanan ya
da hoş karşılanmayan veya çirkin olan fiilleri ifade eder.
Ancak haram ve mekruh kavramları Hanefilerde, diğer mezheplere göre
bazı farklılıklar gösterir. Haram; ayetle ya da mütevatir veya meşhur sünnetle
kesin ve bağlayıcı şekilde yapılmaması istenen fiili ifade eder. Mekruh ise; ya
yine bu delillerle fakat kesin ve bağlayıcı olmayarak yapılmaması istenen
fiilleri; ya da haber-i vahid gibi sübut bakımından kesinlik ifade etmeyen bir
delil ile terk edilmesi istenen fiilleri ifade eder.



Mekruhun kısımları
Mekruh Hanefîlere göre, tahrîmen ve tenzîhen mekruh olmak üzere ikiye ayrılır.


a. Tahrîmen mekruh
Allah ve Resulü’nün, yapılmamasını kesin ve bağlayıcı tarzda istediği,
ancak haber-i vahid gibi kesin olmayan zannî delile dayanan fiildir. Harama
yakın mekruh demektir.

b. Tenzîhen mekruh
Allah ve Resulü’nün kesin ve bağlayıcı olmayan bir üslupla yasakladığı
fiildir. Helala yakın mekruh demektir. Namaz için mescide gidecek kimsenin
soğan vaya sarmısak yemesi bu çeşit bir mekruhtur. Bu yasağı bildiren
deliller ağır tehdit içermeyip ilgili fiillerin yapılmamasının yapılmasından
daha iyi olacağını bildirdiği için, bunlara helala yakın mekruh denilmiştir.


Tenzîhen mekruhu işlemek cezayı ve kınanmayı gerektirmez. Fakat bu
kapsama giren bir şey yapan, daha iyi ve faziletli olan şekle aykırı davranmış
olur. Her iki mekruhu terkeden kimse de övgüyü hak eder


SAAT: 10:17

vBulletin® Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2024 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306