Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   İslamda Kadın ve Erkek (https://www.forum.medineweb.net/191-islamda-kadin-ve-erkek)
-   -   kaLıcı Şiddete Geçici ÇözümLer (https://www.forum.medineweb.net/islamda-kadin-ve-erkek/24448-kalici-siddete-gecici-cozumler.html)

Nesli_Nur 04 Şubat 2013 16:01

kaLıcı Şiddete Geçici ÇözümLer
 
Patron, kendinden büyük çalışanına küfür savuruyor. Adam, sıcak çorbayı önüne koyan eşine yumruk atıyor. Kadın, odasını dağıtan çocuğuna bağırıyor. Çocuk bebeğinin gözünü oyuyor. Patron, sokaktaki çöp kutusunda oyuncak bebeğin kızgın bakışlarıyla karşılaşıyor...


Ülkemizde 1987 yılında hayata geçirilen ‘Dayağa Hayır’ kampanyasından bu yana şiddeti önlemek için epey yol kat edildi. O yıllarda ilk kez tartışmaya açılan sorun bugün bütün dünyayla birlikte Türkiye’nin de gündemini işgal ediyor. Devletin aldığı önlemlerin yanı sıra sivil toplum kuruluşları da çeşitli çalışmalar yapıyor. Elektronik takip sisteminden ‘Alo Şiddet Hattı’na, ‘Sevgi Evleri’nden şiddet izleme merkezlerinin kurulmasına kadar birçok uygulama gerçekleştirildi. Geçen yirmi beş sene içinde “Kol kırılır yen içinde kalır.” düşüncesinden kısmen uzaklaştığımızı söyleyebiliriz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden ülkemize verilen cezalar da bunu doğruluyor. Örneğin 2009 yılında Türkiye’nin vatandaşını eşinden koruyamadığı gerekçesiyle mağdura 36 bin Euro ödenmesine karar verildi. Gelin görün ki sorun çözülemiyor. Şiddet, kar topu etkisiyle yeni mağdurları içine alarak büyümeye devam ediyor. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün ‘Şiddet Araştırma Özet Raporu’ görüşümüzü destekler nitelikte. Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde yapılan araştırmaya göre şiddete maruz kalan kadınların yüzde 44’ü çocuklarına kaba kuvvet uyguluyor ve onları aşağılıyor. Yaşlıların tartaklanması, aşağılanması, istismara uğramasının sebebi de ne yazık ki faillerin şiddet görmesi. Aynı çalışmaya göre, şiddete maruz kalan 15 yaş üstü kadınların yüzde 94’ü hiçbir kuruma şikâyette bulunmuyor. Dahası şiddet görenler “Koca, eş ve çocuklarını dövebilir mi?” sorusuna büyük oranda, “Evet” cevabını veriyor. Böyle bir atmosferde yetişen çocuk, güçlünün güçsüze baskı uygulayabileceğine ikna oluyor. Küçükken arkadaşlarına, hayvanlara, bitkilere; büyüdüğünde ise eşi, çocukları ya da yaşlılara kaba kuvvet uyguluyor. Haliyle bu durum, toplumda bir sarmala dönüşüyor.
Bütün analizler gösteriyor ki şiddeti kanıksamış vaziyetteyiz. En basiti artık toplu taşıma araçlarında çıkan kavga veya tartışmalara, “Olabilir. Bu kalabalıkta normal.” deyip göz yumuyoruz. Birinin burnundan soluyup ağır hakaretlerde bulunup birini dövdüğünü görsek, “Bu hale geldiğine göre adamı nasıl kızdırdılar kim bilir? Dayağı hak etmiştir.” diyebiliyoruz. Üstelik sözünü ettiğimiz yaşadığımız topraklara has bir durum değil maalesef. Geçtiğimiz günlerde Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Kadın Platformu, ‘Aile ve Şiddet Konferansı’nda yurtiçi ve dışından uzmanları ağırladı. Ülkelerin sunduğu çözüm önerileri ve projelerin farklı olmasına karşın ortak kanaat şuydu: Şiddet bir dünya sorunu. Çünkü Ukrayna, Japonya, Finlandiya ya da Türkiye’de çocukların aynı sözde gerekçelerle istismar edildiği açıkça görülüyordu.
Şiddeti anlamıyoruz bile

Cinayet, nefret suçu, dayak ve istismarı şiddet kategorisinde değerlendiriyoruz. Fakat cinsiyetçiliğin dahi normal hale geldiği mevcut koşullarda psikolojik veya sözel şiddeti tartışmıyoruz bile. Zaten sorunun önüne geçilememesinin bir sebebi şiddetin genel geçer bir tanımının olmayışı. Sosyal hizmetler uzmanı psikolog Elif Sultan Demirhan şiddeti, içimizden gelen kendimize, insanlara, hayata, uyguladığımız dürtüsel bir enerji olarak açıklıyor. Önce kendimize sonra çevremize aşama aşama zarar veriyoruz. Acılarımızdan başkaları üzerinden arınmaya çalışıyoruz.
Demirhan’a göre şiddet denildiğinde aklımıza küfür, kötü söz, hakaret, dedikodu veya tehdit gelmiyor. Çünkü saydıklarımız, bazı hallerde toplumsal değerlerin korunması için gerekli görülüyor. Örneğin bir çocuğu hayırlı bir evlat olarak yetiştirmek (!) için korkutmak meşru görülüyor ve şiddetten sayılmıyor. Oysa Demirhan, yalnızca fiziksel şiddetin dikkate alınmasını doğru bulmuyor. Zira insan ruhunu hedef alan her davranış, bakış ya da söz aynı amaca hizmet ediyor: İncitmek.
“Sağım solum, önüm arkam şiddet” diyebileceğimiz günümüz şartlarında agresif dürtülerin kaynağı hepimiz için merak konusu. Bu, psikolojinin de temel tartışma alanlarından biri. Bilim dünyası bugüne kadar sinir eğiliminin biyolojik kökenli mi yoksa sonradan mı öğrenildiğini epey tartıştı. Nihai olarak da şiddetin hem genlerimize işlediğini hem de yaşayarak öğrendiğimizi kabul etmiş olduk.
Belirli düzeyde etki eden genetik yapıya bir de çevresel faktörler eklendiğinde vakalar artıyor. Diğer taraftan şiddeti ister genlere isterse çevreye dayandıralım, yönümüzü aileye çevirmek durumundayız. En zor görülen hadiseler bile sıcak yuvalarda görülebilir hale geldi. Uzman psikolog Zahide Çakır Çilesiz haneyi öfkeye sebep olan sosyal çevrelerden en önemlisi olarak kabul ediyor: “Başkalarına zarar veren saldırgan davranışların altında yatan nedenler taklit ile açıklanabilir. Öğrendiğimiz her davranış kalıbı ödül yahut cezayla alışkanlığa dönüşür. Şiddete teşvik varsa şayet saldırgan davranışlar karakterimize işliyor.” Dolayısıyla kamu ve sivil toplum kuruluşlarının şiddetle ilgili çalışmalarını değiştirmesi gerek. Çünkü ceza ve mağduru korumak ne kadar mühimse şiddetin kökenine inmek de o kadar çözüme katkı sağlayabilir. Çilesiz, toplumsal öfkeyi hafifletmek için bireyin ruh sağlığına odaklanmak gerektiğini düşünüyor: “Bu kamu sağlığı sorunu temelde bireylerin psikolojik sorunları çözülerek önlenebilir. Kişi önce kendi içine yöneldiğinde agresif dürtülerini normalleştirebilir. Saldırgan tepkilerini azaltabilir. Bu olumlu değişim zincir şeklinde iletişim kurduğu herkese yansıyacak ruhsal gelişim toplum içinde domino etkisi oluşturabilir.”
Herkes muzdaripse kim şiddete meylediyor?

İşyerinde, evde, sokakta, sosyal medyada hatta sanatta öfkenin kol gezmesi çözümü zorlaştırıyor. “Herkes muzdaripse kim şiddete meylediyor?” sorusu ister istemez akıllara takılıyor. Uzman psikolog Çilesiz’e göre her durumda mağdur ya da zalimden bahsetmemiz mümkün değil. Yeri geldiğinde insan kendine bile zarar verebiliyor. İçimizde bir öfke biriktiğinde ve acılarımızdan kurtulamadığımızda bu hal, dışarıya kaba kuvvet olarak yansıyor. Çilesiz, her sinir anının, her konuşulmayan sorunun bizi şiddete bir adım daha yaklaştırdığı görüşünde: “Herkes başkalarından şikâyetçi. Kimse çuvaldızı kendine batırmıyor. Etnik ve dinî milliyetçilikler dahi küçük anlaşmazlıkların bir sonucu aslında. Basit gördüğümüz sorunlar zamanla dağ gibi yükseliyor. Hâlbuki meselenin özü konuşabilmek. Eğer iletişim kurabilirsek, korkmadan, aşağılanmadan sorun çözülebilir.” Çilesiz ayrıca, bastırıldığımız-engellendiğimiz durumlarda şiddete başvurduğumuz üzerinde duruyor. Öfke kendimizi ifade etme biçimlerinden bir tanesi. Fakat bu duygu her şeyin önüne geçiyorsa probleme yol açıyor. Öfke yoğunluğu antisosyalliğe ve psikopatlığa dönüşüyor. Az olduğundaysa kaygılı, pasif, kişilik bozukluğu yaşayan kişiler haline gelebiliyoruz. Burada önemli olan duyguyu kontrol altına alabilmek. Kendimizle barışık olmadığımızda çevremizle ilişkilerimiz de zarar görüyor. Dahası şiddetin öğreticisi oluyoruz. Sözgelimi çocuk kızıldığında nasıl davranacağını anne-babasının davranışından çıkarıyor. 34 yaşındaki iki çocuk annesi E.T.’nin yaşadıkları şiddetin iletişimsizlikten kaynaklandığını anlatmaya yetiyor: “Dört yaşımdan beri dayak yiyorum. Ne zaman itiraz etsem bu bana küfürle, bağrışla geri döndü. Bekârken sustuğum yetmezmiş gibi evlilikte de kayınpederden, kayınvalideden, ağabeylerden hakaret işittim. Eşimden dayak yedim. Konuşamadım kimseyle sinirimi çocuktan çıkardım. Pişmanım aslında.”
Şiddet taşıyıcıları değişiyor

Bazen çevremizde gelişen olaylara bile yabancı kalırken çatışma, cinayet ve kavgalardan aynı dakika haberdar oluyoruz. Videolar, oyunlar, klipler, filmler... Her biri yeni dünyaları önümüze seriyor. Bu bilgi akışının olumlu ve olumsuz sonuçları var. Örneğin savaş mağdurlarının acılarına ortak olabiliyoruz haberler aracılığıyla. Yardım kampanyaları hatta dualar bile enformasyonla yerine ulaşıyor diyebiliriz. Menfî neticeler uzun bir listeyi doldurur lakin bunlardan belki de en önemlisi çocukların şiddeti normalleştirmesi. Örneğin, çocuk, eve giren bir gazete sayfasında gördüğü, vücudunun her yanından bıçaklanmış bir maktul fotoğrafıyla sarsılabiliyor. Ya da küfür içeren bir şarkıyı ezberleyebiliyor. Hatta gençler arasında argo ve küfürlü konuşma samimiyetin göstergesi kabul ediliyor.
Biz yetişkinlerde gözlemlenen öfke patlamalarının çocuklarda görülmesiyse şiddetin öğrenildiğini kanıtlıyor. Şiddet eğilimi üzerine çalışmalar yürüten klinik psikolog ve davranış bilimci Sedef Aksoy çocuklarda agresyonu gözlemlemiş. Aksoy, siniri bir yardım çağrısı olarak görmek gerektiğini savunuyor. Kendini anlatamayan, dışlanan çocuk sinirlenmekten başka çare bulamıyor. “İmdat” sesleri, “Büyüyünce düzelir” bakış açısıyla karşılık bulduğunda yetişkinlikteki krizlere davetiye çıkarılıyor. Zaten küçük yaşlardaki agresif davranışlar yetişkinlik öfkesinin temelini oluşturuyor. Aksoy, çocuklarda şu davranışların tehlikeli olduğu kanaatinde: “Saç çekme, tükürme, oyuncak fırlatma, hayvanlardan nefret etme, huzursuzluk, eşyaya bilinçli zarar verme gibi alışkanlıklarla karşılaşılırsa tedbir şart hale gelmiş demektir.” Her miniğin içindeki öfkeyi atmak için seçtiği yöntemler değişse de onun sıkıntısı anlaşılmazsa acı bir tablo ortaya çıkıyor. Çocukluktaki ufak tefek saldırganlıklar yıllar geçtikçe daha da belirginleşiyor. Özellikle ergenlik döneminde çevresindekilere zarar vermeye devam ediyor. Gencin sıkıntıları, “Ergendir ne yapsa yeridir.” diyerek hoş görülürse sorun kronikleşiyor. Yetişkinlikteyse artık kaba kuvvet kişi için utanılacak bir davranış olmaktan uzaklaşıyor. Sıradan, olağan bir gündelik hayat deneyimi haline geliyor ne yazık ki. Psikolog Sümeyra Akkor da eğitimin şiddete kalkan olabileceği görüşünde. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın aile rehabilite çalışmaları örnek teşkil ediyor. “Eğitimi okul sıralarından ibaret görmek de doğru değil.” diyen Akkor’un önerileri şöyle: “Mağdurlar kadar faillerin de tedavi görmesi, evlilik okullarının yaygınlaştırılması, okul rehberlik hizmetlerinin genişletilmesi toplumsal öfkeyi dindirebilir. Öfke taşıyıcıların değiştiği bir toplumda eğitime aile ve iletişim konulu dersleri dahil etmek zorunlu hale geliyor.”
Saldırganlık ve şiddeti azaltmak için, yetişkin ve çocuklara uygulanabilecek bir dizi yöntem sıralanabilir şüphesiz. Ancak Adem’in torunlarının her birinin içindeki öfke volkan gibi patlamaya teşne görülüyor. Kanunların, cezaların ya da tedbirlerin saldırgan eğilimlerimizi engellemesi mümkün değil. Bütün çalışmalar bizlerin özverisiyle anlamlı hale gelebilir. İyiliğiyle kötülüğüyle nefis diye andığımız bir yönümüz var her şeyden önce. Onu terbiye etmek yalnızca ebedî hayatımızı kurtarmıyor, dünyamızı da ideal hale getiriyor. Onu terbiye ederken öfke kontrolünü de öğrenmiş oluyoruz. Musibetlere karşı sabır göstermek, şiddet eğilimimizi köreltebilir. Yaşadığımız her neyse onu öfke patlamasına dönüşmeden aşmaya çalışmak bize emredilen hayat ölçüsünün bir gereği zannederiz.

SÜHEYLA SANCAR


SAAT: 16:38

vBulletin® Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2024 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306