![]() |
Cihad [B][I]CİHAD a-Kavram Olarak Cihad: ‘Cehd veya cühd’ kökünden türeyen ‘cihad’, Kur’an’ın anahtar kavramlarından biridir. Cihad kelimesi farklı formlarda Kur’an’da kırk kadar yerde geçmektedir. ‘Cehd veya cühd’, kararlı ve şuurlu bir şekilde gayret etmek, zorluklara karşı çaba göstermek, çalışmak gibi anlamlara gelir. Aynı kökten türeyen ‘cihad veya mücahede’ sözlükte, düşmanın saldırısına karşı koymak üzere elinden geleni yapmak, bütün gayreti harcamak demektir. Bu düşmanın insanın içinde veya dışında olması farketmez. Mü’min kendine zarar vermek üzere saldıran düşmanlarına karşı koymaya çalışır, onların zararlarını uzaklaştırmada gayretli olur. Mü’minlerin kararlı ve şuurlu çabalarının bedenle yapılanına ‘cihad’, ruhsal olanına ‘mücahede’, fikir ve İslâmí ilimlerde yapılanına da ‘ictihad’ denilir. (Bak. Mücahede, İctihad) Allah yolunda gayret göstermek, çaba sarfetmek anlamlarına gelen ‘cihad’, her üç manayı da içerisine almaktadır. Allah yolunda yapılan bütün çalışmalar, Allah’ın adı yükselsin diye gösterilen gayretler, O’nun dini İslâmı savunma için ortaya konan çabalar tümüyle ‘cihad’ ismiyle nitelendirilir. Bedeniyle, organlarıyla, malıyla cihad edene veya manevi tarafını olgunlaştırmak için çaba sarfedene ‘cahid ve mücahid’, İslâmí hükümleri ortaya koymak için gayret edene de ‘müctehid’ denilmektedir. Mü’minin, Allah tarafından kendisine verilen beden, mal ve zihinsel imkanları Allah yolunda harcaması, İslâm yolunda kullanması ‘cihad’tır. Kelimenin sözlük anlamından da anlaşıldığı gibi ‘cihad’ bir saldırı değil, olabilecek bir saldırıya karşı yapılan bir savunmadır. Bu saldırıyı savabilmek üzere çaba göstermek, çalışmaktır. O bir anlamda insanın mutluluğuna giden yoldaki engelleri kaldırmaktır. Kur’an, cihad ile fiili savaş olan kital’ı ayrı ayrı kullanıyor. b-Cihad Saldırı mıdır? İslâmın yanlış anlaşılan emirlerinden biri de cihad’tır. Özellikle batılı araştırmacılar cihadın bir saldırı olduğunu, İslâmın bu saldırı yoluyla yayıldığını, müslümanların saldırı anlamındaki cihad emrine uyarak başka ülkeleri işgal ettiklerini ısrarlı bir şekilde iddia ederler. Müslümanlar söz konusu olunca, yerli-yersiz cihadın saldırı amacıyla kullanıldığını ve bunu da ‘kutsal savaş’ şeklinde anladıklarını ileri sürerler. Cihadın anlamı ve işleyiş şekli yakından incelense, cihada izin verilen şartlara yeniden bakılsa durumun iddia edildiği gibi olmadığı görülecektir. Cihad kavramının karşılığı ‘savaş’ kelimesi değildir. Çünkü ‘cihad’la savaş sözcüğü arasında hem nitelik hem de nicelik farkı vardır. Savaş salt askerí harekat olup güce dayanır. ‘Cihad’ ise askerí operasyon da dahil ilâhí hedefler uğruna gösterilen bütün çabaları içerisine alır. Bu demektir ki ‘cihad’; kutsal bir gaye uğruna ortaya konulan her türlü fikrí, fiilí ve kalbí çalışmanın ortak adıdır. İslâma göre ‘dinde zorlama yoktur’ (2 Bekara/256). Yani insanlar diledikleri dini seçebilirler. İnandıkları din ne kadar yanlış ve saçma olsa bile bu konuda zorlama söz konusu olamaz. Çünkü inanma bir gönül işidir. Bir şeyin doğruluğu ve hakk oluşu kalp ile kabul edilmezse, silah zoruyla kimseye bir şey sevdirilemez. Üstelik, Allah (cc) insanlara irade hürriyeti vermiştir. Onlar, hakk ile batıl arasında seçim yapma hakkına sahiptirler. Bu seçimlerin sonucu temamen kendilerini ilgilendirir. Ancak, bir takım insanlar kendi halinde bir din seçmekle kalmazlar başkalarına zorla bu dinlerini benimsetmeye çalışırlar. Kimileri, insanlar üzerinde hakimiyet kurmak isterler. Kimileri İslâmın davetinin önünü kesmeye, insanların İslâma ulaşmasını engellemeye çalışırlar. Kurdukları tuzak ve düzenlerle insanları kandırmaya, hak yoldan ayırmaya çaba gösterirler. Yahut, kimileri müslümanlara ve onların yaşadıkları yerlere saldırıp, topraklarını işgal etmek, insanları yönetimleri altına almak isterler. İşte bu gibi durumlarda ‘cihad’ gündeme gelmektedir. Müslümanlara veya onların yaşadıkları topraklara düşmanları saldırdığı zaman, müslümanlar sessiz mi kalsın? Allah’ın dinine hakaret edilirken, insanlar zorla veya hile ile İslâm’dan uzaklaştırılırken; müslümanlar hiç bir şey demesinler mi? Bir takım zalimler, insanlara, zayıf bırakılmışlara zulmederken, müslümanlar başlarını kuma mı gömsünler? Güçlüler ve zenginler yeryüzüne istedikleri gibi yön versinler, fitneyi artırsınlar, insanları sömürsünler, onların zenginliklerini yağmalasınlar ama müslümanlar aldırmasınlar. Allah’a kul olmak isteyen nice iyi niyetli insanların önüne şeytaní tuzaklar kurulsun de, müslümanlar seslerini çıkarmasınlar, bu doğru olur mu? Kaldı ki cihad yalnızca mü’minlerin dış düşmana karşı yaptıkları bir savunma değildir. Cihad, aynı zamanda kişinin kendi nefsinin kötü isteklerine karşı direnmesi, iblisin kandırmalarına karşı koymasıdır. Bu ise mü’minin hayatı boyunca yapması gereken bir ‘mücahede’dir. Çünkü gerçek müslümanlık ancak şeytana uymamakla, nefsin kötü emirlerine karşı çıkmakla yerine getirirler. Müslümanlar kendilerini, dinlerini ve vatanlarını korumak için onlara farz kılınan cihad emrini yanlış anlayanlar, cihadsız bir İslâm istiyorlar. Onlar, yeryüzünde diledikleri gibi at koşturacaklar, istediklerini yapacaklar, hatta müslümanlara yön vermeye kalkışacaklar, ama müslümanların bir tepkisi olmayacak. Böylesine sessiz, tepkisiz, pısırık bir din istiyorlar galiba. Şeytan ve onun yardımcıları olduğu, bir takım insanlar yeryüzünü ifsat etmeleri (bozmaları), azıp sapmışların çıkardıkları fitne (bozukluk, isyan, kafirlik) devam ettiği müddetçe; cihad var olacaktır. Yani cihad’a ihtiyaç duyulacaktır. c-Cihadın Amacı ve Kapsamı: Cihadın gayesi, toplumdaki fitneyi kaldırmak, zulümleri önlemek, insanlara Allah’ın adını ulaştırabilmektir. Hakk bayrağını yüceltmektir. İnsanları baskılardan ve zulümlerden kurtarmaktır. İslâm ile insanların arasındaki engelleri ortadan kaldırmaktır. Onların rahat bir şekilde İslâmı tanımalarına fırsat vermektir. İslâm savaş realitesini göz ardı etmez. Çünkü savaşın tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. Savaş bazen arzu edilmese de kaçınılmaz olur. Müslümanlar asla mal toplamak, toprak ele geçirmek, insanlara hükmetmek, onlara karşı büyüklük taslamak, onları öldürmek, zenginliklerini yağmalamak, insanlardan intikam almak için cihad etmezler. Bunların hiç biri İslâm’da yoktur. İslâm savaşı, ekonomik, sosyal ve siyasal hegemonya aracı olmaktan kurtararak insaní hedeflerin gerçekleşmesinde, gerektiği zaman başvurulacak bir metod olarak kabul eder. Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta da şudur: Başkalarının savaşları özünde profandır ve dünyalık amaçlar uğrunda yapılırken, İslâmın cihadı Allah rızası için yapılır ve özünde Ahirete ait bir boyutu vardır. Bu anlamda ‘cihad’ bir ibadettir. Çünkü ‘cihad’ İslâmı, yani Allah’ın insanlar için seçtiği iki dünya saadetini insanlara taşıma çalışmasıdır. İnsanların zülmün ve tuğyanın karanlıklarından, İslâmın aydınlığına bir davettir. İnsanlara o aydınlığı onlara ulaştırma faaliyetidir. Bu nedenle ‘cihad’a bir ‘yürek fethi’ gayreti de denilir. Yani karanlıkta kalan insanların gönülllerini İslâma ve onun güzelliklerine açma çabası. İslâm davetinin amacı insanlardan bazılarının diğerleri üzerinde rabbleşmesini önlemek, hakların sahiplerine ulaşmasını sağlamak ve onları mutluluğa ulaştırmaktır. Ancak bazen insanla bu mutluluk arasına maddi veya manevi engeller girebilir. Bu engeller kimi zaman fiziksel, kimi zaman düşünsel; bazen bireysel, bazen toplumsal, bazen de kurumsal olabilir. Bu engeller kimi zaman resmí odaklar tarafından tezgâhlanabilir. Günümüzde insanlık, mesafelerin ve yerleşim alanlarının yakınlığına, iletişimin son derece artmasına rağmen, bir iletişimsizliği, bir yalnızlığı yaşıyor. Aynı mahalleyi, aynı apartmanı, hatta aynı mekânı paylaşan kişiler arasında bile bir yabancılık söz konusu. Yürekler arasındaki bağlar ve ünsiyet azaldı. Onun yerine kalın duvarlar örüldü. ‘Cihad’ faaliyeti, saadetin ta kendisi olan İslâmla insanlar arasına, giderek yürekler arasına konulan engelleri, yapılan duvarları ortadan kaldırma çalışmasıdır. İnsanları kendi gerçekleriyle, Rablerinden gelen Gerçekle ve bunun sonucu iki dünya mutluluğu ile buluşturma, insanların yüreklerini ilâhí güzelliklere açma gayretidir. Müslümanlar ‘cihad’ faaliyeti ile insanlığın eskimez değerleri olan İslâmın güzelliklerini insanlara, yine onun dilini kullanarak taşırlar. Onlar İslâmın getirdiği mutluluğu fiilen tadarak, başka yüreklere de bu aşkı götürmek isterler. Bu çalışmayı yapanlar insanı ‘Allah’ın indirdiği bir âyet-kitap’ olarak değerlendirirler. Onların da ‘Vahy-i Metluv-Okunan Vahiy’ olan Kur’an’la buluşmaları için çalışırlar. (M. İslamoğlu, Yürek Fethi, s: 36-43) Görüldüğü gibi ‘cihad’ın kapsamı ve hedefi bazılarının sandığı gibi ne saldırı ne de savaştır. Ancak yeri gelince dış düşmana karşı fiilí cihad dediğimiz ‘kıtal-savaş’ gündeme gelir. Müslümanlara yapılan saldırılara cevap vermek, onların zararlarını önlemek İslâmâ inananların hem hakkı hem de görevidir. ‘Cihad’ faaliyeti aynı zamanda insanların kendi istekleriyle müslüman olmalarını sağlayacak bir ortamı da hazırlar. Kur’an-ı Kerim, cihad ve savaş kavramların temamen ‘Allah yolunda cihad’ (fi sebilillah) şeklinde kullanmaktadır. Öyleyse Allah rızasının dışına çıkan bir savaş İslâmın emrettiği cihad değildir. Hz. Muhammed (sav) bütün bir peygamberlik hayatı bir ‘cihad’ faaliyetidir. Çünkü onun görevi bir peygamber olarak insanlara Allah’ın dinini tebliğ etmek, insanların İslâm ile iki dünya saadetine kavuşmalarını sağlamaktı. Onun bu uğurdaki çabası, gayreti, çektiği sıkıntılar, hedefi ve beklentileri; ‘cihad’ ibadetinin boyutlarını gösterir. Ancak ‘fiilí cihad-kıtal’, İslâm tarihinde ilk defa Peygamberimizin ve müslümanların Medine’ye hicret edip bir toplum ve devlet kurmalarından sonra farz oldu. Bilindiği gibi Mekkeliler, müslümanları İslâmdan döndermek için her yolu denediler, başaramayınca onları Mekke’den sürüp çıkardılar. Bununla da kalmayıp onları Medine’de de öldürmek, yok etmek için ordular hazırladılar. Böyle bir ortamda müslümanlara kendilerini savunmak için ‘kıtal-savaş’ izni verildi. ‘Fiilí cihad’ın müslümanlara farz kılınış şekli, cihad anlayışını ortaya koymaktadır. Bu konuyu yanlış anlamak isteyenlere de net bir cevap vermektedir. (9 Tevbe/40) Müslümanlar savaş istemezler. Ama kendilerine saldırı olursa sabırla direnirler, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda çaba gösterirler. d-Cihadın Fazileti: Allah, kendi yolunda cihad etmeyi emrediyor. Bu yolda canlarıyla ve mallarıyla çalışanları övüyor. (8 Enfal/72, 9 Tevbe/41) Allah yolunda mücadele eden mücahidelerin dereceleri, evlerinde oturanlardan daha yücedir. (4 Nisa/95) Peygamberlerle beraber Allah yolunda yılmadan, gevşemeden mücadele eden sabırlı Rabbaníleri sever. (3 Âli İmran/146) Peygamberimiz (sav) sayısız hadislerinde cihad etmenin, Allah yolunda çaba harcamanın çok sevap olduğunu haber vermektedir: “Allah yolunda cihad ediniz. Çünkü Allah yolundaki cihad, Cennet kapılarından bir kapıdır ki, Allah (cc) onun sebebiyle (mücahidi) hüzün ve kederden korur.” (A. b. Hanbel, 5/214, nak. H. İbadetler Ans. 11/159) Ebu Sa’id (ra) anlatıyor; Rasûlüllah (sav)’a bir gün şöyle sordular: “- Ey Allah’ın Rasûlü! İnsanların en faziletlisi kimdir?” Şu cevabı verdi: “- Allah yolunda malıyla, canıyla cihad eden mü’min kişi.” “- Sonra kim?” diye tekrar soruldu. Bu sefer; “- Issız köşelerden bir tenhaya Allah korkusuyla çekilip, insanları kendi kötülüklerinden koruyan kimsedir” şeklinde cevap verdi. (Müslim, İmare/122, 123, 127, Hadis no: 1888, 3/1503. Ebu Davud, Cihad/5, Hadis no: 2485, 3/5. İbni Mace, Fiten/13, Hadis no: 3978, 2/1316. Buharí, Cihad/2, Nesâí, Zekât/74. 5/62. Tirmizí, F. Cihad/24, Hadis no: 1660, 4186.) “Kim ki cihad etmeden veya cihad etme arzusunu duymadan ölürse münafıklar gibi ölmüş olur.” (Müslim, İmare/158, Hadis no: 1910, 3/1517. Ebu Davud, Cihad/18, Hadis no: 2502, 3/10. Nesâí, Cihad/2, 6/7.) Allah yolunda cihad edenler ‘şehid’ olurlar ve onlar ölmezler, Allah katında diridirler. (2 Bekara/154. 3 Âli İmran/169) e-Neye Karşı Cihad? Cihad üç şeye karşı yapılır: 1-Açık bir düşman saldırısına karşı, 2-Şeytanın hilelerine karşı, 3-Nefsin, şeriata aykırı isteklerine karşı. Açık bir düşmana karşı cihadın iki yönü vardır: e1-Mü’minlere saldıran kafirler ve münafıklara karşı; Bunlarla cihadın da kolaydan zora doğru dört aşaması vardır: 1-Gönülden razı olmama, 2-Onların yaptıklarına karşı çıkma, dil ile kötülüklerini önlemeye çalışma, 3-Mal ve diğer meşru maddi araçları kullanarak onların zararlarını savma çabası , 4-Son olarak beden, el ve diğer araçlarla onların saldırılarını ve zararlarını önlemeye çalışma, yani kıtal-fiili savaş. e2-Zalimlere karşı cihad; Zalimin yanında hakk olan şeyi söylemek, onun zulmüne engel olmaya çalışmak bir cihadtır. Nitekim Kur’an-ı Kerim, ‘bizi bu zalimlerden kurtarın diye yalvaranlar uğruna cihad edin’diye emrediyor. (4 Nisa/75) f-Cihadın Araçları: Cihad’ın araçları: 1-Müslümanın kendi aşırı isteklerini sınırlamak için çaba göstermesi, takva sahibi olması, nefse karşı yapılan cihadtır. 2-İlim ile yapılan cihad; cahillik, kötülüklerin kaynağıdır. Hakkı ve O’nun güzel yolunu tanıyan kötülüklere düşmez. Kötü insanlara ve zalimlere doğru bilgi ve Kur’an’ın hikmetleri, güzellikleri ulaştırılırsa, onların kötülüğü azaltılabilir. 3-Mal ve cihad; mü’min sahip olduğu imkanları Allah yolunda harcayabilir, Allah yolunda çalışanlara, kötülükle savaşanlara destek olabilir. 4-Dil ile cihad, mü’min elinden geldiği kadar günah ve kötü olan işleri ortadan kaldırmak, kötü insanları kötülüklerden vaz geçirmek için diliyle anlatır, öğüt verir. Peygamberimiz (sav) şöyle buyuruyor: “Müşriklere karşı mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad edin.” (Ebu Davud, Cihad/18, Hadis no: 2504, 3/10. Nesâí, Cihad/1, 6/7.) Umretü’l Kaza sırasında Abdullah b. Revâha (ra)’nın Hz. Muhammed (sav) huzurunda Kureyşlileri hicveden şiir okumasını Hz.Ömer (ra) hoş karşılamayarak engel olmuştu. Bunun üzerine Rasûlüllah (sav) ona; “Ey Ömer, Abdullah’ı serbest bırak, onun hicivleri Kureyş’i oktan daha çabuk etkilemekte, yaralar açmaktadır.” (nak. K. Sitte, 5/67) Dil ile cihad; her türlü ilmí ve edebí çalışmaları, tanıtım ve bilgilendirme faaliyetlerini, karşı tez geliştirmeyi, zararlı propagandalara cevap vermeyi, düşünsel ve bilimsel alanda yetkin bir mücadeleyi de kapsar. Bunun metodu ve araçları zamana ve şartlara göre değişebilir. Allah’ın diniyle mücadele edenlerin şeytaní hileleri bilinip ona göre çalışma yapılmalı. Günümüzde çok yaygın hale gelen meşru eğitim ve iletişim araçları insanların gönüllerini İslâma ısındırmak, onların yüreklerine İslâmın diriltici soluğunu ulaştırmak amacıyla kullanılabilir. 5-Beden ile cihad; mü’min gerekirse bedeniyle, canıyla Allah yoluna çıkar, çalışır, çaba sarfeder, Allah adını yüceltmek için gayret eder. Canını Allah yolunda vermekten çekinmez. Mü’minler İslâma aykırı olmayan bütün araçları kullanarak; bugün özelde müslümanları, genelde bütün insanlığı tehdit eden, onların mutluluğuna engel olan kötülüklerle mücadele etmeli ve insanlara İslâmın güzelliklerini ulaştırmalıdırlar. İnsanlığın gerçekten bu çabaya, bu çalışmaya her zamankinden daha fazla ihtiyacı bulunmaktadır. |
Cvp: Cihad Cihad; lugatta güç ve takat ile bütün gayreti harcamak demektir. Terim anlamı ise, hak din olan İslama davet etmek ve bunu kabul et-meyen kimselerle mal ve can ile savaşmak demektir. Yüce Allah Kur´an-ı Kerim´de şöyle buyurur: "Ağırlıklı ve ağırlıksız olarak hep birlikte savaşa çıkın ve Allah yolun-da mallarınızla, canlarınızla cihad edin. Eğer bilirseniz bu sizin için çok hayırlıdır." (Tevbe: 9/41) "Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın, bilakis onlar rableri ka-tında diridirler. Fakat sizler (onların durumunu) idrak edemezsiniz." (Bakara: 2/154) Başka bir ayet-i kerimede Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz ki Allah müminlerden canlarını ve mallarını onlara cenneti vermek karşılığında satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşır, öldürür ve öldürülürler." (Tevbe: 9/111) Cihad, islamı en yüksek zirve noktasına çıkarır. İslam kurallarının mu-hafazasını sağlayan surdur. İslamın ve müslümanların yaşadığı ülkelerini korumanın yoludur. İslam dini cihada büyük önem vermiştir. Müslümanları onların düş-manlarına karşı korumanın en başında yer alır. Bu nedenle cihad kıyame-te kadar bakidir. Cihad ruhuna sarıldığı müddetçe müslümanları hiç bir güç aşağı edemez. Hangi topluluk cihadı terkedecek olursa dünyada aşa-ğılık olur. Bununla kalmayarak kendi topraklarında dahi saldırılara maruz kalır. Allah onları yardımsız bırakır. Cihadın üstünlüğünü ve Allah katında amellerin en üstün olduğunu bildiren çok hadisi şerif vardır. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ey insanlar! Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz. Allah´tan afiyet isteyiniz ama düşmanla karşılaşınca da (savaşın bütün şiddetlerine karşı) sabrediniz. İyi biliniz ki cennet muhakkak silahların gölgesi altın-dadır" [1] Ebu Said el Hudri, Resulullah (s.a.v.)´e, -En faziletli insan hangisidir? diye sormuş, O da şöyle buyurmuştur: ´´Allah yolunda canı ve malı ile savaşan mümindir" dedi. O zat: -Sonra hangisidir? diye sorunca, bu sefer de, "Vadilerden bir vadide yalnızlığa çekilmiş kimsedir ki Rabbına ibadet eder ve insanları kendi kötülüğünden rahat bırakır." [2] cevabını vermiş-tir. İlahi hükümleri dünyada geçerli hale getirebilmek için kendi ülkelerin-de olan kâfirler için dahi İslama davet etmek müslümanlar üzerine farz-ı kifaye olduğu halde kendi ülkemizde, kendi diyarımızda, kendi komşula-rımız ve yakınlarımıza karşı ilahi emirleri tebliğ etmenin ne kadar gerek-li olduğu haliyle ortaya çıkmaktadır. İslama gerçek bir şekilde inanan mü´minin imanını küfre karşı koru-ması için nasıl ki salih amellere sarılması gerekiyorsa, aynı şekilde kâfir-lere ve İslam düşmanlarına karşı, islamın ve toplumun haysiyet, şeref ve namusunu koruması da o kadar gereklidir. İşte bu gerekliliğin yolu cihaddan geçiyor. İslam´ı içten hezimete uğratmaya çalışanlara karşı ve islam ülkesine saldırıp yıkmaya çalışan kâfirlerle yapılması gereken cihada farzı âyn olan cihad denir. Yani böyle durumlarda ileride sayacağımız ´Cihadın vücubunun 7 şartını´ taşıyan herkesin cihada iştirak etmesi farzdır. Bu nedenle inanan bir müslüman Allah´ın cihad emrine karşı duyarlı olarak, Allah´ın ve Resulü´nün insanlık için yararlı ve gerekli olan emir-lerine sarılması gerekir. -------------------------------------------------------------------------------- [1] Buhari, 2861 [2] Müslim, 1888. |
Cvp: Cihad [B]Cihadın Çeşitleri Genel tarif kapsamına göre cihadın bazı çeşitleri vardır. Bütün müslümanlar yer ve zamana göre bütün bu cihad çeşitlerine iştirak etmelidirler. Cihadı sadece savaş anlamında algılamak hatadır. Çünkü cihad bazan savaşın bizzat kendisi olduğu gibi bazan da tebliğ, iyilikleri emrekme-kölülüklerden sakındırma olur. Cihadın çeşitleri. 1- İslami emirleri öğretme ve tebliğ yoluyla yapılan cihad. Allah´ın bütün emirleri olan İslam´ın muhteviyatını yaymak, İslami emirleri öğrenmeyi engelleyen ya da şüpheye düşüren bütün beşeri görüşleri red-detmekle tebliğ cihadını yapmaktır. Cihadın bu çeşidi her zaman ve her yerde imkânlar dahilinde geçerlidir. 2- Mal ile yapılan cihad. İslami hükümleri yükseltmek ve Allah ile Resulü´nun emirlerini gerçekleştirmek için maddi güç vetiren kişiler için yapmaları gereken cihad.. Bu cihad türü savaşta olabildiği gibi bazan da kişilere İslam´ın gerçek ruhunu kazandırmak için maddi fedakarlıklarda bulunmaktır. 3- Savunmak için´ yapılan cihad. Müslümanların dinine ve ülkesine saldıranlara karşı harekete geçerek gerekli karşılığı vermekle yapılan cihaddır. Böyle bir durumda bütün müslümanların karşılık vermesi farzdır. Bu cihada farz-ayn olan cihad da denir. Yüce Allah şöyle buyurur. "Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın ve aşırı gitmeyin. Şüphesiz Allah aşırı gidenleri sevmez." (Bakara: 2/190) Cihadın vücubunun şartları yedidir: 1- Müslüman olmak, 2- Baliğ olmak, 3- Akıllı olmak, 4- Hür olmak, 5- Erkek olmak, 6- Sağlıklı olmak, 7- Savaş için güçlü olmak. Kafirlerden esir alınanlar iki kısımdır: 1. Çocuklar ve kadınlar: Bunlar esir alınmakla köle ve cariye durumu-na düşerler. 2. Baliğ olan erkekler: Bunlar köle durumuna düşmezler. Cihadın, İslamın önemli farzlarından ve İslamın şiarlarından olduğu ayeti kerime ve hadisi şeriflerle belirtmiştik. Yüce Allah, Kur´an-ı Kerim´de şöyle buyurur: "Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için daha hayırlı olabilirken, hoşunuza giden bir şey de sizin için şer olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz" (Bakara: 2/216) Cihad, akıllı, baliğ ve güç sahibi olanlara farzdır. Abdullah bin Ömer şöyle demiştir: "Uhud günü ben on dört yaşında idim. Resulullah beni gözden geçirdi, bana (baliğ değildir diye savaş için) izin vermedi. Sonra Hendek günü beni gözden geçirdi. Bu defa bana (savaşa katılmak için) izin verdi. O sıralarda ben on beş yaşında idim" [1] İslam halifesi (savaşta esir aldığı baliğ) bu kişiler hakkında aşağıdaki dört şekilden hangisini yararlı görürse onu yapmakta serbesttir: 1. Öldürmek. 2. Köleleştirmek. 3. İyilik yaparak (onları serbest bırakmak). 4. Mal karşılığında serbest bırakmak, veya müslüman esirlerle değiş-tirmek. Esir alınmadan önce müslüman olanın; malına, canına ve küçük ço-cuklarına dokunulmaz. Bir çocuğun müslüman olduğuna şu üç sebepten dolayı hüküm verilir: 1. Ana-babasından birinin müslüman oluşuyla. 2. (Savaş sırasında) bir müslüman tarafından ana-babasız olarak gani-met alınmasıyla. 3. İslam ülkesinde sahipsiz olarak bulunmasıyla. Esirler, kafirlerle yapılan savaş sırasında yakalanan insanlardır. İslam Halifesi esirleri ya mal alma karşılığında bırakır ya da müslümanlardan yakalanan esirleri bırakma karşılığında onları salıverir. İslam halifesi İslamın maslahatı için uygun olanı yapar. Yüce Allah (c.c.) şöyle buyurur: "(Savaşta) kafirlerle karşılaştığınızda hemen onların boyunlarını vu-runuz. Nihayet onları tamamen yendiniz mi (esir edin ve) bağı sıkı tutun. Bundan sonra da (esirleri) ya bir iyilik olarak (karşılık almadan) ya da hır fidye (alarak) bırakın. Ta ki harbe katılan düşman harp silahları gibi ağırlıklarını bıraksın" (Muhammed: 47/4) Abdullah b. Ömer (r.anhüma) şöyle rivayet ediyor: "Resulullah´a karşı önce Nadiroğulları, sonra Kureyzaoğulları savaş açtılar. Bunun üzerine Resulullah. Nadiroğulları´nı yerlerinden sürüp çıkardı. Kureyzaoğullarını ise yerinde bıraktı ve onlara iyilik etti. Nihayet bunun ardından Kureyza da savaş açtı. Resulullah (s.a.v.)´da onların erkeklerinin öldürülmesini emretti. Kadınlarını, çocuklarını ve mallarını müslümanlar arasında pay-laştırdı." [2] Rivayete göre Hz. Peygamber. Hevazin Kabilesi´nin erkeklerini esir aldı. Bunlar taksim edildikten sonra Hevazin kabilesinden bir heyet müslüman olarak Resulullah´a geldiler. Mallarını ve esirlerini geri almak iste-diler. Bunun üzerine Resulullah onlara lütufta bulunup esirlerini karşılık-sız olarak geri verdi. [3] İlyas bin Seleme (r.a.)´den şöyle rivayet edilmiştir: "Müslümanlar bir grup esir getirdiler. Onların içinde Beni Fezare Kabilesi´nden bir kadın da vardı. Hz. Peygamber o kadını Mekke ahalisine gönderdi ve ona mukabil Mekke´de esir tutulan bir grup kadım kurtardır" [4] Esir olmadan önce müslüman olanların malına, kanına ve küçük ço-cuklarına dokunulmaz. İbni Ömer´den rivayetle Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Allah´tan başka ilah olmadığına ve Muhammed´in Allah´ın Resulü ol-duğuna şehadet, namazı kıhncaya, zekatı eda edinceye kadar insanlarla savaş etmek bana emrolundu. Onlar bunları yapınca kanlarını ve malla-rını benden korumuş olurlar. Ancak islamın hakkı mukabili olmak müstes-na, onların gizli hesapları da Allah´a aittir." [5] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Buhari, 2521, Müslim 1868. [2] Buhari, 3804, Müslim, 1766. [3] Buhari 1.2963 [4] Müslim 1763 [5] Buhari, 25. |
Cvp: Cihad GANİMETLERİN TAKSİMİ Kim bir düşmanı öldürürse düşmanın yanında bulunan malları ona ait olur. Daha sonra ganimetler beş paya ayrılır. Bu paylardan beşte dördü; Süvari´ye 3, Piyade´ye 1 olmak üzere hazır bulunan bütün savaşçılara taksim edilir. Bir mücahidin pay alabilmesi için 5 şart aranır: 1. Müslüman olması. 2. Baliğ olması. 3. Akıllı olması. 4. Hür olması. 5. Erkek olması. Bu şartlardan birini taşımayan bir kişi savaşırsa ona da bir şeyler veri-lir. Verirken bu şey pay kadar olmamalıdır. Ganimetlerden kalan diğer beşte biri de beş paya ayrılır: 1. Peygamberimiz (s.a.v.)´e ayrılan pay: Bu pay peygamberimiz (s.a.v.)´in vefatından sonra müslümanların maslahatı cihetine harcanır. 2. Peygamberimiz (s.a.v.)´in akrabası olan Beni Haşimi ve Beni Muttalibiler´e ayrılan pay. 3. Yetimlere ayrılan pay. 4. Fakirlere ayrılan pay. 5. Yolda kalanlara ayrılan pay. |
Cvp: Cihad Ganimet Lugatta, kişinin çalışmasıyla elde ettiği şeydir. Istılahta ise İslam düş-manlarından harp ve savaş sonucu alınan maldır. Bunlar genelde 3 kısımdır: Menkul mallar, Esirler ve Toprak. Allah, ganimetleri sadece bu ümmete helal kılmıştır. Delili şu ayet-i- kerimedir: "Elde ettiğiniz ganimetleri, temiz ve helal olarak yiyin. Allah´tan sakının. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder. " (Enfal: 8/6) Savaşla elde edilen bu ganimetlerin dağıtım şekli yukarıda anlatıldı. Anlamamız gerekir ki elde edilen ganimetlerin sarfiyat yeri genelde mas-lahat konusu olan fakirler, yetimler, yolda kalmışlar ve bu gibi durumlar içindir. Savaş sırasında bir düşmanı öldüren müslüman, onun bütün savaş malzemelerine sahip olur. Bu savaş malzemeleri, silah, binek, giyim eş-yası gibi tüm mallardır. Ebu Katade Peygamberimiz (s.a.v.)´den şöyle rivayet etmiştir: "Kim savaşta bîr düşmanı öldürür ve öldürdüğüne dair delili de varsa öldürülen o kimsenin elbise, silah ve diğer eşyaları onundur." [1] Burdaki delilden kasıt, onu öldürdüğünü gören şahitler veya başka ala-metlerdir. Ganimet, savaş sırasında kafirlerden zorla da olsa alınan tüm mallardır. Bu malların dağıtım şekli ise şöyledir: Öncelikle düşmanı öldü-ren müslümanlar savaşta öldürdüğü kişilere ait olan mallan ayrı ayrı alırlar. Çünkü bu onların hakkıdır. Daha sonra genel olarak elde edilen düşmana ait mallar beş kısma ayrılır. Bu beş kısımdan dördü savaşçı mü-cahitlere ayrılır. Savaşa atlı olarak katılanlara üç pay, piyade yani atsız olanlara ise bir pay verilir. Abdullah bin Ömer (r.anhuma) şöyle rivayet eder: "Hazreti Peygamber Hayber günü at için iki pay, atın sahibi için bir pay verdi." [2] Hadisi şeriften açıkça anlaşıldığı gibi atın kendisine iki pay, at sahibi-ne de bir pay olduğu için süvariye´üç pay düşmektedir. Savaşa piyade ola-rak iştirak edene ise bir pay verilecektir. Savaşa katılıp savaş şartları kendisinde tam olarak mevcut olmayan kadın, köle ve çocuklara ise ganimet malları taksim edilmeden önce islam halifesi bir miktar bir miktar malı da onlara verir. Fakat verilen bu miktar yaya olarak savaşan bir mücahidin payından daha az olmalıdır. Zaten me-tinde geçen ´Rudihe´ nin lügat anlamı az bir şey demektir. Ganimetlerden beşte dördü süvari ve piyadelere dağıtıldıktan sonrü kalan beşte birinin dağıtım şekli metinde açıkça ifade edildi. Delili de Al-lah (c.c.)´ın şu ayeti kerimesidir: "İyi bilin ki ele geçirdiğiniz ganimetin beşte biri, Allah´a ve resulüne, resulün akrabalarına, yetimlere fakirlere ve yolculara aittir." (Enfal: 8/4) Ayeti kerimede geçen ´Allaha aittir.´ hükmü, Allah´ın onlardan dilediği şekilde hükmetmesidir. ´Resulüne aittir, sözünden maksat, beşte birinin taksiminin Resulullah´a ait olmasıdır. ´Resulün akra-baları´ndan maksat, Beni Haşim ve Beni Multalip´tir. Çünkü bunların ze-kat alma hakları yoktur. ´Yetimlerden´ maksat, babası ölen ve ergenlik ça-ğına girmeyen çocuklardır. ´Yolculardan´ maksat, malından ve servetin-den uzak olup muhtaç duruma düşen kimselerdir. Babası ölüp ergenlik çağına giren çocukların yetimliği kalkar. Pey-gamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Çocuk baliğ olduktan sonra ye-tim değildir." [3] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Buhari, 2973, Müslim, 1751. [2] Buhari 1,3988, Müslim, 1762 [3] Ebu Davud, 2873 |
Cvp: Cihad FEY´IN TAKSİMİ Fey´ beş parçaya taksim edilir. Beşte biri ganimetlerin sarfedildiği yer-lere harcanır. Geride kalan dört pay ise mücahitlere ve müslümanların maslahatı ci-hetine sarfedilir. Fey´, savaşsız olarak kafirlerden elde edilen maldır. Fey´, kâfirlerden savaş olmaksızın alınan mal olup ganimet dışında cizye, haraç ve ticaret malları vergilerinin genel adıdır. Kâfirlerden bu isim altında alınan mallardır. Fey´ Resulullah (s.a.v.)´e has olup dilediği gibi ondan tasarruf ederdi. Fey´in Allah Resulu´nun tasarrufuna ait olduğunu bildiren ayet-i Kerime´de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah´ın onlara ait olanlardan Resulün´e verdiği fey´e gelince, siz onun için ne at oynattınız, ne de binek. Fakat Allah, peygamberlerini di-lediği kimselerle musallat kılar. Allah her şeye kadirdir" (Haşr: 59/6) Hz. Ömer (r.a.)´in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Nadir oğulların malları yüce Allah´ın Resuluna fey´ olarak verdiği mallar idiler ve bunlar sadece ona aitti. O, bu mallardan aile halkının bir yıllık masrafını çıkartırdı. Geri kalanlarını ise (at, katır, eşek gibi) binek-ler ve silah için ayırırdı." [1] Resulullah (s.a.v.)´den sonra fey´ genel olarak müslümanların menfaati olan alanlarda harcanır. Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında fey´ gelirlerinin miktarı çok azdı ve Medine´deki müslümanlara dağıtılıyordu. Kaynaklar Resul-i Ekrem (s.a.v.)´in kendisine gelen fey´i vakit geçirmeden dağıtımım yaptığını be-lirtmektedirler. Bu dağıtım şeklinde evli olanlara iki, bekârlara bir hisse dağıttığı belirtilmektedir. Hz. Ebubekr (r.a.)´in halifeliği sırasında da aynı uygulamanın devam, ettiği hatta gelen fey´ mallarının hemen dağıtılmasından dolayı Beyt´ül mal´e muhafız konulmasına gerek kalmadığı bilinmektedir. Öte yandan Hz. Ebubekr (r.a.)´in Medine´de yaşayan bütün-müslü-manlara büyük-küçük, hür-köle, kadın-erkek farkı gözetmeden fey´ geli-rini eşit miktarda hilafetinin ilk yılında 9, ikinci yılında 10 dirhem olarak dağıttığı bildirilmiştir. Hz. Ömer (r.a.), Hz. Osman (r.a.) ve Hz. Ali (r.a.) devrinde de aynı uy-gulama devam etmiştir. Fey´ malları ölen mücahidlerin aile fertlerine de verilir. Fıkıhta buna mürtezika denir. Bu mücahidlerin savaşta ölmeleri şart değildir. Fey´ mal-ları alimlere ve benzeri kişilere de verilir. Çünkü ümmet bunların ilmi ya-rarlarına muhtaçtır. Alimlerin geride bıraktığı evlatlarına, kendi nafakalarını karşılayacak duruma gelinceye kadar maslahatı amme malından verilir. Dul kalan ha-nımlarına evleninceye kadar maaş verilir. Bunun sebebi ise insanları ilme teşvik etmektir. [2] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Buhari, 2748; Müslim, 1757, Neylül Evtar, 8/71. [2] En-Nihaye, 3/7. |
Cvp: Cihad CİZYE Cizyenin vacip olmasının şartları beştir: 1. Baliğ olmak. 2. Akıllı olmak. 3. Hür olmak. 4. Erkek olmak. 5. Kitabi veya şubh-i kitabi olmak. Cizyenin miktarı yıllık olarak; mali durumu düşük olandan bir dinar, orta halliden iki dinar, zenginden dört dinardır. Cizye vergisine ( müslümanları) misafir etmeleri şartı da konulması caizdir. Cizye (Kitaptan Alınan Yıllık Vergi) İslam Devleti´nin himayesinde yaşayan ehli kitaptan alınan vergidir. Bu vergiyi ödeyip İslam ülkesinde yaşayan kitabilere zımmi denir. Bu-nun için İslam Devleti´nde cizye vergisini verme karşılığında yaşama hakkına sahip olan zımmiler, hristiyan ve yahudi topluluklarıdır. Cizyenin meşru olduğunu belirten şu ayeti kerimedir: "Ehli kitaptan ahiret gününe inanmayan, Allah ve resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın." (Tevbe: 9/29) Kitap ehli olmayan putperest ve ateistlerle cizye anlaşması yapılmaz. Bunlardan İslam´dan başka bir şey kabul edilmez. Allahu Teala putperest ve ateistler hakkında şöyle buyurur. "Puta tapanları bulduğunuz her yerde öldürün. Onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekat verirlerse serbest bırakın. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder." (Tevbe: 9/5) Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurur. "Allah´tan başka ilah olmadığına, şehadet edip, namaz kılıp ve zekat verinceye kadar insanlar-la savaş etmekle emrolundum. Bunu yaparlarsa islam hakları müstesna, kanlarını ve mallarını benden muhafaza etmiş olurlar, iç yüzlerinin hesabı Allah´a aittir." [1] Resulullah (s.a.v.) Muaz bin Cebel´i Yemen´e vali olarak gönderdiği zaman her buluğa ermiş kimseden bir dinar cizye almasını veya bir dinar değerinde muaffır bezinden almasını emretti. [2] (Muaffır Yemen´de elbi-selik bir bez parçası idi) Cizyenin miktarı için Hazreti Ömer zenginlerden 48 dirhem, orta halli-lerden 24 dirhem, mali durumu düşük olanlardan da 12 dirhem cizye alın-masına hükmetti. O zaman bir dinar 12 dirhem değerindeydi. [3] Cizye vergisinden ayrıca yurtlarından geçen müslümanlara iyi davra-nıp misafir etrne şartı da konulabilir. Hazreti Peygamber Eyle halkıyla (Bu halk üçyüz kişilik bir ehli kitap topluluğu idi) 300 dinar cizye vermeleri ve müslümanları misafir etmeleri şartıyla sulh yaptı. [4] Cizye Anlaşması Cizye anlaşması dört şeyi kapsar: 1. Cizye vergilerini. 2. İslam hükümlerinin onlara da uygulanması. 3. İslam dinini ancak hayırla zikredebilmeleri. 4. Hiç bir şekilde müslümanlara zarar vermemeleri gerekir. Tanınmaları için değişik elbise giymeleri, zünnar (bele bağlanan uçları sarkık, ipten örnek kuşak) bağlamaları ve atlara binmemeleri ile emrolunurlar. izye vergisini ödeyecek zımmilerin yaşama hakları şu durumlarda garanti altına alınmış olur: 1) Mevcut olan ibadethane ve dini ayinlerine dokunulmayacak. 2) Zımmüerin can, mal ve namus güvenlikleri sağlanacak. 3) Savaşa son verilmesi ile dostluk ve vatandaşlık ilişkileri geliştirile-cek 4) Cizye anlaşmaları devam edecek. İslam devleti sınırları içinde yaşayan ehli kitabın mallarını, kanlarını ve islam diyarındaki barınaklarını himaye ettiği için onlardan cizye ver-gisini alır. Ancak genel maslahat gereği yapılan anlaşmalara bağlı kalma-ları gerekir. İslam hukukunun hükümleri onlara da uygulanır. İbni Ömer´-den rivayet edildiğine göre, Hazreti Peygamber (s.a.v.) yahudilerden zina eden bir erkek ve kadını recmetmiştir. [5] Kur´ana, İslama ve Peygamberimizin şanına yakışmayan davranışlarda bulunurlarsa tazir cezasıyla cezalandırılırlar. -------------------------------------------------------------------------------- [1] Buhari, 25, Müslim, 22 [2] Buhari, 29785. [3] Beyhaki, 9/196 [4] Beyhaki, 9/19. [5] Buhari, 6433, Müslim, 1699. |
Cvp: Cihad Cihad Yolunu Aydınlatanlar Bilindiği üzere Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde Allah yolunda cihadın, O'nun yolunda öldürülmenin önemine dikkat çekilmektedir. Bunlardan bazılarında şöyle buyuruluyor: "Hacılara su verilmesini ve Mescidi Haram'ın onarılmasını, Allah'a ve ahiret gününe iman eden ve Allah yolunda cihad eden(in yaptığı) ile bir mi tutuyorsunuz! Allah katında bir olmazlar. Allah zalimler topluluğunu doğru yola eriştirmez. İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda canlarıyla, mallarıyla cihad edenler Allah katında daha büyük dereceye sahiptirler. Kurtuluşa erecek olanlar da onlardır. Rableri onları kendi katından bir rahmet, hoşnutluk ve kendileri için içerisinde tükenmeyen nimetler bulunan cennetlerle müjdelemektedir." (Tevbe, 9/19-21) "Allah, Allah yolunda çarpışıp öldüren ve öldürülen mü'minlerden, karşılığı cennet olmak üzere, mallarını ve canlarını satın almıştır. Bu O'nun üzerine, Tevrat, İncil ve Kur'an'da vaadedilmiş olan bir haktır. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterebilen kim vardır? Şu halde yapmış olduğunuz bu alışverişinizden dolayı sevinin. İşte büyük kurtuluş budur." (Tevbe, 9/111) "Mü'minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah'a verdikleri söze sadık kaldılar. Onlardan kimi (Allah yolunda şehid edilmek suretiyle) adağını yerine getirdi, kimi de (şehid olmayı) beklemektedir. (Ahitlerinde) hiçbir değişiklik yapmamışlardır." (Ahzab, 33/23) "Eğer Allah yolunda öldürülürseniz veya ölürseniz, Allah'ın size lütfedeceği mağfiret ve rahmet onların biriktirdiklerinden daha hayırlıdır." (Ali İmran, 3/157) "Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanmayın. Aksine onlar diri olup Rableri katında rızıklandırılmaktadırlar." (Ali İmran, 3/169) "Allah yolunda öldürülenlere 'ölüler' demeyin. Aksine onlar diridirler ancak siz fark edemiyorsunuz." (Bakara, 2/154) |
Cvp: Cihad CİHAD NEDİR Çalışmak, uğraşmak, çabalamak, gayret sarfetmek.İslâm'ın yükselmesi, korunması ve yayılması için her türlü çalışmada bulunmak, uğraşmak, gayret sarfetmek ve bu yolda sıcak ve soğuk savaşa girmektir. Daha açık bir ifade ile Allah (c.c.) tarafından kullarına verilmiş olan bedenî, malî ve zihnî kuvvetleri Allah yolunda kullanmak, o yolda feda etmektir. İnsanın maddî-manevî bütün varlığını Allah yolunda ortaya koyarak Hakk'ın düşmanlarını ortadan kaldırmak için savaşması "cihad"dır. İslâm'da cihad farzdır. Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyuruyor: "Hoşunuza gitmese de düşmanla savaşmak üzerinize farz kılındı" (el-Bakara, 2/216). "Herhangi bir fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla çarpışın " (el-Bakara, 2/193). "Allah'a ve ahiret gününe inanmayan kişilerle savaşınız" (et-Tevbe, 9/29); "Sizinle toptan savaştıkları gibi siz de müşriklerle savaşınız. " (et-Tevbe, 9/36). Hz. Peygamber (s.a.s.)'de "Cihad kıyamete kadar devam edecek bir farzdır" (Ebû Davûd, el-Cihad, 33) buyurmuştur. Yalnız, bu farz bazı hallerde farz-ı ayın; bazı hallerde ise farz-ı kifayedir. Müslümanlar içinden sadece bir grup cihadın gayesini gerçekleştirebiliyor, müslümanların yurt, mal, ırz, namus ve haysiyetlerini düşmanlara karşı koruyabiliyorsa o taktirde cihad farz-ı kifaye olmuş olur ve diğer müslümanların üzerinden sorumluluk kalkar. Şayet fert fert gücü yeten her müslümanın düşmana karşı koyma gereği varsa o zaman farz-ı ayın olur; herkesin bizzat cihâd etmesi icab eder. Cihâdın gayesi, yeryüzünden fitneyi kaldırmak ve hakkı yüceltmektir. İslâm'da savaş, intikam, öldürme yağma, baskı ve zulüm yapmak için değil: bunları ortadan kaldırmak için yapılır. Müslüman olmayanları zorla İslâm'a sokmak yoktur. Cihad'dan maksat, insanları baskılardan kurtarmak, İslâm'ın yüce gerçeklerini onlara duyurmak ve kendi rızalarıyla müslüman olabilecekleri onamları hazırlamaktır. İslâm'ın gayesi toprak ele geçirmek değildir. O yalnız bir bölge ve kıta ile yetinmez. İslâm bütün dünyanın saadet ve refahını düşünür. Bütün insanlığa, kendisinin beşeri sistemlerden ve diğer dinlerden daha üstün âlemşumül bir din olduğunu göstermek ister. Bu yüce maksadı gerçekleştirmek için müslümanların bütün güçlerini seferber eder. İşte bu bitmeyen cehd ve uğraşmaya, büyük bir enerji ile çalışma işine ve meşrû bütün yollara başvurma gayretine cihad denir. Yeryüzünde zorbalar, batılın ve fitnenin devamını isteyenler, şirk ve müşrikler ile küfür sistemleri var oldukça, onların yeryüzünde yayacakları kötülüklerine karşı bir emniyet olan cihad da devam edecektir. Bu bakımdan cihadın İslâm'da önemli bir yeri vardır. Hz. Peygamber'e, hangi amelin daha faziletli olduğu sorulduğunda, "İman ve Allah yolunda cihad'dır." (Tecrîd-î Sarîh Tercümesi, VII, 445), buyurarak cihadın imandan hemen sonra geldiğine, imanın cihadla varlığını sürdüreceğine işaret etmişlerdir. Ayrıca Allah yolunda savaşanları, gazilik ve şehitlik rütbesine erenleri öven ve onlar için büyük nimetler ve dereceler bulunduğunu haber veren birçok ayet ve hadis vardır. Müslümanlar savaşı istemezler. Ama savaş vukû bulunca sabır ve metanetle savaşırlar. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.): "Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz. Fakat düşmanla karşı karşıya gelirseniz sabrediniz, direniniz. " (Buharî, Cihad, 112, 156, Müslim, Cihad 19, 20; Ebû Davud, Cihad, 89) buyurmuştur. Müslümanlar savaş anında Allah'a güvenir ve Allah'ın kendileriyle beraber olduğunu bilirler. Onun şu buyruğunu hiç akıllarından çıkarmazlar. "Ey peygamber; sana da sana tâbi olan müminlere de Allah yeter. " (el-Enfâl, 8/64) İslâmiyet'e göre cihad, bize harp açanlara (el-Bakara, 2/190) verdikleri sözü tutmayıp tekrar dinimize saldıranlara (et-Tevbe, 9/12-13), Allah'a ve ahiret gününe inanmayarak, Allah ve Peygamberin haram kıldığı şeyleri haram kabul etmeyenlere karşı (et-Tevbe, 9/29), yeryüzünde fitneyi söküp atmak ve Allah'ın dinini hâkim kılmak (el-Bakara 2/19) gayesi ile meşrû kılınmıştır. Müslümanlar savaş için düşman memleketine girip bir şehri veya bir kaleyi muhasara ettikleri zaman, önce onları İslâm'a davet ederler. Kabul ederlerse kendileriyle savaşmazlar. Şayet İslâm'ı kabul etmezlerse İslâm devletine cizye vergisi vermesini isterler. Verirlerse mal ve can güvenliğini elde ederler. Bunu da kabul etmezlerse geriye savaşmak kalır. Bu durumda cihad için şu şartlar gerekir: a- Düşman, İslam'a girmeleri için yapılan çağrıyı yahut cizye vermeyi reddetmiş olmalıdır. b- Müslümanlarla düşman arasında herhangi bir anlaşma sözkonusu olmamaktır. c- Müslümanlarda cihad için gerekli askerî güç siyasî otorite bulunmalıdır. Bütün bu hususlar bir araya geldiğinde cihadın farziyeti gerçekleşir. O zaman düşmanla yapılacak savaşta şehirler yakılabilir, insanlar öldürülebilir ve düşmanın savaş gücü her şekilde zayıflatılmaya çalışılır. Yalnız kadın, çocuk, kötürüm, yaşlı ve körler öldürülmez. Barış, İslam devleti için uygun olduğu zaman yapılabilir. Düşmana hiç bir şekilde silâh vb. savunma vasıtası satılamaz. Bir müslüman topluluğu kâfirlere emân verirse, bunlarla, yeryüzünde fesat çıkarma ve İslâm'a saldırma durumu hariç, savaşılmaz. Cihad, bizzat sıcak bir savaş olacağı gibi normal şartlarda mal, dil ve kalple de yapılabilir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: Müminler Allah ve Rasûlüne iman ederler, sonra da şüpheye düşmezler. Hak yolunda malları ve canları ile cihad ederler. İşte sadakat sahibi kimseler bunlardır" (el-Hucûrât, 49/15) Hz. Peygamber (s.a.s.) ise: "Müşriklerle mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad ediniz" Allah benden evvel hiç bir ümmete bir nebi göndermemiştir ki, ümmet içinde kendisine yardımcı olan havârîlere, yerleştirdiği geleneklere göre hareket eden arkadaşlara ve emirlerine itaat eden dostlara sahip olmamış olsun. Sonra bunları bir nesil takip eder. Onlar yapmadıklarını söyler, emredilmeyen işleri yaparlar. Bunlarla eli ile fiilen mücadele eden mümindir, dili ile mücadele eden mümindir kalbi ile mücahede eden mümindir. Bunun dışında kalanların hardal tanesi kadar da olsa imanları yoktur" (Müslim, İman 20); "Şüphesiz ki mümin kılıcı ve dili ile cihad eder" (İbn Hanbel, VI, 387), buyurmuşlardır. İslâmiyet'in ilk devrelerinde müminlere İslâm düşmanlarına karşı yumuşak davranmaları, eziyetlerine katlanmaları müdafaa kasdıyla da olsa karşılık vermemeleri; sadece öğüt vererek İslâm'a davet yolunu takip etmeleri emredilmiştir. Bir ayet-i kerimede, "Siz, şimdilik, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedin, hoş görün. Şüphesiz ki Allah her şeye kâdirdir" (el-Bakara, 2/109) buyurulmuştur. Çünkü o zaman müslümanlar sayı ve imkân bakımından son derece zayıftı. Düşmana karşı koyacak güçleri yoktu. Müslümanların adedi ve kuvveti biraz daha çoğalınca kendilerine ve akidelerine karşı direnenlerle savaşmalarına izin verildi. Müslümanlar büsbütün güçlenip düşmanları mağlup edecek seviyeye gelince de cihad müsaadesi verildi. " Artık saldırıya uğrayan müminlere zulme uğratıldıkları için cihad etme izni verildi... " (el-Hacc, 22/39). Bu izin Medine döneminde olmuştur. Ayrıca Allah Teâlâ'nın " Allah uğrunda gereği gibi cihad edin" (el-Hacc, 22/79), buyruğuyla, müslümanların nasıl davranması gerektiği belirlenmiştir. " Müminler ancak Allah'a ve Peygamberine iman eden, sonra şüpheye düşmeyen; Allah uğrunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar doğru olanlardır. " (el Hucurât, 49/15) ayetinden de cihadın mal ve canla yapılacağını öğreniyoruz. Cihad konusundaki diğer ayet ve hadisler de göz önüne alındığında, cihadın başlıca şu çeşitlere ayrıldığını görürüz: 1- Nefs'e Karşı Cihad Şüphesiz en güç cihad, insanın nefsiyle ve nefsinin arzularına karşı yaptığı cihaddır. Müslüman, gerçek cihadı nefsine karşı verir. Nefsine karşı cihadı kazanamayan, düşmanın karşısına çıkmak için kendisinde güç ve cesaret bulamaz. Hz. Peygamber Tebük seferinden dönüşte ashabına şöyle buyurmuştu: " Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz" (Adûnî, Keşfu'l-Hafâ', I, 425). Bu hadisinde Hz. Peygamber, en kalabalık bir ordu ile katıldığı Tebük seferini "küçük cihad" olarak vasıflandırırken; nefse karşı verilecek mücadeleyi "büyük cihad" olarak nitelendirmektedir. " Hakiki mücahid nefsine karşı cihad açan kimsedir" (Tirmizî, Cihad, 2) hadîsi de aynı manayı ifade etmektedir. Aynı meâlde başka hadis-i şerifler de vardır. Bütün bunlar bize, insanın nefsi ile, nefsinin boş ve mânâsız, hatta gayr-ı meşrû istekleri ile mücadele etmesinin cihad olarak değerlendirildiğini göstermektedir. 2- İlim İle Cihad Cihad'ın başka bir çeşidi de ilim ile yapılan cihaddır. Dünyadaki bütün kötülüklerin sebebi cehalettir. Hakk'a ulaşmak isteyen herkesin cehaletten kurtulması, ondan uzaklaşması gerekir. Bilginin ortaya koyduğu delillerin gönüller üzerinde icra ettiği tesiri silâh gücü ile temin etmek mümkün değildir. Onun için şöyle buyurulmuştur: "Ey Muhammed! İnsanları Rabbi'nin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış. Doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilir. " (en-Nahl 16/125). Temeli ilim yoluyla tebliğ ve davete dayanan İslâmiyette, bu tebliğ faaliyetinin adı "ilim ile cihad"dır. Bu usûle "Kur'an ile cihad" da denilir. En güzel mücadele şekli Kur'an'ın mücadele şeklidir. Bunun için Cenâb-ı Hak: "Sen kâfirlere uyma, uyanlara karşı Kur'an ile büyük bir cihadla cihad et" (el-Furkan, 25/52) buyurmuştur. Ayet-i kerimede Kur'an ile cihadın "büyük cihad" olarak belirtilmesi, Kur'an'ın ilim ile cihad konusuna ne kadar önem verdiğini göstermektedir. Hak ve hakikatı, en tehlikeli zamanda bile, hiç bir şeyden korkmadan ve çekinmeden olduğu gibi söylemek de bir çeşit cihaddır. Rasûlullah (s.a.s.) bu konuda şöyle buyurmuştur: "Zalim bir hükümdar karşısında hak ve adaleti açıkça söylemek, büyük bir cihaddır. " (İbn Mâce, Fiten, 4011) 3- Mal İle Cihad Mal ile cihad, Allah Teâla'nın insana ihsan etmiş bulunduğu mal ve servetin yine Allah (c.c.) yolunda harcanması demektir. Bilindiği gibi dünyada her iş para ile yapılmaktadır. Hakkın korunması ve zafere ulaşılması da yine paraya bağlıdır. Bunun için mal ile cihadın önemi büyüktür. Müslümanların, İslâm'ın yücelmesi hakkın muzaffer olması için her türlü mal, servet ve paralarını bu yolda fedâ etmeleri mal ile cihaddır. Hz. Peygamber'in, mal ile cihad hususundaki teşvik edici sözleri ashabı kiramı harekete geçirmiş ve kendileri yoksulluk içinde sıkıntılı bir hayat geçirirken, mal ile cihad farizasını edâ edebilmek için elde avuçta ne varsa getirip Rasûlullah'a vermişlerdir. Bu konuda Kur'an-ı Kerîm'de de pek çok ayeti kerîme vardır. Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur: "İman edip hicret eden, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden, (mücâhidlere) yer veren ve yardım edenlerin hepsi birbirinin vekilidir. " (el-Enfal, 8/72). "...Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla savaşın. Bilseniz bu sizin hakkınızda ne kadar hayırlıdır. " (et-Tevbe, 9/41). "Allah, mallarıyla, canlarıyla mücadele edenleri derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır. " (en-Nisâ, 4/95). 4- Savaşarak Cihad Yapmak Cihad, müslümanlara farıdır. Her müslümanın nefsi ile, ilim ve malı ile sürekli cihad yapması, böylece dinin korunması, Hakk'ın galip kılınması için çalışması gerekir. Bazen "İ'lây-ı kelimetullah" yani Allah adının yüceltilmesi dinin korunup yayılması içinde elde silâh düşmanla savaşmak icab edebilir. Bu en büyük cihaddır ve müslümanlara farzdır. Hattâ cihad denildiği zaman ilk akla gelen husus, düşmanla sıcak savaşa girmektir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur: "Sizinle savaşanlarla; Allah yolunda siz de savaşın. Fakat haksız yere saldırmayın." (el-Bakara, 2/190) Bu ilâhi emir Allah yolunda, İslâm uğrunda savaşmanın ve İslâm yurdunu düşmana karşı korumanın cihad olduğunu bize ifade etmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s.) de bir hadis-i şeriflerinde; ganimet elde etmek, şan ve şöhrete ulaşmak, mevki ve makam elde etmek için yapılan savaşın cihad olmadığını, cihadın, Allah (c.c.)'ın adının yüceltilmesi (İ'lây-ı kelimetullah) için yapılan savaş olduğunu haber vermiştir. Çağımızda bir takım gruplar her ne kadar savaşsız bir dünyanın özlemini dile getirmekte ve bunun için açık veya gizli savaş aleyhtarı faaliyetler sürdürmekte iseler de, bu hiç bir zaman, binlerce yıldan beri devam eden gerçeği değiştirmeyecek ve savaşlar sürüp gidecektir. Cenâb-ı Hak bu değişmez gerçeği aşağıdaki ayet-i kerîmede bize haber vermiştir: "Hoşunuza gitmediği halde, savaş size farz kılındı. Hoşunuza gitmeyen bir Şey, hakkınızda hayırlı olabilir. Hoşunuza giden bir şey de, hakkınızda kötü olabilir. Bunları Allah bilir, siz bilemezsiniz. " (el-Bakara, 2/216). "Savaşan, ancak kendi öz canı için savaşmış olur. Allah hiç bir şeye muhtaç değildir. " (el-Ankebut, 29/6). İslâm dini müslümanlara şerefli bir hayat yaşatmayı hedef edinmiştir. Bu sebeple bu dinin emrettiği savaş, savunma savaşı, zâlimlerden mazlumları kurtarma savaşı, her yere adalet götürme savaşı ve müslümanların haysiyetini koruma savaşıdır. Kur'an-ı Kerîm'de: "Kendilerine karşı savaş ilân olunduğunda zulme uğrayanlara cihad etmeleri için izin verildi. Hak Teâlâ onlara yardıma hakkıyla kadirdir." (el-Hac, 22/39) buyurulup meşrû savunma savaşına izin verilirken her an savaşa hazır olmak da emredilmiştir. Savaşın önemini ısrarla belirten İslâm dini ve onun yüce kitabı, barışın da gereğine işaret etmekte, barış teklifi düşmandan geldiği takdirde taviz vermeden teklifin yerine getirilmesini istemektedir: " Eğer onlar barış isterlerse sen de onu kabul et. Allah'a güven ve dayan." "Her şeyi işiten, herşeyi hakkıyla gören O'dur. Onlar seni aldatmak isterlerse, şunu kesin olarak bil ki, Allah sana yeter. Seni,yardımlarıyla ve müminlerle destekleyen O'dur." (el-Enfâl, 8/63). İslâm, müslümanlara yapılan tecavüzlerin hiç birinin karşılıksız bırakılmamasını istemektedir: "O halde, size karşı tecavüz edenlere siz de aynıyla mukabele edin. " (el-Bakara, 2/194). Yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar müslümanların cihada devam etmelerini isteyen İslâm, savaş hukukunu da en güzel şekilde tanzim etmiştir. Allah Teâlâ'nın: " Andlaşma yaptığınızda Allah'ın ahdini (andlaşma hükümlerini) yerine getirin." (en-Nahl, 16/91) "Haddi aşmayın, Allah haddi aşanları sevmez." (el-Bakara, 2/190) buyurması; Peygamber Efendimiz'in cephe gerisinde bulunan kadın, çocuk, ihtiyar ve din adamlarının öldürülmemesini, savaşçılara işkence edilmemesini çapulculuk yapılmamasını istemesi, İslâm savaş hukukunun temel kuralları olmuştur. Dinimizin müslümanlara farz kıldığı cihadın fazileti ve bu emri yerine getirenlerin Allah katında ulaşacakları yücelikler Kur'an-ı Kerim'de şöyle haber verilmektedir: "Allah Teâlâ, Cennet'e karşılık müminlerin canlarını ve mallarını satın aldı. Onlar Allah yolunda savaşırlar. Savaş meydanında şehît ve gazi olurlar. Allah'ın bu öyle bir vâdidir ki, Tevrat'ta da, İncil'de de, Kur'an'da da sabittir. Kim Allah'tan daha çok vadini yerine getirir? Yaptığınız bu hayırlı alış verişten dolayı sevinin. İşte büyük kurtuluş budur." (et-Tevbe, 9/111) "Ey mü'minler! Sizi çetin bir azabdan kurtaracak bir ticaret yolu göstereyim mi? O da şudur: Allah'a ve Rasûlüne iman eder ve Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla savaşırsınız. Bir bilseniz bu iş sizin için ne kadar hayırlıdır. Bu takdirde Allah sizin günahlarınızı mağfiret eder, altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn Cennetlerindeki hoş konutlara koyar. İşte büyük kurtuluş budur." (es-Saf, 6/10-12). Cihadın fazileti hakkında Hz. Peygamber (s.a.s.) de şöyle buyurur: "Rasûlullah'a: "-hangi iş daha hayırlıdır?" diye soruldu. " Allah'a ve Peygamberine iman etmektir. " dedi. "-Sonra hangisi faziletlidir, denildi: Allah yolunda cihaddır" cevabım verdi sonra "hangisidir?" sorusuna karşı da: "-Makbûl olan hac'dır, " buyurdu" (Buhâri, İman, 18) Abdullah b. Mes'ud şöyle anlatıyor: "Rasûlullah'a: -Yâ Rasûlallah, Allah katında hangi iş daha sevimlidir? diye sordum. -Vaktinde kılınan namazdır, dedi. -Sonra hangisidir? dedim. -Anne ve babana iyilik etmendir, buyurdu. Sonra hangisidir? sorusuna da: -Allah yolunda cihaddır, cevabını verdi." (Buhârî, Cihad, 1) Ebû Zerr (r.a.)'den şöyle rivayet edilmiştir: "-Ya Rasûlallah, hangi amel daha faziletlidir?" dedim. "Allah'a iman etmek ve onun yolunda savaşmaktır" buyurdu. (Riyâzü's-Sâlihîn, II, 531). Bir adam Peygamberimiz (s.a.s.)'e geldi ve: "-İnsanların hangisi efdaldir?" diye sordu. Rasûlullah: "-Allah yolunda malı ve canı ile cihad eden mümin kişidir" buyurdu (Buhârî, Cihad, 2) Elde silâh, din ve İslâm diyarı uğrunda hudut boylarında nöbet beklemenin asil bir görev olduğunu ve bunun Allah Teâlâ'yı ziyadesiyle memnun ettiğini bildiren Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Hudut ve İslâm diyarının muhafazası için bir gün, bir gece nöbet beklemek, bir ay (nafile olarak) gündüz oruç tutup gece namaz kılmaktan daha hayırlıdır." (Müslim, İmâre,163; Tirmizî, Cihad 2) "İki çeşit gözü, Cehennem ateşi yakmaz: Biri Allah korkusundan ağlayan göz; diğeri Allah yolunda nöbet beklerken uyumayan göz. " (Tirmizî, Fezâilü'l-Cihad, 12) Görüldüğü gibi cihad ilâhi bir emir olup kadın erkek bütün müslümanlara farzdır. Bu farzı yerine getirenler Cenâb-ı Hakk'ın hoşnutluğunu kazanacak ve ahirette yüce mertebelere ulaşacaklardır. Cenâb-ı Hak: "Siz de düşmanlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve (cihad için) başlanıp beslenen atlar hazırlayın" (el-Enfâl, 8/60) buyurarak müslümanlara her zaman cihad için hazırlıklı olmalarını emretmiştir. İşte bütün bu ayet ve hadislerin ışığında cihad, dünya ve dünya malı için olmayan, Kelîme-i Tevhîd'in kabulü ve gönüllere yerleşmesi için gösterilen cehd ile bunun neticesinde kazanılan kardeşliğin adıdır. Cihad; insanları, kula kul olmaktan kurtarıp Allah'a kul etmeğe davet edişin ve bu uğurda çekilen sıkıntıların adıdır. Cihad, insanları, sınıf, zümre, parti ve bütün beşeri hegemonyalardan kurtarıp Allah'ın hâkimiyeti altına gönül rızası ile davet etmenin adıdır. Kinsiz, kansız ve mutlu bir İslâm toplumu oluşturmak için gösterilen ihlaslı hareketin adıdır. Cihad, her ferdin, kendisini günahlardan arındırıp Allah'a istiğfar etmesi, Allah'a yönelmesi, Allah'a yönelen insanlardan oluşan bir dünya kurması ve bu dünyada kendisi ve insanlar için yalnız Allah'ın hâkimiyetini istemesi ve bunun için devamlı hareket halinde olmasıdır. Cihad, eskiden yapılan ve pişmanlık duyulan bütün yanlış işlerin aksini yapma gücüdür. Cihad, zimmete geçirilen bütün hakları geri iade edebilmektir. Cihad, terkedilen hukukullahı telâfi etmektir. Cihad, nefis ve bedendeki her türlü taklidi terk etmektir. Rasûlullah (s.a.s.)'ın torunu Hz. Hasan der ki: "Adam Allah uğrunda cihad eder. Halbuki bir kılıç vurmamış bulunur. Sonra Allah uğrunda cihadın hakkı da; hak ve ihlâsa yakın bulunması, haksızlıktan ve kötü niyetlerden gücü yettiği oranda kusur ve ilgisizlikten uzak bulunmasıdır." Cihad, insanları baskı ve zorlamadan korumak ve kurtarmaktır. Zorlama ve baskı olmayan İslâm'a, insanları davet ederek Allah'ın adını yüceltmektir. Cihad, herkesi, mensubu olduğu akîdeden zorla çıkarmaya çalışmayıp, hakkın kabulü ve yayılışına engel olmak isteyen ve gücünün yettiğine baskı yapan hak düşmanlarının kovulması ve her türlü engelin kaldırılması ile, sağlam kalp ve dosdoğru düşünen bir akıl için belirlenmiş en güzel nizamı, yani İslâm'ı hâkim kılmaktır. Cihad, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in yaşayıp tebliğ ettiği İslâm'a yapışarak Allah yolunda kendini ve. malını feda etmiş, orta yolu seçmiş, aşırılıktan sakınmış ilâh olarak Allah'ı ve onun hâkimiyetini tanımış, İslâm'ı bütün dinlerin üstünde ve tamamlanmış tek din kabul ederek bu dini müdafaa ve yaşanılır kılmak için çalışmak demektir. Bunun için İslâm'da mutlak surette, öldürme, intikam, din değiştirmeye zorlama yoktur. Düşmanı yenmek, onun kuvvet ve gücünü bertaraf edip, dinde serbest olarak Allah'ın hükmüne tabi tutmaktır ki, işte Allah'ın adını yüceltmek için yapılan cihad şekillerinden birisi de budur. Cihad, ne bir savunma savaşı ne düşmana saldırıda bulunup onu imha etme savaşıdır. Kıtal ve kan dökme değildir. Yahut bir üstünlük ve egemenlik kurarak insanları boyunduruk altına alma savaşı da değildir. İnsanlarla mücadele ve insanlar arası savaş ilişkilerini anlatan pek çok kelime varken, İslâm bu kelimeleri cihad kavramı yerine kullanmadı. Meselâ, harp, kıtal, ezâ kelimeleri cihad kelimesinin yerini tutmamaktadır. İslâm niçin eskiden Araplar'ın kullandığı harp vb. gibi kelimeleri almadı da yepyeni bir ifade olan cihad tabirini aldı. Bunun birinci sebebi, harp tabiri şahsi menfaatler, polemik oyunlar için ateşi sönmeyen, yangını çağlar boyu milletlerin, kabilelerin içinden çıkmayan kıtal anlamında kullanılmıştır. Harplerde genellikle, kişisel ve toplumsal kinler hâkim olmuştur. Harplerde fikir endişesi, bir akîdeyi galip kılma çabası göze çarpmaz. Cihad Allah İçindir ve Allah Yolundadır İslâm'da cihad, hedefsiz, gayesiz bir savaş değildir. İslâm'da cihad yalnız Allah yolunda olur. Bu şart, cihaddan ayrılmaz. İslâm'ın kendi hedeflerine varmak için niçin harp veya başka bir kelimeyi değil de; "cihad" kelimesini seçtiğini belirtirken, cihadın diğer kelimelerden farklı olduğunu ifade ettik. Bu farklılığı sağlayan bir hususiyet de "Allah yolunda" ifadesinin ve kavramının cihad kelimesinin içinde bulunmasındandır. "Allah yolunda" tabiri de İslâm'ın kendi mefkûresi için kullandığı terimler sözlüğünden bir terimdir. Bu terimi de bir çok kişi yanlış anlamış, halkı İslâm inancına boyun eğdirip, İslâm'ı kabul ettirip bunun için zorlamak olduğu düşüncesini "Allah yolunda cihad" olarak düşünmüşlerdir. Gerçekte, "Allah yolunda" terimi, İslâm kavramları içinde onların düşündüğünden çok geniş bir anlam belirtir. "Allah yolunda cihad" batılıların anladığı manada kutsal bir savaş değildir. İslâm nazarında, toplumun fayda ve mutluluğu için, geçici dünya arzusunda bulunmadan yapılan her hareket "Allah yolunda"dır. Allah'ın sana verdiği malları geçici dünyalık faydalar umarak sarfedersen bu "Allah yolunda" olmak değildir. Ama sırf Allah rızası için, bildiğin muhtaçlara yardım edersen şüphesiz ki bu "Allah yolunda" bir iştir. İşte bu "Allah yolunda" terimi, yalnız İslâm'a mahsus; maddi menfaat ve arzulardan uzak, sırf Allah rızası umulan davranışlar için kullanılır. Bunu yapan kimse bilir ki mümin. kardeşlerinin saadeti için yaptığı her iş Allah rızası içindir. Müminin geçici dünya hayatında istediği tek husus Allah Teâlâ'nın rızasını kazanmaktan başka bir şey değildir. İşte yüce Allah, bu anlama işaret etmek için cihadı, "Allah yolunda" kaydıyla sınırlamıştır. İslâm'ın istediği de budur. Müslüman topluluk veya fert, batıl ve beşerî sistemleri yıkıp, yerine İslâm akîdesine dayalı bir sistemi getirirken, harcayacakları çabaları ve yapacakları her türlü fedakârlıkları, kişisel çıkarlardan, nefsânî arzulardan uzak tutmalıdır. Bütün çırpınmalarının karşılığı olarak, hak ölçülerine uygun, adaletli bir sistemi getirmekten başka bir şey gözetmemelidirler. Mümin, yaptığı şeylerin karşılığını bu dünyada beklemez. Allah'ın kelâmını yüceltmek için, bu bitmeyen mücadelenin, dinmeyen savaşın karşılığında; mal, mülk, şan, şeref, rütbe, geçici dünyalık elde etme düşüncesi aklından geçmez. "İnananlar Allah yolunda savaşırlar, küfredenler ise tâğût yolunda savaşırlar..." (en-Nisâ, 4/76). Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Allah, ancak kendi rızası için olan cihadı kabul eder. Nefsânî arzulardan, kavmiyetçi kinlerden, kabilecilik taassubundan kopan savaşı değil... Yeryüzündeki her canlı, hayatını devam ettirmek için çırpınıp durur. Fıtrî gayesine ulaşmak için gece gündüz demeyip çalışır. fakat müslümanın çırpınış ve çalışması başka gayelere yöneliktir. O, yani, İslâm'a inanıp, onun sistemine bağlanan kimse, her şeyden önce İslâm inkılâbının gayesi olan Hakkı getirmek için canla başla, malla Allah yolunda cihad eder. Bütün gücüyle şer güçleri yıkmak, fitne ve fesat tohumlarının yeryüzünde yayılmasına engel olmak için çalışır. "Fitne yok olup din ve hâkimiyet yalnız Allah'ın oluncaya kadar" cihad eder. İşte İslâmî cihad budur. Şâmil İA |
Cvp: Cihad Davet ve Cihad İslâm'da her amelin kendine göre hükmü ve yerine getirilmesinde aranacak şartlar vardır. Mazereti olmayan birinin Ramazan'da oruç yemesi haram kılınırken bayramda da oruç tutmak yasaklanmıştır. Mazereti olmadığı halde Ramazan'da oruç tutmayan biri kınanır ama bir başka ayda nafile oruç tutmadığından dolayı kimseyi kınama hakkımız yoktur. Aynı şekilde bayram günleri dışında nafile oruç tutana da bir şey deme hakkımız olamaz. Günümüzde bu kavram kargaşası yüzünden ve özellikle de bazı kesimlerin kendi tutumlarını İslâm'ın bizzat kendisi veya sunduğu tek metot olarak gösterme çabası içine girmelerinden dolayı başta Allah'ın mübarek kıldığını bildirdiği topraklardaki cihad olmak üzere çeşitli yörelerde yürütülen İslâmi mücadeleler, cihadlar mağdur edilmekte, töhmet altına sokulmaktadır. Sanki İslâm "hoşgörü" diniymiş, savaşın İslâm'da yeri yokmuş veya günümüz şartlarında dünyanın her yerinde "hoşgörü"nün öne çıkarılması gerekliymiş gibi bir hava estirilmektedir. İşin gerçeğinde İslâm bir hoşgörü dinidir. Ama hak arayışında ve davetin önündeki engellerin kaldırılması mücadelesinde kuvvete başvurmak da Müslümanların haklarıdır. Bugün İslâm coğrafyasına kene gibi yapışan sömürgeci güçler çıkarlarının tehlikeye girdiği anda hemen kuvvete başvurdukları ve göz kırpmadan insanları topluca katlettikleri halde onların bu tutumlarına karşı bir tepki gösterilmezken Müslümanların gasp edilmiş haklarını geri almak amacıyla kuvvete başvurmaları karşısında kimsenin bir şey söylemeye hakkı yoktur. Yüce Allah davet konusunda şöyle buyurur: "Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et." (Nahl, 16/125) Yine bir başka âyeti kerimede, Hz. Musâ ile Hz. Harun'a hitap olarak şu ifadeye yer verilir: "Firavun'a gidin. Çünkü o gerçekten azdı. Ona yumuşak söz söyleyin. Umulur ki öğüt alır veya korkar." (Tâhâ, 20/43-44) Bu, İslâm'ın davet konusundaki metodudur. İnsanları Allah'ın dinine çağırırken, onlara doğruları anlatmaya çalışırken, birbirimize öğüt verirken, kötülüklerin terk edilip iyiliklerin uygulamaya geçirilmesi için çalışırken başvurmamız gereken metot budur. Ancak bu da kötülüğe hoş görüyle bakmak değil, insanları kötülükten uzaklaştırmada hoşgörülü davet ve tebliğ metodunu seçmektir. Çünkü kötülüğü ya elle, ya dille değiştirmek gerektiği, bunu yapamayanın en azından kalben karşı çıkmak zorunda olduğu ve bunun imanın en zayıf derecesi olduğu Resulullah (s.a.s.) tarafından vurgulanmıştır. Öte yandan Müslümanların küfür karşısında boyun eğmemeleri ve müşriklerin zorbalığı karşısında İslâm'ın yüceliğini korumak için çalışmaları konusunda Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur: "Ey iman edenler! Kâfirlerden size yakın olanlarla savaşın. Sizde bir sertlik bulsunlar." (Tevbe, 9/123) Bugün Mescidi Aksa'nın altını oyarak onu yıkmaya çalışanlar, insanları sırf Allah'ın dinine inandıklarından ve vatanlarına sahip çıktıklarından dolayı ölüme ya da sürgüne mahkum edenler vs. hakkında ise Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah'a ve Peygamberine karşı savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya uğraşanların cezaları ya öldürülmeleri, ya asılmaları, ya ellerinin ve ayaklarının çapraz olarak kesilmesi veya bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onlar için dünyada bir aşağılıktır; ahirette ise onlara büyük bir azap vardır." (Maide, 5/33) |
Cvp: Cihad CİHÂD EMİRİ "Emîr" ise, bir kavmin veya memleketin başı, reisi, genel vali ve ordu komutanı gibi anlamlara gelir. Buna göre "cihâd emîri"; cihâdı başlatmak veya yönetmekle görevli kimse dernektir. Duruma göre, devlet reisi bu işi yürütebileceği gibi, kendi yerine bir başkasını görevlendirmesi de mümkündür. Bu durumda "veliyyü'l-emr=(devlet reisi)"nin, savaşta askeri sevk ve idare etmesi için ordunun başına tayin ettiği kimseye "cihâd emîri" denir. (Maverdî, el-Ahkâmü's-Sultâniyye, 37; Ö. N. Bilmen, "Istılahatı Fıkhiyye Kamusu ", III, 341). Savaş için tayin edilen kumandanın makamına "İmâre ale'l-Cihâd = Cihâd Emîrliği" denir. Cihâd emîrliği iki kısımdır; Biri "imâret-i hâssa (özel anlamda emîrlik)"tir ki, yalnızca orduyu idareye ve harp işlerini yönetmeye mahsustur. Diğeri, "imâret-i âmme (genel emîrlik)"tir. Savaşı idare, ganimet mallarını taksim, barış sözleşmesi imzalama gibi bütün cihâd işlerini kapsayan emirliktir. (Mâverdî, a.g.e., 37; Ö. N.B. a.g.e., III, 341) Harbe lüzum görülüp de bir ordu veya bir seriyye gönderileceği zaman "veliyyü'l-emr"in ilk yapacağı iş, bunların başlarına bir "emîr (komutan)" tayin etmektir. Çünkü askeri sevk ve idare etmek, yönetimindekileri gözetmek, orduda birlik ve beraberliği sağlamak, gerekli hükümleri uygulamak için bir "emîr"e ihtiyaç vardır. Zira her hâdisede devlet başkanına müracaat edilmesi bir takım zorlukları doğurabilir. (Ö. N. Bilmen, a.g.e., III, 361) Savaş; cesaret, iyi bir sevk ve idare, ganimetleri taksim hususunda hakkı koruma, güvenilir olma, hesap ve yazı bilme gibi hasletlere dayanır. Bu yüzden devlet başkanı; bu iki görevi (savaşı yönetme, ganimetleri taksim) bir şahsa verebileceği gibi, ayrı ayrı kimselere de verebilir. Bu konuda ehliyet ve ihtisas aranır. Şayet "veliyyü'l-emr", ganimetlerin taksimini "emîr-i harb (savaş emîri)" ile "emîr-i kısmet (ganimeti paylaştırma emîri)" olmak üzere, tayin edeceği iki şahsa verirse, bu hususta bunlardan herhangi biri yalnız başına hareket edemez; taksimi birlikte yapmaları icabeder. "Cihâd emîrliği"ne tayin edilecek zatın; adil, iyi bir yönetici, savaş siyasetini bilen, harb usulüne âşinâ, helâl ve haramı tanıyan, şefkat ve cesaretle muttasıf tehlikeleri umursamaz bir şekilde atılmaktan sakınan biri olması gerekir. Zira bu özellikleri taşımayan bir kimsenin, "emîr" tayin edilmesiyle umulan faydalar sağlanamaz. Harbe kumandan tayin edilen zat, ordu içinde bulunma ihtimali olan casusları ve askerin maneviyatını bozacak zararlı davranışlarda bulunabilecek şahısları temizlemesi, orduyu teftiş ve kontrol etmekle meşgul olması icabeder. "Emîr"in soy ve fikir bakımından kendi soy ve fikrinde olanlara kendi mezhebinde bulunanlara meyletmemesi, soy, fikir ve mezhepte ayrı olanlara sırt çevirmemesi: ufak tefek bazı hâdiselere gereğinden fazla önem verip işi büyütmek suretiyle ihtilaf ve ayrılıklara yol açmaması gerekir." (Mâverdi, a.g.e., 39) "Cihâd emîri", devlet başkanının vekilidir. İslâm'da devlet başkanına itaat bir görev olduğu gibi; onun vekiline de itaat bir görevdir. Hatta fertler, emîrin emrettiği veya yasakladığı şeylerin faydalı olup olmadıklarına bakmaksızın ona itaat etmeleri gerekir. Çünkü bu şekilde içtihada dayanan hususlarda devlet başkanı veya vekiline itaat gereklidir. Meselâ: Emîr, orduyu teşkil eden su taşıyıcıları, sağ cenah temsilcileri, sol cenah temsilcileri vb. gruplara "hiç birinin harp halinde diğerine yardım için bulunduğu noktayı terketmemesini" tenbih edecek olursa, bu grupların yerlerinden kımıldamamaları gerekir. İsterse bu gruplardan birinin düşman tarafından yenilgiye uğratılmasından endişe duyulsun (Ö. N. Bilmen, a.g.e., III, 362) "Emîr"in emrettiği veya yasakladığı şeylerin Allah'a karşı bir masiyet yahut helâk olmayı gerektiren, uygun olmayan bir davranış olduğu herkes tarafından kabul edilirse, bu takdirde kendisine itaat gerekmez. Çünkü Yaratan'a karşı gelmeyi gerektiren hususlarda, yaratılana itaat edilmesi caiz değildir. "Üstün, kanuna aykırı emirlerine uyulmaz" kuralı mâlûmdur. Buna rağmen böyle masiyeti gerektiren bir emir veya yasaklama durumunda sabır ve tahammül gösterilir, isyandan kaçınılır. Yukarda anılan durumlar, müslümanların, kendilerinden olan bir yönetici (veliyyü'l-emr) tarafından yönetildikleri dönemlere mahsustur. Ülkeleri istilaya uğramış, başlarına tâğutlardan biri geçmiş olan müminlerin eli kolu bağlı oturmaları kendilerine yakışmaz. Bu durumda da bir cihad emirinin başkanlığında cihad etmeleri üzerlerine farzdır. Cihadı terketmeleri Allah'ın emirlerine karşı gelmek demektir. Bu cihadın mutlaka silâhla yapılması da şart değildir. Zamanı gelinceye kadar; dille, kalemle,malla, ve akla gelebilen her türlü vasıta ile yapılabilir. Tâ ki müminler, aralarından kendilerine önderlik yapacak birini hazırlayıp, onun etrafında birlik olsunlar. Böyle biri görev yüklenince de ona muhalefet etmek, yahut ona yardım etmemek cihadı terketmek demektir. Normal zamanlarda devlet reisine itaat nasıl farz ise, bu durumda da müminlerin çevresinde birleştikleri "lider" yani cihad emirine itaat farzdır. Halid ERBOĞA - Samil IA |
Cvp: Cihad CİHADIN CEŞİTLERİ Aynı meâlde başka hadis-i şerifler de vardır. Bütün bunlar bize, insanın nefsi ile, nefsinin boş ve mânâsız, hatta gayr-ı meşrû istekleri ile mücadele etmesinin cihad olarak değerlendirildığını göstermektedir. 2- Ilim Ile Cihad Cihad'ın başka bir çeşidi de ilim ile yapılan cihaddır. Dünyadaki bütün kötülüklerin sebebi cehalettir. Hakk'a ulaşmak isteyen herkesin cehaletten kurtulması, ondan uzaklaşması gerekir. Bilginin ortaya koyduğu delillerin gönüller üzerinde icra ettiği tesiri silâh gücü ile temin etmek mümkün değildir. Onun için şöyle buyurulmuştur: "Ey Muhammed! Insanları Rabbi'nin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış. Doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilir. " (en-Nahl 16/125). Temeli ilim yoluyla tebliğ ve davete dayanan Islâmiyette, bu tebliğ faaliyetinin adı "ilim ile cihad"dır. Bu usûle "Kur'an ile cihad" da denilir. En güzel mücadele şekli Kur'an'ın mücadele şeklidir. Bunun için Cenâb-ı Hak:"Sen kâfirlere uyma, uyanlara karşı Kur'an ile büyük bir cihadla cihad et" (el-Furkan, 25/52) buyurmuştur. Ayet-i kerimede Kur'an ile cihadın "büyük cihad" olarak belirtilmesi, Kur'an'ın ilim ile cihad konusuna ne kadar önem verdiği göstermektedir. Hak ve hakikatı, en tehlikeli zamanda bile, hiç bir şeyden korkmadan ve çekinmeden olduğu gibi söylemek de bir çeşit cihaddır. Rasûlullah (s.a.s.) bu konuda şöyle buyurmuştur: "Zalim bir hükümdar karşısında hak ve adaleti açıkça söylemek, büyük bir cihaddır. " (Ibn Mâce, Fiten, 4011) 3- Mal Ile Cihad Mal ile cihad, Allah Teâla'nın insana ihsan etmiş bulunduğu mal ve servetin yine Allah (c.c.) yolunda harcanması demektir. Bilindiği gibi dünyada her iş para ile yapılmaktadır. Hakkın korunması ve zafere ulaşılması da yine paraya bağlıdır. Bunun için mal ile cihadın önemi büyüktür. Müslümanların, Islâm'ın yücelmesi hakkın muzaffer olması için her türlü mal, servet ve paralarını bu yolda fedâ etmeleri mal ile cihaddır. Hz. Peygamber'in, mal ile cihad hususundaki teşvik edici sözleri ashabı kiramı harekete geçirmiş ve kendileri yoksulluk içinde sıkıntılı bir hayat geçirirken, mal ile cihad farızasını edâ edebilmek için elde avuçta ne varsa getirip Rasûlullah'a vermişlerdir. Bu konuda Kur'an-ı Kerîm'de de pek çok ayeti kerîme vardır. Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur: "Iman edip hicret eden, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden, (mücâhidlere) yer veren ve yardım edenlerin hepsi birbirinin vekilıdır. " (el-Enfal, 8/72). "...Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla savaşın. Bilseniz bu sizin hakkınızda ne kadar hayırlıdır. " (et-Tevbe, 9/41). "Allah, mallarıyla, canlarıyla mücadele edenleri derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır. " (en-Nisâ, 4/95). 4- Savaşarak Cihad Yapmak Cihad, müslümanlara farzdır. Her müslümanın nefsi ile, ilim ve malı ile sürekli cihad yapması, böylece dinin korunması, Hakk'ın galip kılınması için çalışması gerekir. Bazen "I'lây-ı kelimetullah" yani Allah adının yüceltilmesi dinin korunup yayılması içinde elde silâh düşmanla savaşmak icab edebilir. Bu en büyük cihaddır ve müslümanlara farzdır. Hattâ cihad denildiği zaman ilk akla gelen husus, düşmanla sıcak savaşa girmektir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur: "Sizinle savaşanlarla; Allah yolunda siz de savaşın. Fakat haksız yere saldırmayın." (el-Bakara, 2/190) Bu ilâhi emir Allah yolunda, Islâm uğrunda savaşmanın ve Islâm yurdunu düşmana karşı korumanın cihad olduğunu bize ifade etmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s.) de bir hadis-i şeriflerinde; ganimet elde etmek, şan ve şöhrete ulaşmak, mevki ve makam elde etmek için yapılan savaşın cihad olmadığını, cihadın, Allah (c.c.)'ın adının yüceltilmesi (I'lây-ı kelimetullah) için yapılan savaş olduğunu haber vermiştir. Çağımızda bir takım gruplar her ne kadar savaşsız bir dünyanın özlemini dile getirmekte ve bunun için açık veya gizli savaş aleyhtarı faaliyetler sürdürmekte iseler de, bu hiç bir zaman, binlerce yıldan beri devam eden gerçeği değiştirmeyecek ve savaşlar sürüp gidecektir. Cenâb-ı Hak bu değişmez gerçeği aşağıdaki ayet-i kerîmede bize haber vermiştir: "Hoşunuza gitmediği halde, savaş size farz kılındı. Hoşunuza gitmeyen bir Şey, hakkınızda hayırlı olabilir. Hoşunuza giden bir şey de, hakkınızda kötü olabilir. Bunları Allah bilir, siz bilemezsiniz. " (el-Bakara, 2/216). "Savaşan, ancak kendi öz canı için savaşmış olur. Allah hiç bir şeye muhtaç değildir. " (el-Ankebut, 29/6). Islâm dini müslümanlara şerefli bir hayat yaşatmayı hedef edinmiştir. Bu sebeple bu dinin emrettiği savaş, savunma savaşı, zâlimlerden mazlumları kurtarma savaşı, her yere adalet götürme savaşı ve müslümanların haysiyetini koruma savaşıdır. Kur'an-ı Kerîm'de: "Kendilerine karşı savaş ilân olunduğunda zulme uğrayanlara cihad etmeleri için izin verildi. Hak Teâlâ onlara yardıma hakkıyla Kadirdir." (el-Hac, 22/39) buyurulup meşrû savunma savaşına izin verilirken her an savaşa hazır olmak da emredilmiştir. Savaşın önemini ısrarla belirten Islâm dini ve onun yüce kitabı, barışın da gereğine işaret etmekte, barış teklifi düşmandan geldiği takdirde tavız vermeden teklifin yerine getirilmesini istemektedir: " Eğer onlar barış isterlerse sen de onu kabul et. Allah'a güven ve dayan." "Her şeyi işiten, herşeyi hakkıyla gören O'dur. Onlar seni aldatmak isterlerse, şunu kesin olarak bil ki, Allah sana yeter. Seni,yardımlarıyla ve müminlerle destekleyen O'dur." (el-Enfâl, 8/63). Islâm, müslümanlara yapılan tecavüzlerin hiç birinin karşılıksız bırakılmamasını istemektedir: "O halde, size karşı tecavüz edenlere siz de aynıyla mukabele edin. " (el-Bakara, 2/194). Yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar müslümanların cihada devam etmelerini isteyen Islâm, savaş hukukunu da en güzel şekilde tanzim etmiştir. Allah Teâlâ'nın: " Andlaşma yaptığınızda Allah'ın ahdini (andlaşma hükümlerini) yerine getirin." (en-Nahl, 16/91) "Haddi aşmayın, Allah haddi aşanları sevmez." (el-Bakara, 2/190) buyurması; Peygamber Efendimiz'in cephe gerisinde bulunan kadın, çocuk, ihtiyar ve din adamlarının öldürülmemesini, savaşçılara işkence edilmemesini çapulculuk yapılmamasını istemesi, Islâm savaş hukukunun temel kuralları olmuştur. Dinimizin müslümanlara farz kıldığı cihadın fazileti ve bu emri yerine getirenlerin Allah katında ulaşacakları yücelikler Kur'an-ı Kerim'de şöyle haber verilmektedir: "Allah Teâlâ, Cennet'e karşılık müminlerin canlarını ve mallarını satın aldı. Onlar Allah yolunda savaşırlar. Savaş meydanında şehît ve gazı olurlar. Allah'ın bu öyle bir vâdidir ki, Tevrat'ta da, Incil'de de, Kur'an'da da sabittir. Kim Allah'tan daha çok vadıni yerine getirir? Yaptığınız bu hayırlı alış verişten dolayı sevinin. Işte büyük kurtuluş budur." (et-Tevbe, 9/111) "Ey mü'minler! Sizi çetin bir azabdan kurtaracak bir ticaret yolu göstereyim mi? O da şudur: Allah'a ve Rasûlüne iman eder ve Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla savaşırsınız. Bir bilseniz bu iş sizin için ne kadar hayırlıdır. Bu takdirde Allah sizin günahlarınızı mağfiret eder, altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn Cennetlerindeki hoş konutlara koyar. Işte büyük kurtuluş budur." (es-Saf, 6/10-12). Cihadın fazileti hakkında Hz. Peygamber (s.a.s.) de şöyle buyurur: "Rasûlullah'a: "-hangi iş daha hayırlıdır?" diye soruldu. " Allah'a ve Peygamberine iman etmektir. " dedi. "-Sonra hangisi faziletlidir, denildi: Allah yolunda cihaddır" cevabını verdi sonra "hangisidir?" sorusuna karşı da: "-Makbûl olan hac'dır, " buyurdu" (Buhâri, Iman, 18) Abdullah b. Mes'ud şöyle anlatıyor: "Rasûlullah'a: -Yâ Rasûlallah, Allah katında hangi iş daha sevimlidir? diye sordum. -Vaktinde kılınan namazdır, dedi. -Sonra hangisidir? dedim. -Anne ve babana iyilik etmendir, buyurdu. Sonra hangisidir? sorusuna da: -Allah yolunda cihaddır, cevabını verdi." (Buhârî, Cihad, 1) Ebû Zerr (r.a.)'den şöyle rivayet edilmiştir: "-Ya Rasûlallah, hangi amel daha faziletlıdır?" dedim. "Allah'a iman etmek ve onun yolunda savaşmaktır" buyurdu. (Riyâzü's-Sâlihîn, II, 531). Bir adam Peygamberimiz (s.a.s.)'e geldi ve: "-Insanların hangisi efdaldır?" diye sordu. Rasûlullah: "-Allah yolunda malı ve canı ile cihad eden mümin kişidir" buyurdu (Buhârî, Cihad, 2) Elde silâh, din ve Islâm diyarı uğrunda hudut boylarında nöbet beklemenin asıl bir görev olduğunu ve bunun Allah Teâlâ'yı ziyadeşiyle memnun ettiğini bildiren Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Hudut ve Islâm diyarının muhafazası için bir gün, bir gece nöbet beklemek, bir ay (nafile olarak) gündüz oruç tutup gece namaz kılmaktan daha hayırlıdır." (Müslim, Imâre,163; Tirmizî, Cihad 2) "Iki çeşit gözü, Cehennem ateşi yakmaz: Biri Allah korkusundan ağlayan göz; diğeri Allah yolunda nöbet beklerken uyumayan göz. " (Tirmizî, Fezâilü'l-Cihad, 12) Görüldüğü gibi cihad ilâhi bir emir olup kadın erkek bütün müslümanlara farzdır. Bu farzı yerine getirenler Cenâb-ı Hakk'ın hoşnutluğunu kazanacak ve ahirette yüce mertebelere ulaşacaklardır. Cenâb-ı Hak: "Siz de düşmanlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve (cihad için) başlanıp beslenen atlar hazırlayın" (el-Enfâl, 8/60) buyurarak müslümanlara her zaman cihad için hazırlıklı olmalarını emretmiştir. Işte bütün bu ayet ve hadislerin ışığında cihad, dünya ve dünya malı için olmayan, Kelîme-i Tevhîd'in kabulü ve gönüllere yerleşmesi için gösterilen cehd ile bunun neticesinde kazanılan kardeşliğin adıdır. Cihad; insanları, kula kul olmaktan kurtarıp Allah'a kul etmeğe davet edişin ve bu uğurda çekilen sıkıntıların adıdır. Cihad, insanları, sınıf, zümre, parti ve bütün beşeri hegemonyalardan kurtarıp Allah'ın hâkimiyeti altına gönül rızası ile davet etmenin adıdır. Kinsiz, kansız ve mutlu bir Islâm toplumu oluşturmak için gösterilen ihlaslı hareketin adıdır. Cihad, her ferdin, kendisini günahlardan arındırıp Allah'a istiğfar etmesi, Allah'a yönelmesi, Allah'a yönelen insanlardan oluşan bir dünya kurması ve bu dünyada kendisi ve insanlar için yalnız Allah'ın hâkimiyetini istemesi ve bunun için devamlı hareket halinde olmasıdır. Cihad, eskiden yapılan ve pişmanlık duyulan bütün yanlış işlerin aksini yapma gücüdür. Cihad, zimmete geçirilen bütün hakları geri iade edebilmektir. Cihad, terkedilen hukukullahı telâfi etmektir. Cihad, nefis ve bedendeki her türlü taklıdi terk etmektir. Rasûlullah (s.a.s.)'ın torunu Hz. Hasan der ki: "Adam Allah uğrunda cihad eder. Halbuki bir kılıç vurmamış bulunur. Sonra Allah uğrunda cihadın hakkı da; hak ve ihlâsa yakın bulunması, haksızlıktan ve kötü niyetlerden gücü yettiği oranda kusur ve ilgisızlıkten uzak bulunmasıdır." Cihad, insanları baskı ve zorlamadan korumak ve kurtarmaktır. Zorlama ve baskı olmayan Islâm'a, insanları davet ederek Allah'ın adını yüceltmektir. Cihad, herkesi, mensubu olduğu akîdeden zorla çıkarmaya çalışmayıp, hakkın kabulü ve yayılışına engel olmak isteyen ve gücünün yettiğine baskı yapan hak düşmanlarının kovulması ve her türlü engelin kaldırılması ile, sağlam kalp ve dosdoğru düşünen bir akıl için belirlenmiş en güzel nizamı, yani Islâm'ı hâkim kılmaktır. Cihad, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in yaşayıp tebliğ ettiği Islâm'a yapışarak Allah yolunda kendini ve. malını feda etmiş, orta yolu seçmiş, aşırılıktan sakınmış ilâh olarak Allah'ı ve onun hâkimiyetini tanımış, Islâm'ı bütün dinlerin üstünde ve tamamlanmış tek din kabul ederek bu dini müdafaa ve yaşanılır kılmak için çalışmak demektir. Bunun için Islâm'da mutlak surette, öldürme, intikam, din değiştirmeye zorlama yoktur. Düşmanı yenmek, onun kuvvet ve gücünü bertaraf edip, dinde serbest olarak Allah'ın hükmüne tabi tutmaktır ki, işte Allah'ın adını yüceltmek için yapılan cihad şekillerinden birisi de budur. Cihad, ne bir savunma savaşı ne düşmana saldırıda bulunup onu imha etme savaşıdır. Kıtal ve kan dökme değildir. Yahut bir üstünlük ve egemenlik kurarak insanları boyunduruk altına alma savaşı da değildir. Insanlarla mücadele ve insanlar arası savaş ilişkilerini anlatan pek çok kelime varken, Islâm bu kelimeleri cihad kavramı yerine kullanmadı. Meselâ, harp, kıtal, ezâ kelimeleri cihad kelimesinin yerini tutmamaktadır. Islâm niçin eskiden Araplar'ın kullandığı harp vb. gibi kelimeleri almadı da yepyeni bir ifade olan cihad tabirini aldı. Bunun birinci sebebi, harp tabiri şahsi menfaatler, polemik oyunlar için ateşi sönmeyen, yangını çağlar boyu milletlerin, kabilelerin içinden çıkmayan kıtal anlamında kullanılmıştır. Harplerde genellikle, kişisel ve toplumsal kinler hâkim olmuştur. Harplerde fikir endişesi, bir akîdeyi galip kılma çabası göze çarpmaz. |
Cvp: Cihad Cihad Fetvası Ezher Şeyhi Tantavi, Yusuf el Kardavi ve Hüseyin Fadlallah ile Kuveyt, S. Arabistan, Pakistan ve Mısır müftüleri, Afganistan savaşında ABD'nin yanında yeralmanın haram olduğunu açıkladılar. ABD'nin elinde kesin kanıt olmadan bir İslam ülkesini vurmasını kınayan İslam Uleması, bir islam ülkesine saldırı yapması için ABD ile anlaşmanın haram olduğunu açıkladılar. Ezher Şeyhi Muhammed Seyyid Tantavi, bir İslam ülkesinin mazlum bir devlete karşı yapılacak bir saldırı için zalim bir ülke ile anlaşmasının dinen ve aklen haram olduğunu söyledi. Aksine zalimden intikam alınması için tüm müslümanların mazluma destek için cihada katılmaları gerektiğini açıklayan Tantavi, ABD'ye karşı Afganlıların yanında yer alacaklarını söyledi. Kuveyt müftüsü Şeyh Süleyman Bugis, Suudi Arabistan Müftüsü Şeyh Hamud eş-Şuaybi, Pakistan müftüsü Nizammuddin Hamza, Mısır Müftüsü Dr. Ferid Vasıl ve daha birçok İslam ülkesinin müftüleri yayımladıkları ortak fetvada, İslam Milletinin "iyilik ve takva" üzerine birleşmesi istenerek, herhangi bir İslam ülkesinin bombalanması için ABD ile anlaşmaya girmemeleri gerektiği açıklandı. Dr. Yusuf el-Kardavi ve Lübnan şii alimlerden Şeyh Muhammed Hüseyin Fadlallah, ABD'ye yapılacak her yardımın Allah'a, Rasulüne ve tüm müminlere yapılmış bir ihanet olacağını belirttiler. Ey iman edenler! Size ne oldu ki, "Allah yolunda cihada çıkın." denilince olduğunuz yere yığılıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatına razı mı oldunuz? Fakat dünya hayatının zevki ahiretin yanında ancak pek az birşeydir. Eğer topluca savaşa katılmazsanız, O sizi acı bir azaba uğratır ve yerinize başka bir kavmi getirir ve siz O'na zerrece bir zarar veremezsiniz. Allah'ın herşeye gücü yeter. TEVBE/38 -39 Tarih.. Gül Muhammed ve Molla Abdullah, kimi zaman meyve-sebze, kimi zaman şekerleme türü yiyecekler üzerine seyyar satıcılık yaparak hayatlarını sürdüren biri 40 diğeri 60 yaşlarında iki Afgan müslümanıydı. O zamanlar Britanya'nın sömürgesi olan Hindistan'ın Kuzeybatı bölgesinden göç ederek Avustralya'nın Broken Hill kasabasına yerleşmişlerdi. 1 Ocak 1915 Cuma günü sabah namazlarını kıldıktan sonra, aileleri ile helalleşerek evlerinden ayrıldılar. Çünkü o gün herhangi bir gün değildi, o sabah herhangi bir sabah değildi. Çünkü devrin Halifesi, Osmanlı Sultanı Sultan Reşad CİHAD ilan etmişti ve Avustralya da İngilizler'in yanında, Osmanlı'ya karşı savaşmak üzere cepheye asker sevk edecekti. Halife'nin CİHAD fermanı dünyanın öbür ucundaki bu iki Afgan'ın imanlı yüreklerine çoktan ulaşmıştı. Hazırlıklarını tamamlayan bu iki yiğit Afgan, yanlarına aldıkları mavzerler, Kuran-ı Kerim ve Osmanlı Bayrağı ile kasabanın Tren istasyonuna yakın bir tepedeki kayalık bir yeri kendilerine mevzi edindiler. Gün ışırken, tren istasyonu, Çanakkale cephesine gönderilecek Anzak askerlerinin gelişi ile kalabalıklaşmaya başlamıştı. Kısa bir müddet sonra, Anzak askerlerini taşıyacak tren istasyona girdi. İşte tam bu sırada Gül Muhammed yanlarında getirdikleri Osmanlı bayrağını bulundukları mevzinin yanına dikti ve Allah u Ekber nidaları arasında arkadaşı ile birlikte ateş etmeye başladılar. Ellerindeki tüfeklerle istasyona kurşun yağdırıyorlardı. İlk şaşkınlığı üzerlerinden atan Anzak askerlerinin de karşılık vermesiyle bu baskın bir çatışmaya dönüşmüş ve yüzlerce Anzak askerinin yoğun ateş altındaki iki mücahid 3 saat boyunca ortalığı savaş alanına çevirmişlerdi. Ancak artık mermileri bitmiş ve ateş edemiyorlardı. Durumu farkeden Anzak askerleri de ateş etmeyi bırakmıştı. Kısa bir sessizlikten sonra, ellerine aldıkları babadan kalma Afgan hançerleri ile Ya Allah diyerek mevziden fırlayan Gül Muhammed ve Molla Abdullah aynı anda başlayan Anzak ateşi ile şehit edildiler Anzaklar, 2 ölü ve 7 yaralı verdikleri bu çatışmadan sonra, mücahidlerin mevzilendikleri yerde, Urduca yazılmış şu notu buldular: "BUNU YAPIYORUZ, ÇÜNKÜ SİZ VATANIMIZA KARŞI SAVAŞIYORSUNUZ." Evet aslında yukarıda bahsi geçen bu olay bir hikaye değil gerçeğin ta kendisidir ki, onlardan geriye kalan mavzerler, Kuran-ı Kerim, Bayrak ve diğer eşyaları hala Sydney'deki Polis müzesinde sergilenmektedir. Üzerinde yaşadığımız topraklardan çıkan CİHAD fermanının, binlerce kilometre uzaktaki bu iki garip ve mustazaf gönülde makes bulduğu dönemlerin geride kaldığını biliyorum. Ancak yine de Gül Muhammed ve Molla Abdullah'ın uğruna ölümlere gittiği "Müslüman Kardeşleri"nin Torunlarının, onların ülkelerinde esen savaş rüzgarlarını ellerini ovuşturarak seyretmeleri, hatta daha da ötesi akacak kandan çıkar sağlamaya çalışmaları beni rahatsız ediyor. Yok Türkiye'nin önemi artmış mış! Yok terörle mücadelede en ön safta yer alınmalıymış! Taliban zaten çağdışı, Afganistanlılar da ilkel bir halkmış falan filan. EY BU VATANIN MÜSLÜMAN HALKI!!! ŞUNU BİL Kİ ! AFGANİSTAN'DA AKACAK KAN İLE DEDEN OSMANLI İÇİN GÖZÜNÜ BİLE KIRPMADAN ÖLÜME KOŞAN O YİĞİTLERİN KANI ARASINDA HİÇBİR FARK YOKTUR. SENDEN AYNI YİĞİTLİĞİ İSTEMİYORUM AMA HİÇ OLMAZSA YÜREĞİNDE BİR SIZI HİSSET GÜL MUHAMMED VE MOLLA ABDULLAH'IN HATIRINA.... Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen ALLAH'ın oluncaya kadar onlarla savaşın (Enfâl-39) harplerde genellikle, kişisel ve toplumsal kinler hâkim olmuştur. Harplerde fikir endişesi, bir akîdeyi galip kılma çabası göze çarpmaz. |
Cvp: Cihad AYETLERLE CİHAD Maide Suresi: 35.Ayet Ey iman edenler, Allah'tan korkun, O'na yaklaşmaya vesile arayın, O'nun yolunda cihad edin ki, mutluluğa erebilesiniz. Enfal Suresi: 39.Ayet Siz de, ortalıkta hiçbir fitne kalmayıp din tamamıyla Allah'ın dini oluncaya kadar onlarla cihad edin! Eğer vazgeçerlerse muhakkak ki Allah yaptıklarını görür. Enfal Suresi : 65.Ayet Ey peygamber, mü'minleri cihada teşvik et! Eğer sizden sabreden yirmi kişi olursa ikiyüz kişinin üstesinden gelir ve eğer sizden yüz kişi olursa o küfredenlerden binini alteder. Çünkü onlar, gerçeği kavrayamayan anlayışsız bir topluluktur. Enfal Suresi: 74.Ayet İman edip hicret eden ve Allah yolunda cihada gidenlerle onları barındırıp yardıma koşanlar, işte onlardır gerçek mü'minler. Onlara bi bağışlama ve bol rızık vardır. Enfal Suresi:75.Ayet Sonradan iman edip hicret eden ve sizinle birlikte cihad edenler de sizdendir. Akrabalar ise, Allah'ın kitabına göre birbirlerine daha yakındırlar. Şüphe yok ki, Allah herşeyi bilir. Tevbe Suresi: 19.Ayet Tevbe Suresi: 20.Ayet iman edip hicret etmiş ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmiş kimseler, Allah katında en büyük dereceye sahiptirler ve işte muradına erenler onlardır. Tevbe Suresi:24.Ayet De ki: "Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, kadınlarınız, aşiretiniz, ele geçirdiğiniz mallar, kesat gitmesinden korktuğunuz bir ticaret ve hoşunuza giden evler size Allah ve peygamberinden ve onun yolunda cihaddan daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah öyle fasıklar güruhunu doğru yola erdirmez. Tevbe Suresi: 41.Ayet Gerek hafif, gerekse ağırlıklı, hepiniz istisnasız savaşa çıkın, mallarınızla canlarınızla Allah yolunda cihad ediniz! Eğer bilir takımındansanız, bu sizin için hayırdır. Tevbe Suresi:44.Ayet Allah'a ve ahiret gününe imanlı kimseler, mallarıyla ve canlarıyla cihad edeceklerinden senden izin istemezler ve Allah, o takva sahiplerini bilir. Tevbe Suresi: 46.Ayet Eğer cihada çıkmayı isteselerdi, mutlaka onun için hazırlık görürlerdi, fakat Allah, davranmalarını istemedi de onları alıkoydu ve : "Oturun, oturanlarla beraber!" denildi. Tevbe Suresi: 73.Ayet Ey şanlı peygamber, kafirlerle ve münafıklarla cihad et, onlara karşı kalın (sert) ol! Onların varacakları yer cehennemdir; ne kötü bir varış yeridir orası! Tevbe Suresi: 81.Ayet Arkada kalıp savaşa gitmeyenler, Allah'ın Resulüne karşı koymak üzere, yerlerinde oturup kalmalarına sevindiler, mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmekten hoşlanmadılar ve: "Bu sıcakta sefere çıkmayın!" dediler. De ki: "Cehennem ateşi daha sıcak!" Keşke duysalardı! Tevbe Suresi: 83.Ayet Bundan böyle Allah seni onlardan bir kısmının yanına döndürür de, başka bir cihada çıkmak için senden izin isterlerse: "Artık siz benimle beraber savaşa çıkmayacaksınız ve hiçbir düşmana karşı benimle birlikte savaşmayacaksınız. Daha önce de oturup kalmayı arzu ettiniz, şimdi de geri kalanlarla beraber oturun!" de. Tevbe Suresi: " Allah'a iman edin ve Resulü ile beraber cihada gidin!" diye bir sure indirildiği zaman, onlardan servet sahibi olanlar senden izin istediler ve: "Bırak bizi oturanlarla beraber olalım!" dediler. Tevbe Suresi: 88.Ayet Fakat Peygamber ve beraberindeki mü'minler, mallarıyla canlarıyla cihad ettiler. Bunları görüyor musun? Bütün hayırlar işte onlar içindir ve kurtuluşa erenler de işte onlardır. Hacc Suresi: 78.Ayet Allah uğrunda gerektiği gibi cihad edin! Sizi O seçti, üzerinize dinde hiçbir zorluk da yükletmedi. Haydi babanız İbrahim'in milletine! Bundan önce ve bunda(Kur'an'da) size müslüman adını o Allah verdi ki peygamber size şahid olsun, siz de bütün insanlara şahidler olasınız. Şu halde namazı kılın, zekatı verin ve Allah'a sıkı tutunun ki, sahibiniz O'dur. Artık O ne güzel bir sahip, ne güzel bir yardımcıdır. Furkan Suresi52.Ayet Madem ki, yalnız seni gönderdik. O halde kafirlere uyma ve bununla (Kur'an ile) onlara cihad et, büyük cihad! Ankebut Suresi: 6.Ayet cihad eden yalnızca kendi hesabına cihad eder;çünkü Allah, bütün alemlerden müstağnidir. Ankebut Suresi: 69.Ayet Bizim uğrumuzda cihad edenlere gelince, elbette Biz onlara (Bize ulaştıran) yollarımızı gösteririz. Şüphesiz ki Allah, her zaman iyi davrananlarla beraberdir |
Cvp: Cihad [CENTER][B]HADİSLERLE CİHAD CİHADA KOŞMAK 869 İbn-i Abbâs radiya'llâhu anhümâ'dan Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem'in feth-i Mekke günü (îrâd ettiği bir hutbesinde) şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: Feth (-i Mekke) den sonra (artık Mekke'den Medîne'ye) hicret yoktur. (Ba'demâ) Mekke'den yalnız cihad kasdiyle ve tahsîl-i fezâil niyetiyle çıkılabilir. Binâenaleyh (devlet tarafından) cihâda da'vet olunduğunuzda hemen icâbet ediniz!. CİHAD 25 Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den: Şöyle demiştir: Resûlu'llâh sall'llâhu aleyhi ve sellem'e: "Amelin hangisi efdâldir?" diye sordular. "Allâha ve Resûlüne îmân." buyurdu. "Ondan sonra hangisi?" dediler. "Allah yolunda cihâd." buyurdu. "Ondan sonra da hangisi?" diye sordular. "Makbûl (olmuş, içine günah ve riyâ karışmamış) Hac." cevâbını verdi. 755 Âişe radiya'llâhu anhâ'dan rivâyet olunduğuna göre, Sıddîka-i müşârün-ileyhâ demiştir ki: Bir kere ben: - Yâ Resûla'llâh biz cihâdı, ibâdetlerin efdali biliyoruz. Biz, cihâda iştirâk edemez miyiz? diye sordum. Resûlullâh: - Hayır, siz cihâd edemezsiniz. Siz kadınlar için efdal-i cihâd, her halde hacc-ı mebrûr olur, buyurdu. 1176 Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'ten (şöyle) dediği rivâyet edilmiştir: (Bir kere) Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem'e bir er kişi geldi de: - Yâ Resûla'll âh! Bana cihâda muâdil bir ibâdete delâlet buyurulsa! dedi. Resûlullâh: - Ben cihad değerinde bir ibâdet bulmuş değilim ki, buyurdu. (Ve devâm edip): - (Sana sorarım) gücün yetişir mi ki: mücâhid (sefere) çıktığı sıra sen (de) mescidine girip(o dönünceye kadar) namaz kılasın da hiç usanmıyasın. Ve oruç tutasın da hiç iftar etmiyesin? diye sordu. O kişi: - Buna kimin gücü yeter ki? diye cevap verdi. 1177 Ebû Saîd (-i Hudrî) radiya'llâhu anh'ten şöyle dediği rivâyet olunmuştur: (Bir kere Resûlullâh'a): - Yâ Resûla'llâh! İnsanların hangisi efdaldir? diye soruldu da Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem: - Caniyle, maliyle Allah yolunda cenk eden mü'min, buyurdu. - Sonra kim? diye sordular. Resûlullâh: - (O da) vâdîlerden bir vâdîde (ihtiyâr-ı uzlet eden) mü'mindir ki, o, Allah'dan korkar da insanları, şerrinden rahat bırakır, buyurdu. 1178 Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den, Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu işittim, dediği rivâyet edilmiştir: Allah yolunda (harb eden) mücâhidin benzeri - Allah, kendi yolunda cihâd eden kimse (de ki gâye) yi çok iyi bilir ya - (gündüz) oruç tutan ve (gece) namaz kılan (mü'min) in meselidir. Allah, kendi yolunda döğüşen mücâhid için ya onun şehâdeti sûretiyle onu (sorgusuz derhal) Cennet'e koymağı, yâhut mücâhidi sevabla veya ganîmetle berâber sâlimen (meskenine) dönmesini deruhde etti. 1179 Yine Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Her kim Allâh'a ve O'nun Resûlüne îmân eder de namaz kılar ve Ramazan'da oruç tutarsa, onu Cennet'e koymak Allah üzerine (sanki) bir hak olur. O kimse ister Allah yolunda cihâd etsin, isterse içinde doğduğu toprağında, (evinde) otursun. Bunun üzerine Ashâb: Yâ Resûla'llâh! (Bu haberi) halka müjdelemez miyiz? demişlerdi. Resûl-i Ekrem (şöyle) söyle (yerek istidrâk eyle) di: - Cennet'te yüz derece vardır ki, Allah onları Allah yolunda cihâd eden mücâhidler için hazırlamıştır. İki derece arasındaki mesâfe, gökle yer arasındaki mesâfe gibidir. Siz Allah'dan (Cennet) istemek dilediğinizde Ondan Firdevs'i isteyin!. O, Cennet'in efdalidir ve Cennet'in en yücesidir. Râvî diyor ki: Öyle zannediyorum ki, (Şeyhim Füleyh): "Firdevs'in üstünde Arş-ı Rahmân vardır" demişti. Cennet'in ırmakları da Firdevs'ten akar. 1180 Enes İbn-i Mâlik radiya'llahu anh'den Nebî salla'llâhu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: Sabahleyin veya akşamleyin her hangi bir zamanda Allah yolunda bir kere (cihad için) yürüyüş, hiç şüphesiz dünyâdan ve dünyâdaki şeylerin hepsinden hayırlıdır. 1181 Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den Nebî salla'llâhu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: Cennet'te bir arşın kadar (az) bir yer (âlemde) üzerine güneş doğup batan şeylerin hepsinden muhakkak hayırlıdır. Yine Resûlullâh: "Sabahleyin veya akşamleyin her hangi bir zamanda Allah yolunda (cihâda çıkıp) yürüyüş, üzerine güneş doğup batan şeylerin hepsinden her vechile hayırlıdır". buyurmuştur. |
Cvp: Cihad [CENTER][B]CİHAD İÇİN AT BESLEMEK 1070 Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: At ırkı bâzı kimseler için mahz-ı sevâbtır; bâzı kimseler için de fakr-ü ihtiyâcına bir perdedir; bâzılarının da boynunda bir vebâldir. At kendisi için hayır olan ol kimsedir ki, o, atını Allah yolunda (cihâd için) bağlamıştır; ve atı (nın ayağı) nı da bol otlu geniş bir sâhada veya çayırlıkta uzatmıştır. Bu bol otlu geniş bir sâhadan veya çayırlıktan atın bu uzun ipinde iken yediği her ot, at sâhibi için birer hasenedir, iyiliktir. Hele bir de atın ipi kopsa da şahlanarak (ön ayaklarını kaldırıp) bir veya iki mil (rakseder gibi) nişât ile koşsa, yerde tırnaklarının bıraktığı izleri ve onun gübreleri de sâhibi için hasenât olur. Bir de hayvân (bu arada) bir nehre uğrayıp da o(nun suyu)ndan içerse, -sâhibi sulamak istememiş olsa bile- bu su da sâhibi için hasenât olur. Binâenaleyh cihâd için bağlanan bu gazâ atı, sâhibi için büyük bir sevabtır. Bir kimse de atını, (onunla kazanmak), halktan müstağnî olmak, iffetini muhâfaza etmek için bağlar da sonra o kimse gerek hayvanlarının üzerindeki Allah hakkı (olan zekâtı) nı, gerek arkalarına tâkatinden fazla yüklememeği unutmazsa, bu at da o kimse için (fakirliğe karşı) bir hâildir. Bir kimse de atını öğünmek için, riyâ için, ehl-i İslâm'a husûmet için bağlar (sa) bu hayvân da onun için azîm bir vebâldir. Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem'e (Ashâb-ı Kirâm tarafından) merkebler (in de feres hükmünde olup olmadıkların) dan soruldu da Resûlullâh: - Her hükmü câmi' bir vecîze olan şu âyetten başka bana (mansûs) bir şey inzâl buyurulmadı, dedi: Her kim küçük zerre vezninde bir hayr işlerse, onu görecek; her kim de küçük zerre mikdârı bir şer işlerse, bu da onu görecek (meâlindeki iki âyetini okudu). |
Cvp: Cihad [CENTER][B][SIZE=3]CİHADIN FAZİLETLERİ 1176 Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'ten (şöyle) dediği rivâyet edilmiştir: (Bir kere) Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem'e bir er kişi geldi de: - Yâ Resûla'llâh! Bana cihâda muâdil bir ibâdete delâlet buyurulsa! dedi. Resûlullâh: - Ben cihad değerinde bir ibâdet bulmuş değilim ki, buyurdu. (Ve devâm edip): - (Sana sorarım) gücün yetişir mi ki: mücâhid (sefere) çıktığı sıra sen (de) mescidine girip(o dönünceye kadar) namaz kılasın da hiç usanmıyasın. Ve oruç tutasın da hiç iftar etmiyesin? diye sordu. O kişi: - Buna kimin gücü yeter ki? diye cevap verdi. 1177 Ebû Saîd (-i Hudrî) radiya'llâhu anh'ten şöyle dediği rivâyet olunmuştur: (Bir kere Resûlullâh'a): - Yâ Resûla'llâh! İnsanların hangisi efdaldir? diye soruldu da Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem: - Caniyle, maliyle Allah yolunda cenk eden mü'min, buyurdu. - Sonra kim? diye sordular. Resûlullâh: - (O da) vâdîlerden bir vâdîde (ihtiyâr-ı uzlet eden) mü'mindir ki, o, Allah'dan korkar da insanları, şerrinden rahat bırakır, buyurdu. 1178 Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den, Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu işittim, dediği rivâyet edilmiştir: Allah yolunda (harb eden) mücâhidin benzeri - Allah, kendi yolunda cihâd eden kimse (de ki gâye) yi çok iyi bilir ya - (gündüz) oruç tutan ve (gece) namaz kılan (mü'min) in meselidir. Allah, kendi yolunda döğüşen mücâhid için ya onun şehâdeti sûretiyle onu (sorgusuz derhal) Cennet'e koymağı, yâhut mücâhidi sevabla veya ganîmetle berâber sâlimen (meskenine) dönmesini deruhde etti. 1180 Enes İbn-i Mâlik radiya'llahu anh'den Nebî salla'llâhu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: Sabahleyin veya akşamleyin her hangi bir zamanda Allah yolunda bir kere (cihad için) yürüyüş, hiç şüphesiz dünyâdan ve dünyâdaki şeylerin hepsinden hayırlıdır. |
Cvp: Cihad CİHAD KAVRAMI VE CİHADIN ÇEŞİTLERİ[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] [B]I. KONUNUN PLÂNI A-Cihad kavramı ve Tanımı B-Cihad’ın Çeşitleri ve Vasıtaları 1.Nefse Karşı Cihad 2 Şeytana Karşı Cihad 3.Düşmana Karşı Cihad 4.Sözle yapılan cihâd 5.Malla Yapılan Cihad 6.Canla Yapılan Cihad 7.İlimle Yapılan Cihad D-Cihadla Kıtal Arasındaki Fark E- Cihad- Tebliğ ilişkisi F-Değelendirme Ve Sonuç II. KONUNUN AÇILIMI VE İŞLENİŞİ Konuya cihad kavramı açıklanarak başlanır. Daha sonra ilgili âyet ve hadislerle cihadın çeşitleri anlatılır. Bu arada cihad ile kıtal kavramları arasındaki önemli farka değinilir. Vaazın akışı içerisindegünümüz açısından cihadın en önemli şeklinin, İslam’ın yaşanması, yaşatılması ve insanlara doğru bir şekilde ulaştırılıp öğretilmesi olduğunun özellikle altı çizilir.. Vaazın sonuna doğru genel bir değerlendirme yapılarak konunun anlatımı tamamlanır. III. KONUNUN ÖZET SUNUMU Sözlükte; gayret etmek, bir işi yapabilmek için bütün imkanları kullanmak anl----- gelen “cihâd” kavramı; Kur’ân-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde; dini öğrenmeyi, öğretmeği, dini tebliğ etmeyi, dinin emir ve yasaklarına uymayı, haram ve günahlara karşı nefis ile mücadele etmeyi, İslam’ın bilinmesi, tanınması, yaşanması ve yücelmesi için çalışmayı ifade ettiği gibi, Allah yolunda Müslümanlara savaş açan İslam düşmanlarıyla cihad etmeği de ifade eder. “Allah yolunda hakkıyla cihad edin” [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] âyeti bütün bunları kapsar. İslâm bilginleri cihadı farklı yönleriyle şöyle tanımlamışlardır: Cihad; “Hak dine davet etme faaliyetidir”[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]; “Şeytana ve nefsin kötü arzularına karşı verilen savaştır”[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] ; “Düşman karşısındaki savunmada bütün gücünü kullanmaktır” [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] ;Allah’a kulluk etmek, Allah ve Resulünün koyduğu ölçüleri insanlara tebliğ etmek, ülkesini her türlü tehlikeye ve saldırıya karşı savunmaktır[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Kısaca cihad, iman edip sâlih ameller işlemek, İslam'ı öğrenmek ve öğretmek, fitne ve fesadı önlemek, güven ve huzuru sağlamak, İslam toplumunun ve tüm insanlığın yararına olacak bilimsel çalışmalar yapmak, ticari ve ekonomik faaliyetlerde bulunmak, İslâm’ı öğrenmek, yaşamak başkalarına öğretmek, iyiliklerin yayılıp, kötülüklerin ortadan kalkması için çalışmak, nefsi kötülüklerden ve haramlardan alıkoymak, nefsin kötü arzularına ve şeytana karşı mücadele etmek ve gerektiğinde saldırgan düşmana karşı ülkesini, vatanını, maddi ve manevi değerlerini korumaktır. Yukarıda verilen tanımlara dikkat edildiğinde görülecektir ki, İslâm’da cihadın; nefis terbiyesinden, toplumsal görev ve sorumlulukların yerine getirilmesine kadar çok farklı yönleri vardır. Cihadın en son şekli olan savaş ise, ancak zorunlu hallerde başvurulabilecek bir yöntemdir ve Kur’an’da “kıtal” kelimesiyle ifade edilmektedir. Sevgili peygamberimiz: “Ey İnsanlar, düşmanla savaşmak üzere karşı karşıya gelmeyi temenni etmeyiniz. Allah’tan, sizi savaştan korumasını isteyiniz. Düşmanla karşılaşınca da sabrediniz” [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] buyurmuşlardır. Cihâd üç kısma ayrılır: 1) Sözle yapılan cihâd: “kâfirlere boyun eğme ve Kur’an ile onlara karşı büyük cihadda bulun”[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] âyeti bunun delilidir. Kur’an’ı ve ahkâmını öğrenmek, öğretmek ve İslâmı herkese anlatmak bu tür bir cihaddır. 2) Îman edip sâlih ameller işleyerek, kendini günah olan söz, fiil ve davranışlardan alıkoyarak nefis ile cihad: “Kim (nefsiyle) cihâd ederse o ancak kendisi için cihâd etmiş olur.”[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] âyeti bunun delilidir. 3) Mal ve can ile Allah yolunda cihâd: Bu, İslâm’a ve Müslümanlara saldıranlara karşı malı ve canı ile fiilen savaşmak şeklinde olur. “Gerek hafif gerekse ağır (silahlarla) hep birlikte savaşa çıkın. Mallarınızla ve canlarınızla Allah yoluna cihâd edin..” [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] âyeti bunun delilidir. İslâm; savaşı ancak saldırı olunca müdafa olarak meşrû görür. Peygamber (s.a.v) “müşriklerle elinizle ve dillerinizle cihâd edin”[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...], “Mücâhid nefsiyle savaşandır”[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] hadisleriyle sözlü, fiili ve nefisle yapılan cihada işaret etmiştir. O halde bir Müslüman, dininin emir ve yasaklarını öğrenip ona göre yaşamakla, öğrendiklerini başkalarına öğretmekle, iyiliği emredip kötülükten sakındırmakla, İslâm'ı tebliğe çalışmakla ve gerek nefsine ve gerekse dış düşmanlara karşı mücadele vermekle hep cihad etmiş olmaktadır. Görüldüğü gibi İslâm, "cihad"ısavaştan ibaret görerek dar kalıplara sıkıştırmamış, sınır ve boyutlarını çok geniş tutmuştur.İlahî gerçekleri insanlara anlatmayı, bu uğurda çile çekmeyi, yeri geldiğinde zalimin yüzüne haksızlığını açıkça dile getirmeyi de cihad saymıştır. Öte yandan ilmen insanlara faydalı olmayı; mal ile Allah'ın dinine destek sağlamayı; hakkı, iyiliği ve güzelliği tavsiye etmeyi İslâm'ın en üstün ibadetlerinin başında gelen cihadın şümûlüne almıştır. Böylece hiç kimsenin bir bahaneyle bu faziletten mahrum kalmamasını sağlamıştır.Cihadla ilgili âyet ve hadislere bakıldığında, cihad kelimesiyle amaçlananın, sadece savaş olmadığı, aksine bunların pek çoğunda cihadla kastedilenin hayatın her safhasıyla ilgili iyilikleri gerçekleştirmek için gayret etme, çalışma ve kötülüklerle mücadele olduğu görülecektir. Şüphesiz günümüz açısından cihadın en önemli şekli, İslam’ı insanlara doğru bir şekilde ulaştırmaktır. İnanıp inanmamak, kabul edip etmemek kişilerin kendilerinin bileceği bir şeydir. Kur’an-ı Kerim’de tebliğden ve imandan söz eden âyetlerden bu husus apaçık anlaşılmaktadır. IV. KONU İŞLENİRKEN BAŞVURULABİLECEK BAZI ÂYETLER يَاأَيُّهَا النَّبِيُّ جَاهِدِ الْكُفَّارَ وَالْمُنَافِقِينَوَاغْلُظْ عَلَيْهِمْ “Ey peygamber! Kafirlere ve münafıklara karşı cihat et ve onlara karşı çetin ol...”[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] anlamındaki âyette Peygambere emredilen münafıklarla savaş, "kıtâl" anlamında savaş değildir.[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Âyetteki cihâd kavramı; münafıklarla hak uğrunda dil ile mücadele etmek, İslam gerçeği ile ilgili delilleri anlatmak, fitne ve fesatlarına engel olmak[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] anlamındadır. Furkân suresinin, فَلَا تُطِعِ الْكَافِرِينَ وَجَاهِدْهُم بِهِ جِهَادًا كَبِيرًاÖyleyse kafirlere itaat etme, onlara karşı Kur’an’la büyük bir cihad yap!”[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] bu âyetinde kâfirlere karşı Kur’an’la büyük bir cihadın yapılmasının emredilmesi[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...], cihadın özellikle fikrî boyutuna vurgu yapmaktadır. Demek ki asıl büyük cihad, fikrî planda yapılacak olan cihaddır. Allah’ın rızasını kazanmak için çalışanlara, ona ulaştıracak yolların gösterileceğini vadeden ayette[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] gösterilen bu çabaların da cihad olarak nitelendirilmesi de çok dikkat çekicidir. Cihâdın "harb, gazâ ve kıtâl" anlamında fiilî bir savaş şeklinde uygulanabilmesi için meşru bir savaşın olması gerekir. Savaş ise ancak saldırı olduğu zaman meşru olur. وَقَاتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ الَّذِينَ يُقَاتِلُونَكُمْ "Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın…"[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] و قاتلوا المشركين كافة كما يقتلونكم كافة "Sizinle top yekun savaştıkları gibi siz de müşriklerle top yekun savaşın"[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] anlamındaki âyetler ve benzerleri bunun delilidir. وَجَاهِدُوا فِي اللَّهِ حَقَّ جِهَادِهِ "Allah uğrunda hakkıyla cihat edin…"[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] anlamındaki âyetlerde geçen "Allah yolunda cihâd" emri, hem İslam düşmanlarıyla meşru bir harp çıktığında savaş araç gereçleriyle fiilen savaşmayı hem İslam'ın hükümlerini bizzat uygulamayı, nefsi kötülüklerden ve haramlardan alıkoymayı, hem de İslam'ın bilinmesi, yücelmesi ve hükümlerinin uygulanması için gösterilen sözlü, ekonomik ve her türlü çabayı ifade eder. Not; Bu konuda geniş bilgi için şu âyetlere de bakılabilir: Bakara, 2/190, 193,208, 218, 244; Nisâ, 4/76,84,90, 95,96,114;Enfâl, 8/39,74,61;Tevbe, 9/ 12, 36,73; Hac, 22/39-40;Hucûrât, 49/9-10; Tahrîm, 66/9; [B]V. KONU İŞLENİRKEN BAŞVURULABİLECEK BAZI HADİSLER المجاهد من جاهد نفسه"Mücâhid, nefsi ile mücadele eden kimsedir"[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] جاهدوا المشركين باموالكم و انفسكم و السنتكم "Müşrikler ile mallarınız, canlarınız ve dilleriniz ile cihat edin"[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] عن عائشة عنها قالت يا رسول الله نرى الجهاد افضل العمل افلا نجاهد قال لكن افضل الجهاد حج مبرور "Hz. Aişe, ey Allah'ın elçisi! Biz amellerin en fazîletlisinin cihat olduğunu görüyoruz. Biz cihat yapmayalım mı? diye sorar. Bunun üzerine Hz. Peygamber, "Cihâdın en fazîletlisi makbul bir hacdır" buyurur.[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Şu hadis de anne-babaya hizmetin cihat olduğunu ifade etmektedir: عن عبد الله ابن عمرو قال جاء رجل الى النبي يستأذنه في الجهاد فقال الك والدان قال نعم قال ففيهما فجاهد Abdullah ibn Amr anlatıyor: Bir sahâbî Hz. Peygambere geldi ve ondan cihâda (savaşa) katılmak için izin istedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber ona, "Annen-baban var mı" diye sordu, Adamın "evet" demesi üzerine, "Sen onlara hizmet ederek cihâd et"buyurdu.[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] فمن جاهدهم بيده فهو مؤمن و من جاهدهم بلسانه فهو مؤمن و من جاهدهم بقلبه فهو مؤمن و ليس وراء ذالك من الايمان حبة خردل " … Kim, (emredilmedikleri şeyleri yapanlar ve yapmadıkları şeyleri söyleyenler ile) eliyle cihat ederse o mümindir, kim onlarla diliyle cihat ederse mümindir, kim onlarla kalbi ile cihat ederse mümindir, bunun dışında hardal tanesi kadar iman yoktur"[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] anlamındaki hadis İslam'ı tebliğ etmenin, hakkı ve doğruyu söylemenin ve anlatmanın da en büyük cihat olduğunu ifade etmektedir: يا ايها االناس لا تتمنوا لقاء العدوواسألوا الله العافية "Ey insanlar! Düşmanla karşılaşmayı arzu etmeyiniz, Allah'tan sağlık isteyiniz…"[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] anlamındaki hadis ile barış teşvik edilmektedir, çünkü İslam'da barış, esastır. Savaş; ancak barış, huzur ve güveni sağlamak, fitne, fesat ve zulmü durdurmak; iman ve ibadet etme, dini anlatma, seyahat etme, mülk edinme ve benzeri temel hakların ihlalini; vatana, mala, cana, ırza ve mukaddes değerlere yapılan saldırıları önlemek ve yok etmek için en son çare olarak meşru olur. امرت ان اقاتل الناس حتى يشهدوا ان لا اله الا الله و ان محمدا عبده و رسوله "Ben, Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed Allah'ın kulu ve elçisidir diye şahadet edilinceye kadar savaşmakla emrolundum"[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]anlamındaki hadisler ve benzerleri, Müslümanlara hayat hakkı tanımayan, onlara saldıran ve savaş açan müşriklerle ilgilidir.[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Bu noktada müşriklerle müşrik olmayan fakat aynı konumda olan kafirler arasında da bir fark yoktur. ان المؤمن يجاهد بسيفيه و لسانه"Mümin, kılıcı ve dili ile cihad eder"[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] من قاتل لتكون كلمة الله هي العليا فهو في سبيل الله "Kim Allah'ın kelimesinin yücelmesi için savaşırsa o, Allah yolundadır"[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] جاهدوا المشركين باموالكم و انفسكم و السنتكم "Müşrikler ile mallarınız, canlarınız ve dilleriniz ile cihat edin"[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] IV. YARARLANILABİLECEK DİĞER BAZI KAYNAKLAR 1.Ahmet Özel, Cihâd, DİA, VII, 528, İstanbul, 1993. 2.Mehmet Zihni Efendi, Nimet-i İslam, s. 939, İslam Mecmuası Yay. İstanbul, 1986. 3. Bûtî, Ramazan, el-Cihâd fî’l-İslâm,Dâru’l-Fikri, Beyrut, 1993. 4.Şibay, Halim Sabit, Cihâd, İslam Ansiklopedisi, III, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1977. 5.Kurtubî, Muhammed b.Ahmed, el-Câmi' Li Ahkâmi'l-Kur'ân, XIII, 365, Beyrut, tarihsiz. 6.Beydâvî, IV, 450; Hâzin, IV; 450. 7.Nesefî, Abdullah b. Ahmed, Medâriku't-Tenzîl ve Hakâiku't-Te'vîl, IV, 450, (Mecmûatü'n Mine't-Tefâsîr içinde) baskı yeri ve tarihi yok. 8.Altuntaş Halil, İslam'da Din Hürriyetinin Temelleri, s. 58-72, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2001. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]Not: Bu vaaz projesi Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı Dr. Muhlis AKAR tarafından hazırlanmıştır. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Hac, 22/78. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Seyyid Şerif el-Cürcanî, et-Tarifât, s.80. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Abdulkerim Zeydan, el-Mufassal, IV, 272-273. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Ragıb el-İsfehanî, el-Müfredat, s. 101. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Bk, D.İ.A, Cihad Mad. VII, 528. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Buhari, “Cihad”, 112, 156. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Furkân, 25/52. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Ankebût, 29/6. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Bakara, 2/41. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]Ahmed, III,153. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]Ahmed, VI,20 [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Tevbe, 9/73¸ Tahrîm, 66/9. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] bk. Yazır, Hamdi, Hak Dîni Kur'ân Dili, IV, 2591, Ensâr Neşriyat, İstanbul, 1971. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Beydâvî, Kâdî Abudullah b. Ömer, Envâru't-Tenzîl ve Esrâru't-Te'vîl, III 158, (Mecmûatü'n Mine't-Tefâssîr içinde) ; Hâzin, Ali b. Muhammed, Lübâbü't-Te'vîl fî Meânî't-Tenzîl, III 158-159, (Mecmûatü'n Mine't-Tefâsîr içinde) [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Furkan, 25/52 [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Furkan, 25/52 [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Ankebut, 29/69 [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Bakara, 2/190. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]Tevbe, 9/ 36. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Hac, 22/78. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] İbn Hıbbân bi Tertîbi İbn Belbân, Siyer, Fedâilü'l-Cihâd, X, 484, No: 4624;Tirmizî, Fedâilü'l-Cihâd, 2, IV, 165. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Ebû Dâvûd, Cihâd, 17, III, 22, No: 2504; Ahmed, III, 124; Nesâî, Cihâd, 3, VI, 7. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Buhârî, Cihâd, 1, III, 200. Bir başka rivayet şöyledir: "Hz. Aişe, Hz. Peygamberden cihat etmek için izin istedi. Hz. Peygamberi, ona, "Sizin cihâdınız, hacdır" buyurdu. Buhârî, Cihâd, 63, III, 270. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]Müslim, Birr, 5, III, 1975; Tirmizî, Fedâilü'l-Cihâd, 2, IV, 191-192, No: 1671; bk, Nesâî, Cihâd, 5, 6, VI, 10-11. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Müslim, İman, 80; I, 70. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Müslim, Cihâd, 20, III, 1363; bk. Buhârî, Cihâd, 112, 156; Ebû Dâvûd, Cihâd, 89. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Ebû Dâvûd, Cihâd, 104, III, 101 [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Bu konuda geniş bilgi için bk, Altuntaş Halil, İslam'da Din Hürriyetinin Temelleri, s. 58-72, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2001. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]Ahmed, III, 456 [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] İbn Hıbbân bi Tertîbi İbn Belbân, Siyer, Fedâilü'l-Cihâd, X, 493, No: 4636; Buhârî, Cihâd, 15, III, 206; Ebû Dâvûd, Cihâd, 26, III, 31, No: 2517; Nesâî, Cihâd, 21, VI, 23.. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Ebû Dâvûd, Cihâd, 17, III, 22, No: 2504; Ahmed, III, 124; Nesâî, Cihâd, 3, VI, 7. |
Cvp: Cihad İslam Yolunda Cİhad Allah yolunda, yalnız Allah rızası için cihad yapmak çok büyük bir fazilettir. Çünkü cihadda bezledilen, insanın en kıymetli varlığı CAN’ıdır. Allah Teala şöyle buyurmaktadır: “Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et. Onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir yerdir.” (Tevbe/73) “Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın. Çünkü onunla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah’ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir. Siz asla haksızlığa uğratılmazsınız.” (Enfal/60) Bu ayetlerden anlıyoruz ki, Müslümanlar dini vecibelerini layıkıyla yerine getirebilmek, namuslarını, vatanlarını korumak için cihad etmekle, savaşmakla görevlidirler. Müslüman cihada hazır olmalıdır Allah yolunda cihadı terkeden, savaşa hazırlanmayan milletlerin zillete düşmesi, İslam düşmanlarının boyunduruğu altına girmesi mukadderdir. Müslüman milletler savaş günü gelip çatmadan, savaş için hazırlanmalıdırlar. Aksi takdirde gâfil avlanırlar, kendi nefsî isteklerinin peşinden koşarken, sefahet içinde yüzerken perçemlerinden yakalanır, tüm izzet ve şereflerini kaybedebilirler. Yakın ve uzak tehlikeler, yakın ve uzak düşmanlar vardır. Uzak tehlikeler ve uzak düşmanlar ile meşgul olunurken, yakın düşman taarruza geçebilir. Zayıf olsalar da çok büyük bir tehlike oluşturabilirler. Onun için öncelikle yakın düşmanla cihad etmek gerekir. Ancak yakın düşmanla uğraşırken elbette uzak düşman gözardı edilemez. O da sürekli olarak gözaltında tutulur, gerekli tedbirler alınır. Allah Teala şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Kâfirlerden size yakın olanlara karşı savaşın ve onlar (savaşırken) sizde bir sertlik bulsunlar. Biliniz ki Allah muttakilerle beraberdir.” (Tevbe/123) Yakın düşmanla uğraşırken elbette uzak düşman gözardı edilemez. O da sürekli kontrol altında bulundurulur. Müslüman, sulhda yumuşak, halîm, selimdir. Ancak kılıçlar sıyrıldığı, savaş kızıştığı zaman kükreyen arslan gibidir. Allah Teala, Müslümana cihad esnasında her zamankinden daha fazla bir mehâbet verir. Düşmanın kalbine korku salar. Cihad, bir düğün şenliğidir Şehâdete susayan, bir an önce Rabbine kavuşmaya sevdalı bir Müslümanın yılgınlık ve bıkkınlık göstermesi, korkak ve ürkek davranması düşünülemez. Can ve mallarını Allah’a satan bir Müslüman, bir mücahid için cihad, bir düğün şenliğidir. “Allah Mü’minlerden mallarını ve canlarını onlara (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar, Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. (Bu) Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah’dan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır? O halde O’nunla yapmış olduğunuz bu alış verişten dolayı sevinin. İşte bu, büyük kurtuluştur.” (Tevbe/111) Ne mübarek ve kârlı bir alışveriş ya Rabbi! Satıcı mahlükatın en mükerremi, en mükemmeli insan, satılan meta bu mükerrem insanın en değerli varlığı, canı ve halk arasındaki tabiri ile canın yongası olan malı, alıcı ise alemlerin Rabbi, mülkün sahibi Allah celle celaluhu. Mal ve cana karşılık olarak verilen ebedi cennet ve cemalullahı temâşa... Mü’min olan, Müslüman olan böyle bir alış verişe sevinmez de ne yapar. Onun için bu alış veriş bir ŞEB-İ ARÛS olmaz da ne olur? İşte bu muhabbet pazarı, aşk pazarıdır. Bu meydan, cihadı fillah meydanıdır. Can alınır, can satılır. Hak yolunda canını feda eden bir şehid; Kınalanmış kurbanlık bir koç gibi, Alnından kırmızı kanlar akarak, Dudaklarında tebessümlerle, Va’dolunan cennete girmek için Rabbine yükselir. Düşmana karşı daima uyanık olmalı Müslüman milletler, İslam düşmanlarına karşı devamlı uyanık olmak, asla gaflet etmemek, ribatlarda, sınırlarda nöbet beklemek, savaşa hazırlanmak, her an hazır olmak, savaş başlayınca da sabır ve sebat göstermekle yükümlüdür. Allah Teala şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Sabredin. Sabırda yarışın. Uyanık olun. (Sınırlarda) nöbet bekleyin, hazırlıklı olun ve Allah’dan korkun. Umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Âl-i İmran/200) Demek oluyor ki, dünyada da, ukbada da kurtuluşa ermek, her türlü tasalluttan kurtulmak için, Allah yolunda cihad etmek, hizmet etmek gerekmektedir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Kim Allah’a inanarak ve O’nun vaadini tasdik ederek, onun yolunda bir at beslerse, ona verdiği otlar, su ve gübresi, idrarı kıyamet gününde birer sevap olarak mizanında yer alacaktır.” (Buhari) “Kim Allah yolunda bir gaziyi techiz ederse, harbe iştirak etmiş gibi sevap alır. Kim geride kalıp gazinin çoluk çocuğuna bakarsa, o da savaşmış gibi olur.” (Buhari, Müslim) “Allah yolunda bir gün nöbet tutmak, dünya ve üzerindekilerden daha hayırlıdır. Birinizin cennetteki bir kamçılık yeri, dünya ve üzerindekilerden daha hayırlıdır. Kulun Allah yolunda yola çıkması, bütün dünya ve üzerindekilerden daha hayırlıdır.” (Buhari, Müslim) Ebu Said radıyallahu anh’den şöyle bir rivayet vardır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kim Rab olarak Allah’dan, din olarak İslam’dan, Peygamber olarak Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’den razı olursa, cennet ona vacip olur.” Bu söz, Ebu Said radıyallahu anh’in hoşuna gitti ve dedi ki: “Ya Rasulullah! Bunu bana tekrarla.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem tekrarladı ve sonra şöyle buyurdu: “Bir başka şey daha vardır ki, Allah, onunla kulun cennetteki makamını yüz derece yüksektir. Her iki derecenin arası gök ve yer arası kadardır.” “O nedir ya Rasulullah?” diye sorduklarında: “O, Allah yolunda savaşmaktır. Allah yolunda savaşmaktır. Allah yolunda savaşmaktır.” buyurdular. (Müslim) “Müşriklere karşı, mallarınız, canlarınız ve dillerinizle savaşın.” (Ebu Davud) “Cihadı terkettiğiniz zaman, Allah size zilleti musallat kılar. Tekrar dininize dönünceye kadar, onu üzerinizden atamazsınız.” (Ebu Davud) Cihad, Müslümanın hayatıdır Peygamberimiz, efendimiz, önderimiz Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in mübarek kelamlarında görüldüğü gibi, CİHAD, MÜSLÜMANIN HAYATIDIR. Cihadsız bir Müslüman, cihadsız bir toplum düşünülemez. Ayet ve hadislerin yüce meallerinden anlıyoruz ki; cihad: 1- Canla olur. 2- Malla olur. 3- İlimle olur. 4- Dil ile olur. Dil ile yapılan cihad, tebliğ, emri bil maruf, nehyi anil münker yapmaktır. Yani İslam’ın hakikatlerini, Kur’an ve sünnetin mesajlarını ulaşabildiğimiz herkese, tebliğ usûlüne uygun bir tarzda duyurmak, anlatmaktır. Bu konuda hizmet heyecanımızı kaybetmeden, yılmadan, bıkmadan, asla ümitsizliğe düşmeden, bu yolda uğranılan bela ve musibetlere sabrederek, ne kadar kötü şartlar içinde bulunursak bulunalım, halimize şükrederek, kulluk yolunda çekilen çileleri zevk edinerek çalışmak... Çalışmak... Çalışmak... Hizmet etmek... Hizmet etmek... Hizmet etmektir. Tebliğ, İslam’ı bilmeyen, İslam’dan uzak kalmış, ondan, onun güzelliklerinden habersiz insanlara yapılır. Emri bil maruf ve nehyi anil münker ise, Müslüman ve fakat Müslümanlığının vecibelerini yerine getirmeyen, günah işleyen, haramlara dalan, ibadetlerini terkeden veya bu konuda tembellik gösteren, ahlâken düşük davranışlarda bulunan kişileri uyarmak için yapılır. Bu konuda Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Sizden herhangi biriniz bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmiyorsa, diliyle değiştirsin. Ona da gücü yetmiyorsa, kalbiyle değiştirsin (yani buğz etsin). İmanın en zayıfı da budur.” (Müslim) Dil ile cihad, bilmekle başlar Dil ile cihad, yani İslam’ı tebliğ etmek, iyilikleri emredip kötülüklerden nehyetmek ilim ister. İslami hakikatleri en güzel bir şekilde bilmek ister. Tebliğ usulünü bilmek ister. Onun için dil ile cihadı ve bütün cihad çeşitlerini en iyi bir şekilde, İslam’a en uygun bir tarzda yapabilmek için ilim öğrenmek, ilim öğretmek gerekir. İşte bu da bir cihaddır. İLİM İLE CİHADDIR. Çünkü İslam’ı bilmeyen, tebliğ usullerinden habersiz kişiler İslam’a faydalı olayım derken, zararlı olurlar. İnsanları İslam’a ısındırayım derken, İslam’dan uzaklaştırırlar. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Âlimin âbide üstünlüğü, benim sizden en aşağı derecede olan kişiye üstünlüğüm gibidir. Şüphesiz Allah, melekler, gökler ve yer ehli, hatta yuvasındaki karınca ve denizdeki balıklar bile insanlara hayrı öğretenlere salat ederler.” (Tirmizi) “Her kim ilim talep etmek için bir yola girerse, cennet yollarından birine girmiş olur. Melekler kanatlarını ilim talebesine, ondan hoşlandıkları için indirip gererler. İlim talep edene, göklerdekiler, yerdekiler, su içindeki balıklar bile, günahının affı için Allah’dan mağfiret dilerler. Âlimin âbide üstünlüğü, dolunayda ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Şüphesiz âlimler Peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler ne dinar ve ne de dirhem miras bırakmışlardır. Kim o ilmi alırsa, çok büyük bir nasip almış olur.” (Tirmizi, Ebu Davud) |
Cvp: Cihad Cihad Allah Içindir Ve Allah Yolundadir... Islâm'da cihad, hedefsiz, gayesiz bir savaş değildir. Islâm'da cihad yalnız Allah yolunda olur. Bu şart, cihaddan ayrılmaz. İslam'ın kendi hedeflerine varmak için niçin harp veya başka bir kelimeyi değil de; "cihad" kelimesini seçtiğini belirtirken, cihadın diğer kelimelerden farklı olduğunu belirtmek gerekir.. Bu farklılığı sağlayan bir hususiyet de "Allah yolunda" ifadesinin ve kavramının cihad kelimesinin içinde bulunmasındandır. "Allah yolunda" tabiri de Islâm'ın kendi mefkûresi için kullandığı terimler sözlüğünden bir terimdir. Bu terimi de bir çok kişi yanlış anlamış, halkı Islâm inancına boyun eğdirip, Islâm'ı kabul ettirip bunun için zorlamak olduğu düşüncesini "Allah yolunda cihad" olarak düşünmüşlerdir. Gerçekte, "Allah yolunda" terimi, Islâm kavramları içinde onların düşündüğünden çok geniş bir anlam belirtir. "Allah yolunda cihad" batılıların anladığı manada kutsal bir savaş değildir. Islâm nazarında, toplumun fayda ve mutluluğu için, geçici dünya arzusunda bulunmadan yapılan her hareket "Allah yolunda"dır. Allah'ın sana verdiği malları geçici dünyalık faydalar umarak sarfedersen bu "Allah yolunda" olmak değildir. Ama sırf Allah rızası için, bildiğin muhtaçlara yardım edersen şüphesiz ki bu "Allah yolunda" bir iştir. Işte bu "Allah yolunda" terimi, yalnız Islâm'a mahsus; maddi menfaat ve arzulardan uzak, sırf Allah rızası umulan davranışlar için kullanılır. Bunu yapan kimse bilir ki mümin. kardeşlerinin saadeti için yaptığı her iş Allah rızası içindir. Müminin geçici dünya hayatında istediği tek husus Allah Teâlâ'nın rızasını kazanmaktan başka bir şey değildir. Işte yüce Allah, bu anlama işaret etmek için cihadı, "Allah yolunda" kaydıyla sınırlamıştır. İslam'ın istediği de budur. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Müslüman topluluk veya fert, batıl ve beşerî sistemleri yıkıp, yerine Islâm akîdesine dayalı bir sistemi getirirken, harcayacakları çabaları ve yapacakları her türlü fedakârlıkları, kişisel çıkarlardan, nefsânî arzulardan uzak tutmalıdır. Bütün çırpınmalarının karşılığı olarak, hak ölçülerine uygun, adaletli bir sistemi getirmekten başka bir şey gözetmemelidirler. Mümin, yaptığı şeylerin karşılığını bu dünyada beklemez. Allah'ın kelâmını yüceltmek için, bu bitmeyen mücadelenin, dinmeyen savaşın karşılığında; mal, mülk, şan, şeref, rütbe, geçici dünyalık elde etme düşüncesi aklından geçmez. "Inananlar Allah yolunda savaşırlar, küfredenler ise tâğût yolunda savaşırlar..." (en-Nisâ, 4/76). Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Allah, ancak kendi rızası için olan cihadı kabul eder. Nefsânî arzulardan, kavmiyetçi kinlerden, kabilecilik taassubundan kopan savaşı değil... Yeryüzündeki her canlı, hayatını devam ettirmek için çırpınıp durur. Fıtrî gayesine ulaşmak için gece gündüz demeyip çalışır. fakat müslümanın çırpınış ve çalışması başka gayelere yöneliktir. O, yani, Islâm'a inanıp, onun sistemine bağlanan kimse, her şeyden önce Islâm inkılâbının gayesi olan Hakkıgetirmek için canla başla, malla Allah yolunda cihad eder. Bütün gücüyle şer güçleri yıkmak, fitne ve fesat tohumlarının yeryüzünde yayılmasına engel olmak için çalışır. "Fitne yok olup din ve hâkimiyet yalnız Allah'ın oluncaya kadar" cihad eder. Işte Islâmî cihad budur. Kaynak : İslam Fıkıh Ansiklopedisi |
Cvp: Cihad Dünya hayatında herkese düşen bir vazife vardır; hiçbir şeyin kararında kalmadığı, servetlerin payimal olup ümranların harabeye döndüğü ve insanlara ötede, ancak buradan gönderdiklerinin fayda vereceği şu dünyada herkes, kendi durumuna göre mutlaka bir şey yapmalı ve gitmeden ötelere bir şeyler göndermelidir. Şu kat’iyen bilinmelidir ki, ölümle herkesin amel defteri kapanacak ve herkes, yaptığıyla kalacak, ancak, dinine, milletine, ırzına namusuna ve diğer korunması gereken şeylere zarar gelmesin diye kendini Allah yoluna adayanların ve her şeyleriyle yüce İslâm dâvâsına hizmet edenlerin defterleri asla kapanmayacaktır. Bir hadis-i şerif bunu ne güzel izah eder: "İnsanın ölmesiyle her ameli kesilir; ancak Allah yolunda mücahede edenin ameli, bundan müstesnadır: Onun ameli, kıyamet gününe kadar nemalanır, ve kabir fitnesinden de emin kılınır." [1] Çünkü o bir çığır açmıştır ve dolayısıyla, kendisinden sonra o yolu takip edenlerin hasenatının bir misli ona da yazılacaktır. Hem o, kabrin fitnesinden ve dehşetinden de emin olacaktır; zira o, gerçekten ölmemiştir ki kabir azabına düçar olsun. Sadece cismaniyeti itibariyle yer değiştirmiş; geride bıraktıklarıyla da hâlâ insanların gönlünde yaşamaktadır. Hz. Muhammed aleyhis salatu ves selam Raşid Halifeler’e ve sahabeye "ölü" diyenin kendisi ölmüştür. Onlar öyle bir çığır açmışlardır ki, uğradığımız yolun her girizgahında onlara ait bir kısım eserler görürüz ve her görüşte yüzümüzü yerlere sürer ve "Payidâr olun. Bu yolu açtınız ve bize rahat ve emniyet içinde yürüme imkânı hazırladınız" deriz. Bu sebeple, onların fazilet, meziyet ve hasenâtları üst üste yığılmakta ve tâ Arş’a kadar yükselmektedir. Zaten onlar kabir azabından da emindirler. Çünkü kabir azabı ölü ruhlar, ceset insanları ve dini, hayata hayat yapmayanlar; yani hakikat-ı Ahmediye’ye gönül vermeyenler ve Kur’ân’ı rehber edinmeyenler içindir. Bu itibarla da, hayatını bunlarla donatmış, mamur etmiş bir insanın kabir azabı çekmesi düşünülemez. Yine cihadla alâkalı fahr-i kâinat Efendimiz, şöyle buyururlar: مَنْ رَابَطَ لَيْلَةً فِى سَبِيلِ الله سُبْحَانَهُ كَانَتْ كَاَلْفِ لَيْلَةٍ صِيَامِهَا وَقِيَامِ kişinin kendısını bır gece Allah’adaması, gündüzünde oruç tutulan, gecesinde de ibadet edilen bin günden daha hayırlıdır." [2] Bir tarafta bin gün oruç tutacak ve bin geceyi ihya edeceksiniz; beri tarafta ise, memleketi ve milletinizin içine sızmak ve kötülük yapmak isteyen düşman karşısında silahınız omuzunuzda nöbet bekleyeceksiniz, işte bu, öncekinden daha hayırlı ve Allah katında daha makbuldür. Bir kısım müminler, cihad vazifelerini doğrudan doğruya ve fiilen yerine getirir ve neticede, yukarıdan beri arzettiğimiz faziletlere ererler. Bir kısım kimseler de vardır ki, onların cihada fiilen sahip çıkması söz konusu değildir. Fakat onlar da, yaptıklarının karşılığını Cenab-ı Hakk’ın bir lütfu olarak diğerleri ölçüsünde alırlar. Yani, imâna ve Kur’ân’a hizmet istikametinde, hatta sırtına bir kerpiç alıp taşıyan insanın dahi sa’yi heba olmaz. Meşveret planında meseleye sahip çıkandan, icraya, ondan bu hizmette ayakçılık yapana kadar herkes niyetine göre mutlaka mükâfatını alır. Kalemiyle cihada iştirak eden yazardan, onun yazdığı şeyleri basıp dağıtan kimseye kadar herkes dolu dolu hissesini alır. Öyle ise herkes, bu örfaneye Rabbin kendisine bahşettiği imkânlarla iştirak etmeli ve umum neticeye ortak olmaya çalışmalıdır. Bir hadis-i şerifte Ebu Hureyre şu hususu naklediyor: "Rasul-i Ekrem Mi’rac’a irtika buyururken, (ubudiyetiyle, Allah’a kulluğuyla merdiven merdiven semalara doğru tırmanırken, nâsut âleminden sıyrılıp lâhut âlemiyle hemhâl olurken) çeşitli manzaraları müşahede etmiş, çeşitli vakalara muttali olmuştu. Bu arada şunu da görmüşlerdi: Bir günde toprağa tohum eken ve aynı günde mahsul alan bir kavim getiriliyor. Yalnız mahsul alınır-alınmaz, tohumlar tekrar mahsul veriyor. Bu acip manzara karşısında Allah Rasulü , Cebrail’e: يَا جِبريلُ مَا هَذا "Ey Cibril! Bunlar kim?" diye soruyor. Cebrail (a.s): Bunlar, kendilerini Allah yoluna adamış mücahidlerdir. Allah onlar için haseneyi yediyüz kere katlar. Ve ne infak etseler eksilmez; Allah, onun yerine başkasını ihsan eder. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır" [3] cevabını vermiştir. Bu itibarla mümin, Allah yolunda bütün hayatını zevkini, rahatını ve gençliğini feda ederken, bunların heder olmadığı, fenaya gitmediği kanaat ve düşüncesini taşımalı ve öbür âleme giderken, hiçbir şeyin zayi olmadığı bir âleme intikal ettiği şuuruyla gitmelidir. Evet, her şeyi koruyan, muhafaza eden Hz. Allah onun feda ettiklerini de koruyacaktır. O kadar koruyacaktır ki, eğer cennette secde söz konusu ise, mümin, orada, Allah’ın lütuf ve ihsanları karşısında secdeye kapanacak ve başını kaldırmak istemeyecek. Öyle zannediyorum ki, eğer böyle birşey varsa, bu secdeden alınan zevk, diğer cennet nimetlerinden alınan zevkten geri kalmayacaktır. Bu mevzu ile alâkalı Rasul-i Ekremin bir teyidini de şu şekilde görüyoruz: مَنْ جَهَّزَ غَازِياً فِي سَبِيلِ الله فَقَدْ غَزَا وَمَنْ خَلَفَ غَازِياً في سَبِيلِ اللهِ بِخَيْرٍ فَقَدْ غَزَا "Gaziyi techiz eden, aynen gazaya gitmiş gibidir . Gazinin ehline bakıp gözeten de gaza yapmış gibidir." [4] Bir insanın kendisi bizzat ve fiilen mücahedeye katılamıyor, fakat mücahedede bulunana omuz veriyor.. kurduğu müesseseleriyle mücahidleri kucaklıyor ve onları koruyup kolluyorsa, o da fiilen mücahedede bulunmuş gibidir. Bedir’de kılıç çalanlarla onlara destek verenler; Uhud’da savaşanlarla, onları techiz edenler, Tebük’e çıkanlarla, çıkamayıp servetiyle o yola koyulanlar; Huzur-u Rabbü’l-Alemin’e beraber yürüyecek ve beraber haşr u neşr olacaklardır. Zira Rasul-i Ekrem’in "Seferber olunuz!" emrine onlar da icabet etmiş ve her ne kadar birtakım geçerli maniler sebebiyle fiilen harbe iştirak edememişlerse de, harp için seferber olmaktan geri kalmamışlardır. Evet, fiilen Tebük’e gidenler, ahirette kadınları, yaşlıları ve çocukları da yanlarında göreceklerdir. Çocuklar, bıçak veya kamalarını, harpte kullanılsın diye getirip, Rasul-i Ekrem’in önüne atmış, gelinler kulağından küpeyi çıkarıp Allah Rasulü’ne vermiş.. bir başkası kolundan bileziğini sıyırıp cömertlik yarışına iştirak etmiş... yaşlılar, koltuk değnekleriyle sürünerek gelmiş, ellerindeki avuçlarındaki şeyleri oraya dökmüş ve "Benim de bir katkım bulunsun" demiş...[5] Evet, işte bütün bunlar, bizzat sefere iştirak etmiş gibi muamele göreceklerdir. Bunu da Rasûl-i Ekrem, bir başka hadislerinde ifade buyuruyorlar. Medine’de kalan öyle insanlar vardır ki, geçtiğiniz her vadi, yürüdüğünüz her mesafede sizinle beraberdirler. Hastalık onları Medine’de hapsetmiştir." Bir diğer rivayette ise, "Mükafatta sizin ortağınızdırlar." [6] Demek ki, acizlik, fakirlik, yaşlılık ve kadın olma gibi mazeretler, onların ayaklarına bağ olup, kendilerini fiilen sefere çıkmaktan alıkoymuşsa; cihad sevabından mahrum kalmayacakları gibi, mükafatından da mahrum bırakılmayacaklardır ve Cenab-ı Hakk, niyetleri sebebiyle onları aynen gazaya çıkanlar gibi kabul buyuracaktır. Allah Rasulü’nün müjde yüklü bu ifadesinden anladığımız budur... Bu inancımızı da hakkımızda bir dua ve niyaz kabul ediyoruz. Bilhassa günümüzde, cihadın bütün bütün terke uğraması söz konusu olduğundan, cüz’î-küllî bu işe iştirak edenlerin mutlaka cihad sevabından hisselerini alıp payidâr olacaklarına yakinimiz var: Ve kanaatimiz o ki, inşaallah Cenab-ı Hakk bizi bu yakînimizde yalancı çıkarmayacaktır. |
Cvp: Cihad Ecrin ve Maşuk paylaşımlarınız için teşekkürler. Cihad her müslümanın görevidir."Ben o donanıma sahip değilim" diyenlere en güzel örnek Musab Bin Umeyr'dir. |
Cihad Emiri CİHÂD EMİRİ Arapça'da "cihâd" kelimesi; bir amaca ulaşabilmek için, kişinin elinden gelen her türlü çabayı sarfetmesi anl----- gelir. "Kutsal savaş" ile eş anlamlı değildir. Bundan daha geniş bir anlamı vardır ve her türlü çabayı içerir. Savaş, cihadın bir bölümü veya yerine göre bir safhasıdır. Dille, kalemle, malla veya bizzat savaşa katılarak Allah yolunda yapılan tüm mücadeleler, hatta kişinin; Allah'ın emirlerini yerine getirme hususunda kendi nefsiyle mücadelesi, ıstılah olarak cihâd kavr----- girer. "Emîr" ise, bir kavmin veya memleketin başı, reisi, genel vali ve ordu komutanı gibi anlamlara gelir. Buna göre "cihâd emîri"; cihâdı başlatmak veya yönetmekle görevli kimse dernektir. Duruma göre, devlet reisi bu işi yürütebileceği gibi, kendi yerine bir başkasını görevlendirmesi de mümkündür. Bu durumda "veliyyü'l-emr=(devlet reisi)"nin, savaşta askeri sevk ve idare etmesi için ordunun başına tayin ettiği kimseye "cihâd emîri" denir. (Maverdî, el-Ahkâmü's-Sultâniyye, 37; Ö. N. Bilmen, "Istılahatı Fıkhiyye Kamusu ", III, 341). Savaş için tayin edilen kumandanın mak----- "İmâre ale'l-Cihâd = Cihâd Emîrliği" denir. Cihâd emîrliği iki kısımdır; Biri "imâret-i hâssa (özel anlamda emîrlik)"tir ki, yalnızca orduyu idareye ve harp işlerini yönetmeye mahsustur. Diğeri, "imâret-i âmme (genel emîrlik)"tir. Savaşı idare, ganimet mallarını taksim, barış sözleşmesi imzalama gibi bütün cihâd işlerini kapsayan emirliktir. (Mâverdî, a.g.e., 37; Ö. N.B. a.g.e., III, 341) Harbe lüzum görülüp de bir ordu veya bir seriyye gönderileceği zaman "veliyyü'l-emr"in ilk yapacağı iş, bunların başlarına bir "emîr (komutan)" tayin etmektir. Çünkü askeri sevk ve idare etmek, yönetimindekileri gözetmek, orduda birlik ve beraberliği sağlamak, gerekli hükümleri uygulamak için bir "emîr"e ihtiyaç vardır. Zira her hâdisede devlet başkanına müracaat edilmesi bir takım zorlukları doğurabilir. (Ö. N. Bilmen, a.g.e., III, 361) Savaş; cesaret, iyi bir sevk ve idare, ganimetleri taksim hususunda hakkı koruma, güvenilir olma, hesap ve yazı bilme gibi hasletlere dayanır. Bu yüzden devlet başkanı; bu iki görevi (savaşı yönetme, ganimetleri taksim) bir şahsa verebileceği gibi, ayrı ayrı kimselere de verebilir. Bu konuda ehliyet ve ihtisas aranır. Şayet "veliyyü'l-emr", ganimetlerin taksimini "emîr-i harb (savaş emîri)" ile "emîr-i kısmet (ganimeti paylaştırma emîri)" olmak üzere, tayin edeceği iki şahsa verirse, bu hususta bunlardan herhangi biri yalnız başına hareket edemez; taksimi birlikte yapmaları icabeder. "Cihâd emîrliği"ne tayin edilecek zatın; adil, iyi bir yönetici, savaş siyasetini bilen, harb usulüne âşinâ, helâl ve haramı tanıyan, şefkat ve cesaretle muttasıf tehlikeleri umursamaz bir şekilde atılmaktan sakınan biri olması gerekir. Zira bu özellikleri taşımayan bir kimsenin, "emîr" tayin edilmesiyle umulan faydalar sağlanamaz. Harbe kumandan tayin edilen zat, ordu içinde bulunma ihtimali olan casusları ve askerin maneviyatını bozacak zararlı davranışlarda bulunabilecek şahısları temizlemesi, orduyu teftiş ve kontrol etmekle meşgul olması icabeder. "Emîr"in soy ve fikir bakımından kendi soy ve fikrinde olanlara kendi mezhebinde bulunanlara meyletmemesi, soy, fikir ve mezhepte ayrı olanlara sırt çevirmemesi: ufak tefek bazı hâdiselere gereğinden fazla önem verip işi büyütmek suretiyle ihtilaf ve ayrılıklara yol açmaması gerekir." (Mâverdi, a.g.e., 39) "Cihâd emîri", devlet başkanının vekilidir. İslâm'da devlet başkanına itaat bir görev olduğu gibi; onun vekiline de itaat bir görevdir. Hatta fertler, emîrin emrettiği veya yasakladığı şeylerin faydalı olup olmadıklarına bakmaksızın ona itaat etmeleri gerekir. Çünkü bu şekilde içtihada dayanan hususlarda devlet başkanı veya vekiline itaat gereklidir. Meselâ: Emîr, orduyu teşkil eden su taşıyıcıları, sağ cenah temsilcileri, sol cenah temsilcileri vb. gruplara "hiç birinin harp halinde diğerine yardım için bulunduğu noktayı terketmemesini" tenbih edecek olursa, bu grupların yerlerinden kımıldamamaları gerekir. İsterse bu gruplardan birinin düşman tarafından yenilgiye uğratılmasından endişe duyulsun (Ö. N. Bilmen, a.g.e., III, 362) "Emîr"in emrettiği veya yasakladığı şeylerin Allah'a karşı bir masiyet yahut helâk olmayı gerektiren, uygun olmayan bir davranış olduğu herkes tarafından kabul edilirse, bu takdirde kendisine itaat gerekmez. Çünkü Yaratan'a karşı gelmeyi gerektiren hususlarda, yaratılana itaat edilmesi caiz değildir. "Üstün, kanuna aykırı emirlerine uyulmaz" kuralı mâlûmdur. Buna rağmen böyle masiyeti gerektiren bir emir veya yasaklama durumunda sabır ve tahammül gösterilir, isyandan kaçınılır. Yukarda anılan durumlar, müslümanların, kendilerinden olan bir yönetici (veliyyü'l-emr) tarafından yönetildikleri dönemlere mahsustur. Ülkeleri istilaya uğramış, başlarına tâğutlardan biri geçmiş olan müminlerin eli kolu bağlı oturmaları kendilerine yakışmaz. Bu durumda da bir cihad emirinin başkanlığında cihad etmeleri üzerlerine farzdır. Cihadı terketmeleri Allah'ın emirlerine karşı gelmek demektir. Bu cihadın mutlaka silâhla yapılması da şart değildir. Zamanı gelinceye kadar; dille, kalemle,malla, ve akla gelebilen her türlü vasıta ile yapılabilir. Tâ ki müminler, aralarından kendilerine önderlik yapacak birini hazırlayıp, onun etrafında birlik olsunlar. Böyle biri görev yüklenince de ona muhalefet etmek, yahut ona yardım etmemek cihadı terketmek demektir. Normal zamanlarda devlet reisine itaat nasıl farz ise, bu durumda da müminlerin çevresinde birleştikleri "lider" yani cihad emirine itaat farzdır. Halid ERBOĞA |
RE: Cihad Cihadın gayesi, toplumdaki fitneyi kaldırmak, zulümleri önlemek, insanlara Allah’ın adını ulaştırabilmektir. Hakk bayrağını yüceltmektir. İnsanları baskılardan ve zulümlerden kurtarmaktır. İslâm ile insanların arasındaki engelleri ortadan kaldırmaktır. Onların rahat bir şekilde İslâmı tanımalarına fırsat vermektir. |
RE: Cihad Emiri Harbe lüzum görülüp de bir ordu veya bir seriyye gönderileceği zaman "veliyyü'l-emr"in ilk yapacağı iş, bunların başlarına bir "emîr (komutan)" tayin etmektir. Çünkü askeri sevk ve idare etmek, yönetimindekileri gözetmek, orduda birlik ve beraberliği sağlamak, gerekli hükümleri uygulamak için bir "emîr"e ihtiyaç vardır. Zira her hâdisede devlet başkanına müracaat edilmesi bir takım zorlukları doğurabilir. (Ö. N. Bilmen, a.g.e., III, 361) |
Cevap: Cihad *** “CİHAD:KUR'AN NIZAMINI KURMAK VE YÜRÜTMEK IÇIN VAR GÜCÜMÜZLE ÇALIŞMAKTIR.” Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN’DAN altın sözler |
SAAT: 06:47 |
vBulletin® Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
User Alert System provided by
Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) -
vBulletin Mods & Addons Copyright © 2025 DragonByte Technologies Ltd.