Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   İslami Kavramlar (https://www.forum.medineweb.net/838-islami-kavramlar)
-   -   Tövbe/medineweb (https://www.forum.medineweb.net/islami-kavramlar/1840-tovbe-medineweb.html)

iklimya 16 Ocak 2008 01:08

Tövbe/medineweb
 

Tövbe İçin Gözyaşı

İki damla gözyaşı, tövbenin süsüdür. İki damla gözyaşı tövbesinin belgesidir.
Gecenin koyu karanlığı içinde açılan avuca damlayan iki damla gözyaşı, duanın kanadıdır.

Duayla çiçek açan tövbenin, vicdanın, kalbin, aklın, kısacası bütün vücudumuzun dile gelip:

“Affeyle Allah’ım, sen bildirdin; ben bilemedim!

Affeyle Allah’ım, sen öğrettin; ben unuttum!” demesidir.

Beşer olmanın, insanlığın, insanın; insanı düşürdüğü yerde insanın kendini görmesinin adıdır tövbe.

Avuçlarımıza yanağımızı yaka yaka damlayan gözyaşı kalbimizi, vicdanımızı, ruhumuzu yakıp da kazanmıştır sıcaklığını.

Onun için yakıcıdır gözyaşı.

Hele tövbe için dökülen gözyaşı, daha bir yakıcıdır.

Pişmanlık vadisini boydan boya geçmiş, tövbe vadisine gelip Rabb’ine el açmıştır kul.

Yanmış, yakılmış, pişmiş ve “olmuş”tur.

İnsan tövbe vadisine geldiği zaman, şeytanın iplerinden kurtulmuş melek kanatlarının gölgesine sığınmıştır.

İnsan, yüce dergâha üzerindeki kirli kaftanı atıp beyazlara bürünmek için gelmiştir.

Peygamber Efendimiz (sas), “Günahtan tövbe eden, bir günah işlememiş gibidir.” buyurmuştur.

“Kul bir günah işler, sonra da günahını itirafla tövbe ederse, Allah Teâlâ tövbesini kabul ve affeder.”


buyurarak tövbe ve af kapının sonuna kadar açık olduğunu söylüyor Peygamber Efendimiz (sas) bir başka hadisinde.

Ne büyük bir müjdedir bu, günaha batmış olana!

Ne büyük bir çıkıştır bu, günaha dalmış olana!

Ne büyük bir haberdir bu, günaha boğuldum diyene!

Ne güzel bir dindir bu!

Ne güzel bir kapıdır tövbe!

Ne güzel bir arınma vadisidir tövbe!

Günah vadisinden, hata dağından, tövbe kapısından geçerek bizlere arınma imkanı sunan Rabb’imize şükrederiz.

Şükrederiz, daha nice nimetleri bizlere veren Rabb’imize.

Şükrederiz Rabb’imize, tövbe ederken bize iki damla gözyaşı verdiği için.

Şükrederiz, günahtan sıyrılıp tövbeye sığınacak bir kalbe sahip olduğumuz için...


_Alıntı_

Emekdar Üye 16 Ocak 2008 01:10

Cvp: Tövbe İçin Gözyaşı
 
iklimyacım. Eklemeler yapalım inşAllah



[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün):

"Ümmetim onbeş şeyi yapmaya başlayınca ona büyük belanın gelmesi vâcip olur!" buyurmuşlardı.

(Yanındakiler "Ey Allah'ın Resûlü! Bunlar nelerdir?" diye sordular. Aleyhissalâtu vesselâm saydı:

-Ganimet (yani milli servet, fakir fukaraya uğramadan sadece zengin ve mevki sahibi kimseler arasında) tedavül eden bir metâ haline gelirse,

-Emanet (edilen şeyleri emânet alan kimseler, sorumlu ve yetkililer, memurlar) ganimet (malı yerini tutup, yağmalayıp nefislerine helal) kıldıkları zaman,

-Zekât (ödemeyi ibadet bilmeyip bir angarya ve) ceza telâkki ettikleri zaman.

-Kişi annesinin hukukuna riayet etmeyip, kadınına itaat ettiği;

-Babasından uzaklaşıp ahbabına yaklaştığı;

-Mescidlerde (rıza-yı ilâhi gözetmeyen husûmet, alış-veriş, eğlence ve siyâsiyâta vs. müteallik) sesler yükseldiği zaman.

-Kavme, onların en alçağı (erzel) reis olduğu;

-(Devlet otoritesinin yetersizliği sebebiyle tedhiş ve zulümle insanları sindiren
zorba) kişiye zararı dokunmasın diye hürmet ettiği;

-(Çeşitli adlarla imal edilen) içkiler (serbestçe) içildiği;

-İpek (haram bilinmeyip erkekler tarafından) giyildiği;

-(San'at, bale, konser gibi çeşitli adlar altında; bar, gazino, dansing ve salonlarda ve hatta televizyon ve filim gibi çeşitli vasıtalarla yaygın şekilde) şarkıcı kadınlar ve çalgı aletleri edinildiği;

-Bu ümmetin sonradan gelen nesilleri, önceden gelip geçenlere (çeşitli ithamlar ve bahanelerle) hakâret ettiği zaman artık kızıl rüzgârı, (zelzeleyi), yere batışı (hasfı) veya suret değiştirmeyi (meshi) (veya gökten taş yağmasını, (kazfi) bekleyin."


Tirmizi, Fiten 39, (2211)

Emekdar Üye 16 Ocak 2008 01:17

Cvp: Tövbe
 

TÖVBE


Rücu etmek, geri dönmek, pişman olmak, nedamet duymak, yaptığı günahı bırakıp Cenab-ı Hakk'a yönelmek.

Asıl anlamı geri dönmek olup, tövbe kelimesinin türemişi olan "tevvâb" kelimesi tövbe işini çok çok yapan anlamında aşırılık ifade eden ism-i faildir. Yüce Allah'ın bir ismi, bir sıfatı olarak "et-Tevvâb" ise itaata yönelerek Allah'a dönen kişinin istediği bağışlanmayı kabul edip, o tövbekâr kulunu huzuruna alan ve onu affeden anlamındadır. Bu itibarla tövbe, kul hakkında günahlardan dönmeyi, yüce Rabb'imiz hakkında da cezalandırmaktan dönmeyi ifade eder, yani kul Rabb'ine döner, Rabb'i de onun bu yönelişini kabul eder ve onu cezalandırmaktan vazgeçer. İşte bu mânâda "et-Tevvab" sıfatı, kulların tövbelerini her yönelişlerinde rahmet ve mağfiretiyle kabul eden demektir.

İslâm'da tövbe; birisi Allah, diğeri kul yönünden iki farklı anlam taşır. Allah yönünden tövbe, yapılan kötülüğü, işlenen günahı veya kabahati affedip bağışlamaktır. Kul yönünden, yaptığının kabahat veya günah olduğunu bilip, onu bırakıp terk ederek Allah'a dönmek, yani O'nun emirlerine uymak ve yasak ettiği şeylerden kaçınmak suretiyle Allah'a sığınarak O'ndan affetmesini, bağışlamasını dilemek, yaptıklarından pişman olduğunu da belirterek yalnız O'na yalvarmak demektir. Meselâ, bir kabahat, söz gelişi içki içmeyi sırf bedenine yapmış olduğu bir zarardan dolayı veya malına yahut da şerefine zararı dokunduğu için terk etmekte olduğu gibi, Allah rızası ve Allah korkusu düşünülmeyecek olursa, bu gerçek mânâda tövbe sayılmaz. Çünkü tövbe, yaptığı işin günah olduğunu, kusur veya kabahat olduğunu, suç işlediğini kabul etmekle başlar. İşte bu anlamda tövbe, bir ibadet olarak da sadece yüce Rabb'imize tahsis edilmelidir.

1- Bazı alimlere göre tövbe anlayışı

Gazâlî'ye (ö: 505/1111) göre tövbe, ilim, hâl ve fiil gibi sırasıyla birbirini gerektiren üç şeyin birleşmesinden meydana gelen değişmez ilâhî bir sünnettir.

İlimden maksat, günahların ve büyük zararların, kul ile Allah'ın rahmeti arasında, Allah ile kulu birbirinden ayıran bir perde teşkil ettiğini bilmektedir. İnsan kalbinde ve zihninde, bunu böylece kesin olarak kavrayınca, yüce Rabb'ini, yani sevgili Mevla'sını kaybettiği için bir elem ve acı duyar. Hele kusur ve kabahat kendi tarafında ise, bu üzüntüsü elem ve ızdırabı daha da artacaktır. İşte Rabb'ini kaybedip O'ndan uzak kalmasına sebep olan bu kusur ve kabahatından dolayı duyduğu acı ve çektiği eleme pişmanlık veya nedamet denir.

Bu acı ve elem kalbini ve gönlünü iyice kapladığı zaman, yeni bir hâl, yeni bir durum ortaya çıkar ki, bu da şimdiki, geçmiş ve gelecek zamanla alakalı olan bir işi, bir fiili tasarlayıp kasıt ve niyet etmektir.

Şimdiki zamanla alakası, yapmış olduğu kabahatı hemen terk edip bırakmaktır.

Gelecek zamanla alakası, kendisini Rabb'inden ayıran bu kötülüğü veya kabahati ömrünün sonuna kadar asla yapmamaya azimli ve kararlı olmaktır.

Geçmiş zamanla alakası ise, kaybettiğini, zararlarını iyilik etmekle veya kâzâ etmekle telâfi etmeye çalışmaktadır.

İşte ilim burada tövbenin birinci unsurudur ki, bundan da maksat imân ve yakîndir. Çünkü imân, günahların öldürücü bir zehir olduğunu akla gösterip kalp ve gönüle tasdik ettirir. Yakîn ise bu tasdiki daha da kuvvetlendirip şüpheyi ve zannı ondan uzaklaştırarak kalbe onu tam mânâsıyla yerleştirir. Bu imânın nuru kalpde parladığı an, orada pişmanlık ateşini yakar. Kalp bu iman nuru sayesinde yüce Rabb'inden ve O'nun sevgisinden uzaklaştığını anlayınca acı duyar ve elem çeker. Böylece tövbe eden kimsenin kalbini bu ayrılık ve sevgi ateşi öylesine yakmalıdır ki, bu ateşin verdiği heyecanla kaybettiğini tekrar elde etmeye yönelsin.

Şu halde ilim, pişmanlık ile şimdiki ve gelecek zamanda bu işi yapmamaya azimli olmak ve geçmişteki zararı da telâfiye çalışmak gibi birbirini takip eden üç unsurdur ki, hepsine birden tövbe denir. Çok kere yalnız geçmişte olan bir işe pişman olmaya tövbe demişlerse de, ilim onun evveli ve öncesidir; kabahatı, günahı bırakıp terketmek de onun neticesidir. İşte bu manada sevgili Peygamberimiz, "pişmanlık tövbedir" buyurmuştur. Çünkü pişmanlık, pişman olmayı gerektirir ve onu neticeye götüren ilimden ve onu takibeden azim ve irade gücünden uzak olamaz. İlimsiz ve azimsiz pişmanlık mümkün değildir. Bundan dolayı tövbenin tarifinde "geçmiş hataların verdiği bir iç sancısıdır" denilmiştir; zira bu, yalnız içteki, gönüldeki acı ve elemle ilgilidir.

Fahreddin er-Râzî (ö: 606/1209), "Mefatihu'l-Gayb" adlı tefsirinde el-Keffal'den (ö: 507/1113) naklen tövbe için gerekli olan şeyleri şöylece sıralıyor: 1- İşlediği bu günah olan işi veya kabahatı terketmek, 2- Geçmişte, yani önceden yapmış olduğu bu işten veya kabahatı terketmek, 3- Bu günah olan işin veya kabahatin bir benzerine asla bir daha dönmemeye azmetmiş olmak, 4- Bütün bu şeylerin hepsini bir daha yapmaktan korkup çekinmek. İşte bunların hepsi tövbe için muhakkak gereklidir." dedikten sonra sebeplerini de şöyle açıklıyor: "1- Terk şunun için gereklidir, zira kul günah olan o işi veya kabahatı terk etmezse, yapıyor demektir ki, bu durumda tövbe etmiş olmaz. 2- Pişmanlık şu bakımdan lüzumludur, çünkü pişman olmazsa, yaptığı işe rızası, gönlü var demektir. Bir şeye râzı olmak ise, çok kere onu yapmayı gerektireceğinden yine tövbe etmiş olmaz, 3- İşlediği günahın bir benzerine dönmemeye kararlı ve azimli olmak şunun için gereklidir, zira yaptığı iş günahtır, günaha tekrar niyyet edip azmetmek de günahtır, 4- Korkuya gelince, bu korku insana tövbe etmeyi emreder ve tövbe ederek bu işi kesip atmaktan başka yol olmadığını hatırlatır. "

İşte Yüce Allah'ın, "Geceleyin secde ederek ve ayakta durarak boyun büken, ahiretten korkup çekinen ve Rabb'inin rahmetini dinleyen kimse, inkâr eden kimse gibi olur mu? Ey Muhammed de ki, bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahihleri öğüt alırlar" (ez-Zümer, 39/9) buyruğunu kanaatimizce bu manada anlamak gerekir.

II- Müminler için tövbenin lüzumu Cenab-ı Hakk, Ey inananlar (müminler) hepiniz Allah'a tövbe edin ki, korktuğunuzdan emin olup umduğunuza kavuşasınız” (en-Nur, 24/31) buyurmaktadır.

Bu ve benzeri ayetlerde tövbenin butun müminlere emir ve tavsiye edildiğini görüyoruz. Bunun sebep ve hikmetini Zemahşerî (ö: 538/1 114) ve ondan nakleden Fahreddin er-Râzî şöyle açıklıyorlar: "Öncelikle zayıf yaratılışlı kullar, Allah'ın her hususta olan tekliflerini, yani emirlerini ve yasaklarını kendilerine hakim olup gayret etseler bile gereği gibi yerine getiremezler ve böylece kendilerinin sebep olduğu kusur ve kabahatlerden de uzak duramazlar. işte bundan dolayı tövbe ve istiğfar etmeyi Yüce Allah inananların hepsine emir ve tavsiye ediyor. Tövbe edip bağışlanmayı diledikleri zaman, kurtuluşa ulaşıp saadete ereceklerini ümit etmelerini de öğütlüyor. "

III- Müminlerin tövbesi nasıl olmalıdır?

Bu konuda Yüce Allah'ın Ey müminler (inananlar) yürekten tövbe ederek (nasuh tövbe ile) Allah'a donün ki, Rabb'iniz kötülüklerinizi örtsün ve sizi içlerinde ırmaklar akan Cennetlere koysun" (et-Tevbe, 9/8) buyruğuna dikkat etmek gerekir.

Bu ayette geçen (nasûh tövbe) "yürekten, ihlasla tövbe edin" sözlerini Zemahşerî şöyle açıklamıştır: "Tövbeyi kendilerine tavsiye edenler, günahları mahvedecek ve aşırılıkları telâfi edecek şekilde tövbe ederler. Kötülüklerden tövbe etmeleri, o şeylerin kötü olduğu içindir. Yaptığına pişman olmak da çok şiddetli bir şekilde üzülmek demektir. Kötülüklerden birine bir daha dönmemeye azmetmek de, sağılmış olan sütün hayvanın memesine dönmesi nasıl mümkün değilse, öylece o günaha bir daha dönmemek anl-----dır. Bütün bunları böylece içine sindirmek yürekten tövbe etmek demektir. el-Kelbî'ye (ö:146/763) göre "nasûh tövbe", kalp ile pişman olmak, dil ile istiğfar etmek, beden ile de onu terkederek yapmamak ve"ondan uzak durmaktır. Ayrıca pişmanlığından dönmemek üzere gönül rahatlığına kavuşmaktır.

Gazzâlî'ye göre de ayette geçen "nasûh" kelimesi nasihat kelimesiyle ilgili bir sözdür. Her türlü şâibeden uzak olarak tam bir ihlas içerisinde Yüce Allah'a tövbe etmek anlamındadır.

Ayrıca, "Hiç şüphesiz Allah hem çok tövbe edenleri, hem de çok temizlenenleri sever” (el-Bakara, 2/222) âyeti de tövbenin lüzum ve faydasına işaret etmektedir. Sevgili Peygamberimiz de bir hadisinde Tövbe eden Allah'ın sevgilisidir, günahlardan tövbe eden, hiç günah işlememiş gibidir" buyurmuştur. Tövbenin nasıl olması hususunda Hz. Ali (r.a)'den şöyle bir rivayette bulunuluyor: Bir gün bedevilerden biri Hz. Peygamberin mescidine girer ve "Allah'ım, şüphesiz ben sana tövbe ve istiğfar ediyorum" der ve namazını kılar. Bunu gören ve duyan Hz. Ali, adam namazını bitirince ona: "Ey kişi! Yalnızca dil ile sür'atle yapılan tövbe, yalancıların tövbesidir, halbuki senin bu tövben, tövbeye muhtaçtır" dedi. Bunun üzerine o kişi: "Ey müminlerin emiri, o halde tövbe nedir?" diye sordu. Bunun üzerine Hz. Ali: "Tövbe şu altı şeyle mümkün olur" dedi: 1- Geçmişte işlenmiş olan günahlardan pişman olmak ve yerine getirilmemiş farzları iade etmek, 2- Başkalarına haksızlık ve eziyet etmeyi bırakmak, 3- Husumet ve düşmanlığı kaldırmak, 4- Günah ve kabahatler içerisinde büyüyen nefsi, Allah'a olan itaat içerisinde küçültüp ona hiçliğini kabul ettirmek, 5- İtaatsizlik ve günah işlemenin sözde tadını çıkaran nefse, itaat edip günahlardan uzak durmanın acılığını da tattırmak, 6- Gülüşlerinden her birine bedel olmak üzere, ağlamak."

Hâl böyle olunca, şartlarına uygun olan bir tövbe, aynı zamanda Allah için yapılmış bir ibadettir. Böyle olduğu için de kabûle şâyan olması gerekir. Nasıl ki, şartlarına uygun olarak yapılan ibadetlerin kabûlü hususunda tereddüde düşmüyorsak, şarlarına uygun bir tövbenin kabûlü için de tereddüt gösterilmemesi gerekir.

Öyleyse Allah'a imân etmiş kişiler, bilerek veya bilmeyerek günah işledikleri zaman hemen Allah'a yönelip tövbe etmekten çekinmemelidirler. Çünkü ilgili ayet ve hadislerden anladığımıza göre Yüce Allah samimiyetle ve şarlarına uygun olarak yapılan tövbeleri kabul eder, kullarını bağışlar. Ayrıca, günahları bırakıp kendisine yönelenleri sever, zira günahkârlar için yüce Allah'ın rahmet, mağrifet ve kereminden başka bir sığınak yoktur. Bu bakımdan inananların tövbe etmekten korkmamaları, yaptıkları büyük veya küçük günahları için ne zaman olursa olsun, geciktirmeden hemen Rab'lerine yalvarmaları, Allah'a olan bu inançlarının gereği olmalıdır.

IV- Tövbenin zamanı ve tövbe etmenin faydaları

Günah işler işlemez hemen tövbenin gerekli olduğunda şüphe yoktur; çünkü Allah'ın emir ve yasaklarına karsı itaatsizlik ederek isyan etmenin az da olsa, imânı sarsacağı açıktır. Öyleyse, tövbenin de günah işledikten hemen sonra yapılması gerekir. Zira, bu suretle yüce Allah'ı hemen hatırlayan kimse, bu vesileyle imânına dönmüş ve onu kuvvetlendirme gayretine girişmiş olur. Nitekim Yüce Rabb'imiz "Onlar fena birşey yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı anarlar, günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları Allah'tan başka bağışlayan kim vardır. Onlar yaptıklarında bile bile direnmezler" (Âl-i İmrân, 3/135) ve "Kim tövbe edip güzel, yararlı işler işlerse, şüphesiz o, Allah'a gereği gibi yönelip tövbe etmiş olur" (en-Nisa, 4/17) buyurmaktadır.

Görülüyor ki, kötülükleri çoğaltacak işler yapılır yapılmaz veya günah işlenir işlenmez hemen yüce Rabb'imizi anıp O'na yönelmemiz, O'na iltica edip günahlarımızı affetmesi için O'na yönelmemiz, yaptığımız bu kötü işlerden dolayı O'ndan utanıp korkmamız gerekmektedir. Ayrıca bu yaptığımız şeylerde ısrar edip direnmemek lâzımdır. Eğer böyle yaparsak, hem günahlarımız bağışlanır, gönlümüz rahat ve huzura kavuşur, hem de bu anlayış ve inanç sebebiyle başka kötü birşey yapmaktan uzak dururuz. İşte bizde hasıl olan bu şuur ve kuvvetli imân, bizi isyan etmekten ve tekrar günah işlemekten alıkoyacaktır ve böylece bir daha tövbe etmeye de ihtiyaç duymayacağız. Ancak Allah katında daha da yüksek derecelere ulaşmak için, şükreden bir kul olarak O'na sığınıp yalvaracağız. Günahın hemen akabinde tövbe edip ısrar etmemenin zorunlu olmasındaki fayda ve hikmetler açıkça görüldüğü gibi kısaca şunlardır:

Bir defa, günahlara dalarak yüce Yaradanını unutmuş olan kul, tövbe etmekle Allah'ın hatırlamış ve O'nun emirlerini yerine getirip, yasaklarından kaçınmayı zorunlu bir vazife bilerek, bu şuur içerisinde Allah'a olan inancını yeniden kuvvetlendirmek suretiyle, bu inancının gereği olan iş ve davramşları da yerine getirmeye başlamıştır. ikinci olarak, bu kul, işlemiş olduğu günahlarına bakarak, "Ben Allah'ın kötü kulu oldum" düşüncesiyle ümitsizliğe kapılarak daha fazla günah işlemekten kurtulur, bu yeni ümit ve inançla Rabb'ine daha fazla bağlanıp yaklaşarak emirlerini yerine getirmeye ve yasak ettiklerinden kaçınmaya son derece gayret gösterir. Çünkü insanoğlu geleceğe dönük olan ümit ve hayalleriyle hayatını devam ettirmektedir. Bu ümit ve hayalleri yıkılmış bir insanın, dünyanın çeşitli dertleri ve zorlukları altında hayatını sürdürmesi gittikçe zorlaştığı için, ya devamlı olarak başkalarına zararlı olmakta veya kendi canına kıymaktadır. Pekâlâ bilinir ki, insanları hayata bağlayan unsurların başında ümit ve inanç gelmektedir. İşte tövbe eden kişi yitirdiği bu ümit ve inancını yeniden kazanarak hayata bağlamakta ve yaşayışında ortaya çıkan acı ve tatlı durumlara katlanma konusunda yerine göre sabredip, yerine göre mutlu olmasını başarabilmekte ve başkalarına da her bakımdan faydalı olmaya çalışmaktadır. Nitekim yüce Rabb'imiz bu hususu şöyle müjdelemektedir: "Onların hareketlerinin karşılığı Rab'lerinden bağışlanma ve içlerinde ırmaklar akan, temelli kalacakları Cennetlerdir. Böyle yapıp davrananların mükafatı ne güzeldir" (Âl-i İmrân, 3/136).

Görüldüğü gibi yüce Rabb'imiz gereği gibi tövbe edenlerin tövbesini kabul edip onları mükafatlandıracağını, böyle davrandıkları takdirde yarınlarından emin ve güvenli olacaklarını, yitirdikleri ümitlerini yeniden ele geçireceklerini açıkça haber vermektedir. Rabb'imizin böyle bir mükafatına kavuşmak, insanı hayata bağlayan ne büyük bir mutluluktur.

İste bu bakımlardan tövbe etmenin insan hayatındaki rolü pek büyüktür. Onu yeniden hayata bağlayan, ona ümit ve yaşama isteği veren, onu Allah'ına yöneltip inanç ve imânını kuvvetlendiren, onu toplum içinde, Allah'tan korkup Peygamberini seven ve onların istediği gibi hareket eden kullarıyla birlikte mutlu olarak güven içinde yasamaya sevkeden, doğru dürüst bir insan olarak herkesin hakkını gözeten ve kendi hakkettiğine razı olan, haksızlığa uğramalarına sebep olduğu kişilere haklarını iâde edip onlarla helallaşarak onların dostluğunu kazanan bir kişi haline gelmesi, tövbe etmesiyle mümkün olmaktadır.

Yine bu cümleden olarak yüce Rabbimiz, tövbesi kabul edilmeyenler hakkında da şöyle buyuruyor: "Yoksa kötülükler yapıp yapıp da nihayet ölüm kendilerine gelip çatınca, "şimdi tövbe ettim " diyenler ile kâfir olarak ölenlerin tövbesi makbul değildir. İşte onlara elem verici azap hazırlamışızdır” (en-Nisa, 4/18).

Bu ayetten anlaşıldığına gòre, kötülükleri işlemeye devam etmek suretiyle günahlarını çoğaltıp duran ve bu durumda iken ölüm kendisine gelip çatınca, "Yarabbi, işte şimdi tövbe ettim" diyen kimse ile inkârcı bir kişi olduğu halde tövbe ederek imân etmeden ölen kimseler aynı değerdedirler ve bunların tövbeleri Allah tarafından kabul edilmez. Bunların her ikisi de Allah'ın şiddetli azabıyla karşı karşıya kalacaklardır, fakat çekecekleri azabın derecesi belki birbirinden farklı olacaktır.

Ölüm anı kendisine gelip çatıncaya kadar tövbesini geçiktirip tövbe etmeyenin kâfir olarak ölenle bir tutulması, kanaatımızca şu sebebe dayanmaktadır: Ölümün gelip çatması, ahiret hallerinin ilkidir. Pek kısa bir süre sonra ruhunu teslim edip ahirete göçecek ve iyi veya kötü bir iş yapmaya ne fırsatı, ne de gücü olacaktır. Bunun böyle olduğunu haber veren pek çok ayet vardır. Meselâ, "Onlardan birine ölüm gelince, "Rabb'im beni geri çevir, belki yapmadan bıraktığımı tamamlar iyi iş işlerim" der. Hayır, bu söylediği sadece kendi lâfıdır..." (Mü'minun, 23/99-100) buyurulmaktadır. Ayrıca: Mü'min, 40/185; Yûnûs, 10/90-91; Münafıkun, 63/10 ayetleri de bu mânadadırlar. Bu manada çeşitli hadis-i şerifler de vardır. Meselâ Ebû Eyyûb, Hz. Peygamber'den şöyle bir rivayette bulunuyor: "Yüce Allah kulunun tövbesini, ölüm anında boğazında hırıltı başlamadıkça, kabul eder".

İşte yüce Allah, böyle bir durumda tövbeyi kabul etmeyeceğini, bunun dışındaki hâl ve durumlarda tövbeyi kabul edeceğini haber vermektedir. Öyleyse, tövbeyi geciktirmek, bu bakımdan hiç de doğru değildir. "Allah 'a göre şu kimseler bir tövbesi makbuldur ki, cahillikle bir kötülük yapıp hemen ardından dönerler..." (en-Nisa, 4/17) ayetinde belirtildiği gibi günahların hemen arabinde tövbe etmek inananların lehine olmakta ve böyle bir tehlike söz konusu olmamaktadır. Pekalâ bilindiği gibi, ölümün ne zaman ve nerede gelip çatacağı bizce malum değildir. Bundan dolayı tövbe konusunda acele etmek yine insanların yararınadır.

Cihat TUNÇ

Emekdar Üye 16 Ocak 2008 01:23

Cvp: Tövbe
 
TEVBE GÜNAHLARIN SİLİNMESİNE SEBEPTİR

Değerli müminler! Bugünkü sohbetimiz tövbe hakkında olacaktır. Tövbe sözlükte geri dönmek anl----- gelir. Dindeki anlamı ise işlenmiş olan günahtan, suç ve kabahatten bir daha işlenmiyeceğine dair verilen söz demektir veya kabahatten, kabahat olduğu için pişmanlık duyarak vazgeçmektir. Peygamberler dışında hiç kimse masum değil, yani günahtan korunmuş değildir. Herkes günah işleyebilir. Ne var ki insanlar birbirlerine oranla daha az, daha çok günah işleyebilirler. Peygamberimiz bu hususu şöyle ifade buyuruyor: “İnsanoğlunun hepsi günah işler. Günah işleyenlerin en hayırlısı ise (işlediği günaha pişman olup) tövbe edenlerdir.''(1) Bu hadisi şerif, bazı insanların günah işlemiyeceğini sanmanın veya buna inanmanın doğru olmadığını ifade ediyor. Tövbe, Allah Teâlâ’nın, günah işleyen insanların, işledikleri günahlardan kurtulmaları için onlara tanıdığı bir imkândır. İnsan ne kadar çok günah işlerse işlesin ümitsizliğe düşmemeli, Allahu Teâlâ'nın ona tanıdığı bu imkandan yararlanmalıdır. İnanan insan Allah'tan ümit kesmez. Allah'ın rahmetinden ancak inanmayanlar ümit keserler. Suyun kiri temizlediği gibi, samimi tövbe de günahları temizler. Yeter ki insan işlediği günaha pişmanlık duyarak onu terk etmiş ve bir daha onu yapmamaya karar vermiş olsun. Allah Teâlâ’nın, kullarına sonsuz merhamet ve şefkati vardır. Onların günahkâr olarak huzuruna gelmelerini istemez. Bunun için tövbe edip günahlardan arınmalarını ister. Bakınız Kur'an-ı Kerim'de ne buyuruyor: ''Ey müminler, hep birden Allah'a tövbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz.''(2) Ayet-i kerime'nin kurtuluş için gösterdiği yol, kadın, erkek inanan herkesin kusur ve kabahatlerinden tövbe ile Allah'ın yardımına sığınıp emirlerine özen ve dikkat göstermektir. Diğer taraftan tövbenin nasıl olacağını bildirmek üzere de: ''Ey müminler! Nasûh (samimi) bir tövbe ile Allah'a dönün. Umulur ki Rabbiniz kötülüklerinizi örter. Peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde ( kıyamet gününde) Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar.''(3 Ayet-i kerime'de “nasuh”, tövbe ile tövbe etmemiz isteniyor. Nasuh, nush kökünden mubalağa kipidir ve çok öğüt veren demektir. Çok öğüt verici olarak nitelenen tövbe sahibine günahı bırakmasını öğütleyen, onu günahtan kurtaran sadık ve samimi bir tövbe demektir. Günahı bırakmadan yapılan tövbe tövbe değildir . Hz. Ömer, nasuh tövbesini şöyle tanımlamıştır: ''Nasuh tövbe, günahtan tövbe edip o günaha bir daha dönmemek veya dönmek istememektir.''(4) Hangi Tövbe Makbul Olur? Allah'ın kabul edeceği tövbe ile ilgili olarak şöyle buyuruluyor: “Allah'ın kabul edeceği tövbe, ancak bilmeden kötülük edip de sonra tezelden tövbe edenlerin tövbeleridir, İşte Allah bunların tövbesini kabul eder. Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelince, ‘Ben şimdi tövbe ettim’, diyen ve kâfir olarak ölenler için (kabul edilecek) tövbe yoktur. Onlar için acı bir azap hazırlanmıştır.”(5) Ayet-i kerime'de cehaletle kötülük etmekten söz ediliyor. Ancak buradaki “cehalet'' bir şeyin günah olduğunu bilmeden onu yapmak anlamında değildir. Buradaki cehaletten maksat akılsızlıktır. Yani yaptığı işin sonucunun kişiyi nereye götüreceğini düşünmeden, nefsinin arzu ve isteklerine kapılarak Allah'ın yasakladığı bir şeyi, yasak olduğunu bile bile yapmasıdır. İşte nefsin isteklerine uyarak her nasılsa günah işlemiş olan kimseler, yaptıklarına pişmanlık duyar, bir daha yapmamaya karar vererek Allah'tan af dilerlerse, Allah tövbelerini kabul eder ve onları bağışlar, ayet-i kerime bu müjdeyi veriyor. Ancak ye's haline gelinceye kadar yani yaşamaktan ümidi kesinceye kadar tövbeyi geciktirmemeye de dikkatimiz çekilmektedir. Bu noktaya geldikten yani yaşama ümidini kaybettikten sonra yapılan tövbe kabul olmaz. Çünkü tövbe için, inandıktan sonra iyi bir iş yapabilecek kadar bir zaman bulunmalıdır. Bununla beraber günahkar müminin son nefesindeki tövbesinin kabul olacağı peygamberimiz tarafından bildirilmiş ve: “Allah, can boğaza gelmeden kulun tövbesini kabul eder.”(6) buyurmuştur. Fakat değerli müminler, tövbeyi günahın peşinden yapmak en doğrusudur. Çünkü Allah Teâlâ böyle olan tövbeyi kabul edeceğini bildirmektedir. Kimin Tövbesi Makbuldür? Tövbenin nasıl yapılacağı ve kimin yaptığı tövbenin kabul olacağını açıklamadan önce, günahların çeşitlerini bildirmek uygun olur. İnsanın işlediği günahlar iki kısımdır. Bir kısmı içki içmek gibi kul hakkı ile ilgili olmayan, yalnız Allah'a karşı işlenmiş günahlardır . Bu gibi yalnız Allah hakkı ile ilgili olan günahlardan tövbe etmek için üç şartın yerine getirilmesi gerekir. Bunlar: a) Günahı terketmek b) Yaptığına pişmanlık duymak c) Bir daha yapmamaya karar vermek. Günahı terketmeden yapılmış olan tövbe ile yine günaha pişman olmadan ve aynı günahı bir daha işlememeye karar vermeden yapılan tövbe, tövbe sayılmaz. Bu, içki içmekte olan kimsenin, “ben içkiye tövbe ettim'' demesine benzer ki, buna tövbe denmez. Günahın diğer bir kısmı da hırsızlık yapmak gibi insan hakkı ile ilgili olan günahtır . Hırsızlık yapmak günahtır, çünkü Allah Teâlâ bunu yasaklamıştır. Bu gibi günahlardan tövbe etmenin, yukardaki şartlara ilaveten bir şartı daha vardır ki, o da hak sahibine hakkını vermek veya ondan helallık almaktır. İşte işlenen günaha göre şartlarına uyarak yapılan tövbe makbul olur ve Allah Teâlâ böyle tövbe edeni bağışlar. Bir defasında Hz. Ali, bir bedevinin: Ey Allahım! senin beni bağışlamanı diliyor ve sana (günahlarımdan dolayı) tövbe ediyorum, dediğini işitmişti de ona: Ey kişi, tövbede dil çabukluğu yalancıların tövbesidir, demişti. Adam: O halde tövbe nedir? diye sorunca, Hz.Ali (r.a.): O tövbenin altı özelliği vardır: Geçmiş günahlara pişmanlık duymak, (vaktinde ve zamanında yapılmayan) farzları (kılınmayan namazlar ile tutulmayan oruçları) iade etmek, haksızlık yaptığı kimsenin hakkını vermek, düşmanlarla helallaşmak, bir daha o günaha dönmemeye azmetmek ve nefsi günahla büyüttüğün gibi Allah'a itaatte eritmek ve ona günahların tadını tattırdığın gibi itaatın hazzını tattırmaktır, dedi.(7) Değerli müminler, bu şekilde tövbe eden kimsenin günahları silinir. İbn Abbas (r.a.) anlatıyor: Müşriklerden bazı kimseler adam öldürmüşler, bir çok cinayet işlemişler, zina edip bunda da çok ileri gitmişlerdi. Bunlar bu kusurları ile Peygamberimize gelerek; Ey Muhammed, senin tebliğ ettiğin ve kendisine çağırdığın İslâm dini kuşkusuz çok güzeldir. Eğer bize vaktiyle işlediğimiz bunca cinayet ve meşru olmayan ilişkilerin arınma yolu bulunduğunu bildirirseniz, (iyi olur) demişlerdi. Bunun üzerine şu ayetler nazil oldu: “Onlar ki Allah ile beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar. Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Bunları yapan günahı(nın cezasını) bulur.” “Kıyamet günü azabı kat kat artırılır ve onda (azapta) alçaltılmış olarak devamlı kalır. “Ancak tövbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar başkadır. Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir . Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.'' (Furkan,68-70) “Ancak tövbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar başkadır. Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir . Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibir.'' (Furkan,68-70) Bir de: “De ki, ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin.”(8) Allah Teâlâ'nın rahmeti sonsuzdur. İşlediği günahlardan pişmanlık duyup tövbe eden ve Allah'tan af ve bağış dileyen kullarının tövbelerini kabul eder ve onları bağışlar. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: “Allah kullarının tövbesini kabul eder, kötülükleri bağışlar ve yaptıklarınızı bilir.''(9); “Kuşkusuz Ben, tövbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra doğru yolda giden kimseyi bağışlarım.”(10); “Kim bir kötülük yapar, yahut nefsine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı çok yarlığayıcı ve esirgeyici bulacaktır.''(11) Kur'an-ı Kerim, yaptığına pişman olup Allah'a sığınan ve O'ndan af ve ve bağış dileyenleri Allah'ın affettiğine dair örnekler verir. İşte bir örnek: “Ve (seferden) geri bırakılan üç kişinin de (tövbelerini kabul etti). Yeryüzü genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkca sıkmıştı. Nihayet Allah'tan yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hallerine) dönmeleri için Allah onların tövbelerini kabul etti. Çünkü Allah tövbeyi çok kabul eden, pek esirgeyendir.''(12) Ayet-i kerime'de seferden geri kaldığı bildirilen üç kişi Kâ'b b. Malik, Hilâl b.Umeyye ve Memare b. Râbi idi. Bunlar Tebük seferine -mazeretleri olmadığı haldekatılmama suçu işlemişlerdi. Peygamberimiz Tebük seferinden dönüşünde bunları sorgulamış, mazeretsiz sefere katılmadıklarını anlayınca, haklarında Allah'ın hüküm vermesine kadar beklemelerini emretmişti. Bunlar bu bekleme süresi içinde çok bunalmışlar, tövbe ederek Allah'a sığınmışlardı. Allah Teâlâ tövbelerini kabul buyurduğunu bu ayet-i kerime'yi indirmekle bildirmiştir.(13) Değerli mü’minler, Allah Teâlâ o kadar engin merhamet sahibidir ki, günahkâr olanların O'na yönelmesinden, O'ndan af ve bağış dilemesinden büyük sevinç duyar, bakınız Peygamberimiz bunu çok çarpıcı bir örnekle bildiriyor. şöyle buyuruyor: “Kulunun günahlarına tövbe etmesinden dolayı Allah'ın sevinci, sizden birinizin ıssız çölde devesi ile giderken, onu üzerindeki yiyecek ve içecekle birlikte elinden kaçırması üzerine bir ağaç altına gelerek ümitsiz (ve bitkin) bir halde yaslanıp yattığında devesini yanı başında görmesi üzerine, devenin dizginini tutarak sonsuz sevincinden (Ey Allahım, Sen Rabbimsin ben de senin kulunum diyecek yerde) yanlışlıkla, ‘Allahım, sen benim kulumsun, ben de senin rabbinim’ dediğindeki sevincinden daha çoktur.''(14) Evet değerli müminler, Allah Teâlâ yarattığı, akıl gibi üstün yetenek vererek diğer yaratıklarına üstün kıldığı kullarına sonsuz şefkat ve rahmeti vardır. Buhârî ile Müslim'in rivayet ettikleri şu hadisi şerif bu hususu ne güzel ifade ediyor: Hz. Ömer anlatıyor: Peygamberimizin huzurlarına (Havazin Kabilesi’nden) bazı esirler gelmişti. Esirler arasında emzikli bir kadın vardı. Çocuğunu kaybetmişti. O kadın göğsüne biriken sütü sağıyor, çocuklara veriyor, emziriyordu. Bu kadın esirler arasında çocuğunu bulunca hemen alıp sinesine bastı ve derin bir şefkatle çocuğunu emzirmeye başladı. Bunu görünce Peygamberimiz bize: şu kadının çocuğunu ateşe atacağını sanır mısınız? buyurdu. Biz: Hayır, atmaya gücü yettiği sürece atmaz, dedik. Bunun üzerine Peygamberimiz: “İşte Allah Teâlâ kullarına, bu kadının çocuğuna şefkatinden daha merhametlidir”(15) buyurdu. İşte bizi yaratan Rabbimiz, böyle bize acıyan ve merhameti sonsuz olan bir Rab’dır. Biz ise günahkar kullarıyız. İşlediğimiz günahta ısrar etmeden hemen tövbe edip, O'na yönelmeli ve bizi Böyle yaptığımız takdirde hem O'nun rızasını kazanmış ve mağfiretine ermiş, hem de günahlardan temizlenmiş olacağız. Konuşmamızı, Buhârî ile Müslim'in rivayet ettikleri bir hadisi şerifin meâli ile tamamlayalım. Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Bir kula bir günah isabet edip veya bir günah işleyip de: Allahım, ben bir günah işledim, yahut bilmeyerek bana bir günah isabet etmiş, kusurumu bağışla derse, Allah Teâlâ: Demek ki, kulum, (dilerse) günahını affedecek (dilerse) cezalandıracak muhakkak bir Rabbi olduğunu bildi. O halde ben de kulumu bağışladım, buyurur. Sonra bu kul, Allah'ın dilediği kadar bir zaman (günahsız) yaşar, sonra bir günah daha isabet edip veya bir günah işleyip de: Ey Rabbim, ben (bilerek) bir günah işledim, yahut (bilmeyerek) bir günaha düştüm, kusurumu bağışla, diye yalvarırsa, o kulun Rabbi: Demek ki kulum, günahını affedecek veya cezalandıracak bir Rabbi bulunduğunu bildi, o halde ben de bu kulumu bağışladım, buyurur. Sonra bu kul, Allah'ın dilediği kadar bir zaman günahsız yaşar. Sonra bir günah isabet edip veya bir günah işleyip de: Allahım, ben bir günah işledim veya bir günah bana isabet etti, kusurumu affeyle, diye Allah'a yalvarırsa, Allah Teâlâ: Demek ki kulum, günahını bağışlayacak veya onu cezalandıracak bir Rabbi olduğunu bildi. Ben de üç defa kendisini affettim. Artık bu kulum dilediği ifli işlesin (yani günahı tekrarlansa da her defasında içtenlikle tövbe etse, Allah Teâlâ tövbesini kabul eder.)''(16) Bu hadisi şerif de Allah Teâlâ'nın kullarını ne kadar sevdiğini ve ne büyük merhamet sahibi olduğunu ifade etmektedir. Böyle bir yaratıcısı olduğunu bilen bir mü’min O'na yönelmez mi? O'ndan af ve bağış dilemez mi? O'na karşı olan kusurlu davranışlarından ötüre tövbe etmez mi? O halde değerli müminler! Vakit geçirmeden veya vakti geçmeden işlediğimiz günahlara hemen tövbe etmeli, Allah'a yönelerek O'ndan af ve bağış dilemeliyiz. Tövbe işini geciktirmek doğru değildir. Çünkü ne zaman öleceğimizi bilemeyiz. Kimsenin elinde ne kadar yaşayacağına dair kesin bir bilgi yoktur. Gençliğimize ve dinçliğimize güvenmemeliyiz. Nice yaşlı ve hastalıklı insanlar dururken, genç ve sağlıklı kimselerin ölmekte oldukları hepimizin bildiği bir gerçektir. Bir şair güzel söylemiş: “Çok sağlıklı kimseler var ki, hiç hastalanmadan ölürler. Çok da hastalıklı insanlar var ki ,uzun yıllar yaşarlar.” Bu gerçeği göz önünde bulundurarak, eğer işlediğimiz günahlarda kul hakkı varsa hemen bu hakkı sahiplerine ödemeli veya onlardan helâllık almalı ve böylece bizi bağışlamasını Allah'tan dilemeliyiz. Böyle yaptığımız takdirde Allah'ın bizi bağışlayacağında şüphe yoktur. Çünkü Allah buyuruyor: “Muhakkak Allah bütün günahları bağışlar. şüphesiz ki o, çok bağışlayan çok esirgeyendir.”(17) --1İbn Mâce, Zühd, 30. 2Nûr, 31. 3Tahrim, 8. 4Âlusi, 157. 5Nisa, 17-18. 6Tirmizî, Daavât, 99 ; İbn Mâce, Zühd, 30; İbn Hanbel, 2/132. 7Kenzu’l-ummal, 2/3808. 8Buharî, Zümer Sûresi Tefsiri, 1. 9fiûra, 25. 1 0Tâha, 82. 11-Nisa, 110. 12 Tövbe, 118. 13-Bu konuda daha genifl bilgi için bak; Buhâri, Meğazi,79; Müslim, Tövbe, 9. 14Müslim, Tövbe, 1. 15Buhâri, Edep, 18; Müslim, Tövbe, 5. 16Buhâri, Tevhid, 35; Müslim, Tövbe, 5. 17Zümer, 53.

Lütfi ŞENTÜRK

Emekdar Üye 16 Ocak 2008 01:26

Cvp: Tövbe
 
Sebep olmak demeyelim.. sonuda hayır var ende olsa :)

TÖVBE GÜNAHLARIMIZIN SİLNMESİNE VESİLEDİR ....

selam ve dua ile..

Emekdar Üye 16 Ocak 2008 01:33

Cvp: Tövbe
 
Yegane Kurtuluş Çaremiz: Tövbe



[B]“Ey iman edenler! Allah’a tövbe edin. Muhakkak kurtuluşa erersiniz.” (Nur, 31)

Allah-u Zülcelal, ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Muhakkak Allah, iman eden kimselerin sahibidir. İman edenler Allah’ın muhafazası altındadır. Kafirlerin (ise ne dünyada, ne ahirette muhafaza edecek) sahipleri yoktur.” (Muhammed, 11)
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede, müminlere ne güzel müjde veriyor. Bunun yanında kâfirlere de, kendilerini nelerin beklediğini, dünya ve ahiret hayatlarının nasıl bir perişanlık içinde olduğunu haber veriyor.

Allah-u Zülcelal, iman edenlerin sahibi olduğunu ve onları hem dünyada hem de ahirette muhafaza edeceğini bize bildirmiştir. Bize düşen görev, bu mü’minlik sıfatını elde etmektir. Yeter ki, bu sıfatın sahibi olmak için az da olsa gayret gösterelim. O zaman, Allah-u Zülcelal bize sahip çıkacak ve bizi muhafaza edecektir.

Tabii ki, her şey Allah-u Zülcelal’e aittir. İnsan, O’nun himayesi, koruması altına girdimi, hiç bir şey ona zarar veremez.

Allah-u Zülcelal’in, insanlara sahip çıkmasına vesile olacak sıfatları elde etmek kolaydır. Çünkü, Allah-u Zülcelal kullarına çok büyük fırsatlar vermiştir. Mü’minlere hitap ettiği başka bir ayet-i kerimede de şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Allah’a tövbe edin. Muhakkak kurtuluşa erersiniz.” (Nur, 31)
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Diğer bir ayet-i kerime de ise: “Kim tövbe etmezse, zalimlerdendir.” (Hucurat,11) buyurmuştur.

İşte, aktarmış olduğumuz bu üç ayet-i kerime’de, bizim için büyük işaretler vardır. Bu ayet-i kerimelerden, kendi payımıza düşeni almalı ve bunların ışığında yolumuza devam etmeliyiz.

İnsan, yaratılış itibariyle hata ve günahlara karşı meyillidir. Nefsinin buyruklarına uyarak yaptığı hata ve günahlardan pişman olup, tövbeye sarıldığı zaman, Allah-u Zülcelal onu affederek sahip çıkar ve muhafazası altına alır. Ne yazık o kimselere ki, tövbeden imtina ederek, çekinerek bu muhafazadan mahrum kalmışlardır.

Şunu unutmamak gerekir ki, her insan hata yapar. Hata yapanların en hayırlısı da, tövbe edendir.

Evliyaullah’tan bir zat şöyle nakletmiştir: “Bir gün, Basra sokaklarında yürürken, bir annenin kapıyı açarak çocuğunu kapının önüne koyup, kapıyı kapattığını gördüm. Çocuk bir müddet ağladı, dolaştı ve kendi kendine şöyle dedi: ‘Beni besleyecek ve muhafaza edecek, annemin evinden başka bir ev yok. Bu insanların hepsi yabancıdır. Öyleyse ben nereye gidiyorum?’ Bu şekilde, pişmanlık içerisinde geri döndü.

Akşam olunca, gelip evin kapısının eşiğine yüzünü koyarak uyudu. Annesi, gece yarısı kalkıp kapıyı açınca, çocuğunun yüzünü eşiğe koymuş bir halde uyuduğunu gördü. Kalbi öyle yandı ki, çocuğunun üzerine kapanarak ağlamaya başladı. Ve ona şöyle dedi:

‘Benim emirlerime karşı gelip, sana zulüm ve hakaret etmememe sebep olma. Çünkü Allah-u Zülcelal, beni sana karşı çok şefkatli yaratmıştır. Bana asi gelme.’ Ve çocuğunu oradan kaldırıp eve aldı.” İşte, bizim halimiz de bu şekildedir.

Allah-u Zülcelal, kullarına karşı, bir anneden daha fazla şefkat ve merhametlidir. Şeytanın yanında ise cehennemden başka bir şey yoktur. Şeytanın hilelerine aldanıp, onun ardına düştüğümüz zaman, aynen annesinin kovduğu o çocuk gibi pişman olup, Rabbimizin kapısının eşiğine yüz sürmemiz, pişman olup O’na yalvarmamız lazımdır.

Bir insan, günah işleyipte bu yaptığından pişman olur ve tövbe ederse, Allah-u Zülcelal şöyle hitap eder: “Kulumu bağışladım. Kulum, işlediği günahlardan pişman olduğu müddetçe, onu ona bağışlayacak bir kudretin sahibiyim.”

İnsan, şunu hiç bir zaman unutmamalıdır ki kurtuluş, Allah-u Zülcelal’in kapısına çöküp yalvarmaktan ve pişman olmaktan geçer. Yoksa, Şeytan’ın memleketinde, pişmanlık ve hezimetten başka bir şey yoktur.

Karşımızda, tövbe gibi büyük bir fırsat kapısı varken, gevşek davranıp, ondan faydalanmamak, çok büyük bir yanlıştır. Ashab-ı Kiram (radıyallahu anhum) şöyle buyurmuşlardır:

“Biz, Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in huzurunda bulunduğumuz zamanlar; onun, yüz defa ‘Estağfirullah’il aliyy’ül azim ve etûbû ileyh’ dediğine şahit oluyorduk.”

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) günahtan masum, tertemiz olduğu halde, Allah-u Zülcelal’e daima bu şekilde tövbe etmekteydi. Peygamberlerin kalpleri, daima Arş-ı Alânın etrafında, Allah-u Zülcelal’in Zat’ının nurlarının çevresinde dolaştığı için, onların tövbeleri, bir an bile olsa Allah-u Zülcelal’den gafil kalmamak içindi. Aynen, ateş böceklerinin, geceleri ışığın etrafında dönmesi gibi, onların kalpleri de daima Allah-u Zülcelal’in nurunun çevresinde dönmektedir.

Bizim ise çok çeşitli günahlarımız vardır. Kalbimiz, dünyaya meylettiğinde, yöneldiğinde, başka insanların kalbini kırdığımızda, ibadetlerimizden geri kaldığımızda, her an Allah-u Zülcelal’e karşı yaptığımız kusurlardan dolayı tövbe etmemiz, pişmanlığımızı dile getirmemiz lazımdır.
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), günde 100 defa tövbe ediyordu. Biz de hiç olmazsa, günde bir sefer tövbe edelim; ayda bir sefer tövbe edelim. Allah-u Zülcelal, denizden bir damla kadar da olsa, Peygamberine mutabaat etmeyi, sünnetine uymayı bizlere nasip etsin, inşaallah.

Sohbetimizin başında da söylediğimiz gibi, mü’min sıfatını elde edebilmek için biraz gayret göstermemiz lazımdır. Bu mü’minlik sıfatını kazandığımız zaman, Allah-u Zülcelal’e kendimizi teslim etmiş oluruz ki, o zaman bizi hata ve günahlardan, dünyada başımıza gelecek zararlardan muhafaza eder.

Allah-u Zülcelal’in sahip çıkmasının ve muhafaza etmesinin, ne kadar kıymetli ve kuvvetli olduğunu hepimiz biliyoruz.

‘Yardım Et, Ya Rahman!’

Zeyd bin Sabit (radıyallahu anh) yanında bir arkadaşı ile beraber, Mekke’den Taif’e gitmek için yola çıkmıştı. Zeyd bin Sabit (radıyallahu anh)’ın, arkadaşının münafık olduğundan haberi yoktu. Bir mevkiye geldiklerinde, istirahata çekildiler. Zeyd bin Sabit (radıyallahu anh) uyuyunca, bu münafık, onu öldürmek için ayaklarını ve ellerini bağladı.

(Peygamber Efendimizin zamanında, dil ile şahadet getirdikleri halde, kalben ve ruhen kâfir olan, 300 kadar münafık vardı.)

Zeyd bin Sabit (radıyallahu anh) kendine gelince, el ve ayaklarının bağlı olduğunu gördü ve arkadaşının da o kimselerden olduğunu anladı.

Zeyd bin Sabit (radıyallahu anh) durumuna bakınca, kendisini bu halden, ancak Allah-u Zülcelal’in kurtarabileceğini idrak etti ve şöyle dedi. “Ya Rahman! E’inni.” (Bana yardım et, Ya Rahman!)

Böyle söylediği anda, bir duvarın arkasından, sert bir şekilde “Öldürme!” diye bir ses geldi. O anda, münafık ‘Ben bunu öldürürsem, o da beni öldürecek’ diye heyecanlandı. Dışarı çıkıp baktı, ancak kimseyi göremedi. Tekrar Zeyd bin Sabit (radıyallahu anh)’i öldürmek için içeriye girince, yine aynı sesi duydu. Bu hal üç defa tekrar etti.

Üçüncü sefer dışarı çıktığında, ata binmiş, elinde kılıçla bir zat geldi, o münafığı öldürdü ve Zeyd bin Sabit’in el ve ayakların çözdü. Ona şöyle dedi:

“Sen ‘Ya Rahman! E’inni’ dediğin zaman, ben göklerin yedinci katında idim. Allah-u Zülcelal bana, ‘Ben müminlerin velisiyim (sahibiyim)’ dedi ve seni kurtarmak için gönderdi.”

İnsan, Allah-u Zülcelal’e hakiki iman sahibi olursa, Allah-u Zülcelal de onu işte böyle muhafaza eder.

Sonuç olarak, daima Allah-u Zülcelal’e karşı tövbe etmek ve O’nun merhametine sığınmak, tek çıkar yoldur. Allah-u Zülcelal o kadar merhametlidir ki, kullarının tövbe edip kendisine yönelmesini istemektedir.

Hatta, her gün bir melek, günah işleyen insanlara “Yeter!”, hayır yapan insanlara da “Allah-u Zülcelal’e doğru gelin” diye nida etmektedir.

Yeter ki biz, günahlarımızdan yüz çevirmeye çalışıp Allah-u Zülcelal’e yönelelim. O zaman, Allah-u Zülcelal bize sahip çıkacak, çok şeyleri bize nasib edecektir.

Allah-u Zülcelal, hepimize razı olacağı salih ameller nasib etsin ve kendi fazl-ı keremi ile bizleri af ve mağfiret etsin. (Amin.)

Sallallahu ala Seyyidina Muhammedin Nebiyyü’l Ümmiyyi ve ala Alihi ve Sahbihi ve sellem.

Emekdar Üye 16 Ocak 2008 01:36

Cvp: Tövbe
 
Gözyaşı Tevbenin belgesidir.
İki damla gözyaşı, tövbenin süsüdür. İki damla gözyaşı tövbesinin belgesidir. Gecenin koyu karanlığı içinde açılan avuca damlayan iki damla gözyaşı, duanın kanadıdır.
Duayla çiçek açan tövbenin, vicdanın, kalbin, aklın, kısacası bütün vücudumuzun dile gelip:

“Affeyle Allah’ım, sen bildirdin; ben bilemedim!

Affeyle Allah’ım, sen öğrettin; ben unuttum!” demesidir.

Beşer olmanın, insanlığın, insanın; insanı düşürdüğü yerde insanın kendini görmesinin adıdır tövbe.

Avuçlarımıza yanağımızı yaka yaka damlayan gözyaşı kalbimizi, vicdanımızı, ruhumuzu yakıp da kazanmıştır sıcaklığını.

Onun için yakıcıdır gözyaşı.

Hele tövbe için dökülen gözyaşı, daha bir yakıcıdır.

Pişmanlık vadisini boydan boya geçmiş, tövbe vadisine gelip Rabb’ine el açmıştır kul.

Yanmış, yakılmış, pişmiş ve “olmuş”tur.

İnsan tövbe vadisine geldiği zaman, şeytanın iplerinden kurtulmuş melek kanatlarının gölgesine sığınmıştır.

İnsan, yüce dergâha üzerindeki kirli kaftanı atıp beyazlara bürünmek için gelmiştir.

Peygamber Efendimiz (sas), “Günahtan tövbe eden, bir günah işlememiş gibidir.” buyurmuş.

“Kul bir günah işler, sonra da günahını itirafla tövbe ederse, Allah Teâlâ tövbesini kabul ve affeder.” buyurarak tövbe ve af kapının sonuna kadar açık olduğunu söylüyor Peygamber Efendimiz (sas) bir başka hadisinde.

Ne büyük bir müjdedir bu, günaha batmış olana!

Ne büyük bir çıkıştır bu, günaha dalmış olana!

Ne büyük bir haberdir bu, günaha boğuldum diyene!

Ne güzel bir dindir bu!

Ne güzel bir kapıdır tövbe!

Ne güzel bir arınma vadisidir tövbe!

Günah vadisinden, hata dağından, tövbe kapısından geçerek bizlere arınma imkanı sunan Rabb’imize şükrederiz.

Şükrederiz, daha nice nimetleri bizlere veren Rabb’imize.

Şükrederiz Rabb’imize, tövbe ederken bize iki damla gözyaşı verdiği için.

Şükrederiz, günahtan sıyrılıp tövbeye sığınacak bir kalbe sahip olduğumuz için.

Emekdar Üye 16 Ocak 2008 11:08

Cvp: Tövbe
 
Tevbe Ayetleri [/CENTER]


اِنَّ اللّهَ يُحِبُّ التَّوَّا بينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّرينَ
Bakara 222…Allah tevbe edenleri sever ve temizlenenleri sever

اَلَّذينَ يَحْمِلُونَ الْعَرْشَ وَمَنْ حَوْلَهُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيُؤْمِنُونَ بِه وَيَسْتَغْفِرُونَ لِلَّذينَ امَنُوا رَبَّنَا وَسِعْتَ كُلَّ شَىْءٍ رَحْمَةً وَعِلْمًا فَاغْفِرْ لِلَّذينَ تَابُوا وَاتَّبَعُوا سَبيلَكَ وَقِهِمْ عَذَابَ الْجَحيمِ
Mümin / 7. Arş'ı yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunanlar (melekler), Rablerini hamd ile tesbih ederler, O'na iman ederler. Müminlerin de bağışlanmasını isterler: Ey Rabbimiz! Senin rahmet ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O halde tevbe eden ve senin yoluna gidenleri bağışla, onları cehennem azabından koru! (derler).
]وَالَّذينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ اللّهِ اِلهًا اخَرَ وَلَايَقْتُلُونَ النَّفْسَ الَّتى حَرَّمَ اللّهُ اِلَّا بِالْحَقِّ وَلَايَزْنُونَ وَمَنْ يَفْعَلْ ذلِكَ يَلْقَ اَثَامًا () يُضَاعَفْ لَهُ الْعَذَابُ يَوْمَ الْقِيمَةِ وَيَخْلُدْ فيه مُهَانًا () اِلَّا مَنْ تَابَ وَامَنَ وَعَمِلَ عَمَلًا صَالِحًا فَاُولئِكَ يُبَدِّلُ اللّهُ سَيَِّاتِهِمْ حَسَنَاتٍ وَكَانَ اللّهُ غَفُورًا رَحيمًا
Furkan 68-70 / Yine onlar ki, Allah ile beraber (tuttukları) başka bir tanrıya yalvarmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Bunları yapan, günahı (nın cezasını) bulur; Kıyamet günü azabı kat kat arttırılır ve onda (azapta) alçaltılmış olarak devamlı kalır. Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar başkadır; Allahı onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.
يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا تُوبُوا اِلَى اللّهِ تَوْبَةً نَصُوحًا
Tahrim 8 / Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah'a dönün[/CENTER]

Emekdar Üye 16 Ocak 2008 11:12

Cvp: Tövbe
 

Derken Adem, Rabbinden (birtakım) kelimeler aldı. Bunun üzerine (Allah da) tevbesini kabul etti. Şüphesiz O, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir. (2/37)

Hani Musa, kavmine: "Ey kavmim, gerçekten siz, buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize zulmettiniz. Hemen, kusursuzca yaratan (gerçek ilah)ınıza tevbe edip nefislerinizi öldürün: bu, yaratıcınız katında sizin için daha hayırlıdır" demişti. Bunun üzerine (Allah) tevbelerinizi kabul etti. Şüphesiz O tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir. (2/54)

Rabbimiz, ikimizi sana teslim olmuş (Müslümanlar) kıl ve soyumuzdan sana teslim olmuş (Müslüman) bir ümmet (ver). Bize ibadet yöntemlerini (yer veya ilkelerini) göster ve tevbemizi kabul et. Şüphesiz, Sen tevbeleri kabul eden ve esirgeyensin." (2/128)

Ancak tevbe edenler, (kendilerini ve başkalarını) düzeltenler ve (indirileni) açıklayanlar(a gelince); artık onların tevbelerini kabul ederim. Ben, tevbeleri kabul edenim, esirgeyenim. (2/160)

Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar, sizin örtüleriniz, siz de onlara örtüsünüz. Allah, gerçekten sizin, nefislerinize ihanet etmekte olduğunuzu bildi, tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için yazdıklarını dileyin. Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırd edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescidlerde itikafta olduğunuz zamanlarda onlara (kadınlarınıza) yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, (sakın) onlara yanaşmayın. İşte Allah, insanlara ayetlerini böylece açıklar; umulur ki sakınırlar. (2/187)

Sana 'kadınların aybaşı halini' sorarlar. De ki: "O, bir rahatsızlık (eza)dır. Aybaşı halinde kadınlardan ayrılın ve temizlenmelerine kadar onlara (cinsel anlamda) yaklaşmayın. Temizlendiklerinde, Allah'ın size emrettiği yerden onlara gidin. Şüphesiz Allah, tevbe edenleri sever, temizlenenleri de sever." (2/222)

Şayet böyle yapmazsanız, Allah'a ve Resulüne karşı savaş açtığınızı bilin. Eğer tevbe ederseniz, artık sermayeleriniz sizindir. (Böylece) Ne zulmetmiş olursunuz, ne zulme uğratılmış olursunuz. (2/279)

Ancak bundan sonra tevbe edenler, 'salih olarak davrananlar' başka. Çünkü Allah, gerçekten bağışlayandır, esirgeyendir. (3/89)

Doğrusu, imanlarından sonra inkâr edenler, sonra inkârlarını arttıranlar; bunların tevbeleri kesinlikle kabul edilmez. İşte bunlar, sapıkların ta kendileridir. (3/90)

(Allah'ın) Onların tevbelerini kabul etmesi veya zalim olduklarından dolayı azablandırması işinden sana bir şey (sorumluluk ve görev) yoktur. (3/128)

Sizlerden fuhuş yapanların, her ikisine eziyet edin. Eğer tevbe ederler de ıslah olurlarsa artık onlardan vazgeçin. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir. (4/16)

Allah'ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. (4/17)

Tevbe; ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: "Ben şimdi gerçekten tevbe ettim" diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azab hazırlamışızdır. (4/18)

Allah, size açıklayarak anlatmak, sizi sizden öncekilerin sünnetine iletmek ve tevbelerinizi kabul etmek ister. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (4/26)

Allah, tevbelerinizi kabul etmek ister; şehvetleri ardınca gidenler ise, sizin büyük bir sapma ile sapmanızı isterler. (4/27)

Biz elçilerden hiç kimseyi ancak Allah'ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir şeyle göndermedik. Onlar kendi nefislerine zulmettiklerinde şayet sana gelip Allah'tan bağışlama dileselerdi ve elçi de onlar için bağışlama dileseydi, elbette Allah'ı tevbeleri kabul eden, esirgeyen olarak bulurlardı. (4/64)

Emekdar Üye 16 Ocak 2008 11:13

Cvp: Tövbe
 
Bir mü'mine, -hata sonucu olması dışında- bir başka mü'mini öldürmesi yakışmaz. Kim bir mü'mini 'hata sonucu' öldürürse, mü'min bir köleyi özgürlüğüne kavuşturması ve ailesine teslim edilecek bir diyeti vermesi gerekir. Onların (bunu) sadaka olarak bağışlamaları başka. Eğer o, mü'min olduğu halde size düşman olan bir topluluktan ise, bu durumda mü'min bir köleyi özgürlüğe kavuşturması gerekir. Şayet kendileriyle aranızda andlaşma olan bir topluluktan ise, bu durumda ailesine bir diyet ödemek ve bir mü'min köleyi özgürlüğe kavuşturmak gerekir. (Diyet ve köle özgürlüğü için gereken imkanı) Bulamayan ise, kesintisiz olarak iki ay oruç tutmalıdır. Bu, Allah'tan bir tevbedir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (4/92)

Ancak tevbe edenler, ıslah edenler, Allah'a sımsıkı sarılanlar ve dinlerini katıksız olarak Allah için (halis) kılanlar başka; işte onlar mü'minlerle beraberdirler. Allah mü'minlere büyük bir ecir verecektir. (4/146)

Ancak, sizin onlara güç yetirmenizden önce tevbe edenler başka. Bilin ki, şüphesiz Allah bağışlayandır, esirgeyendir. (5/34)

Ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (5/39)

Bir fitne olmayacak sandılar, körleştiler, sağırlaştılar. Sonra Allah, tevbelerini kabul etti, (yine) onlardan çoğunluğu körleştiler, sağırlaştılar. Allah yapmakta olduklarını görendir. (5/71)

Yine de Allah'a tevbe edip bağışlanma istemeyecekler mi? Oysa Allah bağışlayandır, esirgeyendir. (5/74)

Bizim ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde, onlara de ki: "Selam olsun size. Rabbiniz rahmeti kendi üzerine yazdı ki, içinizden kim bir cehalet sonucu bir kötülük işler sonra tevbe eder ve (kendini) ıslah ederse şüphesiz, O, bağışlayandır, esirgeyendir." (6/54)

[B]Musa tayin edilen sürede gelince ve Rabbi O'nunla konuşunca: "Rabbim, bana göster, Seni göreyim" dedi. (Allah"Beni asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer o yerinde karar kılabilirse, sen de beni göreceksin." Rabbi dağa tecelli edince, onu param parça etti. Musa bayılarak yere düştü. Kendine geldiğinde: "Sen ne yücesin (Rabbim). Sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim" dedi. (7/143)

Kötülük işleyip bunun ardından tevbe edenler ve iman edenler; hiç şüphesiz Rabbin, bundan (tevbeden) sonra elbette bağışlayandır, esirgeyendir. (7/153)

Ve büyük Hacc (Hacc-ı Ekber) günü, Allah'tan ve Resûlü'nden insanlara bir duyuru: Kesin olarak Allah, müşriklerden uzaktır, O'nun Resûlü de… Eğer tevbe ederseniz bu sizin için daha hayırlıdır; yok eğer yüz çevirirseniz, bilin ki Allah'ı elbette aciz bırakacak değilsiniz. İnkâr edenleri acı bir azabla müjdele. (9/3)

Haram aylar (süre tanınmış dört ay) sıyrılıp-bitince (çıkınca) müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, onları tutuklayın, kuşatın ve onların bütün geçit yerlerini kesip-tutun. Eğer tevbe edip namaz kılarlarsa ve zekatı verirlerse yollarını açıverin. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (9/5)

Eğer onlar tevbe edip namazı kılarlarsa ve zekatı verirlerse, artık onlar sizin dinde kardeşlerinizdir. Bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklarız. (9/11)

Ve kalblerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (9/15)

Bunun ardından Allah, dilediği kimseden tevbesini kabul eder. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (9/27)

Allah'a and içiyorlar ki (o inkâr sözünü) söylemediler. Oysa andolsun, onlar inkâr sözünü söylemişlerdir ve İslamlıklarından sonra inkâra sapmışlardır ve erişemedikleri bir şeye yeltenmişlerdir. Oysa intikama kalkışmalarının, kendilerini Allah'ın ve elçisinin bol ihsanından zengin kılmasından başka (bir nedeni) yoktu. Eğer tevbe ederlerse kendileri için hayırlı olur, eğer yüz çevirirlerse Allah onları dünyada da, ahirette de acı bir azabla azablandırır. Onlar için yeryüzünde bir koruyucu-dost ve bir yardımcı yoktur. (9/74)

Diğerleri günahlarını itiraf ettiler, onlar salih bir ameli bir başka kötüyle karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tevbelerini kabul eder. Hiç şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (9/102)

Onlar bilmiyorlar mı ki, gerçekten Allah kullarından tevbeleri kabul edecek ve sadakaları alacak olan O'dur. Şüphesiz, tevbeleri kabul eden, esirgeyen O'dur. (9/104)

Diğer bir kısmı, Allah'ın emri için ertelenmişlerdir. O, bunları, ya azablandıracak veya tevbelerini kabul edecektir. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (9/106)

Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, (İslam uğrunda) seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlar; sen (bütün) mü'minleri müjdele. (9/112)

Andolsun Allah, Peygamberin, Muhacirlerin ve Ensarın üzerine tevbe ihsan etti. Ki onlar -içlerinde bir bölümünün kalbi nerdeyse kaymak üzereyken- ona güçlük saatinde tabi oldular. Sonra onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara (karşı) çok şefkatlidir, çok esirgeyicidir. (9/117)

(Savaştan) Geri bırakılan üç (kişiyi) de (bağışladı). Öyle ki, bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti, nefisleri de kendilerine dar (sıkıntılı) gelmişti ve O'nun dışında (yine) Allah'tan başka bir sığınacak olmadığını iyice anladılar. Sonra tevbe etsinler diye onların tevbesini kabul etti. Şüphesiz Allah, (yalnızca) O, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir. (9/118)

Görmüyorlar mı ki, gerçekten onlar her yıl, bir veya iki defa belaya çarptırılıyorlar da sonra tevbe etmiyorlar ve öğüt alıp (ders çıkarıp) düşünmüyorlar. (9/126)

Emekdar Üye 16 Ocak 2008 11:14

Cvp: Tövbe
 
Ve Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra O'na tevbe edin. O da sizi, adı konulmuş bir vakte kadar güzel bir meta (fayda) ile metalandırsın ve her ihsan sahibine kendi ihsanını versin. Eğer yüz çevirirseniz gerçekten ben, sizin için büyük bir günün azabından korkarım. (11/3)

Ey kavmim, Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Üstünüze gökten sağanak (yağmurlar, bol nimetler) yağdırsın ve gücünüze güç katsın. Suçlu-günahkarlar olarak yüz çevirmeyin." (11/52)

Semud (halkına da) kardeşleri Salih'i (gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. O sizi yerden (topraktan) yarattı ve onda ömür geçirenler kıldı. Öyleyse O'ndan bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Şüphesiz benim Rabbim, yakın olandır, (duaları) kabul edendir." (11/61)

Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Gerçekten benim Rabbim, esirgeyendir, sevendir." (11/90)

Seninle birlikte tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru davran. Ve azıtmayın. Çünkü O, yaptıklarınızı görendir. (11/112)

Sonra gerçekten Rabbin, cehalet sonucu kötülük işleyen, sonra bunun ardından tevbe eden ve ıslah olanlar(la beraberdir). Şüphesiz Rabbin bundan sonra bağışlayandır, esirgeyendir. (16/119)

Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunanlar (onların dışındadır); işte bunlar, cennete girecekler ve hiçbir şeyle zulme uğratılmayacaklar. (19/60)

Gerçekten ben, tevbe eden, inanan, salih amellerde bulunup da sonra doğru yola erişen kimseyi şüphesiz bağışlayıcıyım. (20/82)

Sonra Rabbi onu seçti, tevbesini kabul etti ve doğru yola iletti. (20/122)

Ancak bundan sonra tevbe eden ve salihçe davrananlar hariç. Çünkü gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (24/5)

Eğer Allah'ın sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı ve Allah gerçekten tevbeleri kabul eden hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı (ne yapardınız)? (24/10)

Mü'min kadınlara da söyle: "Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar; süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hariç. Baş örtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar. Süslerini, kendi kocalarından ya da babalarından ya da oğullarından ya da kocalarının oğullarından ya da kendi kardeşlerinden ya da kardeşlerinin oğullarından ya da kız kardeşlerinin oğullarından ya da kendi kadınlarından ya da sağ ellerinin altında bulunanlardan ya da kadına ihtiyacı olmayan (arzusuz veya iktidarsız) hizmetçilerden ya da kadınların henüz mahrem yerlerini tanımayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Hep birlikte Allah'a tevbe edin ey mü'minler, umulur ki felah bulursunuz." (24/31)

Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunup davranan başka; işte onların günahlarını Allah iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (25/70)

Kim tevbe eder ve salih amellerde bulunursa, gerçekten o, tevbesi (ve kendisi) kabul edilmiş olarak Allah'a döner. (25/71)

Ancak kim tevbe edip iman eder ve salih amellerde bulunursa artık kurtuluşa erenlerden olmayı umabilir. (28/67)

Çünkü Allah, (sözüne bağlı kalıp doğru olan) sâdıkları sadakatlerinden dolayı mükafaatlandıracak, münafıkları da dilerse azablandıracak veya tevbe (nasib edip tevbe)lerini kabul edecektir. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (33/24)

Şundan ki: Allah, münafık erkekleri ve münafık kadınları, müşrik erkekleri ve müşrik kadınları azablandıracak; mü'min erkeklerin ve mü'min kadınların tevbesini kabul edecektir. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (33/73)

Günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, cezası pek şiddetli olan ve lütuf sahibi (Allah'tan). O'ndan başka ilah yoktur. Dönüş O'nadır. (40/3)

Arş'ı yüklenmekte olanlar ve çevresinde bulunanlar, Rablerini hamd ile tesbih etmekte, O'na iman etmekte ve iman edenlere mağfiret dilemektedirler: "Rabbimiz, rahmet ve ilim bakımından herşeyi kuşatıp-sardın, tevbe edenler ve senin yoluna tabi olanlara mağfiret et ve onları cehennem azabından koru." (40/7)

Kullarından tevbeyi kabul eden, kötülükleri affeden ve işlediklerinizi bilen O'dur. (42/25)

Biz insana, 'anne ve babasına' iyilikle davranmasını tavsiye ettik. Annesi onu güçlükle taşıdı ve onu güçlükle doğurdu. Onun (hamilelikte) taşınması ve sütten kesilmesi, otuz aydır. Nihayet güçlü (erginlik) çağına erip kırk yıl (yaşın)a ulaşınca, dedi ki: "Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve senin razı olacağın salih bir amelde bulunmamı bana ilham et; benim için soyumda salahı ver. Gerçekten ben tevbe edip Sana yöneldim ve gerçekten ben Müslümanlardanım." (46/15)

Ey iman edenler, bir kavim (bir başka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar; kadınlar da kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi nefislerinizi (kendi kendinizi) yadırgayıp-küçük düşürmeyin ve birbirinizi 'olmadık-kötü lakablarla' çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir. Kim tevbe etmezse, işte onlar, zalim olanların ta kendileridir. (49/11)

Emekdar Üye 16 Ocak 2008 11:14

Cvp: Tövbe
 
Ey kavmim, Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Üstünüze gökten sağanak (yağmurlar, bol nimetler) yağdırsın ve gücünüze güç katsın. Suçlu-günahkarlar olarak yüz çevirmeyin." (11/52)

Semud (halkına da) kardeşleri Salih'i (gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. O sizi yerden (topraktan) yarattı ve onda ömür geçirenler kıldı. Öyleyse O'ndan bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Şüphesiz benim Rabbim, yakın olandır, (duaları) kabul edendir." (11/61)

Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Gerçekten benim Rabbim, esirgeyendir, sevendir." (11/90)

Seninle birlikte tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru davran. Ve azıtmayın. Çünkü O, yaptıklarınızı görendir. (11/112)

Sonra gerçekten Rabbin, cehalet sonucu kötülük işleyen, sonra bunun ardından tevbe eden ve ıslah olanlar(la beraberdir). Şüphesiz Rabbin bundan sonra bağışlayandır, esirgeyendir. (16/119)

Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunanlar (onların dışındadır); işte bunlar, cennete girecekler ve hiçbir şeyle zulme uğratılmayacaklar. (19/60)

Gerçekten ben, tevbe eden, inanan, salih amellerde bulunup da sonra doğru yola erişen kimseyi şüphesiz bağışlayıcıyım. (20/82)

Sonra Rabbi onu seçti, tevbesini kabul etti ve doğru yola iletti. (20/122)

Ancak bundan sonra tevbe eden ve salihçe davrananlar hariç. Çünkü gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (24/5)

Eğer Allah'ın sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı ve Allah gerçekten tevbeleri kabul eden hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı (ne yapardınız)? (24/10)

Mü'min kadınlara da söyle: "Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar; süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hariç. Baş örtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar. Süslerini, kendi kocalarından ya da babalarından ya da oğullarından ya da kocalarının oğullarından ya da kendi kardeşlerinden ya da kardeşlerinin oğullarından ya da kız kardeşlerinin oğullarından ya da kendi kadınlarından ya da sağ ellerinin altında bulunanlardan ya da kadına ihtiyacı olmayan (arzusuz veya iktidarsız) hizmetçilerden ya da kadınların henüz mahrem yerlerini tanımayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Hep birlikte Allah'a tevbe edin ey mü'minler, umulur ki felah bulursunuz." (24/31)

Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunup davranan başka; işte onların günahlarını Allah iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (25/70)

Kim tevbe eder ve salih amellerde bulunursa, gerçekten o, tevbesi (ve kendisi) kabul edilmiş olarak Allah'a döner. (25/71)

Ancak kim tevbe edip iman eder ve salih amellerde bulunursa artık kurtuluşa erenlerden olmayı umabilir. (28/67)

Çünkü Allah, (sözüne bağlı kalıp doğru olan) sâdıkları sadakatlerinden dolayı mükafaatlandıracak, münafıkları da dilerse azablandıracak veya tevbe (nasib edip tevbe)lerini kabul edecektir. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (33/24)

Şundan ki: Allah, münafık erkekleri ve münafık kadınları, müşrik erkekleri ve müşrik kadınları azablandıracak; mü'min erkeklerin ve mü'min kadınların tevbesini kabul edecektir. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (33/73)

Günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, cezası pek şiddetli olan ve lütuf sahibi (Allah'tan). O'ndan başka ilah yoktur. Dönüş O'nadır. (40/3)

Arş'ı yüklenmekte olanlar ve çevresinde bulunanlar, Rablerini hamd ile tesbih etmekte, O'na iman etmekte ve iman edenlere mağfiret dilemektedirler: "Rabbimiz, rahmet ve ilim bakımından herşeyi kuşatıp-sardın, tevbe edenler ve senin yoluna tabi olanlara mağfiret et ve onları cehennem azabından koru." (40/7)

Kullarından tevbeyi kabul eden, kötülükleri affeden ve işlediklerinizi bilen O'dur. (42/25)

Biz insana, 'anne ve babasına' iyilikle davranmasını tavsiye ettik. Annesi onu güçlükle taşıdı ve onu güçlükle doğurdu. Onun (hamilelikte) taşınması ve sütten kesilmesi, otuz aydır. Nihayet güçlü (erginlik) çağına erip kırk yıl (yaşın)a ulaşınca, dedi ki: "Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve senin razı olacağın salih bir amelde bulunmamı bana ilham et; benim için soyumda salahı ver. Gerçekten ben tevbe edip Sana yöneldim ve gerçekten ben Müslümanlardanım." (46/15)

Ey iman edenler, bir kavim (bir başka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar; kadınlar da kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi nefislerinizi (kendi kendinizi) yadırgayıp-küçük düşürmeyin ve birbirinizi 'olmadık-kötü lakablarla' çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir. Kim tevbe etmezse, işte onlar, zalim olanların ta kendileridir. (49/11)

Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir. (49/12)

Gizli konuşmanızdan önce sadaka vermekten ürktünüz mü? Çünkü yapmadınız, Allah sizin tevbelerinizi kabul etti. Şu halde namazı dosdoğru kılın, zekatı verin ve Allah'a ve O'nun Resûlü'ne itaat edin. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (58/13)<!-- / message -->

Emekdar Üye 16 Ocak 2008 11:16

Cvp: Tövbe
 
Eğer sizler (Peygamberin iki eşi) Allah'a tevbe ederseniz (ne güzel); çünkü kalbleriniz eğrilik gösterdi. Yok eğer ona karşı birbirinize destekçi olmaya kalkışırsanız, artık Allah, onun mevlasıdır; Cibril ve mü'minlerin salih olan(lar)ı da. Bunların arkasından melekler de onun destekçisidirler. (66/4)

Belki onun Rabbi, -eğer o sizi boşayacak olursa- ona yerinize sizlerden daha hayırlı Müslüman, mü'min, gönülden itaat eden, tevbe eden, ibadet eden, oruç tutan dul ve bakire eşler' verir. (66/5)

Ey iman edenler, Allah'a kesin (nasuh) bir tevbe ile tevbe edin. Olabilir ki, Allah sizin kötülüklerinizi örter ve altından ırmaklar akan cennetlere sokar. O gün Allah, Peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri küçük düşürmeyecektir. Nurları, önlerinde ve sağ yanlarında koşar-parıldar. Derler ki: "Rabbimiz nurumuzu tamamla, bizi bağışla. Şüphesiz Sen, herşeye güç yetirensin." (66/8)

Gerçekten Rabbin, senin gecenin üçte ikisinden biraz eksiğinde, yarısında ve üçte birinde (namaz için) kalktığını bilir; seninle birlikte olanlardan bir topluluğun da (böyle yaptığını bilir). Geceyi ve gündüzü Allah takdir eder. Sizin bunu sayamıyacağınızı bildi, böylece tevbenizi (O'na dönüşünüzü) kabul etti. Şu halde Kur'an'dan kolay geleni okuyun. Allah sizden hastalar olduğunu, başkalarının Allah'ın fazlından aramak için yeryüzünde gezip-dolaşacaklarını ve diğerlerinin Allah yolunda çarpışacaklarını bilmiştir. Öyleyse ondan (Kur'an'dan) kolay geleni okuyun. Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin ve Allah'a güzel bir borç verin. Hayır olarak kendi nefisleriniz için önceden takdim ettiğiniz şeyleri daha hayırlı ve daha büyük bir ecir (karşılık) olarak Allah katında bulursunuz. Allah'tan mağfiret dileyin. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (73/20)

Gerçek şu ki, mü'min erkeklerle mü'min kadınlara işkence (fitne) uygulayanlar, sonra tevbe etmeyenler; işte onlar için, cehennem azabı vardır ve yakıcı azab onlaradır. (85/10)

Hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir. (110/3)

Emekdar Üye 16 Ocak 2008 11:18

Cvp: Tövbe
 
Soru: Tevbe ettikten sonra veya tevbe esnasında aynı günaha düşme endişesi varsa bu tevbe geçerli ve yararlı olur mu?
Cevap: İnsan yaratılırken, hata işlemeye kabiliyetli olarak yaratılmıştır. Yani insanı günaha çekebilecek duygular, hisler vardır tabiatında. Bu duygu ve hisler, iyi şeylere esas teşkil etsin diye insanın tabiatına yerleştirilmiştir. Ama her zaman bunları değerlendirmek mümkün olmayabilir. Meselâ, öfke insana niye verilmiştir? Elbetteki iyi şeyler için. Bununla insan gazilik ve şehidlik de kazanabilir. “El-buğdu fillah vel-hubbu fillah” fehvasınca kin, buğz ve öfke de, sevgi ve muhabbet de Allah için olursa bunlarla insan sevab kazanabilir, kazanabilir de her an hayatını cihadda geçiriyor gibi olur.
Bedenî hislere, şehevanî duygulara sahip bir insan, bunlara sabretse, onun için cihad sevabı hasıl olur. Bunlar zabt u rabt altına alınmadığı zaman ise, insanı başaşağı götürebilirler.
Yani hata, insanın eşi gibidir. İnsan günah ve hataların ağırlığını vicdanında duymalıdır. Duymazsa, hissetmezse tıpkı cansız bir cisim gibi yaşar. Kalbinde bir kısım derunî duygular, latifeler varsa bunlar da zamanla söner.
Öyleyse insan hemen kısa yoldan tevbeye müracaat etmelidir. Hadis-i Nebevî’de: “Her insan hata işleyicidir. Hata işleyenlerin en hayırlısı da (hemen) tevbe edenlerdir” buyurulmuştur.
Tevbeye sarılmalı ve hemen Allah’a teveccüh edip “Eznebtü” “Günah işledim” demelidir. Ayrıca, tevbede, bir daha yapmamaya azim ve cehd olmalıdır. Hiç olmazsa tevbe esnasında insanda tereddüt olmamalıdır. Bundan da öte, kesin ve katî bir şekilde, bir daha dönmemeye niyet ve kasıt olmalıdır.
Ancak, tabiat-ı beşer muktezası olarak insan, sonradan yine -tabii kasıd olmayarak- hata ve günaha girebilir.
Evet, insan tevbe ederken şek ve şüpheye yer vermeden mutlak “Bu sondur” demeli ve kararlı olmalıdır.[3]
TEVBE İLE GÜNAH ÖNCESİ MANEVÎ HÂLİ AŞMA
Hz. Yunus'un (as) kavmini bırakıp gitmesi, sanki, kavminin iman etmesi için nihaî nokta gibi görünüyor. Kendisi için her ne kadar bir zelle de olsa, fakat çok büyük bir hayra kapı açmış gibi. Böyle, işlenen bazı günahlardan tevbe ile, günahtan önceki hâlden daha öte bir hâle ulaşmak mümkündür denebilir mi?
Hz. Yunus (as), kavmini Allah'tan izin almadan terk etti. Peygamberler, kavimlerini terk etmek gerektiğinde de, yine izin alırlar. Meselâ, melekler Hz. Lût'a, bizzat onun kavmini terk etmesi emrini getirmişlerdir. Allah (cc), Hz. Nuh'a gemiye binip, mü'min olanları da yanına almasını ve kavmini öyle terk etmesini emretmiştir. Aynı şekilde, Peygamberimiz'e (sav), Hz. İbrahim'e (as) daha başka bazı peygamberlere de hicret emri verilmiştir. Fakat Hz. Yunus (as), Allah'ın emrini almadan kavmini terkettiği için, malûm mihnete maruz kalmıştır. Şu kadar ki, peygamberin böyle kavmini terkedip gitmesi, kavmi üzerinde önemli bir tesir bırakmış ve o kavim, azap alâmetleri de belirince, hemen tevbe ve istiğfara yönelmiştir.
Kur'an-ı Kerim, bunu benzeri olmayan bir hâdise olarak zikreder: "Bir belde halkının, zamanında inanmaları gerekmez miydi ki, imanları kendilerine fayda versin (ve onları muhakkak bir azaptan kurtarsın. Fakat Yunus'un kavmi hariç." (Yunus/98) Yunus'un (as) terk edip gitmesi ve arkasından onun kavmini tehdit ettiği azabın işaretlerinin görülmesi, o kavmi birden tebaha getirdi, uyandırdı ve hemen tevbeye koştular. Tabiî bu sonuçta, Yunus'un (as) o zellesi neticesinde maruz kaldığı mihnetin de tesiri olmuştur. Mü'minlerin başlarına gelen musibetlerin, bir hemen verilen, bir de daha sonra verilen iki mükâfatı vardır. Sonrası, Yunus (as), balığın karnında sürekli tesbihte bulunmuştur. Zaten, hep tesbih eden bir insandı. Neticede hem kendisi o mihnetten kurtulmuş, hem de 100 binden fazla insan birden ona iman etmiştir.
Gerçi, bir günah işleyeyim, tevbe edeyim ve daha büyük bin mükâfata nail olayım denmez ve denmemeli. Ancak, insanın kendisini günahsız, suçsuz görmesindense, bata çıka gidip, kendisini hiç görmesi, bir günahkâr bilmesi ve devamlı tevbe etmesi çok daha hayırlıdır. İnsan, hiçbir şeydir; aslında şümullü manâya sahip bu üç kelime bile, insan için çoktur. Sıfırdır insan; ve o, kendisini böyle bilmelidir. Sıfır ne güzeldir; hele o nokta gibi olan sıfır, bir atom mudur, bir partikül müdür; işte insan, kendisini hep öyle bilmeli, böyle olduğuna kendisini inandırmalıdır. Hattâ yan yana pek çok sıfır olarak bilirse, başına gelecek bir rakamla, sonsuz değere ulaşma kapısını açmış olur. Kendisini tamamen sıfır gördüğü, bütün bütün şeffaflaştığı zaman, kendisinde Allah'ın tecellisi için pak bir ayna vasfı kazanmış olur. Allah'ın o biricik Habibi, o en büyük insan için, önce 'Abdühû (O'nun kulu)' demiyor muyuz? Evet, kulluktan daha üstün bir makam yoktur. En büyük kul, en büyük insandır. Çünkü onda, Allah mütecellidir dâim.[4]

Fasıldan Fasıla 1

Emekdar Üye 16 Ocak 2008 11:19

Cvp: Tövbe
 

TEVBE

Sözcük anlamı, dönmek, vazgeçmek, yönelmek demek olan tevbe; Kur’an’da, kulun yaptığı kötü işten, günahtan veya küfürden/şirkten vazgeçerek, pişmanlık duyarak Allah’a yönelmesi anlamında kullanılmıştır. Bu yönelme bağışlanma isteğini de içermektedir. Tevbe kelimesinin türemişi olan tevvab ise Allah için kullanılmaktadır. Allah’ın isimlerinden biri de; Allah’ın kulunun tevbesini kabul etmesi, onu bağışlaması ve tevbeleri çok çok kabul eden anl----- gelen Tevvab’tır.
Anlam içeriğiyle tevbeye, Allah’ın kuluna sağladığı “kurtulma imkanı” da diyebiliriz. Tevbe bu bakımdan çok büyük bir nimettir. Kul, şirk de dahil, işlediği günah ne olursa olsun bu imkandan yararlanarak kendini af ettirebilir. Bu imkanla, her türlü kötülükten kurtulabileceği gibi, ahiretini de kurtarmış olur. Tevbenin silemeyeceği hiçbir günah yok edemeyeceği hiçbir kötülük yoktur. En ağır günah/zulüm sayılan şirk bile iman etmekle bütün sonuçlarıyla ortadan kalkar. “Hiçbir günah Allah’ın bağışlayıcılığından daha büyük değildir.”
Tevbe, kulun, yaratıcının koruyucusu ve kurtarıcısı olduğunun bilinciyle, işlediği günaha teslim olmaktan kurtulabileceği, açık-gizli her türlü davranışını paylaşacağı, yanlışlarının ve günahlarının dayanılmaz ağırlığından kurtulabileceği ve kişisel sırlarını açabileceği bir sığınma halidir. Tevbe yalnızca günahların bağışlanması için başvurulan bir yol olmayıp, aynı zamanda sürekli bir birlikteliği paylaşma bilincidir.
Yalnız şu husus çok iyi bilinmelidir ki, Allah’ın bağışlayıcılığı ve bağışlayıcılığındaki sınırsız rahmetini düşünerek, peşin bir anlayışla günaha yönelmek; “nasıl olsa tevbe ederek kendimi bağışlatırım” düşüncesiyle hareket etmek, kulun kendisine tanınan hakkı, verilen imkanı kötüye kullanması olur. Ve kul böyle bir ön yargıyla hareket etmekle, yalnızca kendini aldatmış olur. Zira, Allah kendisini kötüye alet ettirmez. Böyle bir ön kabul olmaksızın; böyle bir aldatmaca ve düzenbazlık olmaksızın; kulun, aldanarak, gaflete düşerek, heva ve hevesine uyarak, Şeytan’ın aldatmasına yenilerek; bir şekilde kendisini içinde bulduğu veya yaptığı yanlış bir şeyden dolayı pişmanlık duyarak (Allah’ı asla kandıramayacağının bilincinde olarak) vazgeçip, kendisini düzeltmesi durumunda; Allah’ta onun tevbe etmedeki samimiyetine uygun olarak günahlarını affetmek de dahil en güzel karşılığı verecektir.
Eğer tevbe etme imkanı olmasaydı kötülük insan üzerinde kesin bir hakimiyet kurardı. Tevbe, bu hakimiyete ya baştan müsaade etmez ya da hakimiyet olmuşsa onu yok eder. Yeter ki kul yalnız olmadığının, sahibinin Allah olduğunun bilincinde olsun. Allah’la bağlantısını kesmesin. O, Allah’a yöneldiği an, Allah onu karşılıksız/sahipsiz bırakmayacaktır. Tevbe ile ilgili ayetlere bakıldığında görülmektedir ki: Allah, kurtulmak isteyeni, “bundan sonra ‘insan’ olmak istiyorum” diyeni kurtaracak ve yeniden insana yaraşır bir hayat yaşamasını sağlayacaktır.
Tevbe, günah işlemeyi kolaylaştırmak veya günaha kapı aralamak için değil, tam aksine işlenmekte olunan günahı terk etmek, yapılan kötülüğe son vermek içindir. Hangi nedenle olursa olsun, kötülükle girilen ilişkiyi sona erdirmek içindir. Tevbe, kulunun günah batağından kurtulması için Allah’ın uzattığı rahmet elidir. İşlediği günah veya yaptığı kötülük ne olursa olsun, kul, Allah’ın kendisine uzattığı ele tutunmalıdır. Kötülüğe teslim olup, umutsuzluğa düşerek Allah’tan umudunu keseni, Allah, sapık olarak tanımlamaktadır. (Hicr -56) Bu da kulun hangi durum ve şartta olursa olsun Allah’a yöneldiği takdirde, Allah’ın onu yalnız bırakmayacağını göstermektedir.
Günah işlemekte olan kimsenin kendisini kuşatan günahın/günahların kendince dönülemez bir hal alması sonucunda oluşan “artık af edilmem” düşüncesi, Şeytan’a teslim olmaktan başka bir şey değildir. Bu durum, tam da Şeytan’ın istediği bir sonuçtur. Zaten günah işlerken Şeytan’ın istediği olmuştur; umudunu yitirmekle, ikinci kez Şeytan’ın dediği/istediği olacaktır. Böylece Şeytan’ın galibiyeti kesinlik kazanacaktır. Ve esas olarak kaybetmek ve Şeytan’ın hakimiyetine girmek bu noktadan sonradır. Oysa ki tevbenin sunduğu imkandan faydalanarak, yeniden ve arınmış olarak, Şeytan’ın hakimiyetine son verip onu yenilgiye uğratmak ve Allah’ın yoluna, kurtuluşa dönmek mümkündür.
Ölüm gelip çatmadan, tevbe etme imkanı, Şeytana tutsaklıktan kurtulma imkanı hep vardır. Ölüm döşeğinde iken veya kendisini taşıyamayacak kadar güçsüz duruma düştükten sonra tevbe etmenin hiçbir anlamı ve geçerliliği yoktur. Tevbe bu dünyada geçerlidir. Kur’an, bu dünya hayatının son bulması demek olan ölüm halindeki tevbenin geçerli olmadığını söylemektedir: “Sürekli günah işleyip ölüm vakti geldiğinde: “ben artık tevbe ettim” diyenlerin ve kafir olarak ölenlerin tevbesi geçersizdir. İşte onlara can yakıcı bir azap hazırladık.” (Nisa-18) “İman ettikten sonra hakikati inkara kalkışanlara ve sonra hakikati reddetmede (daha büyük bir inatla) ısrar edenlere gelince, şüphesiz, onların (diğer günahlardan dolayı) tevbeleri kabul edilmeyecektir. İşte onlar gerçek sapkınlardır.” (Al-i İmran - 90) Bu ayetlerden şu anlam da çıkabilir: tevbe, zamanında yapılmalıdır. Yani günah işlemeye devam etmekte iken, artık o günahı işleyecek gücü ve imkanı kalmadığında tevbe etmenin hiçbir anlamı ve geçerliliği yoktur.
Peygamberler de dahil hiçbir insan (ama az- ama çok) kötülük işlemiş olmaktan, yanlış yapmış olmaktan uzak değildir. Ancak Abese suresinin ilk 10 ayetinde Hz. Muhammed (sav) uyarılmasında olduğu gibi, peygamberler, görevleri gereği, yaşarken düzeltilmişlerdir. İnsan yaradılışı itibariyle, bizzat varlığında iyinin ve kötünün mücadele alanıdır. Yaptıklarının tamamı ile sürekli bir imtihan içindedir. Böyle olunca da, kimi tercihlerinde yanılabileceği gibi, zayıf bir anında Şeytan’a yenik de düşebilir. Onun için tevbe, yaşadığı sürece herkese gereklidir: “İmdi, eğer Allah, (bu dünyada) yaptıkları zulümlerinden (kötülüklerden) ötürü, insanları hemen cezalandıracak olsaydı, yer yüzünde tek bir canlı kalmazdı. Ne var ki, onları, belirlenmiş bir sürenin sonuna kadar erteliyor. Süreleri dolduğu zaman, sonlarını bir an olsun ne geciktirebilirler, ne de öne alabilirler.” (Nahl 61) ayeti dikkate alındığında, günahsız insanın olmadığı/olamayacağı anlaşılmaktadır. Bu bakımdan tevbe insan için büyük bir ihtiyaçtır. Çünkü insan sürekli hareket halinde bir varlıktır; kendi dışındaki alemle -hatta içindeki alemle de- sürekli ilişki içindedir: kendisiyle, ailesiyle, komşularıyla, mesai arkadaşlarıyla, sokaktaki insanla, kısacası her türlü canlı ve cansız varlıkla. Bu denli yoğun bir ilişki biçiminde, hayatın ve bu ilişkilerin dayattığı bir çok engel ve zorluk karşısında her zaman doğru ve adil hareket edemeyebilir; istemeden de olsa haksızlığa neden olabilir. Veya kimi zaman yanlışı doğru görebilir. Kimi zaman dengeyi bozabilir. İşte tevbe, burada devreye girerek insanın ifsad olmasına, zulüm üzere yaşamasına, Şeytan’a hizmet etmesine, kötülüğün taşıyıcısı ve yaşatıcısı olmasına son vererek, kurtulmasına, kendisini düzeltmesine ve bozduğu dengeyi yeniden kurmasına imkan ve fırsat verir.
Tevbe, çaresizliğe düşmüş olana yeniden çare olmaktır. Deyim yerinde ise tevbe, hastalığın sebebi/mikrobu değil, ondan kurtulmanın ilacıdır. Zira hastalık ne olursa olsun, hasta dilerse tevbe ile bu hastalıktan kurtulabilir. Tevbenin geçerliliğinin ve gerçekleşmesinin şartı, samimiyettir. Samimi olunmadığı takdirde ne kadar tevbe edilirse edilsin hiçbir yararı olmaz. Samimiyet ise tevbe edilen şeyin düzeltilmesi veya tekrar edilmemesidir. Maide-39′da Allah: “ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve davranışlarını düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah, bağışlayandır, esirgeyendir” demektedir. Yine Tahrim-8′de, tevbe etmekle yetinmeyip, bunun kabul edilebilmesinin şartı olarak düzeltilmesi ve içtenlikle olması şart koşulmaktadır. Yine Hud-3′de Allah, tevbenin geçerliliğinin olabilmesi için bağışlanma dileğiyle birlikte O’na yönelmenin de şart olduğunu açıkça bildirmektedir.
Haksızlık yapmak, gerçeğe ve doğruya karşı ters davranmak günahları doğurur. Şayet tevbe ile bu günahların önüne geçilmezse günahlar insanın her bir yanını kuşatmaya başlar ve Kur’an’ın deyimi ile günah işleyip de günahı kendisini kuşatmış olanlar, içinde ebedi kalmak üzere cehennemlik olurlar. “(ama) dikkat edin, mücrimler cehennem azabı içinde temelli kalacaklardır.” (Zuhruf-74)
Günahın büyüğü de küçüğü de tevbenin kapsamındadır. Kur’an günahı büyük ve küçük olarak ayırmış, büyüklerinden sakınılırsa, küçüklerin bağışlanacağını belirtmiştir. Nisa-31′de : “Uzak durmanız emredilen büyük günahlardan kaçınırsanız, (küçük) kusurlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir meskene yerleştiririz” denmektedir.
Ancak büyüklük ve küçüklük kaps----- hangi günahların girdiğinin listesini vermemiştir. Yine de Kur’an’a bakıldığında bazı büyük günahlardan ismen söz edildiği görülmektedir. Bunların başında da zulüm, şirk, haset, cimrilik, içki, kumar, zina, büyü, yalan… gelmektedir. Ancak kişiden kişiye kısmen farklılık olsa da Kur’ani açıdan bakılarak hangi günahın büyük, hangisinin küçük sayılacağını belirlemek mümkündür. Israrla ve sürekli yapılan her küçük günah, büyük günah kaps----- gireceği gibi, yapılan şeyin karşı tarafı ne oranda etkilediği de günahın büyüklüğünü ve küçüklüğünü belirlemede birinci derecede belirleyici olmaktadır. “Bana kul hakkı ile gelmeyin, kul hakkı hariç diğer günahlarınızı bağışlarım” şeklinde Allah’a isnat edilen söylentinin! İslami bir dayanağı ve gerçekçi bir yanı yoktur. Zira Allah’ın, kulun hiçbir şeyine ihtiyacı yoktur. O, kulundan ne yapmasını veya nasıl davranmasını istemişse, onun iyiliği içindir; veya insan ne yapıyorsa kendisi içindir; kendi ihtiyacı içindir. Allah’ın kulundan uymasını istediği her şey onun mutluluğunu sağlamak içindir. Yapılacak iyiliğin de kötülüğün de sonucunda, kazanacak veya kaybedecek olan kuldur. Hak veya haksızlık bu bağlamda tamamen kul ile ilgilidir. Kul, istese de Allah’a ‘zarar’ veremez. Zaten buna gücü de yetmez. Kaldı ki ayrıca kul ile Allah arasında zarar verme açısından haksızlığa konu olacak bir şey de yoktur: “Çünkü günah işleyen kimse yalnız kendine zarar verir. Ve Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.” (Nisa 111)
Bağışlanacak günahta aranan şart, günahın büyüklüğü veya küçüklüğü değil, tevbenin nasuh olmasıdır. “Nasihat sözcüğü ile ilgili olan nasuh, halislik ve safilik anlamı taşıdığı gibi, söküğü dikmek, yırtığı yamamak suretiyle onarmak anl----- da gelir. Çok ıslah edici, hiçbir kir bırakmayıcı ve hiçbir gedik, yırtık bırakmayacak şekilde onarıcı demektir.” Nasuh tevbe de günahtan kalpte bir karartı bırakmayacak şekilde hem kalbi temizleme hem de günahın kalpte açtığı yarayı tedavi etme, iman ve amelde meydana getirdiği açığı kapama olmaktadır.
Sonuç olarak, hangi konu olursa olsun Kur’an bütünlüğü içinde ele alınmalıdır. Tek başına ele alınan konunun/kavramın doğru anlaşılması mümkün değildir. O bakımdan tevbe konusu da Kur’an bütünlüğü içinde ele alınmalıdır. İnsanın hayra ve şerre ne yaparsa karşılığını göreceği, zerre kadar da olsa yaptığı iyi ve kötü her şeyden sorumlu tutulacağı, günahı sevabından fazla olanın cehennemlik olacağı, hiç kimsenin kimseye şefaat edemeyeceği gerçeği, sadece tevbe etmekle ortadan kalkmaz. Tevbe, iyi olanda, hayırlı ve güzel olanda meydana gelen kesinti veya arızayı gidermektir. Kötülük yapan, kötü olan bir kimse, iyi insan olmaya karar vermeden tevbenin ona hiçbir yararı olmaz. Kişi önce iyi insan olmaya karar vermelidir. Zaten iyi bir kimse ise, onun için tevbe; iyiliğinde meydana gelen kesintinin giderilmesidir. Tevbe, suçu sabit hale getirmek yerine, ortadan kaldırmaktır. Yoksa baştan ayağa kötü olanın, ‘iyi olmaya’ karar vermeden, tevbe etmesinin hiçbir yararı yoktur. Tevbe, tertemiz bir niyete Allah’ın destek olmasıdır. Veya küfürde olanın, küfrünü hakla değiştirmesidir.
İnsan kendini yeterli (müstağni) görmedikçe hep tevbe etme gereği duyar. Başını yastığa koyduğunda; geride bıraktığı günün muhasebesini yaptığı zaman, tevbeye konu olacak bir çok şeyin yapıldığı ve tevbeye ihtiyaç olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Peygamber efendimizin “doğrusu günde yüz kere tevbe edip Allah’a yöneliyorum” dediği rivayet edilmiştir. “Ey Rabbimiz, bizi Sana teslim olanlardan kıl ve bizim soyumuzdan Sana teslim olacak bir topluluk çıkar, bize ibadet yollarını göster ve tevbemizi kabul et: şüphesiz yalnız Sensin tevbeleri kabul eden, rahmet dağıtan!” (Bakara-128)

Emekdar Üye 16 Ocak 2008 11:20

Cvp: Tövbe
 
“Günahlarına tevbe eden, hiç günah işlememiş gibidir.”
Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)
Kul deyince aklınıza ne gelir? Sıralıyabileceğiniz birçok özelliğin arasında, hiç şüphesiz ‘muhtaç varlık’ tanımı da vardır. Gerçekten de makamı-mevkisi, parası-pulu ne olursa olsun, kul olarak yaratılan insanoğlunun en temel vasıflarından biri, her an ihtiyaç içinde bulunmasıdır. İnsan her şeyden önce Yaratıcısı’na muhtaçtır. Ve bu ihtiyacı dünya ve ahirette hiçbir zaman bitmeyecektir.


Esas olarak, ihtiyaç içinde olmak bir kusurdur. Kusur deyince hemen günah anlaşılmasın. Hayatı bile başka birinin elinde olan bir varlık devamlı noksanlık içindedir. Noksanlık bir kusurdur. Hiç bir kusuru bulunmayan ve kimseye ihtiyacı olmayan sadece Aliahu Tealâ’dır, Onun bu sıfatta da tek olduğunu ifade için, ‘kusursuz kul yoktur’ denir.
Peygamberler dahil, bütün insanlar ihtiyaç içindedirler. Bu ihtiyaçlarını gideren Yüce Allah’a karşı teşekkür ve minnettarlık, yani şükür farzdır. Şükrün en başı da nimet sahibini tanımak ve ona saygı göstermektir. İşte buna iman denir, Yüce Allah’a şükür O’na imanla başlar, ve bir sonu yoktur. Çünkü kulun ihtiyaçları hiç bitmez, Bu ihtiyaçları gideren Yüce Allah’ın ikramlarının da bir sonu yoktur.
Peygamberler başta olmak üzere bütün insanların Yüce Allah’a karşı yapacakları en büyük amel, kul olduğunu bilmektir. Sonra acizliğini görmek gelir. Aciz kulun en faziletli işi, Yüce Rabbi’nin iyilik, ihsan ve nimetlerine karşı şükürdeki kusurlarını kabul ve itiraf etmektir. Peygamberlerin gözyaşı döktükleri kusurlar, işte bu tür kusurlardır. Onlar, Yüce Mevlâ’ya kulluk olarak ne yapsalar az görür, kusurlu bulur, bunun için göz yaşı döker, tevbe yapar, istiğfar ederler. Bu, sevenlerin korkusu ve gözyaşıdır.
Kalbin O'na Dönüşü: NASUH TEVBESİ
Tevbe dönmektir. Nasuh, samimi olmaktır. Nasuh tevbesi ise, içi ve dışıyla samimi olarak Yüce Allah’a dönmektir.
Nasuh tevbesi, kalp, gönül, dil, hal ve azalarla günah işlememeye kesin olarak karar vermektir.
Nasuh tevbesi, Yüce Allah’a dostluğu seçmektir. Bunun için O’nun razı olmadığı her şeyi sevgi ve iradesiyle terk etmektir. Sevgi olmadan yönelme olmaz. İrade olmadan kulluk yapılmaz.
Tevbenin aslı, Yüce Allah’a sevgi ve saygıya dayanır. Saygının içinde korku da vardır. Bu korku azap korkusu değil, ayrılık korkusudur. Kulun Yüce Rabbi’nin sevgi ve rahmetinden uzaklaştırılması ve cemalullah nimetinden ebediyyen mahrum olması, cehennem ateşinde daha şiddetli, daha korkunç, daha acı verici bir azaptır.
Nasuh tevbesi, Yüce Allah’ın davetini can u gönülden kabul etmektir. Samimi tövbe, sırf Allah rızası için yapılır. Kınanmaktan kurtulmak, insanlar arasındaki şerefini korumak, dünyevî bir menfaat ele geçirmek, günahın zilletinden uzak kalmak için yapılan tevbeler, samimi ve saf değildir. Hatta manevi dereceler elde etmek, ibadetle itibarlı olmak, itaat içinde tatlı bir hayat yaşamak, keşif ve kerametlere ulaşmak gibi manevî nimetler için yapılan tevbeler de arifler tarafından tenkit edilmiştir. Çünkü onlarda nefsin hoşlandığı şeylerön plana çıkmaktadır. Halbuki nasuh tevbesinde tek hedef, Yüce Allah’ın rızasına ulaşmaktır. Bu çok ince bir noktadır.
Tevbe Peygamberlerin Ahlâkıdır
Ariflerin belirttiği gibi, tevbe bizlere insanlığın babası ilk peygamber Hz. Adem A.S.‘dan miras kalmıştır, Hz, Adem A.S. dünyaya tevbe ederek gelmiştir, tevbe ederek gitmiştir. Sadece o mu? Bütün peygamberlerin ahlâkı böyledir. Yüce Rabbi’ne tevbe etmeyen, kusurlarına ağlamayan, nefsi ve ümmeti için inlemeyen hiçbir peygamber yoktur. Peygamberler böyle olunca, diğer insanlar tevbeden nasıl uzak kalabilir?
Tevbe, insanoğluna takdir edilmiş ezeli bir hükümdür. Değişmesine de imkan yoktur, Kâfir olsun mümin olsun, bütün insanlar tevbeye muhtaçtır, tevbe ile yükümlüdür. Ve bu yükümlülük ölene kadar devam etmektedir. (Gazalî, İhya)
Bütün gelmiş ve gelecek günahları affedilmiş Hz. Muhammed A.S. Efendimiz’in şu beyanları meselenin ciddiyetini anlatmaya yeterlidir:
“Ey insanlar! Allah’a tevbe ediniz. Şüphesiz ben günde yetmişten fazla, (ya da yüz defa) Allah’a tevbe ediyorum.” (Buharî, Müslim)
“Kalbimi (nurdan bir takım) perdeler kaplar ve bu sebepten dolayı Allahu Tealâ’ya günde yüz defa istiğfar ederim.” (Müslim, Ebu Davud)
Hiç kusur işlemeyen kul yoktur. ‘Kusurum yok’ demek, en büyük kusurdur. Peygamberlerin kusuru, kendi makamlarına göredir. Onlar devamlı Cenab-ı Hakk’ın huzurunda bulunmaktadırlar. Norma! şartlarda güzel ve doğru olan bazı şeyler, o huzurda kusur gibi uyarı alabilir. Tevbe, Allah’ın dostlarının en sevimli amelidir, Kur’an’da peygamberler ve ümmetleri devamlı tevbeye davet edilmiştir. Bu haliyle tevbe başlı başına bir ibadettir. Her yönüyle zikirdir, şükürdür, tefekkürdür.
Ya Şeytana Teslimiyet, Ya Allah'a
Tevbe edilecek amellerin en başında Yüce Allah’ı inkâr gelir. Sonra sırasıyla şirk, nifak, fısk denilen büyük günahlar ve küçük günahlar gelir. Büyük günahların başında dini tahrif, bid’at, sünneti inkâr, yalan söyleme, kibir, riya, kendini beğenme, insanları küçük görme, ibadetiyle övünme, haset, gıybet, aşırı dünya sevgisi, zikirden gaflet, ahireti unutma, namazı terk etmek gibi günahlar gelmektedir.
Nasuh tevbesi, gizli-açık, büyük-küçük, zahirî-batinî bütün günah çeşitlerinden kalbi ve kalıbı temiz tutmaktır. Bu, ölene kadar devam edecek bir vazifedir. Kâmil mümin, haramlara dikkat ettiği kadar, iyilik ve ibadetlerindeki kusurlara da dikkat eder. Çünkü şeytan harama götüremediği müminden elini çekmez, onun ibadetlerine musallat olur, İbadeti ile zarara sokmaya çalışır. İbadetin içindeki edepleri hafife almak, gaflete düşmek, ibadetine gösteriş katmak, ameline güvenmek, yaptığı hayırlarla sonunun kesin cennet olduğunu düşünüp tevbeyi terk etmek, kendisini insanların en takvalısı ve faziletlisi görmek gibi gizli günahlarla onu felakete sürükler, Bunun için her mümin bir kusur işlediği zaman tevbeye sarıldığı gibi, bir ibadet yaptığı zaman da peşinden tevbe ve istiğfar etmelidir. Edep budur. Emniyet, ibadete değil, Yüce Allah’a güvenmektir. Bir arifin belirttiği gibi, halk günahlarından, veliler ise yaptığı iyiliklerdeki kusurlarından Allah’a tevbe eder. (Ebu Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb)
Günahlarda Saklı Hikmet
Allahu Tealâ yeryüzünde kusur işlenmesini istemeseydi, nefis ve şeytanı yaratmazdı. Tevbeleri kabul etmeseydi, “tevbe ediniz” emrini vermezdi, Allahu Tealâ’nın haram ve isyanda rızası yoktur, fakat iyilik ve kötülüğü yaratan O’dur. O’nun yarattığı her şeyde bir hikmet, ibret, ilim ve terbiye vardır. O, kullarını hayır ve şer içinde imtihan eder. Böylece onlara tek ilâhlığını, mutlak rablığını, sonsuz kudretini, ilmini, hikmetini, rahmetini, lütfunu ve kahrını gösterir. Ayrıca bu imtihan içinde kulların acziyetini ispat eder, nefislerini tanıtır, terbiyelerini gerçekleştirir. Yüce Allah’ın her işinde hayır vardır. Kul günahta ısrar eder ve tevbeye yanaşmazsa, sonuç felaket olur. Kusurunu anlayan, haline ağlayan ve el açıp Rabbi’ne yalvaran bir kul ne güzel kuldur! Rasulullah A.S. Efendimiz’in şu beyanlarındaki inceliği düşünelim:
“Bütün insanlar hata eder. Hata edenlerin en hayırlısı ise, çokça tevbe edendir.” (Tirmizî, Ahmed, Hakim)
“Canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder, günah işlediğinde hemen istiğfar eden ve kendilerini affettiği insanlar getirirdi.” (Müslim, Tirmizî, Ahmed)
Bu hadis-i şerifte, günah işlemenin normal ve basit bir şey olduğu anlatılmıyor. Burada dikkat çekilen husus şudur:
Cenab-ı Hakk’ın “Rahman”, “Rahim”, “Gaffar”, “Settâr”, “Tevvab” gibi yüce sıfatları mevcuttur. O, bunlarla tecelli edip yüceliğini göstermeyi murat etmektedir, Bunun tezahürü için bir sebep ve mahal gerekmektedir. Bu sıfatların tecellisi için en güzel sebeplerden birisi, kusur içindeki kulun hatasını anlayıp, Yüce Rabbi’ne yalvarmasıdır, Kula düşen, kusurunu anlayıp ağlamak, Yüce Rabb’e layık olan ise bağışlamaktır. Böylece kulların acizliği, Mevlâ’nın yüceliği anlaşılmış olacaktır.
Helali bırakıp harama girmek büyük bir kusurdur. Aynı şekilde günaha dalan bir kulun onu küçümseyip, “yaptığım ne ki?” diyerek tevbeyi terk etmesi, daha büyük bir kusurdur. Bunun için Yüce Rabbimiz: “Tevbe etmeyenler, zalimdir.” (Hucurat /11) buyurmuştur,
Derman Yüce Allah'ta
Tevbe herkese lazımdır. Tevbe, kulun hasta kalbine acıması ve ilâhî rahmete koşup ilacını istemesidir. Dert kulda ise, derman Yüce Allah’tadır,
Günahların bir kısmına tevbe etmek de geçerlidir. Bir insan bazı günahları kolayca terk edebiliyor fakat bir kısmına tevbe ettiği halde koruyamıyorsa, tam tevbe ettiği günahları affedilir. Her günahın peşinden hemen tövbe etmek farzdır. Sonra tövbe ederim demek yanlıştır ve felaket sebebidir.
“Ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın.” (Bakara/195) ayet-i celilesinin tefsirinde bazı alimler derler ki:
Kendisini tehlikeye atan kimse, büyük bir günah işledikten sonra, ‘helâk oldum! Artık bana hiç bir amel fayda vermez, ben affolmam,’ deyip, tevbe ve istiğfarı terkeden kimsedir, (Taberî, Camiu’l-Beyan; lbnu Kesir, Tefsir)
Eğer Yüce Rabbimiz kullarını ilk kusurlarının peşinden yakalayıp cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde ikinci kez günah işleyecek kimse kalmazdı. Bize verilen ilâhî emir şudur: “Ey iman edenler! Nasuh bir tövbe İle Allah’a tövbe ediniz. Bunu yaparsanız Rabbiniz günahlarınızı örter ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlerine koyar.” (Tahrim/8)
Samimi tevbenin bir diğer hediyesi de, daha önce işlenen günahların affedilmesi ve yerine iyilik yazılmasıdır. Bunu şu ayetten anlıyoruz;
“Allah, tevbe ve iman edip salih amel işleyenlerin kötülüklerini iyiliğe çevirir. Allah çok affedici ve çok acıyandır.” (Furkan/70)
Güzelliklere Omuz Omuza Yürümek
Tevbe ve istiğfar, her yerde, her zaman tek başına yapılabilir, yapılmalıdır. Bu iş, müminlerin şahitliği ve dua desteği ile cemaat halinde de yapılabilir. Tek başına tevbe yapmak ve istiğfar etmek kolaydır, fakat tevbeyi korumak zordur. Allahu Tealâ; “Ey iman edenler, topluca tevbe edin ki kurtuluşa eresiniz.” (Nur/31) ayetinde, şeytana ve günahlara karşı birlik içinde hareket etmeyi emretmiştir. “Takvada ve iyilikte birbirinize yardımcı olun.” (Maide/2) ayeti de, takvanın tek başına bulunamayacağına işaret eder. Bunun için cemaat halinde tevbe etmek ve Allah yolunda birbirini desteklemek gerekmektedir. Bu, güzel kulluk için en faydalı ve en kolay yoldur.
Tasavvufta mürşid nezaretinde yapılan tevbe, ayette emredildiği gibi topluca tevbe etmektir. Tevbe sadece Yüce Allah’a yapılır. Kâmil mürşid ve müminler bu tevbeye şahitlik yapar, tevbe edene destek verir, kusurlarını tanımada ve terk etmede yardımcı olur. Mürşide ‘beni affet’ denmez; ‘benim affım için Rabbim’e istiğfar et, tevbe etmede bana yardımcı ol’ denir. Bir müminin, anne-babası, evlatları, diğer mümin kardeşleri ve dostları için istiğfar etmesi, ağlaması, Yüce Allah’a yalvarması en faziletli amellerden birisidir. Bu, Kur’an ve Sünnet’te teşvik edilmiştir.
Tasavvufta manevi terbiyeye girerken önce Yüce Allah’a tevbe edilir, peşinden mürşide intisap yapılır. İntisap, Allah yolunda güzel kulluk yapmak için kâmil mürşide talebe olmak ve bunun hakkını yerine getireceğine dair söz vermektir. Bu iş, Allah yolunda Allah dostunu kendine rehber edinmek, şahit yapmak, yardımcı seçmek ve örnek almaktan ibarettir.
Mürşidle yapılan tevbe ve intisap, Kur’an ve Sünnet’te biat olarak zikredilir. Biat, Allah yolunda sadık olacağına ve güzel kulluk yapacağına dair Allah’ın halifesi önünde söz vermektir. Bu halife hayatta iken Hz. Peygamber A.S.’dır. Kendisinden sonra da ümmetin idare ve terbiyesini üstlenen gerçek alimlerdir.
Kâmil bir mürşid huzurunda tevbe yapmayı hırıstiyanların papaz önündeki vaftiz olayına ya da günah çıkama işine benzetmek çok büyük bir hatadır Hırıstiyanlar, yaptıkları günahları papaza bir bir anlatıp kendisinden affedilmeyi ve temizlenmeyi isterler. Papaz da onlara merhamet edip, günahlarını temizlediğini ve Allah adına affettiği söyler. Bu yanlıştır. Hiç kimsenin Allah adına günah affetme yetkisi yoktur. Günahları temizlemek de sadece Yüce Allah’a ait bir iştir.
Kâmil mürşidin işi insanların kusurlarını dinlemek, günahlarını silmek ve isyanlarını affetmek değildir. O sadece Yüce Allah’a yönelmek ve tevbe etmek isteyen bir kula, bu yönelmede yardımcı olur, tevbe etmede yol gösterir, kendisi ve talebesi için istiğfar eder, samimiyetle ilâhî huzurda boyun büker ve Allah’tan af diler, Sonra kendisine intisap eden talebesinin manevi terbiyesi ile meşgul olur. Ona kalbini gaflet, isyan, şehvet, kibir, haset, gösteriş gibi manevi kirlerden temizlemek için lazım olan zikir ve ibadetleri öğretir. Şeytan ve nefse karşı uyanık tutar, tedbir alır. İşte buna takva ve edep yolunda yardımlaşma denir.

Emekdar Üye 16 Ocak 2008 11:21

Cvp: Tövbe
 
[B]O, ÖZÜR DİLEYENLERİ ÇOK SEVİYOR

Yaptığımız hatalardan ve haksızlıklardan pişman olmak ve özür dilemek, her halde çok zor bir iş olmalı. Bazen haksızlık yaptığımızı içimizden kabul ettiğimiz halde, “özür dilerim, hakkınızı helal edin” diyemiyoruz. İçimizdeki bir kuvvet, dudaklarımızı kenetliyor adeta. Bir dilimiz çözülse ve içimizde duyduğumuz pişmanlığımızı bir söyleyebilsek, hiçbir kin ve düşmanlık kalmayacak insanlarla aramızda. Bu kolay ve güzel yolu niçin seçemiyoruz?

[B]Özür dileyebilmeniz için, her şeyden önce karşınızdaki kişinin bazı haklara sahip olduğunu ve onlara dokunulmaması gerektiğini kabul etmeniz gerekir. Bundan sonra da onun özür dilenmeye layık bir kişi olduğuna kani olmanız icap eder. Demek ki özür dilemeye engel olan iki duygu vardır. Birisi başkalarına hak tanımama duygusudur. Başkalarına hak tanımayan, kendisinin haksızlık yaptığını kabul edemez, dolayısıyla özür dileme gereği hissedemez. Çünkü bütün hakların kendisine ait olduğunu düşünür. Diğeri ise başkalarının hakkını kabul etmekle birlikte, onları önemsememe duygusudur. Böylece onları dikkate alamaz ve özür dilemeye layık göremez. Oysa insan olarak birbirimizin hakkına saygılı davranmak görevimiz. Haksızlık söz konusu olduğunda özür dilemek ve helallik istemek, insan olma özelliğimizdir. Kullar arasında hakların gözetilmesi ve haksızlık halinde özür dilenip helallik istenmesi, işte bu kadar önemli. Peki bütün varlığımızla kendisine ait olduğumuz Yaratıcımız’a karşı tutumumuz ne olmalı?
Şüphesiz en büyük haksızlık, yaratıcı gücü yani Allah’ı tanımamaktır. Kainatta yapılabilecek en büyük zulüm budur. Bu tür insanlardan beklenen tek şey, kendilerine verdikleri bu büyük zarardan bir an önce vazgeçmeleri ve Allah’a iman etmeleridir. İnananlara gelince, onlar, Allah’ın her şeyin sahibi ve yaratıcısı olduğunu kabul ederler. Fakat kul olmanın bir gereği, hata ve günah işleyerek O’nun rızasına aykırı davranabilirler. Bu durumda, Allah’ın gazabı ve cezalandırması söz konusu olur. Allah’ın gazabından ve cezasından kurtulmanın bir yolu olmalı...
Size haksızlık yaptığını kabul edip özür dileyen bir insan ile aranızda kin kalır mı? Bir can düşmanınızın olduğunu düşününüz. İlk gördüğünüz yerde saldırmaya yeltenebileceğiniz bir düşman. Bir gün evinizde otururken kapınızın zili çalar. Kapıyı açtığınızda, karşınızda o can düşmanınız. İster istemez yumruklarınız sıkılır. Ama o da ne?.. Düşmanız olan insanın elleri yanda, boynu bükük, yalvaran bir ses tonu ile, “hatamı anladım, size çok büyük haksızlık ettim, sizden özür diliyorum. İşte önünüzdeyim, ister intikam alın, ister affedin. Siz bilirsiniz” diyerek önünüze diz çöktüğünü düşününüz. Ne yaparsınız? Eliniz kalkar mı o insana? Onun kılına dokunmayı bile düşünemezsiniz değil mi? Belki de onu kaldırır, bağrınıza basarsınız.
Şimdi soruyorum size: Siz mi daha çok merhametlisiniz, yoksa Allah mı? Bütün varlığı ile Allah’a ait olduğunu kabul eden bir insan, günah işlediğini ama artık pişman olduğunu samimi olarak Allah’a arz edecek ve Allah onun özrünü kabul etmeyecek! Böyle bir şey olur mu? O’nun ismi “Afüv”, yani çok affeden; “Gafur”, yani çok bağışlayan; “Tevvab” yani tevbeleri çok kabul eden olacak da, samimi olan kulunu affetmeyecek? Bu mümkün mü?
“Kullarının tevbesini Allah’ın kabul edeceğini, sadakaları geri çevirmeyeceğini ve Allah’ın tevbeyi çok kabul eden ve pek esirgeyen olduğunu hâlâ bilmezler mi?” (Tevbe/104)
İlk insandan bu güne hatta kıyamete dek Allah’ın kullarından istediği en temel şey, tevbedir. Yeryüzüne indirildikten sonra Hz. Adem A.S.’ın ilk işi tevbe olmadı mı? Tevbe, küçüklüğün, acziyetin ve hiçliğin bilincine varmaktır. Bütün güç ve kuvvetin Allah’a ait olduğunu gönülden kabul edip, hataların ve günahların bize ait olduğunun samimi ifadesidir. Böylece yaramaz bir çocuğun gözyaşları içinde kendisini annesinin şefkatli kollarına attığı gibi, günahlarını itiraf eden ve pişmanlığı ruhunda hisseden bir kulun, Allah’ın sonsuz merhametine kendisini bırakmasıdır.
Allah, kullarının samimi olarak pişman olmalarını istiyor. Kullarını affetmek için bir nevi bahane arıyor. Bu konuda Ninova halkının hikayesi ne kadar etkileyicidir.
Ninova, Asur Devleti’nin başşehri idi. Şehir halkı putlara tapar ve çeşitli ahlâksızlıklar yapardı. Allah, bu şehirde yaşayan ve tertemiz bir hayat süren otuz yaşlarındaki Yunus A.S.’ı peygamber olarak gönderdi. Yunus A.S. otuzüç yıl gece-gündüz, bıkmadan-usanmadan onlara hizmet etti. İşledikleri günahlardan vazgeçip Allah’a kulluk yapmalarını tavsiye etti. Bu süre içinde Yunus A.S.’ı kabul eden sadece iki kişi oldu. Yüzbinden fazla insan arasından sadece iki kişi. (İbn-i Esir)
Yunus A.S. artık dayanamıyordu. Sonunda onlara beddua etti ve bir köşeye çekildi. Allahu Tealâ da ona vahyederek, kırk gün daha tebliğe devam etmesini istedi.
Yunus A.S. tekrar insanları davete başladı. Otuzyedinci günün akşamı olduğunda insanlarda hiçbir değişiklik olmadığını gördü. Otuzüç senede alınamayan sonucun üç günde alınması da beklenemezdi. Bütün ümidi kesildi ve oradan ayrılmaya karar verdi. Ayrılmadan önce de, Ninova halkına üzerlerine pek yakında bir azap geleceğini haber verdi. Azap gelmeden önce yüzlerinin renginin değişeceğini ve ondan sonra helâk olacaklarını bildirdi.
Kırkıncı günün sabahında, insanlar yüz renklerinin değiştiğini görünce endişelenmeye başladılar. Ne kadar aradılarsa da Yunus A.S.’ı bulamadılar. İyice şaşırmışlar ve ciddi olarak korkmuşlardı. Hele ertesi gün siyah bulutların şehrin tepelerine doğru geldiğini görünc,e bunun apaçık bir azap habercisi olduğuna şüpheleri kalmadı. Kalplerini pişmanlık ateşi yakmaya başladı. Hep bir ağızdan, hep bir gönülden, pişmanlıklarını dile getiren sözlerle, yaş dolu gözlerle ağlaya ağlaya yalvarıyorlardı.
Bir müddet sonra bulut, yavaş yavaş çekildi. Allah tevbelerini kabul etti. Artık bir daha günah işlemeyeceklerine tamamen karar vermişlerdi.
Yunus A.S. ise Allah’tan gelecek olan emri beklemeye durmuştu. Binmiş olduğu gemi denize açıldıktan sonra aniden bir fırtına çıktı. Yapılan görüşmeler sonucunda gemide bir suçlu bulunduğuna ve bu yüzden fırtınanın çıktığına karar verdiler. Suçlunun kendiliğinden ortaya çıkmaması üzerine kura çektiler ve kura Yunus A.S.’a çıktı. Böylece onu gece karanlığında denize attılar. Büyük bir balık Yunus A.S.’ı yuttu. Balığın karnında şöyle yakarıyordu: “Senden başka ilâh yoktur. Seni tesbih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum.” Balık bir müddet sonra Yunus A.S.’ı karaya çıkarıp bıraktı.
Balığın karnından gücünü kuvvetini yitirmiş, zayıf bir halde çıkan Yunus A.S. iyileşip kendine geldikten sonra kavminin yanına gitti. Tevbekâr Ninova halkı, peygamberi hasretle kucakladı ve ömrlerinin sonuna kadar Allah’ın razı olacağı bir hayat sürdüler.
“Keşke azabımız gelip çattığı zaman iman edip, bu imanın kendisine fayda vereceği bir memleket halkı bulunsaydı... Bu hiç olmamıştır. Ancak Yunus’un kavmi müstesnadır ki, onlar iman ettikleri zaman, dünya hayatında gelecek olan alçaltıcı azabın onlardan giderdik ve onları bir zamana kadar faydalandırdık.” (Yunus/98)
Otuzüç yıl direnen bir halk olmalarına rağmen, yaptıklarına pişman olup Allah’a iman ettikleri anda, Allah onların tevbelerini kabul buyurdu. Çünkü kulları hangi günahı işlemiş olurlarsa olsunlar, pişman oldukları anda Allah onları affeder. Hatta o kadar sevinir ki!.. Allah’ın bu sevincini Efendimiz A.S. şöyle anlatır:
“Birinizin çölde yolculuk yaptığını düşünelim. Yanında yiyeceği-içeceği bütün malzemelerini yüklediği bir bineği var. Çölün ortasında hayvanı elinden kaçar. Aramasına rağmen bulamaz ve artık ümidini keser. Bir ağaç bulur ve onun gölgesine uzanır. Hayvanından tamamen ümidini kesmiştir. Tam bu esnada bineğinin karşısında durduğunu görür, hemen yularını yakalar. O kadar sevinir ki sevincinden şaşırıverir ve “ey Allahım! Sen benim Rabbimsin, ben de senin kulun” diyeceği yerde, “ey Allahım! Sen benim kulumsun, ben de senin Rabbinim!” deyiverir. İşte bir kul tevbe yaptığında, Allah, şu insanın sevincinden daha fazla sevinir. (Buharî, Müslim, Tirmizî)
Allah’ı memnun etmek istemez misiniz?

Emekdar Üye 16 Ocak 2008 11:22

Cvp: Tövbe
 
[B]HER MAKAMIN BAŞLANGICIDIR
Her işin inceliklerine vakıf olan görüş sahipleri ve keskin zekâlı ha­kikat erbabı tarafından da bilindiği üzere, her ilmin kendine has kavramları vardır. Bir kimsenin bir ilmin kavramlarına tam olarak vukufu yoksa, onun o ilmin hakikatlerini kavraması gerçek anlamda mümkün olamaz. Evet, bil ki, tasavvuf ilminin kavramlarından birisi de tevbedir. Tev­be, bütün makamların aslı ve her halin anahtarıdır.
[B]Yine tevbe ma­kamların başlangıcı olup, binaya nisbetle yeryüzü mesabesindedir. Nitekim yeri olmayanın binası olamayacağı gibi, tevbesi olmayanın da hiçbir hal ve makamı olamaz. Madem ki tevbe bütün makamların aslıdır, makam sahibi olmak isteyen kimsenin ilk olarak tevbe gelininin zülfüne el sürmesi gerekir.
Tevbe eden kimsenin, tevbeden önce günahı dost bildiği gibi, tevbeden sonra da aynı şekilde düşman kabul etmesi gerekir. Yahya b. Muaz şöyle demiştir: “Tevbe edenin tevbesinden sonraki bir tek günahı, tevbe etmezden önceki yetmiş günahından daha fenadır. Tevbe ister ihtiyarlıkta, ister gençlik zamanında olsun, her zaman övülmüştür.”
Şöyle anlatırlar: Bir adam ihtiyarlığında tevbe etti. Ona şöyle dedi­ler: Sen tevbede hem acele ettin, hem de ağır davrandın. Ağır davran­man, tevbeyi ihtiyarlayana kadar geciktirmen; acele etmen ise, ölüm­den önce tevbe etmiş olmandır.
***
Tevbe etmeyip de günaha bulaşmış olduğu halde mağfiret tütsüsüyle tütsülenmek, rahmet kokusuyla kokulanmak isteyen kişi, tam anlamıyla boğazına kadar mezbelede pisliğe batmış kişiye benzer. Bu kişi üstü başı pisliğe bulaşmış halde attar dükkanına gidip: “Ey attar! Üstüme-başıma sürebileceğim bir kokun var mı?” diye sorar. Attar da şöyle cevap verir: “Var, ancak kokuyu kullanacak üst-baş sende ne gezer?” der. Adam, “o kokuyu hak etmek için ne yapayım?” diye sorunca attar: “İlk önce git bir sabun satın al, hamama git, üstünü-başını bu pislikten iyice temizle, sonra gel. Böylelikle bendeki kokuya layık olursun.” der.
Azizim, iyi dinle! Mağfiret kokusunu arayan kimse gibi, Hak yolcusu da ilk olarak uyanıklık kesesini ve pişmanlık sabununu eline alıp, korku ve haş­yet ham----- girip, tevbe ve haya suyuyla üstünü-başını iyice temizle­meli, vefa imamesini başına koyup ihlâs cübbesini omuzuna atmalıdır.
Böyle yapan kimsenin kalbini Cenab-ı Allah hidayet miskinin koku­suyla ve inayet kâfurunun esintisiyle tatlılaştırsın. Onu dostluk tahtına oturtsun ve yakınlık yastığına yaslandırsın.
(Ziyaüddin Nahşebî, Silku’s-Sulûk)

Emekdar Üye 16 Ocak 2008 11:23

Cvp: Tövbe
 
Herkes tevbe ettiğine kanaat getiriyor, yalnız tevbelerin kabulünün bazı şartları vardır. Üç meseleyle tevbekârın alameti belli olur:
Dilini lüzumsuz söz, gıybet, söz gezdirme, yalan gibi afetlerden korur.
Hiç kimseye karşı kalbinde haset ve düşmanlık yoktur.
Bütün günahlarından ve kötü arkadaşlarından Allah Tealâ onu ayırır.
Şu halde tevbe , sadece sözleri ile: “Ya Rabbi bağışla, ben pişmanım.” demekten ibaret değildir. Tevbenin hukuku çok derindir.
Mümin kendisi için istediğini başkaları için de istemedikçe kâmil olmaz. Şu halde tevbelerimiz noksandır. Kâmil bir makama götürmek için tevbenin hakikatına , tevbe -i nasuha ulaşacak sebeplere yapışmamız lazım gelir.
Ulemanın bildirdiğine göre, Allah Tealâ tevbekâr kuluna dört ikramda bulunur:
Kötü arkadaşları bırakır. Zira kötü arkadaş insanın kötü yola gitmesine vasıtadır. Hadis-i şerifteki: “İmanın en alt derecesi yoldaki taşı kaldırmaktır.” sözlerini Şah-ı Nakşibend Hazretleri şöyle açıklamıştır: Yoldaki taştan maksad nefstir . Zira Allah yolundaki insanın en kötü arkadaşı kendi nefsidir.
Tüm taatlara yönelik olmak şartıyla ve ibadetleri ifa etmekle her günahı bırakır.
Kalpten dünya sevgisi gider. Ahiret hüznü yerleşir.
Allah Tealâ'nın kefil olduğu şeylere karşı bir endişe duymaz, fakat akıbetinin ne olacağını da kestiremez.
Ebu Ümame Bahilî Hazretleri, Rasul-i Kibriya s.a.v.'den şöyle rivayet etmiştir:
“Sağ taraftaki melek sol taraftaki meleğin kumandanıdır. Kul bir iyilik yaptığı zaman hemen onun lehine on iyilik yazar. Kul bir kötülük işlediği zaman sol taraftaki melek onu yazmak isterse sağdaki melek şu emri verir. ‘Şimdilik dur!' Bu şekilde onun hatasını altı veya yedi saat bekleyerek, kul ettiğine tevbe edip Allah'dan bağışlanmayı isteyene kadar yazmaz. Allah'dan bağışlanmasını istemediği takdirde onun aleyhine bir kötülük yazar.”
Hz. Ebu Bekir r.a.'dan bildirilen hadis-i şerifte de Efendimiz s.a.v. şöyle buyuruyor: “Bir günah işlediğinizde derhal bir iyilik edin. Zira abdest ve gusül alır da Allah'ın huzuruna durup iki rekât namaz kılar, o iyilikten sonra bir tevbe ederseniz, Allah Tealâ sizin tevbenizi kabul buyurur.”
Bunun için her birimizin günahın arkasından iyilik etmeyi adet edinmemiz lazım gelir. Nice arif menkıbelerinde vardır ki, murad için bir arif-i billaha giden kimse, o mübareğin şöyle bir hitabıyla karşılaşır.
- Yanında biraz para filan var mı?
- Var efendim.
- Sen git, onunla yetimlere ve sadakaya muhtaç olanlara iyilik et. Elinden gelirse birkaç gün oruç tut. Gece seherlerde kalk, bir miktar namaz kıl. Sonra Allah Tealâ'ya sıdk ile tevbe et, Allah Tealâ seni muradına erdirir.
Görülüyor ki iyilikler kötülükleri yok ettiği gibi, her bir kötülük de makamımızı aşağıya dü şürür.
İmam-ı Hasan r.a.'dan beyan buyurulan hadis-i şerifte Rasululah s.a.v. şöyle buyurmu ştur:
“Her kulun iki meleği vardır. Bunlar Kiramen Kâtibin'dir . Sağ taraftaki melek sol taraftakininin kumandanıdır. Kul kötü bir iş işlediği zaman sol taraftaki melek sorar: ‘Bunu yazayım mı?' Sağ taraftaki şöyle buyurur: ‘Beş günah işleyinceye kadar yazma.' Beş günah işledikten sonra sol taraftaki tekrar sorar: ‘Yazayım mı?' Sağ taraftaki melek: ‘Bir iyilik yapıncaya kadar bekle.' der. Bir iyilik yaptığı zaman sağ taraftaki melek şöyle der: ‘Bize bir iyiliğe on sevap yazmamız emredildi. Gel, bu yaptığı bir iyilik için on kötülüğü silelim. Ayrıca lehine beş iyilik yazalım.' Bunun üzerine şeytan bağırıp sızlanarak: ‘Ben insanlara ne zamana kadar yetişebileyim!' der.”
Allah Tealâ buyurmuştur: “Muhakkak ki ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra doğru yola giden kimseyi bağışlarım.”
Tevbede sabit kalmanın en güzel yolu sadıklarla beraber olmak, gönlünü Allah'a bağlayan, ilmiyle âmil ulemanın, ariflerin terbiyesine girmektir.

Emekdar Üye 16 Ocak 2008 11:23

Cvp: Tövbe
 
Herkes tevbe ettiğine kanaat getiriyor, yalnız tevbelerin kabulünün bazı şartları vardır. Üç meseleyle tevbekârın alameti belli olur:
Dilini lüzumsuz söz, gıybet, söz gezdirme, yalan gibi afetlerden korur.
Hiç kimseye karşı kalbinde haset ve düşmanlık yoktur.
Bütün günahlarından ve kötü arkadaşlarından Allah Tealâ onu ayırır.
Şu halde tevbe , sadece sözleri ile: “Ya Rabbi bağışla, ben pişmanım.” demekten ibaret değildir. Tevbenin hukuku çok derindir.
Mümin kendisi için istediğini başkaları için de istemedikçe kâmil olmaz. Şu halde tevbelerimiz noksandır. Kâmil bir makama götürmek için tevbenin hakikatına , tevbe -i nasuha ulaşacak sebeplere yapışmamız lazım gelir.
Ulemanın bildirdiğine göre, Allah Tealâ tevbekâr kuluna dört ikramda bulunur:
Kötü arkadaşları bırakır. Zira kötü arkadaş insanın kötü yola gitmesine vasıtadır. Hadis-i şerifteki: “İmanın en alt derecesi yoldaki taşı kaldırmaktır.” sözlerini Şah-ı Nakşibend Hazretleri şöyle açıklamıştır: Yoldaki taştan maksad nefstir . Zira Allah yolundaki insanın en kötü arkadaşı kendi nefsidir.
Tüm taatlara yönelik olmak şartıyla ve ibadetleri ifa etmekle her günahı bırakır.
Kalpten dünya sevgisi gider. Ahiret hüznü yerleşir.
Allah Tealâ'nın kefil olduğu şeylere karşı bir endişe duymaz, fakat akıbetinin ne olacağını da kestiremez.
Ebu Ümame Bahilî Hazretleri, Rasul-i Kibriya s.a.v.'den şöyle rivayet etmiştir:
“Sağ taraftaki melek sol taraftaki meleğin kumandanıdır. Kul bir iyilik yaptığı zaman hemen onun lehine on iyilik yazar. Kul bir kötülük işlediği zaman sol taraftaki melek onu yazmak isterse sağdaki melek şu emri verir. ‘Şimdilik dur!' Bu şekilde onun hatasını altı veya yedi saat bekleyerek, kul ettiğine tevbe edip Allah'dan bağışlanmayı isteyene kadar yazmaz. Allah'dan bağışlanmasını istemediği takdirde onun aleyhine bir kötülük yazar.”
Hz. Ebu Bekir r.a.'dan bildirilen hadis-i şerifte de Efendimiz s.a.v. şöyle buyuruyor: “Bir günah işlediğinizde derhal bir iyilik edin. Zira abdest ve gusül alır da Allah'ın huzuruna durup iki rekât namaz kılar, o iyilikten sonra bir tevbe ederseniz, Allah Tealâ sizin tevbenizi kabul buyurur.”
Bunun için her birimizin günahın arkasından iyilik etmeyi adet edinmemiz lazım gelir. Nice arif menkıbelerinde vardır ki, murad için bir arif-i billaha giden kimse, o mübareğin şöyle bir hitabıyla karşılaşır.
- Yanında biraz para filan var mı?
- Var efendim.
- Sen git, onunla yetimlere ve sadakaya muhtaç olanlara iyilik et. Elinden gelirse birkaç gün oruç tut. Gece seherlerde kalk, bir miktar namaz kıl. Sonra Allah Tealâ'ya sıdk ile tevbe et, Allah Tealâ seni muradına erdirir.
Görülüyor ki iyilikler kötülükleri yok ettiği gibi, her bir kötülük de makamımızı aşağıya dü şürür.
İmam-ı Hasan r.a.'dan beyan buyurulan hadis-i şerifte Rasululah s.a.v. şöyle buyurmu ştur:
“Her kulun iki meleği vardır. Bunlar Kiramen Kâtibin'dir . Sağ taraftaki melek sol taraftakininin kumandanıdır. Kul kötü bir iş işlediği zaman sol taraftaki melek sorar: ‘Bunu yazayım mı?' Sağ taraftaki şöyle buyurur: ‘Beş günah işleyinceye kadar yazma.' Beş günah işledikten sonra sol taraftaki tekrar sorar: ‘Yazayım mı?' Sağ taraftaki melek: ‘Bir iyilik yapıncaya kadar bekle.' der. Bir iyilik yaptığı zaman sağ taraftaki melek şöyle der: ‘Bize bir iyiliğe on sevap yazmamız emredildi. Gel, bu yaptığı bir iyilik için on kötülüğü silelim. Ayrıca lehine beş iyilik yazalım.' Bunun üzerine şeytan bağırıp sızlanarak: ‘Ben insanlara ne zamana kadar yetişebileyim!' der.”
Allah Tealâ buyurmuştur: “Muhakkak ki ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra doğru yola giden kimseyi bağışlarım.”
Tevbede sabit kalmanın en güzel yolu sadıklarla beraber olmak, gönlünü Allah'a bağlayan, ilmiyle âmil ulemanın, ariflerin terbiyesine girmektir.

maşuk 16 Ocak 2008 11:26

Cvp: Tövbe
 
Hazreti Ali keremællahu vecheh den ;
Tevbe nin kabulünün şartları :
1__Geçmiş günahlara karşı duyulan pişmanlık..
2__İşlenmiş günahlara karşı duyulan tiksinti..
3__Yapılmayan farzları eda etmek...
4__Haksız yere alınan şeyleri iade etmek..
5__Nefsi Allah'a isyanda bulundurduğun gibi , O'na itaatte de eritmek..
6__Her bir gülüşe bedel ağlamaktır....

NUR 10Haziran 2008 14:35

Cvp: Tövbe
 
Tevbe veya tövbe yaptığı kötülükten pişmanlık duymak, bir daha yapmamaya karar vererek, Cenâbı Allah'tan af dilemektir. Yalnız günah işlemiş olanların değil, bütün mü'minlerin günahlardan arınarak kurtulmaları, ancak tövbe etmekle mümkün olur. Tövbe, bir kulluk görevidir ve her zaman yapılması gerekli bir ibadet şeklidir. Hucurat 49/11: Kim ki tövbe etmez, işte böyleleri zalimdir. "
ALLAH TÖVBE EDENLERİ SEVER

2/222: ... Allah, çok tövbe edenleri sever...
9/118: ... Şüphesiz ki Allah TEVVÂB'tır, Tövbeleri çok kabul edicidir, RAHÎM'dir, merhameti sınırsızdır.

Tövbe edenler, Cenâbı Allah'ın sevgisi ile yücelmiş mutlu benliklerdir. Onlar Allahü Teâlâ'ya yönelerek her zaman çok ve pek çok tövbe ederek kulluk görevlerini yerine getirirler. Cenâbı Allah'ın bir isim sıfatı da tövbeleri çok kabul eden, tövbe nasip eden, Kendisine yönelenleri karşılıksız bırakmayan anlamında TEVVÂB oluşudur. Tevvâb'lık ve kuldaki " tövbe etme " ilişkisi, bir yaratılış yasası olarak her zaman devam etmektedir. Kul, bilip bilmediği günahlardan dolayı Cenâbı Allah'a sığınarak tövbe edecek ve çok affedici ve merhametli olan Yüce Allah'da kulunu bağışlayacaktır.

AF DİLEMEK BİR İBADET ŞEKLİDİR
24/31: ... Ey mü'minler, hepiniz topluca Allah'a tövbe edin ki kurtuluşa erebilesiniz.
51/18: Takva sahipleri seher vakitlerinde af dilerlerdi.

Tövbe, sadece günahlardan kurtulma değil, aynı zamanda bir ibadet şeklidir. Cenâbı Allah, bütün mü'minleri tövbe etmeye çağırmaktadır. Allahü Teâlâ'ya sığınarak tövbe etmek, aynı zamanda imanın kuvvetlenmesini de gerçekleştirir. Böylece bilip bilmediği günahlardan affa erişen mü'min, günahsız olarak bir üst mertebeye çıkarak yücelecektir. Hadis de:" Tövbe eden hiç günah işlememiştir. "diye buyrulması tövbenin önemini vurgulamaktadır.

Kur'ân; kemale ermiş benliklerin temsilcisi takva sahiplerinin tövbe ibadetlerini gecenin son üçte biri olan seher vakitlerinde yaptıklarını belirtmektedir. Tövbe, günün her vaktinde yapılırsa da seher vakti; dua, af ve merhametin kabulü bakımından çok önemli bir zaman dilimidir. Peygamber Efendimiz : [I]" Ben her gün 70 defadan çok tövbe ederim. diye buyurmakla tövbenin her zaman yapılması gereğine açıklık getirmiştir.

TÖVBE İLE İMANA YÖNELİŞ

5/74: Halâ Allah'a yönelip tövbe ederek O'ndan af dilemiyorlar mı?...
9/126: İman etmeyenler her sene bir veya iki defa çeşitli belâlara çarptırılarak imtihan edildiklerini görmüyorlar mı? Böyle iken yine tövbe etmiyorlar, ibret almıyorlar.
7/153: Günahları işledikten sonra tövbe edip imana sarılanlara gelince, tövbe ve imandan sonra Allah çok affedici, çok merhametli olacaktır.
Cenâbı Allah, birçok ayetlerle günahkarları ve yanılgı halindeki insanları tövbe etmeye çağırıyor. Onlar görmüyorlarmı ki, her sene bir iki defa çeşitli belalar ile sınava tabi oluyorlar. Hastalık, kaza, sıkıntı v.s. onları perişan ediyor. Halâ tövbe etmiyor, gerçekleri göremiyorlar. Ancak kalplerinde iman ışığı yanar da; " Suçluyum, kötülük yaptım, pişmanım, vazgeçiyorum. " derlerse durum değişir. O zaman Allah'ı çok affedici ve çok merhamet edici bulacaklardır. Cenâbı Allah'a giden yolda bir köprü durumunda olan tövbe etme sırrı, imanı gönlünde hissetmenin de bir neticesidir.

SEN AFFETMEYİ ESAS AL
7/199: Sen affetmeyi esas al...
42/40: Kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Fakat affedip barışmayı esas alanın ödülünü bizzat Allah verir...
3/134: Takva sahipleri... insanların kusurlarını affederler. Allah da o iyilik edenleri sever.
24/22: Affetsinler, hoş görsünler. Allah'ın sizi affetmesini istemez misiniz?

Kur'ân yapılan bir kötülüğe, ancak eş ve dengi bir cezayı öngörmekte, adaletin böylece işleyeceğini açıklamaktadır. Kötülüklerin karşılığı olarak ceza verilirken, haddi aşarak zulüm de yapılmamalıdır. Ancak, affetmeyi esas almanın ödülü ise bizzat Cenâbı Hakk tarafından verilir. En sevgili kul olan takva sahipleri; kendilerine yapılan kötülükleri ve kusurları, ceza vermeye güçleri yettiği halde, hep hoş görmeyi ve affetmeyi tercih ederler. Nasıl ki Allahü Teâlâ bizlerin günahlarını affediyorsa, sen de affı tercih ederek barışmayı esas al.

RAHMETİMDEN ÜMİT KESMEYİN

39/53-54: De ki : Ey günah işlemekte haddi aşarak kendilerine zulmetmiş kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O; çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. Öyle ise azap yakanıza yapışmadan Rabbinize dönüp O'na teslim olun. Sonra size yardım edilmez.
23/118: Şöyle yakar: Rabbim! Affet, merhamet et, Sen merhametlilerin en hayırlısısın.

İslâm bilginleri bu ayeti, kulun işlemiş olduğu en büyük günahlarını bile affedebileceğinin müjdesi olarak görmüşlerdir. Bu suça teşvik değil, insanların en kötü şartlarda bile Cenâbı Allah'a sığınmak sureti ile af edilebileceklerinin bir kanıtıdır. Şu halde bütün günahlar, hatta şirk (Allah'a ortak koşma) bile Yüce Yaratıcı'nın sonsuz rahmetinin lütfu olarak tövbe ile affedilmektedir. Nisa 4/116: " Doğrusu, Allah Kendine şirk koşulmasını asla bağışlamaz..." ayetinin hüküm ihtiva etmesi, kulun af dilemediği takdirdedir. Yoksa tövbe edildiği zaman Cenâbı Allah'ın affetmeyeceği hiçbir günah yoktur. Ancak kul, aynı suçu bir daha tekrarlamamalıdır.

TÖVBELERİ ASLA KABUL EDİLMEZ

3/90: İmanlarının arkasından inkâr yoluna sapmış, sonra da inkârlarında daha da azıtmış kimselerin tövbeleri asla kabul edilmez. Onlar sapıkların ta kendileridir.[/B]

İman ettikten sonra; nankörlük ederek hak ve hakikatten, İslâmiyet yolundan sapanlar ve sonra inkârlarında daha da ileri gidenler için sonsuz kurtuluşlarını sağlayacak tövbe yolu onlara tamamiyle kapatılır. Çünkü onlar, ne yaptığını bilmeyen sapıklardan başkası değildir. Kur'ân inkâr etmeyi adet haline getirenler için kalbin mühürlenmesi ifadesini kullanmaktadır. Araf 7/101: "... Allah, inkar etmeyi adet haline getirenlerin kalblerini işte böyle mühürler. "

ÖLÜM DÖŞEĞİNDE TÖVBE

10/90-91: Ve İsrailoğullarını denizden geçirdik. Firavun ve ordusu azgınlık ve düşmanlıkla onları izlemekteydi. Nihayet suda boğulmaya başlayınca: " İnandım; gerçekten İsrailoğullarının iman ettiğinden başka tanrı yok. Ben de O'na teslim olanlardanım. " dedi. Ona: " Şimdi mi iman ediyorsun? Halbuki bundan evvel isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun. " dendi.
4/18: Devamlı kötülük yapıp da herbirine ölüm gelince: " İşte ben şimdi tövbe ettim. " diyenler için tövbe yoktur. Kâfir olarak ölenlere de tövbe yoktur. Böylelerine Biz korkunç bir azab hazırladık.


Kur'ân; kötülükleri yapıp yapıp da, ölümün acı gerçeği ile can çekişirken " İman ettim " demenin geçersiz olacağını açıklamaktadır. Ancak akıl ve şuur yerinde iken ve ölüm ile karşılaşmadan daha evvel, Cenâbı Allah'a sığınması, tövbe ederek de iman etmesi ile af gerçekleşebilir.

eLnino 12Haziran 2008 03:08

Cvp: Tövbe
 
  • Bu konuda Kur’anı Kerim de, “Allah, kendisine şirk koşulmasının dışındaki istediği kimselerin bütün günahlarını bağışlar.(Nisa Süresi,48;116)” buyurarak hangi günah olursa olsun affedebileceğini bildirmektedir.

Belgin 09 Ağustos 2008 18:05

Cvp: Tövbe
 
TÖVBE NAMAZI

Yapılan tövbenin kabulü için kılınan iki rekatlık namaz. Mendup sayılan nafile bir ibadettir.
Bir Müslüman, insan olarak bir günah işlerse, bundan pişmanlık duyması yani tövbe etmesi gerekir. İşlenen her çeşit günahtan dolayı Allah Teâlâ'ya tövbe etmek ve bir daha işlememek üzere "kalbi azim"de bulunmak esastır.
İşlediği günahlarına pişman olan kişinin Allah'ın fazl ve keremine, tövbeleri kabul ediciliğine sığınmaya ihtiyacı vardır. Bunun için iki rekat namaz kılarak işlediği günahtan dolayı mağrifet olunmayı dilemesi menduptur.
Tövbe namazı ile ilgili bir hadis râviyeti şöyledir:
Ali bin Ebî Talib (r.a) den şöyle demiştir: Ben Resulullah (s.a.v)'den bir hadis işittiğim zaman, Allah dilediği kadar beni o hadisten yararlandırdı. Başkası ondan bana hadis rivâyet ettiği zaman râviye yemin teklif ederdim. Yemin ettiği zaman onu tasdik ederdim. Ebû Bekir (r.a) da bana bir hadis rivâyet etti. Ebû Bekir doğru söyledi. Dedi ki, Resulullah (s.a.v): "Günah işleyen bir adam, günah işledikten sonra abdest alır, abdestini (sünnet ve âdâbına dikkat ederek) güzelce alır, sonra iki rekat namaz kılar, ve günahının mağrifetini Allah 'tan dilerse, Allah ona mağrifet eder buyurdu" (İbn Mâce, Sünen, Kitabü İkametü's-Salât, 193).
Aynı hadisin diğer bir rivâyeti de şöyledir:
..Esma b. el-Hakem, Ali (r.a)'yi şöyle derken işittim, demiştir: "Ben Resulullah (s.a.v)'den bir şey duyduğum zaman Allah'ın dilediği ölçüde onunla amel etmeye çalışan biriyim Efendimizin ashabından birisi bana bir hadis verirse, ondan yemin etmesini ister, yemin ederse kabul ederim. Ebû Bekir (r.a) doğru söyler-bana şöyle haber verdi: "Resulullah (s.a.v)'ı "Bu kimse bir günah işler de akabinde güzelce abdest alır, sonra kalkıp iki rekat namaz kılar ve Allah'tan bağışlanma dilerse, Allah onu mutlaka bağışlar" derken işittim, Resulullah devamla: "Onlar fena bir şey yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah 'ı anarlar..." meâlindeki ayeti sonuna kadar okudu" (Ebû Davûd, Sünen, Vitr, 26).
Bu rivâyetler, işlenen bir günahtan sonra yapılan tövbenin o günahın bağışlanmasına vesile olacağına işaret etmektedir. Fakat kaide olarak tövbeden önce Allah Resulunun ifadesiyle "güzelce sünnete ve adâba rivayeten abdesti alınması, ardından da iki rekat namaz kılınması gerekir.
Tövbe ve istiğfardan önce kılınan iki rekat namaz kişiyi dünyadan ve dünya zevklerinden uzaklaştırıp Allah'a yaklaştırır. Yaptığı rükû ve secdeler Allah'ın huzurunda ihtiyaç ve zaafına, onun gücü karşısında aczine işaret eder. Bu ruh hali içerisinde Rabbine el açıp dua eden, af dileyen kişinin dua ve tövbesi kabul edilmeye daha lâyıktır. Ayrıca yapılan kötülükten sonra namaz kılmakta, ...İyilikler kötülükleri giderir." (Hud,11/114) meâlindeki ayet-i kerimenin ifade ettiği manânın tahakkuku görülmektedir (Ebu Davud, Sünen, terc. heyet, 6/23, Ayrıca bkz: Tefsiru Sindî, Âl-i İmran, 14; Tirmizî, Salât, 181; Ahmed b. Hanbel, I, 2-9-10).
Rivâyette geçen ayetin tam meâli şöyledir: "Onlar fena bir şey yaptıklarında vera kendilerine zulmettiklerinde, Allah'ı anarlar, günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları Allah'tan başka bağışlayan kim vardır? Onlar yaptıklarında bile bile direnmezler" (Âl-i İmran, 3/135).
Ayet-i Kerime'deki "fena birşey"den murat, "zina misali çok çirkin, görülen fiiller, bunun yanında büyük günahlar ve başkasını da ilgilendiren günahlardır" (M. Hamdi Yazır, Kur'an Dili, II, 1177).
"Kendine yani nefse zulüm "de tefsirlerde geçtiği şekliyle, zina kaydı olmadan herhangi bir günah veya başkasını ilgilendirmeyen, başkasına dokunulmayan günahlar ve küçük günahlardır (Seyyid Kutub, Fizilâl-il-Kur'an, terc. heyet, II, 454; İbn Kesir, Tefsir, terc. B. Çetiner, B. Karlığa, IV, 1370; M. Hamdi Yazır, Kur'an Dili, II, 1177).
Bütün bunlardan anlaşılan odur ki, Allah'ın muttaki kullarının hasbelbeşer işledikleri herhangi bir günahta derhal Allah'ı hatırlayarak haya ve korkularından dolayı günahlarına tövbe etmeleridir.
Bunun da çıkar yolu Allah Resulununn öngördüğü şekilde iki rekat namaz kılıp daha sonra istiğfar etmeleridir
Abdulmelik ERDOGAN

Belgin 09 Ağustos 2008 18:06

Cvp: Tövbe
 
TÖVBE SÛRESİ

Kur'an-ı Kerîm'in dokuzuncu suresi. Yüzyirmidokuz ayet, ikibindörtyüzyetmişdokuz kelime ve onbinseksenyedi harften ibarettir. Fasılası be, ra, mim ve nun harfleridir. Medenî surelerden olup, Maide suresinden sonra Hicri 9. yılda nâzil olmuştur. Adını yüzikinci ayetinde geçen "tövbe" kelimesinden almıştır. Ayrıca, birinci ayetin ilk kelimesi olan, "aklanmak, yükümlülükten kurtulmak" anlamlarına gelen "el-Berae" de surenin adı olarak kullanılmaktadır.
Tamamen istisnai bir durum olarak, diğer surelerde olduğu gibi bu surenin başında besmele yoktur. İlk ayetler, müşriklere karşı sert bir ültimatom niteliğinde olduğu için için de Allah Teâlâ'nın Rahman ve Rahîm sıfatları bulunan besmele ile başlamak, uygun görülmemiştir. Besmele ile başlamamasının muhtemel bir sebebi de muhteva açısından bütünlük oluşturduğu Enfâl sûresi ile tek bir sure olarak kabul edilmesidir. Ancak, Tövbe suresinin müstakil bir sure olduğu kesindir.
Kur'an okumaya, surenin başından başlandığı zaman, sadece "E'üzü" çekilir ve okumaya başlanır. Enfâl sûresinden veya başka bir sureden, bu sureye geçilirse, okunan surenin devamıymış gibi, araya hiç bir şey sokulmadan okumaya devam edilir. Surenin başından değil de başka bir ayetinden okumaya başlandığında, "Besmele" çekildikten sonra geçilir.Sure, Müslümanların Arap yarımadasında siyasî ve askerî bir güç olarak varlıklarını göstermeye başladığı bir dönemde nâzil olmuştur. Medine'de oluşan ve süratle çevresini genişleten İslâm devletini, artık yok etmelerinin mümkün olmadığını anlayan Mekkeli müşrikler, varlıklarını sürdürmek ve uygun şartlar oluşturup, Müslümanların imha edilmesini sağlayabilmek için, tarihe, Hudeybiye Anlaşması olarak geçen anlaşmaya imza koymuşlardı (bk. Hudeybiye mad.)
Mekke yönünden gelebilecek bir tehdidi, bu barış ile ortadan kaldıran Resulullah, bir taraftan Medine için bir tehdit oluşturan Heyber'i Yahudilerden temizliyor, öte taraftan, Bizans imparatoru ve İran şahı da dahil, geniş bir alanı kaplayan bir tarzda İslâm'a davet mektupları gönderiyordu. Ayrıca, Medine çevresi ve daha uzak yerlerdeki Arap kabilelerini İslâm'a davet ediyor ve onlarla anlaşmalar akdediyordu.
Daha sonra, Müslümanların Mute mevkiinde kalabalık bir Bizans ordusu ile savaşa tutuşup, mağlub olmadan maslahata uygun olarak geri çekilmeleri, bütün Arap yarımadasında yankılara sebep olmuş ve yarımadanın her yerinden akın akın gelen kabileler İslâm'a girmeye başlamıştı.
Hudeybiye Anlaşması çerçevesinde bir takım kabilelerle anlaşmalar yaparak güç kazanmak isteyen Mekkeli müşrikler, anlaşmadan sonra, Müslümanlar lehine cereyan eden çok süratli gelişmeler karşısında korkuya kapılmışlar ve Hudeybiye anlaşmasındaki şartlara mugayir davranışlar göstermeye başlamışlardı. Ayrıca Medineli münafıklarla da gizliden gizliye anlaşmalar yaparak, Müslümanları içten parçalamak isteyen güçlere destek sağılıyorlardı. Ancak, onların bu çalışmaları hiçbir netice vermemiş, zahiren Müslümanların tamamen aleyhinde görülen Hudeybiye antlaşmasının İslam lehine verdiği sonuçlar, Mekke'yi İslâm'a boyun eğmek zorunda bırakmıştı.
Bu aşamadan sonra yapılması gereken şey, bütün Arap yarımadasının putperestlerden, temizlenmesi ve insanlığın geri kalan kısmına İslâm'ın nurunun ulaştırılması yolunda, kıyamete kadar sürecek olan cihadın daha geniş ve kapsamlı bir şekilde sürdürülmesi idi.
Sure, müşriklere karşı mücadelede takip edilecek metodu ve onlarla olan anlaşmaların geleceği hakkındaki hükümleri ortaya koymaktadır. Surenin bir kısmı nazil olduğu zaman, İslâm ordusu Tebük seferi için hazırlıklar yapıyordu. İnananların bu savaş hazırlıklarına ve sefere katılmak için var güçleriyle çalışmaları istenirken, bunda tereddüt gösterenler şiddetli bir şekilde kınanmaktadır. Ayrıca, sefere katılmamak için mazeretler ileri süren kimselerin münafıklıkları ortaya konuyor ve nefislerine uyarak seferden geri kalan üç Müslümanın samimi tövbeleri dile getiriliyor.
Surenin birinci bölümünü oluşturan ayetler, Arap yarımadasındaki putperestlere bir ültimatom niteliği taşımaktadır. Allah Teâlâ, onlara bir mühlet vermekte ve bu zaman zarfında, İslâm'a girmelerini istemektedir. Aksi halde, hiçbir hukukî güvencelerinin kalmayacağı bildirilmektedir: "Allah'tan ve peygamberinden, kendileriyle anlaşma yaptığınız müşriklere ihtardır. Yeryüzünde dört ay daha dolaşabilirsiniz. Allah'ı aciz bırakamayacağınızı, Allah'ın inkarcıları zelil edeceğini bilin. Allah'ın ve peygamberinin, puta tapanlardan uzak olduğunu büyük hac günü, Allah ve peygamberi insanlara ilan eder. Eğer tövbe ederseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Yüz çevirirseniz, bilin ki siz Allah'ı aciz bırakamazsınız. (Ey Muhammed) inkar edenlere can yakıcı azabı müjdele" (1-3).
Fetihten sonraki ilk hac için Resulullah (s.a.s) kendisi Mekke'ye gitmemiş, Ebû Bekir (r.a)'ı hac amiri tayin ederek bir kafile ile birlikte haccetmek için Mekke'ye göndermişti. Bu kafile henüz Mekke'ye ulaşmadan, nâzil olan bu ayetlerin, hacda insanlara ilân edilmesini sağlamak için Resulullah (s.a.s), Hz. Ali (r.a)'ı hemen yola çıkarmıştı. Hz. Ali (r.a) bu ayetleri, Resulullah (s.a.s)'in istediği şekilde, Kâbe'de okumuştu. Devam eden ayetlerde, kendileriyle anlaşma yapılıp, bu anlaşmalara sadık kalanlara, anlaşma süreleri dolana kadar dokunulmaması istenmekte, bunların dışında kalan müşriklerin ise, haram aylar çıktıktan sonra ele geçirildiklerinde öldürülmeleri emredilmekte, ayrıca, onlara karşı uygulanacak tebliğde takib edilecek metod bildirilmektedir.
Allah Teâlâ, İslâm'ı kabul edenlerin, diğer Müslümanlarla aynı konuma kavuştuklarını bildirdikten sonra, Müslümanlarla yaptıkları anlaşmaları bozan topluluklara karşı takınılacak tavrı bir hüküm şeklinde ortaya koymaktadır: "Eğer antlaşmalarından sonra, yeminlerini bozarlar, dininize dil uzatırlarsa, inkarda önde gidenlerle savaşın. Onlar için artık and yoktur. Belki vazgeçerler" (12).
Müslümanlara, korkmadan, cesaretle kâfirler topluluğu ile savaşmaları gerektiği bildirilerek, ancak böyle davranılırsa, kâfirlerin hor ve zelil kılınacağı gerçeği dile getirilmektedir. Böylece müminlerin kalpleri huzura ve güvene kavuşabilecektir: "Onlarla savaşın ki Allah sizin elinizle onları azaplandırsın, rezil etsin ve sizi üstün getirsin de müminlerin gönüllerini ferahlandırsın" (14).
İnsanların sadece iman ettiklerini söylemeleri, onların kurtuluşa ermeleri için yeterli değildir. Allah Teâlâ, bu sözlerinde samimi olup olmadıklarını bir imtihan vesilesi kıldığı cihat ve Müslümanların güvenliğini dert edinmekle sınayarak ortaya çıkaracağını; "Allah, içinizden cihat edenleri, Allah'tan peygamberinden ve inananlardan başka sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarmadan sizi kendi halinize terkedeceğini mi zannediyorsunuz? Allah işlediklerinizden haberdardır" (16) ayetiyle bildirmektedir. Yani müminle, münafığın ayırdedici en belirgin özelliği, Allah yolunda savaşmaya karşı takındıkları tavırlarıdır.
nanan insanlar uyarılarak, inanç birliği dışındaki bağların, bir kimseyi dost edinmek için bir gerekçe olamayacağı dile getiriliyor: "Ey inananlar! Babalarınızı, kardeşlerinizi -küfrü imana tercih ediyorlarsa- dost edinmeyin. Sizden onları kim dost edinirse doğrusu kendine yazık etmiş olur" (23).
Daha sonra, Mescid-i Haram'la ilgi temel hükümlerden birisi "Ey inananlar! Doğrusu puta tapanlar pistirler, bu sebeble, bu yıldan sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar" (28) ayetiyle tesbit edilmektedir. Bu yasaklamayı âlimler, farklı şekillerde yorumlamışlardır
Yahudiler ve Hristiyanların sapık akideleri tenkit edilerek, teşri'in sadece Allah'a ait olduğu, bu hakkı ondan başkasına tanımanın şirk koşmaktan başka bir şey olmadığı bildirilmektedir. Allah Teâlâ, bu duruma düşen Hristiyanları misal göstererek Müslümanların, Allah'ın kanunlarından başka kanunlara; yasaklama ve serbest bırakmalara itibar etmemeleri, aksi halde Allah'tan başkasına ibadet etmiş olacaklarını şu ayet-i kerime ile ortaya koymaktadır: "Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryemoğlu Mesih'i rabler edindiler. Oysa tek bir ilahtan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. Ondan başka ilâh yoktur. Allah koştukları eşlerden münezzehtir” (31).
Resulullah (s.a.s), bu ayeti Hristiyan olup, henüz Müslüman olmamış olan Adiy b. Hatem'in yanında okuduğu zaman o, buna itiraz ederek, Hristiyanların, papazlara tapınmadıklarını, onlara ibadet etmediklerini söylemişti. Resulullah (s.a.s), Allah Teâlâ'nın emrettiklerine muhalif olarak, papazların helâl kılıp, yasakladıklarına uymanın, onları ilâh edinip, onlara tapınmaktan başka bir şey olmadığını söylemişti (İbn Kesir, Tefsiru'l-Kur'an-ı-Azim, İstanbul 1985, IV, 76).
Kâfirler, Allah'ın dinini yeryüzünden kaldırmak insanları ona uymaktan alıkoymak için var güçleriyle çalışmakta, İslâm aleyhinde iftiralara dayalı şayialarla onu tesirsiz hale getirmek istemektedirler. Ancak Allah Teâlâ, kâfirlerin bütün bu gayretlerinin boşa gideceğini, onlar istese de istemese de dinini yeryüzüne yayacağını bildirmektedir: Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Kâfirler istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır” (32).
Para biriktirip, onları Allah yolunda sarfetmekten ve insanların istifadesine sunmaktan kaçınan kapitalist zihniyetli tipler, şiddetle uyarıldıktan sonra, Müslümanlara savaş ilân eden kâfirlerle topyekün savaşılmasının gerekliliği bildirilerek, Allah yolunda savaşmak, farz halini aldıktan sonra, onlarla savaşmaktan geri kalan ve dünya hayatına sarılan kimselerin de bu uyuşuklukları karşılığında can yakıcı bir azaba müstahak olacakları gözler önüne serilmektedir: "Ey inananlar! Size ne oldu ki, "Allah yolunda savaşa çıkın" dendiği zaman yere çöküp kaldınız? Ahireti bırakıp dünya hayatına mı razı oldunuz?” (38).
Peşi sıra gelen ayetlerde Allah Teâlâ, dini yüceltmek, İslâm ümmetine yönelen tehlikeleri ortadan kaldırmak için, müminlerin ne şekilde davranmaları gerektiğini ve onların savaş çağrısı karşısında takındıkları tavırlarını dile getirir. "Allah ve ahiret gününe inananlar mallarıyla, canlarıyla savaşmak istediklerinden ötürü geri kalmak için senden izin istemezler. Allah sakınanları bilir" (44). Bu ayetler, Tebük seferi esnasında nâzil olmuştur. Bu sefere katılmamak için mazeretler gösterip, geri kalmak isteyenlerin durumları, münafıklık olarak nitelendirilmektedir: "Ancak Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri şüpheye düşüp şüphelerinde bocalayan kimseler senden izin istedi" (45). Bu ayetler, kıyamete kadar sürecek olan İslâm-küfür savaşında insanların bu savaşa karşı tutumlarıyla değerlendirileceklerini ortaya koymaktadır.
Daha sonra, münafıkların iki yüzlü davranışları ve onların bu davranışlarına sebeb olan etkenler teferruatıyla zikredilerek, onların bu düşmanca davranışlarının ve komplolarının Müslümanlara bir zarar veremeyeceği dile getirilirken, inanan insanlara Allah'ın takdirine tevekkül etmeleri öğütlenmektedir: "Allah'ın bize yazdığından başkası başımıza gelmez. O bizim mevlamızdır. İnananlar Allah 'a güvensin” (51).
Peşinden, münafıkların gizlenmek için yemini kendilerine siper edindikleri zikredilerek, bunların aslında korkak bir zümre olduklarından bahsedilmektedir. Yine onların, zekâtın dağıtılması hakkındaki itirazları sözkonusu edilerek, bunun sebebinin Allah'a tevekküllerinin olmayışından kaynaklandığı bildirilmektedir. Allah Teâlâ, varlıklı müminlere ödemekle farz kıldığı zekâtın sarfedileceği yerleri de yine kendisi tesbit etmiştir: "Zekâtlar Allah'tan bir farz olarak yoksullara, düşkünlere, onu toplayan memurlara, kalpleri İslâm'a ısındırılacaklara verilir; kölelerin, borçluların, Allah yolunda olanların ve yolda kalanların uğrunda sarfedilir. Allah bilendir, Hakimdir" (60)
İki yüzlü insanların ve gerçek anlamda iman etmiş olanların iç dünyaları ve bunun dışa yansımaları, aralarındaki kesin farklar belli olsun diye karşılıklı olarak gözler önüne serildikten sonra, iki yüzlü erkek ve kadınların aynı grubun mensubu oldukları ve bunların kötülüğü yaymaya, iyiliği de engellemeye çalıştıkları haber verilmektedir: "İki yüzlü erkek ve kadınlar da birbirlerindendir: Kötülüğü emreder, iyiliğe de engel olurlar..." (67).
Bunun tam zıddı olan mümin erkek ve mümin kadınların da, birbirlerinin velileri oldukları ve onların iyiliği emredip, insanların helâk olmasına sebeb olacak fenalıklardan alıkoymaya çalıştıkları, onlara ait diğer bir takım özelliklerle birlikte zikredilmektedir: Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridir: İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar; namaz kılarlar, zekât verirler, Allah'a ve peygamberine itaat ederler. İşte Allah bunlara rahmet edecektir. Allah şüphesiz güçlüdür, hakîmdir” (71).
Sure, tekrar tekrar nifak içindeki insanların fiilerine temas ederek, bu kötü hallerinin neticesinde içine sürüklendikleri açmazları ortaya koymakta, onların bu davranışlarındaki mantık dışılıkları vurgulanmaktadır. Allah Teâlâ, iyilik için söz verip, fakat işlerine gelmediği zaman sürekli döneklik yapan ve inananları aldattıklarını zannederek alay edenler, tehdit ifade eden bir üslûpla şöyle seslenmektedir: "İkiyüzlüler, Allah'ın onların sırlarını ve gizli toplantılarını bildiğini, Allah'ın görünmeyenleri bilen olduğunu bilmiyorlar mıydı?" (78).
Peşinden, münafıkların Tebûk seferi hazırlıkları esnasında ve daha sonra bu seferle alâkalı ortaya koydukları tavırları sergilenerek, onların asla bağışlanmayacakları bildirilmektedir: "(Ey Muhammed) Onların ister bağışlanmasını dile, ister dileme birdir. Onlara yetmiş defa bağışlanma dilesen Allah onları bağışlamayacaktır" (80).
Bu duruma düşmelerinin sebebi, Müslümanlarla alay edip, bir savaşa çıkıldığı zaman yalan mazeretler uydurup geri kalmalarıdır. Buna örnek olarak, surenin son bölümünün inmesine sebep olan Tebûk seferi ile ilgili olaylar gösterilir. Allah Teâlâ, Allah yolunda cihad etmek için can atan, ancak, ellerinde olmayan sebeblerden dolayı geri kalanlar için bir vebalin sözkonusu olmadığını bildirmektedir: "Güçsüzlere, hastalar ve sarfedecek bir şeyi bulunmayanlara Allah ve peygamberine bağlı kaldıkları müddetçe sorumluluk yoktur" (91).
Allah yolunda savaşmaktan kaçınıp, münafıklık edenlerin zelil durumları teferruatlı bir şekilde dile getirildikten sonra Allah Teâlâ, kendi yolunda cihat edenlere cenneti vadetmiş olduğunu ve bunu daha önce gönderdiği kitaplarında da bildirdiğini; "Alah şüphesiz, Allah yolunda savaşıp, öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını - Tevrat, İncil ve Kur'an 'da söz verilmiş bir hak olarak cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah 'tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse yaptığınız alış-verişe sevinin; bu büyük başarıdır" (111) ayetiyle gözler önüne sermektedir.
Bedevilerin cehâlet ve anlayışsızlıklarından dolayı sapıklıkta aşırı gittikleri zikredilerek, Tebûk seferinden geri kalan ve samimiyetle suçlarını itiraf edip bağışlanmak dileyen Ka'b b. Mâlik, Hilâl b. Ümeyye ve Mürâre b. Rubaî'nin durumları dile getirilerek, tövbelerinin kabul edilişleri anlatılır. Onlar, Resulullah'a durumlarını itiraf ettiklerinde o, Allah Teâlâ'nın haklarında hükmünü verinceye kadar beklemelerini söyledi. Bütün Müslümanlar onlarla ilişkilerini kesmişti. Hatta hiç kimse, onlara selam vermiyordu. Bu, elli gün devam etmişti. Onlar bu zaman zarfında çok büyük manevî sıkıntılar çektiler. Allah Teâlâ, onların içinde bulundukları ruhî sıkıntıları ve tövbelerindeki samimiyeti şu ayet-i kerîme ile ortaya koyarak, onların tövbelerini kabul ettiğini bildirmektedir: "Bütün genişliğine rağmen yer onlara dar gelerek nefisleri kendilerini sıkıştırıp Allah'tan başka sığınacak kimse olmadığını anlayan, savaştan geri kalmış üç kişinin tövbesini de kabul etti. Allah, tövbe ettikleri için onların tövbesini kabul etmiştir..." (118).
Allah Teâlâ, savaşa çıkıldığı zaman geri de, İslâm'ı öğrenip, geri dönen mücahideleri uyarmak, onları eğitmek ve yaptıkları işlerin şuuruna erdirmek için mutlaka bir grubun kalması gerektiğine işaret etmektedir: "İnananlar toptan savaşa çıkmamalıdır. Her topluluktan bir taifenin dini iyi öğrenmek ve geri döndüklerinde uyarmak üzere geri kalmaları gerekli olmaz mı ? Ki, böylece belki yanlış hareketlerden çekinirler" (122).
Peşinden gelen ayette inananlara, yakınlarında bulunan inkârcılarla savaşmaları emredilmektedir. Böylece o kâfirler, müminleri kendilerine karşı çok sert ve çetin bulacaklardır: "Ey inananlar! Yakınınızda bulunan inkârcılarla savasın; sizi kendilerine karşı sert bulsunlar. Bilin ki Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir" (123).
Sure, tekrar münafıkların hallerine temas ederek, ümmetinin sıkıntıları ve günahlarından ötürü cezalandırılmaları endişesinden dolayı üzülen, inanlara şefkatli, merhametli ve onlara düşkün bir peygamber olarak vasıflandırılan Hz. Muhammed (s.a.s)'e davetine yüz çeviren topluluklara karşı takınması gereken tavır bildirilerek son buluyor. Bu hitap peygamberin şahsında kıyamete kadar gelecek bütün tebliğcileri kapsamaktadır: "(Ey Muhammed!) Eğer yüz çevirirlerse, de ki: Allah bana yeter; ondan başka ilâh yoktur, yalnız O'na güveniyorum; O, büyük Arş'ın Rabb'idir" ( 129).
Ömer TELLİOĞLU

Tuba_ 16 Ocak 2014 23:55

Cevap: Tövbe
 
(İstiğfara devam edeni, Allahü teâlâ, dertlerden, sıkıntılardan kurtarır. Ummadığı yerden rızıklandırır.) [Nesai]

(Bir mümin günah işleyince, melek üç saat bekler, eğer o kimse istiğfar ederse, o günahı yazmaz.) [Hakim]

(Günahınız çok olup göklere kadar ulaşsa, pişman olunca, Allahü teâlâ, tevbenizi kabul eder.) [İbni Mace]

(Günahlar kalbi paslandırır, karartır. Kalblerin cilası ise istiğfardır.) [Beyheki]

(Derdinizi ve devasını bildireyim. Derdiniz, günahlar, devası da istiğfardır.) [Hakim]

Fatıma-i Zehra 28 Şubat 2014 14:38

Cevap: Tövbe
 
Bir adam Resul-ü Ekrem’in (asm) huzuruna giderek:
“Ne dersin, bütün günahları işleyen, yapmadık kötülük bırakmayan bir kimse tevbe etse kabul olunur mu?” deyince:
“İslam dinine girdin mi?” buyurdu. Adam:
“Ben Allah’dan başka ibadet ve taate layık hiçbir ilah olmadığına, şehadet ederim” dedi. Hz. Peygamber (asm):
“Hayır, işler yapar, kötülükleri bırakırsın. O zaman Allah geçmişteki bütün yaptıklarını hayır amellere çevirir” buyurdu. Adam:
“İşlediğim günahları ve kötülükleri de mi?” dedi. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Evet” buyurdu:
Adam gözden kayboluncaya kadar: “Allah’ü Ekber (Allah her şeyden daha büyüktür.) Allah’ü Ekber, Allah’ü Ekber…” diyerek gitti.
(Taberâni)



“Kul tevbe ettiğinde Allah onun günahlarını hafaza meleklerine unutturur. Aynı şekilde onun organlarına unutturur. İşlediği yerdeki izlerini de yok eder. Ta ki Allah’ın huzuruna vardığında günah işlediğine dair aleyhinde şahitlik edecek bir şey bulunmasın.” (İbn-i Asâkir)

Tuba_ 04 Mart 2014 01:33

Cevap: Tövbe
 
Tevbe Edenler Diğer İbadetlerde De Başarılı Olurlar

Günahtan sakınmak tevbeyle uğraşmaktan kolaydır. Günaha düşürücü şeylerden de uzaklaşmak gerekir. Bunun ilki nefse muhalefet ve kötü insanlarla arkadaş olmayı terk etmektir. Zira insanı Hak’tan uzaklaştıran ve doğru yolda tereddütlere düşüren bu ikisidir. Bunlardan Allah’a sığınırız.

Allah’a dayanınız, yalnız O’ndan yardım bekleyiniz. Çünkü Allah bize yeter. O ne güzel vekildir. Tevhid ne güzel dayanak ve eserdir. Tevbe edenler diğer ibadetlerde de başarılı olurlar.

Allahu Teâlâ buyuruyor ki:

“O tevbe edenler, o ibadet edenler, o hamd edenler, o oruç tutanlar, o rükûa varanlar, o secdeye kapananlar, o iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın koyduğu sınırı koruyanlar..Müjdele o müminleri!”

Tevbe Sûresi, ayet 112

Rasûlullah (s.a.v) efendimiz de buyuruyor ki:

“Bir kimse, “Estağfirullah el-azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüvel-hayyül kayyûme ve etûbü ileyh” (Hayy ve Kayyûm olan ve kendisinden başka ilah bulunmayan Allah’tan mağfiret diler ve O’na tevbe ederim!) derse, harpten kaçmış bile olsa bağışlanır.

Tirmizî, c.5, De’avat 117, h.3577


alıntı

nurşen35 14 Nisan 2018 14:14

esT*esT* Estağfirullah min külli ma kerihAllah
esT*esT* Estağfirullah el azim el kerim ellezi lâ ilâhe illâ hüvel hayyul kayyum ve etübü ileyh

su damlası 16 Mart 2024 14:30

Peygamber Efendimiz (sas), “Günahtan tövbe eden, bir günah işlememiş gibidir.” buyurmuştur.

“Kul bir günah işler, sonra da günahını itirafla tövbe ederse, Allah Teâlâ tövbesini kabul ve affeder.”


SAAT: 14:37

vBulletin® Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2024 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306