Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   İslami Kavramlar (https://www.forum.medineweb.net/838-islami-kavramlar)
-   -   Adalet (https://www.forum.medineweb.net/islami-kavramlar/2170-adalet.html)

Seleme 22 Şubat 2008 02:07

Adalet
 
ADÂLET
Düzenli ve dengeli davranma, her şeyin ve herkesin hakkını verme, haksızlıklardan uzaklaşarak orta yolu tutma, bir şeyi yerli yerine koyma, insaf ve eşitlik anlamında bir terimdir. Geniş kapsamlı bir kavram olan adâletin zıttı zulüm,* gadr* ve insafsızlıktır.
İslâm'da adâlet, hukuk önünde herkese eşit davranmak, kültür, bilgi ve mevkî farklılıklarından dolayı insanlara başka başka davranmamak demektir. İslâm bu anlamda her ferdin ve her toplumun karşılıklı olarak işlerinde değişmez bir ölçü şeklinde yerini almış, istek ve heveslere yer vermemiş, sevgi ve nefretlere uymamış, akrabalık ve yakınlık bağlarına göre ayarlanmamış, zengin-fakir ayırımı gözetmemiş, kuvvetli ve zayıf farkını göz önüne almış bir adalet anlayışı getirmiştir. Bunun için İslâm, toplum içinde yaşayan bütün kesimlerin birliğini sağlayan prensipler koymuş, ümmetin güvenliğini garanti altına alan bir düzen kurmuştur.
"Ey iman edenler adaleti ayakta tutarak Allah için şahitlik* edenler olun. Kendinizin, ana ve babanızın aleyhinde bile olsa (şahitlik ettiğiniz kimseler) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. Adaleti yerine getirebilmek için hevâ ve hevesinize uymayın. Eğer eğri davranır veya yüz çevirirseniz, Allah yaptıklarınızdan haberdardır." (en-Nisa, 4/135).
Yeryüzündeki beşerî sistemlerin hiçbirisinin düşmanlara ve nefret edilen insanlara karşı, İslâm'ın kefil olduğu mutlak adaleti tekeffül edebilmesine imkân yoktur. İslâm, kendisine inananları bu konuda sadece Allah için hareket etmelerini, aralarındaki münasebetlerini Allah'ın rızasına uygun bir şekilde ayarlamalarını ve yine Allah için doğru şahitler olmasını emretmektedir. Bu esaslar bu dînin bütün insanlık için son din ve mükemmel bir nizam olduğunu, adaletinden, inanan ve inanmayan bütün insanların yararlanmasını tekeffül eden üstün bir hukuk ve yönetim biçimi olduğunu ifadeye yeterlidir. Bu adaleti gerçekleştirme görevi müslümanlara yüklenmiş bir görevdir. İslâm ümmeti bu ilahî emri yerine getirdiği dönemlerde yeryüzü adaletle dolup taşmıştır.
"...Allah insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder." (en-Nisâ, 4/58) İlâhî emrin hikmeti gayet açıktır.
"Ey iman edenler, Allah için şahitlik eden kimseler olunuz. Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin sizi adaletten saptırmasın. Adil davranın, takvaya* yakışan budur. Allah'tan korkun, Allah yaptıklarınızdan haberdardır." (el-Mâide, 5/8).
İslâm'ın emrettiği adalet doğrultusunda kâinatın düzeninin ayakta durması tabiî bir hadisedir. Adalet mülk'ün temelidir. Adaletin olmadığı yerde zulüm hâkimdir. Allah ve onun koyduğu bütün hükümler zulmün her çeşidinden uzaktır. Allah'ın emirlerinin uygulandığı bir ortamda hiçbir kimseye zerre kadar zulüm yapılmaz. (bk. en-Nisa, 4/40). Bu Kur'an-ı Kerim'de sık sık tekrarlanan ayetlerle dile getirilmektedir:
"Allah, adaleti ve ihsanı* emreder. " (en-Nahl, 16/90).
"Allah size emanetleri* ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder." (en-Nisa, 4/58).
"Hükmettiğin zaman onlar arasında adaletle hükmet. Şüphesiz Allah adil davrananları sever." (el-Mâide, 5/42; ayrıca bk. el-Hucurât, 49/9).
Hz. Peygamber (s.a.s.) de adalet ve adaletle hükmedenler hakkında birçok hadîs buyurmuşlardır:
"Hükmünde, yönetimi ve velâyeti altındakiler hakkında adîl davrananlar, Allah katında nurdan minberler üzerinde olacaklardır." (Müslim, İmâre, 18).
"Adil devlet başkanı ve idareciler mahşer yerinde Allah'ın yüce lûtfuna ve himâyesine mazhar olacakların öncüleridir." (Buhârî, Edep, 36).
Bu ayet ve hadîslerde yer alan adalet kavramı geniş anlamıyla ele alınıp hukuki, sosyal ve ahlâkî adaleti kapsamaktadır.
Adaletin İslâm toplumunda, yönetimde, muhakemelerde ve insanlar arası ilişkilerde tam anlamıyla uygulanması önemli bir hedeftir. İslâm devletinde uygulanan ekonomik prensiplere göre mülk Allah'ındır. Bu ölçü içinde sosyal adaletin sağlanması önemli bir denge unsurunun kurulması demektir. Müminlerin kardeş ilân edildiği, yığılan kişisel servetlerde fakir ve muhtaçların hak sahibi oldukları, İslâm'da adalet anlayışının tezâhürleridir.
Ayrıca kaza* işlerinde, muhakemelerde ve yönetimde Allah'ın indirdikleri ile hüküm vermek adaletin ta kendisidir. Bundan uzaklaşıldığı takdirde adaletin gerçekleşmeyeceği ifade edilmiş ve bunu uygulamayanların kâfir *, zalim * ve fâsık * oldukları ilân edilmiştir. (el-Mâide, 5/44, 45, 47) Bundan dolayı da Hz. Peygamber (s.a.s.):
"Kıyâmet gününde insanların Allah'u Teâlâ'ya en sevgili olanı ve Allah'a en yakın bulunanı adil devlet başkanıdır. " (Tirmizî, Ahkâm, 4) buyurmuşlardır.
Hz. Peygamber'in İslâm'ı tebliğ etmekle görevlendirildiği dönemin arefesinde Câhiliye devri Arapları boğaz boğaza, bıçak bıçağa gelmiş durumdaydılar. Adaletsizliğin, zulmün kol gezdiği bir dönemde İslâm gelmiş ve yepyeni bir toplum ortaya çıkmıştı. Zengin-fakir, efendi-köle ayırımının yapılmadığı, haktan asla ayrılmanın söz konusu olmadığı bir toplum oluşmuştu.
Bir gün Mahzumoğulları kabîlesine mensup eşraftan Fâtıma adında bir kadının hırsızlık yaptığı söylenerek Peygamberimiz (s.a.s.)'in huzuruna getirilmişti. Kadının 'elinin kesilmesi'ne hükmedildi. Fakat daha önceki gelenek ve alışkanlıklara göre Kureyş'ten olan asil bir kadın hakkında suç işlemiş olsa dahî böyle bir hüküm verilemezdi. Hükmün infâzının durdurulması için Kureyş'in ileri gelenleri Hz. Peygamber'in çok sevdiği Üsâme b. Zeyd'i araya koyarak bu kadının affedilmesini istediler. Üsâme'nin böyle bir şefaatte bulunması Hz. Peygamber (s.a.s.)'e çok ağır geldi. Hemen ashâbını 'mescid'*de toplayıp bu konuda onlara şöyle hitap etti:
"Ey insanlar! Sizden evvel yaşamış toplumların neden dolayı yollarını şaşırıp saptıklarını biliyor musunuz? Asilzâdeleri bir hırsızlık* yaptığı zaman onu affeder, zayıf ve kimsesizleri bir şey çalarsa onları cezalandırırlardı. Allah'a yemin ederim ki, böylesine kötü bir hırsızlığı Mahzum kabilesine mensup Fatıma değil, kendi kızım Fatıma yapmış olsaydı, kesinlikle onun elini kestirirdim. " (Müslim, Hudûd, 2)
Bugünkü beşerî sistemlerde hâkim zümre ve belirli sınıflar için dokunulmazlıklar söz konusu olduğu halde İslâm hukuku önünde hiç kimsenin bir ayrıcalığı ve imtiyaz hakkı yoktur.
Adil Halife Hz. Ömer, hilâfeti döneminde ashâbtan Übey b. Ka'b ile aralarında bir konuda anlaşmazlık meydana gelmiş ve bu anlaşmazlığı çözmek üzere o dönemin Medine kadısı olan Zeyd b. Sâbit*'e gitmişlerdi. Kadı olan Zeyd hemen devlet başkanı olan Hz. Ömer'e karşı saygılı davranıp ona oturması için yere bir minder sermişti. Fakat adil insan Hz. Ömer bu davranış karşısında şöyle demişti:
"İşte bu davranışın, şimdi vereceğin hükümde yaptığın ilk adaletsizliktir. Ben davacımla beraber aynı yerde oturacağım."
Sonra davacı Übey b. Ka'b davasını ileri sürünce Hz. Ömer bu iddiayı kabul etmedi. Bu durum karşısında Hz. Ömer'in yemin etmesi gerekiyordu. Kadı Zeyd İbn Sâbit, Übey'e şöyle dedi:
"Gel Halife'yi yemin ettirme, onu bundan muaf tut. Davacı olduğun kişi bir başkası olsaydı sana böyle bir feragatten söz etmezdim." Bu teklifi duyan Hz. Ömer son derece kızarak böyle bir ayrıcalığı kabul etmeyip derhal yemin etti. Sonra da Zeyd b. Sâbit hakkında şöyle dedi:
"Halife ile herhangi bir müslüman hakkında eşit davranmasını öğrenmedikçe ona dava götürülmemelidir."
Ayrıca mahkemelerde şahitlik yapacakların da adalet sahibi olarak tanınan kimseler olması şart koşulmuştur.
İslâm'da adaleti gerçekleştirmek için çeşitli müesseseler kurulmuştur. Resulullah davalara bizzat kendisi bakmıştır. Bu durum ikinci halife Ebu Bekir (rh.a.) zamanında da böyle devam etmiş, Hz. Ömer zamanında ise İslâm toprakları oldukça genişlediğinden bazı sahâbiler kaza işleriyle görevlendirilmiş ve birer kadı olarak vazife görmüşlerdi.
Divânü'l-Mezâlim, Şurta ve Hisbe* gibi teşkilâtlarla haksızlıklar önlenmeye ve adalet dağıtılmaya çalışılmıştı. Eyyubiler Mısır'da "Dârü'lAdl"* adıyla bir adalet dairesi meydana getirmişler ve yanlarına bazı müşavirler de alarak bu mahkemeye bizzat başkanlık etmişlerdir. Osmanlılar zamanında 'adliye teşkilatı' ise düzenli bir şekilde kurulup yaygınlaştırılmıştır.
Şamil İA

Emekdar Üye 22 Şubat 2008 21:01

Cvp: Adalet
 

ADALET


“Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği ve akrabaya yardım etmeyi emrediyor. Zinayı, fenalıkları ve zulmetmeyi de yasaklıyor. Size dinleyip tutasınız diye böylece öğüt veriyor.”
(Nahl/90)
Hak, kutsal ve saygıdeğerdir. Bu yüzden hakkın üstünlüğü kabul edilmeden, onu bütün değerlerin üstünde mütalaa etmeden ve onu bütün kurumların en üst mevkiine yerleştirmeden, hiçbir sistemde adalet olamaz. Dolayısıyla adaletin bir neticesi olan huzur ve saadet, nizam ve intizam da tesis edilemez.
Alemlerde canlı veya cansız, her mahlukun Yaratıcısı tarafından belirlenmiş bir hakkı, bir miktarı, bir haysiyeti ve bir vazifesi vardır. Mahlukatın Yüce Rabbimiz tarafından belirlenmiş olan haklarına tecavüz edildiği an, birlik, huzur ve nizam içerisinde yaşanması imkansız hale gelir. Haklar, kuvvetli zorbaların elinde kaldığı gün, adalet artık bozulmuş ve en küçüğünden en büyüğüne kadar bütün sistemlerde ve alemlerde her ne varsa anarşinin pençesine terk edilmiş demektir.
İnsanlığın, bir birlik ve bütünlük oluşturmak üzere kurduğu devlet kavramının aslında ve teferruatında insan ve onun haklarının en mukaddes unsur olması gerekirken, tarih boyunca maalesef çoğu zaman bu böyle olmamış; evrenin en yüce varlığı ve Allah’ın halifesi olan insan, sistemlere köle yapılmıştır. Böylece önemli olan, insanın haklarının yüceliği ve devamı değil, sistemlerin hayat ve bekası olmuştur. İşte, tarih boyunca ne zaman insanın saygınlığı ve mukaddes oluşu devletin diğer kurumlarına feda edilmişse, zulüm doğmuş ve devlet kurumu çözülmüş ve çökmüştür.
Tarihin sinesinden Firavun’lar gelip geçmiş... Onlara göre kölelerin hakkı, bir ömür karın tokluğuna piramitlere taş taşımak, zilletle yaşamak olmuştur. Sonra, çeşitli toplumlarda asiller ortaya çıkmış... Onlar da paryalara, hayvanlara tanınan haklardan daha aşağı haklar tanımıştır. Beyazlar, siyahlara hep ikinci sınıf insan ya da hayvan olarak bakmışlar... İnsanlar birbirlerine hak ve ayrıcalıklar tanırken, renkler, ırklar ve sosyal sınıflar ölçü ve esas kabul edilmiş. Ta ki vahyin adaleti gelinceye, adil ve masum sıfatlı peygamberler insanlığın önderleri oluncaya kadar...

Emekdar Üye 22 Şubat 2008 21:01

Cvp: Adalet
 

Yanlış ölçü zulümdür
Peygamberlerden ve vahiyden habersiz insanlık, tarih boyunca insanlığın haklarını yanlış ölçülere göre tesbit etmiş ve bu tesbitte de her zaman yanılgıya düşmüştür. Yazık ki bugün de çoğunlukla aynı başarısızlığa mahkumuz.
Hakların tesbit işini mesela dünün kölelerine bıraksak, onlar, zalim efendilerine haklar verirken acaba ne kadar insaflı ve adilâne davranırlar? Ve yine bu işi tarihin meşhur despotlarından Hitler’e bıraksak, bütün insanlığın varlığını Alman ırkına feda etmekten başka bir şey yapar mı? Kadınlar insanlığın haklarını tesbite yetkili kılınsa, acaba erkeklerin durumu ne olur? Gerçekten merak uyandıran bir soru!.. Erkeklere kadınların haklarını belirletseniz acaba mesele hallolur mu? Kuvvetliye sorarsanız, hak kuvvetlinindir. İşi çoğunluk anlayışına bıraksanız, ferdin hakkı yok olup gidecek. Hatta toplum kutsallık kazanarak; “Sakın hakkım var deme / Hak yok vazife vardır!” anlayışına fertler feda edilecek.
O halde hakların tesbiti için insan üstü bir hakem gerekmez mi? ‘En aciz bir kulun hakkı, en kuvvetli kişi ve kurumlara çiğnetilmemelidir’ prensibini adaletin temeli sayan bir hakem... İşte o prensibin hayata nakış nakış işlendiği bir dönemde, Allah’ın Rasulü (A.S.)’ın sadık halifesi Hz. Ebubekir (R.A.) devlet olma makamında bakınız hakkı nasıl aziz tutuyor:
“Şunu da biliniz ki, bana göre en kuvvetliniz, hakkını zalimlerden alıp kendisine verinceye kadar en zayıf olanınızdır. En zayıf olanınız da, gasp ettiği hakkı elinden alıncaya kadar en kuvvetli olanınızdır.”
İşte bu, temelinde hak ve adalet yatan bir devletin, haklı ama zayıf olan kimsenin yanında yer alarak, haksız zorbayı güçsüz duruma düşürmesi demektir.

Emekdar Üye 22 Şubat 2008 21:02

Cvp: Adalet
 

Adalet yalnız insan için mi?
Şurası çok açıktır ki, evrende her parçacığın, bir diğeri ile çok yönlü münasebetleri ve hakları vardır. Varlık işte böyle sıkı ve karmaşık ilişkiler içerisinde yaratılmıştır. Bu varlıkların haklarını kusursuz bir şekilde tesbit etmek, vermek ve korumak gerekir ki, bütün varlıklar arasında barış ve muhabbet doğsun.
Ama insan, Alemlerin Rabbi’nin kendisine ve kendi dışındaki mahlukata verdiği hakkı pek adil bulmuyor. Adeta Allah’a bu mevzuda beceriksizlik isnat ediyor. Mahlukatın haklarını kendisi tesbite kalkışıyor. Ne var ki bu yöntemle insanlık, binlerce yıllık bilgi ve fikirbirikimine rağmen, Hz. Ebubekir Sıddık Efendimiz’in yaklaşımına genel itibarıyla hâlâ yetişebilmiş değildir. Oysa insan, Allah’a ve O’nun peygamberlerine teslim olsaydı, bu kadar zaman israf edilmeyecek, bu kadar insan zulme mahkum olmayacak ve bunca bedbahtlık yaşanmayacaktı.
İlahi aydınlığı reddederek adalet arayan insan, sorumsuzca yaşamayı, Allah’ın ve mahlukatın hakkını çiğneyerek yaşamayı, dünyasını da ahiretini de zayi etmeyi, sahte eğlence ve zevkten ibaret bir hayatla oyalanmayı, kendisine verilmiş haklar olarak düşünüyor. Fakat Yaratıcısı’nın ona sorduğu “insan başıboş bırakılacağını mı zanneder?” sorusu bir yandan hakikati hatırlatırken, diğer yandan da akibeti konusunda uyarıyor.
Ama o, bildiğini okur bir tavırla, kurduğu sistemlerin temeline hakkı ve adaleti değil, kendi arzularını koymuştur. Bu yüzden oluşturduğu kurumlar insanı ezmiş ve sömürmüş; neticede mülkler, ülkeler, devletler çökmüş ve dağılmıştır. Halbuki adaletin tesisi için önce hakların doğru belirlenmesi, sonra da sahibine verilmesi ve korunması gerekirdi.

Emekdar Üye 22 Şubat 2008 21:02

Cvp: Adalet
 

Hak ve adaletin temeli
Bir toplumda haklar doğru tesbit edilir ve buna uyulursa, o toplumda artık insanî ilişkiler dengesi kurulmuş demektir. Biz de böyle dengeli ve adil bir cemiyetin inşası için yüce Allah’ın belirlediği hakları bilmek zorundayız. Bu hakları iki grupta toplayabiliriz:
Birincisi Allah’ın hakları... Önce insan, toplum, bütün insanlık, hep birden O’nun haklarını bilmeli, tanımalı ve hürmet göstermelidir. O’nu birlemeli ve O’nu en büyük kabul etmelidir. O’na şükredip, O’nun için secdeye kapanmalı ve yalnız O’ndan korkmalı, O’na kulluk etmeli; kısaca, insan, ilâh olmaya kalkışmamalıdır. Çünkü böyle bir davranış, kulun kendi hukukunu aşması anl----- gelir. Hz. İbn-i Abbas (R.A.) “Adalet, Allah’tan başka bir ilah olmadığına şahitlik etmektir” derken, bizlere adaletin de bir temeli olduğunu anlatmakta... Evet, adaletin temeli, herşeyden önce Allah’ın ilâhlık haklarını tanımaktır.
İkincisi, mahlukata Allah’ın tanıdığı haklardır... Bu konuda da insan, Allah’ın kullarına verdiği hakları tanımalı ve onlara saygı duymalıdır. İnsanlar birbirlerinin haklarından ancak rıza ve izinle faydalanmalıdırlar. Bu hak mübadelesi de adalete riayet edilerek yapılmalıdır. Bu mevzudaki rehberimiz de Allah’ın Kitabı ve Rasulullah’ın Sünneti olmalıdır.
Ademoğlu, hem kendi ve hem de kendisine emanet edilmiş mahlukatın haklarını bu iki kaynağın dışında aradığı için tarihi boyunca hep zulumle tanışmıştır. Zulüm ise karmaşa ve savaş doğurmuştur. Bugün, çağımız insanın hasret duyduğu barış, bu yüzden hâlâ hayaldir.
Hak kavramı çok derin manaları çağrıştırmalıdır: Allah’ın hakkı, kulların hakkı, mahlukatın hakkı, sözün hakkı, yediğimiz ekmeğin, içtiğimiz suyun hakkı... İnsan, boynunda Allah’ın, anne ve babanın, evlatların; kısaca cümle mahlukatın, hatta evrendeki cansız parçacıkların bile hakkını taşıyarak yaşamakta... İşte “bir katrecik kan ve binbir çeşit endişe.” diye tarif edilen insan, bu haklara saygı ve hürmetle mükellef. Dağların ve göklerin taşımaktan kaçındığı mukaddes yükümüz işte budur. Bu hakları ifa ettiğimiz an, insanda Allah’ın “el-Adl” sıfatı tecelli edecektir. İşte bu yüzden, Allah’ın veli kullarının sıfatlarından birisi de adaletdir ki, onların önce kendi iç alemlerinde adalet tecelli etmiş; sonra dış aleme, yaşadıkları toplumlara sirayet etmiştir. Onlar, konuştukları zaman adaletli söz söyleyerek sözün, yedikleri zaman şükrederek yedikleri için rızkın, nefislerini cennete taşıdıkları için varlıklarının, kuvveti hakka ram ettikleri için kuvvetin hakkını ödeyerek, yeryüzünde Allah’ın adaletini tesis etmişlerdir. İşte mülk ve melekutun temeli olan adalet bu adalettir.
Alemleri ayakta tutan adaletin vücut bulmuş şekilleri Peygamberler ve onların izinden yürüyen veli kullardır. Adaletin kaynağı onlardır. Adalet onlardan toplumlara yayılır. Onlar gidince, artık mülkün temeli gider ve kıyamet kaçınılmaz olur. İçinde bir kamil mürşidin zikri, bir adil velinin yalvarışları olmayan bir mülkü hangi güç yokluktan kurtarabilir? Adalet mülkün temeli, alemlerin de canıdır. Cansız beden ceset olur; çürürve dağılır!..

Emekdar Üye 22 Şubat 2008 21:03

Cvp: Adalet
 

ADALET

a-Adaletin Anlamı:

‘Adalet’ (kısaca adl) masdar olarak, düzeltmek, eğri bir yoldan doğru bir yola kaymak, eşit ve muadil olmak, dengede tutmak, dengelemek, tartmak gibi anlamlara gelir.
‘Adalet’, doğru oluşu zihinde sabitleşmiş şeydir. Düzgün ve usulüne uygun olmayan şeye ‘cevr’ (haksızlık ve eziyet) denir. Doğruluk ve düzgünlük kavramları, sapmazlığı ve şaşmazlığı da içerisine alırlar. Adaletin anlam sahası içinde doğruluktan söz ederken; haksızlıktan uzak olma, hakkaniyet sahibi olma manalarına da işaret etmiş oluruz.
‘Adalet’ bir başka deyişle, sapmazlık, kesin doğru ve tam düzgünlüktür.
Zulmün karşıtı olarak ‘adalet’, bir şeyi ait olduğu yere koymak, hakkını vermek, eşit ve denk yapmak anl----- gelir.
Aynı kökten gelen ‘muadil’ kelimesi, eşitlik, eşitlemek,
‘İ’tidal’ ise, ılımlılık, ölçülü olmak, yani denge ve orta yolu izlemek demektir.
‘Adalet’ kavramını tek bir tanımla ifade etmek zordur. Bu kavramın kapsadığı alan da çok geniştir. ‘Adalet’ olayını çeşitli cepheleriyle ve dereceleriyle anlatan bir kaç sözcük daha bulunmaktadır. ‘Adl’ kelimesi bunlardan yalnızca birisidir.
‘Kıst, kasd, istikamet, vasat, nasip, hisse, mizan’ gibi kavramlar da adalet kelimesiyle anlamdaştırlar.
‘Adalet’in karşıtı zulüm’dür. Tuğyan (azgınlık ve despotluk), meyl (kaykılmışlık) ve inhiraf (sapma) da zulmün anlamdaşlarıdır.
Said b. Cübeyr, ‘adl’ kavramını anlamını soran Halife Abdülmelik’e (öl. 705) şöyle cevap verdi:
“Adl dört kısımdır: Birinci manası; Allah’ın emrine uyarak hükmedilirken adaletli davranmak, yani insaflı olmaktır. (4 Nisa/54)
İkinci manası; sözde, konuşmada, haberleşmede adalet olması. Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Konuştuğunuzda ölçüyü aşmayın.” (6 En’am/152)
Üçüncü manası; kurtuluşun sebeplerine sarılma, yani doğru davranışlara, salih amele yönelme anlamındaki adalet. (2 Bekara/123)
Dördüncü manası; Allaha eş koşmaktan sakınmaktır. “… Ne var ki kâfirler Allah’a (muadil) eş bulurlar.” (6 En’am/1)
‘Falanca alancaya adalet etti’ demek, ikisi birbirine yakın ve eşit oldu demektir.
Tartı ve ölçüde adalet, boy, ağırlık, değerce ve ölçü yönünden bir şeyin diğerine eşitliğini sağlama durumudur. İki şey arasındaki adalet, o iki şey arasında denge sağlanması demektir. (Nak. İslâmda Adalet Kavramı, s 24)
Allah (cc) insanı ‘adl’ üzere; yani düzgün, dosdoğru ve her bir organını yerli yerinde yarattı. Onun yaratılışı dünya hayatını rahatlıkla sürdürmesine imkan sağlar.
“Ey insan, üstün ve kerem sahibi Rabbine karşı seni aldatan nedir? Ki O seni yarattı, sana bir düzen içerisinde bir biçim verdi ve seni bir i’tidal üzere (ölçülü) kıldı.” (82 İnfitar/6-7)


Emekdar Üye 22 Şubat 2008 21:03

Cvp: Adalet
 

b-Adaletin Önemi:
‘Adl’ üzere yaratılan insanın da yeryüzünde ‘adl’ üzere davranması gerekiyor. Çünkü adalet; insan, toplum ve tabiat hayatının nizamını (düzenini) sağlar. Bu adaleti sağlayacak olan da Tevhid Dini’dir. Evrendeki mizan’ı (ölçüyü, dengeyi) koyan Allah (cc) olduğuna göre (55 Rahman/7), insan ve toplum hayatındaki dengeyi ve adaleti de ancak O’nun koyduğu ölçüler sağlayabilir.
Kur’an insanlara adaletle iş görmeyi, adaleti yerine getirmeyi emrediyor:
“Allah, adaleti, ihsanı (iyiliği ve güzel davranmayı), yakın akrabalara yardım etmeyi; fahşa’dan (aşırılıktan), münker’den (kötü işlerden) ve bağy’den (azıp-haddi aşmaktan) uzak durmanızı emreder.” (16 Nahl/90)
“Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder.” (4 Nisa/58)
Âyetlerde emredilen ‘adalet’in kapsamı oldukça geniştir. Hayatın her cephesinde, davranışlarda, hüküm ve karar vermede, insanların haklarını ödemede, sevmede ve ilgi göstermede, yönetim işlerinde ve eğitimde dosdoğru hareket etmek, düzgünce iş yapmak, herkesin hakkını vermek adalettir. İnsanların renklerinden, kültür ve eğitim düzeylerinden, ırklarından veya geldikleri bölgelerinden, toplumsal statüleri açısından dolayı farklı davranmamak, haklarına tecavüz etmemektir.
Adaletin uygulama sahası da geniştir. Bunu yanlız hukuk alanında, mahkemelrde düşünmek yanlış olur. Adalet, doğru davranmak, eşit düzeyde yapmak, ya da bir şeyi ait olduğu yere koymaktır. Öyleyse ahlâk ve davranışlarda, insanların işlerini yürütürken, ya da hakları sahiplerine verirken dengeli olmak ve insafla hareket etmek adaletin gereğidir.
İslâm adalet ahlâkını, diní bir emir ve toplumsal düzenin temeli olarak görmüş, adaletle davranan ‘adil’ kimseleri övmüş, adaletten ayrılarak zulme sapmış olan zalimleri de hem kötülemiş ve hem de can yakıcı bir azapla tehdit etmiştir. (Bakınız: Zalim)
Kur’an şöyle buyuruyor:
“Andolsun, Biz peygamberimizi apaçık olan belgelerle gönderdik ve insanlar ‘kıst’ı (adaleti) ayakta tutsunlar diye, onlarla birlikte Kitab’ı ve mizan’ı indirdik. Ve kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik …" (57 Hadid/25) (Bakınız: Mizan)
Peygamberlerin getirdiği apaçık belgeler, insanların yollarını aydınlatır. Bu belgelerle yüreklerini temizleyenler, indirilen Kitab'a tabi olurlar ve onun tavsiye ettiği 'mizan'a (ölçüye) uyarlar. Böylece bu sağlam ve şaşmaz ölçü ile her konuda adaleti gerçekleştirme imkanı bulurlar.


Emekdar Üye 22 Şubat 2008 21:04

Cvp: Adalet
 

c-‘Kıst’ Olarak Adalet:
Yukarıda geçtiği gibi adalete eş anlamlı kavramlardan biri 'kıst'tır.
'Kıst’; insaf, merhamet, adaletle verilen, adaletle bölüştürülen nasiptir. Mizan'ın, yani terazinin iki kefesinde eşit olarak tartılıp bölüştürülen şeydir. Tıpkı adalet gibi, eşitleme, orta yolda olma, sağa sola sapmama anlamlarına gelir.
Türkçe'de kullanılan 'iktisat' kelimesi, aynı kökten gelir, adalet ve hak ile davranrna, aşırı bir yöne sapmadan orta yolu izleme demektir.
Kur'an, adalet ahlâkını bazen 'kıst' kelimesiyle bildiriyor ve 'kıst' sahiplerini övüyor.
“Onların arasında hüküm vereceksen, kıst ile (adaletle) hüküm ver. Gerçekten Allah adelet yapanları (muksitín'i) sever." (5 Maide/42. ayrıca bak. 49 Hucurât/9. 60 Mümtehine/8)
‘Kıst' kökünden gelen 'eksat', daha adaletli, hakka daha yakın, 'kıstas' ise dosdoğru ölçü, insaflı ve adaletli ölçü, mizan anlamlarındadır. Kur'an, 'dosdoğru kıstas'la ölçün' buyurmaktadır. (17 İsra/35)

Emekdar Üye 22 Şubat 2008 21:05

Cvp: Adalet
 

d-İslâm Toplumunda Adalet:
İslâm toplumunun temelinde Kitap ve Mizan vardır. Müslümanlar Kitab’a uyarak , Mizan'ı yerine getirirlerse, yani ölçülü davranıp aşırılığa, yanlış yollara sapmazlarsa, kıst'ı (adaleti) sağlarlar. Mizan'ın dengesi bozulduğu zaman, adalet kaybolur gider. İnsanlar en tabii haklarını bile alamazlar. Toplumdaki zalimler gücü ellerine geçirdikleri zaman da zulümler artar. Kitab’ın yanında indirilen 'demir' güç anlamında alınırsa, şöyle demek mümkündür: Güç ve iktidar adaletin emrinde olmalıdır. Bunu sağlayacak olan da insanların Kitab'a ve O'nun hükümlerine uyup, mizan'ı yani ölçüyü korumalarıdır. O zaman hukukun üstünlüğü sağlanır ve insanlar haklarına kolaylıkla ulaşırlar. Kendini hukukun üstünde gören güçler, adalet anlayışını çiğner geçerler.
Kur'an'ın emrine göre mü’minler, bütün davranışlarında adaletli olmak zorundadırlar. Adaletli davranış kişinin kendi yaratılışındaki dengeye ve düzene uyum sağlatır. Ölçülü hareket şüphesiz insana mutluluk kazandırır, çevreye zarar vermekten kurtarır. İnsan hayatına denge ve olgunluk ancak adaletin her sahada uygulanması ile mümkün olur.
İslâm ümmeti 'vasat bir ümmettir'. (2 Bekara/143) Buradaki 'vasat' kelimesini tefsirciler 'adalet' ile açıklamışlardır. (Tabatabâí, El-Mizan, 1/323. S. Kutub, fi-Zılali’l Kur’an, 1/130. İbni Arabí, Ahkâmu’l Kur’an, 1/61. Mevdudí, Tefhimu’l Kur’an 1/123) Buna göre İslâm toplumu, dengeli, aşırılıklardan uzak, adaleti yerine getiren uyumlu bir toplumdur.
İslâm'a göre bütün insanlar bir ana-babadan meydana geldikleri için birbirlerine karşı üstünlükleri yoktur. Doğuştan herkes eşittir. Ûstünlük ancak takva ile olabilir. Kim Allah'tan hakkıyla çekinip-korunursa onun derecesi daha üstün olur. (49 Hucurat /13) (Bakınız: Takva)
Adalet aynı zamanda takvaya yakın olmanın şartlarından birisidir.
"Ey iman edenler, adaletli şahitler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutanlar olun. Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletten ayırmasın. Adalet yapın, ki o, takvaya daha yakındır. Allah'tan korunun. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdar olandır." (5 Maide/8).
Dikkat çeken bir nokta da şurasıdır ki Allah (cc) kendi sözünün (Kitab’nın) doğruluk bakımdan da adalet bakımından da tastaman olduğunu belirtiyor. Öyleyse adalet ve doğru olmak, O'nun sözüne (Kitab’ına) uymakla gerçekleşir.
Kur'an'a göre gerçek adaletin ölgüsü hakk'a uymaktır. (7 A'raf/ 159) Hak neyi gerektiriyorsa onu yapmak, hak kime aitse onu sahibine vermek, hak ile hükmetmekten ayrılmamak, her konuda hakk'ı ölçü almak, herkesin ve her şeyin hakkını korumakla adalet yerine getirilir.
İslâm, hakların yerine ulaşması için adaleti ve kıst'ı emrederken ilâhí adaletin de Ahirette herkese hakkını vereceğini, hiç kimseye haksızlık yapılmayacağını bildiriyor. (21 Enbiya/47. 10 Yunus/54).
Fıkıh açısından adalet, mahkemede şahitlik eden şahitlerin ve hükmeden hakimlerin adil olmalarıdır. Kur'an, insanlar arsındaki davaların çözüme kavuşturulabilmesi için ancak adalet sahibi kimselerin şahitliklerinin geçerli olabileceğini açıklıyor. (65 Talak/2) Mahkeme işlerindeki adalet; hak ile hükmetmek şeklinde anlaşılmıştır. Adaletle hükmedin diyen âyetler bunu emretmektedir. (4 Nisa/58. 5 Maide 52) İman edenlerin her konuda Allah'ın indirdiği ile hükmetmeleri Rabbimizin emridir. Bunu yapmayanlar zalim, fasık veya kafir olurlar. (5 Maide/44, 45, 47).
İnsanlar arasında hükmederken , hakemlik yaparken, hak konusunda karar verirken, hatta çocukları eğitirken bile adaletli davranmak İslâmın getirdiği önemli bir prensiptir.

Emekdar Üye 22 Şubat 2008 21:06

Cvp: Adalet
 

e-Hadis İlminde Adalet:
Adalet kavramı hadis ilminde de kullanılmaktadır.
Bir hadis rivâyetinin kabul edilebilmesi veya güvenilir sayılabilmesi için o rivâyeti yapan ravinin (rivâyette bulunan kimsenin) adalet ve zapt (haberini iyi alması) şartları aranmıştır. İslâm tarihinde Hz. Osman'ın şehid edilmesiyle ayrılık hareketleri başladıktan sonra Peygamberimize nisbet edilen uydurma söz söyleme faaliyeti artınca; özellikle Peygaberimizin hadislerinin sonraki nesillere sağlamca aktarilabilmesi için bir takım şartlara uymak gerekli görülmüştür. Bu sartlara uymayan haberler sahih (güvenilir) sayılmamış ve diní meselelerde delil olarak kullanılmamışlardır. Hadis rivâyet eden ravinin adalet sıfatına sahip olması demek, onun doğru sözlü, güvenilir, temiz ahlâklı ve yüksek karakterli birisi olması demektir. Bir ravinin adil sayılabilmesi için şu şartlar aranmıştır:
1-Müslüman olmak,
2-Akıllı olmak,
3-Ergenlik yaşına ulaşmış (mükellef-yükümlü) olmak,
4-Kur'an'da sınırları çizilen takva'ya sahip olmak,
5-Karakteri sağlam, kişiliği yüce ve erdem sahibi olmak. (Bakınız: Sahih Hadis)

Hüseyin K. Ece

Emekdar Üye 22 Şubat 2008 21:06

Cvp: Adalet
 
Adalet ve insan haklarına saygı İslam'ın değişmez:" prensiplerindendir.


Yüce Allah (c.c.) buyuruyor ki: Adaletli davranın. Şüphesiz Allah, adil davrananları sever ." (Hucurat Suresi, ayet:9) Hz. Muhammed (A.S.) 632 yılında yüz binden fazla müslümana irat ettiği tarihi hutbesinde;
Bütün insanların eşit olduğunu, can, mal ve namuslarının kutsal olup her türlü tecavüzden korunduğunu cihana ilan etmiştir. Bunlar , insanların dokunulmaz haklarıdır. Müslüman, başkalarının hakkına saygı göstermek ve insanlara zarar verecek davranışlardan sakınmak mecburiyetindedir . Ancak, bu yeterli değildir. Kişinin olgun bir Müslüman olabilmesi, kendisi için sevip arzu ettiği şeyleri başkaları için de arzu etmesine bağlıdır. Hz. Muhammed (A.S.) şöyle buyuruyor.

Sizden hiçbir kimse kendisi için sevdiği bir şeyi, kardeşi için de sevmedikçe gerçek mümin sayılmaz."

Emekdar Üye 22 Şubat 2008 21:07

Cvp: Adalet
 

Adalet’, sözlükte eğri bir yoldan doğru bir yola yönelmek, eşit ve dengeli olmak, dengede tutmak, dengelemek ve tartmak gibi anlamlara gelir. Bundan dolayı da adaleti resimle ifade etmek gerektiğinde ‘terazi’ resmi kullanılır.

Kavram olarak adalet, ‘davranış ve hükümde doğru olmak, ölçülü hareket etmek, hakka göre hüküm vermek, eşit olmak, eşit kılmak, hakkı layık olana vermek, haksızlıktan kaçınmak, herkese eşit davranmak, haklıyı haksızdan ayırmak ve haksıza hak ettiği cezayı, ne eksik ve ne de fazla olmaksızın hak ettiği kadar vermek’ anlamlarına gelmektedir.

Bu özelliği kendisinde taşıyan kimseye de ‘Âdil’ denilir. Allah’ın (c.c.) güzel isimlerinden (esmaü’l-hüsna) biri de yine bu sıfatı ifade eden ‘Adl’dir.

Âyet-i Kerime’de buyurulur: “Ey iman edenler ! Adaleti titizlikle ayakta tutun; kendiniz, ana-babanız ve akrabalarınız aleyhinde de olsa, Allah için şahitlik eden kimseler olun. Onlar zengin de olsalar, fakir de olsalar, Allah onlara sizden daha yakındır. Duygularınıza kapılıp adâletten ayrılmayın. Lafı eğer-büker yahut şahitlik etmekten kaçınırsanız bilin ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (1)

İslâm ahlâkçılarına göre Adâlet, bireysel ve toplumsal yapıda dirlik ve düzenliği, hakkaniyet ve eşitlik ilkelerine uygun yaşamayı sağlayan ahlâki erdem, diye tarif edilmiştir.

Adâlet, hem bir ahlâkî erdem, hem hukukî bir kural ve hem de felsefi bir ilke olarak ilk insan ve ilk peygamber zamanından beri bütün dünyada kullanılmakta ve bilinmektedir.

Cenâb-ı Hak âyet-i kerime’de buyurur: “Bundan dolayı insanları tevhid inancına davet et ve emir olunduğun gibi dosdoğru ol. Onların keyiflerine uyma. Ve de ki: Ben Allah’ın indirdiği kitaba inandım ve aranızda Adaleti gerçekleştirmekle emir olundum....” (2)

Buna göre adâlet, başkalarının gelişi-güzel istek ve yönlendirmelerinden etkilenmeyen, istikrarlı bir doğruluk ve ahlâk kurallarına uymakla gerçekleşen ruhsal denge ve ahlâki olgunluktur. İtidal ve adalet kavramlarıyla ifade edilen bu denge ve olgunluğun oluşması sonucu, insanın davranışları da tüm aşırılıklardan uzak olacaktır.



(1) Nisâ sûresi, 4/135.
(2) Şûra sûresi, 42/15.

Emekdar Üye 22 Şubat 2008 21:08

Cvp: Adalet
 

İstanbul'un fethinden sonra Hazreti Fatih bütün mahkumları serbest bırakmıştı. Fakat bu mahkumların içinden iki papaz zindandan çıkmak istemediklerini söyleyerek dışarı çıkmadılar. Papazlar Bizans imparatorunun halka yaptığı zülüm ve işkence karşısında ona adalet tavsiye ettikleri için hapse atılmışlardı. Onlar da bir daha hapisten çıkmamaya yemin etmişlerdi.
Durum Hazreti Fatih'e bildirildi. O, asker göndererek, papazları huzuruna davet etti. Papazlar hapisten niçin çıkmak istemediklerini Hazreti Fatih'e de anlattılar. Fatih o dünyaya kahreden iki papaza şöyle hitap etti:
- Sizlere şöyle bir teklifim var: Sizler İslam adaletinin tatbik edildiği memleketimi geziniz, müslüman hakimlerin ve müslüman halkımın davalarını dinleyiniz. Bizde de sizdeki gibi adaletsizlik ve zulüm görürseniz, hemen gelip bana bildiriniz ve sizler de evvelki kararınız gereğince uzlete çekilerek hâlâ küsmekte haklı olduğunu isbat ediniz.
Hazreti Fatih'in bu teklifi papazlar için çok cazip gelmişti. Hemen Padişahtan aldıkları tezkere ile İslam beldelerine seyahate çıktılar. İlk vardıkları yerlerden biri Bursa idi... Bursa'da şöyle bir hadiseyle karşılaştılar:
Bir Müslüman bir yahudiden bir at satın almış, fakat hiçbir kusuru yok diye satılan at hasta imiş. Müslümanın ahırına gelen atın hasta olduğu daha ilk akşamdan anlaşılmış. Müslüman sabırsızlıkla sabahın olmasını beklemiş, sabah olunca da erkenden atını alıp kadının yolunu tutmuş. Fakat olacak ya, o saatte de kadı henüz dairesine gelmemiş olduğundan bir müddet bekledikten sonra adam kadının gelmeyeceğine hükmederek atını alıp ahırına götürmüş. Atını alıp götürmüş ama at da o gece ölmüş.
Hadiseyi daha sonra öğrenen kadı, atı alan müslümanı çağırtıp meseleyi şu şekilde halletmiş:
- Siz ilk geldiğinizde ben makamımda bulunsa idim, sağlam diye satılan atı sahibine iade eder, paranızı alırdım. Fakat ben zamanında makamımda bulunamadığımdan hadisenin bu şekilde gelişmesine madem ki ben sebep oldum, atın ölümünden doğan zararı benim ödemem lazım, deyip atın parasını müslümana vermiş.
Papazlar islam adaletinin bu derece ince olduğunu görünce parmaklarını ısırmışlar ve hiç zorlanmadan bir kimsenin kendi cebinden mal tazmin etmesi karşısında hayret etmişler.
Mahkemeden çıkan papazların yolu İznik'e uğramış. Papazlar orada şöyle bir mahkeme ile karşılaşmışlar:
Bir müslüman diğer bir müslümandan bir tarla satın alarak ekin zamanı tarlayı sürmeye başlar. Kara sabanla tarlayı sürmeye çalışan çiftçinin sabanına biraz sonra ağzına kadar dolu bir küp altın takılmaz mı? Hiç heyecan bile duymayan Müslüman bu altınları küpüyle tarlayı satın aldığı öbür müslümana götürüp teslim etmek ister;
- Kardeşim ben senden tarlanın üstünü satın aldım, altını değil. Eğer sen tarlanın içinde bu kadar altın olduğunu bilseydin herhalde bu fiata bana satmazdın. Al şu altınlarını, der.
Tarlanın ilk sahibi ise daha başka düşünmektedir. O da şöyle söyler:

- Kardeşim yanlış düşünüyorsun. Ben sana tarlayı olduğu gibi, taşı ile toprağı ile beraber sattım. İçini de dışını da bu satışla beraber sana verdiğimden, içinden çıkan altınları almaya hiçbir hakkım yoktur. Bu altınlar senindir dilediğini yap, der. Tarlayı alanla satan anlaşamayınca mesele kadıya, yani mahkemeye intikal eder. Her iki taraf iddialarını kadının huzurunda da tekrarlarlar.
Kadı, her iki şahsada çocukları olup olmadığını sorar. Onlardan birinin kızı birinin de oğlunun olduğunu öğrenir ve oğlanla kızı nikahlayarak altını cehiz olarak verir.
Papazlar daha fazla gezmelerinin lüzumsuz olduğunu anlayıp doğru İstanbul'a Hazreti Fatih'in huzuruna gelirler ve şahit oldukları iki hadiseyi de aynen nakledip şöyle derler:
- Bizler artık inandık ki, bu kadar adalet ve biribirinin hakkına saygı ancak İslam dininde vardır. Böyle bir dinin salikleri başka dinden olanlara bile bir kötülük yapamazlar. Dolayısıyla biz zindana dönme fikrimizden vazgeçtik, sizin idarenizde hiç kimsenin zulme uğramayacağına inanmış bulunuyoruz, derler. (1)

Kaynak:
1) Büyük Dini Hkayeler, İbrahim Sıddık İmamoğlu, Osmanlı Yayınevi

Emekdar Üye 22 Şubat 2008 21:10

Cvp: Adalet
 

Adalet, kâinatın özüdür

İfrata ve tefrite girmeden İslam’ın emirlerini yerine getirmeye adalet denir. Ya da Allah tarafından ortaya konmuş, insan ve toplumdaki umumi dengeyi sağlayacak değerler bütünüdür adalet. İslam âlimleri Allah’a kul, Peygamber’e ümmet olan bir insana, ferdî, ailevî, sosyal alanlarda düşen sorumlulukların hepsini adalet sözcüğüyle ifade ediyorlar. Sosyal münasebetler, idarî esaslar hep adalet kavramının muhtevası içindedir.
Dengeli davranmak


Adaletin bir de “insaf” manası var ki bu da dengeli davranma demektir. Hakkınızı almak ya da bir hakkı yerine getirmek istediğinizde dengeli davranmak da adalettir. Çünkü bu tür durumlarda insanlar genelde hakka, hakkaniyete çok riayet edemeyebilirler ki bu da insafla aşılabilir.

Adaletin ilk adımı ferdin şahsi hayatında Müslümanlığını yaşaması ile atılır. Sonra daire genişletilir, aileden topluma uzanan çizgide ibadet duygusunun, ibadet duygusu içinde itidalin ve aynı zamanda istikametin hakim olması adımları gelir.


Kur’an’dan istifadenin yolu takvadan geçer ve takva ile en içli-dışlı olan şey adalet ve istikamettir. Her cuma hutbelerde okuduğumuz, dinlediğimiz “İnnallâhe ye’müru bi’l-adli ve’l-ihsani...” (Nahl, 16/90) ayetinde de ilk önce adalet emrediliyor, sonra ihsan geliyor. Yani kulluğu yerine getirirken Allah’ı görüyor gibi yerine getirme, yapacağı her şeyi Allah tarafından görülüyor mülahazasıyla yapma. Sonra “ve îtâi zi’l-kurbâ” geliyor: yakınlardan başlayarak yardımda bulunma. Kur’an’da değişik yerlerde ele alındığı ve yakınlık çerçevesinin belirlendiği gibi, kan akrabaları, mahalledeki müslim-gayrimüslim yakınlar hep bu kayda dahil.


Dinin istikamet içerisinde yaşanması da adaletin ayrı bir tezahürüdür. Hamdi Yazır’dan Fahruddin Razi’ye, Seyyid Kutub’dan Üstad Bediûzzaman’a kadar herkes “İhdinâs sırâtal müstakim. Sırâtallezine en’amte aleyhim, gayril mağdubi aleyhim” (Fatiha, 1/6-7) in tefsirinde istikamete böyle mana verirler. Akıl, şehvet, gazab gibi üç esasın adl u istikamet üzere kullanılmasını anlatırlar. Bediüzzaman, bazı eserlerinde inat, hırs gibi duyguları buna ilave eder, bunların ifrat ve tefriti adına örnekler verir.


Hasedi yani insandaki çekememezlik ve kıskançlık hissini ele alalım. Herkesi ve her şeyi kıskanma ifrat, hiçbir şeyi umurunda olmama, boş verme tefrittir. Ortası ise gıptadır. Madem çekememezlik duygusu verilmiş, onu istikamet ve adl üzerine kullanalım ki o da gıptadır. “Allah falana şunu ihsan etti, niye bana ihsan etmesin ki? Zaten O’nun rahmeti çok geniş.” demek lazım. Dikkat edin “Niye ona ihsan etti ki?” değil. Bu mahzurlu. Zaten “Febizâlike fe’l-yetenâfesil mütenâfisûn-İşte yarışacaklarsa insanlar, bu Cennet devletine konmak için yarışsınlar!” (Mutaffifîn, 83/26) buyuruyor Kur’an-ı Kerim.


Gayz, kendi kendine kaynayıp köpürme demek. Kur’an Cehennem’i tasvir ederken “Tekâdü temeyyezü mine’l-gayz - Cehennem, gayzından, öfkesinden neredeyse çatlayayazdı!” (Mülk, 67/8) ayetiyle anlatır bunu. İnsan da bazı hadiseler karşısında köpürüp çatlayacak hale gelir. Ama bakıyoruz şahsî dünyası, menfaati ile alakalı şeylerde yeri göğü inleten bazı insanlar, ağız dolusu dine-diyanete hem de her gün küfredenler karşısında hiç rahatsız olmuyor, rahatlıkla başını yastığa koyup miskin miskin uyuyabiliyor. İşte bunun biri ifrat diğeri tefrit. Adl u istikameti ise yerinde, usûlünce medeni bir şekilde tepkide bulunmaktır.


Evet, insan Allah’a, Peygamber’e küfredildiği zaman Ashab-ı Kefh gibi “İz kâmû fe kâlû Rabbünâ Rabbü’s-semâvâti ve’l-ardi len ned’uve min dûnihî ilâhen lekad kulnâ izen şatatâ - Onlar ayağa kalkıp “Rabbimiz,” dediler, “göklerin ve yerin Rabbidir. O’ndan başka hiçbir ilaha yönelmeyiz. Şayet böyle bir şey yapacak olursak, gerçek dışı, pek saçma bir söz söylemiş oluruz.” (Kehf, 18/14) diyemiyor, için için kaynayıp köpüremiyor, ne yapabilirim diye uykuları kaçmıyorsa Hak adına hiçbir gayreti yok demektir.

AHMET CAN
Ailem Dergisi
Sayı: 176

Emekdar Üye 22 Şubat 2008 21:10

Cvp: Adalet
 

Adalet Sözünden Ne Anlamalıyız?

Adâlet, ifrat ve tefrit arasında bir orta hâldir. Yani; aşırılıkla, alâkasızlık arası dengeli bir yoldur. Adâlet, pek çok hayra vesile olmak üzere insanın mahiyetinde bulunan bir kısım istîdatların, yaratıcı tarafından belirlenen yönde kullanılmasından ibarettir. Evet, insanda bulunan şehvet, öfke, vehim ve akıl gibi kuvva ve istîdatlar, güzelce kanalize edilirse adâlet; ifrat ve tefrite düşülürse, sapıklıklar meydana gelir.

Meselâ, insandaki şehvet duygusu ki; umumî mânâsı itibarıyla hem ferdin hayatının dev-----, hem de insan nev’inin dev----- vesile olan şeylere arzu duyma anl----- gelir. Bu duygunun bir yönü olan yeme, içme ve sâire gibi şeylerle insan, cismanî varlığını ve sıhhatini devam ettirmeye muvaffak olur. Şimdi, bu duyguya, arz edilen mülâhazanın dışında bakıldığında, ya onu, kemâle giden yolda önümüzü kesen bir cellât görecek ve kilise babalarının yaptığı gibi, ondan tamamen uzaklaşacağız ki, işte bu bir tefrit ve alâkasızlıktır. Veya günümüzün sefil anlayışı içinde, hiçbir ölçü tanımadan bu mevzûda her münasebeti meşrû sayacağız ki, bu da bir ifrat ve taşkınlıktır.

Öfke de öyledir; hiç olmayacak şeyler karşısında feveran ve halk dilinde “Pireye kızıp yorgan yakmak” bir ifrat; en aziz ve mukaddes şeylerin pâyimâl oluşu; ırzın çiğnenip, namusun doğranması karşısında sükût da, bir tefrittir. Adâlet ise, küfür, zulüm ve cevr karşısında bir kükreme ve bunların berisinde ve bilhassa sabır ve hayra vesile olacak yerlerde de, müsamahalı ve yumuşak olma hâlidir.

Aynı durum, vehimde de cereyan eder; olmayacak şeylerden korku ve endişe, hayatı azaba çeviren bir ifrat; korkulması, endişe edilmesi gereken şeylerden korkup endişe etmeme ise, bir tefrittir. Birinde kâinattaki her şeyden korkup, her şeye ulûhiyet isnat etme düşüncesi vardır ki; Ganj dolayları, bu telâşın doğurduğu putlarla doludur. Diğeri de, yerde ve gökte kimseden endişe etmeme gibi bir cinnet, kendini ve kendine bağlı olanları ölümlere sürükleyebilecek bir çılgınlıktır. Adâlet ise, hayatî ehemmiyet arz eden şeyleri hesaba katarak, ihtiyat ve tedbire riâyetle beraber, çok uzak ihtimallerle melhuz olan bir kısım endişe verici şeylere karşı da, olduğundan fazla ehemmiyet vermemekten ibarettir.

Akıl için de benzeri mütalâalar serdedilebilir: Müşâhede ve hissin ürünlerini hesaba katmadan, sadece akla itimat bir ifrat; aklı tamamen azledip, katı bir pozitivizme girme veya sadece vicdanı esas alıp; onun dışındaki her şeyi inkâr etmek de bir tefrittir. Birincisinde eski mantıkçıların cerbezelerini, şimdiki materyalistlerin de diyalektiğini; ikincisinde de, Auguste Comte pozitivizmini ve bazı yorumları itibarıyla Hıristiyan mistisizmini görürüz. Akılda adâlet, his ve müşâhedenin mahsullerini değerlendirerek yeni terkipler yapma, bununla his ve müşâhede altına girmeyen şeyleri kavramaya çalışmaktır. Aklın istikameti ise, ancak vahyin aydınlatıcı tayfları altında mümkün görülmektedir. Semavî esintilere sırtı dönük bir akıl, ya Aristotales gururu içinde bir firavun veya kilise duvarları içinde acezeden kış sineği gibi bir şey olmaya mahkûmdur.

Hâiz olduğumuz bu duygularda adâlet bir esas olduğu gibi, mükellef olduğumuz şeylerin bütününde de bir esastır. Bu cümleden olarak itikatta adâlet şarttır ve en başta da, bir ilâhın vücudunu tasdik ve O’nun kemâl sıfatlarıyla muttasıf, noksan sıfatlardan da münezzeh olduğu gelir. Zira; bir ilâhın vücudunu veyahut sıfatını kabul etmeme bir ilhad ve tâtil olduğu gibi, “Allah cisimdir, cevherdir, uzuvlardan meydana gelmiştir ve bir mekânı vardır.” demek dahi bir teşbih ve küfürdür. “Allah vardır, kemâl sıfatlarıyla vardır, cisim, cevher; aza ve âlet gibi şeylerden münezzehtir. Mekândan müstağnidir.” düşünce ve akîdesi ise, evvelki iki inhiraf arasında orta bir yol ve adâlettir.

Diğer itikadî meseleleri de aynı usûlle ele almak mümkündür. Meselâ, “İnsanın kudreti ve ihtiyârı yoktur.” demek bir cebir, “İnsan, kendinden meydana gelen bütün işlerin mûcit ve hâlıkıdır.” demek de, ifratkâr bir iradeciliktir. Şart-ı âdî kaydıyla, insan iradesini kabul etmek ve her şeyi Allah’ın yaratması esasıyla ele almak ise, bir adâlettir.

Amelî hususlarda da adâletin cereyanına şâhit oluruz. Evvelâ, mutlak olarak bütün işlerimizi dünya ve ukbâ, ruh ve ceset muvâzenesi içinde ele almak bir adâlettir. Buna rağmen cismanî yaşayış ve hayvanî hayat; âhirete ve kalbî hayata baktırmayacak şekilde ise, bu bir maddiyecilik ve ifrattır. Cismâniyeti nefy ve inkâr eden mistikçe bir spiritüalizm ise, bir tefrittir. Ve, bu iki şey arasındaki muvâzene ise istikamettir.

Bu hususlardan birini bir dinin mensupları temsil ediyorsa diğerini de diğer bir dinin tabileri temsil etmektedir. Meselâ, Yahudilik’te kasten adam öldürüldüğünde af tarafına gidilmeden behemehal kâtilin öldürülmesi gerekmektedir. (1) Hıristiyanlıkta ise mutlaka affedilmesi lâzımdır. (2) Bu hâliyle birinde ifrat, diğerinde de tefrit vardır. Adâlet ise, af yolu açık olmakla beraber kısasın yapılmasıdır. (3) Nazarî ve amelî bütün bir hayat içinde bu şekilde adâleti görmek ve göstermek mümkündür.

Günümüzde çok bahis mevzû edilen “sosyal adâlet” ise, adâlet anlayışının içtimâiye akseden bölümlerinden sadece biridir. Tasavvurda ve pratikte istikamete ermiş kimselerin adâletsizliği düşünülemeyeceği gibi, onlar arasında içtimâî adâletsizlikten söz etmek de, asla bahis mevzû olmayacaktır.

Belki sosyal adâletten ne anladığımızı merak edip soranlar da olacaktır. Ne var ki, sual-cevap mevzûu içine sıkıştıramayacağımız böyle bir hususu tahlilde, şimdilik fayda mülâhaza etmemekteyiz.





Diyalektik: Sözü iyi kullanıp gerçekleri çarpıtma
Feveran: Birden bire öfkelenme, köpürme
İfrat: Aşırılık, ileri gitme, bir konuda ölçüyü aşma
Materyalist: Maddeden başka varlık ve kuvvet tanımayan felsefî ekole bağlı olan
Melhuz: Umulan, beklenen, hatıra gelen, düşünülen, muhtemel olan
İlhad: İmandan ayrılma, sapıtma
Mistisizm: İlahi varlığı sezgi yoluyla kavrama ve ona bu şekilde ulaşma esasına dayanan görüş
Pozitivizm: Hakikatin, deneme ve gözlemle elde edilebileceği görüşünde olan felsefî akım
Serd edilmek: İleri sürülmek
Şart-ı âdî: Basit şart
Tefrit: İfratın zıddı, ortalamanın çok altında kalma Vehim: Kuruntu, zan



[1] Bkz: Eski Ahit, Çıkış, Bab: 21, Âyet: 13, 14; Levililer, Bab: 24, Âyet: 17-22
[2] Bkz: Yeni Ahit, Matta, Bab: 5, Âyet: 34-41; Luka, Bab: 6, Âyet: 27-36
[3] Bkz: Bakara sûresi, 2/178, 179; Mâide sûresi, 5/45; İsrâ sûresi, 17/33


Sızıntı, Ocak 1980, Cilt 1, Sayı 12
Fethullah Gülen

Emekdar Üye 22 Şubat 2008 21:11

Cvp: Adalet
 

Kuran'da Adalet ve Hoşgörü
ALLAH ADALETİ EMREDER

Gerçek adaleti Allah Kuran'da, insanlar arasında hiçbir ayrım yapmadan adaletle hükmetmek, insanların hakkını korumak, zulme asla rıza göstermemek, zalime karşı mazlumdan yana tavır almak, ihtiyaç içinde olanlara yardım eli uzatmak olarak emretmektedir. Bu adalet, bir karar vermek gerektiğinde her iki tarafın da hakkını korumayı, olayları çok yönlü değerlendirmeyi, ön yargısız düşünmeyi, tarafsızlığı, hakkaniyeti, dürüstlüğü, hoşgörüyü, merhameti ve şefkati gerektirir. Bunlardan birinin eksikliğinde, ya da birinin ağır basmasında gerçek adaleti uygulamak zorlaşır. Örneğin olayları itidalli değerlendiremeyen, heyecanına ve hislerine kapılan bir insan sağlıklı karar veremeyecek, bu duygularının etkisinde kalacaktır. Oysa adaletle hükmeden bir kişi tüm kişisel duygu ve düşüncelerini bir tarafa bırakmayı, kendisinden yardım talep eden iki tarafa da hakkaniyetli davranmayı, her şart ve durumda doğrulardan yana olmayı, dürüstlükten ve doğruluktan asla taviz vermemeyi Kuran ahlakı ölçüsünde kendine yol edinmelidir. Kişi, öyle bir ahlaka sahip olmalıdır ki, kendi çıkarlarından önce karşı tarafı düşünmeli, kendisine bir zarar gelecek olsa dahi, eğer hak karşı taraftan yanaysa, adil olabilmelidir.
"Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır." (Maide Suresi, 8) ayetinde de bildirildiği gibi, Allah insanın tüm yaptıklarını bilmektedir. Allah'tan korkup sakınan ve ahiret gününde hesaba çekileceğini bilen bir kişi Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için adaletle hükmeder. Bilir ki, Allah tüm yapıp ettikleriyle, söylediği her sözle ve aklından geçen her düşünceyle onu ahiret gününde sorguya çekecek ve bunlarla eksiksiz bir şekilde karşılık görecek…
İşte bu nedenle de, insanın Allah'ın rızasını kazanması, cehennem azabından kurtulması ve Allah'ın sonsuz nimetlerine kavuşabilmesi için yapması gereken şey, Kuran ahlakını eksiksiz bir şekilde yaşamaktır. Bunun için her insanın, bu ahlaka ulaşmak için bireysel olarak çaba sarf etmesi, tüm bencil isteklerini ve kişisel menfaatlerini bir yana bırakıp, adaleti, merhameti, hoşgörüyü, şefkati ve barışı kendine yol edinmesi gerekir. Allah Kuran'da gerçek adaleti ayrıntılı olarak tarif etmekte, her türlü anlaşmazlığın adaleti ayakta tutmakla çözüleceğini bildirmektedir. Adil yöneticilerden ve adil insanlardan oluşan bir toplumda her türlü anlaşmazlığın kolaylıkla çözüleceği açıktır. Kuran'da adaletin eksiksiz olarak tarifi yapılmış, iman edenlere karşılaşacakları olaylar karşısındaki tutumları ve adaletin nasıl uygulanacağı bildirilmiştir. Bu iman edenler için çok büyük bir kolaylık ve Allah'tan bir rahmettir. Bu nedenle de iman edenler hem Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak, hem de huzurlu, güvenli ve barış içinde bir hayat yaşayabilmek için insanlar arasında eksiksiz bir şekilde adaleti uygulamakla sorumludur.

Emekdar Üye 22 Şubat 2008 21:12

Cvp: Adalet
 

Adalet, dil, ırk, etnik köken gözetilmeden, tüm insanlar arasında eşit olarak uygulanmalıdır


Dünya üzerinde gelişen olayları incelediğimizde adaletin yer, zaman ve kişilere göre farklı şekilde uygulanabildiğine şahit oluruz.

Örneğin bazı toplumlarda kişilerin tenlerinin rengi adaleti uygulayan kişilerin kararına etki eder. Beyaz ten rengi olan bir kişiyle siyah ten rengi olan kişiye aynı durumlarda, aynı kararla hükmedilmez. Bazı toplumlarda ırk çok büyük bir önem taşımaktadır. Geçtiğimiz yüzyılda Hitler'in Ari ırkı diğer ırklardan üstün görüp, milyonlarca insanı sırf ırkları nedeniyle yok etmek istemesi bunun bir örneğidir. Günümüzde de ırkları, tenlerinin rengi nedeniyle zalimce ve adaletsiz muamelelerle karşılaşan insanlar vardır. ABD'de ve Güney Afrika'da yıllarca siyah ırka ikinci sınıf insan muamelesi yapılmış, çok sayıda Asya ve Afrika ülkesinde sırf ırk farklılıkları yüzünden çok şiddetli tartışmalar yaşanmıştır.

Oysa Kuran ayetlerinde farklı halkların ve kabilelerin yaratılmasının hikmetlerinden biri, insanların "birbirleriyle tanışmaları" olarak bildirilir. Hepsi de Allah'ın kulu olan farklı milletler veya kabileler, birbirleriyle tanışmalı, yani birbirlerinin farklı kültürlerini, dillerini, örflerini, yeteneklerini öğrenmelidir.

Farklı ırk ve milletlerin bulunmasının bir amacı, çatışma ve savaş değil, kültürel bir zenginliktir. Bu çeşitlilik Allah'ın yaratışındaki bir güzelliktir. Bir insanın daha uzun boylu, birinin kısa boylu olması, bir kişinin teninin beyaz diğerinin sarı renk olması bu kişiye herhangi bir üstünlük getirmediği gibi, bir eksiklik olarak da nitelendirilemez. Bunların her biri Allah'ın takdir etmesiyle ve çok büyük hikmetlerle yaratılmıştır. Ancak bu farklılıkların Allah Katında hiçbir önemi yoktur. İman eden bir insan tek üstünlüğün takva ile, yani Allah korkusu ve Allah'a imandaki üstünlükle olduğunu çok iyi bilir. Allah, Hucurat Suresi'nde bu gerçeği şu şekilde bildirir:

Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (k erim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır. (Hucurat Suresi, 13)

Ayette de bildirildiği gibi Allah'ın emrettiği adalet anlayışı hiçbir ayrım yapmadan her insana eşit, hoşgörülü ve barış içinde bir tavrı gerektirir.

Peygamberimiz Hz. Muhammed de yaşadığı dönem boyunca farklı ırktan halklara karşı büyük bir adaletle davranmıştır. İnsanların ırkları nedeniyle farklı muamele görmesini her zaman şiddetle eleştirmiş, böyle bir ahlakı "cahiliye ahlakı" olarak tanımlamıştır.

Peygamberimiz (sav), kavmine, cahiliye toplumunda insanların sadece renkleri ya da ırkları farklı olduğu için birbirlerine karşı düşmanca duygular besleyebildiklerini hatırlatmış ve Müslümanları Kuran'da çirkin gösterilen bu davranıştan sakınmaya davet etmiştir. Bundan 1400 yıl önce Peygamberimiz Hz. Muhammed aracılığıyla insanlara bir rahmet olarak gönderilen Kuran'da, tüm bu ilkel mantıklar ortadan kaldırılmış, tüm insanların, rengi, ırkı, dili ne olursa olsun eşit olduğu bildirilmiştir. Peygamberimiz (sav) cahiliye inancında var olan, insanları ırka ve renge göre değerlendirme anlayışının basitliği üzerinde durmuş ve Veda Hutbesinde Arap kavmine hitaben şöyle söylemiştir:

"Soylarla övünülmez. Araplar, Arap olduklarından Acemlerden; Acemler de, Acem olduklarından Araplardan üstün sayılamazlar. Çünkü Allah Katında en yüce olanınız, ona karşı gelmekten en fazla kaçınanınız (en takvalınız)dır."

Peygamberimiz (sav) bu sözleriyle insanlara bir kez daha Hucurat Suresi, 13. ayette bildirilen, insanlar arasındaki üstünlüğün sadece takvaya göre olabileceği gerçeğini hatırlatmıştır. İslam, Peygamber Efendimizin de bildirdiği gibi bu ilkel bakış açılarını tamamen ortadan kaldırmaktadır. Islam ahlakının yaşandığı bir ortamda, bir insan ne Yahudi, ne zenci, ne de Kızılderili olduğu için suçlanamaz, farklı bir muameleye maruz kalamaz, mağdur edilemez. Bu, Allah'ın takdiridir ve Allah her insanı en güzel şekliyle yaratmış, en güzel sureti vermiştir. İnsanlara düşen her zaman ve herkese karşı adil, saygılı, hoşgörülü, merhametli, barışçıl ve sevgi dolu olmaktır.

Bunun yanı sıra kişinin fakir ya da zengin olması da müminin adaletle hükmetmesini engellemez, kararlarını etkilemez. Bir insanın sadece maddi güç sahibi olduğu için diğer insanlara haksızlık yapması, zulmetmesi ve bundan da hiçbir karşılık görmeden kurtulması çok büyük bir haksızlıktır. Oysa günümüzde bazı dünya devletlerine baktığımızda, zenginleri kollayan, fakirlere ise ikinci sınıf insan muamelesi yapan bir anlayışın hakim olduğu görülmektedir. Buna göre bazı zenginler adaletten daha fazla faydalanmakta, fakirlerden üstün tutulmayı kendilerinde bir hak gibi görmektedirler. Dahası, adalet mekanizmalarını kendi menfaatleri için yönlendirmeye çalışmaktadırlar. Bu anlayış dinin yaşanmadığı toplumlarda çok büyük adaletsizliklere neden olmakta, insanların bir bölümü çok büyük bir sefaletle mücadele ederken, diğerleri zenginliklerinin verdiği ayrıcalıkları kullanmaktadır.

Ancak tüm bu olumsuzluklara rağmen adaletin hakim olması, insanlar arasında toplumsal barışın sağlandığı bir hayatın hakim kılınması mümkündür. Bu, Kuran ahlakının hakim kılınmasıyla ve insanların Kuran ahlakından taviz vermemeleriyle olabilir. Çünkü Allah bir ayetinde şu şekilde emreder:

… Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın… (Nisa Suresi, 135)

Allah'ın bu emri uyarınca Allah'tan korkan mümin, karşısındaki kişi fakir de olsa zengin de olsa, her ne şart olursa olsun, mutlaka adaletle hükmeder, o kişinin maddi durumu nedeniyle farklı bir tutum içine girmez. Çünkü zenginlik ya da fakirliğin Allah'ın insanları denemek için yarattığı geçici dünya şartları olduğunu bilir.

İnsan öldüğü zaman dünyadaki malının ve mülkünün hiçbir değeri kalmayacak, sadece takvasıyla karşılık bulacaktır. Allah'ın hoşnut olacağını bildirdiği tavır ise hakkaniyettir, adalettir, dürüstlük ve doğruluktur. Bu güzel ahlakın karşılığı ise sonsuz ahiret mükafatlarıdır.

Emekdar Üye 22 Şubat 2008 21:12

Cvp: Adalet
 

Allah yetimler konusunda kesin bir adaleti emretmiştir


Kuran'da adaletin ayakta tutulması konusunda verilen örneklerden biri de yetimlerin malları konusundadır. Ayetlerde yetimlerin mallarını, onlar bu malları kontrol edebilecek yaşa gelene kadar, en adil şekilde kullanmak emredilmiştir. En'am Suresi'nde şu şekilde buyurulur:

"Yetimin malına, o erginlik çağına erişinceye kadar -o en güzel (şeklin) dışında- yaklaşmayın. Ölçüyü ve tartıyı doğru olarak yapın…(En'am Suresi, 152)

Allah başka ayetlerinde de, yetimler erginlik çağına ulaşmadan onların mallarını çarçabuk tüketmeye çalışmamayı hatırlatmakta, insanları tamamen adil bir tutumla hareket etmeye çağırmaktadır. Bu konudaki ayetlerden bazıları şöyledir:

Yetimlere mallarını verin ve murdar olanla temiz olanı değiştirmeyin. Onların mallarını mallarınıza katarak yemeyin. Çünkü bu, büyük bir suçtur. (Nisa Suresi, 2)

Yetimleri, nikaha erişecekleri çağa kadar deneyin; şayet kendilerinde bir (rüşd) olgunlaşma gördünüz mü, hemen onlara mallarını verin. Büyüyecekler diye israf ile çarçabuk yemeyin.

Zengin olan iffetli olmaya çalışsın, yoksul olan da artık maruf (ihtiyaca ve örfe uygun) bir şekilde yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman, onlara karşı şahid bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter. (Nisa Suresi, 6)

Erginlik çağına erişinceye kadar, -o da en güzel bir tarz olması- dışında yetimin malına yaklaşmayın. Ahde vefa gösterin. Çünkü ahid bir sorumluluktur. (İsra Suresi, 34)

Ayetlerde bildirilen ahlakın aksi yönünde hareket ederek yetimlerin mallarını zulümle tüketenler ve adaletsizce harcayanlar sonsuz azapla uyarılmışlardır. Allah "Gerçekten, yetimlerin mallarını zulmederek yiyenler, karınlarına ancak ateş doldurmuş olurlar.

Onlar, çılgın bir ateşe gireceklerdir." (Nisa Suresi, 10) ayeti ile insanları adaletsiz davranmaktan menetmiştir. Bu örnekte de görüldüğü gibi Kuran'da tarif edilen adalet insanın tüm hayatını kapsayan bir adalettir. İnsanın adaleti uygulama konusunda gösterdiği titizlik ise, o kişinin ebedi hayatında cennet veya cehenneme gitmesine etki etmektedir.

Emekdar Üye 22 Şubat 2008 21:13

Cvp: Adalet
 

Verilecek karar kendi yakınları ile ilgili olsa dahi, mümin adaletle hükmetmekle sorumludur


Adaletin tarifi yapıldığı zaman belki içinizden adaletli davranmanın çok kolay olduğunu, tüm kararlarınızda her zaman adil davrandığınızı geçirmiş olabilirsiniz. Ancak vereceğiniz adil bir kararın neticesinde bir yakınınız, anneniz, babanız ya da bir akrabanız fiziki ya da manevi bir sıkıntıya girecek olsa, acaba bu kararı kolaylıkla verebilir misiniz? Sevdiğiniz, fakat doğru yoldan sapmış bir kişi hakkında karar verirken de tarafsız, dürüst ve hakkaniyetli olabilir misiniz?

Bu soru karşısında birçok insan duraklar. Gerçekten de böyle bir durumda adil olmak bazı kişilere zor gelebilir. Sevdiği bir kişiye, başka birine olduğundan daha toleranslı davranabilir, bir an olsun bazı gerçekleri görmezden gelebilir. Ancak asıl önemli olan insanın her şart ve durumda adaletten hiçbir şekilde taviz vermemesi,

Allah'ın "Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun..." (Nisa Suresi, 135) ayetine titizlikle uymasıdır. İnsanlarda güven duygusu oluşturacak olan da karşılarındaki kişinin her şart altında doğrulardan yana tavır alacağını bilmektir. Sadece kan veya dostluk bağı olduğu için yakınların korunup-gözetilmesinin, adalet bekleyen kişilerde huzursuzluk oluşturacağı ve güvensiz bir ortam meydana getireceği kesindir. Özellikle de yönetici konumundaki kişilerden bu yönde bir tavır görmek toplumda çok büyük bir tahribat meydana getirir.

Ancak Kuran'ın hükümlerine göre hareket eden bir kişi Allah'ın "… Söylediğiniz zaman -yakınınız dahi olsa- adil olun. Allah'ın ahdine vefa gösterin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz." (Enam Suresi, 152) şeklinde bildirdiği tavsiyelerine uyar. Bu tavır onun Allah'a olan güçlü imanının ve güzel ahlakının bir göstergesidir.

Kuran'da bu konuda Hz. Musa'nın hayatından bir örnek haber verilmektedir. Kasas Suresi'nde şu şekilde bildirilir:
(Musa) Halkının haberi olmadığı bir zamanda şehre girdi, orda kavga etmekte olan iki adam buldu; bu kendi taraftarlarından, şu da düşmanlarından. Derken taraftarlarından olan, düşmanlarından olana karşı ondan yardım istedi. Bunun üzerine ona bir yumruk attı ve işini bitiriverdi. (Sonra da "Bu şeytanın işindendir; o, gerçekten açıkca saptırıcı bir düşmandır" dedi. (Kasas Suresi, 15)

Bu olayda Hz. Musa kendi taraftarlarından birisinin kavgasına şahit olur. Musa Peygamber yakınlarından olan bu kişinin yanında yer alır ve onunla birlikte diğer kişiye karşı çıkar. Bu tartışma esnasında karşı taraftaki kişiye yumruk atar ve onu istemeden öldürür. Ancak daha sonra çok büyük bir hata yaptığının farkına varır. Bu, iman eden bir kişinin adalet anlayışını tarif etmesi bakımından çok önemli bir örnektir. Çünkü kimin haklı kimin haksız olduğunu araştırmadan, sadece kendi yakını, akrabası ya da dostu olduğu için bir kişiyi desteklemek Allah'ın beğenmediği bir ahlaktır. Nitekim kutlu bir peygamber olan Hz. Musa da bu gerçeği hemen anlamış, yaptığı hareketi "şeytanın işi" olarak nitelendirmiştir.

Hz. Musa'nın "şeytanın işi" olarak tarif ettiği "hizipçilik duygusu", tarih boyunca dökülen kanların en büyük sorumlusudur. İnsanların adalet ve hakka göre değil, her ne surette olursa olsun kendi ailesini, aşiretini, kavmini, yandaşlarını veya ırkını haklı çıkarmaya yönelik saplantıları, sayısız çatışma ve savaşın çıkış noktası olmuştur.
Bu kışkırtmaya karşı müminin göstermesi gereken tavır da yine Hz. Musa'nın hayatı örnek verilerek Kuran'da bildirilmektedir. Hz. Musa, şeytan insana vermeye çalıştığı bu kötü duygunun bir zulüm olduğunu vicdanıyla hemen anlamış, şeytanın kışkırtmasıyla işlediği hatadan dolayı tevbe edip, Allah'a sığınmıştır. Kıssanın devamında

Hz. Musa'nın bu örnek ve vicdanlı tavrı şöyle anlatılır:
Dedi ki: "Rabbim, gerçekten, ben kendi nefsime zulmettim, artık beni bağışla." Böylece (Allah) onu bağışladı. Şüphesiz. O, bağışlayandır, esirgeyendir. Dedi ki: "Rabbim, bana verdiğin nimetler adına, artık suçlu günahkarlara destekçi olmayacağım." (Kasas Suresi, 16-17)

Emekdar Üye 22 Şubat 2008 21:14

Cvp: Adalet
 

Bir topluluğa karşı duyulan kin müminleri adaletten alıkoymaz


Bir insanın adil karar vermesini, sağduyulu düşünmesini ve akılcı davranmasını engelleyebilecek etkenlerden biri karşısındaki kişiye ya da topluluğa olan kızgınlığı, kinidir. Aslında bu, günümüz cahiliye toplumlarında oldukça yaygın bir bakış açısıdır. Bazı insanlar düşmanca duygular besledikleri kişilere karşı her türlü adaletsizliği, ahlaksızlığı kolaylıkla yapabilirler. Bu kişinin üzerine işlemediği suçları atar, masum olduğunu bilseler dahi bu kişi aleyhinde şahitlik yapabilirler. Sadece bu gibi düşmanca tutumlardan dolayı suçsuz yere birçok insan çok büyük mağduriyetler yaşayabilmektedir. Bazı kişiler doğruyu bilmelerine rağmen kendilerine düşman gördükleri kişilerin lehinde şahitlik yapmaz, ellerinde bu kişinin suçsuzluğunu kanıtlayacak delil olsa bile ortaya çıkarmazlar. Hatta bu kişinin başına büyük bir bela gelmesi, haksızlıklarla karşılaşması ya da zulüm görmesi söz konusu kişilerde büyük bir sevinç uyandırır. En büyük tedirginlikleri ise adaletin üstün gelmesi ve bu kişinin suçsuzluğunun ortaya çıkmasıdır.

İşte bu nedenle de cahiliye toplumunda insanların birbirlerine güvenmeleri çok zordur. Herkes bir an sonra karşısındaki kişiden kötülük göreceği endişesiyle yaşar. Birbirlerine karşı güvenlerini kaybetmelerinin sonucunda ise yardımlaşma, hoşgörü, şefkat, merhamet, kardeşlik gibi insani özelliklerini zamanla yitirir, birbirlerinden nefret eder hale gelirler.

Oysa iman eden bir kişinin bir topluluğa ya da kişiye karşı hissettiği duygular, onun aldığı kararlarda kesinlikle etkili olmaz. Karşısındaki kişi ne kadar kötü ahlaklı olursa olsun, ne kadar düşmanca bir tutum içinde olursa olsun, iman eden kişi bir karar vermesi gerektiğinde tüm bu duygularını bir kenara bırakıp, adaletle davranır, adaletle karar verir, adaleti tavsiye eder. O kişiye karşı hissettikleri aklının ve vicdanının önüne geçemez.
Vicdanı ona her zaman Allah'ın emir ve tavsiyelerine uymayı, güzel ahlaktan asla taviz vermemeyi söylemektedir. Çünkü bu, Allah'ın iman edenlere Kuran'da bildirdiği bir emridir. Maide Suresi'nde şu şekilde bildirilir:

Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır. (Maide Suresi, 8)

Ayette de bildirildiği gibi adil bir tavır sergilemek takvaya en yakın olandır. İman eden bir kişi, ancak adaletle davrandığı zaman Allah Katında bir hoşnutluk kazanacağını bilir. Güzel ahlakına şahit olan her insan bu kişiye güvenir, yanında rahat eder, her türlü sorumluluğu ve görevi gönül rahatlığı ile kendisine verebilir. Böyle kişiler, düşmanları tarafından dahi saygı ile karşılanır. Hatta onların bu tavrı, inkar eden birçok insana örnek olarak iman etmelerine vesile olabilir. Nitekim bu konuda bizim için en güzel örnek Hz. Muhammed (sav)'dir. Peygamberimiz (sav)'in, hiçbir ayrım yapmadan, hoşgörü ve merhameti herkese göstermiş olması, o dönemde yaşayan Hıristiyan, Yahudi, dinsiz, müşrik her kesimden insanın kalbinin İslam'a ısınmasına vesile olmuştur.

Günümüzde yaşayan müminler için de kuşkusuz en güzel örnek Peygamber Efendimizin Kuran'da da bildirilen uygulamalarıdır.

Günümüzde de aynı Asr-ı Saadet döneminde olduğu gibi, Hıristiyan, Yahudi, Budist, Hindu, ateist, dinsiz, müşrik, putperest gibi çok farklı inançlara sahip insan toplulukları birarada yaşamaktadır. Bir Müslüman karşısındaki insanın inancı ne olursa olsun hoşgörülü olmakla, affetmekle, adil ve insancıl davranmakla yükümlüdür. Çünkü her insanın ileride iman etme, Müslüman olma, Allah'a teslim olma ihtimali vardır. İman eden bir kişinin bu gerçeği aklından hiç çıkarmaması gerekir. İman edenlere yükletilen sorumluluk Allah'ın dinine güzellikle, barışla ve hoşgörüyle davet etmektir. Bu doğruları uygulayıp uygulamama, iman edip etmeme kararı karşı tarafa aittir. Bir kişiyi iman etmeye zorlamak, bazı şeyleri zorla kabul ettirmeye çalışmak Kuran ahlakına aykırı bir tavırdır. Allah bunu Kuran'da şöyle bildirmiştir;

"Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir." (Bakara Suresi, 256)

Emekdar Üye 22 Şubat 2008 21:15

Cvp: Adalet
 

RESULLER ADALETİ GETİRMİŞTİR


Kitabın ilk bölümünde tarif ettiğimiz adaletin hakim olduğu ortam, insanların büyük bir bölümüne göre sadece kitaplarda tarifi yapılan, insanların hayallerini süsleyen bir ütopyadır. Bu düşünceye göre gerçek adaletin hakim olduğu bir toplumun var olması asla mümkün değildir. Oysa insanlık tarihi boyunca Kuran'da emredilen adaletin hüküm sürdüğü, insanlar arasında gerçek huzur, hoşgörü ve güvenin yaşandığı dönemler olmuştur.

Allah'ın insanlara uyarıcı olarak gönderdiği elçilerin yaşadığı toplumlarda çok büyük bir hoşgörü, barış ve adalet hüküm sürmüştür. Allah'ın "Her ümmetin bir resulü vardır. Onlara resulleri geldiği zaman, aralarında adaletle hüküm verilir ve onlar zulme uğratılmazlar." (Yunus Suresi, 47) şeklinde bildirdiği gibi bu dönemlerde hiç kimseye zulmedilmemiş, insanlar arasında adalet hakim olmuştur.

Allah tüm elçilerine insanlar arasında adaletle hükmetmelerini emretmiştir. Hz. İsa'ya, Hz. Musa'ya, Hz. Davud'a indirilen kitaplarda, aynı Hz. Muhammed (sav)'e indirilen Kuran'da olduğu gibi, insanlar güzel ahlaka, hoşgörüye, barışa ve güvene davet edilmişlerdir. Allah "Andolsun, Biz elçilerimizi apaçık belgelerle gönderdik ve insanlar adaleti ayakta tutsunlar diye, onlarla birlikte kitabı ve mizanı indirdik." (Hadid Suresi, 25) ayetiyle elçilerin gönderiliş sebeplerinden birinin "adaleti ayakta tutmak" olduğunu bildirmektedir.

Kuran'da insanlar arasında adaletle hüküm vermesiyle örnek gösterilen peygamberlerden biri Hz. Davud'dur. Hz. Davud'a aralarında anlaşmazlık olan iki davacı gelmiş ve ondan aralarında hak ile hükmetmesini istemişlerdir:

Sana o davacıların haberi geldi mi? Hani mihraba (Davud'un bulunduğu yere girmek için) yüksek duvardan tırmanmışlardı. Davud'a girdiklerinde, o, onlardan ürkmüştü; dediler ki: "Korkma, iki davacıyız, birimiz diğerimize haksızlıkta bulundu. Şimdi sen aramızda hak ile hükmet, kararında zulme sapma ve bizi doğru yolun ortasına yöneltip-ilet. Bu benim kardeşimdir, doksan dokuz koyunu vardır, benimse bir tek koyunum var. Buna rağmen "Onu da benim payıma (koyunlarıma) kat" dedi ve bana, konuşmada üstün geldi." (Sad Suresi, 21-23)

Ayette de bildirildiği gibi iki davacı Allah'ın elçisinden aralarında hükmederken zulme sapmamasını ve onları doğru olan yola iletmesini istemişlerdir. Onun adaletle karar vereceğine güvenmiş ve kararına teslim olmuşlardır. Hz. Davud'un cevabı şu şekildedir:
(Davud) Dedi ki: "Andolsun senin koyununu, kendi koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiştir. Doğrusu, (emek ve mali güçlerini) birleştirip katan (ortak)lardan çoğu, birbirlerine karşı tecavüz ederler; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. Onlar da ne kadar azdır."…(Sad Suresi, 24)

Hz. Davud'un bu kararı iman edenler için çok güzel bir örnek teşkil etmektedir. Çünkü Davud Peygamber güçlü olandan değil, haktan ve doğrudan yana olmuş, adaletle hüküm vermiştir. Allah aynı surenin 25. ayetinde Hz. Davud'un güzel ahlakını "Şüphesiz onun Bizim Katımızda gerçekten bir yakınlığı ve varılacak güzel bir yeri vardır" şeklinde övmüş, güzel bir yer ile müjdelemiştir. 26. ayette ise Allah Hz. Davud'a, "Biz seni yeryüzünde bir halife kıldık.

Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet, istek ve tutkulara (hevaya) uyma; sonra seni Allah'ın yolundan saptırır. Şüphesiz Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarından dolayı şiddetli bir azab vardır" hükmüyle adaletin önemi bildirilmektedir.
Medyen toplumuna gönderilen Hz. Şuayb'ın kavmi de ticaret hayatında adaletsiz davranan bir kavimdi. Ölçü ve tartıyı tam tutmuyor, eşyaların değerini eksiltiyor, insanları aldatıyorlardı. Hz. Şuayb, kavmini bu adaletsiz tutumları nedeniyle uyarmış, onları adalete davet etmiştir. Ayetlerde şu şekilde bildirilir:

Medyen (toplumuna da) kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik. Şuayb onlara Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge (mucize) gelmiştir. Ölçüyü ve tartıyı tam tutun, insanların (hakları olan mallarını) eşyasını değerinden düşürüp-eksiltmeyin ve düzene (ıslaha) konulmasından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın. Bu sizin için daha hayırlıdır, eğer inanıyorsanız." (Araf Suresi, 85)

Bir başka ayette ise Hz. Şuayb kavmine Allah rızası için yapılan helal kazancın onlar için daha hayırlı olduğunu hatırlatmış, adaleti gözetmelerini söylemiştir:
"Ey kavmim, ölçüyü ve tartıyı -adaleti gözeterek- tam tutun ve insanların eşyasını değerden düşürüp- eksiltmeyin ve yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın. Eğer müminseniz, Allah'ın bıraktığı (helal işlerden olan kazanç) sizin için daha hayırlıdır. Ben, sizin üzerinizde bir gözetleyici değilim." (Hud Suresi, 85-86)
Kuran'da Hz. Musa'nın, Hz. İsa'nın, Hz. Yusuf'un ve diğer peygamberlerin adil tutumları ile ilgili pek çok örnek verilmiş, onların gönderildikleri kavimleri güzel ahlaka davetleri ayrıntılı olarak bildirilmiştir.

Peygamberimiz Hz. Muhammed de tüm hayatı boyunca, Kuran'da bildirilen "Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun…" (Nisa Suresi, 135) emri uyarınca gönderildiği kavminde adaleti eksiksizce uygulamıştır. Onun adaleti uygulama konusundaki olağanüstü titizliği ve güzel ahlakı insanların ona olan güvenlerinin kat kat artmasına ve Allah'ın dinine bağlanmalarına vesile olmuştur. Hatta Kuran'ın indirildiği ilk yıllarda birçok önde gelen inkarcı, Peygamber Efendimizin güzel ahlakı ve adil kararları karşısında ona tüm kalpleriyle teslim olarak İslam'a girmişlerdir.

Peygamberimiz (sav)'in hayatında bu yönde pek çok olay yaşanmış, bu olayların büyük bir bölümü de gerek Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde, gerekse İslam tarihinde yer alarak bize ulaşmıştır. Peygamber Efendimiz bu adil, hoşgörülü, merhametli, şefkatli tavrı ile her dönemde kendisini izleyen Müslümanlar için çok güzel bir örnektir. Onun her tavrında, her sözünde, her uygulamasında iman edenler için hikmetler bulunmaktadır. Allah Peygamberimiz (sav)'in üstün ahlakını ve Müslümanlara olan düşkünlüğünü bir ayetinde şöyle bildirmiştir:
Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O'nun gücüne giden, size pek düşkün, mü'minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir. (Tevbe Suresi, 128)

Emekdar Üye 22 Şubat 2008 21:16

Cvp: Adalet
 

Hz. Muhammed (sav)'in tüm insanlığa örnek hayatı


Allah, insanlara bir uyarıcı ve korkutucu olarak gönderdiği elçilerine, önceki sayfalarda belirttiğimiz gibi, insanlar arasında adaleti sağlamalarını emretmiştir. Son peygamber olan Hz. Muhammed (sav) de kendisine vahyin geldiği yer olan Mekke'de İslam dinini adil bir tutumla yaymaya başlamıştır.

O dönemde Arabistan'da, özellikle de Mekke'nin toplumsal düzeninde, birçok sorunlar vardı. "Cahiliye dönemi" olarak adlandırılan İslamiyetten önceki bu zamanda, ırklar ve dinler arasında çok şiddetli bir ayrım ve bu ayrımdan kaynaklanan huzursuzluklar, farklı dinlere mensup kavimler arasında hoşgörüsüz bir ortam, aşiret kavgaları, adaletsiz bir ekonomik düzen, yağmalamalar, zengin ve fakirler arasında çok büyük uçurumlar ve daha pek çok adaletsiz uygulamalar mevcuttu. Adalet sağlanamıyor, zayıf olanlar gücü ve parası olanlar tarafından olabildiğince eziliyor, insanlara ırkları, dinleri ve dilleri yüzünden zulmediliyordu. İnsanlar karın tokluğuna çok ağır şartlar altında çalıştırılıyor, adeta eziyet görüyorlardı.

Ticaret hayatında da faiz sisteminin getirdiği ağır yük altında gücü az olan yok oluyor, zengin olan ise aşırı bir tüketime yöneliyordu. Hatta bu ahlaksızlıklardan bazıları gelenekselleşmişti. Örneğin ticaret kervanlarına baskın yaparak yolcuları yağmalayan cahiliye devri Arapları, elde ettikleri ganimetleri ucuz fiyata piyasaya sürerek fiyatları etkilerlerdi. Bazen de ellerindeki malları özellikle saklayarak karaborsa piyasası oluştururlardı.

Kuran'da Hz. Muhammed (sav) öncesinde toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan Bedevi toplumu ile ilgili pek çok bilgi verilmiştir. Allah, Kuran'da Arabistan'daki bu cahil halkın ne derece söz anlamaz olduğunu, "Bedeviler inkar ve nifak bakımından daha şiddetlidir. Allah'ın elçisine indirdiği sınırları bilmemeye de onlar daha 'yatkın ve elverişlidir.' Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Tevbe Suresi, 97) ayetiyle bildirmiştir.

Peygamberimiz Hz. Muhammed işte böylesine cahil ve söz anlamaz bir kavme doğruları anlatmak ve onları güzel ahlaka davet etmek için gönderilmiştir. Ancak karşısına çıkan hiçbir zorluk Allah'ın elçisini yıldırmamış, o, "inkar ve nifak bakımından şiddetli" olan bu kavme Allah'ın dinini tebiğ etmiş, tüm hayatıyla onlara çok güzel bir örnek olmuştur. Aşağıdaki ayette emredildiği gibi, kavmini daima adaletli olmaya davet etmiştir:
De ki: "Rabbim adaletle davranmayı emretti…" (Araf Suresi, 29)
Hz. Muhammed (sav)'in tebliği ve güzel ahlakı tüm Arap yarımadasında çok büyük bir etki uyandırmış ve onun döneminde insanlar akın akın İslamı kabul etmişlerdir. Kuran'da bildirilen adil hükümler, güzel ahlak, hoşgörü ve barış, sosyal hayata bir düzen ve huzur getirmiştir. Bunun en önemli sebeplerinden biri de Hz. Muhammed (sav)'in, "...insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor" (Nisa Suresi, 58) ayeti gereği, insanlar arasında hiçbir ayrım yapmaksızın adaleti korumasıdır.

Bunun bir örneği Peygamber Efendimizin Kitap Ehlinden Necran Halkı ile yaptığı bir sözleşmedir. İlerleyen sayfalarda daha detaylı olarak inceleyeceğimiz bu metin Hz. Muhammed (sav)'in o dönemde benzerine rastlanmayan bir adalet anlayışını insanlar arasında uyguladığını göstermektedir. Peygamberimiz Hz. Muhammed'in "Adalet isteyen bulacaktır, ne zalim ne de mazlum olacaktır..."1 şeklindeki sözü, insanlar arasında nasıl bir adalet uyguladığının da ifadesidir. İşte bu benzersiz yönetiminden dolayı Allah'ın elçisine karşı o dönemde çok güçlü bir güven oluşmuş, hatta en şiddetli düşmanları dahi, onun dürüstlüğünü kabul etmekten kendilerini alamamışlardır.

Peygamberimiz (sav)'in Allah'ın emirlerini eksiksizce uygulaması sonucunda ortaya çıkan bu güzel ahlak örnekleri, elçilerin sosyal hayata getirdikleri hoşgörülü, barışçı, huzurlu düzeni de tarif etmektedir. Kuran ahlakının eksiksizce yaşandığı bir ortamda ise aynı yukarıdaki örnekte gördüğümüz gibi kardeşçe ve huzur içerisinde bir yaşam sağlanacağı açıktır.

Emekdar Üye 22 Şubat 2008 21:16

Cvp: Adalet
 

Hz. Muhammed (sav) her türlü ırkçılığa karşı çıkmıştır
Bu bölümün başından itibaren vurguladığımız gibi, Hz. Muhammed (sav) yaşadığı dönemde tüm insanlar arasında adaleti ayakta tutmuş, cahiliye inancında var olan dil, ırk, sosyal statü, etnik farklılık gibi kavramlardan doğan üstünlük inancını reddetmiştir. Çünkü insanlar arasında bu özelliklere göre bir ayrım yapmak Kuran ahlakında şiddetle yerilmektedir. Günümüzde kullanılan tanımıyla "ırkçılık" Kuran'da yasaklanan, ancak cahiliyede yaygın bir şekilde destek gören bir fikirdir. Kitabın ilk bölümünde de tarif ettiğimiz gibi insanların farklı ırklarda yaratılmalarının hikmetlerinden biri "birbirleri ile tanışmaları"dır. Tüm insanlar Allah Katında eşittir ve tek üstünlük Allah'a imandan ve takvadan kaynaklanmaktadır.
Peygamberimiz (sav) de ırkçılığın çok yaygın olduğu kavmine insanlar arasındaki etnik farklılıkların hiçbir öneminin olmadığını, herkesin Allah Katında eşit olduğunu, önemli olanın Allah'a samimi kalple iman etmek olduğunu bildirmiştir. Peygamberimiz Hz. Muhammed, kavmini Allah'a iman etmeye davet ederken, insanlar arasında hiçbir ayrım yapmamalarını emretmiş ve şöyle demiştir:
"Ey insanlar dikkat ediniz! Rabbiniz tektir. Arabın, Arab olmayana, Arab olmayanın Arab'a, siyahın kırmızıya, kırmızının siyaha, takvadan öte, hiçbir üstünlüğü yoktur. Şüphesiz Allah Teala Katında en üstününüz, Allah Teala'dan en çok korkanınızdır." 2
Peygamberimiz (sav), Allah'ın insanları yoktan var ettiğini, herkesin eşit olarak yaratıldığını ve herkesin Allah Katında yapayalnız, yalın bir şekilde hesaba çekileceğini, bu nedenle kişilerin soylarına bakarak bir üstünlük arayışı içerisinde olmalarının çok büyük bir yanlış olduğunu da açıklamıştır.
Ebu Hureyre (R.A)'dan, Resullullah (sav) şöyle buyurdu:
"Ey insanlar! Hepiniz Adem'in çocuklarısınız. Adem'se topraktan yaratılmıştır. İnsanlar muhakkak ve muhakkak ırklarıyla övünmeyi bırakmalılar."3
Bir başka hadisinde ise Hz. Muhammed (sav), insanlar arasında takva dışında bir üstünlük olamayacağını şöyle ifade eder:
"Sizin şu soyunuz-sopunuz kimseye üstünlük ve kibir taslamaya vesile olacak şey değildir. (Ey insanlar)! Hepiniz Adem'in çocuklarısınız. Hepiniz bir ölçek içindeki birbirine müsavi buğday taneleri gibisiniz… Halbuki, hiç kimsenin kimseye din ve takva müstesna üstünlüğü yoktur. Kişiye kötü olması için; başkalarını yermesi, küçük görmesi, cimri, kötü huylu, had ve hududu aşmış olması yeter."4
Peygamber Efendimiz tüm hayatı boyunca insanlara kendi cahil ve sapkın inançlarını bir yana bırakıp, Kuran'da emredilen bakış açısıyla yaşamalarını öğütlemiştir. Kuran'da ise ırkçı bir tutum "soy koruyuculuğu" olarak isimlendirilmiş, ve insanların bu konudaki hırslı tutumları eleştirilmiştir. Bu konudaki bir ayet şöyledir:
Hani o inkar edenler, kendi kalplerinde, 'öfkeli soy koruyuculuğu'nu (hamiyeti), cahiliyenin 'öfkeli soy koruyuculuğunu' kılıp-kışkırttıkları zaman, hemen Allah; elçisinin ve mü'minlerin üzerine '(kalbi teskin eden) güven ve yatışma duygusunu' indirdi ve onları "takva sözü" üzerinde 'kararlılıkla ayakta tuttu." Zaten onlar da, buna layık ve ehil idiler. Allah, herşeyi hakkıyla bilendir. (Fetih Suresi, 26)
Allah'ın yukarıdaki ayetiyle dikkat çekilen bu çağrıya uyan Müslümanlar, hem Peygamberimiz (sav) döneminde hem de ondan sonra gelen adil yöneticilerin dönemlerinde huzur ve güven içerisinde yaşamışlardır.
Peygamberimiz (sav) döneminde Ehli Kitapla ve müşriklerle imzalanan anlaşmalar toplumda adaleti sağlamıştır
Peygamber Efendimiz Mekke'den Medine'ye hicret ettikten sonra, çok farklı insan topluluklarıyla karşılaşmıştır. O dönemde, Medine'de büyük bir etkinliğe sahip olan Yahudiler, Hıristiyan toplulukları ve o güne kadar İslam'a girmemiş, eski dini anlayışlarını sürdüren müşrikler birarada yaşamaktaydı. Hz. Muhammed (sav) böyle bir ortamda, toplumsal birliği ve barışı sağlamak amacıyla Medine'deki kozmopolit yapıyı çeşitli sosyal sözleşmelerle kaynaştırmış, yüzden fazla topluluk ile bazen mektupla bazen de bizzat kendisi konuşarak çeşitli anlaşmalar yapmış, onlarla uzlaşmaya varmıştır.5 T.W. Arnold, Peygamber Efendimizin kurduğu bu toplumsal birliğin önemini şu şekilde ifade etmektedir:
"Önceleri tek bir emire kesinlikle itaat etmemiş olan o Arabistan, birdenbire siyasi bir birlik haline geliverdi ve o mutlak amire kendisini teslim etti. Yüz kadar küçük sosyal gruptan meydana gelmiş olan ve sürekli olarak birbirleriyle karşılıklı düşmanlıklarda bulunan küçük-büyük nice kabilelerden Hz. Muhammed (sav) bir birlik meydana getirdi."6
Kuran'da pek çok ayetle de bildirildiği gibi diğer dinlerden insanlarla hoşgörü içinde yaşamak, İslam ahlakının öngördüğü bir ahlaktır. Allah ayette bir Müslümanın her kutsal kitaba inanması ve onların inançlarına saygı duyması gerektiğini şu şekilde emretmektedir:
Şu halde, sen bundan dolayı davet et ve emrolunduğun gibi doğru bir istikamet tuttur. Onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Ve de ki: "Allah'ın indirdiği her kitaba inandım. Aranızda adaletli davranmakla emrolundum. Allah, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bizim, sizin amelleriniz sizindir. Bizimle aranızda 'deliller getirerek tartışma (ya, huccete gerek)' yoktur. Allah bizi biraraya getirip-toplayacaktır. Dönüş O'nadır." (Şura Suresi, 15)
Yukarıdaki ayette bir Müslümanın diğer dinlerden insanlarla ilişkisinin nasıl olması gerektiği tarif edilmektedir. Müslümanlar da, peygamber ahlakını kendilerine örnek alarak tüm insanlara karşı aynı adaletli ve hoşgörülü tavrı göstermekle sorumludurlar. Bu kişi Yahudi, Hıristiyan, müşrik, Budist ve hatta ateist olabilir. Neye ve kime inanırsa inansın, ya da hiçbir inancı olmasın Allah'ın emrettiği bu adil ve dürüst tavırlar kaçınılmaz olarak her birinin üzerinde çok olumlu etki uyandıracak, kalbinin İslam'a ısınmasına vesile olacaktır.
Peygamberimiz (sav)'in Medine'ye gelip, kardeşliği ve hoşgörüyü pekiştirmesi farklı ırklara, dinlere ve dillere sahip gruplara ait insanların birarada huzur içerisinde yaşayabileceğini de ispatlamıştır. Onun barış ve hoşgörü davetçisi olduğunun en büyük delillerinden birisi kendisinin yazdırdığı ilk metnin bir barış sözleşmesi olmasıdır.7 Hz. Muhammed (sav), Mekke'yi fethettikten sonra da, daha önce Müslümanlara işkence eden müşrikleri dahi serbest bırakmış, onlara büyük bir hoşgörü göstermiştir. Peygamberimiz Hz. Muhammed'in gösterdiği bu üstün ahlak, daha önce Arap toplumunda benzerine hiç rastlanmamış bir durumdu ve insanlar arasında takdirle karşılanmaktaydı.
O dönemde fethedilen yabancı ülkelerde de gerçek adaletin uygulanması konusunda Hz. Muhammed (sav) tüm Müslümanlara örnek olmuştur. Peygamber Efendimiz ele geçirilen ülkelerin yerli halklarına karşı Kuran'da bildirilen adaleti uygulamış, onlarla her iki tarafın da memnun kalacağı ve en ufak bir mağduriyet dahi yaşamayacağı anlaşmalar yapmıştır. Bu nedenle hangi dine veya ırka mensup olursa olsun, fethedilen ülkelerin halkı İslam'ın getirdiği adaletten her zaman hoşnut kalmıştır. Hz. Muhammed (sav) ve yanındaki sahabeler, "Yarattıklarımızdan, hakka yöneltip-ileten ve onunla adaleti kılan (uygulayan) bir ümmet vardır." (Araf Suresi, 181) ayetinde söz edildiği gibi, insanlar arasında adaleti sağlayan bir ümmet olmuşlardır.
Arap Yarımadası'nın Güney kısmındaki Hıristiyan Necran Halkı ile yapılan sözleşme de Peygamberimiz (sav)'in hoşgörü ve adaletinin en güzel örneklerinden birini göstermektedir. Yapılan sözleşmenin maddelerinden biri şu şekildedir:
"Necranlıların ve maiyetindekilerin canları, malları, dinleri varları ve yokları, aileleri, kiliseleri ve sahip olduları herşey Allah'ın ve Allah'ın, Peygamberinin güvencesi (himayesi) altına alınacaktır."8 Peygamberimiz (sav) bu ve benzeri anlaşmalarla, aşağıdaki ayetin toplum içinde tecelli etmesine ve Kitap Ehlinin de Müslümanlarla birlikte huzur ve barış dolu bir yaşam sürdürmesine vesile olmuştur:
Şüphesiz, iman edenler(le) Yahudiler, Hıristiyanlar ve sabiiler(den kim) Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve salih amellerde bulunursa, artık onların Allah Katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 62)
Yukarıda verilen örnekler Peygamber Efendimizin adaletli uygulamalarından sadece birkaçıdır. Fakat bu anlaşmalardan en önemlisi, Peygamberimiz (sav)'in Hıristiyan, Yahudi ve müşrik topluluklarla imzaladığı Medine Vesikası'dır. Bu sözleşme günümüzde de sıkça yazılara konu olmakta, üzerine geniş çaplı araştırmalar yapılmaktadır.
Medine Vesikası bundan yaklaşık 1400 yıl önce, 622 yılında, farklı inançlara sahip olan halkların taleplerine cevap vermek üzere, Hz. Muhammed (sav)'in önderliğinde kaleme alındı ve yazılı bir hukuki sözleşme olarak hayata geçti. Bunun sonucunda da 120 yıl boyunca birbirine karşı düşmanca duygular besleyen farklı din ve ırklara sahip topluluklar bu anlaşma içinde yer aldılar. Hz. Muhammed (sav) bu sözleşme yoluyla her fırsatta birbirlerine saldıran, düşmanca duygular besleyen ve uzlaşamayan toplulukların arasındaki çatışmaların son bulabileceğini, onların anlaşarak birarada yaşayabileceklerini gösterdi.
Medine sözleşmesine göre herkes hiçbir baskı olmadan istediği dini, inancı, siyasi ya da felsefi seçimi yapmakta özgürdür. Kendi görüşlerine sahip insanlarla bir topluluk oluşturabilir. Kendi hukukunu uygulamakta özgürdür. Ancak suç işleyen kimse hiç kimse tarafından korunmayacaktır. Sözleşmeye taraf olan gruplar birbirleriyle yardımlaşacak, birbirlerine destek olacaklardır ve Peygamberimiz Hz. Muhammed'in himayesi altındadırlar. Karşılıklı taraflar arasındaki anlaşmazlıklar Allah'ın Resulü'ne götürülecektir.
Peygamber Efendimizin hazırlattığı bu sözleşme kademeli bir biçimde 622 yılından 632'ye kadar uygulanmıştır. Bu vesika ile kan ve akrabalık bağlarına dayalı kabile tarzı yapılanma aşılmış, coğrafi, kültürel ve etnik kökeni tamamen birbirinden farklı insanlar biraraya gelerek, bir birlik oluşturmuşlardır. Medine Vesikası'nda çok geniş bir din ve inanç özgürlüğü sağlanmıştır. Bu özgürlüğü ifade eden madde şu şekildedir:
"Ben-i Avf Yahudileri, müminlerle beraber aynı ümmettirler, Yahudilerin dinleri kendilerine, Müslümanların dinleri de kendilerinedir."9
Bu sözleşmeyle, Yahudi ve müşriklere bu üyelik hakkı tanınmıştı. Onaltıncı maddede ise "Bize tabi olan Yahudiler, hiçbir haksızlığa uğramaksızın ve düşmanlarıyla da yardımlaşmaksızın, yardım ve desteğimize hak kazanacaklardır."10 denmektedir. Peygamberimiz (sav)'in bu anlayışına sadık kalan sahabeler de ondan sonraki dönemlerde Berberi, Budist, Brahman ve benzerlerine bu hakkı tanımakta herhangi bir sakınca görmemişlerdir.11 Bu dönem içinde anlaşmazlıklar kolaylıkla çözülmüş, herkes birbirinin inancına saygılı olmuş, barış ve adalet çok uzun bir dönem boyunca devam etmiştir.
Peygamber Efendimiz Kitap Ehli ile olduğu gibi müşriklerle de toplumsal düzeni sağlamak için bazı anlaşmalar yapmıştır. Müşriklere her zaman için adaletle davranılmış, onların korunma ve himaye talepleri Peygamber Efendimiz tarafından kabul edilmiştir.
Bu himaye talebi herhangi bir haksızlığa veya saldırıya uğrama ihtimaline karşı Peygamberin korumasını talep etmek, onun yanına sığınmak anlamını taşıyordu. Hayatı boyunca Peygamberimiz (sav)'den pek çok gayrimüslim ve müşrik himaye talebinde bulunmuş, o da bu kişileri himayesi altına alarak, güvenliklerini sağlamıştır. Allah Tevbe Suresi'nde müşriklerin sığınma hakkı talep ettiklerinde, bu taleplerinin kabul edilmesini bildirmiştir. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
"Eğer müşriklerden biri, senden 'eman (himaye) isterse', ona eman ver; öyle ki Allah'ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu 'güvenlik içinde olacağı yere ulaştır'… (Tevbe Suresi, 6)
... Şu halde o (anlaşmalı olanlar), size karşı (doğru) bir tutum takındıkça, siz de onlara karşı doğru bir tutum takının. Şüphesiz Allah, muttaki olanları sever." (Tevbe Suresi, 7)
Ayette de görüldüğü gibi Allah müşriklere karşı adaletli bir tutumu emretmiş, eğer himaye edilmek isterlerse onların güvenliklerini sağlamayı müminler üzerine bir sorumluluk kılmıştır.

Emekdar Üye 22 Şubat 2008 21:17

Cvp: Adalet
 

Peygamberimiz (sav) döneminde Kitap Ehli
Önceki sayfalarda yer alan örneklerde de görüldüğü gibi, Peygamber Efendimizin Kitap Ehliyle olan ilişkilerine bakıldığında kendisinin İslamiyet'in yayıldığı ilk yıllarda Hıristiyanlarla işbirliği yaptığı anlaşılmaktadır. Müslümanlar Mekke'de müşrikler tarafından zulme uğrarken, Peygamberimiz (sav) onlara Hıristiyanların yaşadığı Habeşistan'a hicret etmelerini söylemiştir. Bu ülkenin Hıristiyan hükümdarı Necaşi ise bölgesine hicret eden Müslümanları kabul etmiş ve gördükleri zulümlere karşı onları korumuştur.
Kuran'da da Hz. İsa'nın yanındaki havariler Allah'a ve onun elçisine olan bağlılıklarıyla Müslümanlara örnek olarak verilmiştir. İlk Müslümanlar ile ilk Hıristiyanlar arasında da büyük benzerlikler vardır. İlk iman eden topluluklar birçok sıkıntı ve işkenceye maruz kalmalarına rağmen, elçilere olan bağlılıklarını korumuşlardır. Kuran'da, Hz. İsa devrindeki ilk Hıristiyanların samimi iman ehli olup, Allah'a teslim olmuş Müslümanlar olduklarından şu şekilde bahsedilir:
Nitekim İsa, onlarda inkarı sezince, dedi ki: "Allah için bana yardım edecekler kimdir?" Havariler: "Allah'ın yardımcıları biziz; biz Allah'a inandık, bizim gerçekten Müslümanlar olduğumuza şahid ol" dediler. (Al-i İmran Suresi, 52)
Hani Havarilere: "Bana ve elçime iman edin" diye vahy (ilham) etmiştim; onlar da: "İman ettik, gerçekten Müslümanlar olduğumuza sen de şahid ol" demişlerdi. (Maide Suresi, 111)
Peygamber Efendimizin Yahudi topluluklarına karşı olan hoşgörülü tavrı da iman edenlere güzel bir örnektir. Medine'deki anlaşma dönemi boyunca Peygamberimiz (sav) Yahudilere ılımlı ve müsamahakar davranmıştır. Bir hadisinde "Müslümanlarla Yahudiler arasında yardımlaşma, nasihat ve iyilik olacaktır"12 demiş ve gerçekten de bu sözünü hayata geçirmiştir. Peygamber Efendimizin bu adil ve hoşgörülü tutumu elbette her dinden, her ırktan tüm insanlara yöneliktir. Peygamberimiz (sav) her türlü ihanete, saldırıya ve tuzaklara rağmen "…insanlar(daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir" (Al-i İmran Suresi, 134) şeklinde bildirdiği gibi her zaman için af ve bağışlama yolunu tercih etmiştir. Ve "Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et…" (Nahl Suresi, 125) ayetinde bildirildiği gibi her zaman güzel öğütle insanları İslam'a davet etmiştir.

Emekdar Üye 22 Şubat 2008 21:18

Cvp: Adalet
 

Halifeler döneminde de adalet Kuran'a göre uygulanmıştır

Hz. Muhammed (sav)'in vefatından sonra onun yerine gelen halifeler de Peygamberimiz (sav) gibi Allah'ın adaletini uygulama konusunda hassas davranmışlardır. Fethedilen ülkelerde hem oranın yerli halkı, hem de yeni gelenler barış ve güven içerisinde yaşamışlardır. İlk halife Hz. Ebubekir Suriye seferine çıkışı sırasında bir talimat vermiştir. Ele geçirilecek olan yerlerde uygulanmasını istediği adil ve hoşgörülü tavırlar, Kuran ahlakının güzel bir örneğini teşkil etmektedir. Hz. Ebubekir'in talimatları şöyledir:
"Ey insanlar, kalpte uyacağınız on kural veriyorum: İhanet etmeyin ve hak yoldan ayrılmayın. Çocuğu, kadını ve yaşlı insanları katletmeyin. Hurma ağaçlarını yakıp yok etmeyin ve herhangi bir meyveli ağacı da kesmeyin. Develerde, sürülerden ya da yığınlardan herhangi birini katletmeyin. Kendiniz için saklayın. Hayatını uhrevi uğraşlara adamış kişilerle karşılaşacaksınız, onları münzevi hallerine bırakın. Çeşit çeşit yiyecekler sunan insanlarla karşılaşacaksınız, yiyin, fakat Allah'ın adını anmayı unutmayın"13

Adaletiyle ünlü olan Hz. Ömer de, Hz. Ebubekir'den sonra Peygamber Efendimiz gibi, ele geçirilen ülkelerin yerli halkıyla birer adalet ve hoşgörü örneği olan çeşitli anlaşmalar yapmıştır. Örneğin Hz. Ömer, Kudüs ve Lüdd Hıristiyanlarına verdiği emannamede, kiliselerinin yıkılmayacağı ve kiliselerde Müslümanların toplu olarak ibadet etmemeleri hususlarında garantiler sundu. Lahm Hıristiyanlarına da aynı şartları sundu. Medain'in fethiyle Nasturi Patriği II. İşûayheb'e (650-660) verilen emanname de yine aynı şekilde kiliselerinin yıkılmayacağı, hiçbir binanın camiye ya da eve dönüştürülmeyeceğine dair garantiler sunuldu.14 III. Nasturi Patriği'nin fetihlerin ardından arkadaşına yazdığı mektup da Müslüman yöneticilerin, kitap ehline karşı merhametini ve hoşgörüsünü bir Hıristiyanın ağzından anlatması bakımından güzel bir örnektir:
"Allah'ın iradeyi kendilerine verdiği şu Araplar… bizlere hiç zulmetmediler. Gerçekten onlar, dinimize, din görevlilerimize, kilise ve manastırlarımıza hürmet gösterdiler…"15Hz. Ömer'in verdiği bir himaye belgesi, bize bir müminin Kuran'da tarif edilen ahlakı gösterdiği takdirde nasıl bir hoşgörüye sahip olabileceğini göstermektedir;
"Bu verilen eman, hasta-sağlıklı, iyi-kötü yöre halkının tüm fertleri için din, can, mal, kilise ve havralarının himayesi içindir. Kiliseler tahrip edilmeyeceği gibi mesken de edilmeyecek ve onlardan hiçbir şey eksiltilmeyecektir. Halktan hiç kimse, zerre kadar zarar görmeyecektir. Bu kitapta yazılı hususlar, Allah ve Resulu'nun ahdi, halifelerin ve müminlerin zimmetindedir."16

Tüm bu örnekler salih müminlerin adalet ve hoşgörü anlayışını gösteren çok hikmetli örneklerdir.
Halifeler döneminde yapılan fetihler sayesinde bölge halkı hem zulümlerden kurtulmuş hem de İslamiyet'i tanıma imkanı elde etmişti. Ancak halk Müslüman olmaları için kesinlikle zorlanmamıştır. Allah'ın "De ki: Sizin dininiz size, benim dinim bana" (Kafirun Suresi, 6) ayetinde bildirdiği gibi herkes dinini serbestçe yaşamış, ibadetlerini özgürce yerine getirmiş ve hiçbir baskı görmemiştir. Onlar İslam dinini, gerçek haliyle yaşayan Müslüman halktan görerek öğrenmişlerdir ve bu şekilde İslam onlarda büyük bir etki yapmıştır. İman edenlerin samimi bir kalple Allah'a iman etmeleri için yaptıkları davete çok büyük bir bölümü icabet etmiş, bu şekilde İslam'a geçen insanların sayısı da hızla artmıştır. Örneğin Hz. Ebubekir zamanında da Kinde ve İyad Hıristiyanlarının bir kısmı, Şam fetihleri sonrasında da yerel halkın bir kısmı hiçbir zorlama olmadan, kendi istekleriyle Müslümanlığı kabul etmiştir.17 Müslümanların fethettikleri ülkelerde zorla İslamı kabul ettirdikleri şeklindeki yanlış inanç Batılı araştırmacılar tarafından da reddedilmiş, Müslümanların adil ve hoşgörülü tutumları herkes tarafından teyid edilmiştir. Batılı bir araştırmacı L. Browne bu durumu şu şekilde ifade etmektedir:
"…Doğruluğundan kuşku duyulmayan gerçekler, Müslümanların gittikleri yerde halkı kılıç zoru ile İslam'a soktukları yolundaki Hıristiyan kaynaklı iddiaların kökten asılsız olduğunu belgelemektedir… Fetihlerin arkasındaki dinamik etken, onların hakları çağırdıkları İslam kardeşliği idi.. İşte bu kardeşliğin çapı da, mühtedi kümeleri ile çığ gibi büyüyordu"18


1 Majid Khoduri, İslam'da Savaş ve Barış, Fener Yayınları, İstanbul, 1998, s. 209
2 Müsned-i Ahmed b. Hanbel, 5/411
3 Sünen-i Ebi Davud, 4/331
4 Müsned-i Ahmed b. Hanbel, 4/158, İbnu Kesir, 4/218
6 Arnold, T. W, İntişar-ı İslam Tarihi (The Preaching of Islam), Çev. Halil Hamit, Ankara, 1971, s. 68-69
7 İbn Hişam, Ebu Muhammed Abdulmelik, Es-Siretü'n-Nebeviyye, Daru't-Türasi'l-Arabiyle, Beyrut, 1396/1971, II/141-150; Yrd. Doç. Dr. Orhan Atalay, Doğu-Batı Kaynaklarında Birlikte Yaşama, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yayınları, İstanbul, 1999, s. 149
8 Majid Khoduri, İslam'da Savaş ve Barış, Fener Yayınları, İstanbul, 1998, s. 209-210
9 Muhammed Hamidulllah, İslam Müesseselerine Giriş, Düşünce Yayınları,İstanbul, 1981, s.128
10 İbn Kesir, El-Bidaye, III/224-225; Hamidullah, El-Vesaik, No:1, s.39-44; Doğu-Batı Kaynaklarında Birlikte Yaşama, Orhan Atalay, s.40
11 Muhammed Hamidulllah, İslam Müesseselerine Giriş, Düşünce Yayınları, 1981, s.162-163
12 Muhammed Hamidullah, El-Vesaik, s. 44-45
13 Majid Khoduri, İslam'da Savaş ve Barış, Fener Yayınları, İstanbul, 1998, s. 123 ; Taberi, Tarih I, 1850
14 Hamidullah, Mecmuatü'l-Vesaik, 195-197
15 Frend, 289; Hamidullah, İslam Peygamberi, II. 920; Levent Öztürk, Asr-ı Saadetten Haçlı Seferlerine Kadar İslam Toplumunda Hıristiyanlar, İz Yayıncılık, istanbul, 1998, s. 55
16 Yrd. Doç. Dr. Orhan Atalay, Doğu-Batı Kaynaklarında Birlikte Yaşama, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yayınları, İstanbul, 1999, s. 95; Hamidullah, El-Vesaik, s. 380-381, No: 358
17 İbn İshak'tan naklen Ebu Yusuf, 146; Levent Öztürk, Asr-ı Saadetten Haçlı Seferlerine Kadar İslam Toplumunda Hıristiyanlar, İz Yayıncılık, istanbul, 1998, s. 55
18 L. Browne, The Prospects of Islam, s. 11-15, s. 269-270

Harun yahya'nın eserlerinden alıntı yapılmıştır

Emekdar Üye 22 Şubat 2008 21:20

Cvp: Adalet
 

[CENTER]Adalet Hakkındaki Risale-i Nur


BÜYÜK VAADLER VE KORKUNÇ TEHDİTLER


Şu âciz ve nihayetsiz zayıf ve nihayetsiz fakir ve nihayetsiz muhtaç ve yalnız cüz'î bir ihtiyâr ile icada kabiliyeti olmayan zayıf bir kisb ile mücehhez benîâdem'e karşı şedid şikâyât-ı Kur'âniyesi ve azîm tehdidâtı ve müthiş vaîdleri haktır ve adalettir.

Birinci temsil: Meselâ, şâhâne bir bağ var ki, nihayetsiz meyvedar ve çiçekdar masnular içinde bulunuyorlar. Ona nezâret etmek için pekçok hademeler tâyin edilmiş. Bir hizmetkârın vazifesi dahi, yalnız o bağa yayılacak ve içilecek suyun mecrâsındaki deliğin kapağını açmaktadır ve şu hizmetkâr ise, tembellik etti, deliğin kapağını açmadı. O bağın tekemmülüne halel geldi veyahut kurudu. O vakit, Hàlık'ın san'at-ı Rabbâniyesinden ve Sultanın nezâret-i şâhânesinden ve ziyâ ve hava ve toprağın hizmet-i bendegânesinden başka bütün hademelerin, o sersemden şekvâya hakları vardır. Zîrâ, hizmetlerini akîm bıraktı veya zarar verdi.

İkinci temsil: Meselâ, cesîm bir sefine-i sultaniyede, âdi bir adam, cüz'î vazifesini terk etmesiyle bütün gemideki vazifedarların netâic-i hidemâtına halel getirdiğinden ve bâzı da mahvettiğinden, bütün o vazifedarlar nâmına, gemi sahibi ondan şedid şikâyet eder. Kusur sahibi ise, diyemez ki, "Ben bir âdi adamım, ehemmiyetsiz ihmâlimden şu şiddete müstehak değildim." Çünkü, tek bir adem, hadsiz ademleri intâc eder. Fakat, vücud kendine göre semere verir. Çünkü, bir şeyin vücudu, bütün şerâit ve esbâbın vücuduna mütevakkıf olduğu halde, o şeyin ademi, intifâsı, tek bir şartın intifâsıyla ve tek bir cüz'ün ademiyle, netice itibâriyle, mün'adim olur. Bundandır ki, tahrip, tâmirden pekçok defa eshel olduğu, bir düstur-u müteârife hükmüne geçmiştir. Mâdem küfür ve dalâlet, tuğyan ve mâsiyetesasları, inkârdır ve reddir, terktir ve adem-i kabuldür; sûret-i zâhiriyede ne kadar müsbet ve vücudlu görünse de, hakikatte intifâdır, ademdir. Öyle ise, cinâyet-i sâriyedir. Sâir mevcudâtın netâic-i amellerine halel verdiği gibi, esmâ-i İlâhiyenin cilve-i cemâllerine perde çeker.

İşte, bu hadsiz şikâyete hakları olan mevcudât nâmına, o mevcudâtın Sultanı, şu âsi beşerden azîm şikâyet eder ve etmesi, ayn-ı hikmettir ve o âsi, şiddetli tehdidâta elbette müstehaktır ve dehşetli vaîdlere, bilâşüphe sezâdır.


14. söz

Emekdar Üye 22 Şubat 2008 21:20

Cvp: Adalet
 

ALLAH’IN ADALETİ

…Hem, adâlet ve mîzan ile iş görüldüğüne bürhan mı istersin? her şeye hassas mîzanlarla, mahsus ölçülerle vücud vermek, sûret giydirmek, yerli yerine koymak, nihayetsiz bir adâlet ve mîzan ile iş görüldüğünü gösterir.

Hem, her hak sahibine istidadı nisbetinde hakkını vermek, yani vücudunun bütün levâzımâtını, bekàsının bütün cihazâtını en münâsip bir tarzda vermek, nihayetsiz bir adâlet elini gösterir.

Hem, istidad lisâniyle, ihtiyac-ı fıtrî lisâniyle, ıztırâr lisâniyle suâl edilen ve istenilen her şeye dâimî cevap vermek, nihayet derecede bir adl ve hikmeti gösteriyor.

Şimdi, hiç mümkün müdür ki, böyle en küçük bir mahlûkun, en küçük bir hâcâtının imdadına koşan bir adâlet ve hikmet, insan gibi en büyük bir mahlûkun bekà gibi en büyük bir hâcetini mühmel bıraksın, en büyük istimdâdını ve en büyük suâlini cevapsız bıraksın; Rubûbiyetin haşmetini, ibâdının hukukunu muhâfaza etmekle, muhâfaza etmesin? Halbuki, şu fânî dünyada kısa bir hayat geçiren insan, öyle bir adâletin hakikatine mazhar olamaz ve olamıyor. Belki bir mahkeme-i kübrâya bırakılıyor. Zîrâ, hakiki adâlet ister ki, şu küçücük insan, şu küçüklüğü nisbetindedeğil, belki cinâyetinin büyüklüğü, mahiyetinin ehemmiyeti ve vazifesinin azameti nisbetinde mükâfat ve mücâzât görsün. Mâdem, şu fânî, geçici dünya, ebed için halk olunan insan hususunda öyle bir adâlet ve hikmete mazhariyetten çok uzaktır; elbette, Âdil olan o Zât-ı Celîl-i Zülcemâlin ve Hakîm olan o Zât-ı Cemîl-i Zülcelâlin dâimî bir Cehennemi ve ebedî bir Cenneti bulunacaktır.


Sözler 10. söz

Emekdar Üye 22 Şubat 2008 21:21

Cvp: Adalet
 

SEMAVİ TOKAT

Niçin gâvurların memleketlerinde, bu semâvî tokat, başlarına gelmiyor; bu bîçare Müslümanlara iniyor?

Elcevap: Büyük hatâlar ve cinâyetler, tehir ile büyük merkezlerde ve küçücük cinâyetler, tâcil ile küçük merkezlerde verildiği gibi; mühim bir hikmete binâen, ehl-i küfrün cinâyetlerinin kısm-ı âzamı, mahkeme-i kübrâ-i haşre tehir edilerek, ehl-i imânın hatâları, kısmen bu dünyada cezası verilir.

14. Sözün zeyli 2. sual

Emekdar Üye 22 Şubat 2008 21:21

Cvp: Adalet
 

DENGE VE ORTA YOL

Bazen tevazu, küfrân-ı nimeti istilzam ediyor; belki küfrân-ı nimet olur. bazen da tahdis-i nimet, iftihar olur. İkisi de zarardır. Bunun çare-i yegânesi-ki ne küfrân-ı nimet çıksın, ne de iftihar olsun-meziyet ve kemâlâtları ikrar edip, fakat temellük etmeyerek, Mün'im-i Hakikînin eser-i in'âmı olarak göstermektir.

Meselâ, nasıl ki murassâ ve müzeyyen bir elbise-i fâhireyi biri sana giydirse ve onunla çok güzelleşsen, hâlk sana dese, "Maşaallah, çok güzelsin, çok güzelleştin." Eğer sen tevazukârâne desen, "Hâşâ, ben neyim? Hiç! Bu nedir, nerede güzellik?" O vakit küfrân-ı nimet olur ve hulleyi sana giydiren mahir san'atkâra karşı hürmetsizlik olur.

Eğer müftehirâne desen, "Evet, ben çok güzelim. Benim gibi güzel nerede var? Benim gibi birini gösteriniz." O vakit, mağrurâne bir fahirdir.

İşte, fahirden, küfrandan kurtulmak için demeli ki: "Evet, ben güzelleştim. Fakat güzellik libasındır ve dolayısıyla libası bana giydirenindir; benim değildir."


28. Mektup 7. mesele. 4. sebeb

Emekdar Üye 22 Şubat 2008 21:22

Cvp: Adalet
 

GÜNAHIN AF OLMASI

Cenab-ı Hakk’ın günahkarları affetmesi fazl’dır. Ta’zib etmesi adl’dır.

Evet zehiri içen adam, adetullaha nazaran hastalığa, ölüme kesb-i istihkak eder. Sonra hasta olursa, adl’dır. Çünkü cezasını çeker. Hasta olmadığı taktirde, Allah’ın fazl’ına mazhar olur.

Mesnevi

Emekdar Üye 22 Şubat 2008 21:23

Cvp: Adalet
 

Adalet ve Hukuk ile ilgili Güzel Sözler



Adalet ancak hakikatten, saadet ancak adaletten doğabilir. EMİLE ZOLA

Adalet güzeldir, fakat emir’lerde olursa daha güzel olur.HZ. MUHAMMED

Adalet, evrenin ruhudur.ÖMER HAYYAM

Adalet kadar büyük, tanrısal bir şey yoktur. ADDISON

Adalet mülkün temelidir. HZ. ÖMER

Adalet nerede hesap sorarsa, merhamet orada haklarını kaybeder. REFİK HALİD KARAY

Adaleti seven bir insan için her yer emindir. EPIKTETOS

Adalet topaldır, ağır ağır yürür, fakat gideceği yere ergeç ulaşır.MIREBAU

Adalet, ulusların sürekli yiyeceğidir.CHATEUBRIAND

Adaleti, aklın yardımı olmadan yerine getirmek imkansızdır.J.A. FROUDE

Adaleti çiğneyen devlet adamlarını cezalandırmayan milletler çökmek zorundadır. HZ. MUHAMMED

Adaletin gecikmesi adaletsizliktir.W. S. LANDOR

Adaletin hakim olduğu yerde silahın yeri yoktur.AMYOT

Adaletin kuvvetli, kuvvetlilerin de adaletli olmaları gerekir. BLAISE PASCAL

Adaletin olmadığı yerde ahlaktan bahsedilemez. MONTAIGNE

Adaletin kılıcı ile vuran kol, ne kadar zayıf olursa olsun, gene kuvvetlidir. JOHN WEBSTER

Adaletin olmadığı yerde ahlak da yoktur.MONTAIGNE

Adaletli sultan, yeryüzünde Allah'ın gölgesi ve mızrağıdır.HAZRETİ MUHAMMED

Adaletsiz rejimi, adaletle yıkınız. GANDHI

Adaletsizliği bir yangından daha çabuk önlemeliyiz. HERAKLEITOS

Adaletsizliği işleyen, çekenden daha sefildir.EFLATUN

Adaletsizlik hükme acılık, geciktirme de tatsızlık verir.BACON

Aşırı adalet, aşarı adaletsizliktir. CICERO

Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun.WILLIAM WATSON

Bir insan taraf tutmaya başlar başlamaz, dünyada da o gerçekleri o kadar az görmeye başlar. HEYWOOD BRAUN

Bir saat adaletle hükmetmek, bir sene ibadet etmekten daha hayırlıdır. HZ. MUHAMMED

Devletin hazinesi adalettir. KONFUÇYUS

Hakiki adalet hayırsever değildir, hakiki hayırseverlik adil değildir. GEORGES DUHAMEL

Haksızlığa sapıp bütün insanların senin peşinden gelmeleri yerine, adaletli davranıp tek başına kalman iyidir. MAHATMA GHANDI

Her iki tarafı da dinlemeden karar veren, kararı doğru olsa dahi, doğru hareket etmiş olmaz.SENECA

Hiçbir fazilet adalet kadar büyük olamaz. J. ADDISON

Hukukun kuvvetinin azaldığı yerde, kuvvetlinin hukuku geçerli olmaya başlar. MAURICE DUEVERGER

İnsancıl olmadıkça adil olamazsın. VAUVENARGUES

İnsanın en büyüğü, en yüksek mevkide iken tevazu gösteren, kudret sahibi iken affeden ve kuvvetli olduğu vakit adaletle hareket edendir. ABDÜLMELİK B. MERVAN

İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmaktır. VICTOR HUGO

Kendini yargılamak başkalarını yargılamaktan daha zordur. SAINT EXUPERY

Kılıcın yapamadığını adalet yapar.KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN

Kötülüğü adaletle, iyiliği de iyilikle karşıla. LAO-TSE

Kuvvetsiz adalet ve adaletsiz kuvvet iki büyük felakettir. LIMON LUCE

Memleketler kılıçla alınır, lakin adaletle muhafaza edilir.TİMURLENK

Mutluluk şansı olmasaydı, adaletin hali ne olurdu?ALBERT CAMUS

Silahlı adalet, en kötü adaletsizliğe bedeldir.ALAIN

Tanrı adaleti, onu sevene verir.AMENEMOPE

Zayıf, daima adalet ve eşitlik ister, halbuki bunlar kuvvetlinin umurunda bile değildir. ARISTOTELES

Adalet bütün ahlaki görevlerin toplamıdır. William Godwin

Adalet devletin amacıdır. James Madison

Adalet devletin amacıdır. Sivil toplumun amacıdır. Adalet için daima mücadele edilecektir. Alexander Hamilton

Adalet erdemlerin kraliçesidir. Latin Atasözü

Adalet erdemlerin taca sahip olan en şereflisidir. Marcus Tullius Cicero

Adalet güçlünün çıkarından başka bir şey değildir. Thrasymachus

Adalet güzeldir, fakat emir’lerde olursa daha güzel olur.HZ. MUHAMMED

Adalet herkese hakkını vermektir. Justinian

Adalet ilkin devletten gelmelidir. Çünkü hukuk, devletin toplumsal düzenidir. Aristo

Adalet kadar büyük, tanrısal bir şey yoktur. ADDISON

Adalet mahkemelerinin tam bağımsızlığı sınırlı anayasal (devlet) için gerekli bir ilkedir. Alexander Hamilton

Adalet mülkün temelidir. HZ. ÖMER

Adalet mülkün temelidir. Nizamülmülk

Adalet nerede hesap sorarsa, merhamet orada haklarını kaybeder. REFİK HALİD KARAY

Adalet olan yere kim sığınmaz ki. Zhantang

Adalet sivil toplumu ayakta tutan temel politikadır. Edmund Burke

Adalet topaldır, ağır ağır yürür, fakat gideceği yere ergeç ulaşır.MIREBAU

Adalet yaşama organı üyeleri tarafından ve kanunlarla kurulamaz. Adalet insanın ruhunun içerisindedir. Walt Whitman

Adalet, evrenin ruhudur.ÖMER HAYYAM

Adalet, herkese kendi hakkını vermek konusunda kat’i ve devamlı bir iradedir. Lustinianus

Adalet, ulusların sürekli yiyeceğidir.CHATEUBRIAND

Adalet... Onurlu yaşamak, başkasına zarar vermemek, herkese kendine ait olanı vermek. Ulpianus

Adaleti çiğneyen devlet adamlarını cezalandırmayan milletler çökmek zorundadır. HZ. MUHAMMED

Adaleti seven bir insan için her yer emindir. EPIKTETOS

Adaleti, aklın yardımı olmadan yerine getirmek imkansızdır. J.A. FROUDE

Adaletin gecikmesi adaletsizliktir.W. S. LANDOR

Adaletin hakim olduğu yerde silahın yeri yoktur.AMYOT

Adaletin kılıcı ile vuran kol, ne kadar zayıf olursa olsun, gene kuvvetlidir. JOHN WEBSTER

Adaletin kuvvetli, kuvvetlilerin de adaletli olmaları gerekir. BLAISE PASCAL

Adaletin olmadığı yerde ahlak da yoktur. MONTAIGNE

Adaletin üç temel ilkesi vardır; mülkiyetin istikrarlı olması, mülkiyetin ancak mutabakat ile transfer edilebilmesi ve verilen sözlerin yerine getirilmesi... Eğer mülkiyet istikrarlı değilse daimi savaş olur. Eğer mülkiyet mutabakat sonucunda transfer edilmezse ticaret olmaz. Sözler tutulmazsa o zaman da birlik olmaz. David Hume

Adaletli ol... Merikare

Adaletli olmayı öğren. Vergil

Adaletli sultan, yeryüzünde Allah'ın gölgesi ve mızrağıdır.HAZRETİ MUHAMMED

Adaletsizliği bir yangından daha çabuk önlemeliyiz. HERAKLEITOS

Adaletsizliği işleyen, çekenden daha sefildir.EFLATUN

Adaletsizlik hükme acılık, geciktirme de tatsızlık verir.BACON

Adil olmayan yasalar mevcuttur: Onlara itaat etmekle yetinelim mi, yoksa bu yasaları değiştirinceye kadar onlara itaat mı edelim, yoksa bu yasaları ihlal mi edelim? Bu tür bir devlet yönetimi altında insanlar genellikle çoğunluğu ikna edinceye kadar beklemek gerektiğine inanırlar. Eğer yasalara karşı gelirlerse, çözümün mevcut kötülükten daha kötü olacağını düşünürler. Fakat bilinmelidir ki devletin kendisi çözüm olarak mevcut kötülükten daha kötüdür. Henry David Thoreau

Araştırma yapıldığı zaman ancak bilgi artırılabilir; bilgi artırıldığında ancak isteksamimi olabilir; istek samimi olduğunda ancak akıl ıslah edilebilir; akıl ıslah edildiğinde ancak özel yaşam iyileştirilebilir; özel yaşam iyileştirildiğinde ancak aile yapısı düzeltilebilir. Aile yapısı düzeltildiğinde ancak devlet düzen içinde yönetilebilir. Devlet düzen içinde yönetildiğinde ancak dünyada barış tesis edilebilir. Konfüçyüs

Aşırı adalet, aşarı adaletsizliktir. CICERO

Ayrıcalıkların sadece eşitlikten doğduğu, vatandaşın yönetime, yönetimin halka, halkın da adalete tabi olduğu bir düzen istiyoruz. Robespierre

Az şeye sahip olan değil, çok fazla şey isteyen fakirdir. Seneca

Emekdar Üye 22 Şubat 2008 21:23

Cvp: Adalet
 

Adalet ve Zulüm

Zulüm demiriyle taşını birbirine vurma! Çünkü bu ikisi, erkek ve kadın gibi çocuk meydana getirirler.

Zâlimlerin zulmü, karanlık bir kuyudur; bütün âlimler böyle söylemişlerdir.

Daha ziyade zâlim olanın kuyusu, daha korkunçtur. Adalet “daha kötüye, daha kötü ceza verilir” buyurmuştur.

Ey Zulümle bir kuyu kazan! Sen kendin için tuzak hazırlıyorsun.

İpek böceği gibi kendi etrafını örme; kendine kuyu kazarsan bâri kararlıca kaz!

Sen zayıfları yardımcısız, kimsesiz sanma; Kur’ân’dan “İzâ câe nasrullâh”ı oku.

Sen filsen, düşmanın senden ürkmüşse, sana ceza olarak işte Ebâbil kuşu gelip çattı.

Yerde bir zayıf aman dilerse, gökyüzü askerleri birbirlerine karışırlar.

Kızgınlıkla gönüllere ateş saldın mı, cehennem ateşinin aslı oldun gitti.


O yılana, akrebe benzeyen sözlerin yılan ve akrep olur da seni kuyruğundan yakalar.
İnsanın eli tırnağı olmamalı; eli tırnağı oldu mu ne din düşünür, ne doğruluk!

Adalet nedir? Ağaçlara su vermek. Zulüm nedir? Dikeni sulamak.

Adalet, bir nimeti yerine koymaktır, her su isteyen tohumu sulamak değil.

Zulüm nedir? Bir şeyi, yerinde kullanmamak, lâyık olmayan yere koymak. Bu da ancak belâya kaynak olur.

Zulmedersen kötüsün, gerisin geriye gittin. Adalette bulunursan saadete erersin, kalem bunu yazdı; mürekkebi bile kurudu.

Ey Yusufların derisini paralayan, seni de bir kurt paralarsa bunu kendinden bil!
Bilmiyor musun ki benim için kuyu kazarsan nihayet kendin düşersin.

(I/841, 1309-1315, III/3472, 3475, VI/4795, V/1089, 1090, 1091, 3134, 3180, VI/1570)

Mesnevi’den

Emekdar Üye 22 Şubat 2008 21:30

Cvp: Adalet
 
[*]Adalet güzeldir. Fakat devlet büyüklerinde olsa daha güzeldir. Hadis-i Şerif [*]Adalet mülkün temelidir. Hz.Ömer r.a. [*]Adaleti çiğneyen devlet adamlarını cezalandırmayan milletler çökmek zorundadır. Hadis-i Şerif [*]Adaletin hakim olduğu yerde, silahın yeri yoktur. J. Amyot [*]Adaletin kılıcı ile vuran kol, ne kadar zayıf olursa olsun, gene kuvvetlidir. John Webster [*]Adaletin kuvvetli, kuvvetlilerin de adaletli olmaları gerekir. Pascal [*]Adaletsiz rejimi, adaletle yıkınız. Gandhi [*]Adaletsizliği işleyen, çekenden daha sefildir. Eflatun [*]Adaletsizlik hükme acılık, geciktirme de tatsızlık verir. Bacon [*]Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun. William Watson [*]Bir saat adaletle hükmetmek, bir sene ibadet etmekten daha hayırlıdır. Hadis-i Şerif [*]Devletin hazinesi adalettir. Konfiçyus [*]Geç kalan adalet, adaletsizliktir. W. Savage Landor [*]Haksızlığa sapıp bütün insanların senin peşinden gelmeleri yerine, adaletli davranıp tek başına kalman iyidir. Gandhi [*]İnsanın en büyüğü, en yüksek mevkide iken tevazu gösteren, kudret sahibi iken affeden ve kuvvetli olduğu vakit adaletle hareket edendir. A. B.Mervan [*]İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmak. V. Hugo [*]Kılıcın yapamadığını adalet yapar. Kanuni Sultan Süleyman [*]Kuvvete dayanmayan adalet aciz, adalete dayanmayan kuvvet zalimdir. Blaise Pascal [*]Kuvvetsiz adalet ve adaletsiz kuvvet iki büyük felakettir. Joseph Joubert [*]Memleketler kılıçla alınır, lakin adaletle muhafaza edilir. Timurlenk [*]Silahlı adalet, en kötü adaletsizliğe bedeldir. Alain [*]Zayıf, daima adalet ve eşitlik ister, halbuki bunlar kuvvetlinin umurunda bile değildir. Aristoteles

Elem* 07 Mayıs 2009 16:48

RE: Adalet
 
“Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği ve akrabaya yardım etmeyi emrediyor. Zinayı, fenalıkları ve zulmetmeyi de yasaklıyor. Size dinleyip tutasınız diye böylece öğüt veriyor.”
(Nahl/90)


SAAT: 21:46

vBulletin® Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2024 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306