Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   İslami Kavramlar (https://www.forum.medineweb.net/838-islami-kavramlar)
-   -   Akıl (https://www.forum.medineweb.net/islami-kavramlar/3082-akil.html)

MERVE DEMİR 02 Mayıs 2008 23:21

Akıl
 
AKIL
Bağlamak, engel olmak, tutmak, diyet vermek, idrak, muhakeme kabiliyeti, kavrayış, zeka. insanların tehlikeye düşmesine engel olan şey. Düşünme, kavrama ve bilgi elde etme gücü.
Akıl, eşyanın güzellik, çirkinlik, kemâl ve noksanıyla ilgili sıfatını idrak eden özelliktir. İki hayırdan daha hayırlı; iki şerden daha az şerli olanını idrak etmekten ibarettir. Akıl insanoğluna verilmiş manevi bir kuvvettir. İnsan bu güç ile gerekli ve nazarı bilgileri elde eder. Bilgiyi elde eden güç İslâm'da insanı mükellef kılan akıl gücüdür. Bu güç insanda ana rahminde cenin* iken oluşan özelliktir. Bu erginlik çağına gelince gelişir ve gittikçe olgunlaşır. Bu da, zarûriyyâtı anlayan güçtür. Bu güç ile elde edilen 'bilgi'ye gelince yerine göre kullanılmadığında akılsızlık özelliğini taşır. Kur'an-ı Kerîm bunu şu şekilde değerlendirir: "Onlar sağır, dilsiz ve kördürler. Zira akletmezler. " (el-Bakara, 2/171)
Hz. Peygamber (s.a.s.) "Allah, akıldan daha yüce bir mahlûk yaratmamıştır." ifadesiyle insanoğlunun sahip olduğu aklın doğuştan olduğunu; "Hiç kimse kendisini hidâyete götüren ya da tehlikeden alıkoyan akıldan daha faziletli bu özellik kazanmamıştır." hadîsiyle de aklın insana sonradan verilen bir özellik olduğunu ifâde buyurmuşlardır. (Râgıp el-İsfahânı, Müfredât, 342)
Hadîste akıl kavramını ele aldığımızda; diyet vermek, anlamak, deveyi bağlamak, kavramak ve bilmek anlamlarında kullanıldığını görüyoruz. Hz. Peygamber "Akıllı, nefsini kontrol altına alıp ölümünden sonraki ebedi hayat için hazırlanan kimsedir." buyurmuştur. (İbn Mace, Zühd, 31)
İmam Gazâlı* aklı dört turlu târif eder:
a) İnsanların diğer canlı hayvanlardan ayrılmasını sağlayan haslete akıl denir ki, insanlar yaratılıştaki bu akıl ile nazarî ilimler öğrenmeye istidât kazanırlar .
b) Küçük bir çocuğun, caiz olan şeyleri caiz, muhal olan şeyleri muhal kabul etmesi: İkinin birden çok olduğunu, bir adamın bir anda iki yerde bulunamayacağını bilmesi gibi zarurî ilimlerdir. Bazı kelamcılar da akil, mümkün olan şeylerin var olabileceğini, mümkün olmayanların olamayacaklarını anlamak, gibi zaruri ilimler, diye tarif ederler.
c) Tecrübelerden elde edilen ilim akıldır. Kim tecrübelerden anlar ve tecrübeler kendini olgunlaştırırsa ona akıllı; kim, tecrübelerden bir şey anlamazsa, ona ahmak ve câhil denir.
d) Nazarî ilimlerin kendisiyle kavranıldığı bir özelliktir. İşte bu özelliğin bir dereceye yükselmesidir ki, insan onunla bütün bu işlerin netîcesini anlar ve âkıbeti tehlikeli olan geçici lezzetlere davet eden şehvetini yener. Bu kuvvet kimde bulunursa, peşin şehvetinin arzusuna uymayıp akıbetini düşünerek hareket ettiği için "akıllı" sıfatını alır. Bu da insanı, hayvandan ayıran bir özelliktir. Buna da 'akl-ı müstefâd' denir.
Allah'ın insanlara bir vergisi ve lûtfu olan aklın hakikati hakkında âlim ve filozoflar arasında görüş ayrılığı olmuştur. Bu sebeple aklın tarifi de çeşitli ve tartışmalıdır. Bütün bu ihtilâflara rağmen akıl, maddî bir kuvvet olmayıp, mücerret ve ruhanî bir cevher ve ilâhî bir nûrdur. Bu sebeple akıl, "Nefs-i Nâtıka" (Konuşan Nefis) veya "Nefs*in bir kuvveti olup, ilim ve fenler onunla idrâk olunur." denmiştir. Âlimlerin çoğunluğuna göre akıl, insanı ilim ve irfana ulaştıran bilgi sebeplerinden biridir. Akıl yolu ile elde edilen bilgiler ya zarûrî ya nazarî, yani istidlâlî olur. Zarurî olan bilgiler, araştırma ve ispatlanmaya muhtaç olmadan herkesçe bilinen bilgilerdir. 5, 10'un yarısıdır, güneş ışık verir, ateş dokunanı yakar, gibi bilgilerdir.
Nazarı bilgiler ise, bilinen fikirleri, usûlüne göre tertiplemek suretiyle bilinmeyen bir sonuca vararak elde edilen bilgilerdir.
Aklı kullanarak nazarî bilgileri yani bilinen bilgilerden hareketle bilinmeyen bilgileri elde etmenin yolları üçtür:
a) Cüzîden cüzîye, fertten ferde intikâldir ki buna temsil veya kıyâs-ı fıkhı denir. Temsilde esas, cüzîden cüzîye geçiştir. Bu yolla elde edilen bilgi zan ifade eder. Meselâ: Su bir sıvıdır, hararetle buharlaşır. Pamukyağı da bir sıvıdır. O halde pamukyağı da (su gibi) hararetle buharlaşır. Su hakkındaki hüküm pamukyağı hakkında da verilmiştir. Ancak varılan bu netice her maddede kesinlik ifade etmez.
b) Genel ve küllî hükümler vasıtasıyla cüz'î bir önerme elde etmek. Buna kıyas-ı mantıkı veya sadece kıyâs* denir. Bütün ilimlerin fiîlî tatbikâtı bununla yapılır. İlmin yollarının en kuvvetlisi budur. İlliyet (sebep) kanununu idrâk ve tatbik sayesinde akıl, Allah'ın varlığına delil olan âyetlerden (el-Bakara, 2/163) Allah'ın varlığını, birliğini ve her şeyi kuşatan rahmetini anlar ve keşfeder. Kıyâs şartlarına uygun olarak yapılırsa kesinlik ifâde eder. Meselâ: Bu âlem değişmeler hâlindedir. Her değişmeler halinde olan şey sonradan olmuştur. O hâlde, bu âlem de sonradan yaratılmıştır (hâdistir). Bu misâlde görüldüğü gibi, iki kâziye (önerme) vasıtasıyla, bilinmeyen cüz'î ve nazarî bir hüküm elde edilmiştir.
c) Cüz'î ve özel hükümlerden, küllî ve genel hükümlere varma. Buna da istikrâ' denir. İstikrâda esas, kıyâstakinin aksine olarak, cüz'î olan şeyleri tetkîk ederek, küllî bir hükme varmaktır. İstikrâ, bütün cüz'leri içine alırsa buna istikrâ-ı tam denir. Bu tür istikrâlar kesin bilgi ifâde ederler. İstikrâ bazı cüzleri tetkikle yetinilerek yapılmışsa buna istikrâ-ı nâkıs denir ve bu yolla elde edilen bilgi zan ifade eder. 'İstikrâ-ı tam çok zor olduğundan,müsbet ilimlerde 'istikrâ-ı nâkıs' kullanılır. Bu sebeple, müsbet ilimlerde varılan neticeler çok defa zannî olup, kesin değildir. Yani elde edilen hüküm değişebilir. Bunun için de birçok ilmî nazariyeler zamanla değişmektedir. İstikrâ-ı nâkısa misâl: Demir, çelik, bakır, kalay... madendir. Demir, çelik, bakır... hararetle uzar. Netice: O halde bütün madenler hararetle uzar. Bu misâlde olduğu gibi, bir çok maden nevîlerinde yapılan deneme sonunda varılan ortak hüküm, bütün madenlere teşmîl edilmiştir. Cüz'îlerin hükmü,bütün cüz'lere yani "külle" verilmiştir. Fakat, ilerde hararetle uzamayan bir maden keşfolunca, bu genel hüküm değişebilir. O halde bu hüküm kat'î değil, zannîdir.
Bu yollardan birinde veya hepsinde yürüyen aklın, netîceye varmak için takip ettiği iki tür seyri vardır: Birincisi ağır, tedrîcî olan düşünme teemmülî seyirdir. Buna fikir denilir. Bu maddede neticeye yavaş yavaş ve düşünme (tefekkür) ile varılır. Diğeri de bir anda, bir hamlede istenilene erecek derecede serî ve anî olan seyirdir. Bu tür seyre "hads" denilir. Hads da iki kısımdır:
1) Kendi mevzûuna göre belli bir tahsil, tecrübe ve karşılıklı bilgi alışverişi neticesinde elde edilen bir melekedir ki kesbidir. Yani belli bir araştırma neticesinde kazanılır. Teorik ve pratik tahsil ve ilmî terbiye, bu gayeye ermek içindir. Buna "akl-ı mesmu" da denilir.
2) Doğrudan doğruya yaratılışta varolan, Allah vergisi bir melekedir. Buna da "kuvve-i kudsiyye", "akl-ı matbu ", veya "garizî" denir. Herkesin bu tür akıldan az çok nasibi vardır. Bu olmayınca akl-ı mesmu'un hiç hükmü olmaz. Bu tür aklın, basit bir zekâ seviyesinden, peygamberlerin aklî seviyesine kadar birçok mertebeleri vardır. Aklın en yüksek mertebesine akl-ı evvel denir. Başlangıçtan sonu, sondan başlangıcı, evvelden âhiri, âhirden evveli tam bir olgunluk ve gerçek ile gören bu akl-ı evvel, Hz. Muhammed'in nûrudur. Nitekim bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s.): "Allah'ın ilk yarattığı, benim nûrumdur. " "Allah'ın ilk yarattığı, kalemdir", "Allah'ın ilk yarattığı akıldır. " buyurmuştur. Akıl için yol birdir. O da hak yol (tariki hak) dur. Kur'an'da bir çok yerde aklın ve akletmenin gereği vurgulanmaktadır. Sadece hislerle müşâhede edilen hâdiselerin gerçek manası, ancak müşâhedenin akıl ile birleştirilebilmesiyle anlaşılır. Bunun içindir ki Allah'ın varlığına delâlet eden binlerce hadiseye şahid olan birçok insan, müşahedelerini akıl ile birleştirmediğinden, bu hâdiselerle kendisine verilmek istenen mesajı anlayamamıştır. Yine böylece peygamberlerin gösterdiği mûcizelere karşı müşahede ile aklı birleştirmeyen birçok insan, fevkalâde olan mûcizelere sadece hislerle cevap vermiş ve neticede inkâr yolunu tutmuştur. Oysa Allah;
"...Şüphesiz hep bunlarda akıllı olan bir ümmet için elbet Allah'ın birliğine delâlet eden ayetler vardır." (Bakara, 2/164) buyurmuştur.
Akıl, insanoğlunun en üstün vasfıdır. Çünkü, Allah'ın emânetleri, akıl sayesinde kabul edilir ve yine akıl sayesindedir ki insan, Allah'ın rızasını elde edebilir.
İlmin kaynağı ve kökü akıldır. Akla nisbetle ilim, ağaca nisbetle meyve, güneşe nisbetle nûr, göze nisbetle görme gibidir. Allah akla, nûr adını verir. (en-Nûr, 24/35) Akılla elde edilen ilme rûh, vahiy, hayat adını verir, (eş-Şûrâ, 42/52), (el-En'am, 6/122).
İmam Gazâlî'nin İhyâ'sında İbni Abbâs (r.a.)'dan rivâyete göre Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyururlar: "Her şeyin bir âleti, bir hazırlık ve istidâdı var; müminin âleti akıldır. Her şeyin bir biniti var; kişinin biniti akıldır. Her şeyin bir direği var; dinin direği akıldır. Her kavmin bir dayanağı var; ibâdetin dayanağı akıldır. Her kavmi bir çağıran var; âbidleri ibâdete çağıran akıldır. Her tacirin bir sermayesi var; müctehidlerin sermayesi akıldır. Her âilenin bir idarecisi var; sıddîklar evinin bakıcısı akıldır. Her harabenin bir tamircisi var; ahireti imâr eden akıldır. Herkesin kendisini andıracak olan ardından bir geleni var; sıddîkları andıracak olan akıldır. Her yolcunun bir çadırı var; müminin çadırı akıldır."
İnsanı kâinattaki diğer canlı-cansız varlıklardan ayıran ve ona üstünlük kazandıran akıldır. Aklı olmayana, akıllıya verilen değer verilmez, onu bir takım emir ve yasaklarla sorumlu tutmak mümkün değildir. "Aklı olmayanın dini de olmaz", hadîsinin manası da budur. Dînin ve ilaveten dünyanın insanları ilgilendiren bütün emir veya yasakları ancak akıllı insanlar için geçerlidir. Aklî dengesini kaybetmiş olanlara böyle bir sorumluluk yüklenmemiştir. Yine böylece emir ve yasaklara uyma veya uymamanın dünya ve âhirete âit ceza ve mükâfâtı da akıllı insanlar için geçerlidir. Yaratılışta akıllı olduğu halde, müşahedelerini aklı ile birleştirmeyen insanlara da mecazî olarak akılsız insan denir:
"Eğer duyup akıl edeydik biz de Cehennemlikler arasında olmazdık. " (el-Mülk, 67/10). ayeti bu tür insanların durumunu dile geçirdiği gibi çevremizde her gün yüzlercesini gördüğümüz suçlu insanların durumu da aynıdır. Aklın yolu birdir, o da hak yoludur. Bu yolu kabul etmeyenler akılsızlıklarının cezasını çekerler. Yaratılıştaki bir tabiat ve kendisiyle eşyanın hakikatını idrâk edebilen akıl,zekâ, zeyreklik, ahmaklık fitrîdir. Yani yaratılıştandır. Ahmak insan kendisini aldanmaktan koruyamaz. Akıl ve fehm, insanın yaratılışında bulunur. Yaratılışlarında akıl ve fehimden (anlayıştan) mahrum olanlar, bunları sonradan temin edemezler. Ancak bunların asılları kimde varsa, o, tecrübe ve denemelerle bunları inkişâf ettirebilir, geliştirebilir. Demek ki bütün saadetlerin esâsı, akıl ve zekâdır. Tirmizî'nin "Nevâdir"inde rivâyet edildiğine göre şânı yüce olan Allah, kulları arasında aklı parça parça taksim etmiştir. Akl-ı selîm sahibi aklını, doğrulukta, olgunluk yolunda kullanan insandır. İlâhî bir vergi, rûhânî bir nur olan aklın mahiyeti, görülebilen maddî bir varlık olmadığı için, tam olarak bilinememektedir. İlâhî bir sır olan aklın mahiyeti de ebediyyen anlaşılamayacaktır. Mâhiyeti ne olursa olsun, insan, akıl ile ilim ve tekniği keşfeder. Aklı olmayan varlık, mükellef değildir. Din akla hitap eder. Allah'ın varlığını bilmek ve onu isbat etmek, ancak akılla olur. Ne var ki akıl her şeyi kavrayabilecek güçte değildir. İnsandan bir cüz olduğu için, insanın diğer uzuv ve kuvvetleri gibi sınırlı vekusurludur. Belirli bir sınır içerisinde hükmünü yürüten akıl, fizik ötesindeki bir çok hakikati kavrayamaz, dinin birçok gerçeklerini bilemez. Bu hakikatler ise ancak vahiy* yolu ile bilinebilir. Dinin bildirdiği gerçekleri ancak akıl ile anlayabiliriz. Gerçekler akıl ile bağdaştığı halde, gerçek olmayanlar da daima akıl ile çelişki halindedir. Bu nedenle akıl, hak ve gerçek din olan İslâm ile dâima birlik ve yardımlaşma halindedir.
Cengiz YAĞCI

Emekdar Üye 02 Mayıs 2008 23:21

Akıl
 
AKIL
Bağlamak, engel olmak, tutmak, diyet vermek, idrak, muhakeme kabiliyeti, kavrayış, zeka. insanların tehlikeye düşmesine engel olan şey. Düşünme, kavrama ve bilgi elde etme gücü.
Akıl, eşyanın güzellik, çirkinlik, kemâl ve noksanıyla ilgili sıfatını idrak eden özelliktir. İki hayırdan daha hayırlı; iki şerden daha az şerli olanını idrak etmekten ibarettir. Akıl insanoğluna verilmiş manevi bir kuvvettir. İnsan bu güç ile gerekli ve nazarı bilgileri elde eder. Bilgiyi elde eden güç İslâm'da insanı mükellef kılan akıl gücüdür. Bu güç insanda ana rahminde cenin* iken oluşan özelliktir. Bu erginlik çağına gelince gelişir ve gittikçe olgunlaşır. Bu da, zarûriyyâtı anlayan güçtür. Bu güç ile elde edilen 'bilgi'ye gelince yerine göre kullanılmadığında akılsızlık özelliğini taşır. Kur'an-ı Kerîm bunu şu şekilde değerlendirir: "Onlar sağır, dilsiz ve kördürler. Zira akletmezler. " (el-Bakara, 2/171)
Hz. Peygamber (s.a.s.) "Allah, akıldan daha yüce bir mahlûk yaratmamıştır." ifadesiyle insanoğlunun sahip olduğu aklın doğuştan olduğunu; "Hiç kimse kendisini hidâyete götüren ya da tehlikeden alıkoyan akıldan daha faziletli bu özellik kazanmamıştır." hadîsiyle de aklın insana sonradan verilen bir özellik olduğunu ifâde buyurmuşlardır. (Râgıp el-İsfahânı, Müfredât, 342)
Hadîste akıl kavramını ele aldığımızda; diyet vermek, anlamak, deveyi bağlamak, kavramak ve bilmek anlamlarında kullanıldığını görüyoruz. Hz. Peygamber "Akıllı, nefsini kontrol altına alıp ölümünden sonraki ebedi hayat için hazırlanan kimsedir." buyurmuştur. (İbn Mace, Zühd, 31)
İmam Gazâlı* aklı dört turlu târif eder:
a) İnsanların diğer canlı hayvanlardan ayrılmasını sağlayan haslete akıl denir ki, insanlar yaratılıştaki bu akıl ile nazarî ilimler öğrenmeye istidât kazanırlar .
b) Küçük bir çocuğun, caiz olan şeyleri caiz, muhal olan şeyleri muhal kabul etmesi: İkinin birden çok olduğunu, bir adamın bir anda iki yerde bulunamayacağını bilmesi gibi zarurî ilimlerdir. Bazı kelamcılar da akil, mümkün olan şeylerin var olabileceğini, mümkün olmayanların olamayacaklarını anlamak, gibi zaruri ilimler, diye tarif ederler.
c) Tecrübelerden elde edilen ilim akıldır. Kim tecrübelerden anlar ve tecrübeler kendini olgunlaştırırsa ona akıllı; kim, tecrübelerden bir şey anlamazsa, ona ahmak ve câhil denir.
d) Nazarî ilimlerin kendisiyle kavranıldığı bir özelliktir. İşte bu özelliğin bir dereceye yükselmesidir ki, insan onunla bütün bu işlerin netîcesini anlar ve âkıbeti tehlikeli olan geçici lezzetlere davet eden şehvetini yener. Bu kuvvet kimde bulunursa, peşin şehvetinin arzusuna uymayıp akıbetini düşünerek hareket ettiği için "akıllı" sıfatını alır. Bu da insanı, hayvandan ayıran bir özelliktir. Buna da 'akl-ı müstefâd' denir.
Allah'ın insanlara bir vergisi ve lûtfu olan aklın hakikati hakkında âlim ve filozoflar arasında görüş ayrılığı olmuştur. Bu sebeple aklın tarifi de çeşitli ve tartışmalıdır. Bütün bu ihtilâflara rağmen akıl, maddî bir kuvvet olmayıp, mücerret ve ruhanî bir cevher ve ilâhî bir nûrdur. Bu sebeple akıl, "Nefs-i Nâtıka" (Konuşan Nefis) veya "Nefs*in bir kuvveti olup, ilim ve fenler onunla idrâk olunur." denmiştir. Âlimlerin çoğunluğuna göre akıl, insanı ilim ve irfana ulaştıran bilgi sebeplerinden biridir. Akıl yolu ile elde edilen bilgiler ya zarûrî ya nazarî, yani istidlâlî olur. Zarurî olan bilgiler, araştırma ve ispatlanmaya muhtaç olmadan herkesçe bilinen bilgilerdir. 5, 10'un yarısıdır, güneş ışık verir, ateş dokunanı yakar, gibi bilgilerdir.
Nazarı bilgiler ise, bilinen fikirleri, usûlüne göre tertiplemek suretiyle bilinmeyen bir sonuca vararak elde edilen bilgilerdir.
Aklı kullanarak nazarî bilgileri yani bilinen bilgilerden hareketle bilinmeyen bilgileri elde etmenin yolları üçtür:
a) Cüzîden cüzîye, fertten ferde intikâldir ki buna temsil veya kıyâs-ı fıkhı denir. Temsilde esas, cüzîden cüzîye geçiştir. Bu yolla elde edilen bilgi zan ifade eder. Meselâ: Su bir sıvıdır, hararetle buharlaşır. Pamukyağı da bir sıvıdır. O halde pamukyağı da (su gibi) hararetle buharlaşır. Su hakkındaki hüküm pamukyağı hakkında da verilmiştir. Ancak varılan bu netice her maddede kesinlik ifade etmez.
b) Genel ve küllî hükümler vasıtasıyla cüz'î bir önerme elde etmek. Buna kıyas-ı mantıkı veya sadece kıyâs* denir. Bütün ilimlerin fiîlî tatbikâtı bununla yapılır. İlmin yollarının en kuvvetlisi budur. İlliyet (sebep) kanununu idrâk ve tatbik sayesinde akıl, Allah'ın varlığına delil olan âyetlerden (el-Bakara, 2/163) Allah'ın varlığını, birliğini ve her şeyi kuşatan rahmetini anlar ve keşfeder. Kıyâs şartlarına uygun olarak yapılırsa kesinlik ifâde eder. Meselâ: Bu âlem değişmeler hâlindedir. Her değişmeler halinde olan şey sonradan olmuştur. O hâlde, bu âlem de sonradan yaratılmıştır (hâdistir). Bu misâlde görüldüğü gibi, iki kâziye (önerme) vasıtasıyla, bilinmeyen cüz'î ve nazarî bir hüküm elde edilmiştir.
c) Cüz'î ve özel hükümlerden, küllî ve genel hükümlere varma. Buna da istikrâ' denir. İstikrâda esas, kıyâstakinin aksine olarak, cüz'î olan şeyleri tetkîk ederek, küllî bir hükme varmaktır. İstikrâ, bütün cüz'leri içine alırsa buna istikrâ-ı tam denir. Bu tür istikrâlar kesin bilgi ifâde ederler. İstikrâ bazı cüzleri tetkikle yetinilerek yapılmışsa buna istikrâ-ı nâkıs denir ve bu yolla elde edilen bilgi zan ifade eder. 'İstikrâ-ı tam çok zor olduğundan,müsbet ilimlerde 'istikrâ-ı nâkıs' kullanılır. Bu sebeple, müsbet ilimlerde varılan neticeler çok defa zannî olup, kesin değildir. Yani elde edilen hüküm değişebilir. Bunun için de birçok ilmî nazariyeler zamanla değişmektedir. İstikrâ-ı nâkısa misâl: Demir, çelik, bakır, kalay... madendir. Demir, çelik, bakır... hararetle uzar. Netice: O halde bütün madenler hararetle uzar. Bu misâlde olduğu gibi, bir çok maden nevîlerinde yapılan deneme sonunda varılan ortak hüküm, bütün madenlere teşmîl edilmiştir. Cüz'îlerin hükmü,bütün cüz'lere yani "külle" verilmiştir. Fakat, ilerde hararetle uzamayan bir maden keşfolunca, bu genel hüküm değişebilir. O halde bu hüküm kat'î değil, zannîdir.
Bu yollardan birinde veya hepsinde yürüyen aklın, netîceye varmak için takip ettiği iki tür seyri vardır: Birincisi ağır, tedrîcî olan düşünme teemmülî seyirdir. Buna fikir denilir. Bu maddede neticeye yavaş yavaş ve düşünme (tefekkür) ile varılır. Diğeri de bir anda, bir hamlede istenilene erecek derecede serî ve anî olan seyirdir. Bu tür seyre "hads" denilir. Hads da iki kısımdır:
1) Kendi mevzûuna göre belli bir tahsil, tecrübe ve karşılıklı bilgi alışverişi neticesinde elde edilen bir melekedir ki kesbidir. Yani belli bir araştırma neticesinde kazanılır. Teorik ve pratik tahsil ve ilmî terbiye, bu gayeye ermek içindir. Buna "akl-ı mesmu" da denilir.
2) Doğrudan doğruya yaratılışta varolan, Allah vergisi bir melekedir. Buna da "kuvve-i kudsiyye", "akl-ı matbu ", veya "garizî" denir. Herkesin bu tür akıldan az çok nasibi vardır. Bu olmayınca akl-ı mesmu'un hiç hükmü olmaz. Bu tür aklın, basit bir zekâ seviyesinden, peygamberlerin aklî seviyesine kadar birçok mertebeleri vardır. Aklın en yüksek mertebesine akl-ı evvel denir. Başlangıçtan sonu, sondan başlangıcı, evvelden âhiri, âhirden evveli tam bir olgunluk ve gerçek ile gören bu akl-ı evvel, Hz. Muhammed'in nûrudur. Nitekim bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s.): "Allah'ın ilk yarattığı, benim nûrumdur. " "Allah'ın ilk yarattığı, kalemdir", "Allah'ın ilk yarattığı akıldır. " buyurmuştur. Akıl için yol birdir. O da hak yol (tariki hak) dur. Kur'an'da bir çok yerde aklın ve akletmenin gereği vurgulanmaktadır. Sadece hislerle müşâhede edilen hâdiselerin gerçek manası, ancak müşâhedenin akıl ile birleştirilebilmesiyle anlaşılır. Bunun içindir ki Allah'ın varlığına delâlet eden binlerce hadiseye şahid olan birçok insan, müşahedelerini akıl ile birleştirmediğinden, bu hâdiselerle kendisine verilmek istenen mesajı anlayamamıştır. Yine böylece peygamberlerin gösterdiği mûcizelere karşı müşahede ile aklı birleştirmeyen birçok insan, fevkalâde olan mûcizelere sadece hislerle cevap vermiş ve neticede inkâr yolunu tutmuştur. Oysa Allah;
"...Şüphesiz hep bunlarda akıllı olan bir ümmet için elbet Allah'ın birliğine delâlet eden ayetler vardır." (Bakara, 2/164) buyurmuştur.
Akıl, insanoğlunun en üstün vasfıdır. Çünkü, Allah'ın emânetleri, akıl sayesinde kabul edilir ve yine akıl sayesindedir ki insan, Allah'ın rızasını elde edebilir.
İlmin kaynağı ve kökü akıldır. Akla nisbetle ilim, ağaca nisbetle meyve, güneşe nisbetle nûr, göze nisbetle görme gibidir. Allah akla, nûr adını verir. (en-Nûr, 24/35) Akılla elde edilen ilme rûh, vahiy, hayat adını verir, (eş-Şûrâ, 42/52), (el-En'am, 6/122).
İmam Gazâlî'nin İhyâ'sında İbni Abbâs (r.a.)'dan rivâyete göre Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyururlar: "Her şeyin bir âleti, bir hazırlık ve istidâdı var; müminin âleti akıldır. Her şeyin bir biniti var; kişinin biniti akıldır. Her şeyin bir direği var; dinin direği akıldır. Her kavmin bir dayanağı var; ibâdetin dayanağı akıldır. Her kavmi bir çağıran var; âbidleri ibâdete çağıran akıldır. Her tacirin bir sermayesi var; müctehidlerin sermayesi akıldır. Her âilenin bir idarecisi var; sıddîklar evinin bakıcısı akıldır. Her harabenin bir tamircisi var; ahireti imâr eden akıldır. Herkesin kendisini andıracak olan ardından bir geleni var; sıddîkları andıracak olan akıldır. Her yolcunun bir çadırı var; müminin çadırı akıldır."
İnsanı kâinattaki diğer canlı-cansız varlıklardan ayıran ve ona üstünlük kazandıran akıldır. Aklı olmayana, akıllıya verilen değer verilmez, onu bir takım emir ve yasaklarla sorumlu tutmak mümkün değildir. "Aklı olmayanın dini de olmaz", hadîsinin manası da budur. Dînin ve ilaveten dünyanın insanları ilgilendiren bütün emir veya yasakları ancak akıllı insanlar için geçerlidir. Aklî dengesini kaybetmiş olanlara böyle bir sorumluluk yüklenmemiştir. Yine böylece emir ve yasaklara uyma veya uymamanın dünya ve âhirete âit ceza ve mükâfâtı da akıllı insanlar için geçerlidir. Yaratılışta akıllı olduğu halde, müşahedelerini aklı ile birleştirmeyen insanlara da mecazî olarak akılsız insan denir:
"Eğer duyup akıl edeydik biz de Cehennemlikler arasında olmazdık. " (el-Mülk, 67/10). ayeti bu tür insanların durumunu dile geçirdiği gibi çevremizde her gün yüzlercesini gördüğümüz suçlu insanların durumu da aynıdır. Aklın yolu birdir, o da hak yoludur. Bu yolu kabul etmeyenler akılsızlıklarının cezasını çekerler. Yaratılıştaki bir tabiat ve kendisiyle eşyanın hakikatını idrâk edebilen akıl,zekâ, zeyreklik, ahmaklık fitrîdir. Yani yaratılıştandır. Ahmak insan kendisini aldanmaktan koruyamaz. Akıl ve fehm, insanın yaratılışında bulunur. Yaratılışlarında akıl ve fehimden (anlayıştan) mahrum olanlar, bunları sonradan temin edemezler. Ancak bunların asılları kimde varsa, o, tecrübe ve denemelerle bunları inkişâf ettirebilir, geliştirebilir. Demek ki bütün saadetlerin esâsı, akıl ve zekâdır. Tirmizî'nin "Nevâdir"inde rivâyet edildiğine göre şânı yüce olan Allah, kulları arasında aklı parça parça taksim etmiştir. Akl-ı selîm sahibi aklını, doğrulukta, olgunluk yolunda kullanan insandır. İlâhî bir vergi, rûhânî bir nur olan aklın mahiyeti, görülebilen maddî bir varlık olmadığı için, tam olarak bilinememektedir. İlâhî bir sır olan aklın mahiyeti de ebediyyen anlaşılamayacaktır. Mâhiyeti ne olursa olsun, insan, akıl ile ilim ve tekniği keşfeder. Aklı olmayan varlık, mükellef değildir. Din akla hitap eder. Allah'ın varlığını bilmek ve onu isbat etmek, ancak akılla olur. Ne var ki akıl her şeyi kavrayabilecek güçte değildir. İnsandan bir cüz olduğu için, insanın diğer uzuv ve kuvvetleri gibi sınırlı vekusurludur. Belirli bir sınır içerisinde hükmünü yürüten akıl, fizik ötesindeki bir çok hakikati kavrayamaz, dinin birçok gerçeklerini bilemez. Bu hakikatler ise ancak vahiy* yolu ile bilinebilir. Dinin bildirdiği gerçekleri ancak akıl ile anlayabiliriz. Gerçekler akıl ile bağdaştığı halde, gerçek olmayanlar da daima akıl ile çelişki halindedir. Bu nedenle akıl, hak ve gerçek din olan İslâm ile dâima birlik ve yardımlaşma halindedir.
Cengiz YAĞCI

Elem* 11 Mayıs 2009 23:44

RE: Akıl
 
Bağlamak, engel olmak, tutmak, diyet vermek, idrak, muhakeme kabiliyeti, kavrayış, zeka. insanların tehlikeye düşmesine engel olan şey. Düşünme, kavrama ve bilgi elde etme gücü.


SAAT: 07:09

vBulletin® Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2025 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320