Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   İslami Kavramlar (https://www.forum.medineweb.net/838-islami-kavramlar)
-   -   Akide (https://www.forum.medineweb.net/islami-kavramlar/3087-akide.html)

MERVE DEMİR 03 Mayıs 2008 00:38

Akide
 
AKÎDE
Bir şeye inanmak, bir kimseyi veya bir haberi tasdîk etmek ve kabul ile ona sadık kalmak; inanış tarzı, inanma şekli, telâkki tarzı. İtikâdla iman eş anlamlı olup, teslim ve boyun eğme anlamını da kapsarlar. Bir terim olarak imân* ise; Allâh'u Teâlâ'nın dinini kalb ile kabul etmek yani Rasûlullah (s.a.s.)'ın bildirdiği şeyleri kesin bir şekilde kalben tasdîk eylemektir. İman asıl bu tasdikten ibâret ise de, tasdîk edilen şeyleri, dil ile ikrâr etmek, bunlar hakkında şehâdette bulunmak da gereklidir. İmanını kalbinde gizleyen kimse Allah nezdinde mümin sayılırsa da; imanını dil ile veya davranış ve amelleriyle açığa vurmazsa, durumu insanlarca bilinemez ve onun müslüman olduğuna hükmedilemez. Allah'u Teâlâ imana delâlet eden bir takım alâmet ve şartlar ortaya koymuştur. Bunlar İslâm'ın şartları dediğimiz; kelime-i şehâdet, beş vakit namaz, zekât, oruç, hacc vb. hususlardan ibârettir. Bu alâmetler kimde görülürse, o kimsenin mü'min olduğuna hükmedilir ve namazda imam olmak, müslüman bir kadınla evlenmek, cenâze namazı kılmak gibi dünyaya ait hükümler kendisine uygulanır. Bu ameller imana güç verir: İmanın kalpteki nûrunu artırır; insanı azaptan kurtarır; Allah'ın lûtuf ve yardımlarına ulaştırır.
İslâm* ise sözlükte, itâat, boyun eğme, bir şeye teslim olma anlamlarına gelir. Terim olarak; Allah'u Teâlâ'ya itaat etmek, Hz. Peygamber'in din adına bildirmiş olduğu şeyleri kalb ile tasdik, dil ile ikrar etmek ve güzel bulmaktır. İslâm, din anlamında da kullanılır. Allah'ın dinine, yalnız "din" denildiği gibi "millet, şerîat, İslâm ve İslâm dini" de denir. Bazan İslâm, iman anlamında da kullanılır.
Hz. Ömer b. el-Hattâb şöyle anlatıyor: "Bir gün Allah'ın Resulu'nün yanında idik. Beyaz elbiseli, siyah saçlı bir adam çıkageldi. Üzerinde yolculuk izi yoktu, ama hiçbirimiz kendisini tanımıyorduk. Hz. Peygamber'in önünde diz çöküp oturdu. Dizlerini onun dizlerine dayadı. Ellerini de Allah'ın Rasûlü'nün dizlerinin üzerine koyup sordu:
"- İslâm nedir? bana anlat" Allah'ın Resulu cevap verdi:
"-İslâm Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in, Allah'ın elçisi olduğuna inanman, namaz kılman, zekât vermen, Ramazan orucunu tutman, gücün yeterse Hacca gitmendir"
"- Doğru söyledin, peki iman nedir?"
"- İmân, Allah'a, O'nun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe ve kadere, kaderin hayır ve şerrin Allah tarafından yaratıldığına inanmandır."
"- Doğru söyledin. İhsan nedir?"
"- İhsan, * Allâh'ı görüyormuşsun gibi ona ibadet etmendir. Her ne kadar sen O'nu görmüyorsan da O seni görüyor. "
Bu sorulardan sonra kıyâmet alâmetlerini de soran adam kalkıp gitti. Arkasından baktılar, hemen ortadan kaybolmuştu. O'nun kim olduğunu merak eden ashâb-ı kirama Allah Resulu şöyle buyurdu:
"- O Cebrâil idi, size dininizi öğretmek için geldi." (Buhâri, İman, 37; Müslim, İman, 13.)
İmanda dil ile ikrâr asıl rükün olmadığı için, dilsizlik veya zor karşısında kalma gibi bir özür hâlinde şart olmaktan çıkar. Zor karşısında gönülden değil, fakat sadece dili ile inkâr eden kimse imandan çıkmaz. Nitekim Ammâr b. Yâsir'e müşrikler işkence ettiklerinde, o da tahammül edemeyerek diliyle inkâr etmişti. İşkenceden sonra Allah Resulu'nün yanına geldi. Sahâbeler, Ammâr'ın dinden çıktığını söylediler. Ammâr ağladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Ammâr'ın vücudu bütün zerrelerine kadar iman doludur." Sonra Ammâr'a dönerek; "Yine seni zorlarlarsa inkâr et" buyurdu.
İmân icmâli ve tafsili olmak üzere ikiye ayrılır.
1) İcmâli iman: Hz. Peygamber'in Allah tarafından getirip haber verdiği şeylere toptan inanmak, yani, O, ne tebliğ etti ise hepsi haktır, diyerek topluca tasdik etmektir.
2) Tafsili (ayrıntılı) iman: Hz. Peygamber tarafından tebliğ olunan şeyleri birer birer bilerek tasdikte bulunmaktır. Küfürden kurtulmak için icmâli iman yeterli ise de, namaz, oruç vb. ibâdetleri öğrenip tasdik ve edâ etmek sûretiyle imanını kemâle erdirmek her müslümanın borcudur.
İmanın sağlam ve geçerli olması için şu üç şart gereklidir:
1) İman ye's hâlinde olmamalıdır. Yani Allah'ın azâbını gözüyle gördükten sonra iman sahîh olmaz. Bu yüzden son nefeste iman eden münkîrin imanı kabul edilmez.
Kur'an-ı Kerim'de "Azâbımızı gördükleri vakit edecekleri imanları, kendilerine bir fayda verecek değildir" (Mü'min, 40/85) buyurulur.
2) Mümin, dinden olduğu kesin olan bir şeyi inkâr veya tekzib etmemelidir. Buna göre bir kimse, bütün peygamberleri tasdîk ettiği halde Hz. Muhammed'in peygamberliğini inkâr etse mü'min sayılamayacağı gibi; kesin bir farzı inkâr etmek veya kendi isteğiyle puta tapmak gibi bir Allah'ı yalanlama emâresiyle de dinden çıkar. Çünkü iman bir bütündür, parçalanamaz. Dinden bir şeyi inkâr etmek bütün dîni inkâr demek olur.
Ashâb, Tevhid'e imanlarının şuuruna varmakla birlikte iç dünyalarından başlayıp yakın çevrelerine yayılan ve gittikçe genişleyen bir mücadele içerisinde kendisini buluveriyordu. Böyle bir mücadele içerisinde olmayıpta kendileri için gayet tabii, kaçınılmaz ve hatta imanlarının hiç de garipsemedikleri bir sonucu olarak görüyor, değerlendiriyorlardı. Sâhibini ileriye atmayan, meydana çıkarmayan, küfürle, câhiliyye ile Firâvnî ve tağutî düzen ve müesseselerle, konum ve şartlarına uygun mücadele içerisine itmeyen bir iman, en azından küllenmiş bir imandır, yahut henüz derinlik kazanmamış, boyutlarında eksiklikler taşıyan bir çeşit inanıştır.
Diğer taraftan İslâm'ın günümüz açısından uygulanabilirliği konusunda şüphe ve tereddütler taşımak da iman ile bağdaşmaz. Bu en azından yüce Rabbimiz'in görüneni, görünmeyeni, geçmişi ve geleceği bileceğine inanmak gereği ile çelişir. Allah'ın Şeriatı'nın herhangi bir zamanda yeterli geleceğinde şüphe içerisinde olmak, Allah'ın sıfatlarında şüpheye düşmek demektir. Allah hakkındaki bir şüphe ve tereddüt ise, mâhiyet ve boyutu ne olursa olsun, kişiyi imandan çıkartır.
Mümin, iman ettiği nizâmın bütün hükümleriyle her zaman ve mekânın değişmez, mutlak doğru ve insanlığı bunalımlardan uzaklaştıracak, mutluluğa kavuşturacak, insanı insana kölelikten, kendi nefsine ya da herhangi bâtıl bir kuvvete tapmaktan, onun boyunduruğuna girmekten kurtarabilecek yegane nizâm olduğuna inanmak ve bunun ilmî bakımdan tartışılmaz bir gerçek olduğunu ispat etmek cehdine sürekli sâhip olmalıdır. Bunun yanında; böyle bir nizâmı da arzın herhangi bir yerinde ve kendisini merkez kabul ederek hemen kendisine en yakın parça üzerinde egemen kılmakla yükümlü olduğunu bilmekten, bunun için sây-ü gayrette bulunup bulunmamaktan sorumlu tutulacağı şuûruyla kesintisiz bir cehd içerisinde olmakla vazîfelidir. Bu onun temel sorumlulukları arasında yer alır.
3) Dinin bütün hükümlerini beğenerek kabul ve hiç bir hükmü küçümsemeden ifâya çalışmaktır. Dînin bazı emir veya yasaklarını hafife almak; bazı hükümlerini beğenip de bazılarını beğenmemek, insanı dinden çıkarır.
İmanın faydalı olabilmesi için, ömrün sonuna kadar aynen korunması da şarttır. Çünkü itibar sanadır. Bu yüzden İslâm bilginleri "imanın korunması, kazanılmasından güçtür" derler.
İmanın geçerli olabilmesi için, onu mutlaka dayandığı delilleriyle öğrenmek şart değildir. Delîl aramaksızın (taklîd yoluyla) edilen iman da sahih ve makbûldur. Ancak mümkün olduğu kadar bir şeyin delîlini tetkîk etmek ve delil getirmek farz olduğundan onu terkeden günahkâr olur.
İnsanlar tasdîk ve inkâr bakımından üçe ayrılır:
1) Mümin: İslâm'ın itikâd esâslarına ve hükümlerine tamamıyla inanan ve bunların gereğini yapmaya çalışan kimse tam mümin ve müslîmdir.
2) Kâfir: Allah'a ve peygamberine inanmayan ve dinden olduğu kesin olan bir hükmü inkâr eden kimsedir.
3) Münafık: Dıştan inanmış görünüp, içinden inkâr eden de münâfıktır. Yüce Allah Nisâ Sûresi 45'inci ayetinde münâfıkların cehennemin en aşağı tabakasında bulunacaklarını bildirmektedir.
İman ile amel arasında sıkı bir münâsebet vardır. Amel imanın muhafazasını sağlar ve onu kuvvetlendirir. Ancak amel imandan bir cüz' sayılmamıştır. Yani inanıp da dini emirleri yerine getirmekte ihmâl gösteren kimse imandan çıkmaz. Namaz kılmayan, oruç tutmayan, eğer imanında bir bozukluk yoksa yine mümindir, ama isyânından dolayı Allah'ın azâbına müstehâk olur. Allah dilerse onu affeder, dilerse cezalandırır.
Sonuç olarak iman, kalbe dikilen bir ağaç ise, ibâdet de onun suyu ve gıdasıdır. İman ağacının büyüyüp gelişmesi için onu ibâdet ve itaat suyu ile beslemek gerekir.
Hamdi DÖNDÜREN

Emekdar Üye 03 Mayıs 2008 00:38

Akide
 
AKÎDE
Bir şeye inanmak, bir kimseyi veya bir haberi tasdîk etmek ve kabul ile ona sadık kalmak; inanış tarzı, inanma şekli, telâkki tarzı. İtikâdla iman eş anlamlı olup, teslim ve boyun eğme anlamını da kapsarlar. Bir terim olarak imân* ise; Allâh'u Teâlâ'nın dinini kalb ile kabul etmek yani Rasûlullah (s.a.s.)'ın bildirdiği şeyleri kesin bir şekilde kalben tasdîk eylemektir. İman asıl bu tasdikten ibâret ise de, tasdîk edilen şeyleri, dil ile ikrâr etmek, bunlar hakkında şehâdette bulunmak da gereklidir. İmanını kalbinde gizleyen kimse Allah nezdinde mümin sayılırsa da; imanını dil ile veya davranış ve amelleriyle açığa vurmazsa, durumu insanlarca bilinemez ve onun müslüman olduğuna hükmedilemez. Allah'u Teâlâ imana delâlet eden bir takım alâmet ve şartlar ortaya koymuştur. Bunlar İslâm'ın şartları dediğimiz; kelime-i şehâdet, beş vakit namaz, zekât, oruç, hacc vb. hususlardan ibârettir. Bu alâmetler kimde görülürse, o kimsenin mü'min olduğuna hükmedilir ve namazda imam olmak, müslüman bir kadınla evlenmek, cenâze namazı kılmak gibi dünyaya ait hükümler kendisine uygulanır. Bu ameller imana güç verir: İmanın kalpteki nûrunu artırır; insanı azaptan kurtarır; Allah'ın lûtuf ve yardımlarına ulaştırır.
İslâm* ise sözlükte, itâat, boyun eğme, bir şeye teslim olma anlamlarına gelir. Terim olarak; Allah'u Teâlâ'ya itaat etmek, Hz. Peygamber'in din adına bildirmiş olduğu şeyleri kalb ile tasdik, dil ile ikrar etmek ve güzel bulmaktır. İslâm, din anlamında da kullanılır. Allah'ın dinine, yalnız "din" denildiği gibi "millet, şerîat, İslâm ve İslâm dini" de denir. Bazan İslâm, iman anlamında da kullanılır.
Hz. Ömer b. el-Hattâb şöyle anlatıyor: "Bir gün Allah'ın Resulu'nün yanında idik. Beyaz elbiseli, siyah saçlı bir adam çıkageldi. Üzerinde yolculuk izi yoktu, ama hiçbirimiz kendisini tanımıyorduk. Hz. Peygamber'in önünde diz çöküp oturdu. Dizlerini onun dizlerine dayadı. Ellerini de Allah'ın Rasûlü'nün dizlerinin üzerine koyup sordu:
"- İslâm nedir? bana anlat" Allah'ın Resulu cevap verdi:
"-İslâm Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in, Allah'ın elçisi olduğuna inanman, namaz kılman, zekât vermen, Ramazan orucunu tutman, gücün yeterse Hacca gitmendir"
"- Doğru söyledin, peki iman nedir?"
"- İmân, Allah'a, O'nun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe ve kadere, kaderin hayır ve şerrin Allah tarafından yaratıldığına inanmandır."
"- Doğru söyledin. İhsan nedir?"
"- İhsan, * Allâh'ı görüyormuşsun gibi ona ibadet etmendir. Her ne kadar sen O'nu görmüyorsan da O seni görüyor. "
Bu sorulardan sonra kıyâmet alâmetlerini de soran adam kalkıp gitti. Arkasından baktılar, hemen ortadan kaybolmuştu. O'nun kim olduğunu merak eden ashâb-ı kirama Allah Resulu şöyle buyurdu:
"- O Cebrâil idi, size dininizi öğretmek için geldi." (Buhâri, İman, 37; Müslim, İman, 13.)
İmanda dil ile ikrâr asıl rükün olmadığı için, dilsizlik veya zor karşısında kalma gibi bir özür hâlinde şart olmaktan çıkar. Zor karşısında gönülden değil, fakat sadece dili ile inkâr eden kimse imandan çıkmaz. Nitekim Ammâr b. Yâsir'e müşrikler işkence ettiklerinde, o da tahammül edemeyerek diliyle inkâr etmişti. İşkenceden sonra Allah Resulu'nün yanına geldi. Sahâbeler, Ammâr'ın dinden çıktığını söylediler. Ammâr ağladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Ammâr'ın vücudu bütün zerrelerine kadar iman doludur." Sonra Ammâr'a dönerek; "Yine seni zorlarlarsa inkâr et" buyurdu.
İmân icmâli ve tafsili olmak üzere ikiye ayrılır.
1) İcmâli iman: Hz. Peygamber'in Allah tarafından getirip haber verdiği şeylere toptan inanmak, yani, O, ne tebliğ etti ise hepsi haktır, diyerek topluca tasdik etmektir.
2) Tafsili (ayrıntılı) iman: Hz. Peygamber tarafından tebliğ olunan şeyleri birer birer bilerek tasdikte bulunmaktır. Küfürden kurtulmak için icmâli iman yeterli ise de, namaz, oruç vb. ibâdetleri öğrenip tasdik ve edâ etmek sûretiyle imanını kemâle erdirmek her müslümanın borcudur.
İmanın sağlam ve geçerli olması için şu üç şart gereklidir:
1) İman ye's hâlinde olmamalıdır. Yani Allah'ın azâbını gözüyle gördükten sonra iman sahîh olmaz. Bu yüzden son nefeste iman eden münkîrin imanı kabul edilmez.
Kur'an-ı Kerim'de "Azâbımızı gördükleri vakit edecekleri imanları, kendilerine bir fayda verecek değildir" (Mü'min, 40/85) buyurulur.
2) Mümin, dinden olduğu kesin olan bir şeyi inkâr veya tekzib etmemelidir. Buna göre bir kimse, bütün peygamberleri tasdîk ettiği halde Hz. Muhammed'in peygamberliğini inkâr etse mü'min sayılamayacağı gibi; kesin bir farzı inkâr etmek veya kendi isteğiyle puta tapmak gibi bir Allah'ı yalanlama emâresiyle de dinden çıkar. Çünkü iman bir bütündür, parçalanamaz. Dinden bir şeyi inkâr etmek bütün dîni inkâr demek olur.
Ashâb, Tevhid'e imanlarının şuuruna varmakla birlikte iç dünyalarından başlayıp yakın çevrelerine yayılan ve gittikçe genişleyen bir mücadele içerisinde kendisini buluveriyordu. Böyle bir mücadele içerisinde olmayıpta kendileri için gayet tabii, kaçınılmaz ve hatta imanlarının hiç de garipsemedikleri bir sonucu olarak görüyor, değerlendiriyorlardı. Sâhibini ileriye atmayan, meydana çıkarmayan, küfürle, câhiliyye ile Firâvnî ve tağutî düzen ve müesseselerle, konum ve şartlarına uygun mücadele içerisine itmeyen bir iman, en azından küllenmiş bir imandır, yahut henüz derinlik kazanmamış, boyutlarında eksiklikler taşıyan bir çeşit inanıştır.
Diğer taraftan İslâm'ın günümüz açısından uygulanabilirliği konusunda şüphe ve tereddütler taşımak da iman ile bağdaşmaz. Bu en azından yüce Rabbimiz'in görüneni, görünmeyeni, geçmişi ve geleceği bileceğine inanmak gereği ile çelişir. Allah'ın Şeriatı'nın herhangi bir zamanda yeterli geleceğinde şüphe içerisinde olmak, Allah'ın sıfatlarında şüpheye düşmek demektir. Allah hakkındaki bir şüphe ve tereddüt ise, mâhiyet ve boyutu ne olursa olsun, kişiyi imandan çıkartır.
Mümin, iman ettiği nizâmın bütün hükümleriyle her zaman ve mekânın değişmez, mutlak doğru ve insanlığı bunalımlardan uzaklaştıracak, mutluluğa kavuşturacak, insanı insana kölelikten, kendi nefsine ya da herhangi bâtıl bir kuvvete tapmaktan, onun boyunduruğuna girmekten kurtarabilecek yegane nizâm olduğuna inanmak ve bunun ilmî bakımdan tartışılmaz bir gerçek olduğunu ispat etmek cehdine sürekli sâhip olmalıdır. Bunun yanında; böyle bir nizâmı da arzın herhangi bir yerinde ve kendisini merkez kabul ederek hemen kendisine en yakın parça üzerinde egemen kılmakla yükümlü olduğunu bilmekten, bunun için sây-ü gayrette bulunup bulunmamaktan sorumlu tutulacağı şuûruyla kesintisiz bir cehd içerisinde olmakla vazîfelidir. Bu onun temel sorumlulukları arasında yer alır.
3) Dinin bütün hükümlerini beğenerek kabul ve hiç bir hükmü küçümsemeden ifâya çalışmaktır. Dînin bazı emir veya yasaklarını hafife almak; bazı hükümlerini beğenip de bazılarını beğenmemek, insanı dinden çıkarır.
İmanın faydalı olabilmesi için, ömrün sonuna kadar aynen korunması da şarttır. Çünkü itibar sanadır. Bu yüzden İslâm bilginleri "imanın korunması, kazanılmasından güçtür" derler.
İmanın geçerli olabilmesi için, onu mutlaka dayandığı delilleriyle öğrenmek şart değildir. Delîl aramaksızın (taklîd yoluyla) edilen iman da sahih ve makbûldur. Ancak mümkün olduğu kadar bir şeyin delîlini tetkîk etmek ve delil getirmek farz olduğundan onu terkeden günahkâr olur.
İnsanlar tasdîk ve inkâr bakımından üçe ayrılır:
1) Mümin: İslâm'ın itikâd esâslarına ve hükümlerine tamamıyla inanan ve bunların gereğini yapmaya çalışan kimse tam mümin ve müslîmdir.
2) Kâfir: Allah'a ve peygamberine inanmayan ve dinden olduğu kesin olan bir hükmü inkâr eden kimsedir.
3) Münafık: Dıştan inanmış görünüp, içinden inkâr eden de münâfıktır. Yüce Allah Nisâ Sûresi 45'inci ayetinde münâfıkların cehennemin en aşağı tabakasında bulunacaklarını bildirmektedir.
İman ile amel arasında sıkı bir münâsebet vardır. Amel imanın muhafazasını sağlar ve onu kuvvetlendirir. Ancak amel imandan bir cüz' sayılmamıştır. Yani inanıp da dini emirleri yerine getirmekte ihmâl gösteren kimse imandan çıkmaz. Namaz kılmayan, oruç tutmayan, eğer imanında bir bozukluk yoksa yine mümindir, ama isyânından dolayı Allah'ın azâbına müstehâk olur. Allah dilerse onu affeder, dilerse cezalandırır.
Sonuç olarak iman, kalbe dikilen bir ağaç ise, ibâdet de onun suyu ve gıdasıdır. İman ağacının büyüyüp gelişmesi için onu ibâdet ve itaat suyu ile beslemek gerekir.
Hamdi DÖNDÜREN

Elem* 11 Mayıs 2009 23:40

RE: Akide
 
Bir şeye inanmak, bir kimseyi veya bir haberi tasdîk etmek ve kabul ile ona sadık kalmak; inanış tarzı, inanma şekli, telâkki tarzı. İtikâdla iman eş anlamlı olup, teslim ve boyun eğme anlamını da kapsarlar.


SAAT: 00:26

vBulletin® Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2024 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306