Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.MEDİNEWEB FORUM DİNİ KONULAR.::. > Muhtelif Dini Konular > İslami Kavramlar

Konu Kimliği: Konu Sahibi Emekdar Üye,Açılış Tarihi:  10 Ocak 2008 (02:04), Konuya Son Cevap : 10 Kasım 2023 (08:10). Konuya 18 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 10 Ocak 2008, 02:04   Mesaj No:1
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Sünnet/Sünen

Sünnet/Sünen

SÜNNET

Yol, gidiş, tabiat, şeriat, yüz, yüzün görünen yeri, alışılmış yol. Hz. Peygamber'in söz, fiil ve takrirlerinin bütününü ifade eden terim. Çoğulu "sünen"dir.
Kur'ân-ı Kerim'de dört âyette "öncekilerin sünneti" ifadesi "önceki ümmetlerin izlediği yol" veya "önceki ümmetlere uygulanan hüküm" anlamında kullanılmıştır (el-Enfâl, 8/38; el-Hicr, 15/13; el-Kehf, 18/55; Fâtır, 35/43). İki âyette çoğul olarak kullanılmıştır. Şu âyette şeriat anlamı görülür: "Şüphesiz sizden önce bir çok Şeriatlar gelip geçmiştir" (Âlu İmrân, 3/137). Şu âyette de "öncekilerin yolları" anlamında kullanılmıştır: Allah size bilmediklerinizi tam olarak açıklamak, sizi öncekilerin yollarına iletmek ve sizin tevbelerinizi kabul etmek ister" (en-Nisâ, 4/26; ayrıca bk. el-İsrâ, 17/77). Sekiz âyette de Âllah'ın sünneti" ifadesi geçer. Bu, Allah'ın evreni, canlıları ve toplumu yaratırken veya daha sonra yönetirken izlediği yolu, metodu, kanun ve prensipleri ifade eder. Bu prensiplerin değişmeden devam edeceği bildirilir: "Allah'ın öteden beri gelen sünneti (âdeti) budur. Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir değişme bulamazsın" (el-Feth, 48/23; ayrıca bk. Fâtır, 35/43; el-Ahzâb, 33/62).
Sünnet sözcüğü bir kişiye nisbet edilince, onun iyi veya kötü, sürekli olarak yapa geldiği davranışlarını kapsar, Hz. Peygamber'in şu hadisinde bu iki zıt anlamı bir arada görmek mümkündür: "Güzel bir yol alana onun sevabı ve kıyamete bu yoldan gidenlerin sevabı vardır. Kim de kötü bir yol açarsa, bu yolun sorumluluğu ve kıyamete kadar bu yoldan gidenlerin sorumluluğu ona aittir" (Müslim, İlim, 15; Zekât, 69; İbn Mâce, Mukaddime, 14; Dârimi, Mukaddime, 44; Ahmed b. Hanbel, IV, 362).
Sünnet, Kur'ân-ı Kerim'den sonra ikînci ana kaynaktır. Fıkıh usulünde delil olarak kullanılan sünnet, Hz. Peygamber'den geliş şekline göre; söz, fiil veya tasvip (takrir) olmak üzere üçe ayrılır.
1. Kavlî sünnet: Hz. Peygamber'in çeşitli vesilelerle söylemiş olduğu sözlerdir. Meselâ; Âmeller ancak niyetlere göredir ve herkese niyetinin karşılığı vardır. Kim Allah ve Rasûlü için hicret etmişse, onun hicreti Allah ve Rasûlünedir. Kim elde edeceği bir dünyalık veya evlenmek istediği bir kadın için hicret ederse, onun hicreti de, kendisi için hicret ettiği kimseyedir" (Buhârî, Bed'ü'l-Vahy, I; İmân, 41; Müslim, İmâre, 155).
"Ramazan hilalini görünce orucu tutun, Şevval hilalini görünce orucu yeyin” (Buhârî, Savm, II; Müslim, Sıyâm, 4,18).
2. Fiilî sünnet: Hz. Peygamber'in namaz kılışını ve haccedişini örnek verebiliriz. Allah elçisi; "Ben namazı nasıl kılıyorsam, siz de öyle kılın " (Buhârî, Ezân, 18; Edeb, 27; Âhad, I).
"Hac ile ilgili ibadetlerinizi benden alın" (Ahmed b. Hanbel, III, 318, 366) buyurmuştur. Yine Hz. Peygamber'in savaşlarda yapmış olduğu işler de fiili sünnete girer.
3. Takriri sünnet: Hz. Peygamber'in görüp işittiği bir işe karşı çıkmaması ve onu kabul etmesidir. Çünkü Allah'ın Rasûlü bir işin yapıldığını gördüğü veya işittiği halde onu reddetmemiş ve susmuşsa, bu durum onun bu işi tasvip ve kabul ettiği anl----- gelir.
Meselâ; Bir gün Hz. Peygamber. kabir başında ağlayan bir kadına rastlar. Ona; "Allah'tan kork ve sabret " der. Kadın Rasûlüllah (s.a.s)'ı tanımadan; "Benim başıma gelen, senin başına gelmediği için beni anlayamazsın" diye cevap verir. Daha sonra onun Allah elçisi olduğunu öğrenince de, evine giderek özür diler. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurur: "Asıl sabır, olayla ilk karşılaşmada gösteren sabırdır" (Buhârî Cenâiz, 32). Burada Allah'ın Rasûlünün kadının kabir ziyaretine ses çıkarmadığı görülmektedir. Bu, erkekler gibi kadınlar için de kabir ziyaretinin caiz olduğunu gösteren bir takrirdir.
Yine Amr b. el-Âs (r.a), Zâtü's-Selâsil gazvesi sırasında, çok soğuk bir gecede ihtilam olmuş, su ile yıkanırsa canının tehlikeye düşeceğini anlayınca da teyemmümle topluluğa sabah namazını kıldırdı. Gazve dönüşü durum Hz. Peygamber'e anlatılınca, Amr'a; "Cünüp olduğun halde arkadaşlarına imam oldun öyle mi?" diye sordu. Amr; "Kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir" (en-Nisâ, 4/29) âyetini hatırlayarak teyemmüm yaptığını ve namazı kıldırdığını bildirdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber tebessüm etmiş ve susmuştur. İşte bu tebessüm ve susma, su bulunsa bile çok soğuk havada teyemmümle namaz kılınabileceğini gösterir (Zekiyüddin Şa'ban, Usulül-Fıkh, Terc. İbrahim Kafi Dönmez, Ankara 1990, s. 66).
Sünnetin Hüküm Kaynağı Olduğunu Gösteren Deliller:
Sünnetin, Kur'ân-ı Kerim'den sonra, ikinci asli delil olduğunda görüş birliği vardır. Bu yüzden Hz. Peygamber'e nispeti sabit ve sahih olan sünnetin gereğine göre amel etmenin vücubu üzerinde bütün bilginler ittifak etmiştir.
Onlar bu konuda Rasûlüllah (s.a.s)'a itaatı emreden, onu sevmenin Cenab-ı Hakkı sevmek olduğunu bildiren, ona karşı gelenlere şiddetli tehditler bildiren âyetlere dayanırlar. Bu âyetlerden bir kaçı şunlardır:
"Âllah'a itaat edin, Rasûle itaat edin ve kötülüklerden sakının" (el-Mâide, 5/92). "Kim Rasûle itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur" (en-Nisâ', 4/80). "Peygamber size ne verdiyse onu alın ve size neyi yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir" (el-Haşr, 59/7). "Deki: Eğer Allahı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir" (Âlu İmrân, 3/31).
Anlaşmazlıklarda Hz. Peygamber'in hakem yapılıp, vereceği karara uyulması gerektiği şöyle belirlenir: "Hayır, Rabbine yemin olsun ki, onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp, sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar" (en-Nisâ, 4/65).
Allahın hükmü gibi, Hz. Peygamber'in sünnetinin de bağlayıcı olduğu ve bunlara dayanan bir hükme karşı gelmenin sapıklık sayıldığı şöyle tespit edilir:" Allah ve Rasûlü bir işte hüküm verdiği zaman, artık mü'min bir erkek ve kadının, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur" (el-Ahzâb, 33/36).
Rasûlüllah (s.a.s)'in emrine aykırı davranmanın sonuçlarına bir âyette şöyle yer verilir: Bu yüzden onun (Allah Rasûlünün) emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok acı bir ozap isabet etmesinden sakınsınlar" (en-Nûr, 24/63).
Hz. Peygamber'in hayatında ve vefatından sonra ashab-ı kiram onun sünnetine uymak gerektiğinde birleşmişlerdir. Sahabe, Allah elçisinin emir ve yasaklarına uyuyor, helal dediğini helal, haram dediğini haram olarak kabul ediyordu. Nitekim Muaz b. Cebel (r.a) Yemen'e vali olarak giderken, orada; Allah'ın kitabı ile hüküm vereceğini, bunda bulamazsa Rasûlünün sünnetine başvuracağını belirtmiştir. Bunu işiten Hz. Peygamber'in rızasını açıkladığı nakledilir (Tirmizi, Ahkâm, 3; Ahmed b. Hanbel, V, 230, 236, 242; Şâfıî, el-Ümm, VII, 273). Diğer sahabiler de, herhangi bir mesele hakkında Kur'ân'da bir hüküm bulamadıkları zaman Hz. Peygamber'in sünnetine başvuruyordu. Hz. Ebû Bekir, bir olay hakkında bildiği bir hadis yoksa, bunu sahabe topluluğuna arz eder, o konuda bir hadis bilenin olup olmadığını öğrenmeye çalışırdı. Hz. Ömer'in, tabiılerin ve bunları izleyen Tebe-i tâbiîn'in metodu da böyledir.
Kur'ân-ı Kerîm'de, Peygamber (s.a.s)'in Allah'tan vahiy alarak konuştuğu belirtilir. "O, kendiliğinden konuşmamaktadır. O'nun konuşması ancak indirilen bir vahiy iledir" (en-Necm, 53/3, 4). "Sana Allah'ın bol nimet ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir takımı seni saptırmaya çalışırdı. Halbuki onlar, kendilerinden başkasını saptıramazlar, sana da bir zarar veremezler. Allah sana Kitap ve Hikmeti indirmiş ve bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın sana olan nimeti büyüktür" (en-Nisâ', 4/113).
Diğer yandan Kur'ân âyetleri, Hz. Peygamber'e iman edilmesini açıkça bildirir. Şu âyette Allah'a ve Rasûlüne imanın yan yana zikredildiği görülür: "Âllah'a ve okuyup yazması olmayan (ümmî) Peygamber'e iman edin; o Peygamber de Allah'a ve O'nun sözlerine iman etmiştir ve ona uyun ki hidayete eresiniz" (el-A'râf, 7/158). Başka bir âyette de şöyle buyurulur: "Âllah ve peygamberine iman eden mü'minler peygamberlerle birlikte bir işe karar vermek için toplandıklarında, ondan izin almaksızın gitmezler" (en-Nûr, 24/62).
Sünnetin Kitab'a Göre Yeri ve Fonksiyonu:
Kitap ve sünnette yer alan hükümler karşılaştırıldıkları zaman şu dört şekil ile karşılaşılır:
1. Sünnet, Kur'ân'daki hükmün aynısını getirir, böylece onu destekler ve güçlendirir. Bununla aynı konuda iki delil oluşur. Biri hükmü tespit eden esas delil, diğeri ise teyit edici sünnet delilidir. Örnek: Kur'ân'da;" Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Karşılıklı rızaya dayanan ticaret yoluyla olması bunun dışındadır" (en-Nisâ, 4/29) buyurulur. Aynı konuda ki şu hadis yukarıdaki âyeti teyit etmektedir:" Müslüman bir kimsenin malı, (başkasına) onun gönül hoşnutluğu olmadıkça helâl değildir" (Ahmed b. Hanbel, V, 72).
Aşağıdaki âyette hadis arasında da benzer teyit ilişkisini görmek mümkündür. Âyette; Îşte, Rabbin zulmeden beldelerin halkını yakaladığı zaman böyle yakalar. Çünkü onun yakalaması çok acı ve çetindir" (Hûd, 11/102) buyurulur. Şu hadis aynı anlamı destekler: Allah zâlime mühlet verir, sonunda onu cezalandırınca da artık iflah olmaz" (Buhârî, Tefsîrul-Kur'ân, 2/5; İbn Mace, Fiten, 22).
2. Sünnet, açıklanmaya muhtaç Kur'ân âyetlerine açıklayıcı hükümler getirir:
Sünnet, Kur'ân'ın mücmel veya müşkil olan yani kapalı ve anlaşılması güç olan lafızlarını açıklar. Meselâ; Namazı kılın, zekâtı verin" emrinde namaz ve zekâtın neden ibaret olduğu, şartları, miktar ve ifa şekilleri yer almaz. İşte mücmel olan bu terimler sünnet tarafından açıklanır. Yine; "Ramazanda sabahın beyaz ipliği siyah iplikten ayrılıncaya kadar yeyin, için" (el-Bakara, 2/187). Hz. Peygamber buradaki beyaz iplikten sabahın aydınlığının, siyah iplikten gecenin karanlığının kastedildiğini bildirmiştir.
Sünnet, âmm (genel anlam ifade eden) lafızların hükmünü tahsis eder. Âyette; Bunların dışında kalanlar size helal kılındı" (en-Nisâ, 4/24) buyurulur. Şu hadis, yukarıdaki âyeti tahsis etmiştir; "Kadın, halası, teyzesi, erkek veya kız kardeşinin kızı üzerine nikâhlanamaz. Bunu yaparsanız, hısımlık bağlarını koparmış olursunuz” (Buhârî, Nikâh, 27; Müslim, Nikâh, 37, 38).
Mutlak lafzı tahsis eder: Âyette şöyle buyurulur:" Hırsızlık yapan erkek ve hırsızlık yapan kadının ellerini kesin" (el-Mâide, 5/38). Burada sağ elin mi sol elin mi kesileceği belirtilmemiştir. İşte sünnet bunu "sağ eli ve bilekten kesme" şeklinde kayıtlamıştır.
3. Sünnet, Kur'ân'da yer alan bazı hükümleri nesheder, meselâ;" Birinize ölüm gelince, eğer bir hayır bırakacaksa, anaya, babaya, yakınlara münasip şekilde vasiyette bulunmak, Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur" (el-Bakara, 2/180). Bu âyetin hükmü; "Varise vasiyet yoktur" (Buhârî, Vasâyâ, 6; Ebû Dâvud Yasâyâ, 6) hadisi ile neshedilmiştir.
4. Sünnet, Kur'ân'da bulunmayan meseleler hakkında hükümler getirir. Ninenin miras hakkına sahip oluşu, fıtır sadakası ile vitir namazının vacip oluşu, "muhsan" olarak zina edenin recm edilmesi, "âkile"nin diyete katılmakla yükümlü tutulması gibi hükümler Kur'ân'da olmayan, fakat sünnetle getirilen hükümlerdendir (Z. Şa'ban, a.g.e., s. 85). Yine bir kadını hala veya teyzesi ile bir nikâh altında birleştirmenin yasaklanması, azı dişli yırtıcı hayvanların ve pençeli kuşların etlerinin haram kılınması, erkeklere altın takmanın ve ipekli giymenin yasaklanması sünnetle sabit olmuştur. Kur'ân'da yalnız süt ana ve süt kardeş için konulan evlenme yasağının kapsamı (en-Nisâ, 4/23), "Nesep ile haram olan süt ile de haram olur" hadisi ile (Buhârî Şehadât, 7; Müslim, Radâ, I) genişletilmiştir.
İmam Şâfiî (ö. 204/819) er-Risâle adlı usûle dair eserinde, sünnetin üç türlü olduğuna karşı çıkan bir ilim adamı bilmiyorum, dedikten sonra bu üç hususu şöyle belirtir. 1) Allah Teâlâ bir konu hakkında âyet indirir. Hz. Peygamber de Kur'ân'ın bildirdiğini olduğu gibi açıklamıştır. 2) Allah'ın indirdiği mücmel olur ve Allah elçisi bundan Yüce Allah'ın kasdettiği anlamı açıklar. 3) Kitapta yer almayan bir konuda Allah'ın elçisi hüküm koyar. Çünkü bu konuda Cenab-ı Hak kendisine yetki vermiştir. Bazı bilginler, Hz. Peygamber'in koyduğu sünnetin Kur'ân'da mutlaka bir aslı olduğunu söylemiştir. Nitekim, namazın aslı Kur'ân'la emredilmiş, ayrıntı sünnete bırakılmıştır. Yine alış-veriş ve diğer konularda da sünnetler koydu. Çünkü Allah Teâlâ; " Mallarınızı aranızda bâtıl yollarla yemeyin" (en-Nisâ, 4/29), Âllah alış-verişi helal, ribayı haram kılmıştır" (el-Bakara, 2/275) buyurmuştur. Hz. Peygamber, namazı açıklaması gibi diğer konuları da Allah Teâlâ adına açıklamıştır. Kimisi de, sünnet, Allah tarafından Rasûlünün kalbine atılan hikmettir. Bu şekilde kalbe atılan onun sünneti olmuştur (bk. eş-Şafii, er-Risâle, tahkik: Ahmed Muhammed Şakir, Mısır 1309, s. 91 vd.).
Sünnetin Rivâyet Bakımından Çeşitleri:
Senedinde kopukluk bulunmayan hadisler rivâyet bakımından üçe ayrılır. Mütevatir, meşhur ve âhad sünnet.
1. Mütevatir Sünnet
Yalan üzerinde birleşmeleri aklen mümkün olmayacak sayıda bir sahabe topluluğunun Hz. Peygamber'den rivayet ettiği, daha sonra bu topluluktan Tâbiün ve Etbâu't-Tâbiîn devirlerinde de aynı özellikteki toplulukların naklettiği haberlere "mütevatir sünnet" denir. Bu üç nesilden sonraki devirlerde yalan üzerinde birleşmenin aklen mümkün olmaması şartı aranmaz. Çünkü sünnet bu dönemden sonra tedvin ve tasnif edilerek yazılı eserlere intikal etmiş, daha önce tek râviler aracılığı ile gelen haberlerin pek çoğu da tevâtür ve şöhret derecesinde nakledilmiştir.
Tevatür de Lafzî ve Mânevi olmak üzere ikiye ayırılır.
a) Lafzî mütevatir: Lafiz ve anlam birliği içinde nakledilen mütevatir haberdir. Meselâ; "Kim bilerek bana yalan söz isnat ederse, cehennemdeki yerini hazırlasın" (Buhârî, İlim, 38; Müslim, Zühd, 72) hadisi, tevatür derecesinde kalabalık bir sahabe topluluğunca aynı lafızlarla rivayet edilmiştir.
b) Manevî mütevatir: lafız ve anlam bakımından farklılıklar taşımakla birlikte, bütün râvilerin ortak bir anlamda birleştiği mütevatir haberdir. Dua sırasında ellerin kaldırılması bu çeşit mütevatire örnek gösterilebilir. Çünkü Hz. Peygamber'in dua sırasında ellerini kaldırdığına dair yüz kadar hadis rivayet edilmiştir. Fakat bunlar değişik olaylarla ilgili, değişik şekillerde ve farklı ifadelerle nakledilmiştir. Belki her olay hakkında lafzî tevatür gerçekleşmemiştir, fakat bütün rivayetlerin birleştiği ortak anlam, dua sırasında ellerin kaldırılmış olmasıdır.
Yine İslâm bilginleri, Hz. Ömer'den rivayet edilen " Âmeller niyetlere göredir. Herkes niyet ettiği şeyi görecektir” (Buhârî, Bedül-Vahy,I; Müslim, İmâre, 155) hadisinin anlamı üzerinde görüş birliği içindedir.
Mütevatir sünnetin hükmü, Hz. Peygamber'e nisbetinin kesin oluşudur. Buna göre, mütevatir sünnetle amel etmek farz olup, onu inkâr eden dinden çıkar. Bu çeşit hadislerin delâleti zannî olmadıkça, ortaya koyduğu hüküm kesinlik ifade eder. Mütevatir hadisler, delil olma bakımından Kur'ân'a yakın kuvvettedir.
2. Meşhur Sünnet
Meşhur sünnet, Hz. Peygamber'den bir veya iki yahut tevatür sayısına ulaşmamış sayıda sahabi tarafından rivayet edilmişken, Tâbiün veya Etbâu't-tâbün devirlerinde tevatür sayısındaki ravilerce nakledilen sünnettir.
Mütevatir ve meşhur sünnet arasındaki fark şudur; birincide her üç tabaka ravileri tevatür sayısında iken, meşhur sünnette, sahabeden olan raviler tevatür derecesine ulaşmamıştır. Buna göre mütevatir hadisin Hz. Peygamber'e nisbeti kesin iken meşhur hadisin, Hz. Peygamberden rivayet eden sahabiye nisbeti kesin olmakla birlikte, Hz. Peygamber'e nisbeti kesinlik taşımaz.
Meşhur sünnetin hükmü, kesine yakın bir bilgi vermesidir. Bu yüzden mütevatir sünnetle Kur'ân'daki bir âmm lafzın tahsisi ve mutlak lafzın takyidi mümkün olduğu gibi, meşhur sünnetle de "âmm" tahsîs ve "mutlak" takyid edilebilir.
Âmm'ın tahsisine örnek: "Âllah çocuklarınızın miras payı için şunu istiyor" (en-Nisâ, 4/11) âyetindeki "çocuklarınız (evlâdüküm)" kelimesi âmm olup bütün çocukları kaps----- alır. Hz. Peygamber'in; "Öldüren öldürdüğü kimseye mirasçı olamaz" (Ebû Dâvud, Diyât, 18; Dârimî, Ferâiz, 41) şeklindeki meşhur hadis, miras bırakanını öldüren çocukları kapsam dışı bırakmıştır.
Mutlak ifadenin takyidine örnek:
Mirasla ilgili âyette; " (Bütün bu miras payları, ölenin) yapmış olduğu vasiyetin ve borcun ifasından sonradır" (en-Nisâ, 4/11) buyurulur. Burada "vasiyet" sözcüğü mutlak olup, malın belli bir parçası ile sınırlandırılmış değildir. Fakat Hz. Peygamber'in, "Üçte bir daha bayırlıdır" (Buhârî, Cenâiz, 36; Vesâyâ, 2, 3; Menâkıbul-Ensar, 49; Müslim, Vasiyyet, 5, 7, 8, 10; Ebû Dâvud, Ferâiz, 3; Eymân, 23) şeklindeki meşhur hadisi vasiyet miktarını üçte birle sınırlamıştır.
3. Âhad Sünnet
Bunlar, Hz. Peygamber'den bir, iki veya daha fazla sahabi tarafından rivayet edilen ve meşhur hadisin şartlarını taşımayan hadislerdir. Âhad hadisi bir kişiden yine bir kişi rivayet etmiş olup, bize kadar ulaşan senedindeki kişiler hiçbir zaman tevatür sayısına ulaşmamıştır. Hadis kitaplarında toplanmış bulunan hadislerin çoğu bu kısma ait olup, bunlara tek kişinin haberi anlamında "haber-i vâhid" veya birer kişilerin haberi anlamında "âhad haber" denir.
Ahad sünnet kesin bilgi ifade etmez, zanlı bilgi verir. Çünkü bunların Hz. Peygamber'e ulaştığında şüphe vardır. Bu yüzden inançla ilgili konularda âhad habere dayanılmaz. Ancak belirli şartları taşıyan âhad haberler amel konularında delil olarak kabul edilir.
Hanefiler dışındaki bilginlere göre, hadisler mütevatir ve âhad olmak üzere ikiye ayrılır. Onlar meşhur sünneti de "âhad haber" içinde değerlendirirler. Çünkü meşhur sünnetin ilk tabaka ravileri, gerçekte âhad sünnet sayısındadır. Ancak bu görüşte olanlar âhad haberi, kendi içinde "Garib", "Aziz" ve "Müstefiz" olmak üzere üçe ayırmışlardır.
Ahad Hadisle Amel Etmenin Şartları:
Hanefilere göre âhad haberin delil olarak kullanılabilmesi için şu özellikleri taşıması gerekir.
1. Râvinin, naklettiği hadisle kendisinin amel etmesi gerekir. Buna aykırı davranışı veya fetvası belirlenirse, hadis değil, onun amel veya fetvası esas alınır. Çünkü râvi, bu hadisin neshedildiğini gösteren bir delil bilmese, hadise aykırı davranmaz. Aksi halde "adâlet" vasfını kaybeder.
İşte bu prensipten hareket edilerek Hanefiler, Ebû Hureyre'nin naklettiği; "Birinizin kabına köpek ağzını soktuğu zaman, onu döksün, sonra biri toprakla olmak üzere yedi kere yıkasın" (Nesâî, Tahâret, 52; Miyâh, 7; ayrıca bk. Buhâri, Vüdû, 33; Müslim, Tahâret, 89-93; Tirmizi, Tahâret, 68) anlamındaki hadisle amel etmemişlerdir. Çünkü ed-Dârekutni'nin naklettiğine göre Ebû Hüreyre bu hadise aykırı olarak böyle bir durumda kabı üç kere yıkamakla yetiniyor ve bu yönde fetva veriyordu. Hanefiler onun fetvasını, bu hadisin neshedilmiş bulunduğuna delil saymışlar, yani yedi defa yıkama yerine üç defa yıkama ile yetinmişlerdir.
Başka bir örnek de, Hz. Âişe'den rivayet edilen ve kadının kendi başına evlilik akdi yapamayacağını bildiren şu hadistir: "Velisinin izni olmadan evlenen kadının evliliği bâtıldır" (Dârimi, Nikâh, 2). Hz. Âişe bu hadise aykırı olarak kardeşi Abdurrahman Şam'da iken onun kızını evlendirmişti. Abdurrahman yolculuktan dönünce bu evlendirme işinden hoşnut olmadığını ifade etmişse de, nikâh akdini iptal yoluna gittiğine dair bir haber nakledilmemiştir.
2. Hadisi rivayet eden ravi, fıkıh bilgisi ve ictihad ehliyeti ile tanınmış bir kimse değilse hadis, kıyasa ve genel şer'i esaslara aykırı olmamalıdır.
Buna göre, kıyasa aykırı düşen hadis dört halife gibi, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes'ud ve Abdullah b. Ömer gibi hem hadis rivayeti ve hem de fıkıhtaki ve ictihattaki ehliyeti ile tanınmış biri ise hadis kabul edilir ve onunla amel edilir. Fakat Enes b. Malik ve Bilâl gibi yalnız hadis rivayeti ile tanınan, ictihada ehliyeti bulunmayan birisi ise, bu hadis kabul edilmez.
Bu nitelik, hadislerin "mânâ rivayeti" usulünün yaygın olması yüzünden öngörülmüştür. Fakih olan ravi, bir kelime yerine hadiste başka bir kelime kullansa, hadisin aynı anlamı koruduğunu söylemek mümkün olur. Aynı esası, fakih olmayan ravi için söylemek güçtür. Özellikle; ortada kıyasa ve genel şer'i esaslara aykırı düşen bir rivâyet varsa, bu ravinin yanılma ihtimali güç kazanır.
Hanefiler bu esastan hareketle "musarrât" hadisi ile amel etmemişlerdir. Ebû Hüreyre, Hz. Peygamberden şunu nakletmiştir: "Develerin ve koyunların memelerini sütlü göstermek için şişirmeyin. Birisi böyle bir hayvanı satın almış olur ve sütünü de sağmış bulunursa iki şeyden birisini seçebilir: Ya hayvanı bu hali ile kabul eder, veya hayvanı iâde eder ve ayrıca bir sâ'da hurma verir" (Müslim, Büyü, 11; Ebû Dâvud Büyü, 46).
Bu hadisi Ebû Hüreyre rivayet etmiştir, Ebû Hüreyre ictihad ehliyeti ile tanınmamıştır. Hadisin taşıdığı hüküm İslam'ın genel prensipleri ile çelişmektedir. Çünkü istihlâk edilen bir şeyin tazmini misli mallarda misliyle, kıyemî mallarda kıymetiyle olur. Hadiste bildirilen süt karşılığı bir sâ' (2,179 kg) hurma, sütün ne misli ve ne de kıymetidir. Diğer yandan bu hadis "el-Harâcu bıd-dımân " (Ebû Dâvud Büyü', 71; Tirmizi, Büyü', 53) diye ifade eden "nefi (yarar) ve hasarın dengelenmesi" ilkesi ile de çelişmektedir. Buna göre, bir şeyin tazmin sorumluluğu kime aitse o şeyin semereleri de ona aittir. Şu halde, sağdığı süt, bir bedel ödemesine gerek olmaksızın alıcıya aittir. Çünkü, hayvanı teslim aldıktan sonra, ona gelecek zararı da üstlenmiş bulunmaktadır. Durum böyle olunca, alıcının süt karşılığı bir sâ' hurma vermekle yükümlü tutulması bu prensiple de çelişmektedir.
3. Âhad haber sık sık tekerrür eden ve her yükümlünün bilmesi gereken olaylar hakkında olmamalıdır. Usûl ilminde bu duruma "umumî belvâ" denir. Burada olayın tevatür veya şöhret yoluyla nakfi için gerekli şartlar oluşmuştur. Buna rağmen haberin tek ravi yoluyla gelmesi, onun Hz. Peygamber'e nisbetinin sağlam olmadığını gösterir.
Bu esastan hareketle, Hanefi mezhebi bilginleri Abdullah b. Ömer'den rivayet edilen; "Hz. Peygamber rukûya giderken ve başını rukûdan kaldırırken ellerini kaldırırdı" (Buhâri, Ezân, 83-86) anlamındaki hadis ile amel etmemişlerdir. Çünkü bu durumda ellerin kaldırılması, çok sık vuku bulan ve herkesin hükmünü bilmeye muhtaç olduğu bir olaydır. Eğer bu konuda varid olan hadis sahih olsaydı, bunu çok sayıda başka râvilerin de nakletmesi gerekirdi.
Hz. Peygamber'in namazda Fatiha Süresi'ni okurken besmeleyi de yüksek sesle okuduğunu bildiren âhad haber (Tirmizî, Salât, 67) de aynı prensip gereği kabul edilmemiştir. Çünkü bu haber sağlam olsaydı, çok sayıda râvi tarafından nakledilirdi. Olayın çok tekrarlanması bunu gerektirir. Senedinde Kopukluk Bulunan Hadisler: Senedinde kesinti bulunan hadis sened bakımından Hz. Peygamber'e ulaşmayan hadistir. Buna "Mürsel" veya "Münkatı"' hadis denir. Sahabe atlanıp, tâbiinden birisinin Hz. Peygamberden işitmiş gibi hadis rivayet etmesi gibi.
Ebû Hanife ve İmam Mâlik, mürsel hadisi kayıtsız şartsız kabul ederler. Onlar yalnız mürsel hadisi rivayet eden ravinin güvenilir olup olmamasına bakarlar.
İmam Şâfiî mürsel hadisi, bunu rivayet eden tâbiî, Medineli Sâid b. el-Müseyyeb ve Iraklı Hasan el-Basrî gibi meşhur ve bir çok sahabî ile görüşen bir tâbiî ise kabul eder. Ancak Şâfiî bunun için ayrıca mürsel hadisin şu dört şeyden biriyle desteklenmesini şart koşar.
l. Mürsel hadisi, senedinde kesinti olmayan ve anlamı aynı olan başka bir hadis desteklemelidir.
2. Mürsel hadisi, ilim adamlarının kabul ettiği başka bir mürsel hadis desteklemelidir.
3. Mürsel hadis, bazı sahabi sözüne uygun düşmelidir.
4. İlim ehli, mürsel hadisi kabul edip çoğu onunla fetvâ vermiş olmalıdır.
Şâfiî'ye göre, mürsel hadis, senedi kesintisiz olan bir hadisle çatışırsa bu sonuncusu tercih edilir (Muhammed Ebû Zehra, Usulül-Fıkh, Dârul-Fıkhıl-Arabî tab'ı,1377/1958 y.y., s. 111, 112).
Mâlikîlerin Âhad Haberi Delil Kabul Etmesi:
İmam Mâlik, senedi sahih olan haber-i vahidle amel etme konusunda, sadece bu hadisin Medinelilerin ameline uygun düşmesini şart koşar.
Örnek: Rivayete göre Hz. Peygamber; "Namazdan çıkmak istediğinde biri sağ tarafına, diğeri sol tarafına olmak üzere "es-Selâmü aleyküm ve rahmetullah" diyerek selâm verirdi" (Zeylaî, Nasbur-Râye, I, 430-433). Fakat İmam Mâlik Medine uygulamasına dayanarak bir selâmla yetinmiş ve bu hadisle amel etmemiştir. Çünkü Medineliler sadece bir selâm vermekle yetiniyorlardı.
İmam Mâlik Medinelilerin amelini meşhur hadis derecesinde kabul etmiştir. Ona göre, Medinelilerin ameli Hz. Peygamber'e ulaşıncaya kadar bin kişinin bin kişiden rivayeti kuvvetindedir:
Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel de, sahih hadisin şartlarını taşıyan haber-i vahidi delil olarak kabul ederler (bk. Ebû Zehra, a.g.e., s. 114,115 vd.; Zekiyüddin Şa'bân, a.g.e., s. 79 vd.).
Hz. Peygamber'in Fiilleri: Rasûlüllah (s.a.s)'ın fiilleri üçe ayrılır:
1. Hz. Peygamber'in bir beşer, bir insan olarak yaptığı fiillerdir. Yeme, içme, giyinme, uyuma, yatıp kalkma gibi. Bu fiiller genel olarak ümmeti bağlamaz. Çünkü bunlar Allah elçisinden bir peygamber sıfatıyla değil bir insan olması sıfatıyla meydana gelmiştir.
Bununla birlikte, ashab-ı kiramdan, Allah elçisini bu gibi fiillerinde de izleyenler vardı. Abdullah b. Ömer bunlardandır.
Hz. Peygamber'in ticaret, ziraat, savaş tedbirleri, hastalık tedavisi gibi dünyevî işlerde kendi görgü ve tecrübesine dayanarak yaptığı davranışlar da bu kısma girer. Çünkü bunlar şahsi tecrübeyle ilgilidir. Buna şu olayı örnek verebiliriz: Hz. Peygamber, Medinelilerin hurmaları aşıladıklarını görünce, aşılamamalarını bildirdi. Ancak ertesi yıl iyi ürün alınmadığını görünce; hurma bahçesi sahiplerine "Siz dünyanıza ait işleri daha iyi bilirsiniz" (Müslim, Fezâil, 141; bk. İbn Mâce, Rühün, 15) buyurdu.
Bedir Savaşı sırasında da savaş tecrübesine dayalı şöyle bir olay yaşanmıştı. Hz. Peygamber, orduyu bir yere konaklatmak istedi. Hubâb b. Münzir bu yerleştirmenin vahye mi, yoksa savaş taktiğine mi dayandığını sordu. Allah elçisinin, bunun bir savaş taktiği olduğunu söyleyince, Hubab b. Münzir bu konaklama yerinin uygun olmadığını söyledi ve daha uygun yeri göstererek, gerekçelerini açıkladı. Bunun üzerine, ordu Hubâb'ın belirlediği yere yerleştirildi (Kettânî, et-Terâtibü'l-İdâriyye, Beyrut (t.y), II, 384).
2. Hz. Peygamber'in sırf kendisine mahsus olduğu şer'i bir delille belirtilmiş olan fiilleri. Gece teheccüd namazı kılması (el-Müzzemmil, 73/1-4; el-İsrâ, 17/79). Ramazan'da "visal orucu" tutması, dörtten fazla kadınla evlenmesi buna örnek olarak zikredilebilir. Diğer müslümanlar, Hz. Peygamber'in bu fiillerini kıyas yoluyla delil olarak alamazlar. Çünkü bunların Hz. Peygamber'e ait oluşunda şer'i deliller vardır.
3. Hz. Peygamber'in teşrîi nitelikli fiilleri. Namaz kılışı, oruç tutuşu, haccedişi, ziraat ortaklığı kuruşu, borç alıp vermesi gibi. Bu tür fiilleri sünnet olup bunlara uymak gerekir. Bu fiilleri de ikiye ayırmak mümkündür.
a. Kur'ân'ın mücmellerini açıklamak için yaptığı fiiller. Bunlar Kur'ân'ın tamamlayıcısı sayılırlar ve hangi mücmeli açıklamışlarsa onun hükmünü alırlar. Mücmel * ifadenin hükmü vacibse; onu açıklayan sünnetin hükmü de vacib, mücmelin hükmü mendupsa, açıklayıcı sünnetin hükmü de mendup olur.
b. Hz. Peygamber'in bağımsız olarak ve bir işin mübah oluşunu göstermek üzere yaptığı fiiller. Bu çeşit fiillerin vücub, nedb veya mübahlık gibi şer'î niteliği bilinir. Bunlara ümmetin de uyması gerekir ve fiil yukarıdaki hükümlerden birisine uyar. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulmuştur: "Şüphesiz Allah'ın Rasûlünde, sizin için Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok ananlar için mükemmel bir örnek vardır" (el-Ahzâb, 33/21).
Sonuç olarak sünnet, Kur'ân'dan sonra ikinci asıl kaynak olup, İslâm'ın pek çok hükmü ve belki İslâmî müessese ve esasların bütünlüğü sünnetle tamamlanmıştır.
Hamdi DÖNDÜREN
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi Emekdar Üye 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Hz. Ali ile Fatıma'nın Aç Kalmaları İslam/Dinler/Mezhepler Emekdar Üye 0 2203 31 Temmuz 2008 02:53
Seleme bin el-Ekvâ'nın Hz Peygambere Ölüm Üzerine... Ölüm-Ahiret-Sırat-Mizan-Kader Emekdar Üye 0 2151 31 Temmuz 2008 02:52
Mekke, Savaşılmadan Nasıl Fethedildi? İslam/Dinler/Mezhepler Emekdar Üye 0 2576 31 Temmuz 2008 02:51
Hz. Peygamber'in Hac Esnasındaki Hutbeleri Hacc-Umre-Kurban GÖKCEN_AZRA 1 2822 31 Temmuz 2008 02:49
Bu Mübarek Zat kimdir ?? Hz.Muhammed(s.a.v) Mihrinaz 4 2602 31 Temmuz 2008 00:27

Alt 10 Ocak 2008, 10:07   Mesaj No:2
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: Sünnet


[B]


Sünnet kelimesi yerine göre, farklı anlamlarda kullanılır:
1- Kitab ve sünnet ifadesindeki sünnet, hadis-i şerifler demektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allah’ın kitabına, Peygamberin sünnetine sarılırsanız hiç sapıtmazsınız.) [Hakim]

2- Farz ve sünnet ifadesindeki sünnet, Resulullah efendimizin farz olmayarak yaptığı işler demektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ümmetim bozulunca, sünnetime uyana şehid sevabı verilir.) [Hakim]

3- Sünnet, yalnız olarak kullanılınca, İslamiyet demektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bir zaman gelecek ki, ortalık bozulduğu zaman sünnetime [İslamiyet’e] tutunmak avuçta ateş tutmak gibi olacaktır.) [Hakim]

4- Sünnet, yol, çığır gibi manalara da gelir. Mesela sünnet-i hasene iyi çığır, sünnet-i seyyie kötü çığır demektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bir kimse, sünnet-i hasene çıkarırsa, [iyi bir çığır açarsa] onun sevabı ve kıyamete kadar onunla amel edenlerin sevabı kadar sevap alır. Bir kimse de sünnet-i seyyie çıkarırsa, [kötü bir çığır açarsa] onun günahı ve kıyamete kadar onu işleyenlerin günahı kadar günah kazanır.) [Müslim]

Bir de, sünnet âdet, iş anlamındadır. Mesela Sünnetullah tabiri, Allah’ın âdeti, Allah’ın işi demektir. Hz. Ömer’in sünneti demek, Hz. Ömer’in âdeti demektir.

5- Ehl-i sünnet, kurtuluş fırkasının adıdır. İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:
Tirmizi’nin bildirdiği hadis-i şerifte, (Ümmetim 73 fırkaya ayrılır, 72si Cehenneme gider, yalnız bir fırka kurtulur. Bu fırka, benim ve Eshabımın yolunda gidenlerdir) buyuruldu. Bu fırkaya (Ehl-i sünnet vel cemaat) denir.

6- Çocukların sünnet olmasına da sünnet denir.
Alıntı ile Cevapla
Alt 10 Ocak 2008, 10:08   Mesaj No:3
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: Sünnet


Sünnet:


Üzerinde durduğumuz kültür kelimesini, İslâm'da en ziyade karşılayan tâbirin "sünnet" ve sünnet mefhumunu ifade eden diğer tâbirler olduğunu söyleyebiliriz. Bu sebeple sünnet kelimesi üzerine biraz açıklama yapacağız.

Sünnet, lügat açısından "yol" mânâsına gelir, iyi ve kötü her ikisi için de kullanılır. Istılah olarak, Kur'ân'dan sonra dinin ikinci kaynağına denir.

İslâm cemaatini diğer cemaatlerden ayıran husûs, sâdece imân değildir. İmân temel ve vazgeçilmez şart olmakla berâber bunu tamamlayan ve bir nevi imânının hârici tezâhürlerinden olan davranışlar vardır. Bunlara sünnet denir. Sünnet, umûmiyetle Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) tarafından yapılmış olan ameller, söylenen sözlerdir. Ancak, bizzat Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'le doğrudan ilgisi olmamakla beraber, ilk devir müslümanları tarafından benimsenmiş olan bir kısım amellere ve sözlere de sünnet denmiştir. Kelimenin böyle şümullü bir mânâ taşıması sebebiyle iltibasları önlemek maksadıyla âlimler ayırt edici tâbirler kullanırlar: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den vâki olan söz ve amellere merfû sünnet, Sahâbe'den vâki olan söz ve amellere mevkûf sünnet, Tâbiîn ve Etbauttâbiîn'den vâki olan söz ve amellere de maktû sünnet denir. Bu açıdan, sözgelimi, Hz. Ömer zamanında hicrî takvimin vaz'ı, devlet divanlarının tutulması, ümmetin bir kıraate sevki gibi hususlar hep "sünnet" tâbiriyle ifâde edilir. Hülâsa sünnet, geniş mânâsıyla ilk devir (selef müslümanlarınca benimsenerek dine kazandırılan ameller, değerler, eşkaller mânâsına gelmektedir.

Sünnet, her hal ü kârda insanlarca yapılacak, yapılırken pek çok tarz ve şekilde yapılma imkân ve ihtimâli olan davranışlara tek bir şekil vererek cemaati teşkil eden ferdler arasında birlik sağlar. Misâl olarak yemek yemeyi ele alalım. Her insanın başvuracağı bu fiil, bir gündeki öyün sayısı, her öyündeki çeşit ve miktar, yemekte oturuş tarzı, çiğ, pişmiş, yanık, sıcak, soğuk yemek, yenmemesi gereken şeyler, sağ veya sol elle yemek gibi pek çok mes'elelerde çeşitli tarzlar hatıra gelebilir. Sünnet bu mes'elelerin her birinde pek çok ihtimallerden bir tanesini tavsiye eder. Böylece aynı sünnete uyan ferdler cemiyette birlik içerisinde olurlar.

Sünnetin sağladığı birlik âdâb-ı muâşeret, kıyâfet, ahlâk kaideleri gibi hususlarda daha çok ehemmiyet taşır. Şu halde cemiyetteki müşterek değerler manzumesi manasında kullanılan "kültür" kelimesini İslâm'da büyük ölçüde "sünnet" kelimesi karşılar. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in "Benim sünnetimi beğenmeyen benden değildir" veya: "Benim sünnetimle amel etmeyen benden değildir" gibi sözlerindeki sünnet kelimesi bu manada kullanılmıştır. Mâna şöyledir: "İslâm ümmetinin gittiği yoldan gitmeyen, onun dinini beğenmeyen, ona zıd düşen bir yolu benimseyen bizden değildir."

Şârihler de hadîsi böyle anlarlar ve herhangi bir te'vîl ve mâzeretle sünneti terkedenin dinden çıkmayacağını, fakat sünnetin zıddı olan amelin üstün olduğuna inanarak sünneti terkederse bunun bir nevi küfür olacağını belirtirler. Zira böyle bir inanç en azından içtimâî, birliği bozmaya müncer olacaktır. Hattâ farzın karşılığı olan "sünnet"in bu cihetten ehemmiyetini teyid eden ve ümmeti "sünnet" etrafında, ısrarla kenetlenmeye teşvik eden rivâyetler mevcuttur:

"Dinin elden gidişi sünnetin terkiyle başlar. Bir halat iplik iplik ortadan kalktığı gibi, din de sünnetlerin birer birer terkiyle ortadan kalkar".

Nitekim bir cemiyet, millî değerlerini birer birer terkedecek olsa, kendisine, diğer cemiyetlerden ayrı müstakil millî şahsiyet veren şeylerden geriye ne kalır?

Şu halde hadîslerde geçen "sünnet" ve "din" tâbirleri çoğu kere "kültür" ve "medeniyet" manalarında kullanılmıştır. Sünneti terk, belli bir ölçüde "İslâm kültürünü terk" dinden çıkma da "İslâm medeniyetinden çıkma" manasına gelmektedir.

Bizden Olan-Bizden Olmayan: Hadîslerde tefrîk ifade eden mühim tâbirlerden biri budur. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bu tâbiri "kâfirler ve müşrikler" hakkında kullanmış değildir. Onların "bizden" olmadığı zâten bilinen açık bir husustur. Bu tehdîdi, daha çok İslâmî yaşayış ve telâkkinin nihâî hududlarını göstermek, bu hududları taşma noktasında bulunan tehlikeli sınırları belirtmek için kullanmıştır.

Bir başka ifade ile, İslâm cemaatinin husûsiyetini teşkîl eden, onun başka cemaatlerden temyîz ve tefrîkini sağlayacak olan hârici tezâhürler mevzûunda bu tâbir kullanılmıştır. Bu tâbirle, beşer kültüründe yer eden ümmetî değerler'in veya ümmet fertleri arasında imânî birliği takviye edip sağlamlaştıracak bir kısım müşterek değerlerin muhâfazası düşünülmüştür.

Bu hususun anlaşılması için şu hâdisleri dikkatle okuyalım.

"Bizim dışımızdakilere benzeyenler yahûdilere, hıristiyanlara benzeyenler bizden değildir..."

"Yağma yapan veya soyan veya soyguna tevessül eden bizden değildir".

"Erkeklerden kadınlara benzeyenler, kadınlardan erkeklere benzeyenler bizden değildir".

"Uğursuzluğa inanan, (müracaatı üzerine) kendisi için uğursuzluk çıkarılan, kehânete inanan, kendisine kehânette bulunulan (kâhine baş vuran); sihir yapan, sihir yaptıran bizden değildir."

"İnsanları iğdiş eden, kendisini iğdiş ettiren bizden değildir..."

"Asabiyete (kavmiyetçiliğe) çağıran, bu yolda savaşan, ölen bizden değildir."

"Musîbete uğrayınca bağırıp çağıran, saçını başını yolan, elbisesini yırtan bizden değildir".

"Bizden başkasının sünneti ile amel eden bizden değildir".

"Mâtem için suratını döven, üstünü, başını yırtan, câhiliye çığlığıyla çığlık atan bizden değildir".

"Küçüklerimize merhamet, büyüklerimize hürmet etmeyen emr-i bil-marûf ve nehy-i ani'l-münker'de bulunmayan bizden değildir" vs.

Bu çeşit hadîsleri, hüküm açısından değerlendiren âlimler maksadın bu yasakları işleyenleri tekfir etmek olmayıp, nehyi takviye etmek olduğunu belirtirler. Bunların haramlığı reddedilmeyip, yapılmasının cevâzına kesinlikle hükmedilmediği müddetçe fâili tekfir edilmez.

Korunması gereken "Ümmetî kültür" değerleri, her seferinde "benden değil" veya "bizden değil" gibi tâbirlerle ifâde edilmez. Allah'ın "lânet"ine,"gadab"ına nisbet etmek "şeytan"a nisbet etmek, "eski milletler"e nisbet etmek, "yabancı milletler"e nisbet etmek gibi çeşitli üslublara da yer verilmiştir. Hadîslerde bol miktarda örnekleri olan bu hususa birer örnek kaydedip geçeceğiz.

"Peruk (takma saç) takma işini yapana da, peruk taktırana da Allah lânet etsin."

"Sağ elinizle yiyin, sağ elinizle için, sağ elinizle alın, sağ elinizle verin, zira sol eliyle yiyen, sol eliyle içen, sol eliyle alıp sol eliyle veren şeytandır."

"Sizden önce gelip geçenlerden bir adam, hoşuna giden bir elbise giymiş ve gurura kapılmıştı. Allah onu yerin dibine batırdı. Kıyâmete kadar orada sarsılarak azab çekecek.”

“Kim bir yabancı millete benzerse, o, onlardandır.” Veya “Bizden başkasına benzeyen bizden değildir.”

Hadîste gelen bu beyanlardan çıkarılacak netice şudur: İmândan çıkarıp küfre götüren her şey bizi medeniyetten çıkarmakta, sünnetin terkine veya sünnete muhâlefete götüren her şey "ümmetî kültür"den koparmaktadır[1].



--------------------------------------------------------------------------------

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/321-325.
Alıntı ile Cevapla
Alt 10 Ocak 2008, 10:09   Mesaj No:4
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: Sünnet


Sünnet çeşitleri nelerdir

Peygamber efendimizin kendiliğinden emrettiği veya yaptığı ibadetlere (Sünnet) denir.

Sünnet ikiye ayrılır:
1- Sünnet-i hüda
2- Sünnet-i zevaid

1-Sünnet-i hüda:
Buna sünnet-i müekkede de denir. İslam dininin şiarıdır, başka dinlerde yoktur. Peygamber efendimiz bunları devamlı yapmış, nadiren terk etmiş ve terk edenlere de bir şey dememiştir. Ara sıra terk ettiği sünnetlere de (gayri müekkede) denir. Müekked sünneti, özürsüz [mazeretsiz] devamlı terk etmek mekruhtur, küçük günah olur. Namaz içindeki müekked sünnetleri terk etmek ise tahrimen mekruhtur. (R. Muhtar)

Dinimizin bütün hükümleri Kur'an-ı kerimden çıkmaktadır. Bu hükümler üç kısımdır:
a- Manaları açık olan ve ilim ehli tarafından bildirilen hükümlerdir. [Allah birdir gibi]

b- Müctehidler tarafından ictihadla çıkarılan hükümlerdir. [Abdestin farzının, Hanefi�de dört, Hanbeli�de on olması gibi.]

c- Bir kısmı ise çok gizlidir. Allahü teâlâ bildirmedikçe anlaşılamaz. Bunlar sadece Peygamber efendimize bildirilmiştir. Bu hükümler de Kur'an-ı kerimden çıkartılıyor ise de, Peygamber efendimiz tarafından açıklandığı için bunlara (Sünnet) denir. (Mektubat-ı Rabbani c.2, m. 55)

Ezan okumak, cemaatle namaz kılmak gibi sünnetler (Sünnet-i hüda)dır. (Hadika)

2-Sünnet-i zevaid:
Peygamber efendimizin, ibadet olarak değil de âdet olarak devamlı yaptığı şeylere denir. Zevaid sünnetleri terk etmek mekruh değildir. Peygamber efendimizin giyiniş şekli, iyi şeyleri yapmaya sağdan başlaması gibi şeyleri sünnet-i zevaiddir. (R. Muhtar)

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Farza bağlı olan ve olmayan sünnet vardır. Farzdaki sünnetin aslı Allah�ın kitabındadır. Bu sünneti, [sünnet-i hüda�yı] almak hidayet, terki ise dalalettir. Diğer sünneti [sünnet-i zaide�yi] almak fazilet, terki ise günah değildir.) [Taberani]

Peygamber efendimizin böyle âdet olarak yaptığı şeyleri yapmamak bid'at değildir. Bunları yapıp yapmamak, ülkelerin ve insanların âdetlerine bağlı olup, dini hükümler değildir. Her ülkenin âdeti başka başkadır. Hatta bir ülkenin âdeti zamanla değişir. Bununla beraber, âdete bağlı şeylerde de [Bir mazeret yoksa] Resulullaha tâbi olmak, dünya ve ahirette insana çok şey kazandırır ve çeşitli saadetlere yol açar. (Mektubat-ı Rabbani c.2, m.55)

Kitab ve Sünnet denilince, buradaki sünnet, hadis-i şerifler demektir. Farz ve Sünnet denince, buradaki sünnet, Peygamber efendimizin farz olmayarak yaptığı işler demektir. Sünnet, yalnız olarak kullanılınca (İslamiyet) demektir. Bu sünnete uyanlara (Ehl-i sünnet) denir. (Cevhere)

Şeyh-ul-islam İbni Kemal Paşazade hazretleri, (Şerh-ı hadis-i erbain) kitabında, (Sünnetimi terk edene şefaatim haram oldu) hadis-i şerifini açıklarken buyuruyor ki: Bu hadis-i şerifteki sünnet, İslamiyet demektir. Çünkü mümin, büyük günah işlese de şefaatten mahrum kalmaz. Nitekim hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ümmetimden, büyük günah işleyenlere şefaat edeceğim.) [Ebu Davud]
Görüldüğü gibi Ehl-i sünnetten ayrılanlar şefaate kavuşamayacaklardır. (Şir�a)

(Ümmetimin arasında fitne, fesat yayıldığı zaman, sünnetime sarılana yüz şehid sevabı vardır) hadis-i şerifi, fitne zamanında, ehl-i sünnet ve cemaat itikadında olup, beş vakit namazı cemaat ile kılana yüz şehid sevabı verileceğini bildirmektedir. (Rıyad-un-nasıhin)

Bunun için, önce ehl-i sünnete uygun iman etmek, sonra haramlardan sakınmak, sonra farzları yapmak, sonra mekruhlardan sakınmak, sonra müekked sünnetleri, daha sonra da müstehapları yapmak gerekir.
Alıntı ile Cevapla
Alt 10 Ocak 2008, 10:11   Mesaj No:5
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: Sünnet


Kur’anın Hz. Peygamber ve Sünnetine Verdiği Değer



Kur’anın Hz. Peygamber ve Sünnetine Verdiği Değer / Abdulhamit RAMAZANOĞLU



Muhammed (s.a.v),insanlık için kıyamete kadar tek hidayet kaynağı olan Kur’anı Kerîmin kendisine indirildiği bir insandır. Beşeri özellikleriyle diğer insanlardan farklı değildir. Ancak Allah (c.c)’ın, kendisini elçilik için seçmiş ve kıyamete kadar varolacak insanlığın tek peygamberi olarak görevlendirmiş olması onu normal insanlardan farklı kılmıştır. Aynı zamanda sahip olduğu günahtan korunmuşluk, güçlü hafıza, görev bilinç ve sorumluluğu vb. Sıfatlar da onun farklılığını pekiştirmektedir. Bu farklılıkların kendisini tanıyan ve risaletle görevlendirdiğini kabul eden yada etmeyen herkes tarafından takdir edildiği tarihi bir gerçektir.

Bu yazıda Kur’an’ın Hz. Muhammed (s.a.v)’e ve onun sünnetine verdiği değeri ortaya koymaya çalışacağız. Zira bu hususu anlamayan ya da anlamak istemeyen bir takım kimseler peygambersiz ve sünnetsiz din anlayışı geliştirmeye çalışmaktadırlar. Allah Rasûlü sadece tarihi şahsiyet olarak görülmekte;görevi, yalnızca Kur’an’ı insanlara tebliğle sınırlandırılmak istenmektedir. Peygamberin Kur’an’ın haricinde hiçbir düzenleme yapamayacağı, onun uygulamalarının (sünnetinin) ise bağlayıcılığı olmayan örneklemeler olduğu ileri sürülmektedir.



Halbuki ileride ortaya koyacağımız üzere Allah’u teala O’na tebliğin dışında pek çok görev yüklemiş sorumluluk sınırlarını alabildiğince geniş tutmuştur. Kur’an’ı Kerîm pek çok yönüyle Hz. Muhammed (s.a.v)’den bahseder. Bunları şu başlıklar altında guruplandırabiliriz.



1-Hz. Muhammed (s.a.v)’in beşer olduğunu ifade eden ayetler.

2-Hz. Peygamber (s.a.v)’in varlık alemi için rahmet, insanlar için lütüf olduğunu ve ümmetine düşkünlüğünü bildiren ayetler.

3-Hz. Peygamber (s.a.v)’e iman ve itaati emreden ayetler.

4-Hz. Peygamber (s.a.v)’i örnek bir insan olarak gösteren ayetler.

5-Hz. Peygamberin görev ve yetkilerini ifade eden ayetler.

a)Kur’an’ı açıklama görevi

b)Hakemlik ve kadılık görevi

c) Helal-haram koyma yetkisi

d)Tebliğ görevi

6-Hz. Peygamber (s.a.v)’e saygı ve sevgiyi emreden ayetler.

7-Hz. Peygamberi siyasi ve idarî otorite kabul eden ayetler.

Buradaki guruplandırmalarla ilgili pek çok ayeti kerîme vardır. Dolayısıyla, takdir edilir ki bu ayetlerin tümünü bu yazıda zikretmek oldukça zordur. Yani bir derginin sınırlarını aşmaktadır. Bu nedenle her başlık altında bazen tek bazen de bir kaç ayete yer verilecektir.



1-Hz. Peygamber (s.a.v)’in beşer olduğunu ifade eden ayetler.

“Deki (ey Muhammed): Ben yalnızca sizin gibi bir beşerim. Şu varki bana, ilahınızın sadece bir tek ilah olduğu vahyolunuyor. Artık herkim Rabbi’ne kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve rabbi’ne ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın. (El.Kehf,110)

Bu ayeti kerimede müşriklerin peygamberlik için beşer üstü vasıfları öngörmelerine itiraz vardır. Zira onlar, peygamber (s.a.v)’in beşerî özelliklerini ve ihtiyaçlarını risalet görevine aykırı bulmuşlardır. Bir başka husus, o’nun beşer oluşunun ifade edilmesinin hemen ardından, vahiyle muhatap olduğuna vurgu yapılmasıdır.



2-Hz. Peygamber (s.a.v)’in Varlık Alemi için Rahmet, insanlar için lütuf olduğunu ve ümmetine düşkünlüğünü ifade eden Ayetler:



a) Varlık Alemi için Rahmet oluşu:

“(Ey Resûlüm!) Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik. (El-Enbiya,-107)

Zira onun getirdiği din, akıl sahibi varlık alemi için dünya ve ahirette kurtuluş ve huzur vesilesi, akıl sahibi varlıkların hizmetine yaratıldığı ifade olunan fiziki aleminde rahmet sebebidir. Onun yolundan gitmeyen insanlığın dünyayı -tapındıkları bilim ilahı sayesinede - nasıl yaşanmaz hale getirdiklerini düşünmek bu ayeti bir yönüyle olsa tanımaya yardımcı olabilecektir.



b)İnsanlık için lütüf oluşu:

Allah’u Teala’nın insanlara kendi içlerinden bir peygamber göndererek emirlerinin bir beşer tarafından yaşanılabilirliğinin ve nasıl yaşanması gerektiğinin örneklerini göstermesi, hakikaten büyük bir lütuftur. Nitekim Cenabu Hakk bu hususu şöyle ifade buyurmaktadır.

Içlerinden kendilerine Allah’ın ayetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah, mü’minlere büyük bir lutufta bulunmuştur. (Âli Imran 164)

C) Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ümmete düşkünlüğü ve sevgisi:

Hz. Peygamberin ümmetin hak din ile buluşabilmesi için hiçbir fedakarlıktan kaçınmaması, her türlü eziyete gögüs germesi, kendisine saldıranlara onun kabülüyle gelecek azabı bir gün iman ederler ümidiyle geri çevirmesi vb. hususlar, bu durumun yaşanmış örnekleridir. Kur’an’ı Kerim bunu şöyle ifade etmektedir: “Andolusun, size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştirki sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O size çok düşkün mü’minlere karşı çok şefkatlıdır, Merhametlidir. Eğer yüzçevirirlerse deki “Allah bana yeter. O’ndan başka ilah yoktur. Ben sadece O’na güvenip dayanırım, O yüce arşın sahibidir.” (et-Tevbe,128-129

3- Hz. Peygamber (s.a.v)’e imanı ve itaati emreden ayetler:

a) Hz. Peygambere İman:

Bundan maksat O’nun Peygamberliğini Kur’an’ı Kerim’i “Bana Kur’an ve O’nun bir misli verildi” diyerek tarif ettiği sünnetini kabul ve tasdik etmektedir. Zira Cenab-ı Hak insanları bu hususlara imanla sorumlu tutmuştur.

“Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba tam manası ile iman ediniz. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse tam manası ile sapıtmıştır.” (en-Nisa, 136)

(Resûlum) “de ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize gelen göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın elçisiyim, Allah’tan başka Ilah yoktur. O yaşatır ve öldürür. Öyle ise Allah’a, Allah’a ve onun kelimelerine iman eden o ümmî Peygamber olan Resûlüne iman edin ve o’na tabi olun ki doğru yolu bulasınız.” (el-Arâf,158)

“Kim Allah’a ve Resûlu’ne iman etmezse bilsinki kafirler için tutuşturulmuş bir azap hazırladık.” (el-Fetih,13)

Ayeti kerimelerden, Peygamber’e iman etmeyenlerin mûmin olamayacakları, bu durumda ölenlerin kafir olarak ebedî cehennem azabına düçar kalacakları anlaşılmaktadır.

b) Hz. Peygambere İtaat

İman itaatı gerektirir. Itaatsız iman boş bir iddialardan ibarettir. Çünkü bu iddia Allah(c.c.) tarafından kabûl edilmemektedir.

“Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resûlu’ne çağırıldıkları vakit mûminlerin sözü ancak:”dinledik ve itaat ettik” demeleridir. (en-Nur,51)

“Resûlum onlara deki: Eğer siz Allah’ı seviyorsanız; bana uyun ki, Allah’da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok affedici ve çok merhametlidir.” (Ali Imran,31)

“Allah’a itaat edin, peygamberlere itaat edin, isyandan sakının. Eğer ki itaatten yüz çevirirseniz Rasûlumüze düşen sadece apaçık tebliğdir.” (el Maide,92)

Bu ayetlerden sözü edilen “Resûle itaat” sadece Yüce Allah’ın O’na indirdiğ Kur’an hükümlerine bağlılık şeklinde anlaşılmamalıdır. Zira pek çok ayeti kerimede Peygambere itaat Allah’a itaat emriyle birlikte zikredilmiştir. Dolayısıyla bu emir, Kur’an’ın hükümleri yanınd, Allah Resûlu’ne, yani O’nun sünnetine itaatın gerekli olduğuna açıkça işaret etmektedir.

Diğer bir kısım aytle de Allah’a ve Resûlu’ne isyan edenler cehennem azabıyla tehdit edilmektedir.

“Kim Allah’a ve O’nun elçisine karşı gelir ve onun sınırlarını (koyduğu kuralları) aşarsa Allah onu ebedi kalacağı ateşe sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır.” (en-Nisa,14)

Mirasla ilgili düzenlemelerin devamında yer alan bu ayeti kerime umum ifade etmesi sebebiyle hem mirasla alakalı düzenlemelerde, hemde hayatın bütününü içine alan hususlarda Allah’ın ve Resûlu’nun koyduğu ölçüleri göz ardı etmeyi yasaklamaktadır.

“Kim de kendisine doğru yol belli olduktan sonra Peygamber’e karşı gelir mû’minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir gidiş yeridir.” (En-Nisa,115)

Hırsızlık yapan ve bunun tesbit edilmesinin ardından Hz Peygamber’in verdiği hükme razı olmayıp Mekke’ye kaçan ve orada irtidat eden bir şahıs hakkında nazil olan bu ayeti kerime, Hz. Peygamber’e isyanın sonucunun -hem dünya hem ahiret için- ne olduğunu açıkça ifade etmektedir.

“Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azâbı çetindir. (Haşir Süresi-7)

Bu ayeti kerime fey (1) gelirlerinin dağıtımı hususunda nazil olmuştur. Ancak Elmalı ve diğer pek çok müfessirin (2) bu ayeti kerime ile ilgili değerlendirmesi, ayetin umumi manada anlaşılması yönünde olmuştur. Zira usulculerin çoğuna göre (3) ayetlerin belli bir sebebe binaen nazil olması benzer durumlara şamil olmasına engel değildir. Hatta bunu gerektirmektedir. Yani ayeti kerime Resûllullah’ın bütün emir ve yasaklarına şamil olacak şekilde anlaşılmalı, buna bağlı olarakta mû’minlerin Kur’anî emirleri kabul etmeleri nasıl imanın gereği ise Hz. Peygambere ait olanların kabulünün de aynı değerde olduğu bilinmektedir.

4) Hz. Peygamberi örnek olarak gösteren ayetler

“Andolsun Allah’ın Resûlu’nde sizin için, Allah’ı ve âhireti arzu eden ve Allah’ı çok anan kimseler için (uyulacak ) en güzel bir örnek vardır.” (el-Ahzap,21)

Ayetin ifadesinin herhangi bir hususla sınırlandırılmamış olması, Allah Resûlu’nun hemen her konuda insanlık için örnek alınması gereken bir rehber olduğuna işaret etmektedir.

Bir başka ayeti kerimede O’nun üstün bir ahlak üzere olduğu da şöyle vurgulanır: “Nun, kaleme ve yazdıklarına andolsun. Sen Rabbi’nin nimeti sayesinde mecnun değilsin. Hiç şüphesiz senin için bitip tükenmeyen bir mükafat vardır ve Sen elbette yüce bir âhlak üzeresin. Hanginizde delilik olduğunu yakında sen de bileceksin onlar da.” (El-Kalem,1-6)

Allah’a emanet olun.

Dipnotlar_______________________________________

1-Haraç, cizye, ticaret verğileri vb. Gayri müslümlerden savaş etmeksizin alınan mallar.

2-Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili 7, 4837

3-Zerkeşi el, Burhan, I, 32
Alıntı ile Cevapla
Alt 10 Ocak 2008, 10:12   Mesaj No:6
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: Sünnet


Kur’anın Hz. Peygamber ve Sünnetine Verdiği Değer II / Abdulhamid RAMAZANOĞLU



5.Hz. Peygamber’in görev ve yetkilelerini ifade eden ayetler:

a.Kur’an-ı Açıklama Görevi:

Islam, insan hayatını bütünüyle tanzim etmeyi kendisine hedef seçmiştir. Bunun için de Kur’an-ı Kerimi göndermiştir. Fakat bilindiği üzere bu Kitap hem hacimli değil, hem de içeriği sadece emir ve nehiylerden oluşmamaktadır. Ayrıca emir ve nehiylerin tümünün maksadı da, vahyin yönlendirmesi olmadan anlaşılabilecek nitelikte değildir., Kur’an’ın büyük bölümünde karşılaşıldığı gibi Teklife konu olan ayetlerin lafızları, ilk bakışta manaları anlaşılacak derecede açık değildir. Bazen manası anlaşılan bir kısm ifadelerin içeriğinin ne olduğu, sözgelimi emrin neyi kastettiği ve kastedilenin nasıl yerine getirileceği hususu da ifade edilmemiştir. Bu nedenle vahyin kontrolünde olmayan bir aklın Kur’an’ın bütününe nüfuz etmesi, hayatın bütünü için koyduğu çoğunlukla genel hükümleri hayatın sınırsız ihtiyaçlarına uyabilmesi mümkün değildir.

Bir örnekle ifade edecek olursak “eqîmu’s - salah- namazı kılın” lafzı mücmel bir lafızdır, kendisinden neyin kastedildiğini Kur’an-ı Kerim’de açıkça ifade edilmemiştir. “Salâh” ifadesi, asıl olarak dua manasına gelmektedir. Tekbîr ile başlayıp selâm ile son bulan amele isim olarak verilmesi kelimenin zamanla kazandığı bir anlamdır. Dolayısıyla bu ifadenin gereği üzere anlaşılması, vahye mazhar olmuş bir kimsenin yol göstermesiyle olacaktır. Bu nedenledir ki Hz.Peygamber (s.a.v): “Beni namaz kılarken nasıl görüyorsanız, siz de öyle namz kılın.” Buyurmuşlardır. Görüldüğü üzere bu ayetteki kapalılığı, emirden muradın ne olduğunu, namazın şeklini, kaç vakit olduğunu, hangi vakitte kaç rekât kılınacağını, şartlarını vb. hususları açıklayan Allah Rasûlü’dür.

Buna benzer örnekler pekçoktur. Meselâ namaz gibi Islam’ın diğer şartlarıyla alakalı emirlerin (zekat, hac, oruç) nasıl uygulanacağını da yine Hz. Peygamber (s.a.v) ortaya koymuşlardır. Buraya kadar ifade ettiklerimiz, bu hususla ilgili ayeti kerimeleri anlamada bir ön hazırlık mahiyetindedir.

Kur’an-ı Kerim’in kendisine indirldiği Peygamber tarafından açıklanmaya ihtiyacı olduğunu bizzat Cenabu Hakk ifade etmektedir:

“...Insanlara kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur’an-ı indirdik.”(1)

“Biz bu Kitab’ı sana sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidayet ve rahmet olsun diye indirdik.”(2)

Yüce Allah, bu ayetlerin ifade ettiği üzere kendisine Kur’an-ı açıklama görev yetkisini verdiği Peygamberini bu hususta yalnız bırakmamış ve bu konuda Kur’an harici vahiyle de onu desteklemiştir. Bu durum şu ayeti kerimeyle ortaya konmaktadır:

“(Ey Muhammed!) Onu (vahyi) çarçabuk alınak için dilini kımıldatma. Şüphesiz onu toplamak (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak bize aittir. O halde, biz onu okuduğumz zaman, sen onun okunuşunu takip et. Sonra şüphen olmasın ki onu açıklamak da bize aittir.” (3)

“Onu açıklamak bize aittir” ifadesi, hem bazı ayetelrin ileride inecek bazı ayetlerce, hem de -her zaman Alah’ın kontrolünde olan ve ismet sıfatına haiz bulunan - Hz. Muhammet (s.a.v) tarafından açıklanacağına işarettir.

Hz. Peygamber’in, Kur’an’ın ifadesiyle “Kur’anı beyan” görevi - O’nun bize kadar ulaşan uygulamalarından anlaşıldığı üzere- muradı anlaşılmayan ayetleri açıklama (namazla ilgili hususlarda olduğu gibi), ilk bakışta herkese şamil olduğu sanılan ifadelerin kapsamını sınırlandırma, anlaşılması güç bazı ayetleri izah etme vb. pek çok şekillerde olmuştur. Yani kısaca ifade edecek olursak Kur’an sünnete muhtaçtır. Peygamberin açıklamaları olmadan o’nun emirlerini uygulamak ve onu anlayabilmek mümkün değildir.

Bu hususun anlaşılması için yukarıda verdiğimiz namaz örneğine bir de hırsıza verilen ceza ile ilgili uygulamayı ilave edebiliriz: Hırsız kadın ve erkeğe verilen el kesme cezası “yedd” kelimesiyle ifade edilmekte, bu kelimeden parmak uçlarından başlayıp omuza kadar uzanan organ da anlaşılabilmektedir. Halbuki Allah Resûlü bunun nasıl uygulanacağını, sınırının ne olduğunu bize bizzat kendi uygulamasıyla göstermiştir. Ki bu da elin bilekten kesilmesidir.

b.Hakemlik ve Kadılık görevi:

Allah’ın özel eğitiminden geçmiş bir insan olan Hz. Muhammed (s.av), bu özel eğitim sonucu pek çok özelliği şahsında mezcetmiş bir beşerdi. O, hem bir peygamber, bir eğitimci, bir tebliğci, bir idareci-devlet başkanı, hem otoriteye dayanarak davaları çözen bir kadı, hem de sulh prensibine dayalı olarak tarafları uzlaştıran bir hakemdi. Cenabu Hakk Kur’anda onun hakemlik ve kadılığına da işaret etmiş, onu Kur’an-ı açıklama göreviyle vazifelen-dirdiği gibi, çıkan hadiseleri çözüme kavuşturma yetkisiyle de donatmış ve ümmetin O’nun bu yetkisini kabul ederek verdiği hükme boyun eğmesinin îmanî bir zorunluluk olduğunu ifade etmiştir.

O, bu görevi yerine getirirken öncelikle Kur’an’a, orada bulunmayan hususlarda kendisine Kur’an dışında gelen vahye (ki buna vahy-i gayri metlüv lafzı Allah tarafından nazil olmamaş olan vahiy, denir.) ve orada da bulunmazsa kendi ictihadına dayanıyordu. Ancak öncelikle vurgulamalıyız ki O’nun içtihadı normal bir müctehidin ictihadı gibi değildir. Zira O’nun dışında ictihat edenlerin elde ettiği sonuçların hatalı olması da muhtemeldir. Her an vahyin kontrolünde olan Hz. Peygamber’in görüş ve uygulamalarının hata üzere bırakılması ise mümkün değildir ve bırakılmamıştır da. Binaenaleyh bazı uygulamalarıyla ilgili vahiyle dikkatinin çekildiği bilinen bir husustur.(4) Sonuç olarak onun verdiği her türlü hükmün vahyin tasdikinden geçmiş olarak uygulama alanı bulduğu söylenebilir.

Bu noktada Hz. Peygamberin genel olarak hüküm verme yetkisini ve mü’minlerin verilen bu hükme uyma zorunluluklarını ifade eden bir kaç ayeti zikredebiliriz:

“Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiği hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olamazlar.(5)

Iman sözden öteye geçmeyen kuru bir iddia değildir. Mümin Allah ve Resûlünün verdiği emirlere hem dış dünyasıyla hem de iç alemiyle cân-ı gönülden razı olan kimsedir. Nitekim gönülden kopup gelmeyen rıza ifadesi münafıklık olarak kabul edilmiştir. Insanlar, aralarındaki ihtilafların çözümü için Allah Resûlü’ne başvurmalı ve onun verdiği hükmü de gönül rızasıyla kabul etmelidirler. O hayatta iken müminler problemlerini ona götürmüşler, vefatından sonra onun hakemliğine razı olmak ise sünnetini benimsemektir.

“Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.(6)

Allah Resûlü (s.a.v), azadlı kölesive evlatlığı olan Hz.Zeyd b. Harise ile halasının kızı Zeynep binti Çahş’ı evlendirmek istemiş ve bu isteğine Hz. Zeynep kendisinin soylu bir aileden geldiği, azatlı bir köle ile aralarında denklik olmadığı düşüncesiyle olumsuz cevap vermişti. Yani Hz. Peygamberin bu isteğini kabul etmeye yanaşmamıştı. Bu ayeti kerime bunun üzerine nazil oldu. Bu ilahi ihtarı alan Hz. Zeynep, emre ittiba etti.(7) Dikkat edilmesi gereken husus;evlilik gibi bizzat tarafların özel hayatlarıyla yakın alakalı olan bir durumda bile müminlerin nebevi emre uymamalarının söz konusu olamayacağıdır.

“Aralarında hüküm vermesi için Allah ve Resûlüne davet edildiklerinde, müminlerin sözü ancak “işittik ve itaat ettik” demeleridir. Işte asıl bunlardan kurtuluşa erenlerdir.”(8)

Ayet-i kerimelerde hükmün Allah’la birlikte Resûlüne izafe edilmesi, Allah Resûlünün vereceği hükümlerin sadece Kur’an’da bulunan hükümler olmadığını ortaya koymak-tadır. Nitekim kendilerine zekat farz olan kimseleri, hayızlı kadının namaz kılamayacağını, içki içene verilecek cezayı bizzat Hz. Muhammed (s.a.v) ifade etmişlerdir.

c.Helal ve Haram koyma yetkisi:

Hz.Peygamber (s.a.v) pratik hayatla ilgili hükümler verdiği gibi Kur’an’da olmayan hususlarla ilgili helal ve haram koyma yetkisine sahiptir. Aşağıda yer verilecek ayeti kerimeler bu duruma işaret etmektedir:

“Yanlarındaki Tevrat ve incil’de yazılı buldukları o elçiye o ümmi Peygamber’e uyanlar (var ya) işte o peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten men eder, onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygambere inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûra (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.” (9)

“Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve Ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Resûlü’nün haram kıldığını haram saymayan ve hak dinini din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verecekleri zamana kadar savaşın.”(10)

Görüldüğü üzere bu ayetlerde helal haram koyma yetkisi Hz. Peygamber (s.a.v)’le de alakalandırılmıştır. Bu durumun yaşanmış pek çok örneği mevcuttur. Mesela, Kur’an-ı Kerim ölü hayvan etinin yenmesinin haram olduğunu ifade etmişken, Allah resûlü deniz hayvanlarının ölüsünün helal olduğunu söylemiştir. Yine evlenilmesi haram olan kadınlar ayette açık olarak ifade edilmiş. Hz. Peygamber erkeğin eşinin halası, teyzesi ile evlenmesinin de bu haramlık sınırına dahil olduğunu söylemiştir.

Dikkat edilmesi gerekir ki, Hz. Peygamber’in bu yetkisi Allah’tan tamamen bağımsız, kendi başına buyruk değildir. Elbette O, görev ve yetkilerini Allah’ın kontrolü altında kullanmaktır.

d.Tebliğ Görevi:

Kur’anı Kerim’de pek çok yerde Peygamber’in tebliğ görevine işaret edilmektedir.

Ey Peygamber! Rabbin’den sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur. Doğrusu Allah kafirlere yol göstermez.” (11)

“Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin, karşı gelmekten çekinin, eğer yüz çevirirseniz bilin ki, Peygamberimize düşen sadece açıkça tebliğ etmektir.”(12)

“Allah katından, geri çevrikemeyecek günün gelmesinden önce Rabbimizin çağrısına cevap verin. O gün hiç birinize sığınacak yer bulunmaz. Inkar da edemezsiniz. Ey Muhammed! Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki biz seni onlara bekçi göndermedik: sana düşen sadece tebliğdir.”(13)

“Allah’a itaat edin; Peygamber’e itaat edin; Eğer bundan yüz çevirirseniz bilinki Peygamberimiz’e düşen apaçık tebliğdir.”(14)

Bu ayetlere muhatab olan Hz. Muhammed (s.a.v), yirmi üç yıllık risalet döneminde hemen her türlü sıkıntıya göğüs gererek bu görevini hakkıyla yerine getirmiş ve ilahi daveti şirk ve küfür bataklığında debeleyen insanlığa ulaştırmayı kendisine temel hedef seçmiştir.



Dipnotlar_________________________________________ _________

1.en-Nahl, 16/ 44

2.en-Nahl,16/64

3.el-Kıyame, 75/1619

4.Kur’an’ın Hz. Peygamber (s.av)’in dikkatini çektiği hususlarla ilgili şu ayetlere bakılabilir: Abese, 80/1-15; Tevbe, 9/80, 85 vd.

5.en-Nisa, 4/65.

6.el Ahzab, 33/36.

7.Ibn-i Kesir, 6, 417, Kahraman Yay. Istanbul.

8.en-Nur, 24/51.

9.el-A’raf, 7/157.

10.et-Tevbe, 9/29.

11.el-Maide, 67.

12.el-maide, 5/92.

13. eş-Şura, 42/47-48

14.et- Teğabun, 64/12.
Alıntı ile Cevapla
Alt 10 Ocak 2008, 10:13   Mesaj No:7
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: Sünnet

Kur’an-ı Kerimin Hz. Peygamber’in sünnetine verdiği değeri araştırmamızda gördük ki, önce bu konu ile ilgili olarak Kuran-ı Kerimde 115 ayet bulunmaktadır. Bunları 11 başlık altında toplamaya çalıştık. Bunlardan bazılarında dipnot işaret ederken bazılarında metinler vererek işlemeye çalıştık.

Kuran’da bu konu ile ilgili ayetleri şu başlıklar altında toplayabiliriz
.
1. Hz. Peygamberin müminler için Allah’ın büyük bir lütfu olduğunu ifade eden ayetler: “And olsun ki, Allah müminlere büyük bir lutufta bulundu; zira daha önce açık bir sapıklık içinde bulunuyorlarken onlara, kendi içlerinden kendilerine Allah’ın ayetlerinin okuyan, kendilerini temizleyen ve kendilerine kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber gönderdik.”(3/164) “And olsun içinizden size öyle bir peygamber geldi ki sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir, size düşkün, müminlere şefkatlidir, merhametlidir. Eğer yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter ondan başka ilah yoktur, O’na dayandım O büyük arş sahibidir. (9/128-129).

2. Hz. Peygambere imanın farz olduğunu ifade eden ayetler: “Allah’a ve Rasûlüne inanın.” (7/158) “Kim Allah’a ve Rasûlüne inanmazsa bilsin ki, biz kafirler için alevli bir ateş hazırlamışızdır.” (48/113)

3. Hz. Peygamberin insanlara en ideal bir örnek olduğunu gösteren ayetler: “And olsun ki, Allah’ın Rasûlünde sizin için Allah’ı ve ahreti arzu eden ve Allah’ı çok anan kimseler için (uyulacak) en güzel bir örnek vardır. (33/21) Kuran-ı Kerim Hz. Peygamberin müminler için örnek bir insan olduğunu belirtmekle kalmaz aynı zamanda onun üstün bir ahlak üzere olduğunu şöyle vurgular: “Nûn. Kaleme ve yazdıklarına and olsun sen Rabbinin nimetiyle cinlenmiş (bir deli) değilsin senin için kesintisiz bir mükafat vardır ve sen büyük bir ahlak üzeresin. (68/1-4)”

4. Hz. Peygambere Kuran dışında da vahiy geldiğine işaret eden ayetler: “Allah sana kitabı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah’ın sana olan lutfu cidden büyük olmuştur.”(4/113) “Nitekim, kendi içinizden size ayetlerimizle okuyun, sizi (kötü inanç, fikir, söz ve fiillerden) arındıran size kitap ve hikmeti ve bilmediklerinizi öğreten bir peygamber gönderdik.”(2/151) Bu ve benzeri ayetlerde kitaba ilave olarak Hz. Peygambere verildiği zikredilen “hikmet” Alimlerce genelde Rasûlullah (s.a.v) verilen “sünnet” olarak tefsir edilmiştir.

5. Hz.Peygambere Kuran-ı açıklama görev ve yetki verildiğini gösteren ayetler: “Biz, her peygamberi mutlaka kendi kavminin diliyle gönderdik ki (emredildikleri şeyleri) açıklasınlar.” (14/4) “Sana bu zikri (Kuran-ı) indirdik ki kendilerine indirileni insanlara açıklayasın ve ta ki onlarda düşünüp öğüt alsınlar.” (16/44) “Biz sana Kitabı indirdik ki, hakkında ayrılığa düştükleri şeyi onlara açıklayasın ve inanan bir Kavim için (O kitap) yol gösterici ve rahmet olsun.”(16/64)

6. Hz. Peygamberin hakemliğini verdiği hükümlerin kabulünü öngördüğü Ayetler: “Hayır, Rabbin hakkı için onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonrada senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça inanmış olamazlar.”(4/65) “Allah ve Rasûlü, bir işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir kadın ve erkeğe, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (33/36) “Aralarında hükmetmesi için Allah’a ve Rasûlüne çağrıldıkları zaman inananların sözü ancak “İşittik ve itaat ettik” demeleridir ve işte kurtuluşa erenlerde onlardır.” (24/51)

7. Hz. Peygambere helal ve haram koyma yetkisini veren Ayetler: “Onlar ki, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o Elçiye, o ümmi Peygambere uyarlar. O peygamber ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini kötülükten men eder; onlara güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar, üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar. Ona inanan, destekleyerek ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla beraber indirilen nura uyanlar, işte felaha erenler onlardır.” (7/157)

8. Hz. Peygambere itaati emreden ayetler: “Kim peygambere itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.”(4/80) “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasak kıldıysa ondan sakının.” (59/7)

Bazıları bu ayet-i kerimeyi sebebi nüzulüne yani Benî-Nadir’den, savaşılmadan elde edilmiş ganimet mallarının (fey) dağıtımına hasretmek istemesine rağmen, genelde müfessirler, kullanılan ifadenin umum olması ve bütün görüşleri kapsaması sebebi ile ayetin, Rasûlün emrettiği ve yasakladığı her şeyi ifade ettiği kanaatine varmışlardır. Şu ayette de Allah sevgisinin Hz. Peygambere itaate bağlanmış olması çok dikkat çekicidir: “De ki; Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınız bağışlasın. Allah çok merhametli ve bağışlayıcıdır. De ki; Allah’a ve peygambere itaat edin! Eğer dönerlerse muhakkak ki Allah, kafirleri sevmez.”(3/31-32)

9. Hz. Peygambere isyan etmeyi ve O’na her türlü eziyeti yasaklayan ayetler: “Kim Allah'a ve Peygamberine karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.”(4/14) “Kim de kendisine doğru yol belli olduktan sonra peygambere karşı gelir be müminlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir gidiş yeridir orası.” (14/115)

10. Hz.Peygambere saygıyı ve sevgiyi öngören ayetler: “Peygamber müminler için kendi canlarından ileridir. Onun eşleri de onların anneleridir.”(33/6) “Şüphesiz ki Allah ve melekleri peygambere salat etmektedirler (yani, onun şerefini gözetmekte ve şanını yüceltmekte). O halde sizde ey iman edenler O’na salat edin. O’na içtenlikle selam edin (esenlik dileyin).” (33/56)

11. Hz. Peygamberin insanlara doğru yolu gösterdiğine dair ayetler:“Şayet O’na itaat ederseniz doğru yolu bulursunuz.” (24/54) “Şüphesiz ki, sen (sana uyanları) mutlaka doğru yola göklerde ve yerde bulunan her şeyin sahibi Allah’ın yoluna götürürsün.” (42/52-53) “Şüphesiz ki, sen onları doğru yola çağırıyorsun.” (23/73)
Bu ayetlerden ortaya çıktı ki; Yüce Allah (c.c)’ın beşere kendi içinden örnek seçerek bir peygamber göndermesi insanlara büyük bir lütuftur. O’na inanmak sadece O’nun peygamber olduğunu tasdik etmek olmayıp, o yüce Peygamber’i Kur’an’da çizilen bütün yönleriyle birlikte kabul edip itaat etmeyi gerektirir. Yüce Allah O’nu bizzat kendisi terbiye etmiş kitabında O’nun üstün bir ahlak sahibi olduğunu ve örnek alınması gerektiğini emir buyurmuştur.

Ayrıca O’na bir peygamber olarak verilen bilgiler sadece Kur’an dan ibaret olmayıp, bunun dışında da kendisine pek çok bilgi verilmiştir. Kaldı ki O’nun kendi içtihadıyla yapmış olduğu işler ve söylemiş olduğu sözlerde yine vahyin kontrolü altında olduğundan “zelle” tabir edilen küçük hataları bile vahiyle düzeltmiş ve böylece O’nun yapmış olduğu fiiller ve sözler hatalardan arındırılmıştır.

Hz. Peygamber’e bizzat Yüce Allah tarafından ayetleri açıklama yetkisi verilmiş ve ayetlerde açık ifadelerle belirtildiği gibi O’nun emir ve yasaklarına uyulması gerektiği emredilmiştir. Bu ifadeyle sünnetin inananları bağladığı ve Kur’an-ı Kerim’den sonra bağlayıcılık bakımından ikinci kaynak olduğu görülmüştür. İşte bu sebeple inananlara düşen Kur’an’ın tabiriyle “işittik ve itaat ettik.” olmalıdır.
Alıntı ile Cevapla
Alt 10 Ocak 2008, 10:15   Mesaj No:8
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: Sünnet


[B][I]SÜNNET: ANLAMI, FONKSİYONU,
TESBİTİ VE TEŞRİDEKİ YERİ

Sonsuz Nur 3'den özetleyen: Ali AKYÜZ*


Sünnet Nedir?
Sünnet, lûgat mânâsı itibariyle, “gidişat, -iyi ya da kötü- takip edilen yol” demektir. Muhaddîsler, usûlcüler ve fukahâ ıstlahî mânâsı itibariyle sünneti, aşağıdaki ifadelerle tarif etmeye çalışmışlardır:
Muhaddîslere göre sünnet, “Ahkâma ve amele esas teşkil etsin etmesin, yaptıkları ve yapmaktan kaçındıklarıyla Allah Resûlü’nden (s.a.s.) -Hanefîler’in nokta-i nazarınca farz, vacib, sünnet, müstehab ve âdâp - bize intikal eden her şeydir.” Yani, Allah Resûlü’nün (s.a.s.) şemâilidir, hayat tarzıdır, sîretidir.
Usûlcülerin sünnet anlayışı biraz daha farklıdır. Onlara göre sünnet, “Resûlüllah’dan (s.a.s.) söz, fiil ve takrir olarak sâdır olan her şeydir.” Yani, Resûlüllah Efendimiz’in (s.a.s.) sözleri, davranışları ve ashâbında görüp de menetmediği veya sükûtla tasvip buyurduğu davranışlardır.
Fukahâ ise, sünnete bid’at mukabilinde ve teşrîe, yani farza, vacibe, harama esas teşkil etmesi açısından bakarlar. Bu mânâda sünnet, hadîsle aynı mânâda sayılabilir.
Hadîs, haber vermek ve haber, söz mânâsına bir isimdir. Daha sonraları, Efendimiz’e (s.a.s.) nisbet edilen her söz, fiil ve takrire hadîs denmiştir. İbn Hacer, “Şeriat örfünde hadîsten maksat, Efendimiz’e (s.a.s.) isnad edilen her şeydir.” der.
Sünnetin Çeşitleri
Bütün bu tariflerden anladığımız hususları şu üç kısma irca’ edebiliriz:
a. Kavlî Sünnet
Sünnet, Allah Resûlü’nün (s.a.s.) mübarek sözleridir; yani sünnetin bir bölümünü O’nun nurlu sözleri teşkil eder ki, bunlar, Kur’ân’da yer almayan, fakat bütün fukahâca fıkıh kitaplarına alınıp, pek çok hükme esas kabul edilen O’na ait nurefşan beyanlardır ki, misal olarak şunları zikredebiliriz:
a. Efendimiz (s.a.s.), “Varise vasiyet yoktur.”1 buyururlar. Yani, miras bırakan kimse, kendisine vâris olacak biri için mirasından vasiyette bulunamaz.
b. Yine, usûl-i fıkıhta yer alan bir başka mübarek sözlerinde Efendimiz (s.a.s.), “Zarar verme ve zarara zararla mukabele etme yoktur.”2 buyurmuşlardır. Yani, kimseye zarar verilemeyeceği gibi, birine zarar veren kişiye de zararla mukabele edilemez.
c. Allah Resûlü’nün bir diğer mübarek sözlerinde ise şöyle buyurulmaktadır: “Yağmurların ve akarsuların suladığı arazide öşür (onda bir), hayvanlar ile sulanan arazide öşrün yarısı (yirmide bir) zekât vardır.”3
d. “Deniz suyuyla abdest alabilir miyim?” diye soran bir sahâbîsine Allah Resûlü, dünya kadar fetvalara esas teşkil edecek şu mübarek sözüyle karşılık verir: “Onun suyu temiz, ölüsü de helâldir.”4
b. Fiilî Sünnet
Rasûl-i Ekrem’in (s.a.s.) davranışları ve hareketleriyle ortaya koyduğu sünnetdir ki, bunlarla konulan hükümler, Kur’ân’da sarihen zikredilmemiştir. Meselâ; Kur’ân-ı Kerim’de namaz emredilmiş olduğu ve bazı yerlerinde “rükû edin, secde edin” gibi emirler bulunduğu; hattâ umumi bazı vakitler zikredildiği hâlde, kesin olarak hangi vakitlerde ve kaç defa namaz kılınacağı, namazın nasıl eda edileceği, onun farzları, vacipleri ve nelerin namazı bozduğu açıklanmamıştır. Bütün bu hususlarda, sünneti nazara veren Efendimiz (s.a.s.): “Beni, nasıl namaz kılıyor görüyorsanız, siz de öyle kılın.”5 buyurarak, sünnetin husûsî teşrî’ine işaret etmişlerdir. [Bu noktada, Efendimiz’in namazının önceki ümmetlerin namazı gibi olduğu da asla söylenemez; kaldı ki, bu noktada tek bir kayıt bile yoktur.] Yine, menâsik-i hacc mevzuunda da Efendimiz, “Haccın menasikini benden alın.”6 buyurmuşlardır. Yani, sünnet olmasaydı, nasıl, ne zaman, kaç vakit, kaç rekât namaz kılacağımızı ve nasıl haccedeceğimizi bilemeyecektik.
c. Takrirî Sünnet
Resûlüllah (s.a.s.), ashâbında gördüğü bazı hoşuna gitmeyen davranışları usûlünce tenkid buyururlardı. Meselâ minbere çıkar ve isim tasrih etmeden, “Cemaate ne oluyor ki, falan şöyle yapıyor?!” diye ikaz ve tembihte bulunurlardı. Bu arada, bazen de gördüğü davranışları menetmez ve sükûtuyla onları tasvip buyururlardı ki, bu da sünnetin takrirî kısmını teşkil etmektedir. Hadîs ve fıkıh kitaplarında bu kısmın misalleri de çoktur.
Sünnetin Fonksiyonu
Sünnetin Kur’ân-ı Kerim’den ayrı bir teşrî’ kaynağı olmasının ve Kur’ân gibi bazı şeyleri helâl, bazı şeyleri de haram kılarak, farz, vacib, sünnet, müstehab, mübah, âdâp, mekruh, müfsid adına ölçüler koymasının yanı sıra, Kur’ân-ı Kerim’in mücmelini tafsil, mübhemini tefsir, umumunu tahsis ve mutlağını takyid fonksiyonu da vardır. Şimdi, bazı misallerle bu hususu da kısaca açıklamaya çalışalım:
Alıntı ile Cevapla
Alt 10 Ocak 2008, 10:19   Mesaj No:9
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: Sünnet


[B]1. Sünnetin Kur’ân’ı Tefsiri
“İman ettiler ve imanlarına zulüm karıştırmadılar: İşte, emniyet onlar içindir ve onlar, hidayete ermişlerdir.”(En’âm/6: 82) âyeti nazil olunca, zulüm Kur’ân’da had bilmezlik, sınırı aşmak gibi çeşitli mânâlarda kullanıldığından, ashâb endişeyle Resûlüllah’a gelerek, “Hangimiz var ki, zulmetmemiş olsun?” dediler. Bunun üzerine de Allah Resûlü (s.a.s.), bu âyette kastedilen zulümle ilgili olarak şu açıklamada bulundular: “O, sizin zannettiğiniz gibi değil; o, Hz. Lokman’ın oğluna dediği gibidir: ‘(Oğulcuğum): Allah’a şirk koşma; muhakkak ki şirk, büyük bir zulümdür’ (Lokman/31: 13)”.7
2. Sünnetin Mücmeli Tafsil Etmesi
Sünnet-i Seniyye, pek çok müphemi tefsir etmesinin yanı sıra, pek çok mücmel mes’eleleri de tafsîl etmiştir.
Meselâ Kur’ân-ı Kerim’de: “Namazı ikâme edin.” diye emredilir; fakat, namazın nasıl kılınacağı açıklanmadığı gibi, ne zaman kılınacağı da açıklanmaz. Bütün bunların açıklanmasını, Hz. Cebrail’in rehberliğinde Peygamber Efendimiz yapmıştır.8 Allah Resûlü, namazın farzları, vacibleri, müstehabları, mekruhları, müfsidleri, rükûu, sücûdu, kıraati, tahiyyâtı ve selâmla namazdan çıkılmasında da biricik kaynaktır.
[I]3. Sünnetin Bazı Hükümleri Tahsîsi
Kur’ân-ı Kerim’de mirastan umumi olarak bahsedilir ve, “Allah size çocuklarınız hususunda farz kılıyor: Erkeğe, iki kadının payı kadar vardır.” (Nisâ/4: 11) buyurulur. Umumî mânâda, nebî olsun velî olsun, safiy olsun, mukarreb olsun, herkes bu âyetin şümûlüne dahildir. Ancak, Efendimiz’in dâr-ı bakaya rihletlerinden sonra, kızı Hz. Fatıma, Hz. Ebû Bekir’den babasının mirasını almaya geldiğinde, Resûlüllah’ın Halifesi (r.a.) kendisine, Resûlüllah’tan duyduğu şu hadîs-i şerifi okudu: “Biz peygamberler topluluğu geriye miras bırakmayız. Bizim bıraktığımız, ancak sadakadır.”9 Bu hadîs-i şerifiyle Efendimiz (s.a.s.), Kur’ân’ın umumî bir hükmünü tahsis etmiş olmaktadırlar.
Aynı şekilde: “Kâtil mirasçı olamaz.”10 hadîsi de, kâtilin mirasçı olamayacağını, meselâ, babasını öldürenin babasından, amcasını öldürenin amcasından, dayısını öldürenin dayısından, kardeşini öldürenin de kardeşinden miras alamayacağını hükme bağlayarak, Kur’ân-ı Kerim’in mirasla alâkalı umumî hükmünü bu noktadan tahsis etmiştir.
4. Sünnetin Bazı Ahkâmı Takyîdi
Sünnet, Kur’ân-ı Kerim’in mutlağını takyîd eder. Meselâ, Kur’ân-ı Kerim’de: “Erkek ve kadın hırsızın, yaptıklarının karşılığında bir cezâ ve Allah’tan ibret verici bir ukûbet olmak üzere ellerini kesin.” (Mâide/5: 38) buyurulur. Bu mutlak bir emirdir. Ancak, hangi şartlarda ve ne miktarda hırsızlığın böyle bir cezâ ile tecziye edileceği açık olmadığı gibi, elin neresinden kesileceği de açıkça belirtilmemektedir. Kur’ân-ı Kerim’in abdest âyetinde: “Ellerinizi dirseklerinize kadar yıkayın.” (Mâide/5: 6) buyurularak, kolun en azından dirseklere kadar olan kısmı “el” kelimesinin şümûlüne dahil edilmektedir. İşte, hırsızlık suçu karşısında elin neresinden kesileceğini bize anlatan ve bu şekilde Kur’ân-ı Kerim’in mutlak bir hükmünü takyîd eden de yine sünnet-i mütahharadır.
Kezâ: “Mallarınızı aranızda (çalıp çırparak, ihtikârla, irtişâyla, ribâ ile) bâtıl bir surette yemeyin; ancak anlaşma ve karşılıklı rızaya dayalı ticarî mübadeleyle yiyin.” (Nisâ/4: 29) âyetini de, yine sünnet-i mütahhara bir hususta takyîd etmiş; “Meyveleri, tam belirli hâle gelinceye kadar satmayın.”11 diyen Allah Resûlü (s.a.s.), âyette anlatılan hususa ayrı bir kayıt daha getirmiştir.
Sünnetin Tesbiti
İslâm’ın iki temel esasından biri olarak sünnet-i seniyye, Kur’ân’la birlikte tesbit edilmiş, yazılmış, ezberlenmiş ve günümüze kadar da gelmiştir. Şimdi, bu kutlu hâdiseyi sebep, seyir ve hususiyetleri içinde ele almaya çalışacağız: A. Sünnetin Tesbitinin Zarûrî Oluşu Sünnet, Allah Resûlü’nün hayatıdır; İslâm’ın yaşanma şekli, Allah’ın ve Resûlü’nün ahlâkıyla ahlâklanma modelidir. Allah (c.c.), habîbi ve resûlü Hz. Muhammed Mustafâ’yı (s.a.s.), yolların ayrımında, bütün insanlara doğruyu göstermekle tavzif buyurmuştur. O da, bunu sözleri, fiilleri ve takrirlerinden müteşekkil sünnet-i seniyyesiyle yapmıştır ve yapmaktadır. Sünnet, Resûlüllah’a açılan bir penceredir ve o her asırda her şahsa uzanan ve üzerinde yürünmekle İslâm’ın yümn ve bereketine ulaşılan kutlu ve mübarek bir yoldur. Nerede samimî bir kalb “Hz. Muhammed (s.a.s.)” derse, tıpkı bir televizyon ekranı gibi onun mir’ât-ı ruhuna Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.) tecelli eder ve “nedir istediğin, söyle?” der. Evet O, hadîsinin, sünnetinin takrir edildiği, halkalar teşkiliyle müzakere olunduğu her yerde ruhen hazırdır.
Alıntı ile Cevapla
Alt 10 Ocak 2008, 10:20   Mesaj No:10
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: Sünnet


[B][I]B. Sünnetin Tesbitine Tesir Eden Âmiller
Sahâbe, sünnetin ehemmiyetini çok iyi kavramıştı. Çünkü, Kur’ân-ı Kerim, Allah Resûlü’ne iniyor, O’nun tarafından tebliğ ediliyor, açıklanıyor ve yaşanıyordu ki, anlamanın bütün faktörleri O’nda mevcuttu.
1. Kur’ân’ın Sünnete Teşviki
(Farz, vacib, sünnet, müstehab, âdâb adına) Resûl size ne getirmişse onu alın ve sizi neden menediyorsa, ondan da kaçının.” (Haşr/59: 7)
Âyette geçen ve meçhuliyet ifade eden ‘mâ’, Resûl’ün getirip tebliğ buyurduğu ve nehyettiği her şeyi içine alır. Âyetin devamında, “Allah’tan korkun!” denilerek, bunun bir takvâ meselesi olduğu ve kılı kırk yaran bir hassasiyetle görülüp gözetilmesi gerektiği hatırlatılmaktadır. Sahâbe bunu çok iyi anlıyor ve Resûlüllah’ın her sözüne, her fiil ve takrîrine uymakla takvânın kazanılabileceğini, yani Allah’ın korumasına girilebileceğini düşünüyor ve hayatını hep O’nun vesayetinde sürdürüyordu. Keza: “Şüphesiz, Resûlüllah’ta sizin için, Allah’ı ve âhiret gününü uman ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir misal vardır.” (Ahzâb/33: 21) âyet-i nurefşanı, şu eğri büğrü yollarda, şu bin bir badire içinde, şu iç içe handikaplar ağında ve gâileli yürüyüşte ancak Resûlüllah’ın sünnetine temessükle sahil-i selâmete çıkılabileceğini ilân ediyordu. O’nu bulan ve uğrunda seve seve can veren sahâbe-i kirâm hazerâtı da, O’nun kapısına yöneliyor, O’nun attığı her adımı, her hareketi, söylediği her sözü yüz işmizazlarına, tebessümlerine ve el işaretlerine varıncaya kadar takip ediyor, belliyor, yaşıyor ve naklediyorlardı.
2. Resûlüllah’ın Teşviki
Efendimiz, “Allah, bizden bir söz işitip onu muhafaza edenin ve sonra da bir başkasına tebliğ edenin yüzünü (bazı yüzlerin ağarıp, bazılarının kararacağı günde) ak etsin ve güldürsün.”12 sözüyle sünnetinin bellenmesini ve başkalarına tebliğ edilmesini teşvik ediyor ve böyle yapanlara da duacı oluyordu.
Mekke’nin fethinden az önce, Rabîa Kabilesi’nden Abdü’l-Kays heyeti Resûlüllah’a gelerek: “Yâ Rasûlallah, biz sana çok uzak mesafelerden geliyoruz. Aramızda Mudar kâfirlerinden falan kabile var. Bu yüzden de haram ayların dışında sana gelmemiz mümkün değil. Bize kısaca bir şeyler emret de, arkada bıraktıklarımıza haber verelim, verelim de o sebeple biz de Cennet’e girelim.” dediler. Allah Resûlü (s.a.s.), onlara bazı şeyler emretti, bazı şeyleri de yasakladı ve sözlerini şöyle bağladı: “Bunları hıfzedin ve arkanızdakilere de haber verin.”13 Yine, Vedâ Hutbesi’nin sonunda da, “(Sözlerimi) burada bulunan, bulunmayana tebliğ etsin.”14 buyurdular.
Ayrıca Efendimiz, Kur’ân’ı tâlim ettiği gibi, kendi sünnetini de aynı titizlikle tâlim buyururlardı. İbn Mes’ûd Hazretleri, “Bize, Kur’ân âyetlerini tâlim eder gibi, Tahiyyât’ı da tâlim ederdi.”15; bir başka ifadelerinde de: “Kur’ân âyetlerini talim eder gibi, istihâre duasını da tâlim ederdi.”16 demektedir.
Allah Resûlü, söylediklerini herkes bellesin diye ağır ağır konuşur ve söylediği şeyleri ekseriya üç defa tekrar ederdi. Bu hususta Hz. Âişe validemiz (r. anha): “Resûlüllah (s.a.s.), sözü -sizin birbirinize zincirleme söylediğiniz gibi değil- ayıra ayıra söylerdi; saymak isteyen, O’nun kelimelerini sayabilirdi.”17 der. O, bununla da kalmaz, ashâbına sunduğu her şeyin, bir araya gelinip karşılıklı gözden geçirilmesini ve müzakere edilmesini teşvîk ederlerdi.18
3. Sahâbe-i Kirâmın İştiyakı
Allah Resûlü’nün ashâbı, gerek Kitabı, gerekse sünneti öğrenme, müzakere etme ve nakletme hususunda alabildiğine hâhişkâr idiler. Evet onlar, kendilerini bir ateş çukurunun kenarında yakalayıp, berd ü selâma çıkaran Allah Resûlü’nün, hayat veren o nurlu sözlerini, fiillerini, takrirlerini belliyor ve bunları sürekli aralarında müzakere ediyorlardı. Bu hususta Enes b. Malik, “Biz, Resûlüllah’ın (s.a.s.) yanında otururken, O’ndan bir söz işitir, yanından ayrılınca da, onu aramızda anar ve müzakere ederdik.”19 demektedir. Aynı şekilde, bilhassa Suffe Ashâbı, gecelerini namaz kılarak, Kur’ân okuyarak ve ders yaparak geçirirlerdi; o kadar ki, bazen tamamının birden, bir muallimin etrafına toplanıp, sabaha kadar ders gördükleri olurdu.
Bir de bu ışık topluluğu, erkeğiyle kadınıyla, Efendimiz’den aldıkları: “Benim bu mescidime gelen hayır için, hayrı öğrenmek veya öğretmek için gelir. Böyle bir kişi, Allah yolunda mücâhede eden kişi mevkiindedir.”20 gibi teşviklerle, O’ndan öğrenip bellediği her şeyi, bir ibadet neşvesi içinde başkalarına taşıyor ve bu kevserden herkesin yararlanmasını istiyorlardı. Kadınlar, kaç defa gelip: “Yâ Rasûlallah, sözlerini dinlemek için, erkeklerden bize yer kalmıyor. Bize ayrı bir gün tahsis buyursanız.” diye ricada bulunuyorlardı. Efendimiz de onların ricasını kırmıyordu.21
4. İz Bırakan Sözler ve Unutulmayan Hâdiseler
Resûl-i Ekrem, çok defa öylesi hâdiseler münasebetiyle ve öyle şartlar altında konuşuyorlardı ki, o şartlarla koordinatlanan sözlerin bellenmemesi ve bellendikten sonra da unutulması mümkün değildi.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

« Kibir | Zann »

Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Konuyu değerlendir
Konuyu değerlendir:

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
İbni Mace - Sünen Arapça enderhafızım Kitaplar/Kütüphane 2 10 Aralık 2012 16:56
Kurandaki Sünnet Esadullah Hz.Muhammed(s.a.v) 6 15 Nisan 2012 15:33
En iyi diyet sünnet Esma_Nur Tıbbı Nebevi ve Alternatif Tıp 0 10 Şubat 2011 20:54
100 Sünnet EcelBekcisi Hadis-i Şerif 2 06 Ocak 2010 20:31
Sünnet Duası MERVE DEMİR Dua Bölümü 0 16 Eylül 2008 03:02

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.