Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler (https://www.forum.medineweb.net/649-kissalar-hikayeler-nasihatler)
-   -   küçük istavritin öyküsü.... (https://www.forum.medineweb.net/kissalar-hikayeler-nasihatler/5437-kucuk-istavritin-oykusu.html)

medinelii 18 Ağustos 2008 23:49

küçük istavritin öyküsü....
 
Küçük istavrit, yiyecek bir şey sanıp
hızla atıldı çapariye
önce müthiş bir acı duydu dudağında
gümbür gümbür oldu yüreği,
sonra hızla çekildi yukarıya…

Aslında hep merak etmişti
denizlerin üstünü
neye benzerdi acep gökyüzü.
Bir yanda büyük bir merak,
bir yanda ölüm korkusu.


“Dudağı yarıklar” denir,
şanslıdır onlar, hani
görüpte gökyüzünü, insanı,
oltadan son anda kurtulanlar.

Ne çare balıkçının parmakları
hoyratça kavradı onu
küçük istavrit anladı; yolun sonu.
Koca denizlere sığmazdı yüreği.
Oysa, şimdi yüzerken
küçücük yeşil leğende,
cansız uzanıvermiş dostlarına
değiyordu minik yüzgeci.

İnsanlar gelip geçtiler önünden,
bir kedi yalanarak baktı gözünün içine
yavaşça karardı dünya,
başı da dönüyordu.
Son bir kez düşündü derin maviyi,
beyaz mercanı, bir de yeşil yosunu.

İşte tam o anda eğilip aldım onu.
Yürüdüm deniz kenarına
bir öpücük kondurdum başına,
iki damla gözyaşından ibaret sade
bir törenle, saldım denizin sularına.

Bir an öylece baka-kaldı
Sonra sevinçle dibe daldı.
Gitti tüm kederimi söküp atarak,
teşekkürü de ihmal etmemişti.
Bir kaç değerli pulunu
Elime, avuçlarıma bırakarak.

Balıkçı ve kedi şaşkın baktılar yüzüme.
Sorar gibiydiler, neden yaptın bunu, niye?
“Bir gün dedim, bulursam kendimi
yeşil leğendeki
küçük istavrit kadar çaresiz,
son ana kadar
hep bir umudum olsun diye…”

KEVİR 18 Ağustos 2008 23:55

Cvp: küçük istavritin öyküsü....
 
ben kediye üzüldüm yaa, tüm umudunu kaybetti, kimbilir artık ne zamana bir balık bulur.
kediye hak verdim bende soruyorum neden yaptın bunu diye;
aç kalan bir kedinin rızkını elinden neden alıp sulara attın. :))))

medinelii 19 Ağustos 2008 02:56

lütfen sadece gozlerıme bak....
 
Bir zamanlar bir yerlerde kör bir genç yaşıyordu ve bu kör genç kendisinden nefret ediyordu

çünkü kör bir yaşamı vardı.

göremediği için hiç birşeyi ve hiç bir kimseyi sevemiyordu herkesten ve her şeyden nefret

ediyordu ama kız arkadaşı hariç

kör yaşamında sevdiği tek şey kız arkadaşıydı.

Bir gün kız arkadaşına eğer dünyayı görebilseydi onun la evlenmeyi kabul edebileceğini

söyledi.Kız arkadaşıda onu çok mutlu ettiğini söyledi

Günlerden bir gün şans gencin yüzüne güldü ve birisi ona bir çift gözünü bağışladı

sora genc her şeyi görmeye başladı ağaçları çiçekleri kısaca artık dünyayı görüyordu hatta kız

arkadaşını bile.

Kız arkadaşı ona sordu şimdi artık her şeyi görüyorsun söylediğin gibi benimle

evlenecekmisin? dedi.

genc şoktaydı kız arkadaşını gördüğünde dona kalmış tı çünkü kız arkadaşı kördü!...

Çok özür dilerim dedi genç seninle evlenemem çünkü sen körsün dedi.

Kız çok üzüldü ve yaşlı gözlerle ordan uzaklaşmaya başladı biraz ileri gidince durdu ve geriye

dönüp gence şunu söyledi

LÜTFEN SADECE GÖZLERİME İYİ BAk...!!

medinelii 19 Ağustos 2008 03:00

Çoban ve ağaç
 
Yaşlı çoban sürüsünü otlatmak için yaylaya çıktığında tepeye yakın bir elma ağacının altında dinlenir ve eğer mevsimiyse,
onunla konuşarak:
"Hadi bakalım evladım, derdi. Bu ihtiyarın elmasını ver artık".

[B]

Ve bir elma düşerdi, en güzelinden, en olgunundan.
Yaşlı adam sedef kakmalı çakısını çıkartarak onu dilimlere ayırır ve küçük bir tas yoğurtla birlikte ekmeğine katık ettikten sonra,
babasından kalan Kur'an'ını okumaya koyulurdu.

Çoban, bu ağacı yirmi yıl kadar önce diktiğinde sık sık sular,
bunun için de büyükçe bir güğüme doldurduğu abdest suyundan geriye kalanı kullanırdı.
Elma ağacının kökleri,
belki de bu sularla kuvvet bulmuş ve kısa sürede serpilip meyve vermeye başlamıştı.
Çoban o zamanlar henüz genç sayıldığından şöyle bir uzandı mı en güzel elmayı şıp diye koparırdı.
Fakat aradan geçen bunca yıl içinde beli bükülüp boyu kısalmış,
ağacınkiyse bir çınar gibi büyüyüp göklere yükselmişti.
Ama boyu ne olursa olsun, ağaç yine de yavrusu değil miydi? Onu bir evlat sevgisiyle okşarken :

"Ver yavrum, derdi, gönder bakalım bu günkü kısmetimi."

Ve bir elma düşerdi hiç nazlanmadan, yıllar boyu hiçbir gün aksamadan.

Köylüler, uzaktan uzağa gözledikleri bu hadiseyi birbirlerine anlatıp yaşlı çobanın veli bir zât olduğunu söylerlerdi.

Yaşlı adam, ağacın altında dinlenip namazını kıldığı bir gün, yine elmasını istedi.
Ancak dallar dolu olmasına rağmen nedense birşey düşmemişti.
Sonra bir daha, bir daha tekrarladı isteğini. Beklediği şey bir türlü gelmiyordu.
Gözyaşları, yeni doğmuş kuzuların tüylerini andıran beyaz sakalını ıslatırken, ağacın altından uzaklaşıp koyunların arasına attı kendini. Yavrusu, meyve verdiği günden bu yana ilk defa reddediyordu onu.
İhtiyar çobanın beli her zamankinden fazla bükülmüş,
güçsüz bacakları da vücudunu taşıyamaz olmuştu.
Hayvanlarını usulca toplayıp köye doğru yöneldiğinde, aşağıdaki caminin her zamankinde daha nurlu minarelerinden yankılanan ezan sesiyle irkildi birden.
Yeniden doğmuştu sanki çoban. Birşey hatırlamıştı.

Çocuklar gibi sevinerek ağacın yanına koştu ve ona şefkatle sarılırken :

"Canım" dedi, hıçkırıp ağlayarak.

"Benim güzel evladım, mis kokulum. Şu unutkan ihtiyarı üzmeden önce neden söylemedin, bu günün Ramazan'ın ilk günü olduğunu ?"

medinelii 19 Ağustos 2008 03:04

Sedef çiçeği....
 
Mahkeme salonunda, seksenlerindeki yasli ciftin durumu icler acisiydi. Adam inatci bakislarla suskun, Nine'nin aglamaktan iyice cukurlasmis gözleri ve keskin cizgileriyle bitkin bakislari süzüyordu etrafini...Ve Hakimin tokmak sesiyle sustu ugultu ve tok sesiyle, sözü yasli kadina verdi, hakim...

"Anlat teyze neden bosanmak istiyorsun...?"

Yasli kadin derin bir nefes cektikten sonra bas örtüsüyle agzini aralayip,
kisilmis sesiyle konusmaya basladi...

"Bu herif yetti gayri, 50 yildir bezdirdi hayattan..."
Sonra uzunca bir sessizlik hakim oldu mahkeme salonunda... Sessizlik bu tür haberleri her gün manset yapan gazetecilerden birinin flasiyla bozuldu, kimbilir nasil bir manset atacaklardi, yasanmis 50 yilin ardindan...Cok sayida gazeteci izliyordu davayi, kadin neler diyecekti..Herkes onu
dinliyordu.. Yasli kadinin gözleri doldu...Ve devam etti...
"Bizim bir sedef cicegi vardi, cok sevdigim...O bilmez...50 yil önceydi.. O cicegi bana verdigi ciceklerin arasindan kopardigim bir yapragi tohumlamistim, öyle büyüttüm..Yavrumuz olmadi, onlari yavrum bildim...Bir süre sonra cicek
kurumaya basladi. O zaman adak adadim... Her gece günes acmadan önce bir
tas suyla suluycam onu diye...Iyi gelirmis dedilerdi...50 yil oldu, bu herif bir gece kalkip bir kere de bu cicegi ben sulayim demedi... Taki gecen geceye kadar...o gece takatim kesilmis..uyuyakalmisim...Ben böyle bir adamla 50 yil gecirdim... Hayatimi, umudumu herseyimi verdim...Ondan hicbirsey göremedim..Bir kerecik olsun, benim bildigim görevlerden birisini yapmasini bekledim.... Onsuz daha iyiyim, yemin ederim."

Hakim, yasli adama dönerek ;

"Diyecegin bir sey var mi baba" dedi.

Yasli adam bastonla zor yürüdügü kürsüye, o ana kadar suclanmis olmanin
utangacligini hissettiren yüz ifadesiyle hakime yöneldi.

"Askerligimi, reisicumhur köskünde bahcevan olarak yaptim, o bahcenin görkemli görünümüyle büyümesi icin emeklerimi verdim... Elifimi de orada tanidim...Sedefleri de... Ona en güzel ciceklerden buketler verdim...O ciceklerle doludur bahcesi...Kokusuna hersdeyımı verdıgım perisan eder yüregimi...Ilk Evlendigimiz günlerin birinde boyun agrisindan onu hekime götürdüm...
Hekim cok uzun süre uyanmadan yatarsa boynundaki kirec sertlesir,
kötülesir dedi..Her gece uykusunu bölüp, uyansin, gezinsin dedi... Hekimi
pek dinlemedi, bizim hatun...lafim gecmedi... O günlerde tesadüf bu cicek
kurudu...Ben ona gece sularsan gecer dedim..Adak dilettim...Her gece onu uyandirdim. Ve onu seyrettim... O sevdigim kadinin yavrusu bildigi cicekleri sularken seyrettim...Her gece o cicek ben oldum...Sanki...Ona bu yüzden herseyımı verebılırdım..." dedi adam o yastaki bir adamdan beklenmeyecek
ifadelerle...

"Her gece O yattiktan sonra uyandim... Saksidaki suyu bosalttim... Sedef gece sulanmayi sevmez, hakim bey..Gecen gece de... Yaslilik.. Ben de uyanamadim.. Uyandiramadim...Cicek susuz kalirdi amma , kadinimin boynu yine azabilirdi... Suclandim..Sesimi cikartamadim..."

O an Mahkeme salonunda hersey sustu...



Ertesi sabah gazeteler "Sedef susuz kaldi" diye yine yalnizca neticeyi
haber yaptilar...

medinelii 19 Ağustos 2008 03:08

örnek evlilik.... "Sana hizmet ettıgım için mutluyum"
 
Melek Hanım, bu akşam bir başka hazırlık yapmıştı. Bir başka çıkmıştı kocasının karşısına. İpek gibi siyah saçlarını omuzlarından aşağılara salmıştı. Birilerinin dışarısı için gösterdikleri özeni; o, sadece kocası için gösteriyordu. En güzel elbisesini giymiş, yeni gelin gibi süslenmiş, ‘yaratılışımı, yüzümü güzelleştirdiğin gibi, huyumu ve ahlakımı da güzelleştir ya Rabbi’ diye dualar etmişti. Kararmakta olan akşamın ilk karanlığı içinde; tül perdenin altından bakabildiği kadarıyla kocasının gelmesi için yolu gözlüyordu. Tahir Bey, ise fena halde yorulmuştu ama vazifesini yapmış olmanın huzuru içinde eve dönüyordu. Üzerinde taşıdığı anahtarı ile kapıyı açacaktı ki; eşi Melek Hanımını kapıyı açar olarak buldu. Melek Hanım, içeri giren kocasının boynuna sarıldı. Davranışları ile onun gönlünü alevlendiriyordu. O, evinin hanımı, hanımefendisiydi.
“Selamünaleyküm.” Dedi Tahir Bey,
“Aleykümselam. Hoş geldiniz efendim.”
“Hoş bulduk canım” dedi. Tahir Bey, bir buse kondurdu güler yüzle kapıda kendini karşılayan hanımının yanağına. Melek Hanım, Tahir Bey’e terliklerini verirken; elindekileri aldı. Pardösüsünü astı. Hanımı tarafından güler yüz, tatlı söz ile karşılanan Tahir Bey’in bütün yorgunluğu bir anda çıkıvermişti sanki... Şu Melek Hanım, ne hoş bir kadındı. Tahir Bey, kolunu onun beline doladı. Birlikte salondaki kanepeye kadar geldiler. Karşılıklı hal ve hatır sordular. Bundan dolayı her ikisi de ziyadesiyle memnundular.
“Bu güzel karşılamayı neye borçluyum acaba?”
“Görevinin bilincinde olan bir hanım almaya!”
“Ey Rabbim ne kadar şükretsem yine de azdır. Senin gibi bir Meleği nasip etti bana…”
“Ya ben bu övgüyü neye borçluyum?”
“Görevinin bilincinde olan; bir beyle evlenmeye!”
“Sen hem çok akıllı, hem çok zeki, anlayışlı, güzel, kibar, nazik, hem de çok sevimli, hem de çok…”
“Yeter, görende bir şey var zannedecek.”
“Sen başkasın, benim için ‘çok özel bir yer’ sahipsin. Sen benim bir tanemsin. Ben seni övmüyorum, hakikati söylüyorum. Hem senin övülmeye ihtiyacın mı var? Kadın, evi ve kocası için süslenmeli. Ama kadınlar daha çok dışarı çıkacakları zaman, sanki bir başkaları için süslenirler. Evlerinde ve kocalarının yanında ise sıradan şeyler giyerler. Sen öyle değilsin, bir tanem.”
“Nasılım peki?”
“Sen başkasın…”
“Evlendiğimiz günden bu yana seni çamaşırda, bulaşıkta görmedim. Üstün başın pis ve dağınık görmedim hiç.”
“Benim en önemli vazifem; sana huzurlu bir ortam hazırlamaktır. Sizi huzurlu ve mutlu gördükçe, dünyalar benim oluyor.”
“Ya Rabbi ne amel ettim ki, bana böyle bir melek nasip ettin?” diyordu Tahir Bey. Melek Hanım Tahir Bey’in geçen her gün sevgisi artıyor, gözünde ve gönlünde büyüyordu. Melek Hanım da ‘sen benim hayat kaynağım, umudum, sevgim, aşkım, her şeyimsin, sana kul köle olmak istiyorum’ diyordu. Ne yapar eder, gönlünün en uç noktasına kadar inerdi. Çalışmalarında destekçisi olur, şevk ve zevk vermeye çalışırdı. Bu güne kadar, ne kıştan ne yazdan, ne soğuktan ne de sıcaktan şikayetçi olmamışlardı. Huyları da öyle birbirine benziyordu ki! Kocası evde olduğu zaman; iş çıkarmazdı ortaya, sürekli yanında olmaya çalışır, sevdiği yemekleri yapar, duruma göre çay, kahve, meyve getirir, soyup dilimleyerek eliyle de ikram ederdi. Tahir Bey ne zaman misafirle gelecek olsa, kapı ziline basar, Melek Hanım’ın ‘kim o?’ sorusuna ‘biziz’ cevabıyla yalnız olmadığını anlar, gelen misafirin zahmet değil rahmet olarak geldiğine inanır ona göre hüsnü muamelede bulunurdu. Ne kadar geç gelirse gelsin, asla ‘kadına kocasından önce yatmak yakışmaz’ der mutlaka kocasını beklerdi.
Melek hanım, abdest almak için gömleğinin kollarını sıvarken; Tahir Bey’in ayaklarına uzanarak çoraplarını çıkarmaya başladı. Tahir Bey, onu ellerinden tuttu, memnuniyetini ve sevgisini belli etmek için; anlına bir öpücük kondurdu.
“Sen benim hizmetçim değil, eşimsin.”
“Çoraplarınızı çıkarsam ne olur ki!...”
“Bu senin görevin değil.”
“Seni memnun ve mutlu etmek, benim görevim değil mi?”
“Bu ikimizin de görevi…”
“Öyleyse müsaade ette çıkarayım.”
“Hayır.”
Tahir Bey kendi çoraplarını çıkardı. Lavaboya doğru giderken; “Bu Allah’ın bana bir hediyesidir” diye, dua edip şükretti. Abdestini alıp çıkınca onu elinde havlu ile bekler buldu.
“Yapma Meleğim.”
“Size hizmet etmekten zevk alıyorum.”
Birlikte akşam namazını kıldılar. Melek Hanım yere sofrayı hazırlarken; Tahir Bey eşine sofra hazırlamada yardım ediyordu.
“Sen otur efendi…”
“Sana yardım etmek istiyordum.”
“Eksik olma. Ama erkeğin dışarıda başarılı olmak için içeride dinlenmesi lazım.” İkisi de bir birinin hoşgörüsünden, nezaket, sevgi ve saygısından son derece memnundular. Huzur doluydular. Örnektiler. Yemekten sonra ağzını yıkamak için lavaboya giden Tahir Bey, onu yine havluyla bekler buldu. Onu havlu ile birlikte kucakladı. Ne asil bir hanımdı, şu Melek Hanım.
“Sen bir Melek’sin.”
Yemekten sonra oturup sohbet ettiler. Aynı derdin, aynı tasa ve kasavetin, aynı ideal ve davanın insanlarıydılar. Yıllarca birbirini görmemiş iki aşık gibiydiler. Yatsı yaklaştığında; Tahir Bey’in pardösüsünü getirdi. “Yatsı ile sabah namazlarını camide ifa etmen senin için daha hayırlıdır diye düşündüm” diyen Melek Hanım’a teşekkürden başka verecek cevap bulamadı.
“Şu sendeki tatlı dil var ya!...” dedi.
O gidince bulaşıkları yıkadı, ocağa koyduğu çayı demledi. Abdestini tazeleyerek namazını kıldı. Geleceği zamanı tahmin ediyordu. O cebinden anahtarını çıkarırken; Melek Hanım kapıyı açtı.
“Kapıda mı bekledin yine!...”
“Sen hem kocam, hem de hocamsın. Dünya ahiret mutluluğumu sana borçluyum. Nankör olamam. Hakkını nasıl öderim sana…” Salonda Tahir Bey tefsirde dünkü kaldıkları yerden devam etti. Melek hanım hem çayını doldurdu, müphem konuları açıklaması için hem de sorular sordu. Melek Hanım okudu, Tahir Bey değerlendirdi. Erken kalkmak için; erken yatmak bir gereklilikti. Yatmadan önce Tahir Bey abdestini tazelerken; Melek hanım yatak örtüsünü kaldırdı, yastık ve yorganı açtı. Gecelik ve pijamaları hazırladı. Dualarını ettiler ve yattılar.
Gece yarısı uyanan Melek Hanım, abdestini alarak; teheccüd namazı kıldı. Eşine, kendine ve tüm Müslümanlara dua etti. Yatağında asude bir şekilde uyuyan Tahir Bey’i uyandırmaya kıyamadı. Sessizce yanına sokularak yattı. O uykuya varmak üzereyken Tahir Bey teheccüd namazını kıldı, dua etti. Muhabbetle yatan eşine baktı. Sabah namazını camide kılarak eve geldiğinde sabah kahvaltısını hazır buldu. Huzur ve saadet içinde kahvaltılarını yaptılar. Melek Hanım, her günkü gibi, sevgiyle Tahir Bey’i işe yolladı. Melek Hanım biliyordu ki…
“İnsanların, hayatını bir yaşam biçimine dönüştüremiyorlardı. Yuvayı her ne kadar erkek yapsa da, kadının huzur ve mutluluk içinde devam ettirebileceğini gayet iyi biliyordu. Evden sevgi ve muhabbetle işe çıkan erkeğin; gözü ve gönlü dışarıda kalmayacağını, akşam olunca da; sevgi ve muhabbetle eve döneceğini ama herkesten daha iyi biliyordu.”



MescidiAksa 19 Ağustos 2008 08:29

Cvp: küçük istavritin öyküsü....
 
hangisine yorum yapacam şaşırdım dogrusu
ama en çok '''gözlerime iyi bak''' hoşuma gitti daha öncede okumuştum onu okuyunca çok garip duygular kapladı içimi insan bazı şeyleri anca başına gelince anlıyo bunu ögrendim bu hayatda insan neyle ne zaman karşılaşacagını hiç bilmiyorum bazen iyi bazen kötü tabi önemli olan bu gibi durumlarda ayakta kalabilmektir allah razı olsun emeginize saglık

medinelii 19 Ağustos 2008 23:38

ölümden kacıs
 
ÖLÜMDEN KAÇIŞ


Hayvanlarla konuşabilen ve rüzgara, maddeye hakim olabilme yeteneği ile donanmış Peygamber, Hazret-i Süleyman, bir gün Kudüs'te, çadırında arkadaşları ile oturup sohbet ederken, içeriye bir adam girer. O mecliste oturan bir kişiye dikkat ve hayretle bakarak çıkıp gider.
Şaşıran adam, Hazret-i Süleyman'a sorar:
- Bu adam kimdi?
Peygamber cevap verir:
- Azrail'di.
Bu cevabı alan adam müthiş bir paniğe kapılır ve Hazret-i Süleyman'a yalvarır:

- Ya Süleyman, Azrail bana çok tuhaf baktı. Ne olur beni buradan kaçır. Uzaklara gönder.

Arkadaşının ricasını kırmaz gül yüzlü Peygamber. Rüzgar emrindedir ya bindirir rüzgara ve gönderir Hindistan'a. Adam ertesi gün Hindistan'da birden karşısında, bir gece evvelinden gördüğü ve artık tanıdığı Azrail'e rastlar. Başına geleceği anlar ve konuşur:
- Anladım, benim canımı almaya geldin. Yalnız bir sorum var, ona cevap ver öyle al canımı, der. Dün beni Süleyman'ın çadırında görünce neden yüzüme hayretle baktın? Azrail cevap verir:
- Ben dün senin canını, ertesi gün Hindistan'da almak emir almıştım. Seni Kudüs'te Süleyman'ın çadırında oturur görünce, 'Bu adam bir günde Hindistan'a nasıl gidecek?' diye hayret ettim der.
Kıssadan hisse, size tayin edilen vakitten kurtulup daha fazla yaşamanız mümkün değildir.
Ecelden kaçılmaz. Ve ecel, bir gün mutlaka başımıza geleceğine göre ha bugün ha yarın, ne fark eder?<!-- google_ad_section_end -->

medinelii 19 Ağustos 2008 23:40

Cvp: küçük istavritin öyküsü....
 
[LEFT][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
DUYGU ADASI

Bir zamanlar, bütün duygularin üzerinde yasadigi bir
ada varmis oyle guzel oyle guzelmıs kı:
Mutluluk, Üzüntü, Bilgi ve tüm digerleri,
Ask dahil. Bir gün, adanin batmakta oldugu, duygulara
haber verilmis. Bunun üzerine hepsi, adayi terketmek
için sandallarini hazirlamislar. Ask, adada en sona
kalan duygu olmus, çünkü mümkün oldugu en son ana kadar
beklemek istemis. Ada neredeyse battigi zaman, Ask
yardim istemeye karar vermis. Zenginlik, çok büyük
bir teknenin içinde, geçmekteymis. Ask,
-Zenginlik, beni de yanina alir misin diye sormus. Zenginlik,
-Hayir, alamam. Teknemde çok fazla altin ve gümüs var,
senin için yer yok. demis. Ask, çok güzel bir yelkenlinin
içindeki Kibirden yardim istemis.
-Kibir, lütfen bana yardim et!
-Sana yardim edemem, Ask. Sirilsiklamsin ve yelkenlimi
mahvedebilirsin. diye cevap vermis Kibir.
[LEFT]Üzüntü yakinlardaymis
ve Ask yardim istemis:
-Üzüntü, seninle geleyim.
-Of, Ask, o kadar üzgünüm ki, yalniz kalmaya ihtiyacim var.
-Mutluluk da Askin yanindan geçmis; ama o kadar mutluymus
ki Askin çagrisini duymamis. Ask, birden bir ses duymus.
-Gel Ask! Seni yanima alacagim... Bu Asktan daha yaslica
birisiymis. Ask o kadar sansli ve mutlu hissetmis ki, onu
yanina alanin kim oldugunu ögrenmeyi akil edememis. Yeni
bir kara parçasina vardiklarinda, Ask^a yardim eden yoluna
devam etmis. Ona ne kadar borçlu oldugunu farkeden Ask, Bilgiye sormus:
-Bana yardim eden kimdi
-O, Zamandi diye cevap vermis Bilgi.
-Zaman mi? Neden bana yardim etti ki diye sormus Ask. Bilgi gülümsemis:
-Çünkü sadece Zaman Ask'in ne kadar büyük oldugunu anlayabilir

medinelii 19 Ağustos 2008 23:42

Gercek dılencı
 
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
GERÇEK DİLENCİ


Bir kral sabah gezintisi sırasında bir dilenciye rastlar. "Dile benden ne dilersen" der. Dilenci güler ve "Sanki dileğimi gerçekleştirebilecekmiş gibi soruyorsunuz." diye yanıtlar. Kral alınır ve söyleşi koyulaşır.

- Pek tabii her dediğini yerine getirebilirim. Sen söyle hele, ne istiyorsun?

- Söz vermeden önce iki kez düşünün kralım.

Kral bastırır:

-Ne istersen verebilirim. Ben güçlü bir Kralım. Yerine getiremeyeceğim hiçbir dileğin olamaz.

Bunun üzerine dilenci, çanağını uzatır:

- Şu çanağı herhangi bir şeyle doldurabilir misiniz? diye sorar. Kral kahkaha atar ve vezirine çanağı altınla doldurmasını emreder.

Çanak dolup taşmakta ama anında boşalmaktadır. Paralar buhar olup uçmaktadır sanki. Kralın onuru kırılır. Bir dilenci çanağını dolduramadığı kulaktan kulağa yayılır. Giderek pırlantalar, elmaslar, yakutlar akıtılır çanağa. Ne var ki çanağın dibi yoktur sanki. Yer yutar ama boş kalır.

Kral yenik düşmüştür. Dilenciye yakarır:

- Tamam, sen kazandın. Dileğini yerine getiremedim ama ne olur bana çanağın neden yapılmış olduğunu itiraf et

- Çok basit, diye yanıtlar dilenci. İnsan dimağından yapılmıştır. Yani insanın arzu ve isteklerinden. Doymak bilmez oluşu bundandır. Bu gerçeği bir kez kavrarsan yaşantın değişir.

İstek nedir ki! İstek ulaşılana kadar, belli bir süre heyecen veren bir duygudur. Örneğin; bir araba istersin... Bir yat... Ev... Eş! Tek tek her birini elde ettiğinde, tümü anlamını yitirir. Neden?

Çünkü beynin, aklın onları dışlar. Araba garajdadır ve artık istek uyandırmamaktadır. Heyecan, onu elde ettiğinde sönüp gitmiştir.
para cebindeyse, onlara erişmek için katlandığın yoğun istek yok oluverir. Gene boşluğa düşer, yeni bir istek yaratmak zorunda kalırsın.

İstek doyumsuzluk uyandırır ve giderek gerçek bir dilenci olursun. Bir istekten bir diğerine çırpınıp durursun. Amacına ulaşır ulaşmaz bir yenisini yaratırsın. İsteğin bu yönünü kavradığında hayatının dönüm noktasındasın demektir.

Sürekli yolculuk hali iyi sonuç vermez.

Geri dön...

Evine dön...

Seni mutlu edecek ögeleri dışında değil, kendi içinde ara!

medinelii 19 Ağustos 2008 23:45

Leyla ile Mecnun
 
LEYLA İLE MECNUN
[CENTER] [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]


Mecnun, bir kabile reisinin dualar ve adaklarla dünyaya gelmiş olan Kays adlı oğludur. Okulda bir başka kabile reisinin kızı olan Leyla ile tanışır. Bu iki genç birbirlerine aşık olurlar. Okulda başlayıp gittikçe alevlenen bu macerayı Leyla nın annesi öğrenir.

Kızının bu durumuna kızan annesi, kızına çıkışır ve bir daha okula göndermez.

Kays okulda Leyla yı göremeyince üzüntüden çılgına döner, başını alıp çöllere gider ve Mecnun diye anılmaya başlar.

Mecnun un babası, oğlunu bu durumdan kurtarmak için Leyla yı isterse de Mecnun

(deli, çılgın) oldu diye Leyla yı vermezler. Leyla evden kaçarak, Mecnun u çölde bulur.

Halbuki o, çölde âhular, ceylanlar ve kuşlarla arkadaşlık etmektedir ve mecâzî aşktan ilâhî aşka yükselmiştir. Bu sebeple Leylâ yı tanımaz.

Babası Mecnûn u iyileşmesi için Kâbe ye götürür.

Duâların kabul olduğu bu yerde Mecnûn, kendisindeki aşkını daha da arttırması için Allahü Tealâya duâ eder:

"Ya Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni

Bir dem belâ-yı aşkdan etme cüdâ beni."

Duâsı neticesi aşkı daha da çoğalır ve bütün vaktini çöllerde geçirmeye başlar.

Diğer tarafta ise Leylâ da aşk ıstırabı içindedir. Bir zaman sonra âilesi, Leylâ yı İbn-i Selâm isimli zengin ve îtibârlı birine verir. Ancak, Leylâ kendisini bir perinin sevdiğini ve eğer kendisine dokunursa ikisinin de mahvolacağını söyleyerek İbn-i Selâm ı vuslatından uzak tutmayı başarır.

Mecnûn, çölde, Leylâ nın evlendiğini arkadaşı Zeyd den işitince çok üzülür.

Leylâ ya acı bir sitem mektubu gönderir. Leylâ da durumunu bir mektupla Mecnûn a anlatır.

Kendisini anlamadığından dolayı o da sitem eder.Bir müddet sonra Mecnûn un âhı tutarak İbn-i Selâm ölür. Leylâ baba evine döner.

Bir çok tereddütten sonra her şeyi göze alarak, Mecnûn u çölde aramaya başlar. Fakat Mecnûn, dünyadan elini eteğini çekmiş ilâhî aşk yüzünden Leylâ nın maddî varlığını unutmuştur. Leylâ, çölde Mecnûn u bulduğu hâlde, Mecnûn onu tanımaz.

Leylâ onun erdiğini anlarsa da yine onsuz yaşayamaz. Hastalanıp yataklara düşer. Kısa zaman sonra da ölür. Mecnûn, Leylâ nın ölüm haberini öğrenir. Gelip mezarını kucaklar, ağlayıp inler;

"Ya Rab manâ cism ü cân gerekmez

Cânânsuz cihân gerekmez."

Der, kabri kucaklayarak ölür.

Bir müddet sonra Mecnûn un sâdık arkadaşı Zeyd rüyasında, Cennet bahçelerinde birbiriyle buluşmuş iki mesut sevgili görür. Bunlar kimdir? diye sorunca, derler ki:

"Bunlar Mecnûn ile onun vefalı sevgilisi Leylâ dır.Aşk yoluna girip temiz öldükleri, aşklarını dünya hevesleriyle kirletmedikleri için burada buluştular

medinelii 20 Ağustos 2008 16:48

Cvp: küçük istavritin öyküsü....
 
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Kötü karakterli bir genç varmış. Bir gün babası ona çivilerle dolu bir torba vermiş.

“Arkadaşların ile tartışıp kavga ettiğin zaman her sefer bu tahta perdeye bir çivi çak”demiş.

Genç, ilk günde tahta perdeye 37 çivi çakmış. Sonraki haftalarda kendi kendine kontrol etmeye çalışmış ve geçen her günde daha az çivi çakmış. Nihayet bir gün gelmiş ki hiç çivi çakmamış. Babasına gidip söylemiş. Babası onu yeniden tahta perdenin önüne götürmüş. Gence:

“Bugünden başlayarak tartışmayıp kavga etmediğin her gün için tahta perdelerden bir çivi çıkart.”demiş.

günler geçmiş. Bir gün gelmiş ki tahta perdede hiç çivi kalmamış. Babası ona:

“Aferin iyi davrandın ama bu tahta perdeye dikkatli bak, çok delik var. Artık hiçbir şey geçmişteki gibi güzel olmayacak. Arkadaşlarla tartışıp kavga edildiği zaman kötü kelimeler söylenilir. Her kötü kelime bir yara, bir delik aynen kalacak, kapanmayacaktır. Bir arkadaş ender bir mücevher gibidir. Seni güldürür, yüreklendirir sen ihtiyaç duyduğunda yardımcı olur seni dinler sana yüreğini açar” demiş.

medinelii 25 Ağustos 2008 00:06

Bugün Sevdiğini Söyle
 
Garip bir çift olan Edward - İsabella Johnson beni evlât edindiklerinde henüz iki aylıkmışım. Bana karşı olan davranışları son derece sevgi ve şefkat doluydu. Bu nedenle, Lanchester, Minn.'daki çocukluk yıllarımı asla unutmayacağım.

Evli ve iki çocuklu bir doktorun yanında çalışmak üzere Chicago'ya gittiğimde artık yetişkin bir kişiydim. Ekim, 1958'de yeni bir apartmana taşınıyorduk, işlerimin yoğunluğundan babamın 4 Ekim'deki doğum gününü kutlayamadım.

6 Ekim günü telefon ettiğimde bana: "Yaşlı babanı unutmuş olduğunu düşündüm" diye sitem etti. Bu sitem bende, onun tak;dir ve teselli edilmeye ihtiyacı olduğu intibaını uyandırdı. Onun sitemine: "Oh, baba biliyorsun, seni asla unutmayacağım ve sana olan sevgim asla tükenmeyecek." diye karşılık verdim. Bir müddet konuştuktan sonra sözü büyük çocuklarının işlerine ve yeni apartmanımıza getirdim, fakat o, bu telefon görüşmesi sana çok pahalıya gelecek diyerek konuşmayı kısa kesmek istedi ve allahaısmarladık demeye başladı. Konuşmaya devam etmemiz için beni neyin zorladığını asla bilemeyeceğim. Üzerime aydınlık bir his gel;di ve içten gelen güçlü bir duygu; "Onu sevdiğini söyle" dedi. Birdenbire onun şefkatini, iyi karakterini, insanlarla dürüst alış verişini ve tüm yaşamıyla kendisini ne kadar çok takdir ettiğimi söyledim. Henüz daha genç olduğum dönemlerde cahilliğim nedeniyle onu çok üzdüğüm için beni bağışlamasını diledim.

Geçmişe dönüp, koşan pars zambaklarını, su fışkırtan traktörleri ve beni yaban ördeği avına götürdüğü zaman ne kadar çok eğlendiğimi, sağnak halindeki yağmur altında birlikte av kuşu çevirdiğimiz günlerden söz ettim. Babam, tüm bunları başından sonuna kadar sessizce dinledi. Daha sonra; "Bunları dinlemek ne kadar güzel Pat!" dedi. Küçükken birlikte yaptığımız şeyler hakkında konuştuk ve bu arada tekrar, [/B][CENTER][B]"Seni seviyorum babacığım." dedim. "Pekâlâ, beni gerçekten çok mutlu ettin ve sevindirdin." dedi gülerek. Bir süre sonra telefon sohbetimiz sona erdi.

İki gün sonra babam kalp yetmezliğinden öldü. Dehşetli bir keder içindeydim, ancak telefondaki o sohbetimiz ile teselli bulabildim.

Son olarak konuştuğumuz gibi konuşmayı sık sık başaramamıştık, oysa o sözler gibi söylenecek daha pek çok şeyler vardı. Cenaze töreninden sonra bazı kimseler bana: "Babana öldüğü âna kadar onu mutlu edebilecek ne söyledin?" diye sorular sordular.

Patricia Parhad, FATE'den, Çeviren: M.Öncü

medinelii 25 Ağustos 2008 00:18

özur dılerim baba...
 
Adam yeni kamyonuna bakmak için evinden çıktığında, üç yaşındaki oğlunun gayet mutlu bir biçimde elindeki çekiçle kamyonunun kaportasını mahvettiğini görmüş
Hemen oğlunun yanına koşmuş ve çocuğun eline çekiçle vurmaya başlamış. Biraz sakinleşince oğlunu hemen hastaneye götürmüş. Doktor, çocuğun kırılan kemiklerini kurtarmaya çalıştıysa da elinden bir şey gelmemiş ve çocuğun iki elinin parmaklarını kesmek zorunda kalmış.
Çocuk ameliyattan çıkıp gözlerini açtığında, bandajlı ellerini fark etmiş ve gayet masum bir ifadeyle, “Babacığım, kamyonuna zarar verdiğim için çok üzgünüm.” demiş ve sonra babasına şu soruyu sormuş: “Parmaklarım ne zaman yeniden çıkacak?” Babası eve dönmüş ve hayatına son vermiş...
Birisi masaya süt döktüğünde ya da bir bebeğin ağladığını işittiğinizde bu öyküyü hatırlayın. Çok sevdiğiniz birine karşı sabrınızı yitirdiğinizi anladığınızda, önce biraz düşünün.
[B]Kamyonlar onarılabilir, ama kırılan kemikler ve incinen duygular hiçbir zaman onarılamaz; genellikle kişiyle performansı arasındaki farkı göremeyiz. İnsan hata yapar. Hepimiz hata yaparız. Fakat öfkeyle ve düşünmeden yapılan şeyler, insanı sonsuza kadar rahatsız eder. Harekete geçmeden önce durun ve düşünün. Sabırlı olun. Anlayış gösterin ve sevin.

Seher Yeli 05 Eylül 2008 16:03

Bİn Aynali Tapinak
 
"Hindistan'da yüksek bir dağın doruğuna yapılmış "BİN AYNALI TAPINAK" adlı görkemli bir tapınak vardı.

Günlerden bir gün bir köpek dağa tırmandı, tapınağın merdivenlerinden çıkarak "BİN AYNALI TAPINAK"a girdi.

Tapınağın bin aynalı salonuna geçtiğinde bin tane köpek gördü. Korkarak tüylerini kabarttı; kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırdı; korkutucu hırıltılar çıkararak dişlerini gösterdi. Ve bin köpek de tüylerini diktiler; kuyruklarını bacaklarının arasına alıp korkunç sesler çıkartıp dişlerini gösterdiler. Köpek paniğe kapılarak tapınaktan kaçtı.

Ve o andan itibaren bütün dünyanın tehlikeli, korkunç köpeklerle dolu olduğuna inandı.

Bir süre sonra bir başka köpek gelip dağa tırmandı. O da tapınağın
merdivenlerinden çıkıp "BİN AYNALI TAPINAK"a girdi.Tapınağın bin aynalı salonuna geldiğinde bin tane köpekle karşılaştı ve çok sevindi: Kuyruğunu salladı; neşeyle oradan oraya zıpladı ve köpekleri oynamaya çağırdı.

Bu köpek tapınaktan çıktığında dünyanın dost ve sevecen köpeklerle dolu olduğuna inanıyordu."

HAYATA NASIL BAKARSANIZ, ÖYLE GÖRÜNÜR...
Güzel, sağlıklı, mutlu ve dostça bi yaşam dileğiyle

Seher Yeli 05 Eylül 2008 16:08

Hırs
 
İki esnaf birbirinden nefret ediyordu. Hırslı bir rekabet vardı aralarında. Bir gün bu esnaflarından biri dükkãnın bodrumunda bir lamba buldu. Onu temizlemek için ovalarken içinden bir cin çıktı.
Cin adama sordu,
“ Dile benden ne dilersen ! Yalnız bir kural var. Kendine ne dilersen, iki mislini karşındaki komşuna vereceğim. Çok zengin, sağlıklı ve mutlu olmayı dilersen, iki katını karşı komşuna vereceğim. Şimdi karar ver ve isteğini söyle. ”
Adam düşündü ve dileğini, söyledi: “ İşimin yarısını kaybetmek istiyorum.”
<!-- / message --><!-- sig -->


SAAT: 02:18

vBulletin® Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2025 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320