![]() |
Mehmet Akif Ersoy Konular ve Şiirleri - Medineweb "...Bir kerre de azmettin mi, artık Allah(c.c.)'a dayan..." (Âl-i İmrân, 159) "- Allah'a dayanmak mı? Asırlarca dayandık! Düşdükse bu hüsrâna, onun nârına yandık! Yetmez mi çocukluktaki efsâneye hürmet? Hala mı reşid olmadı, hala mı bu ümmet? Dersen ki: Ufuklarda bir aydınlık uyansın; Mâzîye ateş vermeli, baştan başa yansın! Şaşkınlık olur köhne telâkkîleri ihyâ; Şeydâ-yı terakkî, koşuyor, baksana dünyâ. Elverdi masal dinlediğim bunca zamandır; Ben kanmıyorum, git de sen aptalları kandır!" - Allah'a değil, taptığın evhâma dayandın; Yandınsa eğer, hakk-ı sarîhindi ki yandın... Meflûc ederek azmini bir felc-i irâdî, Yattın, kötürümler gibi, yattın mütemâdî! Mâdem ki didinmez, edemez, uğraşamazsın; İksîr-i bekâ içsen, emîn ol, yaşamazsın. Mevcûd ise bir hakk-ı hayat ortada, şâyed, Mutlak değil elbette, vazîfeyle mukayyed. Takyîd-i İlâhî ki: Bilâ-kayd ona münkâd, Kalbinde cihanlar darabân eyliyen eb'âd. Lâ-kayd olamazdın, biraz insâfın olaydı, Duydukça bütün sîne-i hilkatten o kaydı. "Allah'a dayandım!" diye sen çıkma yataktan... Ma'nâ yı tevekkül bu mudur? Hey gidi nâdan! Ecdâdını, zannetme, asırlarca uyurdu; Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu? Üç kıt'ada, yer yer, kanayan izleri şâhid: Dinlenmedi birgün o büyük nesl-i mücâhid. Âlemde "tevekkül" demek olsaydı "atâlet'; Mîrâs-ı diyânetle yaşar mıydı bu millet? Çoktan kürenin meş'al-i tevhîdi sönerdi; Kur'an duramaz, nezd-i İlâhîye dönerdi. "Dünya koşuyor" söz mü? Berâber koşacaktın; Heyhât, bütün azmi sen arkanda bıraktın! Mâdem ki uyandın o medîd uykularından, Bir parçacık olsun, hadi, hiç yoksa, kımıldan. Ensendekiler "leş" diye çiğner seni sonra; Ba'sin de kalır ta gelecek nefha-i Sûr'a! Çiğner ya, tabî'î, ne düşünsün de bıraksın? Bir parça kımıldan, diyorum, mahvolacaksın! Dünya koşuyorken yolun üstünde yatılmaz; Davranmıyacak kimse bu meydana atılmaz. Müstakbeli bul, sen de koşanlarla bir ol da. Maziyi, fakat yıkmaya kalkma bu yolda. Ahlâfa döner; korkarım, eslâfa hücumu: Mâzîsi yıkık milletin âtîsi olur mu? Ey yolcu, uyan! Yoksa çıkarsın ki sabâha: Bir kupkuru çöl var; ne ışık var, ne de vâha! İstanbul, 13 Teşrinisina 1335 (1919) |
Cvp: azimden sonra tevekkül (mehmet akif ersoy) Mehmet Akif Ersoy şiirleri muhteşemdir. HÜSRAN Ben böyle bakıp durmayacaktım, dili bağlı, İslâmı uyandırmak için haykıracaktım. Gür hisli, gür imanlı beyinler, coşar ancak, Ben zaten uzun boylu düşünmekten uzaktım? Haykır! Kime, lâkin? Hani sâhipleri yurdun? Ellerdi yatanlar, sağa baktım, sola baktım; Feryâdımı artık boğarak, na'şını, tuttum, Bin parça edip şi'rime gömdüm de bıraktım. Seller gibi vâdîyi enînim saracakken, Hiç çağlamadan, gizli inen yaş gibi aktım. Yoktur elemimden şu sağır kubbede bir iz; İnler "Safahât"ımdaki husran bile sessiz! Mehmet Akif Ersoy |
Mehmet akif ersoy..... Mehmet Akif Ersoy -------------------------------------------------------------------------------- Istiklâl Marsi sâiri. 1877 yilinda Istanbul'da dogdu. Annesi Emine Serife Hanim, babasi Temiz Tâhir Efendidir. Ilk tahsiline Emir Buhâri Mahalle Mektebinde basladi. Ilk ve orta ögrenimden sonra Mülkiye Mektebine devam etti. Babasinin vefâti ve evlerinin yanmasi üzerine mülkiyeyi birakip Baytar Mektebini birincilikle bitirdi. Tahsil hayâti boyunca yabanci dil derslerine ilgi duydu. Fransizca ve Farsça ögrendi. Babasindan Arapça dersleri aldi. Zirâat nezâretinde baytar olarak vazife aldi. Üç dört sene Rumeli, Anadolu ve Arabistan'da bulasici hayvan hastaliklari tedâvisi için bir hayli dolasti. Bu müddet zarfinda halkla temasta bulundu. Âkif'in memuriyet hayati 1893 yilinda baslar ve 1913 târihine kadar devam eder. Memuriyetinin yaninda Ziraat Mektebinde ve Dârulfünûn'da edebiyat dersleri veriyordu. 1893 senesinde Tophâne-i Âmire veznedâri M. Emin Beyin kizi ismet Hanimla evlendi. Âkif okulda ögrendikleriyle yetinmeyerek, disarda kendi kendini yetistirerek tahsilini tamamlamaya, bilgisini genisletmeye çalisti. Memuriyet hayatina basladiktan sonra ögretmenlik yaparak ve siir yazarak edebiyat sâhasindaki çalismalarina devam etti. Fakat onun nesriyat âlemine girisi daha fazla 1908'de Ikinci Mesrutiyetin îlâniyla baslar. Bu târihten itibaren siirlerini Sirât-i Müstakîm'de nesretmeye basladi. Âkif, yazi ve siirlerini hiçbir zaman geçim kaynagi olarak görmedi. Buna ragmen onu memlekete tanitan, halka sevdiren asil vasfi sâirligidir. Birinci Cihan Harbi sirasinda Berlin ve Necid'e (Arabistan) gitti. Çanakkale harbi, onun Berlin seyahati sirasinda meydana gelmis, sâir o günlerin istirap ve heyecanini orada yasamistir. Sâir, bu iki seyâhatiyle ilgili Berlin Hatiralari ve Necid Çöllerinden Medîne'ye adli eserlerini yazmistir. Harbin son senesinde, çok sevdigi dostu Ismail Hakki Izmirli ile Lübnan'a gitti. Cihan Harbi 1918'de imzâlanan Mondros Mütârekesi ile nihayete erdikten sonra, galip devletler Türk vatanini parçalamak ve paylasmak için dört taraftan saldirmaga baslamislardi. Harpten son derece bitkin bir halde çikan Türk milleti, vatanini müdâfaa için silâha sarildi. Âkif, vatan müdâfaasinin ehemmiyetini anlatmak için hutbelerle halki, istiklâlini muhâfaza etmek için savasmaya çagirdi. Anadolu'da millî mücâdele rûhunun yayilmasi üzerine, Anadolu'ya iltihâka karar verdi. Istanbul'dan deniz yoluyla Inebolu'ya çikti. Oradan Ankara'ya hareket etti. Konya isyani üzerine Konya'ya gidip, ayaklanmanin bastirilmasinda mühim rol oynadi. Sonra tekrar Ankara'ya döndü. Ankara'dan Kastamonu'ya giderek Nasrullah Câmiinde verdigi vaazlar nesredilerek memleketin her tarafina dagitildi. Sonra Ankara'ya döndü. 1920 târihinde Burdur Mebusu olarak Birinci Büyük Millet Meclisine seçildi. 17 Subat 1921 günü Istiklâl Marsi'ni yazdi. Meclis 12 Martta bu marsi kabul etti. Zaferden sonra Istanbul'a geldi. Abbâs Halîm Pasanin dâveti üzerine 1923'te Misir'a gitti. O kisi Misir'da geçirip, baharda döndü. Artik her yil kisi Misir'da, yazi Istanbul'da geçiriyordu. Halîm Pasa geçimini karsilamayi taahhüt etti. Ertesi yaz Istanbul'a dönünce Diyanet Isleri Riyâseti tarafindan Kur'ân-i kerîmi tercüme etme vazifesi verildi. Âkif yillarca çalisti. Sonunda bu konudaki ilmî kifâyetsizligini anlayarak vazgeçti. 1926 yilindan îtibâren Misir Üniversitesinde Türkçe dersleri verdi. Derslerden döndükce Kur'ân-i kerîm tercümesiyle de mesgul oluyordu, fakat bu sirada siroza tutuldu. Önceleri hastaliginin ehemmiyetini anlayamadi ve hava degisimiyle geçecegini zannetti. Lübnan'a gitti. Agustos 1936'da Antakya'ya geldi. Misir'a hasta olarak döndü. Hastalik onu harâb etmis, bir deri bir kemik birakmisti. Istanbul'a geldi. Hastanede yatti, tedâvi gördü. Fakat hastaligin önüne geçilemedi. 27 Aralik 1936 târihinde vefat etti. Kabri Edirnekapi Mezarligindadir. Sahsiyeti: Mehmed Âkif'in Sirât-i Müstakîm ve onun devâmi olan Sebîl-ür-Resâd mecmuasinda çikan yüz kadar muhtelif makalesi, elli kadar tercümesi ve siirleri vardir. Fakat Âkif günümüzün hatta Türk târihinin en önde gelen destan sâirlerinden biridir. Siirleri edebiyat târihimizde büyük önem tasir. Siirlerinde bâzan düsünce, bâzan duygu ön plandadir. Aruzu en güzel sekilde kullanan sâirlerdendir. Siirlerinde bir taraftan hürriyet, dogruluk, samimiyet, vatanseverlik, adâlet, istiklâl gibi ahlâkî kiymetleri telkin ederken, diger taraftan cemiyetlerin çökme sebebi olan riyakârlik, münâfiklik, korkaklik, dalkavukluk, tembellik, zulüm gibi fenaliklara siddetle hücûm eder. Mehmed Âkif yasadigi devri bütün genislik ve derinligi ile siirlerinde yansitmaya çalismis bir Türk sâiridir. Yirminci yüzyilin ilk çeyreginde Türk milletinin içinde bulundugu acilari, sevinçleri, ümidleri ve hayal kirikliklarini manzum bir târih, bir roman, bir hikâye, bir destan havasi içinde anlatmaya çalismistir. Eserlerindeki kisiler de aydin, cahil, yobaz, züppe, sehirli, dinli, dinsiz, sarhos, gariban, külhanbeyi vs. gibi cemiyetin hemen her kesiminden insanlardir. Çevre olarak da saray, konak, câmi, sokak, bayram yeri, mevlit cemiyeti, savas yeri, mahalleler, köhne evlerin odalari, oteller vs. seklinde yasadigi devrin bütün husûsiyetlerini aksettiren yerleri seçmistir. Çalisma tarzi olarak, önce görüp incelemeyi, not ederek veya aklinda tutarak ve sonra siir taslaklari kurup, onun üzerinde çalismayi prensib edinmistir. Müsâhade ve kompozisyona büyük önem vermistir. Siirinde kapalilik yok gibidir. Her seyi açik açik yazmaya çalismis, mübhem duygulardan, yüce ve fizik ötesi mefhumlardan ve süslü hayallerden uzak durmustur. Kisilerini ve çevreyi resimvâri ve heykelvâri tasvirlerle anlatmistir. Mehmed Âkif, muhtevâ yönünden edebî ekollerden realist, biçim verdigi deger bakimindan parnasçi ve bâzi siirlerinde de naturalist bir hava içindedir. Siirlerinde sahsî üzüntüleri, arzu ve istekleri yok gibidir. Toplumun dertlerini konu edinmis, onlar adina gülmeye ve aglamaya çalismistir. Kötülerle, fakirlikle ve gerilikle mücadele esas gâyesidir. Âkif, ahlâksiz edebiyata düsmandir. Samimiyetsiz, sahte ve taklitçi olanlari sevmemistir. Siirlerinde halk deyimleri, atasözleri, halk kelimeleri bol bol yer alir. Siirleri manzum hikâyeler, hitâbet siirleri, lirik siirler ve taslama siirleri seklinde siniflandirilabilir. Bunlardan manzum hikâyeleri sosyal konulu, hitâbet siirleri didaktik muhtevali, lirik siirleri vatanî, millî ve dînî coskunluklarla dolu, taslama siirleri de sakadan hicve kadar uzanan tenkitleriyle doludur. Mehmed Âkif siirlerini çogunlukla kuralsiz nazim sekliyle yazmistir. Vezin olarak yalniz aruzu kullanmis, ama heceye de karsi olmamistir. Üslûbu, siirlerindeki olaydan ve fikirden daha önce göze çarpar. Süse ve yapmaciga kaçmadan yasayan halk ifâdeleriyle kurulmus, çekici bir anlatisi vardir. Halk dili ve üslûbunu hemen her siirinde kullanmasina ragmen, bu konuda en çok muvaffak oldugu eseri Âsim oldu. Bol fiil ve sifat kullandigi siirlerinde asiri sadelikten ve yapma dilden kaçinmis, Servet-i Fününcularin agir ve cansiz lisanindan da uzak durmustur. Siirlerinde tahkiye, tasvir, hitap, muhâvere gibi bütün anlatim yollarini basariyla kullanmistir. Bilhassa muhâvere (karsilikli konusma) anlatim yolu onun siirlerinin en önde gelen özelliklerinden olmustur. Iç âhenk, daha çok lirik siirlerinde görünür. Fazla mecaz kullanmaktan kaçinmistir. Memleketin sosyal meseleleri, sâhit oldugu elem verici olaylar ve çilekes Anadolu insanlarinin hâlini sik sik siirlerine konu edinerek ele almis, duygu ve düsüncelerini samimi ifâdesiyle dile getirmis, çâre için çesitli teklifler öne sürmüstür. Osmanli Devletinin Tanzimâtin îlâniyla baslayan, mesrutiyet îlânlariyla devam eden ve Ittihat ve Terakki Partisinin iktidâri zamaninda son hadde vardirilan yikilisa götürücü hareketlerle kisa zamanda târih sahnesinden silinmesi, dünyâdaki Müslümanlarin ilim ve teknikte Avrupa'dan geri kalmis olmasi ve bassiz kalarak herbirinin ayri ayri yollar tutup parçalanmalari karsisinda, feryâd edici siirleri vardir. Mehmed Âkif milletini ve dînini seven, insanlara karsi merhametli bir mizaca sâhip, sâir tabiatinin heyecanlariyla dalgalanan, edebî bakimdan kiymetli siirlerin yazari meshur bir Türk sâiridir. Istiklâl Marsi sâiri olmasi bakimindan da "Millî Sâir" ismini almistir. Ancak rastgele edindigi din bilgileriyle, zamâninin ve çagin dertlerine sahsî fikirleriyle çâre aramaya kalkismasi bâzi hatâlara düsmesine sebep olmustur. Bunun yaninda Sultan Iknci Abdülhamîd Hanin memleket için yaptiklarini anlamayip onun sanina yakismayacak iftiralarda bulunmasi; sicilli mason Misir Müftüsü Muhammed Abduh'u övmesi; bir çalgicinin seslerini nidâ-yi ilâhîye benzetmesi begenilmiyen belli basli hususlaridir. Ahmed Dâvudoglu, "Dîni Tâmir Dâvâsinda Din Tahribcileri" kitabinda diger reformcular gibi, ilhâmini dogrudan dogruya Kur'ân-i kerîmden almak istedigini bildirmektedir. Eserleri: Eserlerinin umûmî ünvani Safahât'tir ve ilk eseri yalniz bu adi tasir. Ikinci kitabinin adi Süleymaniye Kürsüsünde'dir. Hakkin Sesleri üçüncü, Fatih Kürsüsünden dördüncü, Hâtiralar besinci, Âsim altinci, Gölgeler yedinci kitabinin adidir. Bunlar, degisik târihlerde çesitli kereler basilmis olup, hepsi birlikte Safahât adi altinda da basilmistir. Safahât'taki misralarin tamami 12 bini bulur. Siirlerinden Istiklâl Marsi, Bülbül, Ordunun Duasi, Çanakkale gibileri bestelenmistir. Âkif, Istiklâl Marsi siirini millet için yazdigini ifâde ederek Safahâtina almamistir. |
Mehmet akif ersoy..... Akif i Büyük Yapan Meziyet; Vatan şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un, İstiklal Marşı müsabakasındaki birinciliğinden dolayı kendisine zorla verilen 500 lirayı, fakr u zaruret içinde olmasına rağmen, fakir kadın ve çocuklara bir maişet temin etmek üzere kurulmuş olan "Darü'i Mesa i "ye bağışladığını... Halbuki İstiklal Marşı kabul edildiğinde, Mehmet Akif'in cebinde, Zonguldak milletvekili Hayri Bey'den borç aldığı iki lirasının olduğunu ve milli marş için 500 lira teklif edildiği günler de 140 lira ile Ankara'da bir çiftlik alınabildiğini... Paltosu dahi olmadığı için kışın bile ceketle dolaşan bu idealist şairin, çok soğuk günlerde ise, arkadaşı Baytar Şefik (Kolaylı)'dan muşambasını ödünç olarak giydiğini ... Baytar Şefik'in bir gün : Akif Bey, hiç olmazsa kendine bir palto alsaydın" demesi üzerine, ona darılıp iki ay konuşmadığını, Burdur Meb'us'u olarak I. Millet Meclisi'ne seçildiğinde ailesine: "Biz bu maaşı hak etmiyoruz ya... Ama, pek hak etmiyoruz da denemez. Elimizden geldiği kadar nihai zafer için çalışıyoruz." dediğini BİLİYOR MUYDUNUZ??? |
Cvp: Mehmet akif ersoy..... Kendi adıma duymuştum iklimya. Şairlik kısmını bir tarafa bırakalım Mehmet Akif örnek bir ahlâk ve karaktere sahip, ideal bir insandır. Allah gani gani rahmet etsin. |
Cvp: Mehmet akif ersoy..... İklimya teşekkür ederim belirtiğin kısımları çiflik alma dıpında bende duymuştum... Başlığı açan arkadaşada teşekkür ederim hepsini okumasamda (önceden bir dergideki yazıyı okumuştum ondan belki aynıdır diye hızlıca geçtim :D) Bende Meslektaşım olan büyük şair Mehmet Akif Ersoy hakkında bir olayı anlatmak istiyorum.. Mehmet akif Ersoy bir gün açık alanda topluluğa hitap etmekteydi, topluluk arasından birisi sözde Mehmet Akifi bozmak istercesin, "sen baytarmısın" demiş. Mehmet Akif de hemen cevabı yapıştırmış. "Evet bir yeriniz mi ağrıyor"..:) Ruhun şad olsun.... |
Cvp: Mehmet akif ersoy..... Şanı yüce olsun meslektaşım ve Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy ile ilgili bir olayıda yazarak hepinize iyi akşamlar diliyorum. Bir gün Mehmet Akif sakalı uzamış şekilde bir toplantıya katılır. Toplantıda yine birisi bozmak istercesine ama kendisi bozulacağını bilmeden "Ayıya dönmüşsün" demiş. Ee Mehmet Akif'de "o zaman başka yere döneyim" demiş :))(yani adamı ayı yerine koymuş:) Ruhun Şad olsun |
Cvp: Mehmet akif ersoy..... Arkadaşlar Milli şairimizle alakalı bildiğim son bir olayıda anlatmak istiyorum :) Zamanında Mehmet Akif bir yerde (gazete vb) yazı yazıyor, yine zamanın yazarlarından ve MEhmet Akif'e gıcık biri başka bir yerde yazı yazıyor. Ama bu kişi Mehmet Akif hakkında olmadık laflar ediyor Mehmet Akif te tabiki altında kalmaz cevabını veriyormuş. Birgün yine bir yazı yazmış ve Mehmet Akif te ona karşılık sadece "al o kalemi münasip bir yerine koy" demiş... EE adam da hemen mahkemeye vermiş Mehmet Akif'i. Mehmet Akif te hakime demiş ki " hakim bey, sizin elinizde şimdi bir kalem var, işinin zbitince o kalemi minasip bir yer olan ya gömleğinizi cebine yada pantolonunuzun arka cebine koyarsınız. Bu kişi yanlış anladıysa içi fesatsa benim suçum ne". EE tabiki sonuç beraat:))) Çok hazır ve güzel cevaplar verirmişti Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy. O'nunla aynı mesleğe sahip olduğum için çok gurulu ve mutluyum. Ruhun şad olsun... |
Cvp: Mehmet akif ersoy..... gerçekten paylaşımlar çok ama çok hoş... Allah razı olsun sizlerden .... _________ Mehmet Akif, “Cahilâne tahassubun müthiş düşmanıydı. Eskiye kayıtsız şartsız bağlı değildi. Yeniye de körükörüne taraftar değildi. Düsturu şu idi:’ Eski, eski olduğu için atılmaz, fena olursa atılır. Yeni, yeni olduğu için alınmaz, iyi olursa alınır.’ O, hem şair, hem alimdi. Ahlâkî meziyetleri, insanî vasıfları şiirinden de, malumatından da yüksekti. Asrın icabatına, gençliğe, istikbale ehemmiyet verirdi. Milletleri sapık yollara götüren şair, edip ve muharrirlere müthiş düşmandı. Bunları millet için bir musibet addederdi. Tenkit ve muahazeyi sevmezdi. Ona göre, başkalarını değil, insan kendi nefsini muahaze etmeliydi. Çok hür fikirli ve müsamahakârdı. Geniş düşünürdü. Muzikiyi çok severdi. Nısfiye üflerdi. Birçok ağır şarkılar, besteler, ilâhiler hafızasında idi. Mevlidî çok severdi. Güzel sesle okunan Kur’anı dinlemekten büyük haz duyardı. ]Erken kalkardı. Yatakta uyanık yatmak adeti değildi. Kimsenin hususiyetine karışmazdı. Yalnız heyet-i ictimaiyeyi çekiştirirdi. Kendi olmayana kızardı, iki yüzlülere garazdı. Hasılı yüksek şair olduğu kadar tam mânasiyle bir insan-ı kâmildi.”Ruhun şad olsun ...amin.. |
Mehmet Akif Ersoy - Ezanlar "İhtilaf ı metâli' sebebiyle küre üzerinde ezansız zaman yoktur" Zaman geçmez ki yüz binlerce kalbin vecd-i sekrânı, Zeminden yükselip, göklerde vahdetzâr-ı Yezdân-ı Ararken, dehşet-âkîn etmesin bir sayha vicdânı. Ne lâhûtî sadâ "llâhu ekber!" sarsıyor cânı... Bu birgülbank-i Hak'tır, çok mudur inletse ekvânı? Bu lâhûtî sadâ çıktıkça cûşa-cûş olup yerden, İner esrâr-ı kudret kibriyâ tavrıyle göklerden. Bütün âheng-i hilkat yâd ederken Hakk'ı ezberden, Vicâhî feyz alır artık o nûru'n-nûr-i ezherden: Hüveydâ şimdi cânandır seherden, şâm-ı esmerden! Seher vaktinde mevcûdât, nûşîn hâb içindeyken, Bu rûhânî nevâ âfâkı mevcâ-mevc edip birden; Muhîtin kalb-i hâmûşunda başlar bir hazin şîven. Bakarsın her taraf zulmet, fakat bir zulmet-i rûşen! Semâ bîdâr, her yıldız Cemâlu'llâh'a bir revzen. Maîşet kayd-ı can fersâsının mahkûmu, bîzân, Bütün bîçâreler gündüz bu yâd-ı merhametkân, Duyar sermest olur görmüş kadar ferdâ-yı Dîdâr'ı! O neşveyle, yorulmak şöyle dursun, en ağır bârı, Sürükler görmeden, göstermeden yılgınlık âsârı. Güneş mağrib-güzîn olmuş semâ esmer, ufuk gülgûn; Zaman durgun, zemin muğber, cihan dembeste, can mahzûn; Gariblik rû-nümâ yer yer, sükûnet dembedem efzûn... Bakarsın bir de gülbank-i İlâhiden dolup gerdûn, O tenhayî-i sevdâvî olur Allâh ile meskûn! İnip vaktâ ki leylin dest-i istîlâsı gabrâya, Serer dünyâya zulmetten adem çeklinde bir sâye; Nazar medhûş, müstağrak giderken zîr ü bâlâya. Döner, "Allâhu ekber" cûşu yükseldikçe Mevlâ'ya, O muzlim sîne-i hilkat tecellîzâr-ı Sînâ ya! Senin, dem geçmiyor, yâdınla leb-rîz olmadan eb'âd! Ne müdhiş saltanat yâ Rab, nasıl âsûde istibdâd! O istibdâda hürmettir ezanlar, subhalar, evrâd... Hayır, sen rûh-i rahmetsin, bu sesler senden ister dâd, Verir miydin, eğer dâd etmesen, feryâda isti'dâd *** Gunûde rûh-i tabîat samîm-i zulmette... Sitâreler bile bâlâ-yı sermediyyette, Yavaş yavaş uyumak istiyor yumup gözünü; Seher semâlann altında, açmıyor yüzünü. Firâş-ı leylde dinmiş bütün enîn-i hayat, Ridâ-bedûş-i sükûnet önümde hep safahat. Görüp muhîtimi dalgın hamûş bir vecde, O hâli ben de temâşâya daldım âsûde. Nigâhı mest ediyorken bu levha-i mahmûr, Ufukta yükselerek bir sadâ yı dûrâ-dûr, Yayıldı rûy-i zemînin o anda her yerine, Sokuldu leyl-i ketûmun bütün serâirine. Cihân-ı nâimi kaldırdı, bî-karâr etti, Zalâm içinde ne âlemler âşikâr etti! O yükselen sesi tekrîre başlayıp eb'âd, Duyuldu sîne-i şebden medîd bir feıyâd. Semâya çıktı o feryâd, âh-ı ümmet olup! Semâdan indi o feıyâd, rûh-i rahmet olup! Uzaktan andırıyorken, demin, heyûlâyı; Semâ'hâne-i leylin birer küçük nâyı Gibiydi şimdi hayâlimde her menâr-ı mehîb... O taş yürekte bu sûzişli nağmeler ne garîb! O nây pârelerin sonra hepsi hem-dem olup, Uyandı rûh-i sükûnette bir azîm âşûb. Coşunca âlem-i câmidde sayha-i tehlîl, Minâreler bana gelmişti sûr-i İsrafil: Muhîte çekmiş iken dest-i şeb, ridâ-yı memât; Uyandı karşıki evlerde lem'a lem'a hayât. Uyandı sonra avâlim, uyandı rûh-i sabâh; Uyandı hâb-ı ademden birer birer eşbâh; Uyandı bende de birşeb-çerağ-ı zulmet-sûz, Ki tâ ebed olacak feyz-i Hak'la sîne-firûz. Tasavvur eylemem artık zevâl o meş'a1 için... Meğer ki nûr-i İlâhi ufûl edip gitsin M.Akif Ersoy |
Mehmet akif ersoy Hasta - Bence Doktor, onu siz soyarak dinleyiniz; Hastalık çünkü değil öyle ehemmiyetsiz. Sade bir nezle-i sadriyyemi illet? Nerede? Çocuğun hali fenalaştı son günlerde, Ameliyata çıkarken sınıf on gün evvel, Bu da gelmez mi? Dedim 'Kim dedi, oğlum sana gel? Nöbet üstünde adam kaçmalı yorgunluktan; Hadi yavrum, hadi söz dinle de bir parça uzan.' O zamandan beridir za'fi terakki ediyor; Görünen: bir daha kalkınması artık pek zor; Uyku yokmuş; gece hep öksürüyormuş; ateşin Oluyormuş biraz dindiği - Ben zaten işin, Bir ay evvel biliyordum ne vahim olduğunu Bana ihtara ne hacet, a beyim. Simdi bunu? Maamafih yeniden bakalım dikkatle: Hükmü kat' i verelim, etmeye gelmez acele. - Çağırın hastayı gelsin. - Kapının perdesini, Açarak girdi o esnada düzeltip fesini, Bir uzun boylu çocuk.. Lakin o bir levha idi..! Öyle bir levha-i rikkat ki unutmam ebedi, Rengi uçmuş yüzünün, gözleri çökmüş içeri. Elmacıklar iki baştan çıkıvermiş ileri. O şakaklar göçerek cepheyi yandan sıkmış; Fırlamış alnı, damarlarla beraber çıkmış, Bet-beniz kül gibi olmuş uçarak nur-i şebâb; O yanaklar iki solgun güle dönmüş, bitâb! O dudaklar morarıp kavlamış artık derisi; Uzamış saç gibi kirpiklerinin her birisi! Kafa yük gibi kesilip boynuna, çökmüş bağrı; İki değnek gibi yükselmiş omuzlar yukarı. - Otur oğlum seni dikkatlice bir dinleyelim … Soyun evvelce, fakat … - Siz soyunuz yok halim! Soydu bîçâreyi üç-beş kişi birden, o zaman Aldı bir heykeli uryân-i sefalet meydan Yok bu kemik külçesinin dinlenecek bir ciheti: ' Bakmasak hastayı nevmid ederiz belki ' diye; Çocuğun göğsüne yaklaştım biraz dinlemeye: Öksür Oğlum … Nefes al…Oldu, giyin; Bakayım nabzına... A’ la... Sana yavrum, kodein Yazayım, öksürüyorsun, O, keser, pek iyidir… Arsenik hapları al, söylerim eczacı verir. Hadi git, kendine iyi bak… - Nasıl ettin doktor? - Edecek yok, çocuk artık yola girmiş, gidiyor! Sol taraftan rienin zirvesi tekmil çürümüş; Hastalık seyr-i tabiisini almış yürümüş. Devri salisteki asarı o mel'un marazin Var tamamıyle, değil hiçbir eksik arazin. Bütün a'raz, sehikiyle, zefiriyle… - Yeter! Hastanın çehresi meydan da! İnsanda meğer Olmasın his denilen şey.. O değil, lakin biz Bunu ' Tebdil-i hava ' derde nasıl göndeririz? Surda üç-beş günü var.. Gönderelim Yolda ölür…. ' Git! ' demek, hem, düşünürsek ne büyük bir zuldür! Hadi göndermeyelim.. Var mı fakat imkanı? Kime dert anlatırız? Bulsan a derdi anlayanı! - Sözünüz doğru, Müdür bey; ne yapıp yapmalı; tek Bu çocuk gitmelidir. Çünkü eminim, pek pek, Daha bir hafta yasar, sonra sirayet de olur; Böyle bir hastayı gönderse de mektep ma'zur. - Bir mübaşşir çağırın. - Buyrun efendim. - Bana bak: Hastanın gitmesi herhalde muvafık olacak. ' Sana tebdil-i hava tavsiye etmiş doktor. Gezmiş olsan açılırsın..' diye bir fikrini sor. ' İstemem! ' de o fakat dinleme, iknaa çalış; Kim bilir, belki de biçare çocuk anlamamış? - Şimdi tebdil-i hava var mı benim istediğim? Bırakın halime artık beni, rahat öleyim! Üç buçuk yıl bana katlandı bu mektep, üç gün Daha katlansa kıyamet mi kopar? Hem ne içün Beni yıllarca barındırmış olan bir yerden. ' Öleceksin! ' diye koğmak? Bu koğulmaktır. Ben, Kimsesiz bir çocuğum nerde gider yer bulurum? Etmeyin sokaklarda perişan olurum! Anam ölmüş babamın bilmiyorum hiç yüzünü; Sanki atideki mevhum refahım giderek, Onu çalkandığı hüsranlar, içinden çekecek! Kardeşim kurduğun amali devirmekte ölüm; Beni göm hurfe-i nisyana, ben artık öldüm! Hangi bir derdim için ağlıyayım, bilmiyorum. Döktüğüm yaşları çok görmeyiniz; mağdurum! O kadar sa'y-i beliğin bu sefalet mi sonu? Biri evvelce eğer söylemiş olsaydı bunu, Çalışıp ömrümü çılgınca heba etmezdim, Ben bu müstakbele mazimi feda etmezdim! Merhamet bilmeyen insanlara bak, Yarabbi, Koğuyorlar beni bir sail-i avere gibi! - Seni bir kerre koğan yok, bu sözün pek haksız. ' İstemem yollamayın ' dersen eğer, kal, yalnız.. Hastasın.. - Hem Verem'im! Söyle, ne var saklayacak! - Yok canim, öyle değil… - Öyle ya herkes ahmak, Bırakırlar mi, eğer gitmemiş olsam acaba? Doğrudur gitmeliyim.. Koşturunuz bir araba. Son sınıftan iki vicdanlı refikin koluna Dayanıp çıktı o biçare, sefalet yoluna. Atarak arkaya bir lemba-i lebriz-i elem, Onu teb'id edecek paytona yaklaştı ' Verem'! Tuttu bindirdi çocuklar sararak her yerini, Öptüler girye-i matem dökerek gözlerini; - Çekiver doğruca istasyona …. - Yok, yok, beni ta, Götür İstanbul’a bir yerde bırak ki; guraba, - Kimsenin onlara aldırmadığı bir sırada - Uzanıp ölmeye bir şilte bulurlar orada! Mehmet Akif Ersoy |
Mehmet akif ersoy ORDUNUN DUASI Yılmam ölümden, yaradan, askerim; Orduma, gazi dedi peygamber'im. Bir dileğim var, ölürüm isterim: Yurduma tek düşman ayak basmasın Amin! Desin hep birden yiğitler, Allahu ekber! Gökten şehitler. Amin! Amin! Allahu ekber! Türk eriyiz, silsilemiz kahraman... Müslümanız, hakka tapan müslüman. Putları Allah tanıyanlar, aman, Mescidimin boynuna çan asmasın Amin! Desin hep birden yiğitler, Allahu ekber! Gökten şehitler. Amin! Amin! Allahu ekber! Millet için etti mi ordum sefer, kükremiş aslan kesilir her nefer, Döktüğü kandan göğe vursun zafer, Toprağa bir damlası bos akmasın. [B]Amin! Desin hep birden yiğitler, Allahu ekber! Gökten şehitler. Amin! Amin! Allahu ekber! Allahu ekber Ey ulu peygamberimiz nerdesin? Dinle minaremde öten gür sesin! Gel, bana yar ol ki cihan titresin, Kimse dönüp süngüme yan bakmasın Amin! Desin hep birden yiğitler, Allahu ekber! Gökten şehitler. Amin! Allahu ekber! Allahu ekber |
Cvp: Mehmet akif ersoy menemenli teşekkür ederim yazar m.akif ersoy ne demiş hatırlattığın için...... TÜRK eriyiz silsisemiz kahraman ....MÜSLÜMANIZ hakka tapan müslüman . putları ALLAH tanıyanlar aman , mescidimin boynuna çan asmasın.... amin desin hep birden yiğitler ,ALLAHÜ EKBER gökten şehitler . amin amin ALLAHÜ EKBER.......... |
Mehmet Akif Ersoy, Afgani ve Abduh'u savunuyor peki size ne oluyor! Son dönemde kimi kelam erbabı, İslâm dünyasının yetiştirdiği bazı güzide âlimlere, fikir adamlarına karşı ağır tenkidlerde bulunmakta… Öncelikle belirtelim ki bu geçerli bir yöntem değildir. Elbette ulemadan hata yapanlar olursa ki -olmuştur, olacaktır- onları bir kalemde tasfiye etmek, bühtanda bulunmak yerine, günahlarıyla sevaplarıyla yaptıkları, yazdıkları ortaya konulmalıdır. Geçen hafta Cemaleddin-i Efganî ve Muhammed Abduh’a dair yazdığım yazıdan dolayı okuyucularımızın bazı sorularına muhatap oldum. Bu nedenle hem âlimlerimize, mütefekkirlerimize sert eleştiriler yönelten muharrirlere, hem de okuyucularımıza cevap mahiyetinde olan Üstad Mehmed Âkif’in konuyla ilgili 1911 yılında Sırat-ı Müstakim mecmuasında yazdığı bir makaleyi önemine binaen aşağıya dercediyorum. ... “Geçen hafta merhûm Cemaleddin Efgânî’ye dair birkaç söz söylemiştim. Maksadım o büyük adama isnad edilmek istenen dinsizliğin pek yanlış bir tevcîh olduğunu göstermek idi. Maatteessüf bu sefer de “Cemaleddin mülhid değil idi, fakat Vehhabî idi!” iddiası ortaya sürülmeye başladı. Acaba bu şâyiayı çıkaranlar bir adamın alnına “Vehhabî” damgasını yapıştırmak ne demek olduğunu biliyorlar mı? Vehhabîlik bir mezheb-i mahsûsun ismi olmakla beraber Arabistan’ın birçok yerlerinde dinsiz tanınan yahut öyle tanıtılmak istenen adamlara verilir bir pâyedir. Lehde söylenen sözlere inanmamak lâkin aleyhde söylenenlere derhal iman etmek insanlarda cibillî bir hasîse olduğu için meselâ ben bugün çıkar da Allah’tan korkmadan en akîdesi pâk bir adam hakkında “İyidir amma dinsiz olmasa!..” dersem az zaman sonra zavallıyı bütün aşiret halkı baştan başa mülhid tanırlar, acaba bu adam ilhadı mûcib olacak ne yapmış, ne söylemiş demeyi hatırlarına bile getirmezler! Müslümanlıkta en güç bir şey varsa o da bir adama dinsiz pâyesini vermekten ibaret olduğu halde fazlını, irfanını, ikbalini, şöhretini çekemediğimiz yahud tarz-ı tefekkürünü kendi meşrebimize muvafık görmediğimiz kimseleri bu hasbî rütbe ile nazardan düşürmek nedense bize pek kolay geliyor. Lüzûm-ı küfr başka, iltizam-ı küfr yine başka iken; yüzde doksan dokuz ihtimal doğrudan doğruya tekfirini icab eden bir adamı yüzde bir ihtimal ile kurtarmak üzerimize farz iken biz bilakis binde bir ihtimal-i zaif ile yakaladığımızı dinsiz yapıp çıkıyoruz, gerideki dokuzyüzdoksandokuz ihtimali imanı nazara bile almıyoruz! Arabistan’a gidin, en büyük adamlar Vehhabî: Türkistan’a gelin, farmason; Acemistan’a uğrayın dinsiz yahut Bâbî! En garibi şurasıdır ki bütün aktar-ı İslâmiye’de bu ünvan ile teşhir edilen adamların kısm-ı azamı Müslümanlığı, Müslümanları müdafaaya vakf-ı hayat etmiş olan ekâbir-i ümmettir, fedakâran-ı millettir! Bir yabancı aramıza girse dese ki: — Ey Cemaat-ı Müslimîn filân filân filân zatlar sizin en akıllınız, en âliminiz, en fazılınız olduktan başka ebnâyı milletin saadetine çalışmış olmak itibariyle en hayırhâhınız, en hamiyetlinizdir. Siz bunları Vehhabîlikle, masonlukla itham ediyorsunuz, yani Müslümanlıktan çıkarıyorsunuz. Demek sizin dininiz akıl ile, ilim ile, fazl ile, hamiyet ile kabil-i telif olamayacak! Bu söze karşı ne diyebileceğiz? Bugün hıtta-i Mısriyede menafi-i İslâm’ı müdafaa eden ne kadar hamiyetli kalem varsa hepsi Cemaleddin’in saye-i terbiyetinde yetişmiştir. Cihan-ı tevhide binlerce dest-i muharrir, binlerce dimağ-ı mütefekkir ihda eden bir Cemaleddin Vehhabî olabilir mi? Merhûmu ne Afganistan’da, ne Hindistan’da, ne Avrupa’da, ne Osmanlı toprağında rahat bırakmadılar; hiçbir yerde oturtmadılar? Cemaleddin Müslümanlık âleminde hakîkî, sermedî bir intibah uyandırmak gayesine matûf olan hamiyetinde biraz imsak edeydi, bu siyasetine azıcık fasıla vereydi dünyanın her yerinde şerafetiyle mütenasib bir debdebe içinde yaşayabilirdi. Fakat o koca adam maktusad-ı bülend-i hamiyeti uğrunda dehrin her türlü şedâidine göğüs gerdi; başkalarının bilıztırar dayanamayacağı hirmanlara, haybetlere o kendi ihtiyariyle katlandı. Kemâl’in tabîri vechile o bir şehîd-i zîyahat idi: Ne devlettir şehîd-i zîyahat olmak bu dünyada! Cemaleddin hakkında söylenen Vehhabîlik Şeyh Muhammed Abduh için de diriğ edilmiyor. İki senedir Sırat-ı Müstakim’in sahifelerinde merhûmun eserlerini görüp duruyoruz. Allah için söyleyelim, hangi mânâsına alınırsa alınsın, Vehhabîliği okşar bir cümlesi, bir makalesi görüldü mü? Bazıları, Şeyh’in zühdü ilmi nisbetinde değil idi, derler. Olabilir. Lâkin acaba merhûm bütün hayatını i’tikâf ile, nevâfil ile geçireydi âlem-i İslâm için daha müfîd mi olacaktı? Mösyö Hanutov (Hanotaux)’a karşı çıkıp da mağribdeki milyonlarca Müslüman’ın hukukunu müdafaa etmek öyle zannederim ki asırlarca nevâfil edâ eylemekten daha sevaptır. Bilmez misiniz Hazret-i Ömer tabiînden Ebu Kılâbe’ye “Bence seni evlâd ü iyâlin için nafaka tedarikiyle meşgul görmek böyle mescid köşelerinde mu’tekif görmekten daha hayırlıdır.” demiş. Düşünmeli ki Ebû Kılâbe nihayet üç beş kişiden ibaret ailesine yiyecek bulacaktı. Abduh ise üç yüz milyonluk bir ailenin hayatı için çalışmak mecburiyetinde idi! İşte bugün bir Cemaleddin’i, bir Muhammed Abduh’u yok! Cihan-ı İslâm hakikaten bîkes, cidden garîb. Biz bu gibi ekâbir-i ümmeti rahmetle, hürmetle anmalıyız ki geriden gelenler aramızda bir yâd-ı cemîl bırakabilmek ümidinden mahrûm kalarak mücahededen vazgeçmesinler. Üç beş sene evvel bir frenk bana demişti ki: “Erbab-ı fen ve sanatın kıymetini takdîr edemiyorsunuz, ma’zûrsunuz; lâkin erbab-ı sa’y ü hizmeti takdîr etmiyorsunuz! İşte bu kabahatiniz affolunmaz…”* * Mehmed Âkif, “Hasbıhâl”, Sırat-ı Müstakim, IV/ 91, 20 Mayıs 1326, s. 222- 223; ayrıca bkz. İsmail Hakkı Şengüler, Açıklamalı Mehmed Âkif Külliyatı, c. V, Hak Yayıncılık, İstanbul 2000, s. 51- 55. |
Allah'ın rahmeti Mehmet Akif Ersoy'un üzerine olsun.İsmi zikredilen Alimler mücadelelerine kanları ile imza atacak kadar takva ehli kimseler idi Seyyid Kutub Muhammed Abduh Cemalettin Efgani İmam İbni Teymiye ve taşlanan daha birçok isim kedi yetişemediği çiğere murdar der bu karalayanlarda aynı bu misal gibi onların seviyelerine ulaşamadıkları içindir... |
Cevap: azimden sonra tevekkül (mehmet akif ersoy) Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak Alçak bir ölüm varsa budur ancak Dünyada inanmam hani görsemde gözümle imanı olan kimse gebermez bu ölümle Ey dipdiri cenaze iki el bir baş içindir Davransana...Ellerde senin başda senin his yok,hareket yok acı yok...Leşmi kesildin hayret veriyorsun bana...Sen böyle değildin Kurtulmaya azmin niye bilmemki süreksiz Kendinmi senin yoksa ümidinmi yüreksiz atiyi karanlık görüvermekle apıştın Esbabı elinden atarak ye se yapıştın KARŞINDA IŞK YOKSA SAĞINDAN SOLUNDAN TEK BİR IŞIK OLSUN BULUVER...KALMA YOLUNDAN eyvallah. |
Cevap: azimden sonra tevekkül (mehmet akif ersoy) İbret alınmaz her gün okuruz ezbere de; Bir ibret aranmaz mı ayetlerde ? Ya okur geçeriz bir ölünün toprağına Ya açar bakarız nazm-ı celilin yaprağına İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin Ne teze mezara okunmak, ne fal bakmak için İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin Ne duvarlara asılmak, ne el sürülmemek için İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin Ne tezhip, ne sülüs, ne hat yazmak için İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin Ne tapınak, ne nutuk, ne vaaz dini için İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin Ne meslek kaygıları ne kariyer hesapları için İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin Ne erkeği yüceltmek, ne kadını aşağılamak için Ne Araba paye vermek, ne Acemi hor görmek için MEHMET AKİF ERSOY ALINTIDIR |
Cevap: azimden sonra tevekkül (mehmet akif ersoy) Çanakkale Şehitlerine Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi? En kesif orduların yükleniyor dördü beşi. -Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya- Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı! Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı' Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi! Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer, Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer. Yedi iklimi cihânın duruyor karşında, Avusturalya'yla beraber bakıyorsun: Kanada! Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk: Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk. Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ... Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ! Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil, Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil, Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına; Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına. Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz... Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz. Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb, Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb. Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı; Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı; Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin. Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam, Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam. Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer... Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak, Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak. Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller, Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller. Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere, Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre. Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler... Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler! Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman? Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm? Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm. Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler, Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer; Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi; 'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi. Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek. Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar, Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor! Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi... Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi. Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın? 'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın. Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb... Seni ancak ebediyyetler eder istiâb. 'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına; Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle, Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle; Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan; Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına, Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına, Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem; Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem; Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana... Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana. Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini, Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i, Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran... Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran, O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın; Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın; Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât, Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât... Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber, Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber. Mehmet Akif Ersoy ALINTIDIR |
Cevap: Mehmet Akif Ersoy Konuları Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden, Yorulma, öyle ya, Mevla ecir-i hâsın(hizmetçin) iken! Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini; Birer birer oku tekmil edince(bitirince) defterini; Bütün o işleri Rabbim görür: vazifesidir… Yükün hafifledi… Sen şimdi doğru kahveye gir! Çoluk çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak… Huda işlerin vekili (işlerinin takipçisi) değil mi? Keyfine bak! Onun hazine-i in’ami (nimetler hazinesi) kendi veznendir! Havale et ne kadar masrafın olursa… Verir! Silahı kullanan Allah, hududu bekleyen o; Levazımın bitivermiş, değil mi? Ekleyen o! Çekip kumandası altına ordu ordu melek, Senin hesabına küffarı (kafirleri) hak-sar (yerle bir) edecek! Başın sıkıldı mı, kafi (yeterli) senin o nazlı sesin: “Yetiş” de, kendisi gelsin, ya hızr’ı göndersin! Evinde hastalanan varsa, borcudur: bakacak; Şifa hazinesi derhal oluk oluk akacak. Demek ki: Her şeyin Allah… Yanaşman, ırgadın o: Çoluk çocuk ona ait: Lalan, bacın, dadın o; Vekil-i harcın (muhasebecin) o; kahyan, müdür-i veznen (veznedarın) o; Alış seninse de, mesul olan verişten o; Denizde cenk olacakmış…. Gemin o, kaptanın o; Ya ordu lazım imiş… Askerin, kumandanın o; Köyün yasakçısı; şehrin de baş muhassılı (tahsildarı) o; Tabib-i aile (aile hekimin), eczacı… Hepsi hasılı o. Ya sen nesin? Mütevekkil! Yutulmaz artık bu! Biraz da saygı gerektir… Ne saygısızlık bu! Huda’yı kendine kul yaptı, kendi oldu hüda; Utanmadan da “tevekkül” diyor bu cür’ete, ha?! (Mehmet Akif Ersoy, Safahat, Vaiz Kürsüsünde, s.498) |
Cevap: Mehmet akif ersoy..... Ayrıca İstiklal Marşı'nın "571" hece ve "1453" harften oluştuğunu biliyor muydunuz? |
RESSAM HAKLI... Bir zaman vardı ya tarih-i mukaddes modası... Yeni yaptırdığı köşkün büyücek bir odası Mutlka eski resimler ile hep süslensin Diye ressam aratır hayli zaman bir zengin. Biri peyda olarak 'Ben yaparım' der, kolunu Sıvayıp akşama varmaz, sekiz arşın salonu Sıvar ama ne sıvar...Sahibi der: -Usta bu ne? Kıpkızıl bir boya çektin odanın her yerine! .. -Bu resim, askeri basmakta iken Firavun' un Kızıl Deniz yarılıp geçmesidir Musa' nın -Hani Musa, be adam? -Çıkmış efendim karaya -Firavun nerde? -Boğulmuş. -Ya bu kan rengi boya? -Kızıl Deniz, a efendim yeşil olmaz ya bu da! -Çok güzel levha imiş, doğrusu şenlendi oda! .. Mehmet Akif Ersoy |
Beyazıt Camii önü... Bir otomobil yaklaşır. Bagajında çıplak bir tabut vardır. Dört hamal cenazeyi musallaya bırakır. Biraz sonra cenazenin Mehmet Akif olduğu anlaşılır. Sağlığında karnını doyurduğu lokantacı, bir Kâbe örtüsü getirip örter tabutu. Akın akın gelen Edebiyat Fakültesinden üniversite öğrencileri de bir sancakla tamamlarlar tabutu. Üniversite idaresi Ankara’dan aldığı talimat üzerine gençleri bu “rejim muhalifi, mürteci” şairin cenazesine katılmamaları için uyarmıştır. Cenaze; Beyazıt'tan Edirnekapı'ya omuzlarda götürülür. Devlet büyüklerinden ve devrin etkili kişilerinden birine bile bu görkemli uğurlamaya katılmak nasip olmamıştır... Rabbim mekanını cennet eylesin. |
Alıntı:
|
İSTİKLAL MARŞIMIZIN KABULÜ; 12 Mart 1921 “Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet; Hakkıdır Hakka tapan milletimin istiklal!” İstiklâl Marşı’nın Kabulünün 101. Yılı ve Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy rahmet olsun |
Milli şairimiz ve büyük karakter insanı Mehmet Akif’in doğumunun 151’inci, vefatının 88’inci yıldönümündeyiz. Edebiyat ve kültür tarihimizde ismi en çok yaşayanların, ölmeyenlerin başında gelir. Âkif’in “zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem” diye başlayan şiiri birçok kimsenin ezberindedir. Âkif, hayatını da böyle yaşamış, gördüğü çok farklı devirlerin hiç birinde “gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövmeye” tenezzül etmemiştir. Halide Edip, Âkif’in “çiğnerim çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım” mısraını çok sevdiğini, en beğendiği mısraının bu olduğunu yazmıştır. Mehmet Akif’in hicranlı Mısır yıllarındaki arkadaşlarından İsmail Ezherli şöyle diyor: “Mehmet Âkif Bey İslam dinine bu gibi hurafelerin girmesine cahil müstebitlerin sebep olduğu inancındaydı.” Şiirlerinde de bunu işleyen Akif’in şu haykırışını hiç unutmamak lazım: Sanıyorlar kafa kesmekle, beyin ezmekle Fikr-i hürriyet ölür. Hey gidi şaşkın hazele Ve Âkif’in, bağımsız düşünmeyi savunan, yeni nesilleri hür fikirli olmaya çağıran haykırışı: Adam mısın, ebediyyen cihanda hürsün, gez; Yular takıp seni kimsecik sürükleyemez. Niye sürükleniyoruz? Cevabı açık değil mi Âkif’in bu beytinde. Bizde, eskisi kadar olmasa da “bir büyüğün” peşine takılma duygusu yaygındır. Büyük sanat insanı, büyük vatansever, büyük karakter örneği Mehmet Âkif’i rahmetle. alıntı |
Toplam 1 Eklenti bulunuyor. Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun muvahhid, şairlerin sultanı, bu milletin kutup yıldızı.. Doğum ve ölüm tarihi aynı... Akif'in şiirlerini gençlerinize okutun, tanıtın. Okul, köprü, mahalle, cadde isimleri vererek anlaşılmış olmuyor. Devlet erkanından kimsenin olmadığı, öğrenciler ve halkın omuzlarında taşınmış, defnedilmiş cenazesi gariban fikirleri engin ve zengin, dönemin şairlerinden sadece Yahya Kemal'in cenazesine katıldığı gençlerin ve halkın şairi... Gelenin keyfi için geçmişe sövme'ye tenezzül etmeyen karakterli şair.. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Zulmü alkışlayamam zalimi asla sevemem Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem Üçbuçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam; Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam. Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale; Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale! Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum? Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum! Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim, Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim! Adam aldırmada geç git! , diyemem aldırırım. Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım! Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu... İrticanın şu sizin lehçede ma'nası bu mu? |
SAAT: 02:36 |
vBulletin® Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
User Alert System provided by
Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) -
vBulletin Mods & Addons Copyright © 2025 DragonByte Technologies Ltd.