Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   Makale ve Köşe Yazıları (https://www.forum.medineweb.net/516-makale-ve-kose-yazilari)
-   -   ..modern hayat.. (https://www.forum.medineweb.net/makale-ve-kose-yazilari/23997-modern-hayat.html)

Nesli_Nur 26 Aralık 2012 17:10

..modern hayat..
 
CAHİLİYENİN KATMERLİSİ; MODERN HAYAT

Kızlarını gömerlerdi, küçücük yaşlarında diri diri; insanlar zulmeder fakat kader adalet ederdi. Masum ruhları Cennet’e kanatlanırdı o yavruların, böylece ve bir bakıma kazanırlardı.

Modern cahiliye, onları daha beter etti; beş para etmez adamların süfli emelleri için iki dünyalarını da batırdı. Bu dünyada eğlencelik çerez oldular, öteki ve asıl âlemde de Cehennem kütüğü…
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
İnançsız erkeklerin hegemonyası, maddesiyle, manasıyla, ruhuyla, bedeniyle, her bakımdan, her türlü sömürdü kadını, kızı; dünyevi saadetiyle birlikte ahiret mutluluğuna da kastetti, maneviyatını tüketti, kimliğini heba etti.

Şimdi gelinen noktada, en çok kadına şiddet konuşuluyor. Erkek kaba kuvvetinin vicdansızca ezdiği, üzdüğü, varlıklarını yok ettiği kadınlar var haberlerde… Modern çağların kadını, hep ezilen, üzülen ve ağlayan taraf oldu… Peki, ezen taraf, erkek milleti mutlu mu? Ezmekle, haksızlık etmekle, ağlatmakla kim mutlu olmuş ki onlarda mutlu olsun…
Ezen ve ezilen, ikisi de kayıp ikisi de huzursuz, ikisi de mutsuzdur! Ama en ağır travma çocuklarda… Onlar masum yüreklerine yedikleri darbeleri, bir ömür unutamıyorlar. Darbeli ruhları ile asıl engellileri onlar oluşturuyorlar… Onlar, engelsiz görünen engellilerdir…

Neden bozulduk ve niçin çözüldük?

Kalbimiz maneviyattan kopup da Allah’tan uzaklaşınca, yaralanmadık yanımız kalmadı. Kültürel kıblemiz şaştı; çarpmadık kaya, düşmedik çukur, batmadık akıntı bırakmadık. Tersine döndük, tersimiz döndü. Her şey altüst oldu. Fıtratın rayından çıkan insan, üç kuruşluk menfaati uğruna, tabiattaki dengeyi bozdu. Manevi sığınaklarını da berhava etti. Çünkü bozulmuş fıtratı, hep yıkmaktan, bozmaktan ve yılan gibi zehirlemekten zevk aldı.

Böylesine zehre kesmiş bir ortamda, doğru ve sağlam kalınabilir mi?

Evet, kadın erkek, çoluk çocuk, sahih ve sağlam kalamadık. Dengemiz bozuldu, ne yaptığımızı bilemez hale geldik. Hatta bazen, kurdu gören şaşkın eşekler gibi, bize diş bileyenlere doğru koştuk; yenmeye hazır avlara dönüştük. Düşmandan tarafa doğru seğirtmek ya da katiline aşık olmak hali idi bu… Zaman zaman düşman bile şaşırdı bu duruma… “Bu kadar da olamaz!” dediler, hayretle…

Ama oldu! Çünkü boşluk dehşetliydi. Açlık müthişti. Ekmek yerine taş bile kemirilirdi. Hatta Efendimiz aleyhissalatu vesselamın deyimiyle, yabancının biri, kertenkele deliğine girmeye çalışmak gibi, en olmayacak bir işi yapmaya kalksa “Vardır hikmeti (!)” denilecek ve taklit edilecekti…

Osmanlı ruhuna son nokta, Lozan’da kondu. Manevi dinamiklerimiz iflas ettirilecek, kendimiz olmaktan çıkacak, tamamıyla dünkü düşmanlarımıza benzeyecektik. Biz, yani İslam medeniyetinin en güçlü temsilcisi, Müslümanların hamisi Osmanlı böyle olunca, diğerleri ne yapardı ki!

Bediüzzaman Said-i Nursi rahmetullahi aleyhin deyimiyle, “Jandarmaya tango kadın kıyafeti giydirmek”ti bu…

Bizde, uzak yakın hiçbir geleneği olmayan bidatlerle sarsıldı insanımız ve toplumumuz. Böylece, büsbütün bozulduk, çözüldük, döküldük, darmadağın olduk…

Ahiret ile dünya arasında sıkışıp kaldık

Süleyman Nazif anlatır: “Halifelik kaldırıldığında, ziyaretime gelen İngiliz subay, bu habere inanamadı. ‘Bu mümkün değil!’ dedi. Hakikat olduğunu öğrenince de ‘Buna, biz bile cesaret edemezdik’ dedi, büyük bir şaşkınlıkla…”

Batı’dan kopyaladıklarımızla ne dünyanın işini ne de ahreti becerebildik… Ne doğulu olabildik ne de Batılı… Ne Avrupalı ne Asyalı…

Kendi yürüyüşümüzü unuttuk fakat başkasına da ayak uyduramadık. Ortada kalakaldık. Çünkü hiçbir taklit, aslının aynı değildir. Biz de taklit ettiklerimiz gibi bile olamadık.

Bize bakan Müslümanların bir kısmı, bizden ümidini kesti, inancımızı yitirdiğimize hükmetti. Bir kısmı da akılsız aklımızı beğendi ve bize özenip kayıplara karıştı.

Oysa bizimkiler, radikal ve acele kararlar almışlardı büyük bir hevesle… Yazımız birden değiştiriliverdi. Bir gecede bilginlerimiz cahil kaldı.

O sırada, din değiştirmek dahi gündeme geldi. “Acaba dinsiz kalsak mı daha iyi, Hıristiyan olsak mı?” diye ciddi ciddi düşünüldü. Gönüllerden silinmiş olan İslam, bütün tezahürleriyle toplumdan da silinmek istendi. Bu vahşi ve acımasız saldırıyı tenkit edenler gözden düştü, sükûta mahkûm edildi, muhalefetini sürdürenler sürgün edildi, hatta asıldı.

Değerlerimize sahip çıkamadık!

Fransız Yazar Piyer Loti bile “Aman Batı’yı taklit etmeyin! Değerlerinizin farkına varın ve onları koruyun” dediği için dışlandı, taşlandı ve hiç benimsenmedi…

Claude Farrare acıdı, üzüldü, “Yapmayın, etmeyin, maneviyatınıza, mukaddesatınıza kıymayın!” dedi. Kulak asılmadığını görünce de ümidini geleceğe bağladı ve “Asaletle yanılanlar, bir gün tekrar düzelirler” demek zorunda kaldı.

Bediüzzaman rahmetullahi aleyh, “Çağa uymak gerek diyen ve kendisini de duruma adapte olmaya, iktidarın nimetlerine yanaşmaya çağıranlara etkili dersler verdi; bu memlekette büyük ve kalıcı bir inkılâp yapmak isteyenlerin, ancak Kur’an ve İslam’ı esas alarak başarılı olabileceklerini, zira bizim Avrupa’dan çok başka ve farklı olduğumuzu açıkladı.

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]Şairler Sultanı Necip Fazıl, bu gidişin sonuçlarından birine, 70 yıl evvel: “Bu gidişle, utanmaktan utanan bir nesil gelecek!” demişti. Gelmedi mi?

İnsanlar nesillerini kurtarmak için sistemin dışında tutmaya çalıştı. “Aman inançsız olmasın!” diye okula göndermedi. İmam Hatip’ler açılınca, oraya akın başladı. Mesele imam, müezzin olmak değil, imanlı olmaktı. Okumayı düşünmeyen binlerce genç, sırf İmam Hatip talebesi olabilmek için ilkokul diploması aldı.

Hala Müslüman’ın temel derdi budur. “Bir okul açılır, bir hapishane kapanır” denilirdi bizim gençlik yıllarımızda. Şimdi okulla birlikte, cezaevi de çoğalıyor. Çünkü kutsallarından koparılan insan terbiye edilemiyor. Allah’tan uzaklaşan, ahlaktan da uzaklaşıyor.

Bu arada, en çok da yaşlılara, çocuklara, kadınlara yazık oluyor. Çünkü gücün hâkim olduğu bir dünyada, güçsüzler eziliyor. Kadına şiddet artıyor. Akrep gibi, kendini zehirleyen insanın elinden kim kurtulabilir ki?

Allah’tan korkmayandan kork!

“Kork, Allah’tan korkmayandan!” derdi rahmetli Babam, sık sık…

İnsanlık; yemek, içmek ve cinsellikten ibaret hale geliyor. Böyle bir bünyede kalbin, ruhun, vicdanın varlığı değil, ancak adı bulunur?

İşte, böyle azgınların çoğunluğu teşkil ettiği toplumlar, İlahi gazaba uğramıştır. Yani, isyanın arsızlıkla son haddine vardığı ve hiçbir türlü önüne geçilemediği ortamlar, helak olmak için verilmiş musibet dilekçelerdir. Çünkü azgınlığı son haddine vardırıp tevbeyi pişmanlığı hiç hatırına getirmeyenler, doğrudan Cenab-ı Hakk’a baş kaldırıyorlar küstahça ve arşa hırlarcasına…

Adeta, “Hadi bakalım, bütün kurallarını alt üst ettik, çiğnedik ve yok saydık… Varsan eğer, kurallarına sahip çık, bize vaat ettiğin cezanı ver; kudretinden ne geliyorsa, ne yapabiliyorsan yap!”

Bu meydan okumanın sonucu geldi umumi helak oluşlar; İlahi kahr u gazaplar, yok oluşlar.

Muhammed ümmetine gelen lütuf, bu gazabın tehir edilişi, hemen dünyada değil, ahiret âlemine bırakılışıdır.

“İçimizdeki beyinsizlerin yaptıkları yüzünden, bizi helak eder misin Allah’ım?” (A’râf; 155) yakarışını öğretir Rabbimiz bize…

“… Ne kadar da az şükredersiniz.” (Secde; 9) diye tekdir eder.
“Rabbinizin hangi nimetlerini inkâr edersiniz?”(Rahman sûresi) buyurarak da uyarır.

İnsanoğluna verilen nimetler o kadar çok ki “Denizler mürekkep, ağaçlar kalem olsa” sayıp dökemez… Sonsuz, sınırsız görünen nimetler içinde, Nimeti Veren’i görmemek, nasıl bir nankörlüktür?

Kendini nimetin sahibi ve yaratıcısı gören Batılı insan, Müslüman’ın örneği olabilir mİ?

Nimetler şeffaf birer perdedir ve arkalarında kendilerinden daha çok “Hakiki Sahibi” gösterirler.

Bakan ama görmeyen, İlahi olanı gasp edip kendisine mal eden zihniyet etkiledi Müslümanı… Bu duruma Firavunluk mu, Nemrutluk mu diyeceğiz, bilemem ama kesinlikle insanın raydan çıkması, fıtrat çerçevesini parçalayıp haddini aşmasıdır…

İnsanca yaşama biçimi

Müslüman, “Elinden ve dilinden emin olunan”dır. Muhammed’ül Emin sallallahu aleyhi vesellemin ümmetidir. İşte, derdin temeli de buradan kaynaklanmaktadır. Çünkü Müslüman Güvenilir ve Emin peygamberin, güvenilmez ümmeti durumuna düşmüştür.

Kurtuluş yolu belli ve apaçık ortadadır… Bozulmamış bir Kitap ve en ince teferruatına kadar tespit edilmiş bir insanca yaşama biçimidir Sünnet-i Resulullah…
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Bu kılavuzdan uzak olan toplumların durumu da ortada… Büyük bir hırsla ve acımasız yöntemlerle sömürüp biriktirdikleri zenginlik, bugün onları mutlu etmeye yetmiyor.

“Ah’lı mal hayretmez!” diyen dedem hep haklı çıkıyor.

İçinde acı, gözyaşı ve beddua bulunan kazanç, aslında kayıptır; zira kazananı da kaybeder, yerle bir olur.

Bu yüzden, “Zulüm ile abat olan, sonunda berbat olur” der atalarımız.

Günümüzde, peş peşe patlayan ekonomik krizlerin temelinde bu gerçek yatıyor. Galiba bu yüzden Papa, bu krizleri “İlahi bir ikaz ve ceza” olarak değerlendirdi. Akıl için yol birdir; kendisi de sömürüyü destekleyen bir kurumun başında olmasına rağmen, bunu söylüyor ya da söylemek zorunda kalıyor…

Kavimleri helak eden temel sebep; elleriyle işledikleridir. Bu işlerin başında Allah’a isyan gelir. İnsan nefsi, kendisini üstün görmeyi, üstünde başka bir güç görmemeyi, yani isyan etmeyi seviyor.

İsyan, ancak zor kullanarak durdurulur; can yakarak cezalandırılır. Zaten eylemin içinde ceza var. Allah’a isyan eden, kendisine de, yaratılış çizgisine de, inanmayı çok isteyen gönlüne de isyan etmiş olmuyor mu? Bu yüzden Allah’a isyan, insanın kendi hakikatine isyanı demektir.

İsyan için tüketen insan tükenir

Kendi fıtratına isyan eden insan, en çok kendini yaralıyor. Bu sebeple, inkârın verdiği ızdırap, hiçbir günahta bulunamaz.

Yaratıcıyı inkâr eden için artık hiçbir ‘kırmızı çizgi’ yoktur. Hiç bir şekilde onu engelleyecek, durduracak, sınırlayacak bir güç ve kural yoktur. O, sadece nefsinin kulu, kölesidir. Bu yüzden haddini bilmek erdemi, bütünüyle berhava olmuştur.

“Ne güzel, gir oyna, çık oyna, nefsinin isteklerini tümüyle yap, keyfine bak!” gibi görünen bu durum, kısa bir süre sonra, dayanılmaz acılara dönüşür ve insanı bunalımdan bunalıma sürükler…

Hayat, taşınamayacak ağırlıkta bir yüke dönüşür. Yemek, içmek sınırını aşıp hasta olur. Yemekten içmekten kesilir; perhizlere mahkûm olur. Ya da yasakları dinlemez, erken ölür.

Cinsellikte sınır tanımayarak, hastalanır, çöker, o fonksiyonunu da bitirir… Daha çoğuna koşarken, iflas eder, iktidarsızlaşır.

Hırsla kalkar, zararlara uğrar. Öfke, haset, kıskançlık ve ölüm korkusu sarmalında umutsuzlaşır, mutsuzlaşır. Varlığı, sadece psikolog ve psikiyatrlara yarar.

Var ama yok olur. Kalpsiz bir kalıba döner. Robotlaşır. Bir tüketim mekanizmasıdır artık; asla doymaz. Hem gözü açtır hem gönlü… Haliyle elindekine sımsıkı yapışır; paylaşmak ölümdür ona…

“Vermek” yoktur lügatinde, babası bile olsa hep almaya odaklanmıştır, “Rabbena, hep bana!” anlayışındadır. Daima daha çok, daha çok düşüncesiyle, biriktirdiklerinin altında kalır, nefes alamaz olur.

Sadece kendini sever, hiç kimseyi samimi olarak sevemez, dolayısıyla hiç kimse tarafından da sevilmez… Sevgisiz bir hayat, bambayattır. Bomboş bir yaşamaktır. Böyle bir hayat, bir insana ait olabilir mi?

Yaşamıyor gibi yaşamak…

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]Kendi elleriyle duvarlarını ördüğü bir hapishanenin mahkûmu olmak… Bencilliğin verdiği uğursuz lezzetlerle farkına varmaz yaptığının; ama son taşı koyduğunda ve dört duvar oluştuğunda yapacak bir şeyi de kalmaz… Artık tek kişilik tecrittedir.

Böyle bir insanın insanlığı, yalnız görüntüdedir. İç dünyası çoktan bozulmuş ve başkalaşmıştır. Mehmet Akif dedemizin dediği gibi “Tek dişi kalmış canavar”dır” o!

İkaz dinlemez, itaat etmez, kendini ilahlaştırır. İşte, bu noktada gelir, İlahi ceza… Zira “Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir; Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir” kaidesinin sırrı tecelli eder.

Bu kahr ve gazap tecellisiyle, nice kavimler seyirlik ve ibretlik hale gelmiş; kimi suda boğulmuş, kimi ateşte yanmış, kimi de yerin dibine batmıştır. Allah’ın adaleti, Hz. Nuh’un oğlunu, Hz. Lut’un karısını, Hz. Peygamber’in amcasını da ayırmamış; bütün isyânkar inkârcıları hak ettikleri cezaya çarptırmıştır.

Kısacası, Hz. Ömer radıyallahu anhuya kulak vermemiz gerekir: “İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız. ”

Maksadı Allah olmayan kaybeder!

“Eğer kalbinizdeki ilk sıraya Allah’ı koymazsanız; hem Allah’ı hem de ilk sıraya koyduklarınızı kaybedersiniz.” İşte, bu kaybedişlerin adı, modern cahiliyedir. Kaybedenler için Necip Fazıl’ın koyduğu isim ise “Marka Müslümanı”… Yani, sadece adı Müslüman!

Helak olmak, sadece maddeten değil ki bir de böyle manen gerçekleşiyor. İnsan, sahip olduğu bütün değerleri, bir başka kültürün yoğun tesiri altında kalarak, bir başka deyimle “Duman altı olarak” kaybediyor. Ortaya ne olduğu pek belli olmayan, şekilsiz, biçimsiz bir ucube çıkıyor. Kıyameti çoktan kopmuş bir insan ya da helak olduğunu fark etmeyen bir insan…

Her şeyi bilen ama kendini bilmeyen bir insan… Oysaki “Kendini bilen, bilir Rabbini…” Başka türlü, her devir cahiliyedir.

Ve bu devir, bilenlerin bilerek yanlış yaptığı, “Bile bile lades dediği” bir devir… Bu ahir zaman fitnesinin ya da modern cahiliyenin putları; para, makam, mevki, şan şöhret, benlik, bencillik ve şehvettir.

Tarihin derinliklerinde kaldığını sandığımız putlar, tam tersine daha etkili olarak ve sadece isim ve biçim değiştirmiş olarak tepemizdeler. Yememizde, içmemizde, giymemizde, markalaşmış varlıklarını daima ve vazgeçilemez halde hissettiriyorlar.

Müslüman, bu putların gölgesinde dura dura kararmış olan imanıyla, tanınmaz hale geliyor. Ve modern cahiliye başlıyor. Müslüman, doğarken, çocukken, tahsil yaparken, iş hayatında evlenirken, hep başka kültürleri yansıtıyor, içiyle dışıyla, ahlakıyla ama öldüğünde Müslüman olarak gömülüyor. Gömülürken de geride kalanların şahitliğine havale ediliyor; tabii ki “İyi biliriz!” diyoruz. İnşallah “Şıracının şahidi, bozacı” deyimine girmiyoruzdur.

Şimdi bütün mesele, Müslüman doğanların Müslümanca yaşaması ve son nefeslerini de Müslüman olarak vermeleridir. Temel dert bu olursa belki de modern cahiliyeye çaldırmayız kalplerimizi…

VEHBİ VAKKASOĞLU


SAAT: 21:39

vBulletin® Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2025 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320