Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   Makale ve Köşe Yazıları (https://www.forum.medineweb.net/516-makale-ve-kose-yazilari)
-   -   Ney....ne değil ney???? (https://www.forum.medineweb.net/makale-ve-kose-yazilari/5312-neyne-degil-ney.html)

TÜRKcan 14 Ağustos 2008 00:25

Ney....ne değil ney????
 
Ney, sazlıkta biten alelade bir kamış değildir. Ney. âşığın elinde ateştir, gönüldür. Allah sırrıdır.
Derler ki. Peygamber Davut, bir gün bir sazlıktan geçiyormuş. Bu sırada hafif bir rüzgâr esmeye başlamış. Kamışlar başlamış ötmeye.. Ama ne ötüş! Hazreti Davud olduğu yerde çivilenmiş kalmış. Bu ses, ne ilâhî ses, ne içten terennüm.. Bir tanesini koparmış, dudaklarına götürmüş, başlamış üflemeye.. Bundan sonra Allah'a olan âşk ve muhabbetini bu kamışla dile getirmiş. Bu kamış O'nun elinde kamış olmaktan çıkar, âşk haline gelirmiş. Davud'un ilâhîleri ve pek meşhur davudî sesi, terennümleriyle yanık nefesi ve sesiyle, feryad eden bir âşk misali ney ile ilgili olsa gerek.
Yine söylenir ki. Hazredi Muhammed (S.A.V). Allah sırrını yalnız can yoldaşı Hz. Ali'ye söylemiş, kimseye ifşa etmemesini sıkı sıkıya tenbih etmişlerdi. Hz. Ali, bu ilâhî sırrı, bir süre içinde gizlemiş, fakat sırrın ateşine, ağırlığına dayanamamış, yüreği parça parça olmuş, çöllere düşmüştü. Bir gün, perişan sahrada dolaşırken, kör bir kuyuya rastlamış. içini yakan, kavuran ilâhî sırrı bu kuyuya boşaltmış, ferahlamıştı. Kısa bir süre sonra, kuyudan, âb-ı hayat gibi sular taşmış, vâha haline gelmiş, ağaçlar, kamışlar bitmişti. Ney bu sazlıkta biten bir kamıştı. Erbabının elinde bu kamış dile geliyor, ilâhi sırları ifşa ediyordu. İşte birçokların meyhane sazı haline getirdiği ney. böyle ilâhi bir sırrın davetçisi olarak tanınıyordu.
Alevden nefesi ile hıçkıran, yanık ve perişan ney.. İlâhî bir selsebil aşkla dolu gönül. Mevlâna'nın, "Benim sırrım, feryadımdan uzak değil; fakat gözde, kulakta o nur yok. Ten candan, can da tenden gizli değil. Lâkin canı görmek için izin yok.." diye dile getirdiği âşk sembolü.. Ney için Mevlâna der ki:
Gizli sırlarını söylemede cihanın O yanık ney, o yanık ney, yanık ney,. Ney nedir? O busesi güzel cananın, Öptüğü şey, öptüğü şey, öptüğü şey.
İşte rebab ve neyin sesi, âşk evinin temel harcıydı. Bu seslerden nasibini alan âşık, vecde gelir, semâa girerdi. Gezegenler ve yıldızların, güneşin çevresindeki dönüşleri gibi, ilâhî sevgilinin manevî çevresinde döne döne.
Mevlâna, "Semâ, ilâhî vuslata erişmek içindir" der. Bu vuslat yolunun zevkini alan âşık, zaman ve mekân kayıtlarından kurtulur. Mesnevi'de, "zamandan, zaman kaydından kurtuldun mu, keyfiyet kalmaz. Keyfiyetsiz Allah'a mahrem olursun." (c: 3, b. 2775) denir. Bu anda "Demirle mıknatıs neyse âşıkla maşuk da odur" Mesnevi, (c: 3 b. 3152). Mevlâna'mızın. "Semâ ederken, ne neyden haberimiz olur, ne teften.." buyurdukları gibi âşığın cezbe hali, onu, o anda dünya kayıtlarından sıyırır. Bu hal bir süre devam eder. Sonra, yavaş yavaş sükûna varır. Allah'ın mutlak cemaline ve celâline hamdeder: "Artık öyle bir makama ulaşmıştır ki, orada ne zikir,ne zikreden, ne de zikredilen vardır". Bunun için Mevlâna, "Semâ, aşıkların gıdasıdır. Çünkü onda canana vuslatın hayali vardır" demektir. Tebrizli Şems "Hak'kı isteyen ve ona âşık olanlar, semâ ettikleri zaman, aşkları ve manevî halleri çoğalır" diyerek, Mevlâna'yı daima semâ etmeğe teşvik etmiştir.

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Marifet sahibi insanı temsil eden Ney'i dinle,
ayrılık şikayetlerinin heyacanını iç.
Dinle nasıl derin ayrılık ve hasret nağmeleri söylemekte,
Neyistan'dan ayrıldığı günden beri feryad etmekte.
Onu dinleyen her kulak ve yürek sahibi
bu feryadın kendi iç aleminden geldiğini anlar.
Unuttuğu hakiki yuvasına olan hasretini,
yüreğinin en ince noktasında hisseder.
Neyin içi boşalmasa o ilahi nağmeler
onda nasıl vücud bulur..?
Kamil insanında gönlünden dünyevi olan boşalır ,
ve onda ilahi tecelliler vücud bulur...
Ney'in yedi deliği gibi
insanında yedi manevi deliği vardır.
Bu yedi delik kapandığı vakit, zaman durmuş,
Ney kamışlıktan koparılmadığı günlere...
Ve insan , başlangıçtan ötesine,
karşıtlıkların olmadığı bir dünyaya,
iyi ve kötünün ötesine dönmüştür...

Atılan hiçbir adımın boşa gitmeyeceği bu yolda
Attığı her adımın heyecanını yüreğinde taşıyan
Belki sana kaynak gösteren mütevazi bir yoldaş...
Ve belki de suya duyduğun zamansız bir özlem...
Amaç sana Ney’in inceliklerini
öğretmek değil yanlış anlama!
Ben ancak kapıyı gösterebilirim sana...
Anahtar sende gizli ..?
Dinle ve hatırla ....
İyi yolculuklar ....

MescidiAksa 14 Ağustos 2008 12:55

Cvp: Ney....ne değil ney????
 
ney çok güzel bi şeydir çok hoş bi sesi vardır inasanı rahatlatır cep tlfnunda bile onun sesi çalıyo benim cidden çok güzel bi sesi vardır hele bide szi onun canlısını dinleyin odaha çok güzel dinlerken adeta kendinizden geçersiniz inşallah hepinize gerçegini dinlemek nasip olur allah razı olsun hocam emeginize saglık

TÜRKcan 14 Ağustos 2008 13:11

Cvp: Ney....ne değil ney????
 
ney sazlıkta yetişen bir kamıştır..sazlıkta gruplar halinde olurlar...
ney yapılmak için o oartamdan kesilip alınır...
her boğumunda zarlar vardır..bunları yok etmek için içerisi ateşli bir çubuk ile dağlanır..
İçini yakarlar..sonra üfleyince ses çıkar ...
Farkettiniz mi nasıl da yanık bir sesi var..Yanık yanık sesinin olmasını sebebi ailesinin yanından esas yurdundn anavatanından kesip de içini dağlamalarıdır..
Buna tasavvufi açıdan baktığımızda insan bundan önceki dünyada ruhlarının toplandığı bir yer vardır ve dünyaya gelmeden önce bezm-i elestte verdiğimiz söz...O toplantı meclisinde bütün ruhlar bir arada ve sonunda oradan ayrılıp dünyaya geliyoruz..anavatanımızdan...İnsan da ney gibi olmalı ayrıldık oradan da farkında mıyız???ne kadar yandı ciğerimiz ne kadar???bağrı yanık olanlara selam olsun....ney gibi aşkımıza sahip çıkalım inşAllah...geldiğiiz yeri unutup vefasızlardan olmayalım..Anavatanımız burası değil..aşkla bağlanmamız gereken yer burası değil...bağrı yanıklara selam olsun..elestte verdiğimiz sözü de unutmayalım..aşk ve muhabbetle..selam ile...

TÜRKcan 14 Ağustos 2008 20:41

Cvp: Ney....ne değil ney????
 
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]Ney’i nasıl dinlemeli

Dinle Çünkü; dinlemek, dokunmaktan, tatmaktan, koklamaktan hatta görmekten daha önemli ve daha önceliklidir.

Dinle neyden duy neler söyler sanaSızlanır hep ayrılıklardan yanaKestiler sazlık içinden der beniDinler ağlar hem kadın hem er beni

DİNLE

Çünkü; dinlemek, dokunmaktan, tatmaktan, koklamaktan hatta görmekten daha önemli ve daha önceliklidir. Beş duyun ile elde ettiğin bilgilerin hepsinin doğruluğundan emin olamazsın. Algıladıklarını bilgi düzeyine yükseltebilmen için ayrıca çaba harcamak zorundasın. Bu çabanın en azı ve en verimlisi dinleyerek algıladıkların için olacaktır. Göz’ün kapağı vardır, kapanabilir; görevini yapabilmek için ışığa muhtaçtır. Ayrıca hem yön’le hem de açıyla sınırlıdır. Gözün algılayabileceği varlıklar da sınırlıdır. Sadece somut varlıkları, o da gerekli şartlar mevcutsa görebilirsin. Işık yoksa, karanlıktaysan göremezsin. Ama duyabileceklerinde böyle sınırlar yoktur. Somut varlıklardan soyut varlıklara, bu âlemden, ledûnne, ahirete, melekûta, ilhama, işraka, hisse ve akla dair her türlü hadisenin, vakıanın, mefhum ve mânâ’nın bilgisine, bütün bunların ve en önemlisi ‘kendi’nin gerçeğine ancak dinleyerek ulaşabilirsin. Kur’an-ı Kerim’in ayetleri dinleyenleri muhatab almıştır. Vahye mazhar olanların hepsi “dinleme” hassasına sahip olanlardandır.

Duymak, işitmek yetmez; dinle. Öyle dinle ki, ses ve söz önce bilgi’ye sonra hikmet’e dönüşsün. Koyun kaval dinler gibi değil, ağaç topraktan, yaprak yağmurdan suyu çeker gibi dinle. Kulağın kapağı yok, açman gerekmez; aklını aç, kalbini aç, insafını aç ki dinlemiş olasın.

NEY’DEN
Ney; ses çıkaran aletlerin en ilgi çekici olanıdır. Yapısının basitliğine rağmen, ne öğrenilmesi kolay, ne de çıkarabildiği sesler sıradan veya tekdüzedir. Duyan, dinleyen üzerindeki etkisi ise idrak ve ifade sınırlarının bir hayli ötesindedir.
Ney ile ârif arasında bir çok benzerlik vardır ve bu yüzden ney kâmil insanı simgeler. Ney’in simgelediği insan herhangi bir insan değildir. İrfan sahibi, akıl sahibi insanın ağzından etkili, aşıkâne, anlamlı sözler dökülür. Ney’in sesi de öyledir.
Ney; dümdüz ve dosdoğru bir şekil üzeredir. Kemale ermiş insanların da hâl ve tavırlarında, eda ve üsluplarında hele de sözlerinde hiçbir eğrilik göremezsin. Sesi duyulmadıkça ney; kuru, üstelik içi boş, fazladan bir de üstüne bir takım delikler açılmış herhangi bir çomak veya kamış gibi görülür. Gerçek ârifinde dış görünüşü böyle sıradan bir görünüştür. Her türlü görünüş özelliği ve gösterişten uzak, her türlü kendini görünüşle ifade arzusuna yabancı, süssüz, çalımsız, temiz, duru ve sade.
Kâmil insan, arif, evliya, Allah dostu gibi terimler, ruhunu kemâle erdirmiş, hâli ve fiili ile yücelmiş gerçek insanı ifade eder. İnsan bu dünyaya başıboş kalması için gönderilmiş ve başıboş bırakılmış değildir. Bedeni ile herhangi bir canlıdan farkı olmayan insanı diğer canlılardan üstün kılan, yükselebilmesi, kendi gerçek değerini artırabilmesidir. Canlı anlamına gelen “hayvan” ile “insan” arasındaki fark, ruhunu yüceltebilme, sonsuzluğu hakedebilme kabiliyetidir.
Ney’in içi her şeyden boş, sadece aşk nefesi ile doludur. İrfan sahibi ermiş insanların gönlü de her türlü, şüphe, endişe, vesvese, hırs, riya gibi zararlı duygulardan temizlenmiş, sadece ilahî aşk ile doludur. İşte bu kâmil insanlar, maddeyi aşmış, bilgiyi hikmet ve irfana yükseltmiş olanlardır. Onlar, benliklerini muhabbetullah içinde eritmeyi başarmış olanlardır. Onlar yaratılışın asıl gayesi olan mükemmelleşme, noksanlıklardan kurtulma yoluna girmiş, belirli mesafelere ulaşmış olanlardır.

NELER ANLATIYOR,
Ney’in sesi, dinleyenlerin içindeki aşkı kuvvetlendirir. İrfan sahipleri, bilgiyi hikmet ve irfan derecesine yükseltebilmiş olanların sohbetlerinde de aynı tesir vardır. Arif kişileri dinledikçe içindeki aşkın arttığını, dünya elemlerinden, basit dertlerden kurtulduğunu, adeta hafiflediğini hissedersin. Ney’in sesi dinleyene bir aşk hikayesi anlatır, ney’i dinleyen o yanık seslerin arasından bir aşk macerası hisseder. İrfan sahiplerinin anlattıkları da gerçek aşıkların hâlleridir. Onların sohbetlerinden ötelerin gerçekleri öğrenilir. Ney’in hüneri dış görünüşünde değil, içindedir. İrfan sahiplerinin de asıl üstün özellikleri içlerindedir. Onlar; mevki, makam servet ve maddi güç sahibi değildirler. Onların gücü sıradan insanların sahip olduğu maddî güçlerin ötesinde ve üstündedir. Manevî güç sahibidirler.
Ney, kendi başına hiçbir şey değildir. Bir üstada, kendisinden o güzel seslerin çıkmasını sağlıyacak bir erbab’a muhtaçdır. İnsanında tekamülü de böyledir. İnsan kendi başına kalırsa şeytanın maskarası olur. Yücelmek için bir üstadın elini tutmaya, Onun gösterdiği yol üzere gitmeye muhtaçtır.
Tıpkı ney’in ne olduğu ancak bir üstadın hüneriyle sesi çıkınca belli olduğu gibi, ârif’in irfanı da konuşunca değil, ancak söyledikleri can kulağıyla dinlenince anlaşılabilir. Nasıl, ney’in sesinin kaynağı ney’in kendisi değil, ona üflenen nefesse; hakikî ârifin kelâmı’nın kaynağı da kendisi değil, her nefes irtibat hâlinde bulunduğu hakikî irfan deryasıdır. Zaten o, kendinden geçmiş, kendini aşmış, kendi olmaktan kurtulmuştur. Böylece de hakikat deryasının nurunu, ziyasını ve bereketini çöl karanlıklarına akıtmaya vasıta olmuş, vesile olmuştur.

AYRILIKLARDAN ŞİKAYET EDİYOR
Dünya insanın gurbetidir, asıl vatanı değildir. Ney’in asıl vatanı da koparılıp getirildiği sazlıktır. Sazlıkta yeşil ve canlıydı. Bu dünyada kurudu. İnsan da ruhlar âleminde iken sonsuz lezzetler, manevî hazlar içindeydi. Dahası, mutlak mânada özgürdü. Bu çile ve meşakkat dünyasına gelince o tatlardan mahrum kaldı. Kurudu. Şimdi özgürlüğü özlüyor ama, nasıl bir şey olduğunu bile hatırlamıyor, bilmiyor.
Ney, asıl vatanı olan kamışlıktan kesilip getirildiği için gurbettedir. İrfan sahibi olanlar da bu dünyada ev sahibi değil, gurbet ehli olduklarının bilincinde yaşarlar. Yaşadığı yerin gurbet olduğunu bilen, vatanındaymış gibi yaşayamaz. Onun için sıla özleminden, ayrılık acısından, eza ve cefadan başka hâl; bir gün bu çilenin biteceğini, özlediğine kavuşacağını, aslına rücu edeceğini bilmekten başka da sevinç ve mutluluk yoktur.
Özlemek için sevmek, sevmek için de bilmek lâzımdır. Özleyeni dinle ki, sana neden sevdiğini anlatsın. Neden sevdiğini merak et ki ne olduğunu öğrenesin. Bileni dinle ki senin de belki bir gün bilme ümidin olsun.
Ve nihayet; kendini öğren ki asıl ihtiyacını anlayasın. Dünyada ne kadar gam, kasvet, çile, meşakkat varsa; bunlara ait ne kadar şikâyet varsa hepsinin de bir tek noktadan, işin aslını bilmemekten kaynaklandığını öğrenmekten korkma. Bu noktaya ulaşınca anlayacaksın ki asıl korkulması gereken gerçeğin kendisi değil, ondan habersiz olmaktır. Özgürlük istiyorsan önce ayrılığın anlamını öğren ki özlemenin anlamı olsun.
İşte Mesnevî baştan sona bu ayrılık macerasının hikayesinden ibarettir.


M. Sait Karaçorlu AHENK Dergisi Mesnevi Dersleri

Seher Yeli 08 Ocak 2009 00:08

Neyin bir hikayesi var mıdır ?
 
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Neyin bir hikayesi var mıdır?

"Olmaz mı! Herşeyin, herkesin bir hikayesi vardır. Hikayesiz hayat olur mu hiç? Anlatılanlara göre... Ama önce size ondan anlatmalı. Siz onu bilir misiniz?

Muhammed' i? Rahmet peygamberi Hz. Muhammed' (sallallahu aleyhi vesellem) i? Bindörtyüz sene öncesi çöle inen nuru? Karanlığı dağıtıp, aydınlığı getiren mesajcıyı? İnanıyorum ki birçoğunuz onun ismini duydu, biryerlerde okudu! Onun bir damadı vardı Hz.Ali. Onu hiç duydunuz mu? Neyse konuyu çetrefile sokmadan size hikayenin özünü anlatayım ben.. Dileyen onları araştırır, öğrenir biryerleden.

Anlatılanlara göre, günlerden bir gün, derdin, elemin, kederin, zulmün, ıstırabın arttığı, ağır geldiği bir zamanda, Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem), Hz.Ali' yi yanına çağırır, ona fısıltılar içinde, çok gizli, çok ağır bir sır söyler. Bu sırrı hiç kimseye söylememesini telkin eder. Aradan zaman geçer. Hz.Ali' yi büyük ateşler, büyük sıkıntılar kaplar. Taşıdığı sır omuzlarına çok ağır gelmekte, onu için için bitirmektedir. Hz.Ali dayanamaz, şehirden uzaklaşıp, çöllere düşer. Çok eski, kullanılmayan, artık içinde su bitmeyen derin bir kuyunun yanına varır. İçinde öyle bir ıstıraptır ki bu sır, söylemese derdinden çatlayıp oracıkta yiteceğini, öleceğini hisseder. Karanlık, derin kuyunun içine eğilir. Çölde kimsecikler yoktur.

Sesinin çıktığı kadar, bağırabildiği kadar haykırır kuyunun içine. Bütün sırrını o kurak, o susuz kuyunun içine bırakır. Aradan uzun zaman geçer. Sır öyle ağırdır ki, kuyu bile taşıyamaz onu. Derdinden göz yaşlarını tutamaz, kurumuş, kaybolmuş suları, tekrar fışkırarak gün yüzüne çıkar. Kuyunun etrafında sazlar, otlar, su kamışları biter. Bir gün bir çoban kuyunun yanından geçer. Sazlardan birisini alıp, maharetli elleriyle onu bir güzel işler, içini oyar, bir kor damlası bırakıp kamışın içinden, onu büsbütün yakar.

Sonra yaslanıp kuyunun ıstıraplı duvarlarına, üfler bu kamışın içine. İçinden bir hu sesi çıkar. Hu Allah demektir. İşte bu neydir. Ve ney üfürüldüğünde o sırrı salıverir içinden. Bunu ancak erbabı, nasibi olan duyumsar, anlar. Neyler üflendikçe, hu denildikçe çatlayan mahluklardır. Ama kimseler, hiç kimseler bilmez neyin sakladığını..."



SAAT: 21:10

vBulletin® Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2024 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306