![]() |
kötü huy gıybet GIYBET İnsanoğlu yaratılışı itibariyle doğumundan ölümüne kadar hayatını birlikte yaşayacağı, iyi gününü, kötü gününü paylaşacağı birilerine ihtiyaç duymaktadır. İnsanoğlu sosyal bir varlıktır. Bu nedenle yalnız yaşaması çok zordur. İşte bu sosyal hayatta biz insanlar birbirimizle ilişki kuracak, alışveriş yapacağız, velhasıl yakınlarımızdaki ve uzağımızdaki insanlarla az veya çok ilişki kuracağız. İslam dini insanoğlunun sosyal bir varlık olduğunu ve bir toplum içinde yaşayacağını gözetmiş bu hayatın düzenli bir şekilde yaşanması ve insanların huzurlu bir yaşam sürmeleri için birtakım düzenlemeler getirmiştir. Şu muhakkak ki biz insanlar bir araya geldiğimiz zamanlarda farklı sohbet konuları bulur ve beraber olduğumuz dakikaları birbirimizi dinleyerek, karşılıklı iletişim kurarak geçiririz. İşte bu sohbetler esnasında bazen haddimizi aşar bizi ilgilendirmeyen konulara da değinerek sohbetimizi şekillendiririz. Bu konuda İslam dini bazı sınırlamalar getirmiş ve bir araya geldiğimiz zaman başka birisi hakkında konuşacaksak onun hoşlaşmayacağı sözleri söylemeyi gıybet olarak nitelendirmiştir. Nitekim bu konuda Rabbimiz Kur’an-ı Kerimde mealen “Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul eder, çok esirgeyicidir,”buyurmakta, gıybeti ölü kardeşinin etini yemeye benzetmektedir. Ayrıca Allah (C.C.) birbirimiz hakkındaki düşünce ve sözlerimizde dikkat etmemiz gerektiğini belirtmiştir. Rabbimizin dininin açıklayıcısı ve bu dinin en yüce öğreticisi olan sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’de Enes (r.a.)’ın anlattığı bir Hadis-i Şeriflerinde buyurdular ki “ Miraç gecesinde, bakır tırnakları olan bir kavme uğradım. Bunlarla yüzlerini ve göğüslerini tırmalıyorlardı. Ey Cebrail! Bunlar kim diye sordumBunlar dedi, insanların etlerini yiyenler ve ırzlarını payimal edenlerdir.” Hadis-i Şerif’te geçen insanların etlerini yiyenler tabiriyle ayeti kerimeye tevkifen gıybet edenler kastedilmektedir. Gıybet kalplerimizdeki sevgi bağlarını köreltmekte, toplumlarda fitnelere, kalplerimizin kararmasına ve inancımızın sarsılmasına sebep olmaktadır. Giybet eden bundan hoşlanan insanların – Ben olan işi söylüyorum yada gıybet etmiş olmayım ama- şeklinde açıklamalarına her zaman şahit olmuşuzdur. Ancak bilakis gıybet olmuş işin ta kendisidir. Ayrıca gıybet olmasın demekle yapılan gıybetin vebalinden kurtulmak da mümkün değildir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadislerinde gıybeti şöyle tarif etmektedir.Gıybet nedir biliyor musunuz? Sahabe Allah ve Resulü daha iyi bilir dediler. Bunun üzerine Allah Resulü Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır! Açıklamasını yaptı. Orada bulunan bir sahabe, Ya benim söylediğim onda varsa, ( Buda mı gıybettir?) dedi. Allah Resulu (s.a.v.) Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış oldun. Eğer söylediğin onda yoksa bir de iftirada bulundun demektir.”BuyurdularBiz Müslümanlara düşen görev gıybet etmemek ve din kardeşimizin kötü yönlerini, onun hoşnut olmayacağı vasıflarını birbirimiz arasında konuşmamak eğer aramızda böyle yapanlar varsa da onları uyarmaktır. Yoksa Allah ve Resulünün kötülediği ve yapmamamız gerektiği konusunda bizi uyardıkları bir davranışı yapmış olur, müslümana yakışmayan harekette bulunmuş oluruz. Hatalarımız varsa eğer tevbe edelim çünkü Allah (C.C.) tevbeleri çokça kabul edendir. |
Kötü huy gıybet Ademoğlu sabahladığı zaman tüm azaları dile hatırlatıcı oldukları halde sabahlarlar ve derler ki: " Allah'tan kork, zira sen doğru olursan biz de doğru oluruz. Eğer sen doğru yoldan saparsan biz de doğru yoldan sapar, Hak'tan ayrılırız." Sağolun, çok faydalı bir paylaşım olmuş. |
Cvp: kötü huy gıybet Gıybet zinadan daha beterdir.Zina eden biri af dilerse affa müştak olur.Rabble kul arasındaki bir meseledir zina. Ama gıybet kullar arasındakı bir meseledir.Ancak helallik alınarak ortadan kalkar. |
Gıybet Hadisi عَنْ أبِي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: قالَ رسُولُ اللّهِ أتَدْرُونَ مَا الْغِيبَةُ قَالُوا: اَللّهُ وَرَسُولُهُ أعْلَمُ. قَالَ: ذِكْرُ أحَدِكُمْ أخَاهُ بِمَا يَكْرَهُ. فقَالَ رَجُلٌ: أَرَأيْتَ إنْ كَانَ فِي أخِى مَا أقُولُ قَالَ: إنْ كَان فيهِ مَا تَقُولُ، فقَدْ اِغْتَبْتَهُ. وَانْ لَمْ يَكُنْ فىهِ مَا تَقُولُ فقَدْ بَهَتَّهُ. أخرجه أبو داود والترمذي وصححه.البهتالكذبُ وافتراء على ا“نسان Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki"Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?" "Allah ve Resulü daha iyi bilir!" dediler. Bunun üzerine: "Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır!" açıklamasını yaptı. Orada bulunan bir adam: "Ya benim söylediğim onda varsa, (Bu da mı gıybettir?)"dedi. Aleyhissalâtu vesselâm Efendimiz: "Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış oldun. Eğer söylediğin onda yoksa bir de bühtanda (iftirada) bulundun demektir." [Ebû Dâvud, Edeb 40, (4874); Tirmizi, Birr 23, (1935); Müslim, Birr 70 (2589)] Bir gün Efendimiz eşlerinden Sevde annemizin odasında sabah namazının sünnetini kılmış ve farz için mescide geçmiş. Sevde annemiz de namazını kılıp zikre başlıyorlar. Efendimiz öğle namazını kıldıktan sonra eve geri dönüyor. Bakıyorlar ki Sevde annemiz hala seccadede, zikirle meşgul. İbadete çok düşkün bir hanımmış kendisi. Resûlullah Efendimiz soruyorlar. -Biz çıktıktan beri burda mısın? -Evet, Ya Resulallah. -Sevde, ben sabah çıktım, bütün işlerimi gördüm ve dört kelimeyi üç kere söyledim. Bu kelimeler dilde hafif mizanda ağırdır. Bunları senin sabahtan beri yaptıklarınla denkleştirirsek, benimkinin sevabı daha ziyadedir. Bunu sana öğreteyim mi? -Öğret, Ya Resûlallah. -Subhanellâhi ve bihamdihi, ve adede halkihi, ve rıdâennefsihi ve zînete arşihi, ve midâde kelimatihi. |
Cvp: Gıybet Hadisi amin kardeşim.. özellikle oruçken ayrı bir dikkat etmek te gerekiyor.geçenlerde bir takvim yaprağında okumuştum: peygamber efendimiz zamanında bir kadın varmış. gün boyu herkesin dedikodudunu yapar, olan biten ne var ne yok hep konuşurmuş.peygamber efendimiz ona sen bugün oruçlu değilsin demiş.o da kızmış, yok yarasüllallah, ben oruçluyum demiş.bunun üzerine, peygamberimiz sen ölmüş din kardeşinin etiyle orucunu açtın buyurmuş. ertesi gün olmuş. kadın yaptığından utanmış , pişman.. orucunu açtığında, peygamber efendimiz ;işte sen bugün oruçluydun demiş.. bu beni çok etkilemişti paylaşayım dedim. . efendimiz dedikoduyu din kardeşinin ölü etini yemeğe benzetiyor.ve hanginiz bundan hoşlanır ki , diye sahabilerine soruyor. sahabiler tiksinince evt, kimse bundan hoşlanmaz ve bu durumdan iğrenir diyor. o halde çok çok dikkat etmemiz gereken bu konuyu es geçmeyelim. |
Cvp: Gıybet Hadisi Ey mü’minler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık (günahkârlık/yoldan çıkmak) ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte bu kimseler zâlimdir.]Ey iman edenler! Zandan çokça sakının (zannın çoğundan kaçının). Çünkü zannın bir bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını araştırmayın. Biriniz diğerinizir gıybetini yapmasın, arkasından çekiştirmesin. Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok merhametlidir.” (49/Hucurât, 11-12) |
Cvp: kötü huy gıybet Genç adam karşılaştığı kişiyi çok sevmişti. Bir kitapçı dükkânında yapılan sohbete önce kulak misafiri olmuş, sonra da müsâade alarak açıktan dinleyici olarak katılmıştı. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]O güne kadar, böyle güzel ve etkileyici bir sohbete çok az şahit olmuştu… O günkü programını unutacak derecede, ağzından bal damlayan kişinin anlattıklarına daldı gitti... Saatler sonra veda ederken, içinde biriken merakı yenmek maksadıyla bu bilgi, birikim ve anlatım sahibini tanımak istedi. ‘Efendim, sizi tanıyabilir miyim?’ sorusuna aldığı cevapla dondu kaldı. Ne diyeceğini bilemedi. Çareyi, apar topar kendini dışarı atmakta buldu. Çünkü sohbetine doyamadığı, sevecen tavırlarına hayran kaldığı kişi, onun yıllardır aleyhinde konuştuğu ve dolayısıyla da hiç sevmediği bir yazardı...! Genç adam o gece hiç uyuyamadı. Kendisine empoze edilen ön yargıların tesiriyle, yıllardır bu yazarı çekiştirip durmuştu. Belki yazdıklarını okusa, karşıtlığı sona erebilirdi. Ama o öylesine aleyhte fikirlerle doluydu ki, buna imkân yoktu. Böylece bilmeden, tanımadan, sadece kulaktan dolma dedikodularla günaha girmişti... Bu sebeple kaç kere kavga etmiş, nice kalpler kırmıştı. Bütün mesele, metot meselesiydi. Hayata, insana ve olaylara bakışla, problemleri çözüşte bu yazar, kendisinden değişik düşünüyordu. Yoksa o da Müslüman’dı, çalışkandı ve üretici bir insandı... Genç adam, bu yazar hakkında kendisini bilgilendiren kaynaklara çok kızıyordu. Ama iş işten geçmiş, yıllara yayılan bir gıybete, boyunca batmıştı. Üzüntüsü sadece bu olayla da sınırlı kalmamıştı. ‘Ya diğer şahsiyetler hakkındaki bilgileri de doğru değilse?...’ Genç adam, o günden sonra kimsenin gıybetini yapmamaya karar verdi. ‘Duyulduğunda hoşlanılmayan söz’ Kur'ân-ı Kerîm gıybeti, ölmüş kardeşinin etini yemeye benzetiyor. (Hucurat Suresi;12) Yüce Yaratıcı'nın bu ikazına rağmen, Müslümanlar bu büyük günaha ara vermeden devam ediyorlar. Gıybet, hakkında konuştuğumuz kişinin duyduğunda hoşlanmayacağı sözlerdir. Başkalarını, yanımızda bulunmayanları, gıyaplarında çekiştirmektir. Çoğu kişi söylenenler doğru olursa, gıybet sayılmayacağını sanıyor. Oysa söylenen doğruysa, gıybettir. Eğer söylenen doğru değilse, o zaman çifte günah işleniyor demektir. Çünkü birine yapmadığı bir kötülük isnat edilirse, bu işin adı ‘iftira’dır. Benim başıma sıkça gelmektedir. Gıybete başlayan birini ikaz ettiğim zaman, çoğu defa feveran ediyor ve diyor ki: ‘Yemin ederim anlattıklarım tamamen doğrudur. Gözlerimle gördüm!’ İşte budur gıybet... Doğru da olsa, anlattığın yerde bulunmayan kişinin, duyunca hoşlanmayacağı şeylerdir... Beni bir dernek lokalinde sohbet için davet etmişlerdi. Sohbetin konusunu gıybet olarak tespit etmiştik. Bir saatlik konuşmanın sonunda, dinleyicilerimden nüktedan bir zat dedi ki: ‘İyi de efendi, biz şimdi burada sabah akşam ne konuşacağız?’ Bu arif kişi çok doğru söylüyordu. Birçok sohbet mekânında, gerçekten gıybet yapılmasa, söz öylesine azalır ki... Bakıyorsunuz, kahvede, lokalde, çayhanede, ev toplantılarında hep gıybet var. Ya bir siyasînin, ya bir komşunun, ya bir sanatçının, ya bir akrabanın gıybeti yapılıyor. Yani Kur'ân'ın deyimiyle, ölmüşün eti yeniliyor. Oysa bu türlü konuşmaların hiçbir faydası yoktur. Üstelik insanın içini karartır, ümitsizleştirir ve toplumdaki güven duygularını yok eder. Hem zaman israf edilmiş, hem de durduk yere günaha girilmiş olur... |
Cvp: kötü huy gıybet Gıybet edenin içi kararır Gıybet, yapanın içini karartır, kendine olan saygısını kaybettirir. Hep başkalarıyla uğraşan, kendisinin değersizliğini kabul ediyor demektir. Bahsedeceği şeyi bilmeyen, kültürsüz, fikirsiz insan hep konuşur. En kolay sohbet mevzuu olan gıybete kayar. Çünkü kendi değerleriyle kendini kabul ettiremeyenler, başkalarının eksikliklerini söyleyerek bir varlık göstermek isterler. Ötekini batırarak kendini yüceltmeyse, şerefli insanlara yakışmayan kötü bir haslettir. Gıybet, yapısını, fıtratını bozduğu insanların meydana getirdiği toplumları da zehirler. Kimse kimseden emin olamaz. ‘El-Emîn’ adını, daha peygamberliğinden önce hak eden Efendimiz (sav) böyle Müslümanlar tarafından anlaşılamamış sayılmaz mı? Gıybet, içinde taşıdığı sû-i zan, zarar verme, kıskançlık gibi birçok kötü duygular sebebiyle toplum hayatını çürütüyor. İnsan, kendi nefsiyle, kendi hata ve günahlarıyla uğraşacağı yerde, hep başlarınınkiyle meşgul olmayı iş ediniyor. Başkalarının hatalarıyla uğraşansa, kendine dönüp bakma fırsatını bulamıyor. Gıybet ağızdan ağza dolanırken şekil ve muhteva değiştiriyor. İşin içine yalanlar karışıyor. Yani günah adedi artıyor. Devenin neresi doğru ki? Zamanın birinde, bir cahil kişi. Kulaktan dolma bilgilerini şöyle aktarıyormuş: - Eskiden bir kadın evliya varmış... Hocası, onun çok sevdiği kızını kurban etmesini istemiş... Tam kesecekken, gökten bir keçi indirilmiş ve "Kızını değil, bunu kes!" denilmiş... İşin aslını bilen adam dayanamamış ve cahil kişinin sözünü kesip demiş ki: - Birader, o senin dediğin kadın değil, erkektir. Evliya değil, peygamberdir. Kızını değil, oğlunu kesecekti. Hocası dediği için değil, Allah emrettiğinden dolayı... Gökten keçi değil, koç indirilmiş... Hani, deveye ''Boynun neden eğri?" diye sormuşlar da, "Nerem doğru ki?" demiş ya... Bazı gıybet konuları da ağızdan ağza eğrilerek dolaşıyor ve hakikatinden ayrılıyor. Dostum inançlı bir Müslüman'dı. Hararetli hararetli anlatıyordu: “Duydunmu, hayretler içinde kalacaksın... Bak anlatayım... Hani şu ünlü… var ya...” Meğer adam kaç yıllık karsından ayrılmış da sekreteriyle evlenmiş... Hâlbuki hanımı ne kibar, ne akıllı biriymiş... Bırak böyle bir kadını da cahil, yirmi yaş küçük sekreterinle evlen... Akıl kârımı bu? Ne günlere kaldık değil mi?... Meselenin aslını öğreniyorum ki, bu olay dostumun heyecanını duyduğu gibi yeni değil. 10 yıllık bir geçmişte yaşanmış... Üstelik bu ünlü ve faziletli dostumuz, sekreteriyle değil; çok kültürlü, irfanlı, iz'anlı bir hanımefendiyle evlenmiş... Dahası, eski hanımıyla, çocukları olmadığı için, anlaşarak ve gönül rızasıyla ayrılmışlar vs. vs… Herhalde gıybeti seven tanıdığım, yeni bir malzeme bulamamış olacak ki, üzerinden 10 yıl geçmiş bir olayı şimdi gündeme getiriyordu. Böyle bir gıybetin kime, ne faydası vardır? Ama zararı çoktur. Duyanların biraz da eklemelerle yaydığı bu gıybet, ilgili kimselerin kulağına gittiği zaman, onları nasıl yaralar, tahmin edebilirsiniz... Bu türlü gıybetlerin ne dinleyicisi, ne de taşıyıcısı olalım. Çünkü hem insanlığa, hem de Müslümanlığa ters bir durumdur. İmam-ı Şafii Hazretleri buyuruyor ki: “Süt dolu bir tasın etrafında dolaşan ağzı süt bulaşığı bir kedi görseniz, kedinin o tastan süt içtiğine şahitlik etmeyin…” Çünkü kedinin o tastan süt içtiğini söyleyebilmeniz için, kediyi süt içerken bizzat görmeniz gerekir. VEHBİ VAKKASOĞLU Gulistandergisi.com |
Cvp: kötü huy gıybet Gıybetin büyük günahlardan olduğunda hiçbir şüphe yoktur; muhtelif hadislerde bu günahı yapanlara azap vaadi verilmiştir. Ve birçok hadis ve ayetlerdeki açıklamalardan bu günahın ne kadar kötü bir günah olduğu ortaya çıkmaktadır. Biz Kur'an ve hadis-i şeriflerden istifade ederek bu konuyu şu başlıklar altında işlemeye çalışacağız: 1- Gıybetin önemi ve ne kadar büyük günah olduğu, 3- Gıybetin çeşitli türleri, 4- Gıybete yol açan sebepler, 5- Gıybet edenlerin karşısındaki vazifemiz, 6- Gıybetin tövbesi ve kefareti, 7- Gıybetin caiz olduğu yerler. 1- Gıybetin Önemi ve Büyüklüğü: Allah-u Teala Nur suresinin 19. Ayetinde şöyle buyuruyor: "İman edenler içinde çirkin utanmazlıkların yaygınlaşmasından hoşlananlara dünyada da ahirette de azap vardır." Bu ayetin tefsirinde İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Bir mu'min için kulaklarının duyduğunu, gözlerinin gördüğünü başkalarına söyleyen kişi, Allah-u Teala haklarında şöyle buyurduğu kimselerdendir: "İman edenler içinde çirkin utanmazlıkların yaygınlaşmasından hoşlananlara dünyada da ahirette de azap vardır." Görüldüğü gibi bir mu'minin kötülüklerinin yayılmasından hoşlanan, yani buna vesile olan veya vesile olan kimselerden hoşlanan adamlara Allah azap vaadi vermiştir. İşte gıybet de bunlardan birisidir. Yine Hak Teala Hucurat suresinin 12. Ayetinde şöyle buyuruyor: "Ey İman edenler bazınız bazınızın arkasından çekiştirmesin, gıybet etmesin; sizden biriniz ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte bundan iğrendiniz. O halde Allah'tan korkun..." Bu ayeti kerimede Allah-u Teala bir mu'minin arkasından gıybet etmeyi onun ölü olduğu halde etini yemesine benzetmektedir. Resul-i Ekrem (s.a.a)'den nakledildiğine göre o hazret şöyle buyuruyor: "Miraç gecesinde bir gurubu cehennem ateşinde mundar ve leş yedikleri halde gördüm. Cebrail'e "Bunlar kimlerdir?" diye sordum; o da "Bunlar dünyada halkın etini yiyen, yani gıybet eden kimselerdir." diye cevap verdi." (Müstedrek-ül Vesail, Hac Kitabı, bab: 132) Evet insanların dünyada yaptıkları ameller kıyamet günü karşılarına çıkacak ve ona uygun bir şekilde cezalandırılacaklardır. Kur'an-ı Kerim'in bu benzetmelerinde bazı nükteler vardır ki onlara da değinmekte fayda vardır. Bir ölü kendisini savunamadığı gibi gıybet edilen kimsede hazır bulunamadığı için kendisini savunamayıp mağdur durumda kalıyor. Ölü birisinin eti kesildiğinde yeri dolduramadığı gibi gıybet edilen kişinin kaybolan haysiyet ve şerefinin yerinin dolması da gayri mümkün veya çok zordur. Bir mundarın eti kesilip organları söküldüğünde, kokusu etrafı sardığı gibi gıybet vesilesiyle de kötülükler, düşmanlıklar, kinler ve günahlar her tarafa yayılır ve kimsede huzur kalmaz; kimsede samimiyet kalmaz. Mundar ve leş eti insanları hastalandırabildiği gibi gıybet de insanın ruhunda ve toplumda nice rahatsızlıklar ve hastalıklar meydana getirir. Muhtelif senetlerle sevgili Peygamber'imizden (s.a.a) şöyle rivayet edilmiştir: "Gıybet, zinadan daha şiddetlidir. Nasıl olur diye sorulduğunda şöyle buyurdu: "Zira adam zina ederse, sonra da tövbe ederse, Allah onu affeder. Ama gıybet eden kimse, gıybet edilen kimse tarafından affedilmediği müddetçe bağışlanmaz." (Bihar-ül Envar, c.77, s.89) Hz. Ali (a.s): "Gıybetten kaçın; zira gıybet cehennem köpeklerinin yemeğidir." (Bihar-ül Envar, c.75, s.248) Resul-i Ekrem (s.a.a): "Kim bir Müslüman erkeğin ve kadının gıybetini ederse, kırk gün ve gece Allah onun namaz ve orucunu kabul etmez. Gıybet ettiği kişi affederse o başka." İmam Sadık (a.s): "Gıybet etmek, her Müslümana haramdır ve hiç şüphesiz gıybet iyilikleri yer; aynı ateş odunu yakıp kül ettiği gibi." (Usul-i Kafi) Resul-i Ekrem (s.a.a): "Kıyamet günü birisini Allah'ın huzuruna getirip durdururlar ve amel kitabı kendisine verilir. Baktığında görür ki yaptığı iyilikler orada yoktur. Der ki: "Ya İlahi bu benim kitabım değildir; ben yaptığım itaatleri onda göremiyorum?" Ona şöyle cevap verilir: "Senin Rabbin, ne hata yapar nede unutur; senin amelin halkın gıybetini yaptığın için yoktur." Sonra bir başkasını getirirler ona da amel kitabını verdiklerinde yapmadığı birçok iyilikleri görür; arz eder: "Ya İlahi, bu benim kitabım değildir; zira ben bu amelleri yapmamışımdır." Şöyle denir cevabında: "Filan adam senin gıybetini yaptığı için, sana onun iyilikleri verildi." Bir başka hadiste şöyle der: "Gıybet eden kimse, tövbe ederse cennete giren en son kişi olur; ve tövbesiz ölürse cehenneme giren ilk kişi olur. Şunu da hatırlatmak gerekir ki gıybet sadece büyüklere ait değildir. İyiyi kötüden ayırt eden ve duyduğunda rahatsız olan çocukların gıybeti de haramdır. 2- Gıybetin Anlamı: Resul-i Ekrem (s.a.a) gıybeti şöyle açıklamaktadır: "Gıybet, mu'min kardeşleri hakkında hoşlanmadığı bir şeyi söylemektir." (Bihar-ül Envar, c.77, s.89) İmam Sadık (a.s) ise gıybeti şu şekil de açıklıyor: "Gıybet mu'min kardeşinin hakkında Allah-u Teala'nın üzerini örttüğü bir kusuru, başkaları yanında açıp söylemeleridir." (Bihar-ül Envar, c.75, s.245) Ehl-i Beyt imamlarının yedincisi İmam Musa Kazım (a.s) ise şöyle değerlendiriyor: "Bir kişinin arkasından, onda olan ve halkın bildiği bir kusuru söylerse, gıybet olmaz; ama onda olup da halkın bilmediği kusuru açıklarsa, onun gıybetini yapmış olur." (Bihar-ül Envar, c.75, s.245) Kısacası bir mu'minin arkasında söylenen şeyler üç kısımdan birisidir. a)- Bazıları kesinkes gıybettir ve haramdır. O da dine göre veya insana göre kusur ve eksiklik sayılan ve başkaları tarafından bilinmeyen ve açıklandığında gıybet edilen kimseyi rahatsız eden ve ayıplama ve aşağılama niyetiyle söylenen şeylerdir. Evet bu, kesinlikle gıybettir ve kebire günahlardandır. b)- Başkasının bilinmeyen ayıbını, onu aşağılamak ve küçültmek maksadıyla değil de başka maksatla söylemek; örneğin sohbet olsun diye veya örnek göstermek için veya bu işten rahatsızlığını belirtmek için vb. bir sebeple söylemek. Bu kısmın kötülüğü, birinci kısım kadar olmasa da yine de haramdır ve bu maksatlarla da olsa mu'minin kusurlarının söylenmemesi gerekir. c)- Başkasının bilinen bir ayıbını başkaları yanında söylemek; bu da birkaç türlüdür: Eğer o adamı kötülemek ve kınama maksadıyla söylerse, bu da gıybet sayılmasa dahi haramdır. Zira bunu yapmak mu'mine eziyet ve hakaret unvanı altına girer ve kesinlikle haramdır. Eğer bilinen bir şeyi söyler ve kötüleme ve hakaret etme maksadı taşımaz ama onun söylenmesi kendiliğinden o kişinin ayıplanmasına vesile olursa, bu da gıybet olmasa dahi haramdır. Zira başkalarına kötü lakap takma ünvanı altına girer ve Kur'an'da neyh edilmiştir. Ama eğer bilinen bir şeyi söyler, kötüleme maksadı olmaz, kendiliğinden de onun ayıplanması ve aşağılanmasına yol açmazsa, o zaman söylenmesinde zahiren sakınca yoktur. Ama yine de ihtiyaten bunu da söylememek iyidir. 3- Gıybetin Çeşitli Türleri: Gıybet çeşitli şekillerde gerçekleşebilir: a)- İnsanın bedeni ile ilgili kusurları söylemek: Mesela kör, şaşı, kel, siyah, sarı, kısa, uzun gibi lakaplar ki adam duyduğunda rahatsız olursa söylenmesi gıybet ve haramdır. b)- İnsanın soyu sopuyla ilgili kusurları söylemek: Mesela falan adamın babası kötü bir ailedendir vb. şeyleri söylemek haramdır ve gıybettir. c)- Ahlakıyla ilgili kusurları söylemek: Filan adam kötü ahlaklıdır, korkaktır, riyakardır vb. gibi.. d)- Dini ile ilgili kusurları söylemek: Filan adam yalancıdır, zekat vermiyor, namaza önem vermiyor vb. şeyleri söylemek. e)- Dünyası ile ilgili kusurları söylemek: Filan adam edepsizdir, çok gevezedir, boğazına düşkündür, çok uyuyor, hak bilmez birisidir vb. şeyler gibi.. f)- Veya ona ait olan herhangi bir kusuru söylemek: Elbisesi kirlidir, eskidir, uzundur, kısadır, şöyledir, böyledir. Elbette bunlardan hangisi daha büyük olursa günahı, vebali de daha büyük olur. Şunu da hatırlatmak gerekir ki gıybet, birisinin ayıbını başkasına söylemektir ve bildirmektir. Bu, bazen sözle, bazen fiille, bazen işaretle yada yazıyla gerçekleşebilir. Yani önemli olan birisinin kusurunu açıklamak, hangi vesileyle olursa olsun haram ve gıybettir. Hatırlatılması gereken bir başka husus ise karşı tarafın gıybet edilen kimseyi tanıyacak şekilde ondan bahsetmesi haramdır. Ama tanınmayacak şekilde bahsetmek sakıncasızdır. Sınırlı şahıslardan da bahsetmek haramdır. Mesela filan adamın çocuklarından birisi şöyle böyledir; bütün çocuklar zan altında kaldıkları için haramdır. Eğer sayıları geniş bir kitle arasına katarak bahsederse sakıncasızdır. Mesela Kırıkkalelilerden birisi şöyle yapıyordu, bunun sakıncası yoktur. Yine eğer büyük bir topluluğun hepsini kötüler ve suçlarsa bu da haramdır. Mesela Ankaralılar şöyledir, Iğdırlılar böyledir şeklinde söylerse haramdır ve bütün o şehrin gıybetini etmiş olur. Veya filan şehrin çoğu böyledir derse de bu da ihtiyaten haramdır. 4- Gıybete yol açan sebepler: 1- Gazap ve öfke: Bazen birisine olan gazap ve öfkemiz, bizi onun ayıplarını ortaya çıkarmaya itebilir. 2- Kin beslemek: Bazen önceden olan kinimiz birisinin gıybetini yapmamıza, onu kötülememize yol açabilir. 3- Haset ve çekemezlik: Bazen de bu kötü huy insanın gıybet etmesini ve haset ettiği kimsenin kusurlarını açığa çıkarmaya ve böylece hasedini dindirmeye çalışmasına vesile olur. 4- Kibir ve üstünlük taslamak: Çoğu kişiler kendilerini üstün göstermek için başkalarını kötülemeye ve kusurlarını ortaya çıkarmaya çalışır. 5- Acıma duygusu: Bazen de şeytan bu yoldan insanları kandırır ve ona acıdığı için ve yaptığı kötülükten duyduğu üzüntüyü bildirmek için, onun yaptığını başkasına anlatır. 6- Kendini temize çıkarmak: Bazen kendisini temize çıkarmak için kötü ameli başkasına isnat eder ve böylece kendisini o amelden ve suçtan kurtarmaya çalışır. Bu da günahtır hatta o adam yapmış olsa dahi; o sadece kendisinden o kötülüğü nefyetme hakkına sabittir. Yani ben yapmamışımdır diyebilir, ama başkasına isnad edemez. 5- Gıybet Edenler Karşısında Vazifemiz: Gıybet edenler karşısında ilk vazifemiz uygun bir dille gıybet edeni emr-i bil-maruf ve nehyi anil-münker etmek ve o ameli yapmaktan sakındırmaktır. Sonra da gıybeti yapılan kimseyi savunmak ve ona isnad edilen şeyi reddetmek ve onu bu isnattan tenzih etmek ve ona yardımcı olmaktır. Eğer bunu yapamazsa ve gıybet edeni yaptığı işten vazgeçiremezse, o meclisten kalkmalı ve orayı terk etmelidir. Yoksa eğer oturup dinler ve söylenenlerden hoşlanırsa veya en azından itiraz etmezse, o da gıybet günahına ortak olmuş olur. Bu konuda aşağıdaki hadislere dikkatinizi çekmek istiyoruz: Hz. Ali (a.s): "Gıybeti dinleyen kimse, gıybet eden gibidir." (Mizan-ül Hikme, c.7, s.352) İmam Zeyn-ül Abidin (a.s) şöyle buyuruyor: "Kulağın senin üzerindeki hakkı, onu gıybet ve helal olmayan şeyleri dinlemekten uzak tutmaktır." Resul-i Ekrem (s.a.a): "Müslüman kardeşi yanında gıybet edilip de ona yardım edebileceği halde (onun gıybetini önleyebileceği halde) ona yardımcı olmayan kimseyi, Allah dünya ve ahiretde yardımsız bırakır." Yine Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: "Kim bir mecliste kardeşine duyduğu bir gıybeti reddederek ona iyilikte bulunursa, Allah-u Teala dünya ve ahiret hayatında bin kötülük kapısını ondan reddeder (uzaklaştırır)." Yine şöyle buyurduğu rivayet ediliyor: "Kim mu'min kardeşi hakkında yapılan gıybet konusunda, kardeşinin haysiyetini savunursa, onu cehennem ateşinden kurtarmak Allah'ın üzerine bir hak olur." (Mizan-ül Hikme, c.7, s.353) Bazı rivayetlerden de anlaşıldığına göre mu'min kardeşini savunabilecek durumda olan ve onun hakkında yapılan gıybeti önleme imkanına sahip olan birisi, bunu yapmazsa günahı gıybet edenden yetmiş kat daha fazladır. Belki de sebebi şudur ki gıybeti dinleyen olamazsa veya önlenirse gıybet eden de bir daha gıybet etmeye cesaret edemez. Ama gıybeti dinlemek, ona itirazda bulunmamak insanları bu günaha daha fazla cüretkar kılıyor. Hatırlatılması gereken bir başka husus ise şudur ki, bir başka insan bir başkasının arkasından gıybet edip çekiştirir, ama yüzüne gelip onu methedip yağcılık yaparsa, böyle birisinin günahı başkasınınkinin iki katıdır. Zira bu bir nifaktır ve hadislerde iki dilli, bizim aramızda ise iki yüzlü olarak tarif edilir. Bir hadiste şöyle deniyor: "Kıyamet günü iki dilli insan ateşten iki dile sahip olduğu halde mahşere gelir." (Mekasip kitabı, Gıybet Babı) Görüldüğü gibi gıybetin çeşitli durumları onun vebalinin de artmasına veya azalmasına vesile olur. Zaman ve mekanlar da gıybetin ve günahların vebalini etkiler. Mesela Ramazan ayında yapılan bir gıybet ile başka zamanda yapılan bir gıybet aynı değildir. Mesela bir camide yapılan gıybet ve günahla başka yerde yapılan aynı değildir. Mu'minin de derecesine göre gıybetlerinde vebali değişebilir. 6- Gıybetin Tövbesi ve Keffareti: Evet gıybet büyük günahlardan olduğu için, Allah etmesin bu günaha mübtela olursa, hemen pişman olup tövbe etmesi ve bir daha tekrarlamamaya karar alması, kalbiyle birlikte dille de Allah'tan mağfiret dilemesi farzdır. Sonra da mümkün mertebe gıybet ettiği kimseden helallik almalı ve onu kendinden razı etmelidir. Eğer gıybet ettiği kişi ölmüşse veya ona bir türlü ulaşamıyorsa yahut gıybet konusundan haberdar değildir ve kendisine söylendiği vakit buna daha çok rahatsız olacaksa, helallik almanın yerine onun hakkında dua ve istiğfar etmeli ve onun hakkında iyilikte bulunmalıdır. Bu konuda da bir çok hadisler nakledilmiştir ki sözün fazla uzamaması için onlardan vazgeçiyoruz. Gıybeti edilen kişinin helal etmesi iyidir; zira bu vesileyle sevaba ulaşır ve başkalarının da onu bağışlamasına vesile olur. Eğer Allah'ın mağfiretini bekliyorsak bizim de başkalarını affetmemiz gerekir. Şu noktayı da bilmemiz gerekir ki gıybet etmemekle insan, şer'i vazifesini yapıp kendisini büyük bir vebalden kurtardığı gibi Allah katında da büyük sevaplara nail olur. Resul-i Ekrem'den şöyle rivayet edilmiştir: "Gıybet etmeyi terk etmek, Allah (Azze ve Celle) katında on bin rekat sünnet namaz kılmaktan daha sevimlidir." 7- Gıybetin Caiz Olduğu Yerler: Gıybetin bazı yerlerde caiz olduğuna hükmedilmiştir ki aşağıda kısaca bunlara değinmeye çalışacağız: 1- Günahı açık bir şekilde insanların gözü önünde yapan kimsenin gıybeti caizdir. Mesela halkın gözü önünde şarap kadehi kaldıran, çekinmeden içen birisi gibi. Burada bazı alimler sadece açıkta yaptığı o günahı söylemek caizdir. Ama gizlide yaptığı günahlar varsa onları açığa çıkarmak caiz değildir, diyorlar. En azından ihtiyat gereği o günahları söylememek iyidir. Bir de günah yapan kimse yaptığı günahın günahlığını kabul ederse, caizdir; ama eğer bazı mazeretler öne sürüyorsa, örneğin Ramazan günü orucunu yiyor, ama hasta olduğunu ve yolcu olduğunu iddia ediyorsa, buu tür durumlarda da ihtiyaten gıybet etmemek gerekir. 2- Kendisine haksızlık ve zulüm yapan birisi olur ve kendisi hiçbir yolla onun zulüm ve haksızlığını önleyemiyorsa, eğer bunu önleyebilecek başka birisi varsa, o zaman onun yaptığı zulmü başkasına şikayet edip ondan yardım dileyebilir. Allah-u Teala Nisa suresinin 148. ayetinde şöyle buyuruyor: "Allah kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez; zulme uğrayanlar hariç ..." 3- Eğer bir insan ticaret yapacağı veya evlilik bağı kuracağı birisi hakkında insanla istişare ederse, gerçeği söylemediği taktirde önemli fesat ve kötülüğün veya zararın meydana geleceğinden korkarsa, o zaman doğruyu söyleyebilir. Elbette eğer kusurunu söylemeden onu bu işten vazgeçirebilirse öyle yapmalıdır; ama eğer başka bir yolla unu bu işten vazgeçiremezse, o zaman doğruyu söyleyebilir. Şunu da dikkate almak lazımdır ki, eğer o mu'minin haysiyetinin zedelenmesi, o adama değecek zarardan daha önemli olursa, o zaman doğruyu söylememesi gerekir.. 4- Allah'ın dininde bid'at koyan ve yanlışlarıyla insanları saptıran kimseye insanlar kanmasın diye onun gıybetinin yapılması caizdir. 5- Yalan bir hadis uydurup Peygamber'e isnad eden kimselerin gıybeti caizdir ki insanlar ona kanmasınlar. Yine yalan yere birisinin aleyhine şahitlik yaparsa, onun yalanını ortaya çıkarmak caizdir. 6- Eğer birisi bir lakapla meşhur olmuş ve onu söylemeden tanımıyorlar veya karıştırıyorlarsa, iki şartla bu lakabı söylemek caizdir: Birincisi onu aşağılamak niyetiyle söylemezse, ikincisi o adam o lakabın söylenmesinden rahatsız olmuyorsa, söylemenin sakıncası yoktur. Ama eğer rahatsız oluyorsa onunla onu tanıtmak caiz değildir. 7- Eğer yalan yere bir soya kendisini isnat ederse, mesela yalan yere seyit olduğunu iddia ederse, yalanını bilen kimse bunu başkalarına söyleyebilir. Zira neseblerin karışmaması önemlidir. 8- Kısacası eğer bir yerde doğruyu söylemek bir mu'minin haysiyetini korumaktan daha önemli olursa, o zaman doğruyu söylemek caizdir. Mesela bir haksızlığın yapıldığı bir yerde, doğruyu bilen kimsenin şahitlik yapıp hakkı ezilen kimseye yardımcı olması gibi. Ya Rabbi, bütün günahlardan korunmada eğer sen bize yardımcı olmazsan, biz bundan aciziz. Bütün enbiya ve evliya hürmetine lütuf ve yardımlarını bizden esirgeme. Amin! |
Cvp: kötü huy gıybet Gıybetin Tanımına Dair) Kafi, C 2., Kitabu'1-İman ve'1-Kufr, Babu'l-Gıybe ve'I-Biht, 1. hadis. Bil ki fukaha (rızvanullahı aleyhim ecmaîn) gıybeti pek çok tarzda tanımlamışlardır. Biz bu tanımları ayrıntılı bir şekilde tartışıp değerlendirmek yerine, özet bir şekilde ele alacağız. Muhakkik Şeyh Şehid buyuruyor ki: Gıybetin iki tanımı vardır. Fukaha arasında en meşhur tanım olan birincisi: şöyledir: "Gıybet, bir kişi hakkında onun bulunmadığı bir yerde hoşlanmayacağı şeyler söylemek, kınamak ve kötülemek maksadıyla onu halk arasında hoş karşılanmayacak şeylerle nitelemektir. İkinci tanımın özet anlamı da şudur: Gıybet, nisbet edilmesi hoşa gitmeyecek şeyler hakkında uyarıda bulunmaktadır. İkinci tanım birincisinden daha geneldir. Hz. Ebu Zer diyor ki: "Dedim ki: Ya Rasulallah, gıybet nedir? Buyurdu: "Kardeşinden hoşlanmayacağı bir şekilde söz etmendir." Dedim ki: Ya Rasulallah! Eğer o kişi sözünü ettiğim hususiyete sahip olas da mı? Buyurdu: "Eğer sahip ise , bu gıybettir, yok eğer sahip değilse bu durumda iftira etmiş olursun." (*) Ve yine rivayet edilmiştir ki: "Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuZ? Dediler: Allah ve rasulü daha iyi bilir. Dedi: Kardeşini onun hoşuna gitmeyecek şekilde anmandır..." (**) Ayrıca rivayetlerde şu husus da belirtilmiştir: "Gıybet zinadan beterdir." Dedim: Niçin ya Rasulallah? Dedi: Çünkü kişi zina edip de bundan tevbe ettiğinde Allah onu bağışlar, oysa gıybet, giybeti edilen kişi bağışlamadıkça bağışlama değildir." (*) (*) Vesâil eş-Şîa, C 8, h. 16312. (**) el-Mehaccetu el-Beyza, C 5, s. 256. Buradan anlaşılan odur ki burada kasıt sözkonusudur. Değilse, sırf merhamet ve uyarı maksadıyla sözünü etmek gıybet ve kişinin etini yemiş olmak değildir. Bu durum Ai-şe'in şu rivayetinde de görülmektedir: "Diyor ki: "Bize bir kadın geldi. Yüzünü çevirince elimle onun kısa boylu olduğunu işaret ettim. Rasulullah (sallalla-hu aleyhi ve alihi buyurdu ki: "Onun gıybetini ettin." (**) Şu halde gıybet etmiş sayılmak için illa da bunu sözle gerçekleştirmiş olmak gerekmez. Her ne kadar gıybet genellikle sözlerle gerçekleştiriliyorsa da aym maksadı işaret ve ima yoluyla da gerçekleştirmek mümkündür. Geriye başka bir husus kaldı. Rivayetlerden anlaşıldığı üzere müminlerin sırlarını ifşa etmek de haramdır. Yani ister ahlakî, ister yaratışsal ve amelî olsun müminlerin saklı kalmış, açığa çıkmamış kusurlarının açıklanıp ifşa edilmesi haramdır. Ancak bu durum kişinin noksanlarını açığa vurup onu küçük düşürmeye yönelik olduğundan böyledir. Değilse, şer'an açıklanıp ifşa edilmesi gereken suçların ortaya çıkarılmaması ve gizlenmesi haramdır. Ve bu durum gıybet prensiplerinin çiğnenmesi anlamına gelmemektedir. Ayrıca, müminlerin noksanlarım açığa vurmanın, velev küçük düşürme amacı taşmmasa da haram olması mümkündür. Ama bu hususta ayrıntıya girmek konumuzun çerçevesini aşmaktadır. (*) Vesâil eş-Şîa, C 8, h 16312. (**) Cami es-Se'adât, c 2, s. 294. 2. bölüm (Gıybetin Haramlığma Dair) Bil ki gıybet icmaen haramdır, fıkhın zorunlulukların-dandır ve gıybet kötü özelliklerin başında gelir, ama bu hususun ayrıntılarına girmek bu sayfaların kapsamı dışında kalmaktadır. Burada asıl üzerinde durulması gereken şey bu günahın fesadından sözetmek ve Allah'ın izniyle bu günaha bulaşmamamız için veya eğer bulaşırsak derhal tevbe edip geri dönmemiz ve bu büyük günahla ahiret alemine intikal etmememiz için gıybetin sonuçlarını anlatmaktır ki bu günahın uhrevî ve melekutî sureti oldukça korkunç ve çirkin bir surettir ve bedenî azabın dışında ayrıca kişiyi enbiya ve mu-karreb meleklerin huzurunda rezil de etmektedir. Allah Teala Kitab-ı Kerim'inde bu günahın melekutî suretini ifade etmiş ve hadis-i şeriflerde de bu durumdan söze-dil mistir. Allah Teala buyuruyor ki: "Biriniz diğerinizin gıybetini etmesin. Hanginiz ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever? Bundan iğrendiniz değil mi ? Bizler, amellerimizin öbür alemde bu suretlerle bize geri döneceğinden gafiliz. Bu amelin leş yemek suretine sahip olduğunu bilmiyoruz. Bu günahı işleyen kişi, leş yiyen bir köpek gibi cehennemde leş yeme suretiyle yüzyüze gelecektir. "Rasulullah (sallalahu aleyhi ve alihi) zina ettiğinden ötürü bir adamı recmetti. Orada bulunanlardan biri arkadaşına: "Bu adam köpek gibi bulunduğu yerde öldürüldü" dedi. Bunun üzerine Resul-i Ekrem (sav) bu iki adama nefret ve iğrenmeyle yöneldi ve onlara buyurdu ki: "Haydi dişlerinizle bu leşten parçalar kopartın." Arz ettiler ki: "Ya rasulullah! Yani ölünün etinden mi yiyelim" Buyurdu ki: "Kardeşinizden size erişen şey, ölü eti yemekten daha iğrendiricidir." Evet, Resul-i Ekrem (sav) basiret nurunun verdiği güç ile o kişilerin amellerinin leş yemekten daha iğrenç olduğunu görüyordu. Başka bir rivayette de gıybet edicinin kıyamet günü kendi etini yiyeceği ifade edilmiştir. Ayrıca Vesail'de senedi Hz. Emir'e (Ali)) ulaşan bir hadiste de şöyle buyurulmaktadır: "Nuf diyor ki: "Mevla (Ali) (as) Hazretlerine dedim ki: "Bana nasihatta bulun". Buyurdu ki: "Gıybetten uzak dur, çünkü gıybetçi ateş köpeklerinin yiyeceğidir." Sonra da buyurdu ki: "Ey Nuf, helalzade olduğunu sanıp da insanların beden etini gıybet yoluyla yiyen kişi (bu sanısında) yalancıdır." Ve bu rivayetler arasında çelişki sözkonusu değildir. Bütün bunların gerçekleşmesi mümkündür. Hem murdar et yiyebilir, hem de kendi etinden yiyebilir, hem murdar şeyler yiyen bir köpek olabilir ve hem de cehennem köpeklerinin yediği bir leşe dönüşebilir. Çünkü o alemde suretler faaliyetlere bağlıdır ve bir varlığın pek çok suretlere sahip olması mümkündür. "Buyurdu ki: "Kardeşinin gıybetini edip gizlisini açığa vuran kişi attığı ilk adımda cehenneme yuvarlanır ve Allah Te-ala onun gizlisini halk arasında açığa vurur." Bunlar Hak Teala'nın onu kulları arasında rezil rüsva edeceği ahiret ve cehennemdeki durumudur. (*) El-Miheccet el-Beyzâ, C 5, s. 253. (**) Vesâil eş-Şîa, C 8, h. 16319. Vesail'de senedi Hz. Sadık'a (as) ulaşan bir rivayette Hz. Rasul'ün (sav) şöyle buyurduğu belirtilmektedir: "Rasul-i Ekrem (sav) buyurdu ki: "Bir müslümanm gıybetini yapan kişinin orucu batıl olur, abdesti bozulur ve kıyamet günü ağzından leş kokusundan daha iğrenç bir koku olduğu halde çıkagelir. Orada bulunanlar kendisinden eziyet çeker ve eğer bu durumdan tevbe etmeden ölürse, Allah'ın haram kıldığı birşeyi helal saymış olarak ölür." (*) Kaldı ki bu durum, ölümden önceki durumdur ve bu durumuyla rezil rüsva ve kafir sayılmaktadır. Çünkü Allah'ın haram şeyi helal sayan kişi kafirdir. Böyle birinin berzahtaki durumuna ilişkin olarak da Ra-sulullah'tan (sav)şu rivayet gelmiştir: "Enes b. Malik diyor ki: "Rasulullah (sav)k buyurdu ki: "Miraç gecesi yüzlerin tırnaklarıyla yırtan bir topluluğun yanından geçtim. Cebrail'den bunların kimler olduğunu sordum. Dedi ki: "Bunlar insanların gıybetini yapan kişilerdir." Şu halde demek ki gıybetçi kişi berzahta rezil rüsvadır ve cehennemde de bu rezil rüsvalığı devam edecektir. Hatta bazı açılardan o rezilliğin etkileri bu dünyada da görülmektedir. Nitekim Kafî'de yer alan bir hadis-i şerifte bu duruma işaret edilmektedir: "Hz. Sadık (as) Hz.Rasul un (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Ey diliyle müslüman olduğunu ifade ettiği halde henüz kalben iman getirmemiş olanlar! Müslümanları kötüleyip çekiştirmeyin ve onların gizli kabahatlerini araştırmayın, çünkü onların gizlilerini araştıranın Allah gizlilerini araştırır ve Allah'ın gizlilerini araştırdığı kişi velev evinden dışarı çıkmasa bile rezil rüsva olur.1' (*) Kafi'de senedi Hz.Bakır el-Ulûm'a (as) ulaşan bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır: "Hz. Bakır (as) buyurdu ki: "Resul-i Ekrem (sav) miraç sırasında arzetti ki: "Ya rabbi! Senin katında müminin durumu nedir?" Buyurdu ki: "Ey Muhammedi Benim dostuma hakaret eden kişi muhakkak ki bana karşı savaş açmış demektir. Ve ben dostlarıma yardıma koşmakta herşeyden daha hızlı ve seriyim." (**) (*) El-Mıhaccet el-Beyzâ, C 5., s 251. (**) El-Mıhaccet el-Beyzâ, C 5., s 251. Ve bu hususta daha pek çok hadis mevcuttur. Şeyh Sadûk, senedi Hz. Sadık'a (as) ulaşan bir hadis-i şerifte şöyle buyrulduğunu rivayet etmektedir: "Onun (yani kendi inancında kötü bir durumu olsa bile zahirde setr ve adalet ehli olan birinin) gıybetini yapan kişi Allah'ın velayeti altından çıkıp şeytanın velayeti altına girer." Malumdur ki Hakk'ın velayetinden çıkıp şeytanın velayeti altına giren kişi kurtuluş ve iman ehli olamaz. Nitekim Is-hak İbn Ammar'm rivayet ettiği yukarıdaki hadiste gıybetçinin islamının lisanî islam olduğu ve henüz kalben iman etmiş biri olmadığı buyrulmuştur. Bilindiği gibi, Allah Tea-la'ya iman eden ve hesap gününe inanıp yaptıklarının karşılığını mutlaka göreceğini bilen birinin böylesine kınanmış bir amele yönelmesi mümkün değildir. Şu halde eğer böyle bir amele yöneldiğimizi görüyorsak bilelim ki iman henüz kalbimizde yer etmiş değildir. Eğer iman kalbe yerleşirse ameller İslah olur. Etkisi bütün amellere, zahire ve batma sirayet eder. Şu halde batım tedavi etmek ve kalb hastalığına çare aramak gerekir.Hadis-i şeriflerden anlaşıldığı üzere, nasıl ki iman gevşekliği ve ihlassızlık ahlakî ve amelî fesatlara yol açıyorsa, ahlakî ve amelî fesatlar da imanın zayıflamasına ve ihlassızlığın artmasına sebep olmaktadır. Ve bil ki gıybet masiyeti başka bir açıdan da sair masiyetlerden daha şiddetli ve etkileri daha fazladır. Bu açıdan bu hususta hu-kukullaha ilaveten hukukunnâs'ın (insanların hakkının) da sözkonusu olması ve Hak Teala'nın gıybeti yapılmış kişi bağışlamadıkça gıybetçiyi bağışlamayacağıdır. Nitekim bu husus pek çok kanaldan bir çok hadis-i şerifte ifadesini bulmuştur: "Resul-i Ekrem (sav) Hz. Ebu Zer'e (rıdvanullahi aleyh) vasiyeti çerçevesinde buyuruyorlar ki: "Gıybetten kork, çünkü gıybet zinadan daha tehlikelidir." Arzettim ki: "Niçin ya Rasululluh* Buyurdu ki: "Çünkü zina eden kişi tevbe ettiğinde Allah Teala tevbesini kabul eder ama gıybeti yap;ılan kişi bağışlamadıkça Allah gıybetçiyi bağışlamaz." Aynı hadis bu haliyle veya buna yakın ifadelerle ilel ve Hisal'da ve Mucme'l-Beyân'da da yer almaktadır. Ve eğer, Allah göstermesin, kişi üzerinde kul hakkı bulunduğu halde bu dünyadan göçerse durumu oldukça tehlikelidir. Hukuk-ilahîde kişinin durumu öfke, kin ve düşmanlık gütmeyen Ha-lik-i Rahîm'in merhametine kalmıştır ama eğer kullarının hakları çiğnenirse, bu durumda olmayan ve belki de hakkından asla vazgeçmeyecek birine çatmak mümkündür. Şu halde insan kendine çok dikkat etmek zorundadır, çünkü durum çok tehlikelidir. Ve gıybetle ilgili hadis-i şerifler bu sayfaların alamayacağı kadar çoktur. Bu nedenle de küçük bir bölümünün zikriyle yetiniyoruz. "Hz. Resul-i Ekrem (sav) bir hutbesinde aşağıdaki hadiste yer aldığı üzere faizden sözedip çok kötü birşey olduğunu ifade ederek buyurdular ki: "Faizin bir dirhemi otuzaltı zinadan daha beterdir ama faizden de daha beteri müslümanı küçük düşürüp tahkir etmektir." "Kulun hasenatını yakıp kül etmede gıybet, kuru şeyleri yakan kül eden ateşten daha etkilidir." "Resul-i Ekrem (sav) buyuruyor ki: "Kıyamet günü bir şahıs Hakk'm huzuruna getirilir ve eline amel defteri verilir. Ama işlediği hasenatı defterinde göremez. Bunun üzerine der ki: "Ya rabbi! Bu benim defterim değil.Hasenatımı içinde göremiyorum." Kendisine denilir ki: "Muhakkak ki rabbin yamlgan ve unutkan değildir. Senin amellerin halkın gıybetini etmenden ötürü kayboldu." Ardından bir başkası huzura getirilip kendisine amel defteri verilir. O şahıs defterinde işlemediği hasenatın kayıtlı olduğunu görür. Bunun üzerine der ki: "Ya rabbi! Bu benim defterim değil. Çünkü ben bu amelleri işlemedim." Ona denilir ki: "Filan kişi senin gıybetini etmişti. Bu nedenle de onun hasenatı sana yazıldı." "Peygamber (sav) buyuruyor ki: "Küfrün ilk aşaması kişinin kardeşinden birşey duyup da o sözü başkalarına söyleyerek kardeşini küçük düşürmeye çalışmasıdır. Böyle kimseler için hiçbir nasip ve hisse yoktur." Bunlar da baba ilişkin rivayetlerdir ama aynı doğrultuda başka bablarda da rivayetler mevcuttur. Gıybetle aynı kefede yer alan ve benzer ceza ve kınamalara muhatap olan o rivayetler, mümine hakaret etmek ve benzeri bablarda yer almaktadır ki bu hususların her biri tek başına insanın helakine yol açabilecek şeylerdir. Herbiri hakkındaki rivayet ve haberlerin bir teki bile havsalanın alamayacağı şiddettedir. Ama biz sözü uzatmamak için bu kadarla yetiniyoruz. 3. bölüm Gıybetin Toplumsal Zararlarına Dair Bu büyük günah ve masiyet, iman ve ahlakın, zahir ve batının fesada uğratıcısı olmasına ve insanı dünyada ve ahi-rette rezil rüsva etmesine ilaveten bu rezalet aynı zamanda toplumsal fesada da yol açmakta ve bu açıdan pek çok fesattan daha kötü ve çirkin bir yapı arzetmektedir. Şeriatlerin ve büyük peygamberlerin (selamullahi aleyhim) büyük maksatlarından bir tanesi de bizatihi kendisi müstakil bir maksat olmasına ilaveten başka büyük maksatların ve medine-i fazılanm gerçekleşmesine yol açan tev-hid-i kelime, tevhid-i akîde, işlerin önemlilerinde birlik içinde bulunmak ve insanlığın fesadına ve medine-i fazıla'nm yıkılmasına ebep olan haksızlık ve zulümlere karşı çıkmaktır. Toplumun ve bireyin ıslahı olan bu büyük maksat ise ancak vahdet, gönül birliği, kardeşlik ve toplum bireylerinin yek vücut olması, toplumun bir bedene dönüşmesi ve her bireyin bu bedenin bir uzvu olması, toplumun bütün gayret ve çabasının tek ilahi maksat mihveri etrafında dönmesi ve bu yolla toplumun ve bireyin salaha ermesiyle gerçekleşebilir. Ve eğer bir toplumda bu tür bir kardeşlik ve dayamşma gerçekleşirse, o toplum bu özelliğe sahip olmayan bütün topluluklara galebe çalar. Nitekim İslam tarihine ve özellikle de İslam savaş tarihine müracaat edilmesi bunun böyle olduğunu görülmesini sağlayacaktır. Bu ilahi düzenin ilk günlerinde müslümanların arasında sınırlı oranda bile olsa kardeşlik ve dayanışmanın mevcudiyeti çok büyük fetihlerin gerçekleşmesine yol açtı ve müslümanlar çok kısa bir zaman zarfında en önemlileri İran ve Roma olan zamanın imparatorluklarına galib geldiler. Çok küçük miktarda olmalarına rağmen sınırsız topluluklara galebe çaldılar. Peygamber-i Ekrem daha ilk dönemde müslümanların birbirine kardeşlik bağıyla bağladı ve bu çaba "Muhakkak ki müminler kardeştir" (*) nas-sıyla müslümanların yekdiğerine kardeş saymasıyla noktalandı. Kafi'de şöyle bir rivayet yer almaktadır: Akarkufi İmam Sadık (as)'dan ashabına şöyle buyurduğunu naklediyor: Takvalı olun birbirinize karşı kardeşçe davranın. Birbirinize katılın ve dost olun. Birbirinizi ziyaret edin ve bizim hakkımızda konuşun ve bunu ihya etmeye çalışın. Hakeza "Müslümanlar birbirine katılmalı yardımlaşmak muhabbet etmeli muhtaçlara yardımcı olmalı ve birbirine karşı merhamteli olmalıdır ki Allah Teala da onlar hakkında "mü'minler birbirlerine karşı şefkatlidir" diye buyurmuştur." Hakeza: "Birbirinizle ilişkiniz olsun. Şefkat ve merlametli olun, sevgili kardeşler olun. Allah da böyle olmanızı emretmiştir. Müslümanlar birbirine dostluk, iyilik ve yakınlık göstermek ve birbirine kardeş ve detek olmakla yükümlüdürler. Ve bu maksadın gerçekleşmesine yardımcı olan herşey makbul olduğu gibi, gerçekleşmesine engel olan herşey de mer-duttur, reddedilmiş ve günah sayılmıştır. Ve çok açıktır ki gıybet cemiyette yaygınlaştığında kin, kıskançlık, öfke, düşmanlık ve fesada yol açmaktadır. Toplumda nifak ve ikiyüzlülük tohumları ekmektedir. Birlik ve dayanışma esaslarım yıkmakta ve dinin temellerini sarsmaktadır. Şu halde gayretli ve dindar her müslümanın kendi şahsını ve din kardeşlerini bu fesattan koruması ve kardeşlik bağlarını güçlendirerek buna aykırı durumları engellemeye çalışması gerekir ve eğer, Allah muhafaza, bugüne değin bu kabih duruma sahip ise bundan tevbe etmesi ve gıybetini ettiği kişiden bağışlanma dileyerek İslam dairesine dahil olması lazımdır. "Vallahu 'l-hadî ila sebîlu 'r-reşâd." 4. bölüm Bu Hastalığın Tedavisine Dair Bil ki diğer günahlar gibi bu büyük günah da yararlı ilim ve amel ile tedavi edilebilir. Bunun ilmi yönü, bu günah hakkında düşünmek ve onu doğurduğu kötü sonuçlarla bir bütün halinde ele alarak akıl terazisinde değerlendirip tartmaktır, elbette ki insan kendine düşmanlık edemez. Şu halde bütün masiyetler cehaletten ve sonuçlarından gafil olmaktan kaynaklanmaktadır. Hasiyetlerin tevehhümî yararı ise insanın kısa bir süre için şehvet ve arzusunu tatmin etmesidir. Gıybetin kötü sonuçlarından bir kısmını geçen bölümde gördün. Şimdi de başka bir yönüne kulak ver, ibret al ve mukayese terazisinde tart. Elbette ki bu tefekkür ve muvazenenin yararlı sonuçlan olacaktır. Bil ki gıybetin bu alemdeki sonuçlarından bir tanesi kişinin halkın gözünden düşmesi ve aralarındaki güven hissini yitirmesidir. Çünkü halk fıtraten kemale ve iyiliğe meyillidir. Ve bunlara sevgi duymaktadır. Noksanlık, çirkinlik ve kötülükten de nefret etmektedir. Ve muhakkak ki halkın gıybetini eden ve sağı solu çekiştiren kişileri diğerlerinden ayırmaktadır.Hatta bizzat gıybetçi bile bu günahtan uzak duran kimseleri kendinden üstün görmektedir. Eğer gıybetçi işi aşırıya vardırır ve halkın onur ve namusuna dil uzatırsa Allah Teala onu bu alemde de rezil rüsva edecektir. Ve kişinin, Hak Tela'nın rezil rüsva etmesinden şiddetle kaçınması gerekmektedir, çünkü bunun telafisi mümkün değildir. Hak Teala'nın öfkesinden ona sığınırım. Mü'minlerin onurunu çiğnenmesi ve sırlarını açığa vurulmasının insanı-helake sürüklemesi de mümkündür. Çünkü bu kötü huy nefs-te kök saldığında çok kötü sonuçlar doğurur ki bunlardan bir tanesi de gıybeti edilen kişilere öfke ve kin duyulmasıdır. Bu öfke ve kinin zamanla Hak Teala'ya yönelmesi ve O'ndan da nefret edilmeye başlanması mümkündür. Çünkü insan her zaman düşmanının dostuna da düşmanlık etmeye eğilimli olduğu gibi, düşmanlık ettiği kişinin dostlarından da düşmanlık görme durumundadır. Bir kez de Allah'ın ve meleklerin düşmanlığını kazanarak bu alemden göçtü mü artık onu ebedi bir azap bekleyecektir. Azizim! Allah'ın rahmet ve nimetlerine muhatab olmuş ve İslam ve iman beratlarıyla donanmış Hakk'ın kullarına sevgi duy ve onlara karşı kalben muhabbet besle. Sakın Hakk'm dostlarına düşmanlık etme, çünkü Hak Teala kendi dostunun düşmanının düşmanıdır, seni bu yüzden kendi rahmet kapısından kovacaktır. Allah'ın has kulları halkın arasında saklı durumdadırlar ve senin müminlerin sırlarını açığa vurup onları küçük düşürmeye çalışmanın Allah'ın sırlarını küçük düşürmeye dönüşüp dönüşmeyeceği de bu yüzden belli değildir. Mü'minler Hakk'ın dostlarıdır. Onlara dostluk göstermek Hakka'a dost olmak demek olduğu gibi, onlara düşmanlık etmek de Hakka düşmanlık etmek anlamına gelmektedir. Hakk'm gazabından kork ve ceza günü şefaatçilerin öfkesinden çekin: "Şefaatçileri kendisine hasım olan kişinin vay haline!" Bu masiyetin dünyevî ve uhrevî sonuçlarını biraz düşün. Kabirde ve ahirette kendilerine mübtela olacağın o korkunç suretleri gözünün önüne getirmeye çalış, ashabın (rıd-vanullahi aleyhim) ve tahir imamların (selamullahi aleyhim) kitap ve rivayetlerine başvur ve bu masiyetin sonuçlarının ne kadar büyük bir tehlike arzettiğini gör. Ve birkaç dakika -lık gevezelik ve şehvet tatminini (eğer sonunda kurtulma ümidin varsa) binlerce yıllık azab ve sıkıntıyla karşılaştır. Değilse onu ebedî cehennem azabıyla karşılaştırman gerekecektir, eğer bu dünyadan iman sahibi olarak göç etmezsen. "Neûzu billahi minh." Buna ilaveten eğer sen gıybetini ettiğin kişiye düşman-san, bu düşmanlığının gereği bile onun gıybetini etmemen-dir. Eğer hadislere imanın varsa. Çünkü hadislerde gıybetini ettiğin kişiye seni hasenatının nakledileceği ve onun günahlarının sana yazılacağı belirtilmiştir. Şu halde sen bu yolla ona düşmanlık etmekle aslında kendine düşmanlık etmektesin. O halde bil ki sen Allah'la yarışıp çekişemezsin. Allah Teala senin bu gıybetinle bile o kişiyi halkın arasında aziz etmeye kadirdir. Ve seni gıybetin yüzünden halkın arasında rezil rüsva edebilir. Amel defterini günahlarla doldurabilir. Seni rezil etmişken, gıybetini ettiğin kişinin amel defterini hasenatla doldurabilir ve onu aziz ve saygın kılabilir. O halde ne kadar cebbar biri karşısında diklendiğini bil ve ondan kork. Gıybetin amelî tedavisine gelince. Ne edip edip nefsin bu günahtan arındırılması, dilin gemlerini ele alınması ve bir süre bu durumun sürdürülmeye çalışılması gerekmektedir. Umulur ki inşaallah bir süre sonra nefs ıslah olur ve bu kötü özelliğin kökleri kazınmış olur. Derken yavaş yavaş işin kolaylaşır ve bir süre sonra bu durumdan doğal bir şekilde uzak durduğunu görmüş olursun. Şu halde yapman gereken şey bu durumu terketmektir. 5. bölüm Caiz Olan Durumlarda Bile Gıybete Yanaşılmamasına Dair Bil ki ulema ve fukaha (rıdvanullahi aleyhim) kimi hususları gıybet haramlığının dışında tutmuşlardır ki bunlar on husus kadardır, ama bunları saymaya kalkışmayacağız. Çünkü bu sayfaların konusu işin fıkıh yönü değildir. Burada asıl belirtilmesi gereken şey insanın kendini hiçbir zaman nefsin tuzaklarından korunmuş saymaması, büyük bir dikkat ve ihtiyatla hareket etmesi ve haram sayılmayan sözko-nusu durumlardan birine dahil olmak için mazeret yontmaya kalkışmamasıdır. Nefsin tuzakları oldukça dakiktir.İnsanı şer'î yolla dahi aldatması ve helake sürüklemesi mümkündür. Sözgelimi fa-sıkın gıybetini etmek (arkasından konuşmak) caizdir, hatta kimi durumlarda vaciptir ve "nehyi anil münker"den sayılmaktadır ama kişinin kendi haline dikkat etmesi ve bunu şer'î amaçla mı yoksa şeytanî amaçlamı yaptığını anlaması gerekmektedir. Eğer sözkonusu gıybeti ilahî amaçla yapıyorsa bu, ibadettir, hatta kendisi anlamasa bile gıybeti edilen şahsa halini düzeltmesi için ihsan edilen bir ilahi lütuf ve rahmettir. Ama eğer bu gıybet nefsanî heva ve hevese bulanmış halde yapılıyorsa, halkı küçük düşürme amacı güdüyor-dur ve bu durum nefsin gıybet etmeye alışması sonucunu doğuracaktır. Çünkü nefis şer ve kabahate eğilimlidir. Eğer caiz olan alanlarda arzusuna uygun tarzda hareket etmesine ve sınır tanımamasına göz yumulacak olursa sonunda haram alana yönelmesi mümkündür.Nitekim şüpheli alanlara adım atmak caiz olmasına rağmen makbul değildir. Çünkü onlar haramlara komşudur ve onlara yönelmek kişiyi haram olanlara sürükleyebilir. Bu nedenle de insan bu durumlardan kaçınmalı ve nefsin dizginlerini koparmasına imkan sağlayabilecek hallerden uzak durmaya gayret etmelidir. Evet, gıybetin vacip olduğu durumlarda elbette ki bu vacibin ifa edilmesi gerekir ama bu yapılırken niyetin, nefsin nevasından ve şeytanın aldatmasından arındırılması ve halis tutulması lazımdır. Ama sadece caiz olduğu durumlarda gıybetin terkedilmesi daha evladır. İnsan her caiz işi yapmamalı hele de nefsin ve şeytanı tuzaklarına çok elverişli olan böyle bir durumda çok dikkatli olmalıdır. Rivayetlerde Hz.İsa'nm (selamullahi aleyh) havarileriyle bir köpek leşinin önünden geçtiği aktarılmaktadır. O sırada havariler demiş ki: "Şu leş ne kadar da kötü kokuyor!" Bunun üzerine Hz. isa (as) buyurmuş ki: "Dişleri ne kadar da beyaz." Elbette ki insanlık mürebbilerinin böylesine arınmış bir nefse sahip olması gerekmektedir. Hak Teala'nı bir yaratığından bu şekilde kötü söz edilmesine rıza göstermedi. Onlar onun noksanını gördüler. Ama Hz. İsa güzel yanını onlara hatırlattı. Bir hadiste Hz.İsa'm (as) şöyle buyurduğunu işittim: Pisliğe konan sinek gibi halkın ayıplarına dikkat edip durmayın." Ve Hz. Resul-i Ekrem'in (sav) de şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kendi ayıplanyla meşgul olmanın kendisine başkalarının ayıplanyla uğraşması fırsatı vermediği kimseye ne mutlu!" İyi olan odur ki başkalarının ayıplanyla uğraştığı oranda kendi ayıplarını da görüp uğraşsın. Ne kadar kötüdür ki insan binlerce ayıba sahip olduğu halde hep başkalarının ayıbından söz etsin ve o ayıpları kendi ayıplarına örtü kılsın. Eğer insan bir miktar kendi ayıplarına eğilir ve onları İslah etmeye çalışırsa işleri salih olacaktır. Kendini ayıptan ve kusurdan arınmış sayan kişi cahil ve nadandır. Ve hiçbir ayıp kişinin kendi ayıplarını görmemesinden ve kendisi pek çok ayıba sahip olduğu halde başkalarının ayıplarından söz edip durmasından daha kötü değildir. 6. bölüm Gıybete Kulak Vermenin de Haram Olduğuna Dair Nasıl ki gıybet haramdır,aynı şekilde gıybete kulak vermek de haramlıkta ona ortaktır ve rivayetler, kulak vermenin gıybet etmekle her açıdan aynı kadere sahip olduğunu göstermektedir. "Gıybeti dinleyen de gıybet edenden sayılır." "Gıybete kulak veren de gıybetçidir." Ve pek çok rivayet gıybetin reddedilmesinin vacip olduğunu göstermektedir. "Peygamber-i Ekrem (sav) gıybeti ve gıybete kulak vermeyi nehyettikten sonra buyurdu ki: "Bil ki kim bir mecliste bir kardeşinin gıybetinin edildiğini duyar da o gıybeti reddederse Allah Teala ondan dünya ve ahirette bin şerrin kapısını reddeder, kapatır. Ve eğer gücü yetmesine rağmen onu reddetmezse, kendisine gıybetçinin günahının yetmiş katı yazılır." "Rasul-i Ekrem (sav) Hz. Emirulmüminin Ali'ye (as) vasiyetleri çerçevesinde buyurdu ki: "Ey Ali! Kim yanında bir müslüman kardeşinin gıybeti edildiğinde onu savunabilecek durumdayken savunmazsa Allah Teala onu dünya ve ahirette rezil rüsva eder." "Kim kardeşinin gıybet edilmesine engel olursa Allah onun için bin şer kapısını kapatır. Ama engel olmazsa o da gıybet etmiş gibi sayılır." Büyük alim ve muhakkik ilim ve amel faziletinin sahibi Şeyh Ensarî (rıdvanullahi teala aleyh) buyuruyor ki: "Anlaşıldığı kadarıyla burada sözkonusu olan red biçimi, gıybetten nehyetmekten başka birşeydir ve redden maksat, gıybeti edilen kişiyi yokluğunda destekleyip korumaktır. Şu halde eğer sözkonusu olan ayıp dünyevî bir ayıp ve kusur ise asıl ayıp kusurun Allah Teala'nm ayıp olarak gösterip tanıttığı masiyetler olduğu ve Allah Teala'nm ayıp saymadığı şeylerle kardeşinin ayıplanmaması gerektiğini göstermen gerekir. Veya eğer ayıp dinî ise kardeşini bundan koruman ve kurtarman lazım. Müminler de kimi zaman masiyete mübte-la olabilirler. Eğer bu durumdaki kişi halinden haberdar değil ise ona durumunu hatırlatmak gerekecektir.Bunun yolu da onu ayıplayıp kınamak değil, ona nasihat etmektir. Çünkü senin o ayıplaman ve kınamanın Allah'ın katında onun masiyetinden daha büyük olması da mümkündür." Kimi zaman da dinleyicinin gıybetçiyi engellemek şöyle dursun onu teşvik ettiği de görülmektedir. Ve belki de sözü geçen hadis-i şerifte kendilerinden gıybetçinin günahından yetmiş kat daha günahkar olarak sözedilenler bu tür kişilerdir. "Neuzu billah minh." Bütünleme (Şehid Sani'nin (rahimehullah) Sözleri) Büyük şeyh ve muhakkik şehid Said'in (rıdvanullahi aleyh) bu konuda kimi sözleri var ki biz bu makamı onun sözleriyle tanımlamak istiyoruz. Buyuruyor ki: "Gıybetin en kötü türlerinden biri kimi kişilerin ehli ilim kisvesi içinde bazı şahısları çekiştirip gıybetlerini etmeleridir. Çünkü bu tür kişiler bu fiillerini ilim ve takvanın gereği olarak tanıtabilmektedir. Bunlar gıybet etmekte ve ama sanki gıybetten kaçınıyorlarmış gibi bir tutum sergilemekteler, ama bilmemekteler ki bu tutumlarıyla iki kötülüğü, hem gıybet ve hem de ikiyüzlülüğü bir arada gerçekleş tirmekteler. Böyle kişilerin durumu, yanında birinden sözedilince "Elhamdülillah bir riyaset peşinde değiliz" veya "dünyalık peşinde değiliz" veya "biz filan sıfata sahip değiliz" veya "haya eksikliğinden Allah'a sığınırız" ya da mesela "Allah Teala bizi filan amelden korusun" diyerek o kişiyi ima yoluyla kınayıp gıybetini etmesidir. Hatta kimi zaman sadece "elhamdülillah" diyerek de bu kötü fiil gerçekleştirilebilir. İşte bu, kendini salih amel örtüsüyle örtmüş bir gıybettir." Kimi zaman da gıybete başka türler eklenir ve yükünü daha da ağırlaştırır. Mesela gıybetçi arkasından çekiştirdiği kişiye yanında dostluk gösterisinde bulunur ki, bu rivayetlerde şiddetle kınanmış bir nifak, ikiyüzlülük ve ikidillilik örneğidir: Buyuruyor ki: "Kim müslümanlara ikiyüzlülük ve ikidillilik ederse, kıyamet günü ateşten, iki dilli olarak halkedile-cektir." İşte ahiret aleminde bu kötü amelin ve bu nifakın sureti ve sonucu budur. Dilimin ve nefs-i emmarenin şerrinden Allah Teala'ya sığınırım. 'Yelhamdu lillahi evvelen ve ahiren." |
Gıybet Ve Nemime (Söz Taşıma) Hakkında Gıybet Ve Nemime (Söz Taşıma) Hakkında konusunda 1 sayfada 9 kayitli hadis var Fasil : GIYBET VE NEMİME BÖLÜMÜ Konu : Gıybet Ve Nemime (Söz Taşıma) Hakkında Ravi : Ebu Hüreyre Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?" "Allah ve Resulü daha iyi bilir!" dediler. Bunun üzerine: "Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır!" açıklamasını yaptı. Orada bulunan bir adam: "Ya benim söylediğim onda varsa, (Bu da mı gıybettir?) dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış oldun. Eğer söylediğin onda yoksa bir de bühtanda (iftirada) bulundun demektir." HadisNo : 4321 Fasil : GIYBET VE NEMİME BÖLÜMÜ Konu : Gıybet Ve Nemime (Söz Taşıma) Hakkında Ravi : Aişe Hadis : "Ey Allah`ın Resulü, sana Safiyye`deki şu şu hal yeter!" demiştim. (Bundan memnun kalmadı ve): "Öyle bir kelime sarfettin ki, eğer o denize karıştırılsaydı (denizin suyuna galebe çalıp) ifsad edecekti" buyurdu. Hz. Aişe ilaveten der ki: "Ben Resulullah (sav)`a bir insanın (tahkir maksadıyla) taklidini yapmıştım. Bana hemen şunu söyledi: "Ben bir başkasını (kusuru sebebiyle söz ve fiille) taklid etmem. Hatta (buna mukabil) bana, şu şu kadar (pek çok dünyalık) verilse bile." HadisNo : 4322 Fasil : GIYBET VE NEMİME BÖLÜMÜ Konu : Gıybet Ve Nemime (Söz Taşıma) Hakkında Ravi : Enes Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "Mirac gecesinde, bakır tırnakları olan bir kavme uğradım. Bunlarla yüzlerini (ve göğüslerini) tırmalıyorlardı. "Ey Cebrail! Bunlar da kim?" diye sordum: "Bunlar," dedi, "insanların etlerini yiyenler ve ırzlarını (şereflerini) payimal edenlerdir." HadisNo : 4323 Fasil : GIYBET VE NEMİME BÖLÜMÜ Konu : Gıybet Ve Nemime (Söz Taşıma) Hakkında Ravi : Müstevred Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kim bir müslüman(ı gıybet ve şerefini payimal etmek) sebebiyle tek lokma dahi yese, Allah ona mutlaka onun mislini cehennemden tattıracaktır. Kime de müslüman bir kimse(ye yaptığı iftira, gıybet gibi bir) sebeple (mükafaat olarak) bir elbise giydirilse, Allah Teala Hazretleri mutlaka, onun bir mislini cehennemden ona giydirecektir. Kim de (malı, makamı olan büyüklerden) bir adam sebeiyle bir makam elde eder (orada salah ve takva sahibi bilinerek para ve makama konmak için riyakarlıklara girer)se Allah Teala Hazretleri Kıyamet günü onu mürdiler makamına oturtarak (rezil eder ve mürdilere münasib azabla azablandırır.)" HadisNo : 4324 Fasil : GIYBET VE NEMİME BÖLÜMÜ Konu : Gıybet Ve Nemime (Söz Taşıma) Hakkında Ravi : Said İbnu Zeyd Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "Ribanın en kötüsün haksız yere müslümanın ırzını (manevi şahsiyetini) rencide etmektir." HadisNo : 4325 Fasil : GIYBET VE NEMİME BÖLÜMÜ Konu : Gıybet Ve Nemime (Söz Taşıma) Hakkında Ravi : Muaz İbnu Esed el-Cüheni Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kim bir mü`mini bir münafığa (gıybetçiye) karşı himaye ederse, Allah da onun için Kıyamet günü, etini cehennem ateşinden koruyacak bir melek gönderir. Kim de müslümana kötülenmesini dileyerek bir iftira atarsa, Allah onu, kıyamet günü, cehennem köprülerinden birinin üstünde, söylediğinin (günahından paklanıp) çıkıncaya kadar hapseder." HadisNo : 4326 Fasil : GIYBET VE NEMİME BÖLÜMÜ Konu : Gıybet Ve Nemime (Söz Taşıma) Hakkında Ravi : Cabir Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "Ne fasık ne de mücahir (günahı açıktan işleyen) kimse için söylenen gıybet sayılmaz. Mücahir olan hariç, bütün ümmetim affa mazhar olmuştur." [Rezin ilavesidir. Buhari`de ikinci kısım mevcuttur. Edeb, 60] HadisNo : 4327 Fasil : GIYBET VE NEMİME BÖLÜMÜ Konu : Gıybet Ve Nemime (Söz Taşıma) Hakkında Ravi : Huzeyfe Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kattat (söz taşıyan) cennete girmeyecektir." [Müslim`in rivayetinde "nemmam cennete girmeyecektir" şeklinde gelmiştir.] HadisNo : 4328 Fasil : GIYBET VE NEMİME BÖLÜMÜ Konu : Gıybet Ve Nemime (Söz Taşıma) Hakkında Ravi : İbnu Mes`ud Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "Bana kimse ashabımın birinden (canımı sıkacak bir ) şey getirmesin. Zira ben, sizin karşınıza, içimde hiç bir şey olmadığı halde çıkmak istiyorum." HadisNo : 4329 |
dedikodu-gıybet-zan hucurat 11. Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte onlar zalimlerdir. 12. Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir. -- "Gıybet, kardeşini hoşuna gitmeyecek şekilde anmandır" (Tirmizî, Birr, 23; Dârimî, Rikat, 6; Mâlik, Muvatta, Kelâm,10; Ahmed b. Hanbel, II, 384, 386). - "Ey kalbiyle değil, sadece diliyle iman edenler topluluğu! Müslümanların gıybetini yapmayınız, ayıplarını araştırmayınız. Zira kim kardeşinin ayıp ve kusurlarını araştırırsa Allah do onun kusurlarını araştırır. Allah, kimin kusurunu araştırırsa onu evinin içinde bile olsa rezil ve rüsva eder." (Ebû Dâvud, İbn Ebî Dünya). Bir kimse yanında hakarete maruz kalan bir mümine gücü yettiği halde yardım etmezse, Allah o kimseyi kıyâmet gününde insanların önünde rezil eder" (Tebarâni). Gıybetin sebepleri: 1. İntikam duygusunu tatmin, 2. Arkadaşlara muvafakat, 3. Gösteriş ve büyüklük; başkalarını küçültme, kendini büyütme, 4. Kıskançlık, 5. Hoşça vakit geçirmek, güldürmek için başkalarının ayıp ve kusurlarının ortaya serilmesi, 6. Küçük düşürmek için alay (Gazzâlî, İhyâu Ulûmiddin, Trc: Ali Arslan, İstanbul 19'72; VI, 522 vd). |
Cvp: dedikodu-gıybet-zan kulis yapmak ta gıybete girermi aceba ? |
Cvp: dedikodu-gıybet-zan Önemli olan amaçtır eğer bir araya gelen kişiler görev amaçlı bir mevzu doğrultusunda istişare çizgisinde fikir alışverişinde bulunurlarsa gıybetten çıkar diye düşünüyorum... |
Cvp: dedikodu-gıybet-zan fikir alışverişi gıybet değildir demek için yapılan o alışverişte gaib kişilerin hakkında hoşlanmayacağı şeyleri konuşmamanız lazım.. yoksa ben mi yanlış biliyorum gıybet in tanımını ? -- veyl o kimselere ki arkadan çekiştirirler.. |
Cvp: dedikodu-gıybet-zan Gıybet "Sekunî diyor ki: "Hz. Sadık (as) Resul-i Ekrem'in (sallal-lahu aleyhi ve alihi) şöyle buyurduğunu söyledi: "Gıybet, müslüman kişinin dininde yemeğin midesinde yaptığı etkiden daha hızlı bir etki yapar." Ve dedi ki: Resul-i Ekrem (sav) şöyle buyurdu: "Namazı beklemek üzere mescidde oturmak bir başka sonuç doğurmadığı sürece ibadettir." Denildi ki: "Ya rasulallah! Hangi sonucu doğurmadığı sürece?" Buyurdu ki: "Gıybeti." 1. bölüm (Gıybetin Tanımına Dair) Kafi, C 2., Kitabu'1-İman ve'1-Kufr, Babu'l-Gıybe ve'I-Biht, 1. hadis. Bil ki fukaha (rızvanullahı aleyhim ecmaîn) gıybeti pek çok tarzda tanımlamışlardır. Biz bu tanımları ayrıntılı bir şekilde tartışıp değerlendirmek yerine, özet bir şekilde ele alacağız. Muhakkik Şeyh Şehid buyuruyor ki: Gıybetin iki tanımı vardır. Fukaha arasında en meşhur tanım olan birincisi: şöyledir: "Gıybet, bir kişi hakkında onun bulunmadığı bir yerde hoşlanmayacağı şeyler söylemek, kınamak ve kötülemek maksadıyla onu halk arasında hoş karşılanmayacak şeylerle nitelemektir. İkinci tanımın özet anlamı da şudur: Gıybet, nisbet edilmesi hoşa gitmeyecek şeyler hakkında uyarıda bulunmaktadır. İkinci tanım birincisinden daha geneldir. Hz. Ebu Zer diyor ki: "Dedim ki: Ya Rasulallah, gıybet nedir? Buyurdu: "Kardeşinden hoşlanmayacağı bir şekilde söz etmendir." Dedim ki: Ya Rasulallah! Eğer o kişi sözünü ettiğim hususiyete sahip olas da mı? Buyurdu: "Eğer sahip ise , bu gıybettir, yok eğer sahip değilse bu durumda iftira etmiş olursun." (*) Ve yine rivayet edilmiştir ki: "Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuZ? Dediler: Allah ve rasulü daha iyi bilir. Dedi: Kardeşini onun hoşuna gitmeyecek şekilde anmandır..." (**) Ayrıca rivayetlerde şu husus da belirtilmiştir: "Gıybet zinadan beterdir." Dedim: Niçin ya Rasulallah? Dedi: Çünkü kişi zina edip de bundan tevbe ettiğinde Allah onu bağışlar, oysa gıybet, giybeti edilen kişi bağışlamadıkça bağışlama değildir." (*) (*) Vesâil eş-Şîa, C 8, h. 16312. (**) el-Mehaccetu el-Beyza, C 5, s. 256. Buradan anlaşılan odur ki burada kasıt sözkonusudur. Değilse, sırf merhamet ve uyarı maksadıyla sözünü etmek gıybet ve kişinin etini yemiş olmak değildir. Bu durum Ai-şe'in şu rivayetinde de görülmektedir: "Diyor ki: "Bize bir kadın geldi. Yüzünü çevirince elimle onun kısa boylu olduğunu işaret ettim. Rasulullah (sallalla-hu aleyhi ve alihi buyurdu ki: "Onun gıybetini ettin." (**) Şu halde gıybet etmiş sayılmak için illa da bunu sözle gerçekleştirmiş olmak gerekmez. Her ne kadar gıybet genellikle sözlerle gerçekleştiriliyorsa da aym maksadı işaret ve ima yoluyla da gerçekleştirmek mümkündür. Geriye başka bir husus kaldı. Rivayetlerden anlaşıldığı üzere müminlerin sırlarını ifşa etmek de haramdır. Yani ister ahlakî, ister yaratışsal ve amelî olsun müminlerin saklı kalmış, açığa çıkmamış kusurlarının açıklanıp ifşa edilmesi haramdır. Ancak bu durum kişinin noksanlarını açığa vurup onu küçük düşürmeye yönelik olduğundan böyledir. Değilse, şer'an açıklanıp ifşa edilmesi gereken suçların ortaya çıkarılmaması ve gizlenmesi haramdır. Ve bu durum gıybet prensiplerinin çiğnenmesi anlamına gelmemektedir. Ayrıca, müminlerin noksanlarım açığa vurmanın, velev küçük düşürme amacı taşmmasa da haram olması mümkündür. Ama bu hususta ayrıntıya girmek konumuzun çerçevesini aşmaktadır. (*) Vesâil eş-Şîa, C 8, h 16312. (**) Cami es-Se'adât, c 2, s. 294. 2. bölüm (Gıybetin Haramlığma Dair) Bil ki gıybet icmaen haramdır, fıkhın zorunlulukların-dandır ve gıybet kötü özelliklerin başında gelir, ama bu hususun ayrıntılarına girmek bu sayfaların kapsamı dışında kalmaktadır. Burada asıl üzerinde durulması gereken şey bu günahın fesadından sözetmek ve Allah'ın izniyle bu günaha bulaşmamamız için veya eğer bulaşırsak derhal tevbe edip geri dönmemiz ve bu büyük günahla ahiret alemine intikal etmememiz için gıybetin sonuçlarını anlatmaktır ki bu günahın uhrevî ve melekutî sureti oldukça korkunç ve çirkin bir surettir ve bedenî azabın dışında ayrıca kişiyi enbiya ve mu-karreb meleklerin huzurunda rezil de etmektedir. Allah Teala Kitab-ı Kerim'inde bu günahın melekutî suretini ifade etmiş ve hadis-i şeriflerde de bu durumdan söze-dil mistir. Allah Teala buyuruyor ki: "Biriniz diğerinizin gıybetini etmesin. Hanginiz ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever? Bundan iğrendiniz değil mi ? Bizler, amellerimizin öbür alemde bu suretlerle bize geri döneceğinden gafiliz. Bu amelin leş yemek suretine sahip olduğunu bilmiyoruz. Bu günahı işleyen kişi, leş yiyen bir köpek gibi cehennemde leş yeme suretiyle yüzyüze gelecektir. "Rasulullah (sallalahu aleyhi ve alihi) zina ettiğinden ötürü bir adamı recmetti. Orada bulunanlardan biri arkadaşına: "Bu adam köpek gibi bulunduğu yerde öldürüldü" dedi. Bunun üzerine Resul-i Ekrem (sav) bu iki adama nefret ve iğrenmeyle yöneldi ve onlara buyurdu ki: "Haydi dişlerinizle bu leşten parçalar kopartın." Arz ettiler ki: "Ya rasulullah! Yani ölünün etinden mi yiyelim" Buyurdu ki: "Kardeşinizden size erişen şey, ölü eti yemekten daha iğrendiricidir." Evet, Resul-i Ekrem (sav) basiret nurunun verdiği güç ile o kişilerin amellerinin leş yemekten daha iğrenç olduğunu görüyordu. Başka bir rivayette de gıybet edicinin kıyamet günü kendi etini yiyeceği ifade edilmiştir. Ayrıca Vesail'de senedi Hz. Emir'e (Ali)) ulaşan bir hadiste de şöyle buyurulmaktadır: "Nuf diyor ki: "Mevla (Ali) (as) Hazretlerine dedim ki: "Bana nasihatta bulun". Buyurdu ki: "Gıybetten uzak dur, çünkü gıybetçi ateş köpeklerinin yiyeceğidir." Sonra da buyurdu ki: "Ey Nuf, helalzade olduğunu sanıp da insanların beden etini gıybet yoluyla yiyen kişi (bu sanısında) yalancıdır." Ve bu rivayetler arasında çelişki sözkonusu değildir. Bütün bunların gerçekleşmesi mümkündür. Hem murdar et yiyebilir, hem de kendi etinden yiyebilir, hem murdar şeyler yiyen bir köpek olabilir ve hem de cehennem köpeklerinin yediği bir leşe dönüşebilir. Çünkü o alemde suretler faaliyetlere bağlıdır ve bir varlığın pek çok suretlere sahip olması mümkündür. "Buyurdu ki: "Kardeşinin gıybetini edip gizlisini açığa vuran kişi attığı ilk adımda cehenneme yuvarlanır ve Allah Te-ala onun gizlisini halk arasında açığa vurur." Bunlar Hak Teala'nın onu kulları arasında rezil rüsva edeceği ahiret ve cehennemdeki durumudur. (*) El-Miheccet el-Beyzâ, C 5, s. 253. (**) Vesâil eş-Şîa, C 8, h. 16319. Vesail'de senedi Hz. Sadık'a (as) ulaşan bir rivayette Hz. Rasul'ün (sav) şöyle buyurduğu belirtilmektedir: "Rasul-i Ekrem (sav) buyurdu ki: "Bir müslümanm gıybetini yapan kişinin orucu batıl olur, abdesti bozulur ve kıyamet günü ağzından leş kokusundan daha iğrenç bir koku olduğu halde çıkagelir. Orada bulunanlar kendisinden eziyet çeker ve eğer bu durumdan tevbe etmeden ölürse, Allah'ın haram kıldığı birşeyi helal saymış olarak ölür." (*) Kaldı ki bu durum, ölümden önceki durumdur ve bu durumuyla rezil rüsva ve kafir sayılmaktadır. Çünkü Allah'ın haram şeyi helal sayan kişi kafirdir. Böyle birinin berzahtaki durumuna ilişkin olarak da Ra-sulullah'tan (sav)şu rivayet gelmiştir: "Enes b. Malik diyor ki: "Rasulullah (sav)k buyurdu ki: "Miraç gecesi yüzlerin tırnaklarıyla yırtan bir topluluğun yanından geçtim. Cebrail'den bunların kimler olduğunu sordum. Dedi ki: "Bunlar insanların gıybetini yapan kişilerdir." Şu halde demek ki gıybetçi kişi berzahta rezil rüsvadır ve cehennemde de bu rezil rüsvalığı devam edecektir. Hatta bazı açılardan o rezilliğin etkileri bu dünyada da görülmektedir. Nitekim Kafî'de yer alan bir hadis-i şerifte bu duruma işaret edilmektedir: "Hz. Sadık (as) Hz.Rasul un (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Ey diliyle müslüman olduğunu ifade ettiği halde henüz kalben iman getirmemiş olanlar! Müslümanları kötüleyip çekiştirmeyin ve onların gizli kabahatlerini araştırmayın, çünkü onların gizlilerini araştıranın Allah gizlilerini araştırır ve Allah'ın gizlilerini araştırdığı kişi velev evinden dışarı çıkmasa bile rezil rüsva olur.1' (*) Kafi'de senedi Hz.Bakır el-Ulûm'a (as) ulaşan bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır: "Hz. Bakır (as) buyurdu ki: "Resul-i Ekrem (sav) miraç sırasında arzetti ki: "Ya rabbi! Senin katında müminin durumu nedir?" Buyurdu ki: "Ey Muhammedi Benim dostuma hakaret eden kişi muhakkak ki bana karşı savaş açmış demektir. Ve ben dostlarıma yardıma koşmakta herşeyden daha hızlı ve seriyim." (**) (*) El-Mıhaccet el-Beyzâ, C 5., s 251. (**) El-Mıhaccet el-Beyzâ, C 5., s 251. Ve bu hususta daha pek çok hadis mevcuttur. Şeyh Sadûk, senedi Hz. Sadık'a (as) ulaşan bir hadis-i şerifte şöyle buyrulduğunu rivayet etmektedir: "Onun (yani kendi inancında kötü bir durumu olsa bile zahirde setr ve adalet ehli olan birinin) gıybetini yapan kişi Allah'ın velayeti altından çıkıp şeytanın velayeti altına girer." Malumdur ki Hakk'ın velayetinden çıkıp şeytanın velayeti altına giren kişi kurtuluş ve iman ehli olamaz. Nitekim Is-hak İbn Ammar'm rivayet ettiği yukarıdaki hadiste gıybetçinin islamının lisanî islam olduğu ve henüz kalben iman etmiş biri olmadığı buyrulmuştur. Bilindiği gibi, Allah Tea-la'ya iman eden ve hesap gününe inanıp yaptıklarının karşılığını mutlaka göreceğini bilen birinin böylesine kınanmış bir amele yönelmesi mümkün değildir. Şu halde eğer böyle bir amele yöneldiğimizi görüyorsak bilelim ki iman henüz kalbimizde yer etmiş değildir. Eğer iman kalbe yerleşirse ameller İslah olur. Etkisi bütün amellere, zahire ve batma sirayet eder. Şu halde batım tedavi etmek ve kalb hastalığına çare aramak gerekir.Hadis-i şeriflerden anlaşıldığı üzere, nasıl ki iman gevşekliği ve ihlassızlık ahlakî ve amelî fesatlara yol açıyorsa, ahlakî ve amelî fesatlar da imanın zayıflamasına ve ihlassızlığın artmasına sebep olmaktadır. Ve bil ki gıybet masiyeti başka bir açıdan da sair masiyetlerden daha şiddetli ve etkileri daha fazladır. Bu açıdan bu hususta hu-kukullaha ilaveten hukukunnâs'ın (insanların hakkının) da sözkonusu olması ve Hak Teala'nın gıybeti yapılmış kişi bağışlamadıkça gıybetçiyi bağışlamayacağıdır. Nitekim bu husus pek çok kanaldan bir çok hadis-i şerifte ifadesini bulmuştur: "Resul-i Ekrem (sav) Hz. Ebu Zer'e (rıdvanullahi aleyh) vasiyeti çerçevesinde buyuruyorlar ki: "Gıybetten kork, çünkü gıybet zinadan daha tehlikelidir." Arzettim ki: "Niçin ya Rasululluh* Buyurdu ki: "Çünkü zina eden kişi tevbe ettiğinde Allah Teala tevbesini kabul eder ama gıybeti yap;ılan kişi bağışlamadıkça Allah gıybetçiyi bağışlamaz." Aynı hadis bu haliyle veya buna yakın ifadelerle ilel ve Hisal'da ve Mucme'l-Beyân'da da yer almaktadır. Ve eğer, Allah göstermesin, kişi üzerinde kul hakkı bulunduğu halde bu dünyadan göçerse durumu oldukça tehlikelidir. Hukuk-ilahîde kişinin durumu öfke, kin ve düşmanlık gütmeyen Ha-lik-i Rahîm'in merhametine kalmıştır ama eğer kullarının hakları çiğnenirse, bu durumda olmayan ve belki de hakkından asla vazgeçmeyecek birine çatmak mümkündür. Şu halde insan kendine çok dikkat etmek zorundadır, çünkü durum çok tehlikelidir. Ve gıybetle ilgili hadis-i şerifler bu sayfaların alamayacağı kadar çoktur. Bu nedenle de küçük bir bölümünün zikriyle yetiniyoruz. "Hz. Resul-i Ekrem (sav) bir hutbesinde aşağıdaki hadiste yer aldığı üzere faizden sözedip çok kötü birşey olduğunu ifade ederek buyurdular ki: "Faizin bir dirhemi otuzaltı zinadan daha beterdir ama faizden de daha beteri müslümanı küçük düşürüp tahkir etmektir." "Kulun hasenatını yakıp kül etmede gıybet, kuru şeyleri yakan kül eden ateşten daha etkilidir." "Resul-i Ekrem (sav) buyuruyor ki: "Kıyamet günü bir şahıs Hakk'm huzuruna getirilir ve eline amel defteri verilir. Ama işlediği hasenatı defterinde göremez. Bunun üzerine der ki: "Ya rabbi! Bu benim defterim değil.Hasenatımı içinde göremiyorum." Kendisine denilir ki: "Muhakkak ki rabbin yamlgan ve unutkan değildir. Senin amellerin halkın gıybetini etmenden ötürü kayboldu." Ardından bir başkası huzura getirilip kendisine amel defteri verilir. O şahıs defterinde işlemediği hasenatın kayıtlı olduğunu görür. Bunun üzerine der ki: "Ya rabbi! Bu benim defterim değil. Çünkü ben bu amelleri işlemedim." Ona denilir ki: "Filan kişi senin gıybetini etmişti. Bu nedenle de onun hasenatı sana yazıldı." "Peygamber (sav) buyuruyor ki: "Küfrün ilk aşaması kişinin kardeşinden birşey duyup da o sözü başkalarına söyleyerek kardeşini küçük düşürmeye çalışmasıdır. Böyle kimseler için hiçbir nasip ve hisse yoktur." Bunlar da baba ilişkin rivayetlerdir ama aynı doğrultuda başka bablarda da rivayetler mevcuttur. Gıybetle aynı kefede yer alan ve benzer ceza ve kınamalara muhatap olan o rivayetler, mümine hakaret etmek ve benzeri bablarda yer almaktadır ki bu hususların her biri tek başına insanın helakine yol açabilecek şeylerdir. Herbiri hakkındaki rivayet ve haberlerin bir teki bile havsalanın alamayacağı şiddettedir. Ama biz sözü uzatmamak için bu kadarla yetiniyoruz. 3. bölüm Gıybetin Toplumsal Zararlarına Dair Bu büyük günah ve masiyet, iman ve ahlakın, zahir ve batının fesada uğratıcısı olmasına ve insanı dünyada ve ahi-rette rezil rüsva etmesine ilaveten bu rezalet aynı zamanda toplumsal fesada da yol açmakta ve bu açıdan pek çok fesattan daha kötü ve çirkin bir yapı arzetmektedir. Şeriatlerin ve büyük peygamberlerin (selamullahi aleyhim) büyük maksatlarından bir tanesi de bizatihi kendisi müstakil bir maksat olmasına ilaveten başka büyük maksatların ve medine-i fazılanm gerçekleşmesine yol açan tev-hid-i kelime, tevhid-i akîde, işlerin önemlilerinde birlik içinde bulunmak ve insanlığın fesadına ve medine-i fazıla'nm yıkılmasına ebep olan haksızlık ve zulümlere karşı çıkmaktır. Toplumun ve bireyin ıslahı olan bu büyük maksat ise ancak vahdet, gönül birliği, kardeşlik ve toplum bireylerinin yek vücut olması, toplumun bir bedene dönüşmesi ve her bireyin bu bedenin bir uzvu olması, toplumun bütün gayret ve çabasının tek ilahi maksat mihveri etrafında dönmesi ve bu yolla toplumun ve bireyin salaha ermesiyle gerçekleşebilir. Ve eğer bir toplumda bu tür bir kardeşlik ve dayamşma gerçekleşirse, o toplum bu özelliğe sahip olmayan bütün topluluklara galebe çalar. Nitekim İslam tarihine ve özellikle de İslam savaş tarihine müracaat edilmesi bunun böyle olduğunu görülmesini sağlayacaktır. Bu ilahi düzenin ilk günlerinde müslümanların arasında sınırlı oranda bile olsa kardeşlik ve dayanışmanın mevcudiyeti çok büyük fetihlerin gerçekleşmesine yol açtı ve müslümanlar çok kısa bir zaman zarfında en önemlileri İran ve Roma olan zamanın imparatorluklarına galib geldiler. Çok küçük miktarda olmalarına rağmen sınırsız topluluklara galebe çaldılar. Peygamber-i Ekrem daha ilk dönemde müslümanların birbirine kardeşlik bağıyla bağladı ve bu çaba "Muhakkak ki müminler kardeştir" (*) nas-sıyla müslümanların yekdiğerine kardeş saymasıyla noktalandı. Kafi'de şöyle bir rivayet yer almaktadır: Akarkufi İmam Sadık (as)'dan ashabına şöyle buyurduğunu naklediyor: Takvalı olun birbirinize karşı kardeşçe davranın. Birbirinize katılın ve dost olun. Birbirinizi ziyaret edin ve bizim hakkımızda konuşun ve bunu ihya etmeye çalışın. Hakeza "Müslümanlar birbirine katılmalı yardımlaşmak muhabbet etmeli muhtaçlara yardımcı olmalı ve birbirine karşı merhamteli olmalıdır ki Allah Teala da onlar hakkında "mü'minler birbirlerine karşı şefkatlidir" diye buyurmuştur." Hakeza: "Birbirinizle ilişkiniz olsun. Şefkat ve merlametli olun, sevgili kardeşler olun. Allah da böyle olmanızı emretmiştir. Müslümanlar birbirine dostluk, iyilik ve yakınlık göstermek ve birbirine kardeş ve detek olmakla yükümlüdürler. Ve bu maksadın gerçekleşmesine yardımcı olan herşey makbul olduğu gibi, gerçekleşmesine engel olan herşey de mer-duttur, reddedilmiş ve günah sayılmıştır. Ve çok açıktır ki gıybet cemiyette yaygınlaştığında kin, kıskançlık, öfke, düşmanlık ve fesada yol açmaktadır. Toplumda nifak ve ikiyüzlülük tohumları ekmektedir. Birlik ve dayanışma esaslarım yıkmakta ve dinin temellerini sarsmaktadır. Şu halde gayretli ve dindar her müslümanın kendi şahsını ve din kardeşlerini bu fesattan koruması ve kardeşlik bağlarını güçlendirerek buna aykırı durumları engellemeye çalışması gerekir ve eğer, Allah muhafaza, bugüne değin bu kabih duruma sahip ise bundan tevbe etmesi ve gıybetini ettiği kişiden bağışlanma dileyerek İslam dairesine dahil olması lazımdır. "Vallahu 'l-hadî ila sebîlu 'r-reşâd." 4. bölüm Bu Hastalığın Tedavisine Dair Bil ki diğer günahlar gibi bu büyük günah da yararlı ilim ve amel ile tedavi edilebilir. Bunun ilmi yönü, bu günah hakkında düşünmek ve onu doğurduğu kötü sonuçlarla bir bütün halinde ele alarak akıl terazisinde değerlendirip tartmaktır, elbette ki insan kendine düşmanlık edemez. Şu halde bütün masiyetler cehaletten ve sonuçlarından gafil olmaktan kaynaklanmaktadır. Hasiyetlerin tevehhümî yararı ise insanın kısa bir süre için şehvet ve arzusunu tatmin etmesidir. Gıybetin kötü sonuçlarından bir kısmını geçen bölümde gördün. Şimdi de başka bir yönüne kulak ver, ibret al ve mukayese terazisinde tart. Elbette ki bu tefekkür ve muvazenenin yararlı sonuçlan olacaktır. Bil ki gıybetin bu alemdeki sonuçlarından bir tanesi kişinin halkın gözünden düşmesi ve aralarındaki güven hissini yitirmesidir. Çünkü halk fıtraten kemale ve iyiliğe meyillidir. Ve bunlara sevgi duymaktadır. Noksanlık, çirkinlik ve kötülükten de nefret etmektedir. Ve muhakkak ki halkın gıybetini eden ve sağı solu çekiştiren kişileri diğerlerinden ayırmaktadır.Hatta bizzat gıybetçi bile bu günahtan uzak duran kimseleri kendinden üstün görmektedir. Eğer gıybetçi işi aşırıya vardırır ve halkın onur ve namusuna dil uzatırsa Allah Teala onu bu alemde de rezil rüsva edecektir. Ve kişinin, Hak Tela'nın rezil rüsva etmesinden şiddetle kaçınması gerekmektedir, çünkü bunun telafisi mümkün değildir. Hak Teala'nın öfkesinden ona sığınırım. Mü'minlerin onurunu çiğnenmesi ve sırlarını açığa vurulmasının insanı-helake sürüklemesi de mümkündür. Çünkü bu kötü huy nefs-te kök saldığında çok kötü sonuçlar doğurur ki bunlardan bir tanesi de gıybeti edilen kişilere öfke ve kin duyulmasıdır. Bu öfke ve kinin zamanla Hak Teala'ya yönelmesi ve O'ndan da nefret edilmeye başlanması mümkündür. Çünkü insan her zaman düşmanının dostuna da düşmanlık etmeye eğilimli olduğu gibi, düşmanlık ettiği kişinin dostlarından da düşmanlık görme durumundadır. Bir kez de Allah'ın ve meleklerin düşmanlığını kazanarak bu alemden göçtü mü artık onu ebedi bir azap bekleyecektir. Azizim! Allah'ın rahmet ve nimetlerine muhatab olmuş ve İslam ve iman beratlarıyla donanmış Hakk'ın kullarına sevgi duy ve onlara karşı kalben muhabbet besle. Sakın Hakk'm dostlarına düşmanlık etme, çünkü Hak Teala kendi dostunun düşmanının düşmanıdır, seni bu yüzden kendi rahmet kapısından kovacaktır. Allah'ın has kulları halkın arasında saklı durumdadırlar ve senin müminlerin sırlarını açığa vurup onları küçük düşürmeye çalışmanın Allah'ın sırlarını küçük düşürmeye dönüşüp dönüşmeyeceği de bu yüzden belli değildir. Mü'minler Hakk'ın dostlarıdır. Onlara dostluk göstermek Hakka'a dost olmak demek olduğu gibi, onlara düşmanlık etmek de Hakka düşmanlık etmek anlamına gelmektedir. Hakk'm gazabından kork ve ceza günü şefaatçilerin öfkesinden çekin: "Şefaatçileri kendisine hasım olan kişinin vay haline!" Bu masiyetin dünyevî ve uhrevî sonuçlarını biraz düşün. Kabirde ve ahirette kendilerine mübtela olacağın o korkunç suretleri gözünün önüne getirmeye çalış, ashabın (rıd-vanullahi aleyhim) ve tahir imamların (selamullahi aleyhim) kitap ve rivayetlerine başvur ve bu masiyetin sonuçlarının ne kadar büyük bir tehlike arzettiğini gör. Ve birkaç dakika -lık gevezelik ve şehvet tatminini (eğer sonunda kurtulma ümidin varsa) binlerce yıllık azab ve sıkıntıyla karşılaştır. Değilse onu ebedî cehennem azabıyla karşılaştırman gerekecektir, eğer bu dünyadan iman sahibi olarak göç etmezsen. "Neûzu billahi minh." Buna ilaveten eğer sen gıybetini ettiğin kişiye düşman-san, bu düşmanlığının gereği bile onun gıybetini etmemen-dir. Eğer hadislere imanın varsa. Çünkü hadislerde gıybetini ettiğin kişiye seni hasenatının nakledileceği ve onun günahlarının sana yazılacağı belirtilmiştir. Şu halde sen bu yolla ona düşmanlık etmekle aslında kendine düşmanlık etmektesin. O halde bil ki sen Allah'la yarışıp çekişemezsin. Allah Teala senin bu gıybetinle bile o kişiyi halkın arasında aziz etmeye kadirdir. Ve seni gıybetin yüzünden halkın arasında rezil rüsva edebilir. Amel defterini günahlarla doldurabilir. Seni rezil etmişken, gıybetini ettiğin kişinin amel defterini hasenatla doldurabilir ve onu aziz ve saygın kılabilir. O halde ne kadar cebbar biri karşısında diklendiğini bil ve ondan kork. Gıybetin amelî tedavisine gelince. Ne edip edip nefsin bu günahtan arındırılması, dilin gemlerini ele alınması ve bir süre bu durumun sürdürülmeye çalışılması gerekmektedir. Umulur ki inşaallah bir süre sonra nefs ıslah olur ve bu kötü özelliğin kökleri kazınmış olur. Derken yavaş yavaş işin kolaylaşır ve bir süre sonra bu durumdan doğal bir şekilde uzak durduğunu görmüş olursun. Şu halde yapman gereken şey bu durumu terketmektir. 5. bölüm Caiz Olan Durumlarda Bile Gıybete Yanaşılmamasına Dair Bil ki ulema ve fukaha (rıdvanullahi aleyhim) kimi hususları gıybet haramlığının dışında tutmuşlardır ki bunlar on husus kadardır, ama bunları saymaya kalkışmayacağız. Çünkü bu sayfaların konusu işin fıkıh yönü değildir. Burada asıl belirtilmesi gereken şey insanın kendini hiçbir zaman nefsin tuzaklarından korunmuş saymaması, büyük bir dikkat ve ihtiyatla hareket etmesi ve haram sayılmayan sözko-nusu durumlardan birine dahil olmak için mazeret yontmaya kalkışmamasıdır. Nefsin tuzakları oldukça dakiktir.İnsanı şer'î yolla dahi aldatması ve helake sürüklemesi mümkündür. Sözgelimi fa-sıkın gıybetini etmek (arkasından konuşmak) caizdir, hatta kimi durumlarda vaciptir ve "nehyi anil münker"den sayılmaktadır ama kişinin kendi haline dikkat etmesi ve bunu şer'î amaçla mı yoksa şeytanî amaçlamı yaptığını anlaması gerekmektedir. Eğer sözkonusu gıybeti ilahî amaçla yapıyorsa bu, ibadettir, hatta kendisi anlamasa bile gıybeti edilen şahsa halini düzeltmesi için ihsan edilen bir ilahi lütuf ve rahmettir. Ama eğer bu gıybet nefsanî heva ve hevese bulanmış halde yapılıyorsa, halkı küçük düşürme amacı güdüyor-dur ve bu durum nefsin gıybet etmeye alışması sonucunu doğuracaktır. Çünkü nefis şer ve kabahate eğilimlidir. Eğer caiz olan alanlarda arzusuna uygun tarzda hareket etmesine ve sınır tanımamasına göz yumulacak olursa sonunda haram alana yönelmesi mümkündür.Nitekim şüpheli alanlara adım atmak caiz olmasına rağmen makbul değildir. Çünkü onlar haramlara komşudur ve onlara yönelmek kişiyi haram olanlara sürükleyebilir. Bu nedenle de insan bu durumlardan kaçınmalı ve nefsin dizginlerini koparmasına imkan sağlayabilecek hallerden uzak durmaya gayret etmelidir. Evet, gıybetin vacip olduğu durumlarda elbette ki bu vacibin ifa edilmesi gerekir ama bu yapılırken niyetin, nefsin nevasından ve şeytanın aldatmasından arındırılması ve halis tutulması lazımdır. Ama sadece caiz olduğu durumlarda gıybetin terkedilmesi daha evladır. İnsan her caiz işi yapmamalı hele de nefsin ve şeytanı tuzaklarına çok elverişli olan böyle bir durumda çok dikkatli olmalıdır. Rivayetlerde Hz.İsa'nm (selamullahi aleyh) havarileriyle bir köpek leşinin önünden geçtiği aktarılmaktadır. O sırada havariler demiş ki: "Şu leş ne kadar da kötü kokuyor!" Bunun üzerine Hz. isa (as) buyurmuş ki: "Dişleri ne kadar da beyaz." Elbette ki insanlık mürebbilerinin böylesine arınmış bir nefse sahip olması gerekmektedir. Hak Teala'nı bir yaratığından bu şekilde kötü söz edilmesine rıza göstermedi. Onlar onun noksanını gördüler. Ama Hz. İsa güzel yanını onlara hatırlattı. Bir hadiste Hz.İsa'm (as) şöyle buyurduğunu işittim: Pisliğe konan sinek gibi halkın ayıplarına dikkat edip durmayın." Ve Hz. Resul-i Ekrem'in (sav) de şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kendi ayıplanyla meşgul olmanın kendisine başkalarının ayıplanyla uğraşması fırsatı vermediği kimseye ne mutlu!" İyi olan odur ki başkalarının ayıplanyla uğraştığı oranda kendi ayıplarını da görüp uğraşsın. Ne kadar kötüdür ki insan binlerce ayıba sahip olduğu halde hep başkalarının ayıbından söz etsin ve o ayıpları kendi ayıplarına örtü kılsın. Eğer insan bir miktar kendi ayıplarına eğilir ve onları İslah etmeye çalışırsa işleri salih olacaktır. Kendini ayıptan ve kusurdan arınmış sayan kişi cahil ve nadandır. Ve hiçbir ayıp kişinin kendi ayıplarını görmemesinden ve kendisi pek çok ayıba sahip olduğu halde başkalarının ayıplarından söz edip durmasından daha kötü değildir. 6. bölüm Gıybete Kulak Vermenin de Haram Olduğuna Dair Nasıl ki gıybet haramdır,aynı şekilde gıybete kulak vermek de haramlıkta ona ortaktır ve rivayetler, kulak vermenin gıybet etmekle her açıdan aynı kadere sahip olduğunu göstermektedir. "Gıybeti dinleyen de gıybet edenden sayılır." "Gıybete kulak veren de gıybetçidir." Ve pek çok rivayet gıybetin reddedilmesinin vacip olduğunu göstermektedir. "Peygamber-i Ekrem (sav) gıybeti ve gıybete kulak vermeyi nehyettikten sonra buyurdu ki: "Bil ki kim bir mecliste bir kardeşinin gıybetinin edildiğini duyar da o gıybeti reddederse Allah Teala ondan dünya ve ahirette bin şerrin kapısını reddeder, kapatır. Ve eğer gücü yetmesine rağmen onu reddetmezse, kendisine gıybetçinin günahının yetmiş katı yazılır." "Rasul-i Ekrem (sav) Hz. Emirulmüminin Ali'ye (as) vasiyetleri çerçevesinde buyurdu ki: "Ey Ali! Kim yanında bir müslüman kardeşinin gıybeti edildiğinde onu savunabilecek durumdayken savunmazsa Allah Teala onu dünya ve ahirette rezil rüsva eder." "Kim kardeşinin gıybet edilmesine engel olursa Allah onun için bin şer kapısını kapatır. Ama engel olmazsa o da gıybet etmiş gibi sayılır." Büyük alim ve muhakkik ilim ve amel faziletinin sahibi Şeyh Ensarî (rıdvanullahi teala aleyh) buyuruyor ki: "Anlaşıldığı kadarıyla burada sözkonusu olan red biçimi, gıybetten nehyetmekten başka birşeydir ve redden maksat, gıybeti edilen kişiyi yokluğunda destekleyip korumaktır. Şu halde eğer sözkonusu olan ayıp dünyevî bir ayıp ve kusur ise asıl ayıp kusurun Allah Teala'nm ayıp olarak gösterip tanıttığı masiyetler olduğu ve Allah Teala'nm ayıp saymadığı şeylerle kardeşinin ayıplanmaması gerektiğini göstermen gerekir. Veya eğer ayıp dinî ise kardeşini bundan koruman ve kurtarman lazım. Müminler de kimi zaman masiyete mübte-la olabilirler. Eğer bu durumdaki kişi halinden haberdar değil ise ona durumunu hatırlatmak gerekecektir.Bunun yolu da onu ayıplayıp kınamak değil, ona nasihat etmektir. Çünkü senin o ayıplaman ve kınamanın Allah'ın katında onun masiyetinden daha büyük olması da mümkündür." Kimi zaman da dinleyicinin gıybetçiyi engellemek şöyle dursun onu teşvik ettiği de görülmektedir. Ve belki de sözü geçen hadis-i şerifte kendilerinden gıybetçinin günahından yetmiş kat daha günahkar olarak sözedilenler bu tür kişilerdir. "Neuzu billah minh." Bütünleme (Şehid Sani'nin (rahimehullah) Sözleri) Büyük şeyh ve muhakkik şehid Sani'nin (rıdvanullahi aleyh) bu konuda kimi sözleri var ki biz bu makamı onun sözleriyle tanımlamak istiyoruz. Buyuruyor ki: "Gıybetin en kötü türlerinden biri kimi kişilerin ehli ilim kisvesi içinde bazı şahısları çekiştirip gıybetlerini etmeleridir. Çünkü bu tür kişiler bu fiillerini ilim ve takvanın gereği olarak tanıtabilmektedir. Bunlar gıybet etmekte ve ama sanki gıybetten kaçınıyorlarmış gibi bir tutum sergilemekteler, ama bilmemekteler ki bu tutumlarıyla iki kötülüğü, hem gıybet ve hem de ikiyüzlülüğü bir arada gerçekleş tirmekteler. Böyle kişilerin durumu, yanında birinden sözedilince "Elhamdülillah bir riyaset peşinde değiliz" veya "dünyalık peşinde değiliz" veya "biz filan sıfata sahip değiliz" veya "haya eksikliğinden Allah'a sığınırız" ya da mesela "Allah Teala bizi filan amelden korusun" diyerek o kişiyi ima yoluyla kınayıp gıybetini etmesidir. Hatta kimi zaman sadece "elhamdülillah" diyerek de bu kötü fiil gerçekleştirilebilir. İşte bu, kendini salih amel örtüsüyle örtmüş bir gıybettir." Kimi zaman da gıybete başka türler eklenir ve yükünü daha da ağırlaştırır. Mesela gıybetçi arkasından çekiştirdiği kişiye yanında dostluk gösterisinde bulunur ki, bu rivayetlerde şiddetle kınanmış bir nifak, ikiyüzlülük ve ikidillilik örneğidir: Buyuruyor ki: "Kim müslümanlara ikiyüzlülük ve ikidillilik ederse, kıyamet günü ateşten, iki dilli olarak halkedile-cektir." İşte ahiret aleminde bu kötü amelin ve bu nifakın sureti ve sonucu budur. Dilimin ve nefs-i emmarenin şerrinden Allah Teala'ya sığınırım. |
Gıybet felaketiyle savaş GIYBET FELAKETİYLE SAVAŞ Eğer insanlar gerçekleri açık ve cesur bir ortamda eşit şartlar altında paylaşabilselerdi; yüzlerinden başka, gıyaplarında başka olmasalardı, savaşlar çıkmayacaktı; kavgalara, üzüntülere yer kalmayacaktı Tüm felaketlerin, hatta ebedî kahroluşların ardında, gıybet tohumlarını bulacaksınız Tüm kötülükler, gıybeti de beraberlerinde taşırlar Bu yazımızda şu soruların cevaplarını arayacağız: Gıybet nedir? Gıybet biçimlerini nasıl sınıflandırabiliriz? Gıybet neden ve ne kadar kötüdür? GIYBET TÜRLERİ Burada öylesine gizli, iğrenç ve vebadan hızlı yayılma gücü olan bir hastalıktan söz ediyoruz ki, ondan kurtulmak ancak ısrarlı bir savaşın, derin bir içtenliğin eseri olabilir Gıybet tuzağında tüm iyiliklerinin yok olup olmadığını merak eden, konuşmalarını gözlemlemeli ve gıybet biçimleri üzerinde çok düşünmelidir Aşağıdaki tanımları, temel kaynaklardaki ipuçlarına dayanarak yapılandırdık Konuyu ele alan metinlerde tam olarak bu şekilde oluşturulmuş bir sınıflama mevcut değildir; ama bizim sınıflamamızın içerikleri kaynaklarda vardır: •Alenî sade gıybet: Sevgili Peygamber(asm) gıybeti “Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır!” şeklinde tanımlamış;1 “Din kardeşinin yüzüne karşı söylemediğin şeyi ardından söylemen gıybettir”2 demiştir Bir kişinin gıyabında ondan hoşlanmayacağı şekilde, hakkında doğru olan birşeyi söylemek, alenî gıybetin ta kendisidir Futbolcuların oynama stilleri üzerinde konuşanları dinleyin; sanatçıların özel hayatlarına burunlarını sokan magazin tutkunlarının neler anlattıklarına bakın Komşularınız, eşiniz, dostunuz ve hatta kendi evladınız hakkında gıyaplarında konuşurken hangi üslubu kullandığınıza bakın Çoğu insan, değil gıybet ettiklerini, başkalarından bahsettiklerini bile fark etmiyorlar Siz isimleri geçen insanların yerinde olsaydınız, kendinizden o şekilde söz edilmesinden hoşlanır mıydınız? Eğer hakkında konuştuğunuz kişi huzurda olsaydı, cümlelerinizi, hatta o andaki duruşunuzu değiştirme ihtiyacı duyar mıydınız? Eğer öyleyse—doğruları söylemeniz şartıyla—yaptığınızın adı gıybettir ve bu, gıybetin en sade formudur •İftiralı gıybet: Peygamber (asm) devam eder: “Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış oldun; eğer yoksa bir de iftirada bulundun”3 İftira, kusurların en çirkinidir Eğer gıybet ederken kullandığımız bilgi bizzat kendi gözlemimize ait değilse, başkasından duymuşsak, dilden dile kesinlikle değişime uğramıştır ve tam olarak doğru değildir Başkasından—veya dostlarımızdan—duyduğumuz bilgiyi aktardığımızda, sözlerimizin gıybeti aşarak iftiralı gıybete dönüşme ihtimali en az %80’dir Çünkü insanların %80’i duyduklarının doğruluğunu tahkik etmezler; duygularını ve tercihlerini dolaştırdıkları söze katarlar; üstelik hafızaları bozuktur, bilgi dilden dile dolaşırken kırk farklı kimliğe bürünür Bu konuda sürekli hassas davranmayanların ise defalarca iftira atma ihtimalleri %100’dür •Gizli gıybet: Çoğu zaman yaptığımız, kalbimizden geçirmek, yani zannetmek suretiyle gıybete girmektir Gıybetin ne kadar kötü olduğunun vurgulandığı âyette, Kur’ân şöyle der: “Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır Birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın”4 Bütün zanlar ve tahminler değil; ama kimi zanlar, gıybet hâlini almaktan kendini kurtaramaz Hazret-i Gazalî, bunu ‘kalp ile gıybet’ şeklinde tanımlamış; ‘bir kimsenin ayıbını insanın kendi kendine söylemesini’ bile reddetmiş; kalp ile gıybeti, ‘gözü ile kötü birşeyi görmeden, kulağı ile duymadan, bir kimseye suizanda bulunmak’ şeklinde tarif etmiştir5 Şefkatli Yaratıcımız, kendisine karşı işlediğimiz suçlardan pişman olduğumuzda bizi bağışlayacağını söylüyor; ama kul hakkıyla şehit bile olsak, affımızı vaad etmiyor Allah, kullarının haklarını kendi hakkından önemli tutmuştur Haksız suizandan kul hakkı doğar Gıybet temelde insanlara karşı işlenen bir suçtur ve onun affedilmesi yetkisi, gıybet edilen insanlardadır Bu yüzden masumun ahlâkı, onuru hakkında delil olmaksızın kötü zanda bulunur da içimizdeki kötü zannı doğru kabul edersek, ağır bir bedel ödeyeceğiz6 Peygamber (asm) der ki, “Bir kimse kardeşini bir kusur ile ayıplarsa, o kimse ölmeden o kusuru işler” Başkalarının hoşlanmadığımız özelliklerinin hangi şartlardan kaynaklandığını nereden biliyoruz? Kimlerin hangi zorluklar yoluyla kaderleri tarafından eğitildiklerini bilmeksizin, kimi kusurlu gözüken yönlerinin gizli bile olsa gıybetini yapmaya ne hakkımız var! Değerli bir insan bize şunu anlatmıştır: Orta Doğu Teknik Üniversitesi fizik bölümünü kazanmış; bölüme kayıt kuyruğunda yanındaki kişiyle konuşurken, onun dokuz yıldır okulu bitiremediğini öğrenmiştir İçinden, “Vay --------, bir okul dokuz yılda bitirilemez mi?” diye geçirmiş ve kendisi de o okuldan ancak dokuz yılda mezun olabilmiştir Başımıza gelenlere bakalım; orada açık veya gizli gıybetleri yapılmış insanların haklarının iadesini görebilecek miyiz? •Münafıkâne/ikiyüzlü gıybet: Gıybetin en utanç verici biçimidir ki, İmam Gazalî buna ‘münafıkâne gıybet’ demiştir7 Gıybeti yapan şöyle der: “Allah affetsin, o da bizim gibi bazen karıştırıyor,” “İnşaallah düzelir, daha iyi olur” Bu gibi sözlerle görünürde hakkında konuştuğu kişiyi sevdiğini, iyiliğini dilediğini demeye çalışmakta; ama gizliden gizliye de o kişinin bozulmuş olduğunu, yanlışlar yaptığını ima etmektedir Dinleyenin ikiyüzlülüğü de şu şekildedir: “Boşver gitsin, gıybet oluyor” Bunlara benzer sözleri söylerken, aslında gıybeti gerçekten engellemek istemiyor; görünürde aksini savunsa da, içten içe o kişi hakkında gıybet yapılmasından hoşlanıyor •Söz taşımalı gıybet: İnsanların sözlerini muhataplarına ara bozmaya yol açacak şekilde taşımak biçimindeki gıybettir Şöyle der Peygamber(asm): “(Arabozucu) söz taşıyan cennete giremeyecektir”8 Kur’ân bizi uyarır: “Ey inananlar, eğer bir fasık size bir haber getirirse onu araştırın Yoksa bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza pişman olursunuz”9 Hasan-ı Basrî şöyle der: “Başkalarının sözünü sana ileten, getiren, muhakkak senin sözünü de başkalarına iletir Zira onun yaptığı hem gıybet, hem zulüm ve hıyanet, hem de aldatma ve haset, hem nifak, fitne ve hiledir”10 Elbette başkalarının sözlerini nakletme hakkımız var Ama, “Sevgili arkadaşım veya aziz hocam şöyle demişti” gibi bir dostluk ifadesiyle başlayacak isim zikrini, ancak sözün sahibinin güzel ve duyduğunda hoşuna gidecek olumlu sözleri takip edebilir Yoksa, “Adam senin—veya filancanın—hakkında dedi ki” şeklinde başlayıp, sözün sahibini üzecek bir cümle söyleyen, kendisini felaketler arasından felaket beğenmeye hazırlansın •Kitlesel gıybet: Yukarıda ayrımlaştırılan gıybet türleri tek tek bireyler hakkında olabileceği gibi kitleler ve insan toplulukları hakkında da olabilir Bir topluluk hakkında gıybette bulunanın kurtulabilmesi için o topluluğun tümünden affedilme dilemesi gerekir Kitlesel gıybet, bir insanın irtikap edebileceği, altından kalkılması en zor, en acınası, en dehşetli gıybettir Yukarda geçen âyetin “Yoksa bilmeyerek bir kavme sataşırsınız”11 şeklindeki bölümü, ‘bir kavme sataşma’ terimiyle suçun kitlesellik tehlikesine vurgu yapmaktadır Filan partilileri, falan spor takımını tutanları, filan cemaat, din veya mezhep mensuplarını veya filan ırka, milliyete mensup insanları küçümseyen, onlarla alay eden gıybetçilerin ebedî âlemde ödeyecekleri tazminat inanılmaz ağır olacaktır Bu açıdan örneğin yalnızca bir Temel fıkrasını anlatan, eğer bu fıkra Karadenizlileri rencide etmişse, tümüne bunun manevî tazminatını ödemeye mahkûm olacağını iyi bilmelidir Eğer bir Nasrettin Hoca fıkrası anlatacaksak, “Acaba merhumu gıyabında rencide eder miyiz?” diye korkmalıyız Birkaç kişiyi on saniye güldürmek uğrunda şerefimizi ateşe veremeyiz En dehşetli akıbetler alay edenler için hazırlanmıştır ki, Kur’ân onlar hakkında, onların “vay hâline!” buyurur Hümeze sûresinde İnanç sistemimizi aşağılayan, kitlesel gıybetler ve iftiralar yapan sözler medyada hemen her gün yayınlanıyor Bu saldırıların her birini ruhumuzdan kanlar fışkırtan paslı mızraklar olarak algılıyoruz Onurumuza yapılan bu saldırılar çoğu zaman uykularımızı kaçırıyor Okul kapılarında ağlaşan gencecik evlatlarımızı gördükçe çaresizlik çığlıkları koparıyoruz İnsanlık onuruna saygı duyan herkes, bu kitlesel gıybet ve iftiralar altında inliyor Türkiye’de bir siyasetçi bir diğer siyasetçiye ‘ onbaşı’ diyerek, onbaşılığı aşağıladı Bir—veya iki—onbaşı rencide olduğu için manevî tazminat davası açtı ve kazandı Tüm onbaşılar da aynı davayı açabilir ve aynı tazminatı kazanabilirlerdi Hatta eğer Türkiye’de insanlar haklarını korumak için dava açma cesaretine ve alışkanlığına sahip olsalardı, o tür sözleri söyleyenlerin tüm servetleri tek bir cümle yüzünden eriyip gidebilirdi İnsan adaleti bu onurlu sonucu gerektiriyorsa, ebedî adaletin bu hesabı soracağından kimsenin şüphesi olmamalıdır •Paylaşımlı/ortaklaşa gıybet: Gıybeti yapan, sadece onu söyleyen veya ima eden değil, aynı zamanda rıza ile dinleyendir veya yapmasa da yapılmasından hoşlanandır Cinayeti izlerken gücü yettiğince karşı koymayan da katil sayıldığı gibi, yanında gıybet yapıldığı halde müdahale etmeyen de tam olarak o gıybetin ortağı olacaktır Gıybet bu yönüyle—gizli biçimi hariç—ancak birden fazla kişinin ortaklaşa irtikap edebileceği fuhuş gibidir Sevgili Peygamberin(asm) “Kim ki yanında Müslüman kardeşinin gıybeti yapıldığı halde, gücü yeterken kardeşine yardım etmezse, Allah onu dünya ve ahirette zelil kılar”12 şeklindeki sözü, gıybeti dinleyenin sorumluluğuna işaret eder Hatta bu hadis, gıybeti yapandan çok, yanında gıybet yapıldığı halde derhal müdahale edip kardeşinin onurunu korumayanı tehdit ediyor Anlıyoruz ki, huzurlarında yapılan—haksız—gıybete küçücük korkuları yüzünden müdahale etmeyenler, onurlu bir hayat sürdüremeyecekler GIYBETİNKÖTÜLÜĞÜ •En iğrenç suçtur: Kur’ân şöyle der: “Kiminiz de kiminizin gıybetini yapıp arkasından çekiştirmesin Sizden biriniz ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte bundan iğrenip tiksindiniz”13 “Arkadan çekiştirip duran, kaş-göz hareketleriyle alay eden her kişinin vay hâline!”14 Zina, cinayet dahil başka hiçbir suç, iğrendirici bir fiile gıybet kadar benzetilmemiştir Bediüzzaman, gıybet hakkında şu ifadeleri kullanmıştır: “Gıybet nazar-ı Kur’ân’da gayet menfur ve ehl-i gıybet, gayet fenâ ve alçaktırlar”15 “İnsafsızlık, yalancılık, hırs, israf, fuhuş, hıyanet, gıybet; bunların hepsi Kur’ân tarafından en şiddetli surette takbih olunmuş ve bunlar, reziletin ta kendisi tanınmıştır”16 “Gıybet, aklen, kalben ve insâniyeten ve vicdânen ve fıtraten ve asabiyeten ve milliyeten mezmumdur”17 “Gıybet, ehl-i adâvet ve hased ve inadın en çok istimal ettikleri alçak bir silâhtır”18 •Zarar potansiyeli korkunçtur: Gıybetin en korkutucu taraflarından birisi, yol açabileceği felaketlerin potansiyel büyüklüğüdür Gıybet fani bedene değil, Yaratıcının bakileştirdiği kalbe ve ruha saldırır Cinayeti işlemek nisbeten zordur, failini bulmak ve cezalandırmak mümkün ve nisbeten kolaydır Oysa gıybeti işlemek kaş göz işareti kadar kolaydır; bir kere ağızdan çıktı mı mantar gibi çoğalır, milyonlarca kopyası insanlar arasında dalga dalga yayılma ve inanılmaz fitnelere, katliamlara yol açma potansiyeline sahiptir Gıybetin insanlar tarafından kaynağında tespit edilip cezalandırılması, akışıp ilerlemesinin, hatta iftiraya dönüşmesinin durdurulması neredeyse imkânsızdır Katilin de kendince bir şerefi vardır; ama gıybetçinin mikrop kadar onuru olamaz Cephede düşman kurşunuyla şehit olan askerin hâli tarifsiz bir yüceliktir Oysa gıybet, babanın çocuğunu veya çocuğun annesini öldürmesini andırır ölçüde esef verici bir cinayet hâline dönüşebilir Sözler isimli eserde, Peygamberin (asm) kimi hadislerindeki abartı gibi gözüken benzetmelerin, tehlikenin potansiyel büyüklüğünü kastettiği vurgulanır: “Şu nevi ehâdîsteki külliyet ise, imkân itibariyledir Meselâ: ‘Gıybet, katil gibidir’19 Demek gıybette öyle bir ferd bulunur ki, katil gibi bir zehr-i katilden daha muzırdır”20 •Ebedî hayatı yok eder: Peygamber (asm) der ki: “Ateşin kuru odunu yakması, insanın sevaplarını yok etmekte gıybetten daha hızlı değildir” Yangın yok edicidir Daha dün bir gecekonduyu alevler sarmış;21 demir parmaklıklı pencere ile alevlerin kuşattığı kapı arasında sıkışan zavallı bir anne ve iki masum yavrusu, tüm servetleri olan evlerinin içerisinde yanıp kül olmuştu İşinden geriye, kalıntıların başına dönen babanın hâlini düşündükçe hâlâ titriyorum—bu felakete dayanılamaz İşte gıybetçilerin başına gelecek olan manevî felaket bu zavallı insanların yaşadıklarından da beter olacaktır Bir ömür hayır içerisinde yaşadığını sanıp da ebedî huzura giden insanın, söylediği veya rıza ile dinlediği gıybetler yüzünden tüm manevî hasenatının alevlerle yanıp kül olduğunu görmesinin ne büyük şok olduğunu tahmin edebilirsiniz Gıybetin verdiği alçakça zevk uğrunda böylesi bir felakete razı olmayı hangi vicdan kabul edebilir? Hazret-i Rehberimiz (asm) şöyle der: “Aziz ve Celil olan Rabbim beni Miraca çıkardığında, demirden tırnaklarla yüzlerini ve gözlerini tırmalayan bir topluluğa rastladım Cebrail’e dedim ki: ‘Bunlar kimlerdir?’ Şöyle dedi: ‘Bunlar gıybet ederek insanların etlerini yiyen ve onların şereflerine dil uzatanlardır’”22 Gıybet, insanları işte böyle bir geleceğe hazırlıyor Gıybetin ebedî hayata yönelik zararları bir yana, sosyal, siyasal ve ekonomik hayata, kişisel huzura, sağlığa ve yeteneklere, kısaca topyekûn insan kaderine yönelik sonuçlarını birkaç sayfaya sığdırabilmemiz imkânsız Üzerinde düşündüğünüzde siz de bu sonuçları keşfedebilirsiniz •Sonuç olarak Gelecek yazımızda—inşallah—şu sorulara cevap arayacağız: Huzurunda gıybet yapılan nasıl davranmalıdır? Gıybetten nasıl kurtulabiliriz? Hangi zaaflarımız bizi bu salgın vebanın tuzağına düşürüyor? Hangi şartlarda söylenenler gıybet değildir? Gıybetin din ve hizmet adına meşrulaştırılması nasıl bir tehlikedir? Savaşa şimdi başlamalıyız Ben gıybetle savaş başlattığımda, diğer kişilerle veya gruplarla ilgili ağzımdan çıkan neredeyse hemen her sözün, gıybetin bir formuna uyduğunu fark etmiştim Bu sinsi düşmanla bilinçli bir savaş başlatıp hassasiyetleri hücrelerine işleyinceye kadar sürdürmeyenler, amellerini ateşe verecek yangınlardan kurtulamayacaklar Bu savaşı başlattığımda, eroin krizine tutulmuş gibi, sözlerin ortasında uyanıyor, konuşamama krizine yakalanıyordum Çünkü kriterlerim açısından baktığımda, neredeyse ne söylesem ve ne dinlesem gıybet olduğunu görüyordum Gıybete savaş açtığınızda, yaptığınızın büyüklüğü nedeniyle ilâhî rahmetin şefkati kalbinize öylesine yayılıyor ki, “Ben bu vakte kadar nerelerdeydim?” diyorsunuz Gıybet esaretinden bir kere kurtuldunuz mu, özgürlüğünüzün ruhunuza yaşatacağı coşkuya paha biçemeyeceksiniz
|
Gıybet, Gıybet Etme, Gıybet Nedir? Şeref, haysiyet ve namus gibi manevi kavramlar para ile satın alınamazlar. Bunlar Allah’ın (c.c.) Müslümanlara dünyada verdiği manevi armağanlardır. Bir Müslüman’ın manevi kişiliği bu kavramlardan oluştuğu için o muhteremdir. Her türlü saygıya değerdir. Hiçbir biçimde incitilmemelidir. İnsanın şeref, haysiyet ve namusunun en büyük düşmanları iftira ve dedikodudur. Dinimiz bu ikisini büyük günahlardan saymıştır. Dedikoduya gıybet de denir. Hiçbir Müslüman’ın diğer bir Müslüman’ın arkasından hoşlanmayacağı şeyleri konuşması doğru değildir. Bu gıybettir. Gıybet büyük günahlardandır. Bazıları da gıybet ile iftirayı birbirine karıştırırlar. Ama derler, bu hoş olmayanlar şeyler o kişide var. Evet, var olduğu için gıybettir. Yok olsa idi, iftira olacaktı ki, bu daha büyük bir günahtır. Gıybet günahını işleyen kişi, genellikle kendisini savunmak amacıyla, ben bunları onun yüzüne karşı da söylerim, diyerek kendisine bir haklı gerekçe bulmaya çalışır. Ama yine de yaptığı şey, bir gıybettir, Kuran-ı Kerim’in ifadesiyle “Ölmüş kardeşinin cesedini dişlemek (Hucuret suresi, ayet 12)”ten ibarettir. Gıybetini yaptığı kişinin günahını yüklenmektedir. Kul hakkı olduğu için kişi tövbe etse de ahirette, oğlun babasından-annesinden kaçtığı, herkesin kendi derdine düştüğü, kimsenin kimseye yardım edemeyeceği o sıkıntılı günde, gıybetini yaptığı kişiye sevaplarını verecek veya onun günahlarını üzerine alacaktır. Dünyada hiçbir yasa ve ahlak kuralı böyle güçlü bir yaptırımla insan şeref, haysiyet ve namusunu koruma altına almamıştır. Buna güç de yetiremeyecektir. Çünkü insanların çenesini ancak din gibi güçlü bir kurum etki ve baskı altına alabilir. Belki de İslam’ın şeref, haysiyet ve namusa gösterdiği bu özen ve titizlik tüm insanların gelecekte bu dine girmeleri için bir vesile olacaktır. Çünkü insanlar, devrimleri ve toplumsal değişimleri hep insan hak ve özgürlükleri lehine yapmıştır. Dünya tarihine baktığımızda bugüne değin pek çok büyük inkılâbın ve toplumsal değişimin gerçekleştirildiğini görürüz. İnsanlık bu konuda hep ileriye doğru gitmiştir. Çünkü her geçen yıl insanların, toplumların eğitim seviyeleri ileri derecelere doğru gitmektedir. Eğitim seviyesindeki bu gelişme kişilerin ve toplumsal sınıfların temel hak ve özgürlükleri konusunda daha çok aydınlanmasına ve arayışlarına neden olmaktadır. Örneğin Fransız İhtilali sonucu ilan edilen İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi’nde insanlar yasalar önünde eşitlik gibi büyük bir hakka kavuşmuşlardır. Dünyada köleliğin kaldırılması da böyle büyük adımlardan birisidir. Gıybet bu tür bir inkılâpla ve toplumsal değişimle ortadan kaldırılamayacak bir durumdadır. Çünkü insan doğasının (nefsinin) zafiyetinden kaynaklanmaktadır. Ceza yasalarının da bu konuyu çözemeyeceğini düşünüyorum. Tüm insanlar adeta İslam dininin gıybet hükmüne susamış gibidir. Müslüman’a şeref, haysiyet ve namus güvencesini veren dinidir. İslam dini emir ve yasakları ile kişiyi hem bu dünyada hem de ahirette yüceltir. Bir Müslüman şerefini, haysiyetini ve namusunu İslam’ın emir ve yasaklarından alır. Dinine sahip çıkan bu değerlere de kavuşur. Onun emir ve yasaklarını çiğneyen manevi kişiliğinde ilgili değerlere de zarar verir. İnsanın fikir özgürlüğü şahsiyetleri isim vermeden ve ima etmeden vardır. Kuşkusuz bir insanın olumsuzlukları dile getirilecekse bu o kişinin uygun bir ortamda yüzüne karşı yapılmalıdır. Böylelikle o kişiye de savunma hakkı verilir. Gıybetin artık meşru olduğu durumlar da vardır. Günahları açıkça işleyen kişilerin (fasıkların) gıybeti caizdir. Zira Müslümanların bu kişilere karşı önlem alması ve uyanık bulanması gerekir. Tabii bunun da bir ölçüsü bulunmaktadır. Müslüman diğer Müslümanlara karşı anlayışlı ve kusurlarını örtücü olmalıdır. Bu diğer Müslüman katagorisi içerisinde çeşitli günahların pençesinde bulunan ve ibadetlerini ihmal eden kardeşlerimiz de bulunabilir. Bunların çeşitli zaafları da olabilir. Bunlarla ilişkide zarar görebilecek kardeşlerimizi onlara karşı uyarmak, günahlarını ve zaaflarını söylemek gıybet değildir. Fakat durup dururken alay etmek ve küçük düşürmek için Müslüman kardeşlerin günahlarını ve zaaflarını dile getirmek büyük günahlardandır. Nasıl Allah bizlerin günahlarını El-Settâr güzel ismi ile örtüyorsa biz de aynı ahlak kuralı ile diğer Müslüman kardeşlerimize karşı böyle olmalıyız. Peygamberimizin bir hadis-i şeriflerinde dile getirdiği üzere bir Müslüman kardeşimizle alay ettiğimizde alay ettiğimiz husus başımıza gelmedikçe bu dünyadan göçmeyeceğimizi unutmamalı, buna göre nefsimize hâkim olmalıyız. Muhsin İyi |
Cevap: kötü huy gıybet Konuştuklarınıza dikkat edin. Çocuklarınız sizi aynen kopyalıyor. Geleceğin gıybetçilerini yetiştirmeyin. Arkadan çekiştirip duran, kaş göz hareketleriyle alay eden kişilerin vay haline: (Hümeze, 1) |
Cevap: kötü huy gıybet Kendi adıma konuşuyorumki;Günümüzde uygulanması çok zor bir olay allah affetsin.Hiç kimseyi eleştirmesek bile siyasetçileri eleştiriyoruz, işvererenimizi elaştiriyoruz.ALLAH AFFETSİN...uzgn Hucurat/ 12: Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir. |
Cevap: kötü huy gıybet Gıybet ,gaybten gelir,yani kişinin şahid olmadığı veya mesnetsiz konuşmasıdır,yoksa heleki politikacıların ki Allahın hükmüyle hükmetmeyen bu tağuti düzenlerin yanlış olduğunu ifşa etmek,islamın olmassa olmazıdır. Yoksa peygamberlerde kendi dönemindeki tağutlar hakkında konuşmuşlardır... |
Cevap: kötü huy gıybet Alıntı:
Bir olayı ve yanlışlığı tartışmak konuşmak ayrı GIYBET ayrı bir olaydır... Yüce Allah’dan lütfunu ve her hoş olmayan şeyden afiyet vermesini dileriz... Allah Bes Baki Hevesss.... |
gıybet etmemek mümkün Gıybet etmemek mümkün Gıybet, kendimizi alıkoyamadığımız büyük günahlardan. İnsanların arkasından bazen isteyerek bazen de istemeyerek konuşuyoruz. Oysa biraz hüsnüzan biraz da muhabbetle dedikodu kapanına yakalanmamak elimizde. "Benden duymuş olma; ama şu bizim alt katta çalışan kız ile ilgili ilginç havadisler var. — Aaaaaa! Anlatsana, ne olmuş? —Yok. Ben söylemeyeyim. Dedikodu olur şimdi! —Aman, çatlatma insanı. Bir şey olmaz. — İyi o zaman çaktırma.” Bu ve benzeri diyalogları başlatan ya biz oluyoruz ya da merakımızı kamçılayacak benzer cümlelere maruz kalıyoruz. Konu komşu, hısım akraba, mesai arkadaşımız, eşimiz, öğretmenimiz derken hemen her yerde birileriyle ilgili konuşma ihtiyacı hissediyoruz. Dilimiz; kavgalarımız, kişisel çıkarlarımız, kırgınlıklarımızdan beslenip döndükçe dönüyor ve ağzımıza bal çalınırcasına konuşup duruyoruz. Gözümüzün tutmaması, ufak bir hataya maruz kalmamız, ortak yönlerimizin olmayışı bile birinin hakkında olumsuz konuşmamız için yeterli oluyor. “Karşımızdakine zarar gelir mi, söylenenlerden rahatsız olur mu?” diye hiç düşünmeden özel hayatları kurcalıyor, karakterleri irdeleyebiliyor, insanlara haksızlık etme ihtimalimizi aklımıza dahi getirmeden bir sürü söz sayıp dökebiliyoruz. Şahısları kendi zihnimize göre kurguluyor, yargılıyor ve idam ediyoruz tabiri caizse. “Falanca yalancı, filanca kıskanç” gibi sıfatlarla insanları yaftalamakta da üstümüze yok. Karakterlerle yahut kişilerin zaafları ve hataları ile ilgili kulp takmak, hiç zorlanmadığımız dedikodu usullerimizden. Ayrıca gıybet, sadece şahıslar üzerinden yapılmıyor. Kimi zaman cemaat, halk ve topluluklar da kötüleniyor. İpin ucu kaçırılıp “Onlar böyleler, onlar şöyleler. Biz biliyoruz...” gibi müphem ve ucu açık cümleler hiç çekinmeden sarf ediliyor. Gıybet eden zaman zaman özeleştiri de yapsa bu söylemler dilde kalıyor ve kalbe intikal etmiyor ne yazık ki. Üstelik dedikodu yalnızca dil ile de yapılmıyor. Allah’ın hayırda kullanmak üzere verdiği tüm uzuvlarımızı, bu zehire bulaştırmak için olanca gayretimizi gösteriyoruz. Bakışlarımızla, mimiklerimizle, dudak bükmelerimizle, beden dilimizle de gıybete giriyoruz. Halbuki Cenâb-ı Hak, “Birbirinizin gizli hallerini ve kusurlarını araştırmayın. Birbirinizi gıybet de etmeyin. Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Bundan tiksinirsiniz. Öyleyse Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah tövbeleri kabul edici ve çok merhamet edicidir.” (Hucurat Sûresi, 12) ayet-i kerimesiyle gıybetten uzak durmamız ikazında bulunuyor. Fakat, ayetin emrettiğini hayata nasıl geçireceğimiz konusunda hepimiz çelişkiler yaşıyoruz. İlahiyatçı yazar Faruk Çetin, gıybetin fıtratlarımızın bir parçası haline gelmesini, kalplerimizdeki sevgisizliğe bağlıyor. Ona göre dedikodunun ne olduğunu bilmek kadar insanlara muhabbet beslemek de bizleri bu günahtan kurtarabilir. Gıybet gayyasına düşmemek için “O muttakiler ki kızdıklarında öfkelerini yutar, insanların kusurlarını affederler. Allah da böyle iyi davrananları sever.” (Ali İmran, 3/134) ayetine tutunmak gerekiyor. Çünkü ancak o zaman bizleri insanlar hakkında konuşmaya götürecek sebeplere gözlerimiz kapanabilir. Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden İslâm Hukukçusu Hasan Ellek ise yediden yetmişe herkesin bu kuyuya düşmesini, gıybetin ne olduğu konusundaki bilgisizliğimize bağlıyor. Haksız sayılmaz. Birçoğumuz hâlâ nelerin dedikodu olduğunu ayırt edemiyoruz. “Olanı anlatıyorum!” deyip arkadan yaptığımız konuşmalarımızın masum olduğunu iddia ediyoruz. Fakat Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), meseleye Ebu Hureyre’nin bildirdiği bir hadis-i şerifte açıklık getiriyor. Ebu Hureyre’nin rivayetiyle: “Resûllullah Aleyhissalatu Vesselam buyurdular ki; ‘Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?’ ‘Allah ve Resûlü daha iyi bilir!’ dediler. Bunun üzerine: ‘Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır!’ açıklamasını yaptı. Orada bulunan bir adam: ‘Ya benim söylediğim o kişide o varsa bu da gıybet midir?’ dedi. Aleyhissalatu Vesselam: ‘Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış olursun. Eğer söylediğin onda yoksa bir de bühtanda (iftira) bulundun demektir.’” Anlıyoruz ki müspet ya da menfî olan bir şeyi muhatabından habersiz başka bir kişi ile konuşmak dedikodu. ‘Daha neleri var neleri’ dememek gerekiyor! Büyük İslâm âlimi Gazalî, ‘İhyâ-i Ulûmi’d-Din’ isimli eserinde gıybeti altı farklı kategoride ele alıyor. Bunlardan ilki fizikî hususlarda yapılan gıybetler. İmam-ı Gazalî, bir kimsenin fizikî kusurunu “Falan kişi şaşıdır, kördür, keldir, boyu kısa veya uzundur...” gibi tanımlamalarda anmanın gıybet olduğunu söylüyor. Ebu Davut’un bildirdiği üzere, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de bu meselede Hz. Aişe Validemiz’i uyarıyor: “Bir gün, Hz. Aişe, Efendimiz’e Safiyye Annemiz’in kısalığından bahseder. Allah Resûlü de bunun üzerine onu ikaz eder ve şöyle der: ‘Öyle bir laf ettin ki, şayet o söz denize karışsaydı onun suyunu bozardı.’” Bu olay gösteriyor ki bizim gıybet değeri atfetmediğimiz tanımlamalar bile bu şekilde değerlendiriliyor. Bu sebeple nelerin dedikodu olduğunu çok iyi bilmek gerekiyor. Gazalî’ye göre gıybetin diğer beş kategorisi; ahlâk ve karakterlerle ilgili hususlara dair yapılan konuşmalar, şahısların dinî hayatları ve kılık kıyafetleri hakkında yapılan yorumlar, yapılan taklitler, kaş-göz işaretleri. Bunlar aslında az çok dedikodu olduğunu bildiğimiz hususlar. Fakat gıybet olmadığını düşünerek bu günahı işlediğimiz de oluyor. Örneğin “Daha neleri var neleri” tarzında ucu açık cümleler kurarak, konuşulan kişinin hatasını açık açık söylemekten kaçınıyoruz. Sözde gıybet etmemek için bu tarz müphem-muğlak ifadelere hepimiz sığınabiliyoruz. Oysa Hasan Ellek, böyle bir gıybetin kast edilen hususları açıkça söylemekten daha günah olduğunu ifade ediyor. İşin bir de iştişare boyutu var. Bir şeyleri istişare edeyim derken konuşulan şeylerin ayarını tutturamayıp günaha girdiğimiz de oluyor. Dinimiz, çevremizdekiler için hayatî müdahaleler gerektirecek durumlarda ehil kişilerle konuşmaya müsaade gösteriyor. Fakat Ellek’e göre bu izin, inananların ipin ucunu kaçırmasına yol açabiliyor. Halbuki istişare amaçlı birilerinin arkasından konuşmanın bir kaidesi var. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin yaşadığı bir hadise gıybete girmeden istişare etmenin kaidesini çok güzel çiziyor. Olayı onun ağzından dinleyelim: “Arkadaşlarımdan birinin bir günah çukuruna düşmesi, şeytanî bir komploya maruz kalması söz konusuydu. Onun yakınlarından biri gelmiş, muhtemel tehlikeyi haber vermişti. Arkadaşımızın öyle bir musibete uğramaması adına oldukça heyecanlanmış ve o hadiseden yara almadan kurtulabilmesi için neler yapılabileceği hususunda hemen iki üç insanla istişare yapma lüzumunu hissetmiştim. Üç kişiyi odama çağırıp, meseleyi onlara açtım. İstişarem bitip arkadaşlar odamdan çıktığında içimde derin bir pişmanlık duygusu belirdi. Çünkü o meseleyi sadece bir insanla görüşerek de çözebilirdik.” Şahısların yanı sıra cemaat ve topluluklar hakkında konuşmak, en büyük handikaplarımızdan. İsim vermeden genel konuşmak gıybet gibi gelmiyor çoğumuza. Ancak çoğunluk hakkında menfî şeyler söylemek de, zinadan daha büyük günah olarak tarif edilen gıybete giriyor. Burada Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem), “Gıybetten sakının; çünkü gıybet zinadan daha şiddetlidir. Kişi zina edip tövbe eder de, Allah onun tövbesini kabul eder. Fakat gıybet eden, gıybet edilen tarafından affedilmedikçe, o günahı bağışlanmaz.” şeklinde işaret buyurduğu hadisin önemi bir kez daha anlam kazanıyor. Zirâ cemaatler hakkında konuşulduğunda o cemaate mensup herkesten helallik istemek gerekiyor. Bu sebeple Hasan Ellek, “Müminler en çok da toplulukların gıybetini yapmaktan kendilerini muhafaza etmeliler.” diyor. Gıybetin büyük günahlar arasında yer almasının elbette bir hikmeti var. Allah, Müslümanlara dillerini doğru söylemek için kullanmalarını emrediyor. Nebiler Serveri (sallallahu aleyhi ve sellem) bu mevzuyla alakalı, “Allah’a ve ahiret gününe inanan, ya hayır söylesin ya da sussun.” buyuruyor. İlahiyatçı yazar Faruk Çetin de, hadislere dayanarak hakikî Müslüman’ın, Müslümanlara dilinden çektirmeyen, zarar vermeyenler olduğunu hatırlatıyor. Çünkü, elle yapılan saldırıya mukabele etme imkânı varken, dille yapılan saldırıya yok. Bu da gıybetin hoş görülmeme sebeplerinin başında geliyor. Tabii Çetin’in daha önce üzerinde durduğu müminlerin birbirini sevmesi hususu da gıybetin haram olmasının bir başka sebebi. Hazreti Peygamber’in şu tavsiyesi bu açıdan kıymeti haiz: “Kendi su kabından başkasının su kabına boşalttığın suya varıncaya kadar iyilik adına hiçbir şeyi küçümseme! Din kardeşini güler yüzle karşılayıp, ona tebessüm et! Senin yanından ayrılıp gittiğinde de onun arkasından çekiştirip gıybetini yapma!” Gıybet, vefa, kardeşlik ve sevgi hislerini öldürüyor. Bu da İslam’ın asla tasvip etmediği bir hal. Allah kullarından, birbirlerinin hatalarına örtü olmalarını istiyor. Üstelik bunun bir müminlik vasfı olduğunu telkin ediyor bizlere. Esma binti Yezid’in rivayet ettiği, “Kim, gıyabında kardeşinin etini savunursa (gıybet edilmesini önlerse), Allah o kimseyi cehennemden azad edecektir.” hadisi de bunun delili niteliğinde. Öyleyse inananlara düşen “Sen kötülüğü en güzel tarzda uzaklaştırmaya bak. Bir de bakarsın ki seninle kendisi arasında düşmanlık olan kişi candan, sıcak bir dost oluvermiş.” (Fussilet Sûresi, 41/34) ayeti fehvasınca hareket edip gıybetten uzak durmaya çalışmak. Bir de gıybetin ne olduğunu her daim hatırda tutmak. Çünkü, dinimizce bu haslet, imanı oturmuş, karakterli bir müminde bulunmaması gereken bir virüs olarak görülüyor. Gıybet orucu tutalım Gıybetsiz bir hava sahası oluşturmanın bizim elimizde olduğunu söylemiştik. Bunun için ilahiyatçı yazar Faruk Çetin, ilk olarak onun yol arkadaşı olan günahlardan yani haset, kin, kıskançlık, öfke, intikam alma, tecessüs, kibir, suizan vb. uzak durmayı tavsiye ediyor. İnsanları sevmeye çalışmak ve hüsnüzan ile memur olmak da gıybetin olmadığı bir dünyaya kapı aralayacak türden hasletler. Çetin bunların yanı sıra, sohbet ve toplantı adabına riayet edilmesi ve konuşmaların seyrini malayani şeylere kaydırmamak gerektiğini söylüyor. Birileri hakkında konuşurken birbirimizi uyarmak da bu günahtan kaçınmamızı sağlıyor. Fakat Faruk Çetin’in söylediklerini hayatımıza geçirebilmek için geçtiğimiz aylarda tuttuğu gıybet orucu ile gündeme gelen yazar Ömer Faruk Paksu’ya uymakta fayda var. Paksu’nun deyimiyle dinî literatürde böyle bir ibadet yok. Buna rağmen Paksu, gıybetten korunmanın ve bunu alışkanlık haline getirmenin en iyi yolunun Allah’a söz vermekten geçtiği kanaatinde. Gıybet orucu da bu sözün onun dilinde şekil almış hali. Aslında normal oruç tutarak da gıybetten korunabiliriz. Zira oruç, insanı sadece yeme-içmeden değil kötü sözlerden de koruduğu için günahlara en güzel kalkan. Neler gıybete girmiyor? İnsanların arkasından konuşmanın İslam âlimleri tarafından gıybet olarak görülmediği durumlar mevcut. Kişinin ilgili makamlara gidip hakkını aramak amacıyla “Falanca bana şöyle şöyle davrandı.” demesinde mahsur yok. Yine bir kimseyi kötülükten alıkoymak amaçlı yardım istemek yahut akıl danışmak da dedikoduya girmiyor. Fakat meseleyi anlatırken üslubumuzun, tahkir edici ve kişinin kulağına gittiğinde hoşuna gitmeyecek şekilde olmaması gerekiyor. İnsanın yaşadığı bir olayın dinî hükmünü öğrenmek maksadıyla birilerinin arkasından konuşması da gıybet sayılmıyor. Ayrıca eğer bir kişi günahını açıkça işliyor ve bundan rahatsızlık duymuyorsa, onun hakkında konuşmak yine gıybet olarak görülmüyor. Önce tövbe, sonra helâllik "Gıybete girdiğinde Müslüman’ın tavrı ne olmalı?” sorumuza Faruk Çetin, Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) “Her insan çokça hata yapabilir bununla beraber hata yapanların en hayırlısı tövbe edenlerdir.” hadisiyle cevap veriyor. Zira Allah’ın engin rahmetine sığınmak her günahta olduğu gibi gıybette de ilk yol. Cenâb-ı Hak, müminlerden gıybet etmeleri halinde pişman olup dönmelerini ve kendisinin sonsuz rahmetine sığınmalarını bekliyor. Bunun için de ilk olarak tövbe etmek, sonra da gıybeti edilen kişi için istiğfarda bulunup Allah’tan af dilemek gerekiyor. Allah Resûlü, “Kim mümin kardeşinin gıybetini yapar ve sonra kardeşi için Yaradan’a istiğfarda bulunursa, yaptığı gıybete kefaret olur.” buyuruyor. Bunların dışında bir de gıybeti edilen kişiden helallik istemek lazım. Çünkü gıybet, kul hakkı. Ayrıca yapılan gıybet için helâllik istemenin bir usulü var. Öncelikle duyguların samimi şekilde ifade edilmesi şart. Diğer önemli husus ise helâllik istenirken gıybetin aynen yapıldığı şekilde muhatabına söylenmesi. Aksi takdirde helalleşme tam anlamıyla gerçekleşmiş olmuyor. ((sevim şentürk)) |
Cevap: gıybet etmemek mümkün GIYBET FELAKETİYLE SAVAŞMALIYIZ Eğer insanlar gerçekleri açık ve cesur bir ortamda, eşit şartlar altında paylaşabilselerdi; yüzlerinden başka, gıyaplarında başka olmasalardı, savaşlar çıkmayacaktı; kavgalara, üzüntülere yer kalmayacaktı. Tüm felaketlerin, hatta ebedî kahroluşların ardında, gıybet tohumlarını bulacaksınız… Tüm kötülükler, gıybeti de beraberlerinde taşırlar. Bu yazımızda, şu soruların cevaplarını arayacağız: Gıybet nedir? Gıybet biçimlerini nasıl sınıflandırabiliriz? Gıybet neden ve ne kadar kötüdür? Gıybet Türleri Burada öylesine gizli, iğrenç ve vebadan hızlı yayılma gücü olan bir hastalıktan söz ediyoruz ki, ondan kurtulmak ancak ısrarlı bir savaşın, derin bir içtenliğin eseri olabilir. Gıybet tuzağında tüm iyiliklerinin yok olup olmadığını merak eden, konuşmalarını gözlemlemeli ve gıybet biçimleri üzerinde çok düşünmelidir. Aşağıdaki tanımları, temel kaynaklardaki ipuçlarına dayanarak yapılandırdık. Konuyu ele alan metinlerde, tam olarak bu şekilde oluşturulmuş bir sınıflama mevcut değildir; ama bizim sınıflamamızın içerikleri kaynaklarda vardır: Alenî sade gıybet: Sevgili Peygamberimiz (aleyhissalatu vesselam) gıybeti; “Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır!” şeklinde tanımlamış;(1) “Din kardeşinin yüzüne karşı söylemediğin şeyi ardından söylemen, gıybettir”(2) demiştir. Bir kişinin gıyabında ondan hoşlanmayacağı şekilde, hakkında doğru olan bir şeyi söylemek, alenî gıybetin ta kendisidir. Futbolcuların oynama stilleri üzerinde konuşanları dinleyin; sanatçıların özel hayatlarına burunlarını sokan magazin tutkunlarının neler anlattıklarına bakın. Komşularınız, eşiniz, dostunuz ve hatta kendi evladınız hakkında, gıyaplarında konuşurken hangi üslubu kullandığınıza bakın. Çoğu insan, değil gıybet ettiklerini, başkalarından bahsettiklerini bile fark etmiyorlar. Siz, isimleri geçen insanların yerinde olsaydınız, kendinizden o şekilde söz edilmesinden hoşlanır mıydınız? Eğer hakkında konuştuğunuz kişi huzurda olsaydı, cümlelerinizi, hatta o andaki duruşunuzu değiştirme ihtiyacı duyar mıydınız? Eğer öyleyse doğruları söylemeniz şartıyla, yaptığınızın adı gıybettir ve bu, gıybetin en sade formudur. İftiralı gıybet: Hz. Peygamber (a.s.m.) devam eder: “Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış oldun; eğer yoksa bir de iftirada bulundun.”(3) İftira, kusurların en çirkinidir. Eğer gıybet ederken kullandığımız bilgi, bizzat kendi gözlemimize ait değilse, başkasından duymuşsak, dilden dile kesinlikle değişime uğramıştır ve tam olarak doğru değildir. Başkasından -veya dostlarımızdan- duyduğumuz bilgiyi aktardığımızda, sözlerimizin gıybeti aşarak iftiralı gıybete dönüşme ihtimali en az %80’dir. Çünkü insanların %80’i, duyduklarının doğruluğunu tahkik etmezler; duygularını ve tercihlerini dolaştırdıkları söze katarlar; üstelik hafızaları bozuktur, bilgi dilden dile dolaşırken, kırk farklı kimliğe bürünür. Bu konuda sürekli hassas davranmayanların ise defalarca iftira atma ihtimalleri %100’dür. Gizli gıybet: Çoğu zaman yaptığımız, kalbimizden geçirmek, yani zannetmek suretiyle gıybete girmektir. Gıybetin ne kadar kötü olduğunun vurgulandığı âyette, Kur’ân şöyle der: “Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın.”(4) Bütün zanlar ve tahminler değil; ama kimi zanlar, gıybet hâlini almaktan kendini kurtaramaz. Hazret-i Gazalî, bunu ‘kalp ile gıybet’ şeklinde tanımlamış; ‘bir kimsenin ayıbını insanın kendi kendine söylemesini’ bile reddetmiş; kalp ile gıybeti, ‘gözü ile kötü bir şeyi görmeden, kulağı ile duymadan, bir kimseye suizanda bulunmak’ şeklinde tarif etmiştir.(5) Şefkatli Yaratıcımız, kendisine karşı işlediğimiz suçlardan pişman olduğumuzda bizi bağışlayacağını söylüyor; ama kul hakkıyla, şehit bile olsak, affımızı vaad etmiyor. Allah, kullarının haklarını kendi hakkından önemli tutmuştur. Haksız suizandan kul hakkı doğar. Gıybet, temelde insanlara karşı işlenen bir suçtur ve onun affedilmesi yetkisi, gıybet edilen insanlardadır. Bu yüzden, masumun ahlâkı, onuru hakkında delil olmaksızın kötü zanda bulunur da içimizdeki kötü zannı doğru kabul edersek ağır bir bedel ödeyeceğiz.(6) Hz. Peygamber (a.s.m.) der ki, “Bir kimse kardeşini bir kusur ile ayıplarsa o kimse, ölmeden o kusuru işler.” Başkalarının hoşlanmadığımız özelliklerinin, hangi şartlardan kaynaklandığını nereden biliyoruz? Kimlerin, hangi zorluklar yoluyla kaderleri tarafından eğitildiklerini bilmeksizin, kimi kusurlu gözüken yönlerinin gizli bile olsa gıybetini yapmaya ne hakkımız var! Değerli bir insan, bize şunu anlatmıştır: Orta Doğu Teknik Üniversitesi fizik bölümünü kazanmış; bölüme kayıt kuyruğunda, yanındaki kişiyle konuşurken, onun dokuz yıldır okulu bitiremediğini öğrenmiştir. İçinden, “Vay dangalak, bir okul, dokuz yılda bitirilemez mi?” diye geçirmiş ve kendisi de o okuldan, ancak dokuz yılda mezun olabilmiştir. Başımıza gelenlere bakalım; orada açık veya gizli gıybetleri yapılmış insanların haklarının iadesini görebilecek miyiz?... [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Münafıkâne/İkiyüzlü gıybet: Gıybetin en utanç verici biçimidir ki, İmam Gazalî buna ‘münafıkâne gıybet’ demiştir.(7) Gıybeti yapan şöyle der: “Allah affetsin, o da bizim gibi bazen karıştırıyor,” “İnşaallah düzelir, daha iyi olur.” Bu gibi sözlerle, görünürde hakkında konuştuğu kişiyi sevdiğini, iyiliğini dilediğini demeye çalışmakta; ama gizliden gizliye de o kişinin bozulmuş olduğunu, yanlışlar yaptığını ima etmektedir. Dinleyenin ikiyüzlülüğü de şu şekildedir: “Boş ver gitsin, gıybet oluyor.” Bunlara benzer sözleri söylerken, aslında gıybeti gerçekten engellemek istemiyor; görünürde aksini savunsa da içten içe, o kişi hakkında gıybet yapılmasından hoşlanıyor. Söz taşımalı gıybet: İnsanların sözlerini, muhataplarına ara bozmaya yol açacak şekilde taşımak biçimindeki gıybettir. Şöyle der Hz. Peygamber (a.s.m.): “(Arabozucu) söz taşıyan, cennete giremeyecektir.”(8) Kur’ân bizi uyarır: “Ey inananlar, eğer bir fasık size bir haber getirirse onu araştırın. Yoksa bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza pişman olursunuz.”(9) Hasan-ı Basrî (r.aleyhi) şöyle der: “Başkalarının sözünü sana ileten, getiren, muhakkak senin sözünü de başkalarına iletir. ... Zira onun yaptığı hem gıybet, hem zulüm ve hıyanet, hem de aldatma ve haset, hem nifak, fitne ve hiledir.”(10) Elbette başkalarının sözlerini nakletme hakkımız var. Ama, “Sevgili arkadaşım veya aziz hocam şöyle demişti...” gibi bir dostluk ifadesiyle başlayacak isim zikrini, ancak sözün sahibinin güzel ve duyduğunda hoşuna gidecek olumlu sözleri takip edebilir. Yoksa “Adam senin -veya filancanın- hakkında dedi ki...” şeklinde başlayıp sözün sahibini üzecek bir cümle söyleyen, kendisini felaketler arasından felaket beğenmeye hazırlansın. Kitlesel gıybet: Yukarıda ayrımlaştırılan gıybet türleri, tek tek bireyler hakkında olabileceği gibi kitleler ve insan toplulukları hakkında da olabilir. Bir topluluk hakkında gıybette bulunanın kurtulabilmesi için o topluluğun tümünden affedilme dilemesi gerekir. Kitlesel gıybet, bir insanın irtikap edebileceği, altından kalkılması en zor, en acınası, en dehşetli gıybettir. Yukarda geçen âyetin “... Yoksa bilmeyerek bir kavme sataşırsınız...”(11) şeklindeki bölümü, ‘bir kavme sataşma’ terimiyle, suçun kitlesellik tehlikesine vurgu yapmaktadır. Filan partilileri, falan spor takımını tutanları, filan cemaat, din veya mezhep mensuplarını veya filan ırka, milliyete mensup insanları küçümseyen, onlarla alay eden gıybetçilerin, ebedî âlemde ödeyecekleri tazminat, inanılmaz ağır olacaktır. Bu açıdan, örneğin yalnızca bir Temel fıkrasını anlatan, eğer bu fıkra Karadenizlileri rencide etmişse tümüne, bunun manevî tazminatını ödemeye mahkûm olacağını iyi bilmelidir. Eğer bir Nasrettin Hoca fıkrası anlatacaksak, “Acaba merhumu gıyabında rencide eder miyiz?” diye korkmalıyız. Birkaç kişiyi on saniye güldürmek uğruna şerefimizi ateşe veremeyiz. En dehşetli akıbetler alay edenler için hazırlanmıştır ki, Kur’ân onlar hakkında, onların “Vay hâline!” buyurur Hümeze Sûresi’nde. İnanç sistemimizi aşağılayan, kitlesel gıybetler ve iftiralar yapan sözler, medyada hemen her gün yayınlanıyor. Bu saldırıların her birini, ruhumuzdan kanlar fışkırtan paslı mızraklar olarak algılıyoruz. Onurumuza yapılan bu saldırılar, çoğu zaman uykularımızı kaçırıyor. Okul kapılarında ağlaşan gencecik evlatlarımızı gördükçe çaresizlik çığlıkları koparıyoruz. İnsanlık onuruna saygı duyan herkes, bu kitlesel gıybet ve iftiralar altında inliyor. Türkiye’de bir siyasetçi bir diğer siyasetçiye ‘... onbaşı’ diyerek, onbaşılığı aşağıladı. Bir -veya iki- onbaşı rencide olduğu için manevî tazminat davası açtı ve kazandı. Tüm onbaşılar da aynı davayı açabilir ve aynı tazminatı kazanabilirlerdi. Hatta eğer Türkiye’de, insanlar haklarını korumak için dava açma cesaretine ve alışkanlığına sahip olsalardı, o tür sözleri söyleyenlerin tüm servetleri tek bir cümle yüzünden eriyip gidebilirdi. İnsan adaleti, bu onurlu sonucu gerektiriyorsa ebedî adaletin bu hesabı soracağından kimsenin şüphesi olmamalıdır. Paylaşımlı/ortaklaşa gıybet: Gıybeti yapan, sadece onu söyleyen veya ima eden değil, aynı zamanda rıza ile dinleyendir veya yapmasa da yapılmasından hoşlanandır. Cinayeti izlerken, gücü yettiğince karşı koymayan da katil sayıldığı gibi, yanında gıybet yapıldığı halde, müdahale etmeyen de tam olarak o gıybetin ortağı olacaktır. Gıybet bu yönüyle -gizli biçimi hariç- ancak birden fazla kişinin ortaklaşa irtikap edebileceği fuhuş gibidir. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Sevgili Peygamberin (a.s.m.) “Kim ki yanında Müslüman kardeşinin gıybeti yapıldığı halde, gücü yeterken kardeşine yardım etmezse, Allah onu, dünya ve ahirette zelil kılar”(12) şeklindeki sözü, gıybeti dinleyenin sorumluluğuna işaret eder. Hatta bu hadis, gıybeti yapandan çok, yanında gıybet yapıldığı halde, derhal müdahale edip kardeşinin onurunu korumayanı tehdit ediyor. Anlıyoruz ki, huzurlarında yapılan -haksız- gıybete, küçücük korkuları yüzünden müdahale etmeyenler, onurlu bir hayat sürdüremeyecekler. Gıybet en iğrenç suçtur Kur’ân şöyle der: “... Kiminiz de kiminizin gıybetini yapıp arkasından çekiştirmesin. Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan iğrenip tiksindiniz...”(13) “Arkadan çekiştirip duran, kaş-göz hareketleriyle alay eden her kişinin vay hâline!”(14) Zina, cinayet dahil, başka hiçbir suç, iğrendirici bir fiile, gıybet kadar benzetilmemiştir. Üstad, gıybet hakkında şu ifadeleri kullanmıştır: “Gıybet ... nazar-ı Kur’ân’da gayet menfur ve ehl-i gıybet, gayet fenâ ve alçaktırlar.”(15) “İnsafsızlık, yalancılık, hırs, israf, fuhuş, hıyanet, gıybet; bunların hepsi, Kur’ân tarafından en şiddetli surette takbih olunmuş ve bunlar, reziletin ta kendisi tanınmıştır.”(16) “Gıybet, aklen, kalben ve insâniyeten ve vicdânen ve fıtraten ve asabiyeten ve milliyeten mezmumdur.”(17) “Gıybet, ehl-i adâvet ve hased ve inadın en çok istimal ettikleri alçak bir silâhtır.”(18) Zarar potansiyeli korkunçtur Gıybetin en korkutucu taraflarından birisi, yol açabileceği felaketlerin potansiyel büyüklüğüdür. Gıybet, fani bedene değil, Yaratıcının bakileştirdiği kalbe ve ruha saldırır. Cinayeti işlemek nisbeten zordur, failini bulmak ve cezalandırmak mümkün ve nisbeten kolaydır. Oysa gıybeti işlemek, kaş göz işareti kadar kolaydır; bir kere ağızdan çıktı mı mantar gibi çoğalır, milyonlarca kopyası, insanlar arasında dalga dalga yayılma ve inanılmaz fitnelere, katliamlara yol açma potansiyeline sahiptir. Gıybetin insanlar tarafından kaynağında tespit edilip cezalandırılması, akışıp ilerlemesinin, hatta iftiraya dönüşmesinin durdurulması, neredeyse imkânsızdır. Katilin de kendince bir şerefi vardır; ama gıybetçinin mikrop kadar onuru olamaz. Cephede düşman kurşunuyla şehit olan askerin hâli tarifsiz bir yüceliktir. Oysa gıybet, babanın çocuğunu veya çocuğun annesini öldürmesini andırır ölçüde esef verici bir cinayet hâline dönüşebilir. Sözler isimli eserde, Hz. Peygamberin (a.s.m.) kimi hadislerindeki abartı gibi gözüken benzetmelerin, tehlikenin potansiyel büyüklüğünü kastettiği vurgulanır: “Şu nevi ehâdîsteki külliyet ise imkân itibariyledir. Meselâ: ‘Gıybet, katil gibidir.’(19) Demek gıybette öyle bir ferd bulunur ki katil gibi bir zehr-i katilden daha muzırdır.”(20) Ebedî hayatı yok eder Hz. Peygamber (a.s.m.) der ki: “Ateşin kuru odunu yakması, insanın sevaplarını yok etmekte gıybetten daha hızlı değildir.” Yangın yok edicidir. Daha dün bir gecekonduyu alevler sarmış;(21) demir parmaklıklı pencere ile alevlerin kuşattığı kapı arasında sıkışan zavallı bir anne ve iki masum yavrusu, tüm servetleri olan evlerinin içerisinde yanıp kül olmuştu. İşinden geriye, kalıntıların başına dönen babanın hâlini düşündükçe hâlâ titriyorum. Bu felakete dayanılamaz. İşte, gıybetçilerin başına gelecek olan manevî felaket, bu zavallı insanların yaşadıklarından da beter olacaktır. Bir ömür, hayır içerisinde yaşadığını sanıp da ebedî huzura giden insanın, söylediği veya rıza ile dinlediği gıybetler yüzünden, tüm manevî hasenatının alevlerle yanıp kül olduğunu görmesinin ne büyük şok olduğunu tahmin edebilirsiniz. Gıybetin verdiği alçakça zevk uğrunda, böylesi bir felakete razı olmayı hangi vicdan kabul edebilir? Hazret-i Rehberimiz (a.s.m.) şöyle der: “Aziz ve Celil olan Rabbim beni Miraca çıkardığında, demirden tırnaklarla yüzlerini ve gözlerini tırmalayan bir topluluğa rastladım. Cebrail’e dedim ki: ‘Bunlar kimlerdir?’ Şöyle dedi: ‘Bunlar, gıybet ederek insanların etlerini yiyen ve onların şereflerine dil uzatanlardır.’”(22) Gıybet, insanları işte böyle bir geleceğe hazırlıyor!... Gıybetin ebedî hayata yönelik zararları bir yana, sosyal, siyasal ve ekonomik hayata, kişisel huzura, sağlığa ve yeteneklere, kısaca, topyekûn insan kaderine yönelik sonuçlarını, birkaç sayfaya sığdırabilmemiz imkânsız. Üzerinde düşündüğünüzde, siz de bu sonuçları keşfedebilirsiniz. Sonuç olarak Gıybetle savaşa şimdi başlamalıyız. Ben gıybetle savaş başlattığımda, diğer kişilerle veya gruplarla ilgili ağzımdan çıkan neredeyse hemen her sözün, gıybetin bir formuna uyduğunu fark etmiştim. Bu sinsi düşmanla bilinçli bir savaş başlatıp hassasiyetleri hücrelerine işleyinceye kadar sürdürmeyenler, amellerini ateşe verecek yangınlardan kurtulamayacaklar. Bu savaşı başlattığımda, eroin krizine tutulmuş gibi, sözlerin ortasında uyanıyor, konuşamama krizine yakalanıyordum. Çünkü kriterlerim açısından baktığımda, neredeyse ne söylesem ve ne dinlesem gıybet olduğunu görüyordum. Gıybete savaş açtığınızda, yaptığınızın büyüklüğü nedeniyle ilâhî rahmetin şefkati kalbinize öylesine yayılıyor ki, “Ben bu vakte kadar nerelerdeydim?” diyorsunuz. Gıybet esaretinden bir kere kurtuldunuz mu, özgürlüğünüzün ruhunuza yaşatacağı coşkuya paha biçemeyeceksiniz. DR.Muhammed BOZDAĞ |
Cevap: gıybet etmemek mümkün allah razı olsun nesli nur... rabbim gıybet orucu tutmayı-hakkıyla tutmayı-hepimize nasibi müyesser eder inşaallah.. en çok yaptığımız bence gizli gıybet.... inşaalah savaşın mağlubu değil galibi oluruz... hepside altı çizilmesi gereken şeyler.... tekrar teşekkürler.... |
Cevap: gıybet etmemek mümkün Alıntı:
Rabbim bizi neslimizi gıybet,dedikodu,yalan vs.tüm kötü söz ve fiillerden uzak tutsun ... |
Cevap: gıybet etmemek mümkün FİTNE’NİN FİTİLİ; GIYBET! Kur’an elimizde olduğu halde niçin geri kaldık? Basra karyelerinin sakinleri, yedi kafile oluşturarak, Benî Nadir ve Benî Kurayza Yahudilerine, içlerinde her türlü ihtiyaç maddesinin bulunduğu kervanları götürdüler. Bu kervanlarda, o günün şartlarında yok yoktu. En güzel kumaşından, güzel kokulara varıncaya kadar her şey... Kervan Benî Kurayza ve Benî Nadir’e giderken, müminler onları gördüler ve dediler ki “Ne olurdu, şu kervanlardaki mallar bizim olaydı. O zaman, hem ihtiyaçlarımızı karşılamış olur hem de Allah yolunda sarf ederdik.” Bu hâdiseden, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz de haberdar oldu ve Mevlâ Teâlâ Hazretleri şu ayeti celileyi inzal buyurdu: “Habibim! Celâlim hakkı için yemin ederim ki sana Seb’i Mesani’yi ve Kur’an-ı Azim’i verdik.” (15/87) Ayet-i kerimede geçen “Seb’i Mesani” ile Fatiha Sûresi kastedilmiştir, ayrıca Kur’an’ın tamamı da kastedilmiştir. “Sakın onlardan bazı sınıflara verdiğimiz dünya malına göz dikme, onlardan dolayı üzülme ve müminlere alçak gönüllü ol.” (Hicr, 88) “O mal, mülk sahibi zenginler niçin bizimle birlikte olmuyor’ diye üzülmeyin. “Dine yardım edip dini yükseltmeye çalışmıyorlar” diye de üzülmeyin. Üzülmeyin; çünkü biz size öyle büyük zenginlikler ve hazineler verdik ki ne dünyada ne de âhiret hayatında, onların eşini bulamazsınız. Dünya ve âhiret hayatının en hayırlısı Fatiha’yı, Kur’an’ı siz müminlere verdik. O Kur’an sizi, müminleri bana kavuşturur, benim rıza-i şerifime kavuşturur. Cennette, aklınızın alamayacağı kadar sonsuz derecede güzel nimetlere kavuşturur. Bir de ne yapar müminleri? Dünyaya hâkim yapar. Düşmanlarınızı da mahkûm eder. Bu durumda, şöyle bir soru ile karşı karşıya kalacağız: “Kur’an, bu kadar büyük bir nimet olarak müminlerin elinde bulunuyor. Öyleyse bu saydığımız nimetlere niçin ulaşamıyoruz? Bu soruya verilecek cevap çok açık ve nettir: “Kur’an’a lâyık amellerimiz olmadığından.” Mahmud (Ustaosmanoğlu) Efendi -kuddise sırruhu- Kıssa Senin Dişin Yok muydu? Kırda oturan bir adamın ayağını bir köpek ısırdı. Hem de öyle kızgınlıkla bir ısırış ki, dişlerinden kan damladı. Zavallı adam ayağının acısından yatamazken, küçük kızı babasına sert sert çıkışarak dedi ki; — Babacığım! Senin dişin yok mu idi? Sen de onun ayağını ısıraydın ya! Babası ayağının acısından ağlarken güldü ve dedi ki; — Yavrucuğum! Doğru, benim de dişlerim var ve köpeğin ayağını ısırmaya gücüm yeterdi. Ama dişlerimin köpeğe dokunmasına gönlüm razı olmadı. Hatta kafamı kılıçla kesmek isteseler, yine de köpeğin ayağını ısırmam imkânsızdır. İnsan, namertlere kötülük yapabilir; lakin insan olan köpeklik yapamaz. İnsan insandır, köpek de köpek. Şeyh Sadi Şirazi -rahmetullahi aleyhi-, Bostan Zindandan kurtuluş Bu dünya zindandır, biz de zindandaki mahkûmlarız. Zindanı del, kendini kurtar! Dünya nedir? Allah’tan gâfil olmaktır. Kumaş, para, ölçüp tartarak ticaret yapmak ve kadın; dünya değildir. Hz. Mevlana -kuddise sırruhu- Hiçbir İş Tembellikle Olmaz İnsan için en büyük tehlike, ömrünün sonundadır. Ömrünün evveliyatı pek mühim değil. Mühim olan ömrünün nihayeti, sekerât zamanıdır. Her kim ömrünün nihayetinde imanını kurtarırsa artık o ebedi olarak rahata kavuşmuş, kurtulmuştur. Şayet ömrünün sonunda hüsn-ü hatime nasip olmazsa, Allah muhafaza buyursun, imanını kurtaramazsa, isterse evveliyatı Gavs, isterse Kutup olsun, ne faydası olur kendine? Eğer ömrünün sonunda iman nasip olmaz, Allah muhafaza, küfürle giderse evveliyatında Gavs olması, evveliyatında Kutbu’l-Aktab olması ne işe yarar? Onun için insan, ömrünün sonunu iyi geçirmek için çareleri aramalı, kendini günahlardan muhafaza etmeli, amellerinden geri kalmamalı, her zaman tâat ve ibadette olmalı, bir mürşide bağlı olmalı, tesbihini devamlı çekmeli ki hüsn-ü hatimeye kavuşsun. Nitekim Rabbu’l-Âlemin de âyet-i kerimede: “İyi akıbet (sonuç)^, Allah’tan korkanlarındır” (Kasas; 87) buyuruyor. Tâat ve ibadetini eksiltmeyerek artıran, ömrü uzadıkça tâat ve ibadetlerini ziyadeleştiren kimse, muttakilerden yazılır. Ancak muttakilerden yazıldıktan sonradır ki yukarıdaki âyette zikredilen hüsn-ü hatimeye, iyi akıbete kavuşabilir. Hiçbir iş tembellikle olmaz. İster dünya işi, isterse ahiret işi olsun. Ciddi ve samimi olması lâzımdır ki muvaffak olabilsin. Meselâ, dünya işinde insan bir saat çalışır, bir saat çalışmazsa; bir gün çalışır, bir gün çalışmazsa, haliyle işler aksar ve muvaffak olamaz. Ahiret işi de aynen böyledir. Her kim işi tembelliğe dökerse muhabbeti kesilir, Allah yoluna sevgisi azalır, gafleti artar, günah işlemek, Allah’ın emirlerine karşı gelmek ona kolay gelir. Tereddi ede ede (gerileyerek), nihayet günün birinde, Allah yolunu terk eder. İnsan, ciddi davranır, fırsatları, zamanını değerlendirirse o zaman muhabbeti artar, aşkı çoğalır. Artık şeytan da onu aldatamaz. Seyyid Abdulhakim el-Hüseyni -kuddise sirruhu- Fitne’nin fitili; gıybet! Bir kişi, bizim yanımızda, başka birisinin aleyhinde konuştuğu zaman, konuştuklarının hepsi yalan dahi olsa bizim üzerimizde bir etki bırakır. Yani, kalbimizde o kişi hakkında küçük de olsa kin duyma, buğzetme gibi haller olur. İşte gıybetin, fitnenin ne kadar kötü olduğunu kendimiz de bu şekilde tecrübe edebiliriz. (alntdr) |
Cevap: gıybet etmemek mümkün Dinimizce helal olan bir hayvanın besmelesiz kesildiği zaman bile yenmesi caiz olmazken, nasıl oluyor da kardeşinizin etini yiyorsunuz? Kişinin yüzüne karşı söylendiği zaman hoşlanmayacağı, kalbinin kırılacağı bir sözü, hali veya hareketi, onun bulunmadığı yerde söylemek, hareketiyle göstermek veya ima etmek, yazıyla duyurmak gibi durumlar Yüce Dinimiz’de gıybet adını alır ve Rabbimiz tarafından şiddetle yasaklanmıştır. Bir kimsenin ardından konuşmanın gıybet olduğunun belirtisi, hakkında konuşulan kimsenin tanınması, konuşmanın da kötüleme gayesi taşımasıdır. Kötülüğü düzeltme, kötülük ve onun hakkında fetva sorma, kötü kimsenin şerrinden insanları sakındırma gibi gayelerle yapılan konuşmalar gıybet sayılmaz. Fasık ve zalimlerin fıskını, zulmünü açıklamak da gıybete girmez. Hatta bunlar açıklanıp tanınmalı ki, fıskın ve zulmün yayılması önlenebilsin, fasıklar ve zalimler toplumda kabul görmesinler. Ölçülerin dışına çıkanların, gıybetçilerin veya itikadî konularda yanlış görüşe sahip olanların sözlerini kesmek, o konuyu tashih etmek, nezaketsizlik değil bilakis istikamettir, dinî bir vazifedir. Fahr-i Alem s.a.v. hakka tecavüz edilmedikçe kimsenin sözünü kesmez, hakka tecavüz edilince de ya onu men ederek sözünü keser veya o meclisi hemen terk ederdi. Nezaket hususunda ölçülü hareket edilmelidir. Muhatabım yaşça benden büyük, ben onun sözlerine nasıl karşı gelebilirim veya dinlemez isem bana darılır gibi boş mülahazaları bırakmak gerekir. Fahr-i Alem s.a.v. bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Gıybetten sakının. Muhakkak gıybet zinadan daha kötüdür. Zira kişi zina eder sonra tevbe ederse, Allah tevbelerini kabul edebilir. Halbuki gıybet ettiği kişi affetmedikçe Allah da affetmez.” Kişi kendi işine gücüne bakmalı, kendi hata ve kusurlarını görerek onları düzeltme çarelerini aramalıdır. Kendisinin hata ve kusurlarının şurada burada söylenilmesi ne kadar zor gelir, çirkin olursa, başkası için yapılan da aynı derecede çirkindir. Tabii ki herkesin hata ve kusurları olabilir, ancak kişinin kendisinin dünya kadar hata ve kusurlarını görmeyip, diğer insanların hata ve kusurlarıyla uğraşması çok abes bir durumdur. Dedikodu ve gıybet yapmak, müminler arasında ünsiyetin alâkasızlığa, sevginin nefrete dönüşmesine sebep olan ve toplum hayatını çürüten bir günahtır. Bu pek çirkin olan fiille birlik ve beraberlik baltalanır, gizli gizli düşmanlıklar baş göstermeye başlar, böylece müminler arasına fitne ve fesat tohumları saçılır. Peşinden gruplaşmalar ve neticede zayıflık baş gösterir. Bunu yapanlar böyle bir sonucu bilmeden yapıyorlarsa son derece cahildirler, şayet bilerek yapıyorlarsa, o zaman haindirler. Günümüz müslümanlarının birbirlerini sevememesinde, birbirlerine kardeş ve dost olamamasında, fert ve toplum olarak dağınıklığında, bu kötü huy temel sebeplerden biridir. İslâm’ı bir bütün olarak kavrayıp güzelliklerine nüfuz edemeyenler ve hayatlarında uygulama alanına koyamayanlar, bu ve benzeri kötü huylarla ibadet ve taatlerini de boşa çıkartırlar. Başkalarının hatalarını araştırmak yerine şu ahir zamanda “Dinim için ne yapabilirim, müslüman kardeşlerime nasıl faydalı olabilirim? Şu maddi ve manevi buhrandaki mümin kardeşlerimin bu duruma düşmesinde benim bir mesuliyetim var mı veya onu bu durumdan kurtarmak için bana ne gibi bir görev düşüyor?” şuuruyla hareket eden ve dedikodu muhabbetlerine yabancı olan müminlere ne mutlu!.. Rabbimiz bir ayet-i celilede şöyle buyuruyor: “… Birbirinizin kusurunu araştırmayın, biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Sizden biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyendir.” (Hucurat, 12) Cenab-ı Hak, birinin arkasından dedikoduyu, gıybeti nezd-i ilâhisinde çok çirkin gördüğünü böyle beyan buyuruyor. Gıybet yapmayı adeta canavarlıkla eş tutuyor. Zira ancak vahşi hayvanlar, canavarlar ayet-i celiledeki fiili işlerler. Rabbimiz gıybet ve dedikodunun böylesine kötü bir şey olduğunu öğrettikten sonra, ayetin devamında “O halde Allah’tan korkun!” buyurmaktadır. Yani dinimizce helal olan bir hayvanın besmelesiz kesildiği zaman bile yenmesi caiz olmazken, nasıl oluyor da kardeşinizin etini yiyorsunuz? Allah’tan korkun, kendinize gelin, kimsenin gıybetini yapmayın! İşte Kur’an-ı Kerim dedikodudan, gıybetten kaçınmayı bu kadar şiddetle emrediyor. İnsanın onur ve haysiyeti, kanı canı gibi, belki daha kutsal ve önemlidir. O halde buna zarar verecek bir şeye yaklaşmamalı, Allah’tan korkmalı, şayet böyle bir şey yapmışsa pişman olmalı, Rabbül Alemin’e tevbe etmelidir. Şüphe yok ki eksiksiz, noksansız olan sadece Allah’tır. Dört dörtlük kimse yoktur. Elbette bir takım noksanlıklar her birimizde vardır. Fakat bunları düzeltmek, eksikliklerimizi tamamlamak, her geçen gün daha olgun bir insan olmanın yollarını aramak lazımdır. Bunun için de dostlarımızın uyarısına, eleştirisine ve tavsiyelerine kulak vermek bir erdemdir. Bu hususta adaletin timsali Hz. Ömer r.a. şöyle buyurur: “Bizde bir eksiklik görür de söylemezseniz, siz de söyledikten sonra kendimizi düzeltmezsek bizde iş yoktur!” Fakat şunu da iyice belirtmek gerekir ki, uyarmak, hataya dikkat çekmek, güzeli ve doğruyu tavsiye etmek başka şeydir, gıybet yapmak çok başka şeydir. Bir kimsenin kusurunu, hatasını onun arkasından ve hoşuna gitmeyecek şekilde söylemenin uyarıyla, iyilik yapmayla alakalı bir tarafı olamaz. Eğer niyet kişinin hatasını düzeltmekse, elbette bunu söylemenin bir üslubu ve usulü vardır. Bunu gıybet şeklinde orada burada anlatmak yerine, o kişinin kendisine uygun bir dille anlatmak, hataya dikkat çekmek, sakıncalarını belirtmek ve böylece o kardeşinin hatasından dönmesine yardımcı olmak çok güzel bir davranıştır. Mümine yakışan da budur. Kötü niyetli eleştiriler, ufak bir hatada tenkit oklarına tutmalar, mümin kardeşinin bir yanlışını çarpıtıp onun hakkında hakaretli ifadelerde bulunmalar kesinlikle iyi bir niyetin sonucu değildir. Rabbimiz insanoğluna duyu organı iki kulak, konuşma organı bir dil vermiştir. Öyleyse öncelikle iki düşünüp bir söylemeli, konuşulan lafın nereye gideceğini ve ne gibi sonuçlar doğuracağını iyi tespit etmelidir. İbadetlerimizin ve her türlü iyi amellerimizin kabulü, iyi huy ve güzel ahlâk sahibi olmamızla mümkün olabilir. Zamanımızda dinin bilinmemesi ve Allah korkusunun azlığı nedeniyle manevi hastalıklar çoğalmıştır. Gıybet ise bunların en kötülerindendir. Bu illetten kurtulmak için iradeli olmak, salihlerle, iyilerle beraberliği çoğaltmak, sohbetlerinde bulunmak lazımdır. “Nerede olursanız olun O sizinle beraberdir.” ayet-i celilesinin manasını bilen kişi daima uyanık olur. Allah Tealâ’nın murakabesinde olduğunun farkında olan kişinin her hal ve hareketi edep üzeredir. Hafif meşreplikten, yersiz hareketlerden çekinir, gıybetten ve gıybet ehlinden vahşi hayvandan kaçar gibi kaçar. Çünkü kişi istemese de arkadaşlık yaptığı kimsenin haliyle hallenir, ahlâkıyla ahlâklanır. Onun için arkadaşlık yaptığımız insanlara dikkat etmemiz lazım. Gıybet günahından kurtulmanın kefareti ise, üzülmek, tevbe etmek ve gıybetini yaptığı kimse ile helalleşmektir. Pişman olmadan helalleşmek riya olur ki, bu da ayrı bir günahtır. Ne mutlu kendi hatalarını düzeltmeye çalışmaktan başkasının hatalarını, kusurlarını görmeye fırsat bile bulamayan müminlere. Rabbimizin tevfik ve inayeti ile… |
Gıybetin tatlı yüzü (Gıybet olmasın ama…!) Gıybet konusu çok geniş bir konudur, burada nazara vermek istediğim bir kaç husus var: Gıybetin tatlı sanılan yüzünün altında çok çirkin bir yüzün olduğu, gıybeti bildiği halde gıybet etmekten vazgeçmeyenler ve gıybetin ortaya çıkardığı zararlar hakkında olacaktır. Birileri hakkında konuşmak, birilerini çekiştirmek, birilerinin sırlarını ortaya çıkarmak, kusurlarını ve mahremiyetini araştırmak insanın imtihana tabi tutulduğu bir mevzudur. İşte bu şekil bir imtihana da gıybet denir. Yazının başlığı da dikkatinizi çektiği gibi, gıybetin tatlı yüzü olur mu diyeceksiniz. Malumunuzdur ki, şeytan günahları ve çirkinlikleri güzel suretlere büründürüp göstermeye çalışır. Tıpkı gıybeti de tatlandırıp dilimize servis ettiği gibi. Şöyle ki; Hani gıybet edilirken kulaklar kabartılır pür dikkat dinleme moduna geçilir, sonra gıybeti yapan kişi kendinden de bir şeyler ekleyerek gıybet ettiği kişi hakkında öyle şeyler anlatır ki karşısındaki de merakını celb ettiği için pür dikkat onu dinler, böylelikle hem anlatan tat alır, hem de dinleyen. Bu şekil tabiri yerindeyse gıybetin tatlı bir yüzü ortaya çıkmış oluyor. Asıl bilinmeyen mevzu ise o tatlı sanılan yüzün altında acı ve çirkin bir yüzün olduğunun fark edilmemesidir. Daha doğrusu vicdan muhasebesinin fark ettiği, ama yinede gaflet ile bile bile bu günaha devam edilmesidir. Aslında vicdan başkaldırır, kişiye hal dili ile doğruyu göstermeye çalışır. Bilirsiniz ki, kişinin vicdan aynası her zaman doğruyu göstermeye çalışır. Kişi iradesinin hakkını vererek vicdan aynasına dönüp te baksa bu tür günahlara alet olmaz ve gıybet denilen günahtan kaçabildiğince kaçar. GIYBETİ BİLİPTE GIYBET YAPANLAR Gıybeti araştırma konusu yapınca çok ilginç sonuçlara ulaştım; Gıybetin ne kadar çirkin bir davranış ve günah olduğunu iyi bildiği halde yinede gıybeti etmeyi adet haline getirenler, gıybetten tat alanlar, durmadan şüpheler ile birilerini çekiştirenler ve daha neler neler... Gıybetin tatlı sanılan yüzü ile yapılan konuşmalar başta kul hakkına girmeye sebeptir. Çünkü birileri hakkında ileri geri konuşmak onun hakkına girmektir. Kul hakkı da büyük bir günahtır ki, kişi bu günahı ötelere götürmek istemiyorsa ancak gıybet ettiği kişiden/kişilerden helallik dilemesi ve Allah’a çokça tövbe etmesi gerekir. Yukarıda ifade edildiği üzere gıybet denilen bu çirkin davranışları şeytan tatlı gösterir. Bu tatlılığa aldananlar var ki gıybeti iyi bilen insanlar bile konuştukları vakit bakıyorsunuz hemen gıybete girebiliyor. Maalesef, gıybet günümüzde insanlar arasında rahatlıkla yer bulabiliyor. İnsanlar dilini gıybetle kirletirken ondan tiksinti duymuyor, kalbi ürpermiyor. Bazen denk gelmişsinizdir, gıybeti yapan şahıs gıybete başlamadan önce “gıybet olmasın ama” sözüyle sanki gıybet etmeyecekmiş gibi, yapacağı konuşmalar gıybet olmayacakmış gibi tatlı bir hava eşliğinde gıybet ortamını oluşturur ve bu tür konuşmalar alır başını gider. Bir kaç kişi yan yana gelince, malum konuşulacak başka bir şey bulunmuyor ve gıybetin tatlı sandıkları yüzüyle dillerini kirletiyorlar. Özellikle komşuluk ilişkilerinde bu tür gıybetlere rastlamak çokça mümkündür. Hâlbuki birbirlerinin kusurlarını araştırmak, birilerinin sırlarını ortaya çıkarmak dinimizce yasaklanmıştır. Zira İnsanlığın İftihar Tablosu Peygamber Efendimiz (sallalahu aleyhi ve sellem) gıybetin tarifini yaparken şöyle buyurur: “Kardeşin duyduğu veya yüzüne söylendiği zaman şöyle böyle kendisini rahatsız edebilecek her söz gıybettir.” (Bkz Müslim, Birr 70) Şimdi kendimizi sorguya çekme zamanı; Acaba günlük konuşmalarımızın ne kadarı gıybet? Ya da şöyle tarif edeyim konuşmalarımızın ne kadarı gıybetin tatlı sandığımız yüzü altında gerçekleşiyor? Evet, gıybeti bilip de yinede gıybete devam edenler, gıybetin tatlı sandıkları aslında acı olan yüzü ile kendilerini günaha sürüklemekten ve dillerini kirletmekten başka bir şey yapmıyorlardır. Bazen bir toplulukta yapılan konuşmalarda gıybet havası esince bakarsınız ki kulaklar pür dikkat dinlemeye takılmış, hatta “ne olmuş, anlayamadım, kim yapmış…” gibi merak soruları ile daha da meselenin yani yapılan gıybetin derinliklerine inmeye çalışırlar. Sanırım böyle bir merak ile gıybete iştirak etmek, gıybetin tatlı sanılan yüzünü açık bir şekilde ortaya koyuyor. MÜ’MİNİN SUSMASI TEFEKKÜR, KONUŞMASI HİKMET OMALI Gıybet hakkında hepimiz az çok bilgi sahibiyiz. Kur’ân, gıybet etmeyi ölü eti yemeye benzettir. Bu hususta Hucurat Suresinin 12. ayeti aklımıza gelir, ayette geçen;“Hiç sizden biriniz ölmüş kardeşinin cesedini yemekten hoşlanır mı?” Rabbimiz bu meseleyi ölü kardeşinin etini yemeye benzeterek, adeta “leş yemeyin” diyor, böyle çirkin bir işle uğraşmayın diyor. Siz gıybet ederseniz böyle bir durum yapmış gibisiniz. İnsan böyle bir durumu düşününce ürküyor değil mi? İşte bu ayetin sırrını bir idrak edebilsek sanırım ortada gıybet namına bir şey kalmayacaktır. Kimse, birbiri hakkında kötü düşünmeyecek, konuşmayacak ve huzurlu bir ortam oluşacaktır. Merak etmek ile birilerinin kusurlarını araştırmak, bunları başka ortamlarda dile getirip, diğer insanları gıybeti yapılan kişiden soğutmak, onu suizan altında bırakmak hem kul hakkı, hemde ayette ifade edilen ölü kardeşinin etini yemek gibi bir ceza ile muamele görmektir. Burada dilini gıybet ile kirletenler ahirette de ceza ile birlikte çok kötü muamele görecektir. Üç beş arkadaşla yan yana gelince yapacağımız muhabbetlerin tamamı dünya kelamı olmamalı, yapacağımız konuşmaların en hayırlısı iman ve imanda derinleşme mevzuları olmalıdır. Gıybet yapmaktan kaçanlar, böyle ortamlardan uzak dura dura susması tefekkür haline gelir ve konuştuğu zamanda hakkı konuşmayı tercih eder, çünkü gıybetin çirkin yüzünü görmüş ve yaşadığı çevrede ahlaki erozyona nasıl sebep olduğunun farkına varmıştır. Evet, bir kaç arkadaş yan yana gelince bunu fırsat bilmeli ve konuşmalarını hakkın sözleri ile değerlendirmeli, oturduğu ortamın hakkını, hakkı tavsiye etmekle vermelidir. Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şeriflerinde; Müminin sükûtunun tefekkür, konuşmasının ise hikmet olması gerektiğini ifade buyuruyor. (Bkz.: ed-Deylemî, el-Müsned, 1/421) Bu nurlu beyanı dikkate alarak alarak diyebiliriz ki, insanın hak olanı konuşması, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye etmesi güzel şeyler konuşması onun için bir ibadet sayılır. Yapılan gıybetler yaşadığımız içtimai hayatta güvensizlik oluşturur. Şimdi de meselenin farklı bir boyutunu nazara getirerek yapılan gıybetlerin yaşadığımız çevreyi nasıl olumsuz yönde etkilediğine kısaca değinmek istiyorum. Gıybet, öncelikle insanların birbirine güvenmemesini, herkesin birbiri hakkında kötü düşüncelere sahip olmasını, içtimai hayatın körelmesini, insanların birbirinden uzaklaşmasını, sevgi, saygı ve kardeşlik bağlarının koparılmasını, fitne, fesat, kin ve öfkenin toplum hayatına hakim olması gibi daha birçok yaşantımızı olumsuz yönde etkileyecek, bizi herkes hakkında kötü düşüncelere sevk edecek bir bulantılı hayata sürükler. Düşünün ki gıybet hiç yapılmazsa, içtimai hayatta güvenli bir ortam, güzel düşünceler, iyi komşuluk ilişkileri, şahısların uyum içinde birbirleri ile iyi geçinmesi gibi çok güzel neticeler ortaya çıkacaktır. Ortada gıybet konuşmaları olmayınca boş konuşmalarda olmayacak. Düşünün ki, hiç gıybet konuşmaları yapılmazsa insanlar birbirleri ile hak olanı konuşacak ve en önemlisi boş konuşmayacaktır. Evet, gıybet eden olmayınca, ya susulur ya da hak ve hakikat konuşulur. Şüphesiz hakkı konuşup birbirlerine sabrı tavsiye etmek, Asr Suresinde Rabbimizin ifade buyurduğu üzere; “Kurtuluşa erenler birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenlerdir.” Ayetinin lütuflarına mazhar olmak ve kurtuluş yollarına doğru yürümektir. Evet, gıybeti çok çirkin ve büyük bir günah olarak idrak edeceğimiz ana kadar aramızda her zaman dolaşma imkânı bulacak ve dilimizi kirletmeye devam edecektir. Gıybetin kabirde bize çirkinlikleri ile bir azap olmamasını istiyorsak ona karşı şimdiden dilimizi olabildiğince temizlemeli ve gıybet ile kirletmemeliyiz. Rabbim bizlere gıybet çirkinliğinin farkına varan ve gıybetten uzak duran kullarından eylesin. alıntıdır Mehmet KAZAR |
SAAT: 10:28 |
vBulletin® Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
User Alert System provided by
Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) -
vBulletin Mods & Addons Copyright © 2025 DragonByte Technologies Ltd.