Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   Muhtelif Konular (https://www.forum.medineweb.net/657-muhtelif-konular)
-   -   Nakşibendiye (https://www.forum.medineweb.net/muhtelif-konular/22169-naksibendiye.html)

MusabBinumeyr 09Haziran 2012 15:13

Nakşibendiye
 
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Bahauddin Nakşibend Muhammed b. Muhammed el-Buharî tarafından kurulan ve İslâm dünyasında yaygın olan tarikat.

Nakşibend Farsça bir kelimedir ve "nakış yapan" demektir. Kalbi işlediği, kalbin üzerine süsler yaptığı için bu adı almıştır
(Abdulmecid b. Muhammed el-Hanî, Hadaikul-Virdiyye fi Hakâikul-Acille en-Nakşibendiyye, Kahire 1306, s. 9).

Bahauddin Nakşbend'in adı, Muhammed b. Muhammed el-Buharî' dir. 718/1318 tarihinde Buhara'ya 9 km. uzaklıkta bulunan Kasr-ı Arifân (eski adı Kasr-ı Hinduvan)'da doğdu
(Tahsin Yazıcı, Nakşibend mad., İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1964, IX, 52.).

Nakşibend dünyaya geldiği zaman, Hacegan tarikatının şeyhlerinden Muhammed Baba Semmâsî (ö. 740/1339) müridleriyle birlikte o köye gelmiş ve henüz çok küçük yaşlarında bulunan Nakşibendi mânevî evlatlığına almıştır. Bahauddin kendi hallerinden bahsederken, bu konuda şöyle der: "Benim hakkımda zuhûr eden Allah Teâlânın lütuflarından ilki, daha çocukluk çağımda iken, kadri yüce Şeyh Hâce Muhammed Baba Semmâsî'nin nazarları ile müşerref olmam ve beni evlâtlığa kabul etmeleridir"
(Salahuddin b. Mübârek el-Buharî, Makamat-ı Muhammed Bahauddin Nakşibend, trc. Süleyman İzzi, İstanbul 1983, s. 29).

Baba Semmâsî, müridlerinden Emir Külâl'e; "Bu erin terbiyesi sana aittir" diyerek, Nakşibendi ona emânet ettiği rivâyet edilir
(Seyfuddin Ali b. Hüseyin, Reşahatu Aynil-Hayat, İstanbul 1291, s. 48.).

Nakşibend, her ne kadar Emir Külâle intisab etmişse de, muteber kaynakların haber verdiğine göre, onun gerçek şeyhi, kendisinden çok sene önce vefât eden Abdulhâlik Gücduvânî (6. 617/1220)'dir. Tasavvufta, kişinin kendisinden Önce vefât etmiş olan herhangi bir şeyhin ruhâniyetinden feyz alarak rabıta kurmasına, "Üveysilik yolu" adı verilir
(Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, İstanbul 1990, s. 430; Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, İstanbul 1985, s. 294).

Bahauddin on sekiz yaşlarında iken, ailesi onu evlendirmek istemiş, Bahauddin, Baba Semmâsiyi da'vet etmek için Semmâs'a gitmiş, oraya varınca, hocanın sohbetine iştirak etmiş, sohbetin kendisine verdiği zevk ve huzurdan sonra mescide gitmiş ve Cenâb-ı Hakk'a, "Ya Rabbi!.. Bana belâ yükünü çekmek için kuvvet ver. Bu hususta bana ihsanda bulun" diye dua etmiştir. Baba Semmâsi onun bu durumunu öğrendiği zaman, kendisine: "İlâhî!.. Sen, rızana uygun olanı ne ise, onu bu zayıf kuluna ihsan eyle!" diye duâ etmesini, zirâ her zaman Allah'ın rızasını kazanmayı gâye bilen kimseye belâ ulaşmayacağını, şayet Allahu Teâlâ bir velisine belâ gönderirse, yine kendi inâyetiyle ona kuvvet ve tahammülü ihsan edeceğini, insanın kendi irâdesiyle belâ istemesinin doğru olmayacağını söylemiştir.

Baba Semmâsî vefât ettikten sonra, Semerkant'a gitmiş, oradaki dervişlerin sohbetine iştirak etmiş, kısa bir zaman içinde onların saygısını kazanmış ve tekrar memleketi Kasr-ı Arifân'a dönmüştür
(Ali b. Hüseyn, Reşahât, s. 18.).

Bahauddin Nakşibend iki kez Hicaz'a gitmiştir. Gidiş ve gelişlerinde çeşitli zatları ve yerleri ziyâret etmiştir. Memleketi olan Kasr-ı Arifân'da bir mescid yaptırmış ve inşaatında bizzat çalışıp işçilik yapmıştır
(Ali b. Hüseyn, Reşahât, s. 61.).

Nakşibend, Hanefi mezhebine mensuptu. Her fırsatta sohbet eder, va'z ve nasihatte bulunur ve "Tarikimiz sohbet üzerinedir" diyerek, müridlerini de buna teşvik ederdi. Aynı zamanda o, çok mütevâzi idi; misafirlere çok saygı gösterirdi. Hayvanlara karşı bile sevgi beslerdi ve haramdan son derece sakınırdı. Ölümünden bir gün önce müridlerine, halifelerinden Muhammed Parsa (ö. 922/1516)'ya tâbi olmalarını vasiyet etti ve 3 Rebiül-Evvel 791/2 mart 1389 pazartesi günü, doğduğu yer olan Kasr-ı Arifan'da, yetmişüç yaşında iken Hakk'ın rahmetine kavuştu.

Nakşibendi Tarikatı, Bâhauddin Nakşibendden sonra, Alaeddin Attar, Zahid Bedahşi ve Muhammed Parsa tarafından geniş bir alâna yayıldı. Bilhassa İmam Rabbânî (ö. 1034/1625) zamanında, Hindistan ve havalisinde yayılma kaydetti. İmam Rabbânî'nin oğlu Muhammed Ma'sûm (ö. 1098/1687) da ciddi bir eğitim görerek, babasının mutedil tasavvuf yolunu devam ettirdi. Tarikat, oğlu Şeyh Seyfeddin (ö. 1100/1689) ve halifesi Seyyid Nûr Muhammed Bedvânî (ö. 1135/1723) ile naklî, tasavvufi ve farz-ı kifaye ilimler bakımından bir medrese ve herkese açık bir müessese haline geldi. Bu tarikat, Fatih Sultan Mehmed zamanında, Molla İlâhî Simâvî (ö. 896/1490) vasıtasıyla İstanbul'a girdi. Gulam Ali Dehlevî ve Ebû Saîd Müceddidî ile Hindistan içlerine de yayıldı. On sekizinci asırda Mevlana Ziyaeddin Bağdadî ile Osmanlılarda genişledi ve istikrar kazandı. Osmanlı padişahları Nakşibendiliği himâye ettiler. İstanbulda, altmış beş adet Nakşibendi dergahının bulunması, halk arasında ne kadar yaygın hale geldiğini göstermektedir
(M. Fuat Köprılli!, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, İstanbul 1918, s. 123).

Sonraki yıllarda Nakşibendiye tarikatının Mevlâna Halid Bağdâdî (ö. 1242/1826) tarafından kurulan Halidiye kolu, Anadolunun çeşitli yerlerinde, Suriye ve Irak yörelerinde yaygınlık kazandı (
Reşid Paşa, Tasavvuf, İstanbul 1965, s. 101 vd.).

Nakşibendiye Tarikatı silsilesi, üç koldan Hz. Peygamber'e kadar ulaştırılır:

Hz. Muhammed (s.a.s)'den başlayan ilk kol:

Hz. Ali (r.a) .......... (ö. 40/660)

İmam Hüseyin (r.a). (ö. 60/680)

Zeynel-Abidin ....... (ö. 75/694)

İmam Muhammed Bakır .......... (ö. 114/732-33)

Diğer bir kol:

Hz. Ebûbekir (r.a) .. (ö. 13/634)

Selman Farisî (r.a) .. (ö. 35/655)

Kasım b. Muhammed (r.a) ....... (ö. 102/720-21)

Her iki kol da İmam Cafer Sadık'da birleşir ............... (ö. 148/765)

Ebû Yezid Bistâmî (ö. 261/875)

Ebû Hasan Harkanî ................ (ö. 419/1028-29)

Üçüncü kol:

Hz. Ali (r.a) .......... (ö. 40/660)

Hasan Basrî (r.a) (ö.110/728-29)

Habib A'cemî ....... (ö. 150/767)

Dâvud Tâî ...... (ö. 184/800-801)

Ma'rûf el-Kerhî ..... (ö. 200/815)

Sırriyü's-Sakatî .. .. (ö. 253/367)

Cüneyd-i Bağdâdî .. (ö. 298/910)

Ebû Ali Rudbârî ... ........... .....

Ebû Ali Kâtib .... .. (ö. 321/933)

Ebû Osmân Mağribî (ö. 373/983)

Ebû Kasım Kürkânî (ö. 450/1058)

Her iki kol da Ebû Ali Ferâmedi'de birleşir (ö. 477/1084-85).

Bundan sonra silsile şöyle devâm eder:

Yûsuf Hemedânî (ö. 535/1140-41)

Abdulhâlik Gücduvânî ........ (ö. 617/1220-21)

Hoca Ârif Rivgerî (ö. 649/1251)

Mahmud İncir Faşnevî ........ (ö. 670/1271)

Ali Râmitenî (Azizan) ....... . (ö. 705/1305, 715/1315)

Muhammed Baba Semmâsî .. (ö. 740/1339)

Seyyid Emir Külâl (ö. 777/1375)

Bahaeddin Nakşibend .......... (ö. 791/1389)

Muhammed Alâeddin Attâr. (ö. 802/1399)

Mevlânâ Ya'kub Çerhî ........ (ö. 847/1443)

Ubeydullah Taşkendî .......... (ö. 895/1490)

Muhammed Parsa ..... ........ (ö. 922/1516-17)

Derviş Muhammed (ö. 970/1562)

Hacegî Emkenegi (ö. 1008/1599)

Muhammed Baki Billah ...... (ö. 1014/1605)

İmam Rabbânî ... (ö. 1034/1625)

Muhammed Ma'sum ........... (ö. 1098/1687)

M. Seyfeddin Fârukî ............ (ö.1100/ 1689)

Muhammed Bedvânî ........... (ö. 1135/1723)

Şemseddin Habibullah ........ (ö. 1195/1781)

Abdullah Dehlevî ..... ......... (ö. 1240/1824-25)

Mevlânâ Hâlid Bağdâdî ....... (ö. 1242/1826)

Bu tarikat silsilesi, Hz. Ebûbekir (r.a)'den, Ebû Yezid Bistâmi'ye kadar "Sıddıkiyye"; Bistâmî'den, Abdulhâlik Gucdüvânî'ye kadar "Tayfuriyye"; Gucdüvânî'den, Muhammed Bahâeddin Nakşbend'e kadar "Hâcegâniyye"; Bahâeddin Nakşibendden, Ubeydullah Ahrâr'a kadar "Nakşbendiyye"; Ubeydullah Ahrâr'dan, İmâm Rabbâni'ye kadar "Nakşbendiyye-i Ahrâriyye"; İmam Rabbânî'den Şemseddin Mazhar'a kadar "Nakşbendiyye-i Müceddidiyye"; Şemseddin Mazhardan, Mevlânâ Hâlid'e kadar Nakşbendiyye-i Mazhariyye"; Mevlânâ Hâlid'den sonra "Nakşbendiyye-i Hâlidiyye" olarak anılmıştır
(Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, s. 434 vd.).

Abdulhâlik Gücduvânî (ö. 617/1220)'nin tesbit ettiği şu on bir prensip, Nakşibendiye Tarikatı'nın esasını teşkil etmektedir:

1- Vukuf-ı Zamanî: Müridin zamanı çok iyi değerlendirmesidir.

2- Vukuf-ı Adedî: Dersin adedi ve gerçek manası düşünülmelidir.

3- Vukuf-ı Kalbî: Kalbi uyanık tutmak gerekir.

4- Hûş der-dem: Nefes alıp verirken, gaflette olmamak.

5- Nazar ber-kadem: Başkasına değil, kendine bakmalıdır.

6- Sefer der-vatan: Halktan ayrılıp Hakk'a gitmesidir.

7- Halvet der-encümen: Halk içinde de olsa, halvet hali olmalıdır.

8- Yâd kerd: Şeyhin verdiği zikri, kalb ve dil ile daima tekrarlamak.

9- Bâz geşt: Zikirle Allah'a dönüş, vuslât düşünülmelidir.

10- Nigah-daşt: Kalbi zararlı düşüncelerden korumak.

11- Yâd-daşt: Masivâyı bırakarak, sadece Allah'ı düşünmektir
(Mustafa Kara, Mezhepler ve Tarikatlar Ansiklopedisi, İstanbul 1987, s. 156).

Bazı alimlerde, Nakşibendiye Tarikatının esaslarını şu maddelerle özetlemişlerdir:

1- Şeriatla zahiri temizlemek. 2- Tarikatla batını temizlemek. 3- Hakikatle Kurb-ı ilâhiye ulaşmak.

4- Marifetle Allah'a ulaşmak
(Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, s. 295).

Başta işaret edildiği gibi, Ehl-i Sünnet itikâdına bağlı olan Nakşibendiye tarikâtı çeşitli ilimlerle meşgul olmaya, va'z ve sohbetler vasıtasıyla bu ilimleri tebliğ etmeye son derece önem vermiştir. İlimle meşgul olmanın, pozitif ilimlerden, bilhassa fizik, kimya, biyoloji vs. gibi Hakk'ın kudret ve azametini idrake vesile olan ilimlerden faydalanmanın bir çeşit zikir olduğunu kabul etmiştir.

Bir de Nakşibendiye tarikatı mensupları, Şerîat esâslarına uymaya ve ona bağlı olmaya son derece önem vermişlerdir. Şeyh Ahmed Farûkî'nin;

"Şer'î edeplerden birine riayet, mekruhlardan birini bırakmak; zikirden, fikirden, murakabeden ve mertebelere teveccühten daha faziletlidir" (Muhammed b. Abdullah Hânî, Âdâb, trc. Abdulkadir Akçiçek, İstanbul 1976, s. 13) şeklindeki açıklamaları, bu durumu açıkça ortaya koymaktadır.

Ayrıca Nakşibendiye tarikatı, boş kalan insanların nefsin pençesinden, çeşitli kötü alışkanlıklardan korunması için, tevbe, istiğfar, zikir, tefekkür, nafile namazlar ve benzeri şeylerle meşgul olmayı tavsiye etmiştir. Bu şekilde nefsi yenip kalbi kontrol altında tutmaya murakabe denir.

Diğer tarikatlarda olduğu gibi, Nakşibendiye Tarikatı'nda da râbıta vardır. Râbıta'yı şöyle açıklamaktadırlar: Doğrudan Allah ile manevi bir baş ve irtibât kuramayan mürid, Resulullah (s.a.s) Efendimizden itibaren, hayatta olan mürşidine kadar silsiledeki bütün meşayihin oturduklarını, kendisinin de mürşidinin yanında yer aldığını ve onlardan manevi bir feyiz aldığını düşünür ki buna râbıta denir. Râbıta yoluyla alınan bu füyuzât, manevi yolda ilerlemeye vesiledir. Râbıta'da dikkat edilecek husus, rabıta yapılan kişinin bu işin ehli, alim, kamil bir mürşid olmasıdır. Aksi takdirde, istenilen netice elde edilemez. Râbıta vesilesiyle mürid, "fenâ fi'ş-Şeyh"e, ondan sonra "fena fi'r-Resûl" ve "fenâ Fillâha ulaşır. Kişi vasıtasız olarak "fena fıllah'a (Allah Teâlâ'da fani olma imkânına) sahip değilse, râbıta yapması tavsiye edilmiştir. Aksi hallerde buna lüzum görülmemiştir
(M. Halid, Râbıta hakkında Risâle İstanbul 1924, s. 238; Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, s. 447).

Nakşibendiler önceleri kalben, gizli zikrederlerdi. Sonraları cehren, açık olarak da zikretmişlerdir. Hâlidîler ilk kurulduğu gibi kalben, gizli zikretmektedirler
(Reşid Paşa, Tasavvuf, s. 104).

Nakşibendiye Tarikatı'nda topluca yapılan zikre hatm-ı hacegan denir. Müridlerin adedi on kişiden az ise, küçük hatme; çok ise, büyük hatme sesli, sessiz olarak icrâ edilir. Aralarında iki fark vardır. Birisi, 79 kere okunacak olan el-İnşirâh suresinin terkedilmesi, diğeri ise,1001 ihlâs yerine 500 defâ, Ya Baki entel-Bâki'nin okunmasıdır
(Mustafa Kara, Mezhepler ve Tarikatlar Ansiklopedisi, s. 156).

Bütün bu usul, prensip ve kaideler tarikat şeyhleri tarafından konulmuştur. Sünnette 79 defa İnşirah 1001 defa İhlas vb. vîrdler mevcut değildir. Ayrıca yukarıda sayılan on bir prensip ve usul de Resulullah zamanında mevcut olmayıp sonradan tarikatın mensupları tarafından ortaya konmuştur. Yoksa Hz. Peygamber'den bu konuda sahih yolla gelen herhangi bir hadis veya bir haber yoktur. Bunlar tarikat ve va'z türü eserlerde mevcuttur. Halkı ibadet ve takvaya alıştırmak için iyi niyetle dinde ihdas edilmiş bid'atlerdir.Tevhid akidesine ters düşmeyenler, Kur'an ve Sünnet'e uyanları kabul edilir, gerisi red edilir.


nurşen35 06 Şubat 2019 15:06

ArO*:sukran:


SAAT: 00:05

vBulletin® Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2024 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306