www.medineweb.net, yükleniyor... 'den beri Kesintisiz Yayında....

Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.MEDİNEWEB FORUM DİNİ KONULAR.::. > Muhtelif Dini Konular > Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler > ÇOBAN VE AĞAÇ

Konu Başlıkları: ÇOBAN VE AĞAÇ Konu Cevaplama Paneli
Kullanıcı isminiz: Giriş yapmak için Buraya tıklayın
Aşağıdaki Kutuya Sorunun cevabını Yaz ( oruç )
Başlık:
  
Mesajınız:
Trackback:
Kaynak olarak Ekle
Başlık Sembolleri
Konunun başında Sembol kullanmak için aşağıdaki Listeden bir Sembol seçiniz:

Diğer Seçenekler
Diğer Ayarlar
Değerlendirme
İsterseniz bu Konuyu buradan değerlendirebilirsiniz.

Konuya ait Cevaplar (Yeniler yukarda)
09 Ekim 2023 18:35
Kara Kartal Çok etkileyici çok sevdiğim bir hikaye
28 Aralık 2007 22:31
KalbinNûru
Cvp: delik portakal

Asıl adı Mustafa idi ama , işte beş yüz yıldır, adını verdiği koca bir İstanbul semtinde, vefanın, insan sevgisinin, güzelliğin temsilcisi olarak yaşıyor. İstanbul semtlerine, fetih günlerinden başlayarak verilmiş isimlerin her birinin bir hikayesi, bir anlamı, bir canlılığı vardır. Karlı gecelerde, Vefa'daki o ünlü dükkandan güğümlerini doldurup şehrin sokaklarına kol kol dökülen bozacıları düşünün... Onlar tiryaki kapılarını bilirler ve o kapıların önünde "BOZA VAR, BOZA..." seslenişini çok ahenkli bir ifadeyle "Vefa'nındır!" diye mühürlerler. İnsana, sanki bozacılar, mallarının halisliğine Şeyh Vefa Hazretlerini tanık tutuyorlarmış gibi gelir de gecede kaç defa, varmış olduğu sonsuz uykusundan böylece uyandırılıyor ve hayatımıza karışıyor, gibi geliyor. Asıl adı Mustafa idi dedik. İstanbul'a renk ve kişilik veren yüce kişilerdendi ama doğumu İstanbul değil, Konya idi.
Mustafa daha küçücük bir çocukken güzelliği ve bu güzelliğin etrafa saçtığı ışıkla, seçilmiş bir çocuktu. Bir gören bir daha başını çevirir bakar, sonra, dikkatli ve ihtiyatlı bir kimseyse "Maşallah!" der, bununla da yetinmez, Allah'ın lütuflarına karşı hayretle başını sallar,"Maşallah"ına bir de " Sübhanallah " eklerdi. Böyle bir çocuktu. Anası, babası, Konya'nın tanınmış, sayılan ve sevilen insanlarıydı. Haramı helâlden seçmesini bilen erdemli, hâl ehli kimselerdi. Mustafa, biraz boylanıp boslanıp mahalleye, diğer çocukların içine karıştığı zaman arkadaşları onu çok sevdiler. Yaramaz, atik-tetik bir oğlandı. Ancak bir huyu vardı. Nerede kırbalarını doldurmuş bir saka görse, dayanamaz, ne yapar, ne eder kırbayı deler, zavallı sakacığın kârına kesat karıştırırdı. Bir, iki derken, çocuk bunu iyice zevk edinmişti. Elinden kimse kurtulamıyor, kaçınca kimse tutamıyordu. Hiç bir saka da bu güzel yüzlü çocuğa el kaldırıp, onu bir güzel pataklamaya kıyamıyordu. Sonunda sakalar toplanıp, mahallenin büyüklerinden birine durumu anlattılar. O da, akşam üzeri, güzel Mustafa'nın babasını çağırıp, oğlunun yaramazlığını hikaye etti ve nazik
nazik tembihledi:"Canını yakmadan, sen onu biraz korkutuver".
Baba eve geldiği zaman düşünceliydi. Mustafa, herhangi bir çocuk değildi. İşaretler ve müjdelerle dünyaya gelmiş ve onun doğumuyla beraber, hayatlarında pek çok şey değişmişti.. Sonra... kırba delmenin zararlı bir iş olduğunu da idrak edecek yaştaydı.
Yemeklerini yedikten sonra bu meseleyi önce karısıyla konuşmayı uygun görerek Mustafa'nın yatmasını bekledi ve güzel çocuk uykunun güzel derinliklerine dalınca hikayeyi hanımına aktardı. Sözünü de :"Ondan şüphe edemem, sen de eriştiği tecelliyi görüyorsun, çocuk bunu kendi kusurundan değil, ya senin, ya benim, bir eksikliğimizin, bir ayıbımızın etkisiyle yapıyor." diye bitirdi.

Uzun uzun , derin derin düşündüler, her ikisi de bir bir bütün hayatlarını hatırlamaya çalıştılar. Sonra Mustafa'nın annesi birden:
"Hatırladım" diye söze başladı."Hatırladım. Mustafa'm karnımda beş aylıktı. Karşı komşuya misafirliğe gitmiştim. Lamba iskemlesinin üzerinde bir tabak yemiş duruyordu. Hiç görmemiştim. Tadını da bilmiyordum. Onlara dışarıdan hediye gelmiş, adını da söylediler, portakalmış. Canım çekti, belki ikram ederler, diye bekledim. Ama onlar unuttular. Bir ara odada benden başka kimse yoktu. Bir tanesini aldım, elimdeki çorap şişi ile deldim ve birkaç yudum emdim. Mustafa'm hasta olmasın diye. Az sonra ev sahibi bana nar şerbeti getirdi. Söyleyeyim dedim ama cesaret edemedim, utandım" Mustafa'nın babası gülümsüyordu. Bu masum itiraf, hem hoşuna gitmiş, hem huzurunu geri getirmişti. Karısı:"Ama, yarın gider helâllik dilerim, çocuğumuz iki yudum haram portakal suyunu bile kabul etmiyor. Ben portakalı deldiğim gibi, o da kırba delip ayıbımı yüzlüyor demek, hatta hemen şimdi gitsem de olur." dedi." Yok kadınım, sabah ola, hayır gele!" Döşekler yayıldı ve ana baba da Mustafa'nın daldığı derin uykuya girdiler. Ertesi sabah Komşusundan helallik istedikten sonra bir daha hiç kimse kırbasının delindiğinden şikayet etmedi

12 Ağustos 2007 20:34
KalbinNûru
ÇOBAN VE AĞAÇ

ÇOBAN VE AĞAÇ

Yaşlı çoban sürüsünü otlatmak için yaylaya çıktığında tepeye yakın bir elma ağacının altında dinlenir ve eğer mevsimiyse, onunla konuşarak: "Hadi bakalım evladım, derdi. Bu ihtiyarın elmasını ver artık". Ve bir elma düşerdi, en güzelinden, en olgunundan. Yaşlı adam sedef kakmalı çakısını çıkartarak onu dilimlere ayırır ve küçük bir tas yoğurtla birlikte ekmeğine katık ettikten sonra, babasından kalan Kur'an'ını okumaya koyulurdu.

Çoban, bu ağacı yirmi yıl kadar önce diktiğinde sık sık sular, bunun için de büyükçe bir güğüme doldurduğu abdest suyundan geriye kalanı kullanırdı. Elma ağacının kökleri, belki de bu sularla kuvvet bulmuş ve kısa sürede serpilip meyve vermeye başlamıştı. Çoban o zamanlar henüz genç sayıldığından şöyle bir uzandı mı en güzel elmayı şıp diye koparırdı. Fakat aradan geçen bunca yıl içinde beli bükülüp boyu kısalmış, ağacınkiyse bir çınar gibi büyüyüp göklere yükselmişti. Ama boyu ne olursa olsun, ağaç yine de yavrusu değil miydi? Onu bir evlat sevgisiyle okşarken :

"Ver yavrum, derdi, gönder bakalım bu günkü kısmetimi." Ve bir elma düşerdi hiç nazlanmadan, yıllar boyu hiçbir gün aksamadan.

Köylüler, uzaktan uzağa gözledikleri bu hadiseyi birbirlerine anlatıp yaşlı çobanın veli bir zât olduğunu söylerlerdi.

Yaşlı adam, ağacın altında dinlenip namazını kıldığı bir gün, yine elmasını istedi. Ancak dallar dolu olmasına rağmen nedense birşey düşmemişti. Sonra bir daha, bir daha tekrarladı isteğini. Beklediği şey bir türlü gelmiyordu. Gözyaşları, yeni doğmuş kuzuların tüylerini andıran beyaz sakalını ıslatırken, ağacın altından uzaklaşıp koyunların arasına attı kendini.

Yavrusu, meyve verdiği günden bu yana ilk defa reddediyordu onu. İhtiyar çobanın beli her zamankinden fazla bükülmüş, güçsüz bacakları da vücudunu taşıyamaz olmuştu. Hayvanlarını usulca toplayıp köye doğru yöneldiğinde, aşağıdaki caminin her zamankinde daha nurlu minarelerinden yankılanan ezan sesiyle irkildi birden. Yeniden doğmuştu sanki çoban. Birşey hatırlamıştı.

Çocuklar gibi sevinerek ağacın yanına koştu ve ona şefkatle sarılırken :

"Canım" dedi, hıçkırıp ağlayarak.

"Benim güzel evladım, mis kokulum. Şu unutkan ihtiyarı üzmeden önce neden söylemedin, bu günün Ramazan'ın ilk günü olduğunu ?"

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Mesaj Yazma Yetkiniz Var
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.