02 Mayıs 2013 10:37 | |
ahmetmeydani | Cevap: Çeçenistanda Asrın Direnişi YİRMİİKİNCİ BÖLÜM ...Rus uçakları üzerlerine zehirli gaz bombası atmıştı. Havada en ufak bir kıpırdanma yoktu. Bombalar infilak edip zehirli gaz etrafa dağılınca güney yönünden şiddetli bir rüzgar esmiş ve zehirli gazı olduğu gibi rus karargâhının üstüne götürüp bırakmıştı. Bunun neticesinde rus karargâhında canlı kimse kalmamıştı. Hatta bu durumu gören bir rus subayı ile bir asker müslüman olmuşlardı. Her ikisi de daha sonra bir çatışmada şehid düşmüşlerdi. Başka bir gün de uçaklar yine mücahidlerin karargâhını bombardımana tutumuştu. Müslümanlar dört grup olmuşlardı. Her grubun gözüne diğerleri bombalanmış gürünüyordu. Bombardıman bittikten sonra birbirlerine: En çok sizin grubu bombaladılar gazi ve şehid var mı? diye sorduklarında, karşı taraftan: Hayır en çok sizi bombaladılar, sizde durum ne? cevabı gelmişti. Elhamdulillah ki ne gazi ne de şehid vardı. İşte şimdi de yiyecek ve giyecek açısından sıkıntı had safhaya varınca bu müslüman kuruluşu imdada göndermişti Cenab-ı Hak. Ona sonsuz hamd olsun. Her defasında yardım ediyordu. Nasıl ki Resûlüne yardım ettiyse onlara da yardım ediyordu. Allah'ın (cc) yardım vaadi vardı ve bu yardım tüm müslümanlara şamildi. Bizi müslüman olarak yaratan Rab'bimize hamd olsun. Bu Esnada Kafilede Meryem kaldığı yerden okumaya devam etti. ...Müslim b. Ukbe Medine'ye girince Allah Resûlü'nün Sâhâbelerinden hayatta bulunanlar o gün Medine'den kaçtılar. Müslim, Medine'de çirkin işler yaptı, çok kimseleri katletti. Sonra oradan çıkarak Mekke'ye yöneldi. Lakin yolda öldü. Öleceği sıra yerine Husayn b. Nümeyr el-Kindi'yi tayin ederek ona şu talimatı verdi: --Ey İbn Berezeate'l-Hımâr! Kureyş'in hilelerinden sakın, onları önce mızrakla tenkil et, sonra kellelerini kopar. Husayn yürüyüp Mekke'ye vardı, burada İbnü'z-Zübeyr ile günlerce savaştı. O arada Yezid'in öldüğünü haber alınca askerlerini bırakıp kaçtı. Yezid'den sonra tahta Hakem b. Mervan çıktı. Mervân da ölünce yerine Abdülmelik geçti. Şam halkı kendisine biat etti. Bunun üzerine Abdülmelik minbere çıkarak hutbe irad etti ve: --İçinizde İbnü'z_Zübeyr'i tenkil edecek var mı? diye sordu. Haccâc: --Ben varım, yâ Emire'l-mü'minin, dedi. Abdülmelik, Haccâc'ı susturup aynı soruyu yine sordu. Haccâc: "Ben varım," dedi. Abdülmelik yine Haccâc'ı susturup sorusunu yineledi. Haccâc: "Ben varım, rüyamda İbnü'z-Zübeyr'in hırkasını çıkarıp sırtıma giydiğimi gördüm," dedi. Abdülmelik, Haccâc'a inandı, onu ordunun başına getirip Mekke'ye gönderdi. Haccâc Mekke'ye varınca Abdullah b. Zübeyr ile savaşmaya başladı. İbnü'z-Zübeyr Mekke halkına: --Şu iki dağı elde tutunuz, (düşmanlar) bu iki dağa çıkmadıkça siz daima güçlü kalırsınız, dedi. Çok geçmeden Haccâc, Ebû Kubeys dağına çıktı, Kâbe'ye sığınan Abdullah ile maiyetindekilere kurduğu mancınıkla taş yağdırmaya başladı. İbnü'z-Zübeyr, Şehid düşeceği gün öğleden önce annesi Ebû Bekir kızı Esmâ'nın yanına gitti. Ki o tarihte Esmâ yüz yaşındaydı. Ne bir dişi düşmüş ne de gözleri bozulmuştu. Oğluna: --Ey Abdullah, savaşın nasıl gidiyor? diye sordu. --Haccâc, falan ve filan yerleri ele geçirdi, diye cevap verdi ve gülerek: --Ölümde huzur vardır, dedi. Burada durdu Meryem. Okuduğu yerleri tekrar gözden geçirdi ve düşünmeye başladı. Bir yanda makam sahibi olan kral ve komutanlar bir bir ölüyor. Onlar ölünce de ellerinde hiç bir şey kalmıyordu. Ne makam, ne mal, ne evlat. Diğer yandan ise. Abdullah b. Zübeyr. Gülerek: Ölümde huzur vardır, diyebiliyordu. Bu insan nasıl bu kadar korkusuzca ölümü arzuluyordu. Ölümde neyin huzuru vardı. Yoksa Abdullah b. Zübeyr'in bilip te Meryem'in bilmediği şeyler mi vardı. Diğer yandan gördüğü rüyalar aklına geldi. Bir anne ve babasının durumu, diğer yandan ise İgor'un durumu gözlerinin önüne gelmişti. İkisinin arasında mukayese yapılmasına imkan vermeyecek derecede farklar vardı. Meryem'in yine kafası allak bullak olmuştu. Yine aklı makam ve huzur arasında gidip geliyordu. Acaba oda Abdullah b. Zübeyr gibi inanırsa, onun kadar rahatlıkta ölümü arzulayabilecek miydi? Başına ağrılar girdi Meryem'in, gözleri kararmaya başlamıştı. Biz Meryem'i bu karmaşık duygular içerisinde bırakalım. Bakalım Çeçen karargâhında son durum ne? Çeçen Karargâhında Komutan Mus'ab, Abdulkadir'i çağırdı ve ona:... YİRMİİKİNCİ BÖLÜMÜN SONU |
01 Mayıs 2013 11:14 | |
ahmetmeydani | Cevap: Çeçenistanda Asrın Direnişi YİRMİBİRİNCİ BÖLÜM Abdullah Bin Zübeyr'in Şehadeti konusuna rastladı ve okumaya başladı. konu şöyleydi. Urve b. Zübeyr (ra) anlatıyor: "Muaviye ölünce Abdullah b. Zübeyr, Muaviye'nin oğluna biat etmeyip aleyhinde kötü sözler söyledi. Onun bu tutumu Yezid'in kulağına gitti. Bunun üzerine Yezid, Abdullah'ın boynuna zincir geçirilmiş olarak huzuruna getirilmesini yoksa üzerine ordu göndereceğine dair yemin etti. Abdullah'a: --Senin için gümüşten bir zincir yaptıralım, albiseni giyersin altında kalır, gözükmez. Böylece adamın yeminini yerine getirtmiş olursun. Sulh sana daha yakışır, denildi. İbnü'z-Zübeyr: --Allah onun yeminini yerine getirtmesin, deyip şu mealdeki mısraı terennüm etti: "Taş çiğneyenin dişleri arasında taşın yumuşamadığı gibi ben de hakkı isteyip dururken hakkındışındaki bir teklife karşı yumuşayamam." Daha sonra da şunları söyledi: "Allah'a kasem ederim ki şerefimi kotuyacak bir kılıç darbesi yemem, şerefsizce bir kamçı yememden daha iyidir!" Müteakiben halkı kendisine biata çağırdı, Yezid'e karşı aleni cephe aldı Bunun üzerine Yezid Şamlılardan oluşan bir ordunun başına Müslim b. Ukbe el-Mürri'yi İbnü'zZübeyr'in üzerine göndererek Medine halkını kılıçtan geçirilmesini, oradan da Mekke'ye geçmesini emretti. Burada durdu Meryem. Okuduklarına inanamıyordu. Bir insan nasıl olur da bile bile ölümü göze alabiliyordu. Şimdiye kadar gördüğü ruslar içerisinde ölümü göze alacak birine rastlamadığı gibi en ufak bir tehlike karşısında ya kaçıyorlar ya da uyuşturucuya başvuruyorlardı. Hal böyleyken Abdullah b. Zübeyr'in ölüme karşı bu kadar pervasız olmasını Meryem'in havsalası almıyordu. İslâm'dan haberi olmayan, islamî yaşantısı olmayan birinin elbette bunu anlaması elbette mümkün değildi. Meryem'i bu karışık duygular içerisinde bırakalım da Çeçen Karargâhındaki son duruma bir göz atalım. Çeçen Karargâhında Gelen yardımlar depoya istiflendi. Mücahidlerin keyfine diyecek yoktu. Nihayet bugün değişik bir yemek yiyebileceklerdi. Gerekli hazırlıklar yapıldı. Gelen yiyeceklerin içerisinde et de vardı. Hemen taşlardan bir mangal yaptılar, dayanıklı ağaç dallarından da şiş yapıp etleri dizdiler. Mangalın üzerine sıra sıra koydular, bir süre sonra etrafı kebabın dumanları kaplamıştı. Doğrusu mücahidler de ete hasret kalmışlardı. Mübareğin kokusu bile bambaşkaydı. Bugün keyifler daha başkaydı. Tabi bunu sadece yiyeceklere bağlamak mkansızdı. Yiyecekler neşenin çok ufak bir parçasıydı. En çok sevindikleri şey unutulmamış olmalarını görmek, müslüman kardeşlerinin yanlarında olduğunu bilmekti. Bu onların güçlerine güç atmaktaydı. Elbette Allah'ın (cc) yardımı onlarla beraberdi. Bunu defalarca bizatihi görmüşlerdi. Bir defasında... YİRMİBİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU |
30 Nisan 2013 11:46 | |
ahmetmeydani | Cevap: Çeçenistanda Asrın Direnişi YİRMİNCİ BÖLÜM --Komutanım! dedi yeni gelen mücahidlerden, Hayri, soluk soluğa. Bir kafile göründü güney yönünden. Bunlar ruslara benzemiyor. Kıyafetlerinden seçebildiğim kadarıyla, bunlar Çeçen de değil. Hemen herkes güney yönüne koştu. Komutan dürbünle kafileyi gözetledi ve mücahidlere: --Gözümüz aydın, gelen uluslarası yardım teşkilatı. Hızır gibi yetiştiler. Ruslardan ganimet olarak aldığımız un ve zeytini yemekten gına gelmişti. Hiç olmazsa kardeşlerimizin gönderdiği temiz yiyeceklerden yiyebileceğiz. Komutan bir kaç kişiyi aşağıya gönderdi. Öyle ya kafile yabancıydı, ayrıca herhangi bir rus hücumu da olabilirdi. Takriben bir saat sonra kafile karargâha varmıştı. Kafilenin sorumlusu Osman Komutan Mus'ab ile, kırk yıllık dostmuş gibi kucaklaştı. Birbirlerine hal hatır sorduktan sonra, Komutan Osman ile kararg^âh çadırına gitti. Komutan: Allah sizden razı olsun. Tam zamanında yetiştiniz. Yiyeceklerimiz bitmek üzereydi. Siz gelmeseydiniz yine ruslara baskın yapıp onlardan yiyecek almak zorunda kalacaktık. Osman: Estağfurullah! Hakkınızı helal edin. Daha önce gelemedik. Ancak takdir edersiniz ki buraya gelmek hiç te kolay değil. Tabiri caizse buraya gelmek deveyi iğne deliğinden geçirmek gibi bir şey. İşin en tuhaf ve üzülecek tarafı. Bazı islam ülkelerinin zorluk çıkarması. Buraya gelmek için binbir yalan söylemek zorunda kalıyoruz. Allah affetsin. Komutan: Doğru söylüyorsun kardeşim. Maalesef islam ülkeleri yöneticileri bu konulara hiç te duyarlı değiller. Yardım etmelerinden vazgeçtik. Hiç olmazsa yapılan yardımlara engel olmasınlar. Müslüman kardeşlerimizin yüreklerinin ve dualarının bizimle beraber olduğunu biliyoruz. Bu da bize güç katmaktadır. Osman: Evet! müslüman kardeşlerimizin hem duaları hem de yardımları sizinle beraber. Ama biraz önce de belirttiğim gibi. Toplanan yardımları buraya ulaştırmak çok zor. Ambarlarımızda epeyce yardım malzemesi var. Ne var ki o malzemeleri buraya ulaştırmak hayli güç. Ama müslüman güç işlerin insanı. Bu malzemeyi nasıl ki salimen buraya ulaştırdıysak inşaallah bundan böyle de elimizden geleni yapacağız. Hiç endişeniz olmasın. Size yiyecek, giyecek ve nakdi yardım getirdik. Ayrıca sivil insanlara da bir miktar yardım yaptık. Ama yardımın büyük bölümünü buraya getirdik. Komutan: Allah razı olsun Osman kardeşim. Bu hakkınızı nasıl ödeyeceğiz bilmem. Osman: Ne hakkı Mus'ab kardeşim. Şayet ortada bir hak varsa o sizin bizim üzerimizdeki hakkınızdır. Esas biz sizin hakkınızı nasıl ödeyeceğiz onu bilemiyorum. Konuşma bu minval üzere epeyce devam etti. Manzara gerçekten göz yaşartıcıydı. Komutan'ın ve Osman'ın gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Kafiledeki diğer kişiler de mücahidlerle kaynaşıvermişlerdi. Gelen kafiledeki insanlarla aynı ülkeden olan mücahidler de vardı. Onlar da hasretle kucaklaşmışlardı. Kafilede son durum Ertesi gün akşama doğru derenin suyu iyice çekilmişti. Su seviyesi yarım metreye kadar düşmüştü. Kafile komutanı maiyetindekilere ertesi gün buradan gidecekleri yönünde talimat verdi. Ve herkesin erkence uyumalarını söyledi. Meryem'e gelirken, komutan İgor bazı İslâmi kitaplar vermişti. Öyle ya Meryem casus olacaksa muhakkak islami bilgiye de sahip olmalıydı. Kitapları arasında Siyer'i Nebi (sav) ve sahabe hayatı da bulunmaktaydı. Gerek Efendimiz'in (sav) ve gerekse Sahabenin yaşantıları Meryem'i derinden etkilemişti. Ve Meryem tuhaf duygular içerisine girmişti. Bir ikilem içerisindeydi. Ya Mücahidlere katılacak, bu durumda bulunduğu mevkiden mahrum olacaktı. Ya da bulunduğu yerde kalmaya devam edecekti. Bu mevkide kalırsa şayet makam sahibi olabilecekti. Ama ya kitaplarda yazılan- lar doğruysa. Ya cennet, cehennem varsa. O zaman makam ve mevkinin ne önemi olacaktı. Ölüm mukadderdi. Öyle ya. İnsanın ölümü ortadan kaldırması mümkün olsaydı. Bunun Lenin yapmaz mıydı? Ya da Stalin, Troçki ve diğerleri. Yakın tarihteki diğer rus liderleri. Onlar rusyanın bir numarasıydılar. Ama şimdi hiç birisi yoktu. Ya onlar kitaplarda yazılanlarda olduğu gibi cehennemde iseler. Ürperdiğini hissetti Meryem. Soğuk soğuk terlemişti. Hayatü-s Sahabe'den okumaya devam etti. Öyle bi konuya rastlamıştı ki Meryem.Yine tuhaf duygular içerisine girmişti. Tam bu esnada... YİRMİNCİ BÖLÜMÜN SONU |
29 Nisan 2013 11:10 | |
ahmetmeydani | Cevap: Çeçenistanda Asrın Direnişi ONDOKUZUNCU BÖLÜM --Yanında yiyecek bir şey var mı? diye sordu. --Hayır, çocukların azığından başka yiyecek bir şey yoktur. --Onları bir şekilde avut, akşam yemeği istediklerinde kendilerini uyut. konuğumuz içeri girince bir düzenle kandili söndür, ona bizim de yediğimizi göster, dedi. Nihayet sofraya oturdular. Misafir yemeğini yedi. Karı-koca aç gecelediler. Sabah olunca ev sahibi, Resûlullah'ın yanına gitti. Allah Resûlü: --Allah, (karı-koca) sizin bu gece misafirinize yaptığınız muameleden hoşnut oldu, dedi. Diğer bir rivayette be hâdise üzerine Haşr sûresinin şu meâldeki 9. âyetinin indiği kaydediliyor: "Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler endilerine hicret edip gelenleri severler, onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik duymazlar. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Nefsinin tamahkârlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saâdete erenlerin ta kendileridir." Ebubekir bunları hatırladı ve sahabeleri hayırla yad etti. Evet bir tarafta cüz-i bir menfaat karşılığında en yakının bile satmaktan çekinmeyen bir zihniyet, diğer taraftan her ahvalde müslüman kardeşini kendi nefsine tercih eden bambaşka bir zihniyet. İşte bu zihniyet nedeniyledir ki. Bir avçu Çeçen Mücahidi bir zamanların ikinci süper gücü olan rusyaya kök söktürüyordu. Ebubekir meşakkatli bir tırmanıştan sonra, nihayet karargâha varabildi. Oldukça yorulmuştu. Rus askerinin ihaneti de onun yorgunluğuna yorgunluk katmıştı. Her ne kadar rus askerinin ihaneti onların lehine ise de böyle bir zihniyete lanet etti Ebubekir. Maalesef böyle zihniyete sahip olanların içinde çeçen asıllılar da vardı. Ama zihniyet olarak onların ruslardan bir farkı yoktu. her iki kesim de küfre hizmet ediyordu. "Keşke yarın başlarına gelecekleri bilseler de böyle bir alçaklığı yapmasalardı," dedi Ebubekir içinden. Selamun Aleykum, dedi Ebubekir. Vealeykum selam ve rahmetullah dedi mücahitler. Komutan:Ne haber getirdin? Ebubekir. Ebubekir: Tamam komutanım. 300 dolara meseleyi halettim. Komutan: Malzemeyi ne zaman alacağız? Ebubekir: Bir hafta sonra. Komutan: Allah cihadını makbul eylesin Ebubekir. Say-u gayretini anlatsın. Ebubekir: Amin, ecmain komutanım. Tam o esnada güney tarafında nöbet tutmakta olan nöbetçilerden biri heyecandan nefes nefese kalmış bir şekilde geldi ve... ONDOKUZUNCU BÖLÜMÜN SONU |
27 Nisan 2013 14:19 | |
ahmetmeydani | Cevap: Çeçenistanda Asrın Direnişi ONSEKİZİNCİ BÖLÜM Rus askeri: Tamam! Tamam! Gel hadi. Ebubekir: Malzemeyi ne zaman teslim alırım? Rus askeri: Sanırım bir hafta sürer. Ebubekir: Tamam. Rus askeri: Evet! parayı alıyım o zaman. Ebubekir: Sana şimdi 20 dolar vereceğim. Kalanı da malzemeyi teslim aldığımda alırsın. Rus askeri: 20 dolar az ama neyse, tamam, anlaştık, ver hadi. Ebubekir 20 doları rus askerine verdi. Rus askeri malzeme tesliminde muhtemel aksaklık- lara karşı tedbirli olmasını istedi Ebubekir'den. Ebubekir nefretle baktı rus askerine, 300 dolar için yapamıyacağı şey yoktu bu askerin. Halbuki müslümanlarda öyle miydi ya durum. Bırakın 300 dolara böyle bir şey yapmayı. Gerçek bir müslümanın dünya kendisine verilse dahi bir müslüman kardeşinin kılına zarar gelmesini istemesi dahi düşünülemez. İslam tarihi, müslümanların, kardeşlerini kendi nefislerine tercih ettiklerine dair, sayısız hadiselerle doludur. Ebubekir'in aklına, hemen bu konu ile alakalı bir hadise gelmeişti ki hadise şöyleydi: Ebû Hüreyre (ra) anlatıyor: " Bir adam (ki Ebû Hüreyre'nin kendisidir) Peygamberimize geldi ve: --Ya Resûlullah, açlıktan takatım kalmadı, diye şikayet etti. Efandimiz (yiyecek bir şey göndermesi için) kadınlardan birine haber saldı. O da: --Seni Hak ile gönderen Allah'a yemin olsun ki evimde sudan başka bir şey yoktur, dedi. Sonra Resûlullah (sav) diğer hanımına haber gönderdi. O da birincisi gibi cevap verdi. Hatta (bütün hanımlarına aynı şekilde haber saldı) hanımlarının hepsi: "Hayır! Seni Hak dîn ile gönderene yemin olsun ki yanımda sudan başka bir şey yoktur" dediler. Bunun üzerine Allah Resûlü yanında bulunanlara: --Şu açı bu gece kim konuk eder? diye sordu. Ensâr'dan bir kişi: --Ben, yâ Resûlullah, deyip misafiri ile birlikte evine gitti. Hanımına: --Allah Resûlü'nün konuğunu ağırla, dedi. Diğer bir rivayette şu ziyadelere rastlıyoruz: "Konuk sahibi misafiriyle evine varınca hanımına:...... ONSEKİZİNCİ BÖLÜMÜN SONU |
26 Nisan 2013 14:31 | |
ahmetmeydani | Cevap: Çeçenistanda Asrın Direnişi ONYEDİNCİ BÖLÜM ...Ebubekir! Bize araç ve mühimmat lazım. Şu rus askeri ile irtibata geç, bir miktar para ver ve gerekli malzemeyi temin et. Ebubekir: Başüstüne komutanım! Ben hemen gözetleme yerine gidip, o rus askerinin nöbete gitmesini bekliyeyim. Komutan: Tamam Ebubekir, Allah yardımcın olsun. Ebubekir hemen gözetleme yerine gidip rus nöbetçilerini kontrole başladı. Aradan bir saat geçmişti ki Ebubekir'in devamlı irtibata geçtiği rus asker nöbet yerine gitti. Yeri gelmişken hem bu rus ve hem de diğer rus askerler hakkında biraz bilgi verelim. Diğer gayri müslim askerler gibi, rus askerleri arasında da sürekli uyuşturucu ve alkol kullanımı yaygındı. Bu rus askeri de uyuşturucu müptelası olan biriydi. Çok cüz-i bir para karşılığı istenilenden daha fazla silah ve benzeri malzeme elde etmek mümkündü. Buna tank, top, araç ve benzeri malzemeler dahildi. Ebubekir vakit kaybetmeden dağın eteğinden aşağıya doğru inmeye başladı. Dağın yamacı çok dikti. Aşağıya inmek çok meşakkatli ve dikkat isteyen bir işti. Epeyce bir zaman sonra Ebubekir aşağıya inmeyi başardı. Çalılıklar, taşlar ve benzeri engelleyicileri kendisine siper edinen Ebubekir rus askerinin bulunduğu yere yaklaştı. Baykuş sesi gibi bir ses çıkararak rus askerinin dikkatini çekmeyi başardı. Rus askeri etrafına bakındı, kimsenin kendisini görmediğinden emin olunca da Ebubekir'in yanına vardı. Ne istiyorsun? dedi rus askeri. Ebubekir: Bir araç ve yeteri kadar silah ile mühimmat ve rus üniforması lazım. Rus askeri: Ne kadar para getirdin? Ebubekir: 200 dolar. Rus askeri: 200 dolar yetmez. Ebubekir: 250 olsun. Rus askeri: Araç için 100, silah ve mühimmat için 150 ve üniformalar için de 200 dolar istiyorum. Ebubekir: Bu istediğin miktar çok. En son 300 dolar veririm. Rus askeri: Olmaz 450 den aşağı olmaz. Ebubekir: Peki sen bilirsin, ben gidiyorum. Ebubekir birkaç adım atmıştı ki... ONYEDİNCİ BÖLÜMÜN SONU |
24 Nisan 2013 09:59 | |
ahmetmeydani | Cevap: Çeçenistanda Asrın Direnişi ONALTINCI BÖLÜM ...Ebu Bekir'dir (ra). Çünkü Bedir savaşında biz, Allah Resûlü (sav) için bir çardak yapmıştık. Müşriklerden birinin Resûlullah'a (sav) saldırmaması için "Peygamber'in yanında kim kalacak?" dediğimizde, vallahi buna Ebû Bekir'den başka yanaşan çıkmamıştı. Sell-i seyf ederek Peygamber Efendimiz'in (sav) başı ucunda o, durmuştu. Müşriklerden biri Resûlullah'a (sav) hücum ettiğinde Ebû Bekir de anında ona karşılık veriyordu. İşte insanların en yiğidi! Evet kardeşlerim. Sahabelerin yiğitliğini görüyorsunuz. Sahabeler bizim için örnektirler. Sahabelerin hayatlarından alacağımız çok dersler vardır. Bugünlük dersimiz bu kadar. Yarın inşaallah Hz. Ömer'in (ra) yiğitliğinden bahsedeceğiz. Şimdi hepiniz serbestsiniz. Tim komutanları burada kalsın, onlarla konuşmamız gereken konular var. Diğerleri hemen oradan ayrılarak, görevli olanlar görev yerlerine diğerleri de uygun yerlerde istirahata çekildiler. Tim komutanları yalnız kalınca Komutan: Kardeşlerim! dünya çapında ses getirecek bir eylem yapıp içinde bulunduğumuz zulme dikkat çekmemiz lazım. Müslüman ülkeler dahil, maalesef tüm dünya bize duyarsız. Hiç olmazsa müslü- manların dikkatini çekmeliyiz. Bunun için de Moskova'da bir eylem yapmalıyız. Bu konuda fikri olan söylesin. Malik: Komutanım çok doğru bir tesbit böyle bir eyleme gerçekten ihtiyacımız var. Ama bu eylemi yapabilmemiz için de araç ve silah ile mühimmat lazım. Komutan: Elbette ki araç ve mühimmat temin etmeliyiz. Allah'ın (cc) izniyle onları temin ederiz. Selman: Komutanım ses getirecek bir eylem gerçekleştirmeliyiz ve ben bu eyleme timim ile talibim. Diğer tim komutanları da göreve talip oldular ama göreve ilk talip olan Selman ve timinin bu iş için görevlendirilmesi kararlaştırıldı. Şimdi sıra araç ve mühimmatın teminine gelmişti. Komutan bu konularda usta olan Ebubekir'i çağırdı. Ebubekir geldi. Komutan Ebubekire: Ebubekir.... ONALTINCI BÖLÜMÜN SONU |
23 Nisan 2013 15:14 | |
ahmetmeydani | Cevap: Çeçenistanda Asrın Direnişi ONBEŞİNCİ BÖLÜM Bir rus devriyesi ile burun buruna geldi. Rus askerleri hain hain bakmaya başladılar. İlk defa bu adamı görüyorlardı. Alarahman hemen sağır ve dilsiz taklidi yaparak ruslardan para istedi. Ruslar Alarahman'ın numarasını yuttular. Yüz ifadeleri değişti. Alarahman yaka- larına yapıştı bırakmıyor. En son rusların biri cebinden madeni bir para çıkardı, Alarahmana uzattı ve devriye hızla oradan uzaklaştı. Hallerinden: "Nereden çattık bu adama yahu" der gibi bir durum vardı. Alarahman için için gülüyordu. Ama bir dahaki seferi de böyle bir şeyi yapmama kararı almıştı. Çünkü rusların hepsi bunun kadar ahmak ve cömert değildi. Ala- rahman, Mir Hüseyin'in tarif ettiği yere vardı. Olcayto eve giriyordu. Alarahman bir köşeye oturdu, dileniyormuş gibi yapmaya başladı. Epeyce bir müddet sonra adamın biri Olcayto' nun evine geldi. Etrafına bakındıktan sonra kapıyı çaldı. Alarahman iyice saklanmıştı. Onu herhangibirinin görmesi mümkün değildi. Olcayto kapıyı açtı, o da sağa sola bakındı ve adamı içeri aldı. Olcayto'nun penceresinin yanında çalılık benzeri gür bir ağaççık vardı. Bir adamı rahatlıkla gizleyebilecek durumdaydı. Etrafta da kimseler yoktu. Alarahman seri bir şekilde o ağaççığın altına girdi. Olcayto ya tedbirsizdi ya da kendinden son derece emin olacak ki pencereyi açık bırakmıştı. Konuşmaları rahatlıkla duyuluyordu. Konuşma- lardan içeridekinin rus ve adının da Aleksander olduğu anlaşılıyordu. Aleksander: Evet Olcayto ne gibi haberlerin var. Olcayto: Efendim fevkalade bir durum yok. Mir Hüseyin'in evine biri geldi, kontrol etmeye gittim ama korkulacak bir şey yok. Dünyadan haberi olmayan ahmak bir adam. (Ben sana bunun hesabını sormaz mıyım Olcayto, dedi Alarahman. Ama ne fayda ki Olcayto'nun daha yaşaması lazımdı. Dirisi ölüsünden daha gerekliydi şimdilik) Aleksander: Gözünü dört aç Olcayto. Kuş uçmaması lazım. Başımıza gelenleri sen de bili- yorsun. Son bir ay içerisinde yüzlerce ölü ve yaralı verdik. Bu nedenle çok dikkatli olmak zorundayız. Asilerin içerisinde bir adamımız olacaktı ki köklerini çok kısa sürede kazırdık. Neyse o isteğimiz de yakında olacak. Moskova'dan bir kadın geliyor, Çeçen asıllı ama tam bir rus gibi yetişti. Onunla sen irtibata geçeceksin. Onu bir şekilde asilerin içine sokmamız lazım. Sanırım bu çok zor olmayacak. Kendisine bir takım İslâmî bilgiler de verilmiş durumda. Olcayto: Bu çok iyi olur. O zaman bu kadar sıkıntı çekmeye gerek kalmayacak. Alarahman duyacaklarını duymuştu. Hemen oradan uzaklaştı. Mir Hüseyin'in evine geldi. Mir Hüseyin'e durumu anlattı. Alarahman: Mir Hüseyin, birinin karargâh'a gidip bu duyduklarımı komutana bildirmesi lazım. Bunu yapabilecek kimse varmı? Mir Hüseyin: Evet, Abdulkadir bunu yapabilir. Sen dinlen ben onu çağırmaya gidiyorum. Mir Hüseyin çıktı. Bir müddet sonra geri döndü. Yanında 18-20 yaşlarında yağız bir delikan- lı duruyordu. Alarahman'a: İşte Abdulkadir. Ona ne yapması gerektiğini söyle. Alarahman: Komutana git ve şu duyduklarımı ona teker teker anlat. Benim ne yapmam gerektiğini sor ve komutan ne emrederse onun dediğini yap. Bunları yapabilecek misin? Abdulkadir: Elbette, ben zaten bu işler için buradayım. Aslında savaşa katılmayı çok istiyorum ama bana burada ihtiyaç olduğu için buradayım. Alarahman, Abdulkadir'e dua edip onu gönderdi. Kafilede Son durum Askerler dağa gitmişlerdi. Meryem ve Svetlana ise etrafı kolaçan edip, dişe dokunur ne varsa toplamışlardı, ebegümeci, yabani nane, yabani sarımsak, semizotu ve buna benzer daha bir çok şey. Bir müddet sonra askerler döndüler bir tilki vurmuşlardı. Ateş yaktılar tilkiyi yüzüp şişe geçirdiler. Tilkinin eti de mis gibi kokuyordu. Böyle durumlarda doğrusu kaplumbağa bulsalar onu da yiyeceklerdi. Derenin suyu gittikçe düşüyordu. Böyle giderse ertesi gün akşama doğru yola çıkabileceklerdi. Çeçen Karargâhında Komutan Mus'ab mücahidleri etrafına toplamıştı. Rutin derslerden birini yapıyordu. Konu Sahabelerin Hayatıydı. Alt başlık Ashâb'ın Yiğitliğiydi. Komutan anlatmaya başladı. Bezzâr'ın tahricine göre bir gün Ali (ra) (cemaata): --Ey cemaat! Bana insanların en yiğidinin kim olduğunu söyleyebilir misiniz? diye sorar. --Sensin, ey mü'minlerin Emiri! derler. Hz. Ali: --Filhakika ben, kiminle dövüşmüşsem ondan kâmilen hakkımı almışımdır. (Ama o ben değilim) siz bana halknı en bahadırını söyleyiniz. Cemaat: --Biz bilmiyoruz, kimdir? Ali (ra):... ONBEŞİNCİ BÖLÜMÜN SONU |
22 Nisan 2013 23:54 | |
ahmetmeydani | Cevap: Çeçenistanda Asrın Direnişi ONDÖRDÜNCÜ BÖLÜM Bir gökgürlemesi sesi duyuldu ve ardından şimşekler çaktı. Dereye en yakın olan çadıra yıldırım vurdu. Çadırdakilerin kısa ve tiz çığlıkları duyuldu. Sonra sesleri kesildi. Yanan ça- dırın yanarken çıkardığı sesler gelmeye başladı. Herkesin korkudan nerdeyse gözleri yuva- larından fırlamıştı. Bir müddet hepsi hareketsiz kaldı. Neden sonra kendilerine gelir gibi olun- ca, hemendışarı fırlamışlardı ama çok geçti artık. Çadırdakiler çoktan ölmüşlerdi ve çadırdan da sadece geriye çadır demirleri kalmıştı. Moralleri altüst olmuştu. Kendilerine bu görevi veren İgor'a lanetler yağdırıyorlardı. Ne çare ki ellerinden birşey gelmiyordu. Yanan çadır etrafı aydınlatmıştı. Derenin de ağzına kadar sel suları ile dolduğunu görmüşlerdi. Karşıya geçmek imkansızdı. Bu da başka bir belaydı. Bulundukları yer. Rus birliklerine çok uzaktı ve hem nevaleleri ve hem de yakıtları az kalmıştı. Askerlerden bir çıldırmış gibiydi. Üstüste gelen olaylar aklını başından almıştı. Kafile komutanı askere iki yumruk atmak suretiyle bayıltmıştı. Yağmur da durmuştu. Hemen kazma küreklerle bir çukur azıp kömüre dönen üç askerin cese- dini gömdüler. Taşın yuvarlanması olayından sonra yanlarına en yakın birlikten portatif kazma ve kazma almışlardı. Komutan herkese çadırına girmelerini emretti. Ve uyumaya çalışmalarını söyledi. Uzunca bir süre kimseyi uyku tutmamıştı. Sabaha yakın Meryem kendinden geçti. Rüyasında anne ve babasını bir kez daha gördü. Annesi şefkatle ona bakıyordu. "Kızım, dedi annesi, başınıza gelenleri görüyorsun. Bütün bunlar sana birer ikazdır. Aklını başına almazsan onların düçar olduğu akıbet seni de bekliyor. Diğer yandan İgor elinde kement ateş çukurunun içerisinden Meryem'e bakıyor ve onu kendine doğru çağırıyordu. Meryem bu sefer geri geri git- meye başlamıştı. Gittikçe İgor'dan uzaklaşıyordu. Anne ve babası ona gülümseyerek bakıyordu. Kuşluk vaktinde Meryem uyandı. Hâlâ gördüğü rüyanın etkisindeydi. İçinde Mücahidlere karşı bir sevgi oluşmuştu. Ama bu duygular henüz taze idi. Saf değiştirmesi için yeterli bir güce sahip değildi. Komutanın sesi iel kendine geldi. "Derenin suyunun çekilmesi lazım. Bu durumda burada su çekilene kadar konaklamak zorundayız. Bayanlar çalı çırpı ve yenebilecek otları toplasın biz de av hayvanı aramaya gideceğiz. Yiyeceğimiz ve yakıtımız az. Yakıtımız ancak ilerimizde bulunan karakola kadar yeter. Bu nedenle aracı kullanma lüksümüz yok. Yiyecekleri de idareli kullanmalıyız. dedi ve iki askerle birlikte ormana daldı. Caharkale'de Olcayto gittikten sonra. Alarahman Mir Hüseyin'e: Olcayto'yu takip etmemiz lazım. Kiminle görüşü- yor bunu öğrenmeliyiz. Onun ardına takabileceğin güvenli biri var mı yoksa ben mi gidiyim," dedi. Mir Hüseyin: Bu işi çin deneyimli birinin olması lazım. Beni tanır ve hemen farkeder. Bu nedenle de hem biz tehlikeye düşeriz hem de Olcayto kendini gizler. Sanırım senin gitmen daha iyi olur. Tamam, dedi Alarahman. Yalnız kılık değiştirmem lazım. Kolay, dedi Mir Hüseyin. Hemen gidip bodrum kattan eski elbiseler getirdi. Alarahman elbiseleri giydi, sakalının bazı yerlerini beyaza boyadı. Sırtına da bir kambur yerleştirdi. Dilenci kılığına girmişti. Mir Hüseyin etrafı gözetledi, hiç kimsenin olmadığından emin olunca Alarahman'a dışarı çıkmasını söyledi. Alarahman dikkatli bir şekilde dışarı çıktı. Mir Hüseyin'in tarif ettiği istikamete doğru yola koyuldu. Bir evin köşesini dönmüştü ki.... ONDÖRDÜNCÜ BÖLÜMÜN SONU |
19 Nisan 2013 14:05 | |
ahmetmeydani | Cevap: Çeçenistanda Asrın Direnişi ONÜÇÜNCÜ BÖLÜM Mir Hüseyin pencereden dışarıya baktı. Gelen Olcayto'ydu. Alarahmana dönerek: Gelen Şeytan'ın çırağı Olcayto'dur. Sakın ola ki kendini ele verecek bir harekette bulunma. Sen benim köyden gelen yeğenimsin, sakın unutma. Ve çok konuşmaya da girme. Kısa kısa cevap ver. Bunun foyasını meydana çıkarmamız lazım. Mir Hüseyin kapıyı açtı. Olcayto içeri girdi. Selam verdi. İstemeyerek de olsa selamını aldılar. Olcayto: Mir Hüseyin kim bu adam? dedi, Olcayto. Mir Hüseyin: Yeğenimdir, bu sabah köyden geldi. Olcayto: Ya öyle mi! Demek köyden geldi ha! Ne var ne yok köyde. Köylüler nasıl. Mücahidler geliyor mu köye? Alarahman: Şehirdekiler nasılsa, köydekiler de öyle. Ruslardan başka da köye gelen yok. Olcayto: Allah (cc) mücahidlere yardım etsin. Onlardan olmasa ruslar bizi perişan ederdi. İyi ki mücahidler var. Olcayto böyle demekle, Alarahman'ın tepkisini ölçüyordu. Alarahman kırk yıllık tiyatro sanatçısı gibi rol yapıyordu. Ser verdi sır vermedi Alarahman. Olcayto daha bir çok şey söyledi ama nafile. Herhangibir şey elde edemeyeceğini anlayınca da çıktı gitti. Ohh! dedi Mir Hüseyin. Hele şükür, bir an için hiç gitmeyecek sandım. Böylece bu adamın hain olduğu gün gibi ortaya çıktı. Aslında bunu şimdi ortadan kaldırmak vardı ama, ne fayda ki yaşaması bizim için, şimdilak daha hayırlı. Evet, dedi Alarahman, şimdilik yaşaması daha hayırlı. Gelen misafirim bununla irtibata geçip geçmeyeceğini öğrenmemiz lazım. Mücahidlerin Karargâhında Bu arada Mücahidlerin karargâhında hummalı bir faaliyet vardı. Yeni gelen mücahidlerin, eski mücahidlere ve ortama ısınmaları için çalışma yapılıyordu. Fazla zorluk çekmedi yeni gelen mücahidler. Değil mi ki "Müslümanlar kardeşti". O halde yabancılık çekmek niye. Zaten bu kardeşlik duygusu değil miydi onları sıcak yuvalarından ta buraya kadar getiren. Yeni gelen mücahidler, komutandan kendilerine görev verilmesini istediler. Komutan herne kadar onlara misafir olduklarını bir kaç gün daha beklemelerini istediyse de. Mücahidler: "Kardeşlerimiz çalışırken bizim oturmamız yakışık almaz," diyerek buna itiraz ettiler. Bununüzerine Komutan herkese yapmaları gereken işleri söyledi. Bugünden itibaren, nöbetler bir yeni bir eski mücahid olmak üzere ikişer kişi tarafından tutulacaktı. İçi içlerine sığmıyordu yeni mücahidlerin. Keyiflerine de diyecek yoktu. Diğerleri de görevlendirildikleri işleri yapmak üzere, görev yerlerinin yolunu tuttular. Kafilede Son Durum Kafile kayda değer bir problemle karşılaşmadan yoluna devam ediyordu. Ufak tefek bazı aksiliklerin dışında herşey normal gidiyordu. Akşamı geçirecek düzlük bir yer bulmuşlardı. İlk hadisenin ardından şimdiye kadar dağlık bir yerde mola vermemişlerdi. Şimdiki mola yerleri ise çok güzel bir manzaraya sahipti. Yollarının üzerinde bir dere akıyordu, suyu tertemizdi. Dered ellerini yüzlerini yıkadılar. Etref da yemyeşildi. Sanki cennetten bir köşeydi. Hemen çadırları kurdular, 3 tane çadırları vardı. Çadırlardan birinde Meryem ve diğer kadın asker olan Svetlana kalıyordu. Diğer iki çadırda ise üçer asker kalıyordu. Akşam yemeğini yiyip çaylarını içmiçlerdi. İçlerinden bazısı ise çay yerine votka içmeyi tercih etmişti. Vakit bir hayli ilerleyince herkes çadırına çekildi. Bu arada gökyüzü de bulutlanmaya başlamıştı. Onlar buranın iklimine yabancıydılar. Buralarda genellikle temmuz hatta ağustosta bile yağmur yağıyordu. Hava yağışlı ama soğuk değildi. Tam uykuya dalacakları sırada birden........... ONÜÇÜNCÜ BÖLÜMÜN SONU |
Bu Konuda 10 fazla Cevap bulunuyor. Bütün Cevapları görmek için buraya tıklayın. |
![]() |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|