Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.İLİTAM İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA.::. > İLİTAM Bölümleri Ders/ Dökümanlar > MALATYA İNÖNÜ İlitam > İNUZEM felsefe tarihi özetleri (tüm haftalar)

Konu Başlıkları: İNUZEM felsefe tarihi özetleri (tüm haftalar) Konu Cevaplama Paneli
Kullanıcı isminiz: Giriş yapmak için Buraya tıklayın
Aşağıdaki Kutuya Sorunun cevabını Yaz ( Bakara )
Başlık:
  
Mesajınız:
Trackback:
Kaynak olarak Ekle
Başlık Sembolleri
Konunun başında Sembol kullanmak için aşağıdaki Listeden bir Sembol seçiniz:

Diğer Seçenekler
Diğer Ayarlar
Değerlendirme
İsterseniz bu Konuyu buradan değerlendirebilirsiniz.

Konuya ait Cevaplar (Yeniler yukarda)
12 Ocak 2019 14:49
Emrah Acar
Alıntı:
Medineweb Üyemizden Alıntı Mesajı göster
FELSEFE TARİHİ
I: Felsefeye Giriş
1. Felsefe Nedir ?
Bilgelik sevgisi, hakikat sevgisi anlamına gelen "philosophie" Yunanca bir kelimedir. Philosophic kelimesinin ilk kez ortaya çıktığı zaman diliminde iki düşünür tipi vardı: Bunlardan bir bölümü "philosophos" bilgeliği arıyor ve hakikati elde etmeye çalışıyordu; ötekiler "sophos" İse, bilgeliğe ve hakikate sahip olduklarına inanıyorlardı. O halde ‘philosophos', kelimesi insanın hakikate ulaşmak için çaba göstermesi gerektiğini ifade eder. Bu özel anlamını bir yana bırakırsak, felsefe genelde bilim anlamına gelir. Yalnız bu görüşü belli bir biçimde sınırlamak gerekir.
Felsefe evreni kavramak çabası, Teknik ise eşyaya pratik amaçlarımıza yarayacak bir biçim vermek çabasıdır.
Günümüzde felsefe daha özel ve de daha sınırlı bir anlam kazanmıştır. Bugün bir yandan felsefe ile felsefe disiplinlerini, öte yandan da bağımsız bilimlerin her birini tek tek diğerinden ayırıyoruz. Felsefe denilince, evreni bir bütün olarak anlama çabasını kastedeceğiz.
Evreni bir bütün olarak anlama çabasından, daha İlkçağda var olan bir felsefe disiplini, "Metafizik" doğmuştur. Metafiziği ilk kez kuran Aristo'dur. Aristo metafiziği kurmuş olduğu halde, o, bu kelimeyi kullanmamıştır. Aristo, bu felsefe disiplininin kendisine konu olarak aldığı alana "İlk Felsefe" adını vermiştir. İlk Felsefe tüm varlıkların özünü, son nedenlerini araştırır ve özellikle de evrenin yapısını ve özünü bilmek ister.
Özetle: Önce felsefe vardır, bağımsız bilimler sonradan felsefeden ayrılarak ayrı birer bilim dalı haline gelmiştirler.
2. Felsefenin Alanı
Evreni bir bütün olarak kavramak çabası yanında, filozofları sürekli ilgilendirmiş olan başka problemler de vardır; Evrenin aslı nedir? Evrenin yapısı ve biçimi nasıldır? Ben kimim? İnsanın aslı ve anlamı nedir? Görüldüğü gibi, felsefede; başlangıcından bugüne, i) evreni bilmek problemi yanında bir de ii) kendimizi bilmek, tanımak problemi yer almıştır. Ayrıca, felsefenin metafizik disiplini yanında, öteden beri, bir de iii) ahlâk (etik) disiplini bulunur.
Sonuçta;
1. Metafizik var olanı, hakikat olanı bilmek ister, bunların kaynağını araştırır.
2. Ahlâk ise olanı değil, olması gerekeni araştırır, İyi ve kötüyü kendisine konu yapar.
Felsefenin bu iki ana disiplini -metafizik ve ahlâk- yanında bir üçüncü disiplini daha vardır; Bu da "mantık"tır.
3. Mantık doğru olan bilginin bilimidir.
Burada "hakikat nedir, bunu nasıl elde ederiz'?" problemi ortaya çıkar. Yine burada, "acaba hakikate ulaşmak bizim için mümkün müdür'?" sorusunu kendimize sorarız.3. Felsefe Tarihi Nedir?
Felsefe problemleri tarihi akışları içinde dikkate alınır. Böylece onların birbirine ne kadar bağlı olduğunu, birinin ötekilerden nasıl çıktığım görmek mümkün olur. Felsefe tarihi bize bağımsız bilimlerin felsefe çerçevesi içinde nasıl oluştuğunu ve sonradan felsefenin ana kucağından ayrılarak nasıl bağımsız bir disiplin oluşturduğunu gösterir.
Felsefe tarihi acaba ne zaman ve nerede başladı?
- Felsefe; insanın evrenin yazgısı, evrenin yapısı ve bir de kendisinin aslı ve anlamı üzerinde düşünmeye başlaması ile ortaya çıkmıştır.
4. FELSEFÎ DÜŞÜNCENİN MAHİYETİ
Felsefî düşüncenin özellikleri, öncelikle onun taşıyıcıları veya sahipleri vasıtasıyla anlaşılabilir. Kendilerini, toplumları ve dünyayı anlamak için felsefenin yardımına başvuran 5
bu insanların en önemli özelliği “bilgeliği arayan” kişiler olmalarıdır. Felsefeci, kendisini “bilgeliğin dostu” olarak tarif eder. Bu husus, onun bilgi ya da bilgeliğe sahip olduğunu değil; onu aradığını ifşa eder. Nitekim o, belli bir yere ulaşmış olan değil, “yolda olan” kişidir. Jaspers bu durumu “felsefe yapmak, yolda, hakikat yolunda olmaktır.” şeklinde ifade eder.
Oysa felsefî tevazu, hakikate hiç kimsenin diğerinden daha fazla sahip olmadığı, olamayacağı anlamına gelir. O, doğruların hiç kimsenin tekelinde bulunmayıp; araştıran herkese açık olduğunu ifşa eder. Felsefe, bir bilgiler bütünü ya da cevaplar hazinesi olmaktan ziyade, zihinsel bir açıklığı, berrak bir bilinç halini, eleştirel bir tutumu ve arayışı temsil eder. Bu noktada felsefenin gücü, insan aklının gücüdür. Onun gücü insanın hayat karşısındaki problemlerini anlama ve çözme gücüdür.
Bununla beraber felsefe; haddini bilme, sınırlarını bilme ve çaresizliğini bilme ile yapılabilecek bir etkinliktir. Felsefî düşünce, akıl temelli soruşturmanın sonucu olan sistemli ve tutarlı bir düşüncedir. Felsefî düşünce refleksiyonlu bir düşünmedir. Refleksiyon ise düşünmek üzerine düşünmek, düşünme etkinliğini yine bir düşünme konusu kılabilmek demektir. Felsefî düşünce, analitik ve çözümleyici bir düşüncedir
Felsefî düşüncedeki farklılıklar, felsefenin ilerleme özelliğine sahip olduğu anlamına gelmez. Felsefede, bilimde olduğu gibi yanlış teorilerin ayıklanması ve doğru teorilerin birikmesi suretiyle gerçekleşen bir ilerlemeden söz edilemez. Sözgelimi bir filozofun kendisinden önce gelen filozofları aşmış, onların çözemediği problemleri çözmüş birisi olarak görülmesi mümkün değildir. Felsefede olsa olsa aynı konuda farklı düşüncelerin birbirine eklemlenmesi söz konusu olabilir. Birbirine eklenen bu düşünceler, aynı konu üzerine düşünürken bizlerin düşünce dünyasını güçlendirir, konuya farklı açılardan bakabilmeyi sağlar
28 Şubat 2015 15:20
Medineweb
Cevap: İNUZEM felsefe tarihi özetleri (tüm haftalar)

KARŞILAŞTIRMA
Aristo'nun da realiteyi basamaklandırdığını biliyoruz. Aristo da ilk maddeden Allah'a kadar yükselen bir basamaklar dizisi kurmuştu. Aristo'nun basamaklar dizisi Plotinos'tan bir noktada ayrılır. Aristo'ya göre evren, sürekli bir gelişim içindedir. Bu gelişimin son amacı Allah'a ulaşmaktır. Bunun içindir ki Aristo'ya göre realite, “Allah'a doğru giden sürekli bir gelişimin ifadesidir”. Her varlık basamağı, bu gelişim olayında, Allah'a yaklaştıran bir basamaktır. Plotinos'a göre evren, “Allah'tan yayılıp gelişir”. Oysa Aristo gelişimin aşağıdan yukarıya doğru olduğunu var sayar.

Farklılık:
1. Plotinos, evrenin gelişimi konusundaki bu görüşüyle, tikel varlıklardan (cisimler evreninden) etkilenme olanağını kaldırmış, tüm realiteyi Allah'a dönüştürmüştür.
2. Plotinos sisteminde dinsel bir yapı söz konusudur. Oysa Aristo felsefesinde tikel nedenler benimsenmiştir. Acaba insan, varlığın bu çeşitli basamaklarını nasıl "bilir". İnsan, cisimler evrenini duyum ve algılarla; ruh alanını doğrudan doğruya ruhunu vc kendini algılamakla; ideler evrenini ise bu evrene akıl gözüyle bakarak tanır. Plotinos'a göre İnsanın Allah'ı bilmesi için mistik bilgisinden yararlanması gerekir. İnsanın yaşamında Allah'ı doğrudan doğruya duyup bildiği anlar vardır. Bu noktada Yeni Eflâtunculuk tümden mistik bir yol izlemiştir.
ORTA ÇAĞ FELSEFESİ

Ortaçağ felsefesi denilince daha çok Ortaçağ Katolik teolojisinden hareket eden felsefe akla gelmelidir. Orta Çağ medeniyeti İlkçağdan intikal ettirilmiş bir medeniyettir. Bu nedenle onu ilkçağ felsefesinden ayıramayız. Orta Çağ felsefesi ise felsefeyi hemen işin başında dinin hizmetine koymuştur. Merkezde kilisenin düşüncesi vardır.
Ortaçağ felsefesinin temel kavramı Tanrı’dır. Üretilen bütün düşünceler ise bu kavramla ilişkilidir. Ortaçağ felsefesinin buna bağlı olarak önemli bir özelliği de dini otoritelerin ortaya koyduğu düşünceler aşılamayacağına veya değiştirilemeyeceği, felsefenin görevinin bu düşünceleri aktarması anlayışıdır ki buna Skolâstik felsefe denmektedir. Bu felsefeyi oluşturanlar, din adamları olduğu için de aynı zamanda Patristik felsefe olarak da isimlendirilmiştir. 11. yüzyıldan itibaren Skolastik felsefe üzerinde İslam filozoflarının etkili olduklarını da belirtmek gerekmektedir.
Ortaçağ felsefesinin beslendiği kaynak, büyük ölçüde İlkçağ düşüncesi, özellikle de Aristoteles ve Platon‟dur. Hıristiyanlıkta asli günah anlayışı bulunmaktadır. Bu günahtan arınmak için vaftiz yoluyla başlayan ve ahiretteki mutluluğu hedefleyen bir din anlayışı geliştirilmiştir. Ortaçağ felsefesinde varlık, evren, Tanrı ve insan üzerine yapılan bütün felsefeler, bu inanç yapısından etkilenmiştir.

ORTAÇAĞ DÜŞÜNÜRLERİ

Augustinus (354-430):
Augustinus Hıristiyanlık inanç esaslarının belirlenmesi ve kurumsallaşmasında önemli bir rol oynamıştır. İnsanın Tanrı’nın içinde, hakikat olan Tanrı’nın da insanın ruhunda olduğunu savunan Augustinus’a göre felsefe ise insanın bunu anlayabilmesi için kendini tanıma çabasıdır. Bunun için de “anlamak için inanıyorum” düşüncesini hareket noktası olarak kabul etmiştir. Augustinus Platon ve Plotinus’un felsefi sistem ve kavramlarını kullanarak dini temellendirmeye çalışmıştır. Burada aklın ve felsefenin görevi, Tanrısal olanın, vahyin temellendirilmesi ve açıklanmasıdır.
İnsan kötülük yapabilen bir varlıktır. İnsanı kurtaracak olan, yalnızca Tanrı‟nın lütfudur. Ancak Tanrı, yalnızca seçtiklerini kurtuluşa erdirir. Augustinus’a kötülük probleminin çözümünde “Yeni-Platonculuk felsefesinden yararlanmıştır.
Augustinus‟un Hıristiyanlıkla ilgili önemli düşüncelerinden biri ise üçleme (teslis inancı) ile ilgilidir. O, üçlemeyi savunmuştur. Üçlemeye, “politeizm diyerek, Hıristiyanlığın çok tanrıcı bir din olduğu” görüşünde olanlara karşı çıkmış ve bir olan insanda akıl, irade ve duygunun olması nasıl insanı birlikten çıkarmıyorsa, “üç Tanrı inancının da çoktanrıcılık anlamına gelmeyeceğini” ileri sürmüştür.

Aziz Anselmus (1033-1109)
Anselmus, Tanrı‟nın varlığının delillendirilmesinde ontolojik delili geliştirmiştir. Anacak bu bilgisine rağmen üçlemede ısrarcı olmuş ve bu anlamda büyük bir sorumluluğa imza atmıştır. Tanrı kavramından hareket ederek, Tanrının varlığının delillendirildiği kanıttır. Bu delile göre, Tanrı, kendisinden daha mükemmel bir varlık olmayan, böyle bir varlığın düşünülmesi bile söz konusu olamayacak bir yetkin varlıktır. Her insanda böyle yetkin bir varlık düşüncesi bulunmaktadır.
Anselmus, ilk günah konusunda Augustinus’la aynı kanaati paylaşarak, ilk günahın ilk insandan bu yana sürüp geldiğini kabul etmektedir. Tanrı, insanı ilk günahtan kurtarmak istemiş bunun için ise, insan şeklindeki Tanrı olan İsa çarmıha gerilmiştir.

Thomas Aquinas / Aquinalı Thomas (1225-1274)
Skolâstik Çağ’ın en büyük düşünürüdür. Thomas Aristotelesçiliği ve Hıristiyanlığı sentezlemiştir.
Aziz Thomas’a göre ise vahiy ile akıl ve dolayısıyla da deney birbirlerinden ayrı bilgi kaynaklarıdır. Her ikisi de bize farklı şeyler öğretirler. Onun için “inanma” ve “bilme” alanları birbirleriyle tam anlamıyla örtüşemezler. Bilgi, inanç tapınağının sadece giriş kısmını aydınlatır. Tapınağın asıl iç kısmını aydınlatan, vahiydir.
Sonuç: Augustinizme, dolayısıyla da Plâtonizm’e dayanan skolâstiğin ilk döneminin biricik konusu; Tanrı ve Tanrı’nın ruh ile dünyaya olan ilişkisi idi.
Bu iş için “teslis” ve “cisimleşme” gibi konular üzerinde duruluyordu. Bu nedenle Platon’un kavram realizmine dayanmak gerekmekteydi. Thomas’la birlikte Aristotalizme dayanan skolastiğin yükselme döneminde ise Hıristiyan anlayışına uygun bir dünya ve doğa tablosu kurmak amaçlanıyordu. Tanrı’ya hizmet esastı, ancak Tanrı’nın özünü sadece vahiy açıklayabilirdi. Skolastiğin son döneminde ise, akıl / felsefe ile vahyin birbirinden tamamen ayrılmalarına kadar varılmıştır.

Ockham’lı William (1300-1349):
Skolastik felsefenin son döneminin en büyük ve en tipik düşünürü Ockham’lı William’ dır. William tam anlamıyla bir nominalisttir.
Nominalizm, “tümellerin gerçekliklerini reddeden ve onların sadece birer addan ibaret olduğunu kabul ederek tek tek nesnelerin gerçekliğini kabul eden anlayışa” William tarafından verilen isimdir. Ona göre tümel, birbirine benzeyen şeylere verdiğimiz “genel adlar” olduğu için tümellerin gerçekliği olamaz. O. William, tüm varlıklardaki bireylerin, tek nesnelerin gerçekliğini kabul ederek bilgi anlayışını da bu temel üzerine kurmuş ve bilginin kaynağının deney olduğunu kabul etmiştir.
Ockhamlı William da Aziz Thomas gibi inanç ile bilgi arasındaki ayrılığı kabul etmekte, hatta William bu konuda daha katı bir tutum göstermektedir. Çünkü O. William‟a göre hakikat, çift yönlüdür. Bilgi hakikatlerine deneyle, ilahi hakikatlere ise imanla ulaşabiliriz.
Bu anlayışla bilgi, bilim ve felsefe artık kilisenin hizmetinden çıkarılmış durumdadır
28 Şubat 2015 15:20
Medineweb
Cevap: İNUZEM felsefe tarihi özetleri (tüm haftalar)

YENİ PLÂTONCULUK / EFLÂTUNCULUK
Yeni Platonculuk Doğu mistisizmi ile Pythagoras mistisizmini bir araya getiren, İlkçağ’ın sonlarının en önemli fikir akımıdır. Yeni Eflatunculuğun kurucusu Plotinus, Ammonius Saccas‟ın öğrencisidir.

Plotinos (204 - 270)
Plotinos, zamanın modasına uyarak, Doğuda bir geziye çıkar. Önce İran'a, oradan da o dönemdeki mistik bilgilerin kaynağı sayılan Hindistan'a gitmeyi tasarlar.
Plotinos felsefesinin hareket noktasını, her türlü maddî olana karşı duyulan bir karşı çıkış oluşturur.
Aristo'dan sonraki felsefenin, gerek Stoa'nın ve gerekse Epikürcü felsefenin, temelde maddeci olduğunu biliyoruz. Her iki okul, Sokrat'tan önceki felsefede olduğu gibi, realiteyi "maddesel olan" da. buluyordu. Stoa ile Epikürcü okul, maddi olmayan "ideler"i benimseyen Eflâtun ile tam bir karşıtlık içindedirler. Eflâtun'un idealizmine yeniden dönen Plotinos'un hareket noktası materyalizmle savaştır.
Plotinos ilgisini öncelikle ruh-beden ilişkisine yöneltir. Ona göre "ruh" nc maddî, cisim gibi bir şey, ne de bedenin bir organıdır.
Aksine ruh "kendiliğinden bir yapı", görülebilmesi de, başka türlü algılanması da mümkün olmayan bir tözdür(cevherdir). Plotinos'a göre ruh bedene üstündür, ona şekil verir, onu ayakta tutar.
Oysa ruh, parça parça olmayan bölünmez bir bütündür. Fakat ruh aynı zamanda bedenin "her" noktasında var olan bir tözdür de.
Plotinos'un sisteminde güzellik bilimi, yani estetik, önemli rol oynar. Bedenin güzelliği, ancak ruhun güzelliğinin bir yansımasıdır. Çünkü bedene biçim kazandıran ruhtur.
Plotinos Ruh Göçünc inanır. Bedenin ölümünden sonra ruh kendisine “yeni bir biçim” arar. Plotinos için yalnızca bireysel ruhlar değil, bir de "Evren Ruhu" vardır. Bireysel ruhların Evren Ruhuna olan oranı, aynı dalların ağaca olan oranı gibidir.
Burada eğitim görüşü ruhu eğitmeden geçer görüşüne çıkar.
Plotinos'a göre, ruhun ötesinde başka basamaklar (kademeler) da vardır. Ruh evreninin ötesinde ve üstünde, Eflâtun'un "ideler" evreni vardır. Ruh zaman içinde gelişir ve yine zaman içinde bedene biçim kazandırır. Bir şeyi "istemesi", bir istek taşıması, ruhun karakteristiğidir.
Bunun içindir ki ruh, beden gibi, zaman içinde bulunan bir varlıktır. Yalnız şu farkla ki, ruh zaman içinde ölümsüzdür, beden ise ölümlüdür.
Ruhta söz gelişi “İyi ve güzel idesi” vardır. Bu idelerin varlığı yüzünden ruh iyiyi ve güzeli ister. Bunun içindir ki, İstemek, idelere ulaşmayı istemek demektir.
Plotinos'ta da ideleri düşünecek olan bir süje gereklidir. Nous, ruh gibi zaman içinde değil, zaman dışındadır, soyut vc kutsal varlıktır. Plorinos'a görc, Nous henüz tam Allah'ın kendisi değildir.
Plorinos'agöre, varlıklar birtakım basamaklara ayrılır; bu basamaklar, sırasıyla yukarıdan aşağıya şunlardır:
Allah, Nous (Eflatun'un ideleri), ruh evreni ve gelip geçici eşyanın evreni.
1. En yüksek varlık basamağı "Allah"tır. Allah'ı, kelimenin tam anlamıyla, ne biliriz, ne de onu kelimelerle anlatabiliriz. Onunla ilgili söyleyebileceğimiz tek şey, Birlik'in tam kendisi olduğu, yani kendi başına (bizatihi) varlık olduğu ve sonunda her şeyin ondan meydana geldiğidir. O, tam olarak belirlenemediği için, bilinmesi de bilinen bilgi yollarıyla değil, sezgiyle mümkündür. Fakat bu meydana gelme Tanrı‟nın bölünmesi veya kısımlara ayrılmasıyla değil, Tanrı‟dan bir taşma (sudur) yoluyla olmaktadır. Bu da ancak bir vecd halinde söz konusu olabilir. Nasıl güneş her tür ışığın kaynağı ise, Allah da var olan her şeyin kaynağıdır. Aksine Plotinos için Allah kendisinden her şeyin çıktığı kaynaktır.
Var olan her şey Allah'ın bir yaratmasıdır, Allah her tür varlığın kaynağı olduğu için, bir şeyin var olması Allah ile mümkündür. Bu nedenle "Allah vardır" diyemeyiz, çünkü o varlığın kendisidir, kendi kendine var olandır. Sonra 'Allah birdir" de diyemeyiz; çünkü Allah birliğin kendisidir. Allah için "etkendir ve nedendir" de diyemeyiz, çünkü Allah etken (müessir) ve neden (fail) olmanın ta kendisidir.
Plotinus‟a göre varlıklar Tanrı‟dan hiyerarşik olarak taşmaktadır. Ancak Tanrı bir olduğu için, O‟ndan ilk sudur eden varlık da Bir olmak zorundadır. Çünkü Plotinus‟a göre “Bir’den yalnız bir sudur eder”. Bu ilke sonraki dönemlerde mistik düşünce tarihini etkilemiştir. Örneğin Tasavvuf Felsefesini, Nur-u Muhammedi nazariyesini, Vahdet-i Vücut düşüncesini vb.
2. Varlığın basamaklar zincirinde yukarıdan aşağıya doğru inersek, Allah'tan sonra ikinci basamak Nous alanıdır. Bu ikinci alan artık Allah'ın sunduğu mutlak birlikten yoksundur. Yalnız ideler evrenindeki çokluk, uzay vc zaman içinde yer alan birçokluk değildir ve bu yüzden ideler sabittir, öncesiz ve sonu olmayandır. Aynı zamanda ideler aktif ve etkindirler. Onlar her çeşit davranışın öncesiz ve sonu olmayan modellerini meydana getirirler. Örneğin, sadece birtakım iyi davranışlar yoktur, aynı zamanda bir “iyilik idesi” dc vardır. İdeler salt düşüncelerdir. Ancak bunlar insan aklının ürünü olmayıp Allah'a has olan düşüncelerdir. Sonuç olarak Plotinos'a göre, ideler, ruhun basamağının üstünde bir basamak olan Nous'a ait düşüncelerdir.
3. Üçüncü basamak Ruh basamağıdır. Plotinos'a göre Ruh bütüncüldür ve yok olmayan bir tözdür. Plotinus‟a göre h cisimlere organik şekiller kazandırabilir. Ruh basamağının altında maddî olan "eşya alanı" bulunur. Cisimler öncesiz ve sonrasız olmayıp gelip geçicidirler. Ruh bedene olduğu gibi, maddî olan eşyaya da biçim verir.
Etkileme biçimleri”ni karşılaştıralım: Allah'ın etkin olması, kendi varlığını öteki varlıklara yaymak şeklinde olur. Allah bir neden değildir, aksine o, var olan bütün şeylerin gerçek kaynağıdır. Allah'ın bu durumu, kelimenin tam anlamıyla, bir "yaratma" durumudur. İdeler ise tüm çalışma ve çabalarımızın kendilerine yönelmesi, kendilerinin model olarak alınması şeklinde etkili olurlar. Ruh da cisimlere şekil kazandırma yönünde etkili olur.
Plotinos'a göre cisimler alanı altında bir "madde basamağı" vardır. Gelip geçici olan eşya nereden gelip nereye gidiyor? Cisimler maddeden oluşurlar ve yine maddeye dönerler. Madde, her türden realiteden yoksun olan şeydir. Madde bir varlığa sahip değildir. Madde için bir "hiç" diyebiliriz. Plotinos İçin realite; Allah'tan başlayarak, var olmanın ifadesi olan boş uzaya kadar uzanan bir basamaklar dizisidir.
28 Şubat 2015 15:20
Medineweb
Cevap: İNUZEM felsefe tarihi özetleri (tüm haftalar)

STOA OKULU VE EPİKÜRCÜLER

Stoa ve Epikür okulları
Stoa: duvarları resimleriyle süslü sütunların oluşturduğu bir yerde kurulduğu için, "Sütunlu galeri" anlamına gelen Stoa adını almıştır.
Epikür: Öteki okul ise kurucusu olan Epiküros'un adını taşır.
Bu iki okul, yaşam ve bilgi konusunda karşıt görüşleri savunur. Bu biri ötekine karşı olan okullara, bu dönem için üçüncü bir akım sayılan, "Şüphecilik"i de eklemeliyiz.
Stoa Okulu.
Stoacılar, insan yaşamının anlamını öğrenmek için, bu yaşamı kesinlikle evrenin çerçevesi içinde dikkate almanın gerekliliğine inanıyorlardı. Bu nedenle fiziğin Stoa felsefesinde her zaman önemli bir yeri olmuştur. Stoacılara göre fizik önemliydi, çünkü; onlara göre gerçek olan, kesinlikle "maddi olan"dır. Eflâtun'un ideler varsayımına karşı olan bu anlayışa başka bir düşünce daha eklenmiştir: Stoacılara göre; maddî ve somut olan gerçeklik, "canlı" bir bütün oluşturur, tıpkı bir organizma gibi. Tüm maddi varlıklara etki eden bir "evren ruhu" vardır. Maddî bir şey olarak tasavvur ettikleri bu evren ruhunu Stoacılar, "gerçek ateş" olarak kabul ederler.
Evren ruhu, sonradan tüm canlılarda etkili olan bireysel ruhlara bölünür. Bitki, hayvan vc insanda etkili olan yaşam gücü, gerçekte evren ruhundan kopup ayrılmış olan güçlerdir.
Stocular Heraklit den etkilenmişlerdir. Stoacılar evren ruhuna, Heraklit, gibi "Logos" adını verirler. Bilineceği gibi logos; "söz", demektir. Tutarlı anlamlı bir söz gibi.
Stoacılar tüm evrene egemen olan logos yanında, bir de tek tek varlıklara dağılmış olan ve onlarda etkili olan "Logoslar” dan söz ederler. Nasıl ki ayrı ayrı canlılarda etkili olan ruh, tek bir evren ruhunun "parçaları" ise, bunun gibi, tek tek insanda bulunan akıl da tek bir "tümel akıl"m parçasıdır. Aynı şekilde, insan bedeni dc evren bedeninin bir parçasıdır.
Bu düşüncelerden Stoacılar şu sonuçları çıkarırlar:
1. Stoacılara göre "ölüm"; bedenin ve ruhun, evrenin beden ve ruhuna dönmesidir. Bir evren ruhu ve bir evren bedeni kabul etmekle, Stoa metafiziği tam anlamıyla "panteist" (ruh ve bedeni iç içe düşünme tanrı ve evreni birleştirme)olmuş bulunuyor.
2. Onlara göre her şey, ölçülü bir "amaç”a göre yapılmıştır ve bu amaca göre hareket eder. Öncelikle, olan herşey “zoraki" olur. Bu evrene zorunluluk hâkimdir. Her insanın kaçınamayacağı, yaşama zorunlu olarak hâkim olan bir "yazgısı" (kader) vardır. Bu tutum, özellikle her canlı için kaçınılmaz olan, "ölüm" için gereklidir. Ölüm en genel bir yazgıdır. Sonraki Stoacılardan olan Epikür'ün şu sözü çok ünlüdür, "Tıpkı olgunlaşmış bir meyve gibi öl ve ölürken de seni var eden ağaca teşekkür et.
Stoacıların ahlâk görüşlerine temel aldıkları bir başka ilkeye göre de insan "doğaya göre" yaşamalıdır. Yani insan, bedeni ve ruhu ile bir parçası olduğu evren konusunda bir bilince sahip olmalıdır.
Stoacıların din anlayışına da yine bu açıdan bakılmalıdır. Stoacılar halk dinini olumlu karşılar. Ancak onlara göre halk dinindeki birçok Tanrıları önemsememek, bunları, dinin gösterdiği Gibi değil dc, felsefî bir yorumla anlamak gerekir. Söz gelişi eski Yunan dininin en büyük Tannsı Zeus, Stoacılara göre "Evrenin ruhu"ndan başka bir şey değildir. Öteki Tanrılar da Evren ruhunun çeşitli oluşumlarını dile getirir.
Her şeyin evren ruhunca yönetildiğini kabul eden Stoacılar, evrendeki her oluşumun "zorunlu" ve “ölçülü" olduğuna İnanırlar.

Epikür (MÖ. 341 - 270)

Sisamlı olan Epiküros (M.O. 341 - 270), Atina'ya gelerek yerleşmiş ve burada 306 yılında okulunu kurmuştur. Stoacıların ahlâk anlayışı gibi, Epikür'ün ahlâk anlayışı da "fizik"e dayanır.
Stoacılar fizikte Heraklik’tcn hareket eder. Epikür ise fiziğinde Demokrit'e dayanır. Her iki okul da Eflâtun'a karşı çıkarak, gerçeği maddî olarak düşünür.
Evren anlayışı:
Staocular evren ruhundan bahsederken bizde bir parçası vardır derlerdi.
Buna karşı Epikür, gerçeklerin (realitenin) sayıca sınırsız olan ve görünmeyen küçük kısımlardan oluştuğunu, ayrıca bunların boş uzay içinde hareket ettiklerini kabul eder Bu görünmeyen parçacıklar yani "atom’lar, birbiriyle birleşirler, çarpışırlar, birbirine takılırlar ya da birbirlerinden ayrılırlar. Böylelikle atomların ilişkilerini tümüyle "kendiliğinden olan" yasalar belirler. Sonuç olarak Stoa evreni bir birlik, bir bütün olarak anlar, oysa Epikür evreni sonsuz sayıda küçük parçacıklara böler.
Epikür'e göre evren cansızdır. Evren içindeki her şey "kendiliğinden bir zorunluluk"un, atomların birbirine çarpışmasının ve birbirine takılmasının bir ürünüdür.
Materyalisttirler…
Ahlak Anlayışı
Epikür'c göre ise evren kendiliğinden bir zorunluluğa göre işler. Yazgı, bir yandan bu kör zorunluğun, öte yandan hesaplanamayan bir rastlantınm sonucudur.
Bu nedenle insan yaşam ve ölüm karşısında ilgisiz kalacak ve akıllı davranarak çevresindeki bir yığın şeyden mutluluk verenleri ayırt etmeyi bilecektir. Epikür Kyrcnc okuluna uyarak, ahlâkta ideal olarak, hazzı elde etmeyi vc elemden kaçmayı benimser. Ancak Epikür'e göre İnsan bunu akıllıca yapmalıdır. Sonu, elem getirecek şeylerden kaçınmalıdır. Kuşkusuz insan bazı temel gereksinimlerim giderecek biçimde davranacaktır. Böylc olmaksızın insanın yaşamını sürdürmesi olanaksızdır. Ancak insan hiçbir şeyde gereğinden fazlasına ilgi duymamalıdır. Çünkü aşırılık sürekli eleme neden olur.
Ayrıca insan şan ve şeref gibi aldatıcı ve geçici değerlerden uzak durmayı bilmek zorundadır. Bunlara hiçbir zaman yeterince sahip olunamayacağı için, sonunda insan sürekli bir huzursuzluk içine düşer, O halde sonu doyumsuzluk vc tiksinti yaratmayacak olan "manevi haz”lara ilgi duymalıdır.
Bu görüşleri sonucu Epikürcüler, İlkçağda eşine gerçekten güç rastlanan, bir arkadaşlık cemaati (komünote) kurmuşlardır.
Epikür’c görc mutlu olmak için; “ölçülü yaşamak”, “insanı ruhen ve manen sürekli haz içinde bulunduracak şeylere yönelmek” vc “bunlara uygun düşecek davranışlar içinde olmak” gerekir.
Stoacılar ölümü "doğal" bir şey gibi düşünür. Onların gözünde ölüm, her canlı için doğal bir sondur. Bu yüzden insanın ölüm düşüncesine "alışması", bu düşünceyi yaşamının normal sınırlan içine katmayı bilmesi gerekir.
Epikürcülerin ölüm konusundaki düşünceleri şöyledir: Yaşadığım sürece ölüm yoktur. Ölünce de artık ben var değilim. Bu görüşün sonucu olarak: Ölümü "düşünmemek" gerekir.
Dini Anlayış
Stoacılar halk dinine karşı olumlu bir tutum içindedir. Onlar halk dinini felsefi yönden "temellendirme" girişiminde bulundular. Oysa Epikür bu gibi şeyleri "boş inanç" sayar, Epikür vc ona bağlı olanlar için genellikle din boş inançtan başka bir şey değildir.
Din ile her türlü ilişkiyi kesmekle mümkün olur. Ancak Epikür "Tanrılar"ıin var olduğunu Kabul eder. Epikür'e göre, Tanrıların dünya ile, hele dc insanlar ile hiçbir İlişkisi yoktur.
Devlet konusundaki görüşleri
Epikür için ise devlet, yalnızca "genel kitle" için yapılmış bir örgütlenmedir, Bunun içindir ki üstün olan insan kendisini siyasal yaşamdan uzak tutar. Epikürcülcrin ideali, sevilen vc uyumlu arkadaşlar ile sınırlı bir yerde birlikte sürdürülen bir yaşamdır. Epikürcülcr dostluk ilişkisine çok değer verir. Eski Stoacıların kozmopolitliğine karşı, Epikürcü1er tam anlamı ile bireycidirler.
Bilgi Anlayışı
Epikürcüler kelimenin tam anlamıyla "deneyci" dirler. Onlara göre her tür bilginin kaynağı "algı'lardır. Ancak biz bu algıları, sonradan daha tutarlı bir düzen içinde birleştirerek, bilgiyi bir bütün olarak oluşturabiliriz. O halde bilgi, algılardan hareketle bilinçte genel varsayımlara yükselme çabasıdır. Sonuç olarak, Epikürcülere göre bilgi elde etmenin yolu: Önce algılamak, sonra algıları dikkatle vc de düzenli bir biçimde birleştirmektir.

Septisizm (Şüphecilik)
M.Ö. 300-200 yılları arasındaki dönem. Stoacılar ile septikler (şüpheciler) arasında geçen felsefi tartışmalarla doludur. Septikler Stoa okulunu dogmatiklik ile suçlamışlardı. Onlara göre Stoa okulunun temellerinin tümü dogmatiktir(tek tip).
Septik felsefe denince, bilginin imkânından "ilke alarak şüphelenen" bir felsefe anlaşılır. Septik eğilime Yunan felsefe tarihinin ilk dönemlerinde rastlanır. Septisizmin bir "sistem" olarak ortaya çıktığı MÖ. III. Yüzyıldadır. yaygın olarak ahlâk sorunlarıyla uğraşıldığını, evren karşısında insanın nasıl bir tutum alması gerektiğinin ana konu yapıldığını görüyoruz. Septikleri ahlâkın temeline "şüpheyi yerleştiren bir felsefe oluşmuştur. Her gördüğünden şüphe duy demişlerdir.

Septisizme örnek
Pyrrhon (Piron) (M.Ö. 365 275)
Şüpheyi bir sistem olarak ortaya koyan düşünürlerden ilki Pyrrhon'dur. Bu ilk gerçek septiğin adına bir saygı ifadesi olarak septik felsefeye "Pyrrhonizm" de denilmiştir. er konuda biri ötekine tamamen karşı olan iki görüş öne sürülebilir. Bu biri ötekinin karşıtı olan iki savunmadan hangisinin gerçekten doğru olduğunu kanıtlama olanağı yoktur.
Tanrıların hem varlığı ve hem de yokluğu savunulabilir. Bu yargıların hangisi doğrudur, bilcmiz. O halde en doğru davranış, bir konu üzerinde herhangi bir "yargıda bulunmaktan çekinmek" tir. Biz ancak yakın bir gelecekte olabilecek şeyleri biliriz. Bu da pratik yaşam için yeterlidir. Bunun dışında kalan şeylerin bilinmesiyle ilgili hiçbir güvenirlik ve kesinlik yoktur.
Pynhon'dan bu yana, yargıdan kaçmaya, derin düşünmekten kaçınmaya, özel bir deyişle "epohe" denilmiştir. "Epohe" ne kadar tam uygulanırsa huzursuzluktan o kadar uzaklaşılır ve "ruh huzuru"na o ölçüde yaklaşılır. Üstün insan, bilmediği şeyler konusunda her türlü yargıdan kaçınan insandır. Sonuç olarak Septiklere göre ruh huzuruna (ataraxu) kavuşmak için tek doğru yol epohe'dir.
28 Şubat 2015 15:19
Medineweb
Cevap: İNUZEM felsefe tarihi özetleri (tüm haftalar)

Peripatos Okulu
Aristoteles’in ölümünden sonra Peripatos Mektebi eğitim ve öğretime devam etmiştir. Aristoteles’in ölümünden sonra mektebin başına Theophrast (M.Ö. 372-287) geçmiştir. Theophrast, bitkiler dünyası hakkında sistemli sınıflamalar veren bir bilgindir. Botanikçi Theophrast Yunan Tabiat Felsefesi hakkında bir eser vermiştir. Bu eser bir tür bilim tarihidir. Ayrıca Psikolojiye dair bir eser yazan Theophrast yaptığı çalışmalarda hocası Aristoteles’in metodunu kullanmıştır.
Peripatos Mektebinin önemli diğer bir filozofu olan Straton (M.Ö. ?-268) Fizik alanında bağımsız çalışmalar yapmıştır. Aristoteles’in gayeciliğinden ayrılan Straton, daha çok Demokritos’un sebeplilik ilkesine yaklaşmıştır. Aristoteles’in ilk muharrik ilkesini bırakarak evrenin oluşmasında Tanrı’nın bir müdahalesinin olmadığını ileri sürmüştür. Çiçeron şöyle diyor: “Tabiattan başka Tanrı olmadığını söylediği zaman Straton dinlenmeye layık değildir.”
Aristoteles’in doktrinlerini sadık olarak yeniden uygulayan onun doğrudan öğrencisi olan Eudemos (M.Ö. ?-320)’tur. Aristoteles yazmış olduğu ahlâk kitabının birine Eudemos’un ismini vermiştir. Aristoteles’in başka bir öğrencisi Menon da tıp tarihi kaleme almıştır.
DEĞERLENDİRME
Platon ve Aristoteles, Yunan Düşüncesinin en yüksek noktalarını oluşturmaktadırlar. Aristoteles’ten sonra Yunan felsefesi sürekli bir düşüş yaşamıştır. Sistematik dönemden sonra gelen filozoflar hep geriye dönerek hareket etmek durumunda kalmışlardır. Antik Yunan dünyasında yaratıcı felsefe etkinliklerinin yerini seçmecilik almıştır. Aristoteles’in “ilimde uzmanlık” görüşünü getirmesi, bir dönüm noktası olmuştur.
Aristoteles’in kendinden sonrakilere tesiri sadece Peripatos Mektebinin dar çerçevesinde kalmamıştır. Eski Hıristiyan filozoflar Aristoteles’in Organon isimli eserini sahiplendiler. 8. asırdan itibaren İslâm felsefesi Aristoteles ile meşgul olmaya başladı. Yahudi felsefesi de aynı şekildedir. Gerek İslâm, gerek Yahudi filozofları sayesinde batıdaki Hıristiyan bilginleri 1200 tarihlerinde, Aristoteles’in eserlerini mükemmel bir şekilde tanımışlardır. Böylece Aristoteles, dünyevî ilimlerin bütün meselelerinde başvurulan yegâne filozof olmuştur. Dante’nin onu, “bütün âlimlerin üstadı” diye övmesi bundan dolayıdır. Meşşai İslam filozofları onu “Müallim-i evvel” olarak adlandırmışlardır. Batıda ancak kilise süzgecinden geçerek bilinebilen Aristotales hakkıyla ancak İslam filozoflarının –Kurtuba ve Akdeniz havzası- Arapça eserleri sayesinde tam olarak anlaşılabilmiştir. Rönesansa giden yol bu şekilde açılmıştır.
Orta Çağ skolastik-kilise felsefesinde kilise sınırları içinde yorumlanabilen Aristoteles felsefesi, Renaissance felsefesinde, Yunanca kaynaklarına inilerek gerçek şekliyle ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Yeni yorum ve eleştiriler ardı ardına gelmiştir. Melanchton (1497-1560) modern bir biçim vererek onu, Protestan Üniversitesine ve Protestanlık mezhebine yeniden girdirir. Yeni Çağda, Galileo (1564-1617) ve Descartes (1596- 1650)’in düşünceleriyle tamamen yok olmaya yüz tutan Aristotelescilik, 18. yüzyılda filozof Wolf (1679-1754) üzerinde etki göstermiştir. Ancak Kant (1724-1804)’tan sonra Aristoteles’in sistemi tarihe mal olmuştur. Bununla beraber 19. asırda da taraftarlar bulmuştur.
28 Şubat 2015 15:19
Medineweb
Cevap: İNUZEM felsefe tarihi özetleri (tüm haftalar)

ARİSTOTELES (M.Ö. 384-322)
Yunan felsefesinin klâsik dönemindeki ilk büyük düşünür Eflâtun, İkinci büyük düşünür Aristo'dur. Aristo Eflâtun'un öğrencisidir.
Aristo doğayı "olduğu gibi", yani duyumlarımıza göründüğü biçimiyle bilmek ister.
Bu yönüyle Aristo, Eflâtun'dan tam anlamıyla ayrılır.
Aristo, ölümünden on İki yıl önce kendi okulunu kurdu. Bu okula, kurulduğu kentin adına saygı olarak "Lykeion" adı verilmiştir. Bugünkü 'Lise " kelimesinin kaynağıdır.
Bu eserler şöyle sıralanabilir:
1- Mantık veya Organon ismi altında birleştirilmiş eserleri ve Psikoloji, bilmek, bir ruh incelemesi v.s.
2- Fizik bilimleri: Fizik hakkında 8 Kitap, Bir Gök İncelemesi, Problemin 38 Bölümü, Hayvanlar Tarihi, Bir Bitkiler İncelemesi.
3- Metafizik: 14 kitap.
4- Ahlâkî bilimler: Nikomakhes’a Etik, Büyük Etik, Eudemos’a Etik, Politika veya Cumhuriyet, Ekonomi.
5- Edebiyat: Belağat İlmi (Réthorique) ve Şiir Sanatı (Poétique). Bunlar arasında en fazla şöhret bulan eser Organondur.
Aristoteles Felsefesi Genel Bir Bakış
Platon genel kavramların gerçekliklerini ileri sürerken Aristoteles, bunların gerçekliklerini kabul etmez. Aristoteles’e göre reel olan varlıklar, elimizle tuttuğumuz ve gözümüzle gördüğümüz varlıklardır.
Aristoteles aynı zamanda ilk felsefe tarihçisidir.
İlk Felsefe ismini verdiği kitabında evrenin ilk ve son nedenlerini araştırır. Bu eser sonradan Metafizik adını almıştır. Tanrı’nın kendisi nedenler nedeni olduğu için, Aristoteles’in Metafiziği, aynı zamanda Teoloji adını da almıştır.
Aristoteles’in Mantık Anlayışı
Antik Yunan dünyasında mantığı sistemleştiren Aristoteles olmuştur. Mantık düşüncenin formlarını ve yasalarını belirleyen bir temel bilgidir. Mantık düşüncenin formlarını ve yasalarını belirleyen bir temel bilgidir. Aristoteles’e göre düşünce, gerçeklik dünyasındaki varlıkların ve varlıklar arasındaki münasebetlerin, zihnimizdeki bir aksidir. Bundan dolayı düşünce eylemi gerçeklik dünyasına uygundur.
Aristoteles’e göre eşya kendini bize dikte ettirir. Aristoteles mantığının bel kemiği kıyastır. Basit kıyas şekillerinin antik Hint düşüncesinde de kullanılmıştır.
Aristoteles’te Bilgi Teorisi
Aristoteles Platon‟un “ideler nazariyesi” yoluyla getirmiş olduğu doğuştan bilgileri kısmen kabul etmektedir. Şöyle ki, Aristoteles idelerin Platon‟un iddia ettiği gibi ayrı bir alemde öğrenilen bilgiler olmadığını söylemektedir. Platon bilgiler doğuştandır derken Aristo bilgiler doğadan gelir doğuştan değildir ama şu üç şey doğuştan gelir. Özdeşlik, çelişmezlik ve üçüncü ihtimalin yokluğu ilkeleridir.(çıkabilir). Bu ilkeleri kullanarak akli çıkarımlar yapıp, mantıksal olarak yeni bilgilere ulaşırız.
*** Aristoteles‟e göre zihni ve akli bilgilere temel oluşturan asıl bilgileri duyular ve tecrübe yoluyla elde ederiz. Dış dünyada gördüğümüz nesneleri zihnimizde “kavramlar haline getirerek” düşünürüz. Öyleyse kavram oluşturmanın ilk adımını algılar teşkil etmektedir. Kavram ise zihnin işidir. Bu duruma göre bilgi, duyu-tecrübe ve zihin-akıl ortak çalışmasıyla elde edilmektedir.
Şöyle ki: Önce zihne gelen bilgiler pasif akıl tarafından algılanmakta(duyu organları ile) ve korunmakta daha sonra ise zihindeki bu izdüşümler aktif akıl tarafından işlenip düzene sokulmaktadır. Bilgi, pasif aklın izlenimlerini aldıktan sonra bunları aktif aklın kategorileri yardımıyla işlemesi, düzenlemesi ve sözcükler aracılığıyla ifade etmesi sonucu oluşur.
Platon‟a göre bilgi doğuştandı. Çünkü ruh ideler evreninden geçerken oradaki, bu evrende var olan her şeyin aslının bulunduğu ideleri görüyor ve öğreniyordu. Bilgi ise daha önceden ideler evreninde bilinenin burada hatırlanmasından ibaretti.
Hâlbuki Aristoteles’e göre her şey bu evrende olmaktadır. İdeler evreni diye reel bir evren mevcut değildir. Dolayısıyla bilgi de bu evrendeki tecrübelerden kaynağını almakta ve zihinde nesnenin ne olduğunu ifade eden kavramlarla birleştirilerek açığa çıkarılmaktadır.
Aristoteles düşüncesinde kavramsallaştırma önemlidir. Burada iki yol takip edilir.
1. Aristoteles her nesne grubunun bir kavram etrafında şekillendiğini savunmaktadır. Sözgelimi dünyada bulunan çam, kavak, çınar, selvi, söğüt, kauçuk… gibi değişik nesnelerin hepsine birden “ağaç” denmektedir. Bu nesnelerin ortak noktası ağaç olmalarıdır. Hatta ağaçlık kavramı bu nesnelerin kendilerinde bulunmaktadır ki biz bu nesneleri gördüğümüz zaman onlara ağaç demekteyiz.
2. Ancak bu ağaçlara çam, kavak, çınar vb. diyebilmemiz için bunlardan her birini diğerlerinden ayıran özel yönlerini de dikkate almak durumundayız. Biz nesneleri önce belli kavramlar altında topluyor ve esas bilgiyi bu kavramlardan hareketle elde ediyoruz. Fakat burada önemli olan tek tek nesneleri tanırken ya da bilmeye çalışırken doğru kavramlar altına sokabilmektedir. Dolayısıyla bir nesneyi bilmek, onu önce bir kavram altında toplayıp daha sonra ise o nesnenin tikel özelliklerini tanımaktır.
Aristoteles’in Varlık Anlayışı
Aristoteles‟e göre bir objeyi bilmek için öncelikle onu genel bir kavram altında toplamak gerekmektedir. Aristoteles‟e göre objeler dünyasından bağımsız bir özler dünyası bulunmamaktadır. Yani varlığın dışında, kendi başına var olan bir tümel bulunmamaktadır. Nesnelerin kavram olarak bilinen varlığıyla gerçekliği aynıdır. Bütün nesnelerin varlığı bu özün gerçekleşmesidir.
Varlık bir nesnenin değişmeyen halidir. Oluş nesnenin değişen halidir.
Aristoteles‟e göre oluşun gerçekleşmesi için, biri nesnenin genel özelliklerini belirleyen ve değişmesi söz konusu olmayan şekil (form, suret) ve diğeri de varlığı zorunlu fakat değişebilen ve dış tesirlerle belirlenen, imkân dâhilinde bulunan madde gereklidir.
Oluş, imkândan (potansiyelden) realiteye bir çıkıştır. Bir nesnedeki, şekil veren ve şekil kazanan iki yön yalnızca zihinde ayrılabilir. Bu iki gücün birbirinden ayrılması demek, nesnenin yokluğu demektir.
Örnek: ruh ve beden nasıl ki canlılık söz konusu olduğu sürece, birbirlerinden asla ayrılamazlar; ama zihnimizde ruh ile bedeni birbirinden her zaman için ayrı düşünebiliriz. Reel dünyada bu ikisinin birbirinden ayrılması durumunda, insan ortadan kalkmış olur.
Aristoteles dış dünyadaki gerçekliğin sürekli bir değişim halinde olduğunu gördüğü için, evrende sürekli bir oluş hali bulunduğunu da kabul etmiştir. Ancak bu değişime konu olan varlıkların, kendiliklerinden var olmaları mümkün değildir.
Aristoteles, “başlangıcı olmayan, yani ezeli ve ebedi şekilsiz bir maddeden” söz etmektedir. Her oluşun temelini bu ham madde oluşturur. Empirik dünyada görülen varlıklar ise artık şekil kazanmış durumdadırlar.
Madde ve şekilde kendiliklerinden bu oluşu gerçekleştirebilecek bir güç bulunmadığına göre, oluşun sebebi nedir? Aristoteles‟e göre alemdeki oluşu ilk defa harekete geçiren kuvvet, Tanrı’dır. Madde ve şekil ise ezelidir, yaratılmamıştır, bir aradadır ama onlardan yeni varlıkların ortaya çıkmasına neden olan güç, Tanrı‟dır.
Aristoteles‟e göre bütün varlıklara ilk hareketi vermesinden dolayı Tanrı “ilk muharrik”tir, ancak bu ilk muharrikin kendisi hareket etmez.
Aristoteles‟in Ruh Anlayışı
Aristoteles‟e göre canlı olan tüm organizmalarda ruh bulunmaktadır. Ruh, varlığı şekillendiren ilkedir.
Varlıkları basamaklaştırdığı gibi ruhu da basamaklaştırır.
Bitkisel ruh, organik hayatın en alt basamağını meydana getirir.
Hayvani Ruhtur. Hayvani ruh, bitkisel ruhun özelliklerini taşıdığı gibi ilave olarak hareket ve algı niteliklerini de barındırır. Hayvan bu iki özellik sayesinde bir yerden bir yere gidebilir veya tehlikeyi algılayabilir.
Ruhun en yüksek formu insanda bulunanıdır. Bu ruh hayvani ruha nispetle şekil konumundadır. Bitkisel ve hayvani ruhlarda bulunan nitelikler insan ruhunda da bulunur. Çünkü insan ruhu ve buna bağlı olan aklı, bedenden bağımsız ve sonsuzdur.
Ahlâk Görüşü
Özellikle Sokratla birlikte bu felsefenin merkezine konmuş ve öğrencileri de bunu kurdukları okullarla yaygınlaştırmışlardı. Yunan düşüncesinde “mutluluğun ne olduğu” soruşturulurken ahlâk problemi de ortaya çıkmıştır.
Mutluluk konulu felsefi tartışmalarda temelde şu üç görüş ileri sürülmüştür:
1. Hayatın hedefi haz, zevktir.
2. Hayatın hedefine fazileti koyar. Faziletli bir hayat yaşamayı hayatın hedefi görür.
3. Üçüncü anlayış ise, hayatın hedefini gözlem ve araştırmada bulur. Aristoteles bu üçüncü görüşü savunur.
Aristoteles, ahlâk felsefesinde de Platonculuğa karşıdır. Aristoteles, İyi idesini, sonsuz değişmez bir idealin bilgisini elde etmeye yönelmez. O, insan için ulaşılması mümkün iyiyi araştırır.
Erdem akla uygun harekettir. Aristoteles’e göre ahlâkı tüm diğer ilimlerden ayıran husus, teorik bilginin değil, eylemin şart olmasıdır. Erdemi kendi şahsında gerçekleştiren insan mutlu insandır.
Aristoteles‟in Devlet Anlayışı
Aristoteles’in ahlâk görüşü ile siyaset görüşü arasında çok net ilişki vardır. Ona göre ahlaki erdeme ancak devlet sayesinde ulaşılır. Devlet, vatandaşların yalnızca maddî varlıklarının değil, ahlâkî hayatlarının da korunmasını hedefler.
Aristoteles Platon’un tersine bireylere önem verir. Aristoteles için Devlet, hür ve eşit insanların bir birliğidir.
Aristoteles’e göre devlet içindeki yurttaşlar kendi aralarında üç sınıfa ayrılırlar: Fakirler, zenginler ve orta sınıf. Devlet adamları, geçim kaygısı çekmeyen mal-mülk sahibi kimseler arasından yetişebilir.
Aristoteles’e göre, sosyal ve tarihî şartlar incelendiğinde üç çeşit anayasa şekliyle karşılaşılır. Bunlar monarşi, aristokrasi ve demokrasidir. Bunların tümü ona göre yanlıştır ancak daha az kötüyü ifade etmeyi uygun görür. Aristoteles’e göre devletin iyi veya kötülüğü anayasa şekillerine değil, yöneticinin tutum ve davranışlarına bağlıdır. İyi bir devlet şekli, yurttaşların mutluluğunu ve genelin iyiliğini ön plana alan devlet şeklidir.
Bundan dolayı herhangi bir devletin, iyi bir devlet şekli olabilmesi için, anayasanın şekli değil, bu anayasanın ne şekilde uygulandığı önemlidir.
28 Şubat 2015 15:19
Medineweb
Cevap: İNUZEM felsefe tarihi özetleri (tüm haftalar)

Platon’un Devlet ve Siyaset Anlayışı
Platon‟un ilginç olan yönü siyaseti felsefenin önemli bir bölümü kabul etmesidir. Platon Cumhuriyet, Devlet Adamı ve Yasalar isimli üç diyalog siyasete hasredilmiştir.
*** Platon burada mevcut aktüel devletler içerisinde mükemmel devlet adamlarının var olamayacağını ileri sürer. Çünkü mevcut devletlerde “niteliksel eşitsiz” insanı öngören doğal hukuku gözeten iyi yönetimin garantisi yoktur. Nitelik ve sıfat olarak halkı yönetenin en üstte olması lazımdır. Siyaset felsefesinin en üstünde filozof vardır. En altında halk vardır. Buna göre “doğru yönetici mutlaka filozof olmalıdır”. Onun vazifesi insanların eğitimidir
*** Eğitim ise erdem temellidir ve yönetim, siyaset için zorunludur. Önce insanları ödevin zorunluluğuna inandırmak gerekir. Bunun için de güzel yalan bulunarak önce yöneticiler ve yardımcıları sonra da yurttaşlar buna ikna edilmelidir.
Platon‟a göre yanlış devlet biçimleri şunlardır:
a- Militarist devlet: Askerlerin egemen olduğu bir yönetim şeklidir
b- Aristokratik Cumhuriyet / Meşruti Monarşi: Zenginlik ve servet hâkimdir.
c- Demokratik devlet:
d- Tiranlık. Bu devlet şeklinde kölelik ruhu hakimdir.
Platon‟un Sanat Anlayışı:
Buna göre Platon, sanatın bir mimesis olduğunu, yani taklidin taklidi olduğunu kabul etmektedir. Ona göre Tanrı sedirin yaratıcısı, marangoz işçisi, ressam da benzetmecisidir.
Sanatçı gözünü ideler dünyasına dikmeli ve Tanrı‟nın yaptığına en yakın sanatı ortaya koymaya çalışmalıdır.
İdealist Felsefenin Kurucusu Olarak Platon
Platon, kendi muhalifleri de dâhil olmak üzere, dünyanın bütün düşünürlerince felsefenin en büyük siması olarak tanınmıştır. İdealizmin yani düşüncenin dünyayı yönettiğine ve dünyanın düşünceyi çeken bir yapıya sahip olduğuna, dünyanın ise düşünceyi “mükemmeliyet”e doğru götüren bir araç olduğuna inanan felsefi teorinin kurucusudur. Hatta kendi teorisinden olmayan düşünürlere bile en fazla etki eden filozof olarak tanınmıştır. Zekâ ve anlayışı, diyalektik yöntemdeki üstünlüğü, yeni şeyler ortaya koyma konusundaki hayal gücü ve soyutlama konusundaki güç ve kabiliyeti hayrette bırakacak bir derecededir.
28 Şubat 2015 15:19
Medineweb
Cevap: İNUZEM felsefe tarihi özetleri (tüm haftalar)

2. EFLÂTUN (PLATON) (M.Ö. 427-347)
Felsefesinin Oluşum Süreci
Eflâtun M.Ö. 4 2 7 yılında Atina'da doğmuştur. Kendisi Atina'nın eski aristokrat ailelerinden birine mensuptur. Sokrat'm öğrencisidir. Eflatun'un hemen tüm diyaloglarında başrol Sokrat'ındır. Eflâtun kendisini Sokrat'ın doğal ve de mantıksal devamı sayar.
Daha sonra Eflatun'un büyük bir inceleme gezisine çıktığını biliyoruz. Bu gezi, büyük bir olasılıkla, Eflâtun'u önce Kuzey Afrika'ya sonra Mısır'a götürmüştür.
O, Mısır'da değişmezliğin kendini görmek ister. Mısır sonsuz bir değişmezlik içindeydi.
Güney İtalya ise sürekli bir değişim yaşıyordu. Mısır bir köylü ve tarım ülkesiydi. Oysa Güney İtalya zengin kentleri olan bir ticaret merkeziydi. Bunun içindir ki Eflâtun buralarda zenginlik ve yüksek kültürün doğurduğu sakıncaları inceleme olanağı bulmuştur. Orphik dininin özellikle ruh göçüne, yani ruhun ölümden sonra başka şekillere girdiğine inandığını biliyoruz.
Atina'ya dönerken esir alınmış ve köle olarak satılmıştır. İyi bir rastlantı sonucu kendisini Kyrcneli bir filozof satın almıştır. Eflâtun, Kyreneli filozofa kendisim satın alırken ödediği parayı geri vermek istemişse de, o bu parayı geri almamıştır. Eflâtun da bu geri alınmayan para ile ünlü "Akademi”sini kurmuştur.
Eserleri:
Kendisinden önceki fîlozofların yapıtlarından ancak pek azı bize kadar ulaşabilmiştir. Oysa Eflâtun'un yapıtları elimizdedir. Eflatun'un yapıtlarını dört kümede toplamak alışkanlık olmuştur.
1. Birinci küme: Eflâtun’un gençlik yapıtlarını kapsar. Burada Eflâtun tümüyle Sokrat'ın öğrencisidir. "Yasalar" dışında, tüm diyaloglarda konuşmayı Sokrat'ın yönlendirdiğini biliyoruz Eflâtun, kendi görüşlerini dc Sokrat'a söyletmiştir. bu dönemdin özelliği ahlâk ile ilgili konulan ele almasıdır. Bu diyaloglarda her zaman erdem ya da bazı erdemlerin içeriklerinin neler olduğu sorulur.

Bu yapıtlarda Sokrat'ın Metodu kullanılır. Sokratın metodu karşıdakine sorular soruyor karşıdakinin kendisini tanımasını amaçlıyor.
2. Eflâtun'un yapıtlarının İkinci kümesine bizi "Gorgias" diyalogu götürür. Gorgias ünlü Sofîsderden biridir. Gorgias diyaloguma bundan öncekilerden ayıran şey, bu yapıtta sonucun kesin vc açık oluşudur. Sonuç artık okuyucunun isteğine bırakılmaz. Sonuç okuyucuya açıkça verilir.

Yapıtın sonunda ruhun ölümden sonra nasıl yargılanacağına ait bir efsane (Mithos) anlatılır. Hakikatın zıttı mithos mithosun zıttı hakikattir. Günümüzde mithos da uydurma içermediğini söyleyebiliriz. Gorgias'tan sonra, büyük bir olasılıkla, "Menon" Diyalogu kaleme alınmıştır. Eflâtun'un kendine has bir görüşü olan "İdeler Metafiziği" bu diyalogda mevcuttur. Aynı şekilde insanların iyi davramşlarından başka, bir de tümel iyilik idesi ve ideali vardır. Şu anda tahtaya tebeşir ilc çizdiğim üçgen değil, aynı zamanda matematikçilerin anladığı anlamda genel bir üçgen kavramı da vardır. Acaba genellikle tümel olan bir üçgen kavramı olmasaydı, tek başına somut üçgen alabilir miydi? Bir ide olarak güzelliğin kendisi olmasaydı, güzel şeylerin var olması mümkün olur muydu? Kuşkusuz bunlar var olamazdı. Çünkü tek objeler ancak genel kavramların var olması ve bu tümel kavramlara katılmaları ile bir varlık kazanırlar. Tikel şeylerin oluşturduğu evren yanında bir de idelerin oluşturduğu bir evren vardır. Bilmek de, bu ideleri bilmek demektir. Zaten bilgi hiçbir zaman bireylere değil, her zaman tümellere yöneliktir.
Eflatun'un ikinci dönem eserlerine siyaset felsefesi üzerine olan büyük eseri Poletia / devleti de ekleyebiliriz. Eflatun'un devlet felsefesini gösteren Poletia, düşünce tarihinde "İdeal devlet" konusunda yazılan eserlerin ilkidir.
3. Üçüncü dönem diyaloglarında, görüşlerini tam anlamıyla bilimsel bir biçimde anlatır. Bu öbekteki "Theaitetos" diyalogunda sensüalizme ve empirizmc, yani bilginin temelini duyumlarda ve deneyde kabul eden görüşlere karşı eleştirel bir tutum takınır.
4. Dördüncü ve son dönem Eflatun'un "yaşlılık" eserlerini kapsar. Yaşammm son yıllannda ise Pisagorculuğa tümden yaklaşmıştır. Yasalar Sokrat'ın sahneye çıkmadığı Eflatun'un tek eseridir.
Eflatun'un Varlık Öğretisi
Platon’un düşüncelerinin gelişimine iki öğreti damgasını vurmuştur:
“İdealar öğretisi” ile “ruhun ölümsüzlüğü öğretisi.”
Eflatun, bu evrende bulunan bütün varlıkların ebedi birer idesi bulunduğuna inanmıştır. Eflatun bu yeni düşüncesiyle şunu amaçlamıştır: Evrende mevcut her şeyin arkasında sonsuz, yok edilemeyen, bozulamayan, sonsuzluğun kucağında yaşayan birer ide (misal) varsaymıştır.
Platon’un ideler öğretisi iki ayrı evrenin var olduğunu savunur.
i) Eşyalar, gölgeler, olaylar ve olgular evreni,
ii) Bu evrenin ötesinde var olan ve her şeyin aslının, mükemmel halinin birer ide olarak var olduğu ideler dünyası. İçinde bulunduğumuz evrende var olan her şey ideler dünyasındaki asıl halinin gölgesidir. Platon bunu, mağara metaforuyla açıklamaktadır.
İdeler dünyasında varlıklar belirli bir hiyerarşiye göre düzenlenmiştir. Tepe noktasında en mükemmel durumda olan varlık idesi bulunan bu piramitte varlıklar aşağıya doğru sıralandıkça mükemmelliklerinden kaybetmekte ve en aşağıda en az mükemmel olan madde bulunmaktadır. Varlık idesi aynı zamanda en iyi ve en güzel olan idedir. İdeler alemi iyinin ve güzelin de alemidir.
Platon’un Bilgi Anlayışı (Bilgi Hatırlamadır)
Platon‟a göre bilgi ideler dünyasındaki nesnelerin ve kavramların asılları olarak zihnimizde mevcuttur. O nesnelerin dünyadaki yansımalarını duyularımızla algılamamız gerekir. Böylece zihnimizde bulunanla dış dünyada bulunan örtüşsün ve nesnenin ne olduğunu hatırlayalım. Dolayısıyla bilgi, nesnelerle ideler arasında hatırlama yoluyla bağ kurup, tikelden hareketle tümele yani nesnelerden kavramlara yükselmek ve “bu, şudur” diye hüküm vermek ve nesneyi bir kavram grubuna dâhil etmektir.
Ruhun Ölümsüzlüğü Anlayışı
Hatırlama, ruhun önceden var olmasının kanıtı olduğu gibi, ölmezliğinin de kanıtıdır. Ruh, bedende iken ideler alemini sürekli hatırlayarak kurtulma ve bağımsız olma arzusu taşımaktadır.
Platon’un Mutluluk Ahlakı ve Erdem Anlayışı
Platon‟un ahlak anlayışı mutluluk merkezlidir. Platon‟un ahlak anlayışında temel kavram erdemdir. Platon en yüksek erdem olarak adaleti görür.
*** Platon‟un ahlak anlayışında üç husus öne çıkarılabilir. Bunlar en yüksek iyi, erdem ve bu iki kategorinin içinde gerçekleşebileceği devlettir.
En yüksek iyi, ahlaki davranışın en son amacıdır ve bu en yüksek iyi ise mutluluktur.
*Bu iyinin tek kişide gerçekleşmesi erdemdir.
*Bu iyinin toplum hayatında gerçekleşmesi ise ancak devlet sayesinde olabilir.
28 Şubat 2015 15:19
Medineweb
Cevap: İNUZEM felsefe tarihi özetleri (tüm haftalar)

1. İKİNCİ DÖNEM: SOKRAT VE SOKRATİK OKULLAR
Sokrat (M.Ö. 470 – 399)
Sokrat ile Yunan felsefesi, tarihinin Önemli bir aşamasına ulaşmıştır. Öncesi ve sonrası denilecek kadar önemlidir.
Sokrat, Yunan felsefesi tarihine damga vurmuş bir kişiliktir. Kendisinden sonraki felsefe akımlarının ana konusunu doğadan "Erdem nedir? Erdemliliğin nitelikleri nelerdir?" soruları oluşturur.
Sokrat’ın kişiliği ve öğrencileri:
Öğrencisi Eflâtun'un kaleminden çıkmış olan Phaidon diyalogunda ölümü ile ilgili geniş bilgi vardır. Buna karşılık düşünce ve görüşüyle ilgili çok az şey bilinmektedir.
Atinalılar Sokrat'ı çevresi hep öğrencileri ile çevrilmiş olarak görüyorlardı, Fakat onlar, Sokrat'ın çevresindekilere neler öğrettiklerini bilemiyorlardı.
Sokrat’ın Kendine Has Yöntemi
Sokrat'ın çevresinde toplanan öğrencileri, kendisine karşı büyük bir saygı ve tavır sergiliyordu. Bu öğrencilerin içinde her tipten, her çevreden insanların bulunurdu. Sokrat'ın ölümü ile birlikte gerçek fikrinin ne olduğu konusunda öğrencileri arasında tartışma başlamıştır. Bu kavga yazı çalışmalarına yansımıştır. Sokrat'ın kendisi hiçbir şey yazmamıştır.
Bize ulaşan diyaloglar arasında özellikle Eflâtun'un diyalogları önemlidir. Bu uyarıcı içten duyduğu sese, duyguya, Sokrat, "Benim Daimon'um" adını verir. Uyaran, alıkoyan, doğru yolu gösteren bu ses, Sokrat'a göre, Tanrının sesidir, kutsal bir sestir. Sokrat, Tanrının sesini kendi içinde duyduğunu söyler.
Tanrı doğrudan doğruya kendi içimizden, bilinçaltımızın sesi ile seslenebilir.
SOKRAT’TA BİLGİ VE MUTLULUK
Sokrat'ın olduğunda kuşku duyulmayan yalnızca iki görüş vardır:
1. Bilgi erdemliliktir ve hiç kimse bilerek kötülükte bulunmaz…
Erdem gerçekten bir bilgi ise, erdemsizlik de gerçekten bilgi noksanlığından, yani hatadan kaynaklanacaktır. Öte yandan kimse bilerek, isteyerek hata yapmayacaktır. Sokrat'a göre kötülük, kişinin mutluluğu yanlış yerde aramasından kaynaklanır.
*** Sokrat'ın konuşmaları özellikle iki ana konu üzerinde toplanmıştır: Sokrat, "erdem bilgidir" diyordu. Bu varsayımdan da: "Bilgi nedir?", "insan neyi bilebilir?" sorulan çıkartılabilir. Bu genel bilgi sorunu içinde Sokrat'ı özellikle ilgilendiren özel sorun, insanın kendi kendini bilmesidir. Bilgide önemli olan dışarıyı yani evreni bilmek değil, kendimizi bilmek ve tanımaktır.
Bu bakış açısından Sokrat, Sofistler ile aynı görüşü paylaşmış.
2 Öğrencilerinin hocalarına uyarak, çözümlemek istedikleri ikinci konu ise mutluluk sorunudur. Sokratçıların tüm düşüncelerinin bu iki noktada yoğunlaştığını, yani bilgi ve mutluluk sorunlarına odaklandığını söylemek gerekir.
3. Kendisi ile uyum içinde olmayan bir insan hiçbir zaman, tam anlamıyla, mutlu olamaz. Zaten Sokrat bir filozoftan çok eğitimcidir.
SOKRATES’İN ETKİSİ
Kynikler (Kelbiler) Okulu
Bu okulu Sokrates’in öğrencilerinden Antisthenes (444-365) kurmuştur. Antisthenes, Aristippos’un haz varsayımıyla ilgili şiddetli bir tartışmaya girmiştir. Kynikler okulunda da Diogenes vardır. Kynik teorinin tam uygulayıcısı Diogenes’tir1
Antisthenes’e göre mutluluğa ancak fazilet yoluyla erişilebilir. Fazilete sahip olan, yani neden korkulması ve kaçınılması, neden korkulmaması gerektiğini bilen ve bunu kendi eylemleri ile gerçekleştiren kimse, mutluluğa ulaşmış olan kimsedir. Kyniklere göre, bilge kişi, her türlü topluluk kurallarının ve her türlü yapmacığın dışında tabii bir hayat süren kişidir. Bilge kişi, bu dünya ile ilgili olan nimetlere de önem vermez.
Sokrat’çıların ilgilendikleri başlıca iki konu vardı:
1.Sokrat'ın öğrencileri öncelikle mutluluğun ne olduğunu ve nerede bulunduğu bilmek istemişlerdi.
• Halde erdem, bir başka deyişle mutluluk gerçek bilgiye dayanır İki Sokratesci okul, Kyrene ve Kynikler Okulu, mukayese edilirse şunlar söylenebilir: Biri hazzı kabul eder, diğeri hazzı reddeder. Fakat ikisi de bireyseldir.
Yunan felsefesi daha sonra bu iki okulun paralel etkinliklerinden faydalanacaklardır. Kyrene Hazcılığı (hedonisme) Epikürcüler tarafından değiştirilerek benimsenecektir
Kyniklerin düşünceleri ise Stoacılar tarafından benimsenip geliştirilecektir.
28 Şubat 2015 15:18
Medineweb
Cevap: İNUZEM felsefe tarihi özetleri (tüm haftalar)

Pragmatizm: Faydacılık
Felsefe üç bölümdür:
Pratik Ahlâk,
Diyalektik,
Hitabet.
Protagoras’ın bilgi teorisinde önemi bir husus da “Relativizm ve Solipsizm”dir. Şöyle ki: O’na göre, mutlak ve bizatihî bir hakîkat yoktur ve binâenaleyh, İnsan her şeyin ölçüsü, mîyarıdır. O, bunu şu şekilde aşırı bir noktaya kadar götürür: “İnsan bütün şeylerin, yani, bunlardan var-olanların var-oldukları için, var-olmayanların da var-olmadıkları için ölçüsüdür.” Bu husûsu, Hicks, “Protogoras’a izafe edilen en orijinal görüş” olarak nitelendirmekte ve şöyle demektedir: “(O’na göre İnsan mevcudiyetin ve gayri mevcudiyetin ölçüsüdür.”
Mâdem İnsan herşeyin ölçüsüdür, o halde ferdden ferde değişen hakikat anlayışı olacaktır. Yâni, Hakîkat izafîdir. O’nun hatâsı, insan’ı fert olarak alışı, “tikel (cüz’î) insan”dan “tümel (küllî) insan”a geçemeyişidir. Protagoras, Mutlak Hakîkat’i şu sözlerle reddeder: “Her şey üzerinde birbirine zıt olan iki şey söylemek mümkündür.” Bu, kesin, belirli, tümel bir hakîkat ve bilginin reddidir.
EUTHYDEMOS
(Sonraki sofistlerden)
Bu filozofa göre, “herşey herkesindir, yanılma yoktur. Çünkü söylenen şey, düşünülen bir şey olduğundan var olan bir şeydir de.” Bu suretle Sofizm, hakikati arayan değil, rakibini alt etmeye yarayan bir fikir cambazlığı halini almıştır. Bunlar “Diyalektik”i de bir “ikna sanatı” olarak kullanmışlar ve bir “kavga tekniği” (Eristik) haline getirmişlerdir. Yani, bir sofist için önemli olan “mahz hakîkat”i elde etmek değil, girişilen söz düellosunu galip bitirmektir. Onların bu olumsuz tavrı, “sofizm” kelimesinin zamanla menfi bir anlam kazanmasına sebep olmuş; bu kelime, boş söz, lüzumsuz tartışma, mugalâta anlamlarına gelmeye başlamıştır.
Sofizm kelimesi Arapça’ya “Safsataiyye” olarak geçmiş ve oradan da Türkçe’ye, aynı menfi mânâyı taşıyarak intikal etmiştir.
Sofistler; Toplum, Kanun ve Devlet
Toplum ve Kanun:Sofistlere göre insan, thesei (insan eseri) kanun ve kaideler değil, physei (tabiî, fıtrî) kanun ve kaidelere uymalıdır.
Devlet
Sofistlerin Devlet görüşlerini şu şekilde özetleyebiliriz:
1: Devlet, bir sosyal mukaveledir. (Antiphon)
2: Devlet, bir hükmetme ve korunma vasıtasıdır.
2.a: Devlet, kuvvetlinin hükmetme aracıdır. (Thrasymakhos)
2.b: Devlet, zayıfların korunma aracıdır. (Kallikles)
Birincisine göre, Devlet, bir karşılıklı anlaşma kurumu iken, ikinci görüşe göre de, zora dayanarak kurulan bir hükmetme aracı olmaktadır.
1: Devlet, bir “Toplumsal Sözleşme”dir. Bu görüşü, bir sofist olan Antiphon savunmaktadır. Bu fikir, daha sonra İbn Haldûn felsefesinde ortaya çıkacak.
2: Devlet, bir hükmetme ve korunma vasıtasıdır. Bu görüş, Devlet’in “rızâ” değil de “zor” (kuvvet) esası üzerine kurulduğunu savunur ki ikiye ayrılabilir: Birincisine göre, Devlet, kuvvetlilerin zayıflara hükmetmek istemelerinin ve ikincisine göre de, tersine zayıfların kendilerini kuvvetlilere karşı korumak istemelerinin sonucunda ortaya çıkan bir kurum olmaktadır.
2.a: Devlet, kuvvetlinin hükmetme aracıdır
2.b: Devlet, zayıfların korunma aracıdır. Bu görüşü savunan da Gorgias’ın talebesi sofist Kallikles’tir. Zamanla, muhtelif şekillerde etkide bulunmuş olan bu görüşün, günümüz modern devlet anlayışında da önemli bir ölçüde tesiri olduğunu söyleyebiliriz
Din: Sofistlerde Din konusunda iki ayrı görüş bulunduğunu söyleyebiliriz: Metafizik Agnostisizm ve Septisizm, Ateizm.
1: Metafizik Agnostisizm ve Metafizik Septisizm: Bu fikir, bazan, metafizik bir dünyanın varlığının bilinememesi şeklinde ortaya çıkmaktadır ki, bu, Metafizik Agnostisizm’dir. Buna göre, gerek bir beşer-üstü ve fizik-ötesi âlem ve gerekse de İlâhî Varlık Alanı, ‘bilinemez’dir. Yani, böyle konu hakkında konuşmak, ‘bilinemezlik’ hassası hasebiyle, mümkün değildir. İkincisi de, böyle bir âlemin, böyle bir varlık alanının ‘şüphe’ (‘rayb’, veya ‘şek’) ile karşılanması durumudur ki, bu da Metafizik Agnostisizm veya Septisizm’dir.
2. Ateizm: Bu fikir, Din ve ilgili bütün kavramları radikal bir şekilde reddeder. Buna göre, Din ve Tanrılar uydurmadır; bütün bunlar halkın itaat altına alınması için uydurulmuştur. Ateizm’i savunan en önemli sofistler, Prodikos ve Kritias’tır. Prodikos, “tanrı” kavramının bir beşer uydurması olduğunu, aslında tanrıların var-olmadıklarını, onların, eskilerin, Güneş, Ay, nehirler gibi yararlı olan şeylere ulûhiyet izafe ettiklerini ileri sürmüştür
Bu Konuda 10 fazla Cevap bulunuyor. Bütün Cevapları görmek için buraya tıklayın.

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Mesaj Yazma Yetkiniz Var
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.