28 Eylül 2023 08:11 | |
Esma_Nur | “Kalplerin tabibi” olarak insanların ebedî mutlulukları için çırpınan Allah Resûlü, onların beden sağlıkları için de ciddi gayret sarf etmiştir.##İnsanın bütün hayatî faaliyetlerini etkileyen sağlık kadar hastalık da hayatın bir gerçeğidir. Bunun bilincinde olan Hz. Peygamber “Allah, gönderdiği bir hastalığın kesinlikle şifasını da göndermiştir.” (Buhârî, Tıb, 1) buyurmuştur.##Hz. Peygamber, ashabına sağlığın kıymetini bilmelerini ve hastalandıkları zaman tedavi olmalarını tavsiye etmiş ve “Tedavi olun. Çünkü Yüce Allah, her hastalıkla birlikte şifasını da yaratmıştır. Ancak bir hastalık müstesna; o da ihtiyarlıktır.” (Ebû Dâvûd, Tıb, 1) buyurmuştur. Sevgili Peygamberimiz, bu sözleriyle bütün hastalıkları da deva ve şifaları da yaratanın Allah olduğunu; hastalığın bulaşmasının Allah’ın takdiri dışında bir güçle olmadığını öğretmiştir. Hastalığın sebebini tespit edip gerekeni yaptıktan sonra şifayı Allah’ın vereceğini bildirmiştir. Zira Şâfî olan, derdi de dermanını da yaratan Allah (c.c.)dır. |
22 Şubat 2017 15:25 | |
Esma_Nur |
Kur'ân-ı Kerim, her biri Batılı ilim adamları tarafından araştırma konusu yapılan tıp, astronomi, jeoloji, botanik gibi çeşitli bilim dallarına temel teşkil edecek bilgiler veriyor.(1) Özellikle insan sağlığını ilgilendiren tıbbî konular önemli bir yer tutuyor.(2) Aynı şekilde Peygamberimiz (sav)'in de sağlıkla ilgili pek çok hadis-i şerifleri var. İşte Tıbb-ı Nebevi bunlardan oluşuyor. Aslında biz Müslümanlar, Hz. Muhammed (sav)'i tabîb-i kulûb, yani inançsızlıktan ruhları ve dünyaları kararmış insanlara hayat bahşeden, gönül aydınlığı ve ebedî kurtuluş getiren "kalblerin tabibi" olarak tanırız. Hz. Peygamber (sav)'in tıbba dair hadisleri, tabib gözü ile ele alınırsa, bir bölümünün genel tıp konularına, fakat pek çoğunun koruyucu hekimliğe, bir kısmının da tedavi edici hekimliğe ait ilaç tariflerinden ibaret olduğu görülür. Bunlar tıbbî tavsiye, öğüt ve reçeteler de olarak özetlenebilir. Bu hadisler bugünkü tıbbi telakkilerimize uygunluk göstermesinden başka, Arap yarımadasındaki tıbbi uygulamaları düzeltmek ve tababete ilmi bir hüviyet kazandırmak gibi önemli bir rol oynamış ve Orta Çağ'a hakim olan bir İslâm tababetinin doğmasına sebep olmuştur.(3) Gerçekten o devirde Araplar tababet konusunda çeşitli yanlış telakki ve uygulamalara sahip bulunuyorlardı. Bu konuda şu örnekler verilebilir(4,5): Araplar, beraberlerinde bir tavşan kemiği taşıdıkları takdirde hastalıklardan korunacaklarına inanırlar; yılan sokmuş bir kimseyi yılanın zehiri vücutta yayılmasın diye uyutmaz, üstüne başına ziller takarlardı. Korkmuş bir kadının yüreğinin soğuduğuna inanarak sıcak su içirirlerdi. Çocukların çürük dişlerini güneşe doğru attıkları takdirde yeni dişlerin muntazam çıkacağına inanırlar, şaşılığı değirmen taşına baktırarak tedavi ederler, yaraları kızgın demirle dağlar, vebadan korunmak için merkep gibi anırırlar, hastaları kâhinlere götürür, sihir yapar, tapınaklara kurban keser, böylece hastaların içine girmiş şeytanların çıkacağına inanırlardı. Hz. Peygamber (sav) yukarıda zikredilen batıl ve ilmî değeri olmayan bu uygulamaları kaldırmış, tababete yeni bir anlayış getirmiştir. Şöyle ki, tabib olmayanların hasta tedavi ettikleri takdirde verdikleri zararın ödetilmesi, tabiblerin alacağı ücretin meşru olduğu, bulaşıcı hastalıklara karşı korunma, salgının bulunduğu yere girmemek ve bu yerde bulunuyorsa dışarı çıkmamak (karantina), vücut temizliği, yiyeceklerin ve çevre temizliğine önem vermek, yiyecek ve içeceklerde itidali muhafaza etmek, hastalanınca tedavi olmak ve tedaviye inançla bağlanmak, hastalıklarda çeşitli tedavi usulleri tarif ederek bir ilaç telakkisi oluşturmak, haram nesnelerle tedavi yapılmaması gibi tavsiyeler yanında, hastalık anında hazık (mütehassıs) hekime müracaat etmek, cahil tabiblerden uzak durmak gibi çok önemli konulara temas buyurmuşlardır. Bu konuda pek çok örnekler verilebilir. (3,4,5,6,11) 1) "Kim bilgisi olmadığı halde hekimlik yapmaya kalkışırsa, sebeb olacağı zararı öder." (Ebu Davud, Diyat 23; Nesai, Kasame 41; İbni Mace, Tıb 16). 2) Sad İbn Vakkas hastalanmış Hz. Peygamber (sas) ziyaretine gitmiş. Sad'ı evinde hasta yatar görünce "Haris bin Kelde'yi çağırın, O iyi bir hekimdir, sizi tedavi etsin." buyurmuştur. (Ebu Davud, Tıb 12). 3) "Allah derdi de çareyi de verdiği gibi, her dert için bir ilaç yaratmıştır. Bu sebeble tedaviye devam ediniz. Fakat haramla tedavi etmeyiniz." (Ebu Davud, Tıb 11). 4) "Allah şifanızı sarhoşluk veren şeylerde yaratmamıştır." (Buhari, Eşribe 15). 5) "İki nimet vardır ki, insanların çoğu bunda aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit." (Buhari, Rikak 1; Tirmizi, Zühd 1; İbn Mace, Zühd 15) 6) "Lanetlenmiş iki şeyden sakının: - "Ya Rasulallah o iki şey nedir?" dediler. Peygamber Efendimiz (sas): -"İnsanların gelip geçtiği yola ve gölgelendiği yere abdest bozmaktır." buyurdu. (Müslim, Taharet 68; Ebu Davud, Taharet 15; Ahmet bin Hanbel, Müsned 2/372). 7) "Sizden biriniz durgun suya bevl etmesin." (Buhari, Vudu 68; Müslim, Taharet 94; 96; Ebu Davud, Taharet 36). 8) "Hastayı üç gün geçmeden yoklamayınız." (Ramuz'el-Ehadis 2/489). 9) "Bir yerde veba olduğunu işitirseniz, oraya girmeyiniz. Bulunduğunuz yerde veba vukua gelirse, oradan ayrılmayınız." (Buhari, Tıb 30; Müslim, Selam 92, 93, 94, 98, 100) 10) "Cüzzamlıdan aslandan kaçar gibi kaçınız." (Buhari, Merda 19; A. Bin Hanbel, Müsned, 2/443). |
07 Mart 2016 22:45 | |
Esadullah | Cevap: Medineweb Tıbbı Nebevi tavsiyeleri Tıbbı Nebevi’de Pancar ve Faydaları Ümmül Münzir (r.anha)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.) ve beraberinde Ali olduğu halde bana geldi. Bizim de asılı hurma salkımlarımız vardı. Rasûlullah (s.a.v.) onlardan yemeye başladı. Ali de yiyordu. Rasûlullah (s.a.v.), Ali’ye:*“Sakın ha sen yeme hastalıktan yeni kurtuluyorsun”*buyurdu. Bunun üzerine Ali oturdu Rasûlullah (s.a.v.) yemeye devam etti. Ben de onlara şalgam yaprağı (Pancar) ve arpadan yapılmış bir yemek getirdim. Rasûlullah (s.a.v.):*“Ey Ali! İşte bundan ye bu senin için daha faydalıdır”*buyurdu. (Ebû Dâvûd, Tıp: 2; İbn Mâce, Tıp: 3) Pancar, seker, başka bir deyimle enerji kaynağıdır. Pancarın 100 gramında 5 mgr. C vitamini bulunuşudur. Vasat miktarda pancar yenmesiyle günde 20 mgr. C vitamini alınabilir. Piyasadaki haplarda da takriben 20 mgr. C vitamini vardır. Hastalıklarda C vitamini, tavsiye edilen temel maddedir. Bu sebeple bu vitamine "anti infeksiyoz vitamin" de denmiştir. O halde pancar tavsiye edilerek, enfeksiyon tedavisine yardım edilebilir. Nekahatta olan bir insanın vücudunun tamire ihtiyacı vardır. C vitamininin hücreler arası madde (kollajen) yapımında rolü büyüktür. Bu durumda nekahatta pancar yenmesiyle vücut tamiri daha hızlı olmaktadır. Pancardaki C vitamini bazı zehirli maddelerin (arsenik, kursun, fosfor, benzol) tesirlerini azaltır. alıntı... |
07 Mart 2016 00:20 | |
Esadullah | Cevap: Medineweb Tıbbı Nebevi tavsiyeleri Ubeydullah (r.a.)’ın ninesi Selma (r.anha)’dan rivâyete göre, kendisi Rasûlullah (s.a.v.)’e hizmet ederdi. Şöyle dedi:*“Rasûlullah (s.a.v.)’de bıçak yarası taş ve dikenden meydana gelen bir yara olursa o yara üzerine kına koymamı bana emrederdi.”*(İbn Mâce, Tıp: 29,Tirmizi,2054) Kınaağacıgiller familyasından, anayurdu Hindistan olan ve Arabistan'da ve Akdeniz ikliminde yetiştirilen ayrık dallı, beyazımsı kabuklu, karşıt yapraklı bir ağaçtır. Çiçekleri beyaz renkli ve keskin kokuludur. Kurutulmuş yapraklarından kına elde edilir. Saç ve parmakları boyamakta kullanılır. Kullanıldığı yerler:*Ayak terlemelerine engel olur. Dolamada kullanılır. Uyuz ve egzamaya iyi gelir. Guatrın üzerine bağlanırsa, faydası görülür. Sarılık, idrar zorluğu, gastrit ve kolit'de iyileştiricidir. Ağız yaraları ve deri çatlaklarını tedavi eder. Kına, Lawsonid inermiş bitkisinin kuru tularak toz haline getirilmiş olan yapraklarından elde edilir. Kına % 0,7 tanen, % 7,8 reçineli bileşikler, % 1 naftakinon türevleri, Lawsone gibi kimyevi’ maddeler ihtiva etmektedir. Kınanın yakıldığı yerlerle, mantar hastalıklarının oluştuğu yerler arasında bir münasebet vardır. Bu bölgeler; ‘saç, parmak arası, ayak tabanı, avuç ve tırnaktır. Kına yakılmasının terk edilmesiyle el ve ayaklarda mantarlann arttığı hususuna Prof. Dr. Lütfü Tat tarafından dikkat çekilmiştir. Kınanın dermatofitler üzerine tesirini araştırılmış: Mantar üremesini önleyici tesir yaptığını bulunuyor. Böylece kınanın mantar hastalıkları ve bazı mikrobik hastalıklarda da tesirli ve tedavide yeri olabileceği ispatlanmış olunuyor. |
07 Mart 2016 00:18 | |
Esadullah | Cevap: Medineweb Tıbbı Nebevi tavsiyeleri Tıbbı Nebevi’de Arpa ve Faydaları* Resûlullah (s.a.v) hastalara arpa unu çorbası tavsiye eder ve söyle derdi: "O, hastanın kalbini rahatlandırır ve üzüntüsünü giderir.“* Âişe (r.anha)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)’in ev halkından biri sıtma hastalığına yakalandığında bulamaç yapılmasını emrederdi. Bulamaç yapılınca da ondan içmelerini emrederdi ve bu bulamaç yemeği hakkında şöyle buyururdu: “Kederli kimsenin kalbini güçlendirir. Hastanın kalbinden ağrıyı giderir sizden birinizin yüzünden kiri su ile giderdiği gibi…” (İbn Mâce, Tıp: 5) Hastalıklarda ve bilhassa enfeksiyonlarda (mikrobik olanlarda) katabolizma (yıkım) artar. Tamir için en mühim madde de proteinlerdir. Arpa unu çorbası ve ekmeği bunu kâfi miktarda ihtiva etmektedir. Hastalık esnasında vücut, aşırı bir faaliyet ve mikroplarla mücadele hâlinde olduğundan yüksek kaloriye ihtiyacı vardır. Arpa unu çorbası buna da cevap verebilir. Organizmada enerji temin eden sistemlerde ehemmiyetli rolleri olan B1, B2 ve niasin vitaminlerini bol miktarda ihtiva etmesi, arpa unu çorbası ve ekmeğinin hastalıklardaki aşırı ihtiyaca cevap vermesini mümkün kılar. Vitamin A, 100 gr. arpada 15 IU bulunmaktadır. Bu yiyeceğin alınması, vücut için kâfi A vitaminini sağlamaktadır. |
01 Mart 2016 18:23 | |
Esma_Nur | Cevap: Medineweb Tıbbı Nebevi tavsiyeleri Haramla Tedavi Olunması Uygunmudur? Ebû Dâvûd Sünen’inde Ebü’d-Derdâ hadîsi olarak şöyle rivayet eder: “Ebû’d-Derdâ, Resulüllah s.a.v.’in şöyle buyurduğunu söyler: ”Şüphesiz Allah, derdi de dermanını da indir*miş, her derdin dermanını yaratmıştır. O halde tedavi olunuz fakat haram şeylerle tedavi olmayınız.” Buhârî Sahîh’inde İbn-i Mes’ud’dan şöyle nakleder: “Allah şifanızı size haram kılınan şeylerde yaratmamıştır.” Sünenin’de Ebû Hureyre’nin şöyle dediği rivayet edilir: “Resulüllah s.a.v., pis sayılan ilaçlarla tedaviyi yasaklamıştır. “Târik, Peygamber efendimize şarapla ilgili soru sordu, Peygam*ber efendimiz onu şaraptan nehiy etti. Yahut da onun şarap yapmasını hoş karşılamadı. Târik: “Ben şarabı ancak ilaç olarak yapıyorum” dedi. Peygamber efendimiz s.a.v. bu cevaba karşılık: “Şarap deva değildir, aksine derttir” buyurdu. Sünen’de hadisin şu şekliyle rivayeti vardır: “Peygamber Efendimize, ilaca karıştırılan şaraba ilişkin soru so*ruldu. Peygamber Efendimiz s.a.v. cevap olarak: -”Şarap derttir, deva de*ğildik buyurdu”. Hadisi Ebû Dâvûd ve Tirmizî rivayet etmişlerdir. Müslim’in Sahîh’inde Târik İbn-i Süveyde’l-Hadramî’den şöyle dediği rivayet edilir: Dedim ki: “Ey Allah’ın elçisi, bizim toprağımızda üzümler var, biz onları sıkıyoruz, ondan içelim mi? Peygamber efendimiz: “Hayır” buyurdular. Tekrar Peygambere danıştım ve dedim ki: “Biz hastayı tedavide kullanıyoruz” O da bana dedi ki: “Bu kullandığınız şifa değil, aksine derttir” Neseî’nin Sünen’inde rivayet edildiğine göre: “Bir doktor Peygamber’in yanında kurbağayla tedaviden söz et*ti, bunun üzerine Peygamber s.a.v., doktoru kurbağa öldürmekten menetti” Hadis, şarapla tedavinin haram olduğuna delildir. Peygamber onun bir deva değil, dert olduğu*nu en açık şekilde bildirmiştir. Şarap içenlerin durumu şarabın gerçekten birçok hastalıklara sebep olduğunu her zaman gözler önüne sermektedir (bkz. Müslim; Sahih: c.6, s. 206; içecek*ler kitabı. Hadis no: 12) Fıkıhçılar arasında pis ve haram maddeyle tedavinin bazı şartlarda caiz olabileceği hususunda geniş tartışmalar olmuştur. Peygamber efendimizin şöyle buyurduğu zikredilir: “Kim şarapla tedavi olursa, Allah ona şifa vermez.” (Ebu Davut, Tirmizi). Haram şeylerle tedavi hem akıl, hem de din yönünden çirkin görülmüştür. Dinî yönden çirkinliği, zikrettiğimiz hadislerden ve diğer*lerinden anlaşılır. Akli yönden çirkinliğine gelince; Allah c.c., yasakladığı şeyleri pis*liklerinden ötürü yasaklamıştır, İsrail oğullarına ceza olsun diye temiz şeyleri: “Kendilerine yasaklanan faizi almaları ve haksız yere insanların mallarını yemeleri yüzünden önceden helal kılınmış temiz şeyleri on*lara haram kıldık” ayetiyle haram kıldığı gibi, bu ümmete temiz şey*leri haram kılmamış, ancak haram kıldığı şeyleri pisliklerinden dolayı haram kılmıştır. Allah-u Teâlâ’nın pis şeyleri haram kılması bu üm*mete acıdığı ve pis şeylere bulaşmaktan bu ümmeti koruduğu içindir. Haram şeylerle hastalıklardan kurtulmayı istemek uygun değildir. Ha*ram bir madde hastalığı gidermekte etkili olsa bile, kendisinde bulu*nan pisliğin gücüyle kalpte açtığı daha büyük bir hastalıkla sonuçla*nır. Böyle olunca onunla tedavi olan kimse vücut hastalığını kalp hastalığıyla gidermek için çaba harcamış olur. Ayrıca bir şeyin haram kılınması, ondan kaçınmayı ve her yolla ondan uzak olmayı gerekti*rir, onu ilaç olarak kullanmakta ise harama teşvik etmenin ve ona bulaşmanın payı vardır. Bu ise yüce Allah c.c.’in gayesine ters düşer. Yi*ne Peygamber Efendimizin de buyurduğu gibi, haram madde derttir, derdin deva kabul edilmesi caiz değildir. Aynı şekilde haram madde, bünyeye ve ruha pis olma niteliği kazandırır, çünkü bünye açık bir şekilde ilacın durumundan etkilenir, ilacın yapısı pis ise bünye ondan pislik kazanır, ilacın kendisi pis ise durum ne olur? İşte bu nedenle Allah, kullarına pis olan yiyecekleri, içecekler ve giyecekleri haram kılmıştır. Çünkü nefis bunlar aracılığıyla yapısı ve niteliği yönünden pisleşiyor. Bunun gibi, nefislerin ha*rama eğilim gösterdikleri sırada haramla tedavinin serbest bırakılma*sında, özellikle nefisler haramın kendilerine faydalı, hastalıklarını gi*derici ve hastalığın şifasını celbedici olduğunu bildikleri zaman, şeh*vet ve lezzetle harama yönelmeye yol açma vardır. Şehvet ve lezzet ise nefsin en çok sevdiği şeylerdir. Hâlbuki Cenab-ı Hak c.c., kötülüğe yol açan iş ve davranışları mümkün olan her şeyle engellemiştir. Kötülü*ğe giden yollan kapamakla açık bırakmak arasında şüphesiz bir çe*lişki ve çatışma vardır. Aynı zamanda haram maddeyle tedavide, fay*dalı olduğu sanılan, hastalığı artırıcı bir özellik de vardır. Sözün, Al*lah’ın bizim için kendisinde asla şifa yaratmadığı “kötülüklerin ana*sı” hakkında olduğu kabul edilirse, bu madde (şarap), doktorlara, fakihlerin çoğuna ve kelam bilginlerine göre, aklın merkezi sayılan di*mağa şiddetle zararlıdır. Hipokrat, azgın hastalıklar hakkında konu*şurken şöyle demiştir: “Şarabın başa verdiği zarar şiddetlidir, zarar hız*la başa doğru ilerler, bu sırada bedeni işgal eden salgılar da yükselir, şarabın zihne verdiği zarar bu yüzdendir.” Kâmir adlı eserin yazarı da şöyle der: “Şarabın özelliği, zekâ ve sinire zarar vermesidir.” Tedavide kullanılan haram maddelerden, şarabın dışındakilere gelince, bunlar iki türlüdür: Birincisi, nefsin üstün geldiği maddedir ki, bünye hastalığı atmak için onun desteğini beklemez. Zehirler, enge*rek etleri ve diğer tiksinti duyulan şeyler bu türdendir. Bu maddeler bünyede bitkinlik yaratarak bünyeyi ağırlaştırırlar, bu takdirde der*man değil de dert olurlar. İkinci tür maddeler de nefsin yenemediği maddelerdir. Taşıyıcıların örnek olarak kullandıkları şarap gibi, bunun zararı faydasından daha çoktur. Böyle olunca akıl, bu şarabın haram kılınmasını gerektirir. (Tiksinti ve zarar birleşince) akıl da fıtrat da ha*ram maddeyle tedavinin yasaklanması konusunda din ile uyum halindedir. Haram maddelerden şifa beklenmemesinde ince bir sır vardır. Hastanın ilaçtan fayda görmesinin şartı, ilacın iyi olduğunu kabul et*mesi ve faydasına inanmasıdır. Allah c.c. haram maddede şifa bereketini yaratmamıştır. Faydalı bir şey aynı zamanda bereketlidir. Eşyanın en faydalısı, en bereketli olanıdır. İnsanlardan mübarek olanlar da bulun*dukları yerde helal yollardan kendilerinden yararlanılan kişilerdir. Bi*lindiği gibi Müslüman’ın inancı, bu maddenin bereketine ve faydasına inanmakla, iyiliğine inanmak ve bünyesinin o maddeyi kabulle karşı*laması arasında dolaşan tereddütler haram olduğu yönündedir. Hatta Müslüman’ın inancı ne kadar büyük olursa, haramdan o derece iğre*nir, kötülüğüne o derece inanır, yapısı İtibarıyla haram, en çok tiksin*diği şey hâline gelir. Bu durumda hasta haram maddeyi aldığı zaman hasta için derman yerine dert olur. Ancak hastanın, maddenin pisliği*ne olan inancı, kötü zannı ve tiksintisi, sevgiyle yer değiştirirse o za*man faydalı olabilir. Haramı sevmek de inanca aykırıdır. Mü’min, tedavi maksadının dışında asla harama yönelmez. Allah her şeyi en iyi bilendir. İbn-i Kayyim El Cevziyye’nin Tıbbu’n Nebevi (s 190-195) adlı eserinden alınmıştır. Günümüzde alkol, domuz yağı, domuz deri veya kemiği veya helal kesim olup olmadığı tartışmalı sığırlardan elde edilen jelâtin gibi hayvansal maddeler birçok ilaç veya aşılarda kullanılmaktadır. Bu nedenle hastaların doktorlarından bu tür ilaçları yazmamalarını talep etmelidirler. ALINTI |
04 Şubat 2016 08:15 | |
Esma_Nur | Cevap: Medineweb Tıbbı Nebevi tavsiyeleri Aleyna aleyküm selam hoşgeldiniz... |
04 Şubat 2016 00:03 | |
Esadullah | Cevap: Medineweb Tıbbı Nebevi tavsiyeleri Esselamu aleyküm ve rahmetullah İnşaallah bir hadsizlik yapıp konu bütünlüğünü bozmayız uzun zaman sonra ilk kez girdim ve gözüme çarpan ilk konuya acizane bir ekleme yapmak istedim... Tıbbı Nebevi’de Bal ve Faydaları Ebû Saîd (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre, şöyle demiştir: “Bir adam Rasûlullah (s.a.v.)’e gelip kardeşimin karnı ağrıyor dedi. Rasûlullah (s.a.v.), kendisine bal şerbeti içir buyurdu. Ona bal şerbeti içirdikten sonra tekrar geldi ve Ey Allah’ın Rasûlü! Dedi; Bal şerbeti içirdim fakat karın ağrısı arttı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) tekrar bal şerbeti içir buyurdular. Adam içirdi sonra Rasûlullah (s.a.v.)’e gelerek balı içirdim fakat ağrı geçmedi arttı dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Allah’ın sözü hak ve doğrudur Allah hep doğruyu söyler kardeşinin karnı yalan söylemiştir. Bal şerbeti içir dedi o kimse de tekrar bal şerbeti içirdi ve iyileşti.”*(Buhârî, Tıp: 4) “Alman araştırmacı White; baldaki “glikoz oksidaz” enziminin bakteri öldürücü olduğunu tesbit etti. Arı sütü, pensilin ve klortetrasiklinin tesirine benzer tesir gösterir. Bal tabii asittir, bu durumuyla birçok bakteri için zararlıdır. Balın tifo, dizanteri gibi on çeşit hastalık mikrobunu öldürdüğü ispatlanmış bir gerçektir. Bal: Früktoz, glikoz ve suyun bileşiğidir; sindirimi gerektirmediği için kolayca kana geçer Prof. Dr. Akil M. Özden’in 'Farmakodinami' kitabında balın iyi bir müshil olduğu yazılıdır. Balın 40-50 gramı müshildir.* Balda inhibin denen bir madde vardır ve bu madde mikropların üremesini önlemektedir. Balın asiditesi de mikrop üreme ve gelişmesine menfi tesir yapar. 1960'da Lovie isimli bir araştırmacı da doktora tezinde balın hipertonik olusu ile mikrop öldürmesi arasında münasebet olduğunu ifade etmiştir. Bal mükemmel bir enerji kaynağı olduğu için doku yıkımının fazla olduğu durumlarda yara iyileşmesine yardım eder. Yine balın higroskobik vasfından dolayı ödem çözücü olduğunu, bu yönüyle de yara iyileşmesine yardımcı olduğunu açıklar. Baldaki katalaz enzimi de yara iyileşmesine tesir eder. Bundan başka bal, yaranın yayılmasını önleyici önemli bir barikat vazifesi de yapar. Bal sürmekle mikrop kolonilerinde önemli derecede azalma olduğunu görülmüştür. Yanıklara, mikroplu yaralara ve dekübitüs (hastaların kalçalarında oluşan ülser yaraları) yaralarına bal sürerek iyileşmesine vesile olunmuştur. Balın hususiyetlerine, Yüce Beyanda dikkat çekilmiş, Kudsî Rehber (s. a. v.) de birçok sahabesine tavsiye etmiştir. Hz. Ömer (r.a) ise onulmaz sanılan yaraları balla tedavi etmiştir. |
31 Ocak 2016 14:25 | |
Esma_Nur | Cevap: Medineweb Tıbbı Nebevi tavsiyeleri Misvak Kullanmanın Ehemmiyeti “Eğer ümmetime güçlük vermeyeceğini bilseydim, her namaz için abdest almalarını ve her abdestte misvak kullanmalarını emrederdim.” (Buhari, Müslim) Ölümden başka her derde şifa olan misvağın ehemmiyeti hakkında hadis-i şerifler… Peygamber Efendimiz (asm), ağız temizliğine ve diş bakımına çok önem vermiş bu konuda ümmetine tavsiyelerde bulunmuşlardır: “Sizleri böyle dişleri sararmış mı göreyim sürekli misvak kullanınız. Ümmetime güçlük vereceğini bilmeseydim, her namaz (için abdest aldıklarında) misvak kullanmalarını emrederdim.” (El-Müsned) Misvak kullanmak Allah’ın rızasını kazandırır “Misvak ağzı temizler ve Allah’ın rızasını kazandırır.” (İmamı Şafii, İmam Suyuti) “Misvak ağız için temizlik, Allah’ın rızasına sebep ve gözlere de ciladır.” (İbn-i Abbas) Misvak kullanmak vaciptir “Misvak kullanmak ve cuma günü yıkanmak her Müslüman için vaciptir.” (Ebü Nüan, İmam Suyuti) Misvak ölümden başka her derde şifadır “Ölümün dışında, misvak her derdin devasıdır.” (İmam Suyuti) Misvak kullanmak nerdeyse farz kılınacaktı “Ben misvak kullanmak için o kadar emrolundum ki, hatta bana farz kılınacağını zannettim.” (İmam Ahmet, İmam Suyuti) “Cebrail (as) bana her geldiğinde misvak kullanmayı tavsiye ediyordu, ağzımın ön tarafının/diş etlerinin (misvak kullanmaktan dolayı) aşınmasından endişe etmeye başladım.” (Müsned) Misvak kullanmak her peygamberin sünnetidir “Şu dört şey peygamberlerin sünnetlerindendir: Sünnet olmak, koku sürünmek, misvak kullanmak, evlenmek.” (Tirmizi) Misvak kullanmak melekleri sevindirir “Misvak; ağzı temizler, görmeyi keskinleştirir, diş etlerini güçlendirir, dişleri beyazlaştırır ve çürümeyi önler, hazmı kolaylaştırır, mideye sıhhat verir, balgamı keser, hasenatı artırır. Misvak kullanan, Allah-ü Teâlâyı razı eder, melekleri sevindirir.” (Ebu Nuaym) Misvak kullanarak kılınan namaz yetmiş kat daha faziletlidir “Misvak kullanarak kılınan namaz, misvak kullanmadan kılınan namazdan yetmiş kat daha faziletlidir.” (El-Müsned) Kur’ân okuyan ağız misvakla temizlenmelidir “Ağzınız Kur’ân yoludur, misvakla temizleyin.” (Ebu Nuaym) “Gece namazı için kalkınca, ağzınızı misvakla temizleyin! Çünkü bir melek, namazda Kur’ân okuyanın ağzına yaklaşarak dinler.” (Deylemi) “Şüphesiz ki ağızlarınız Kur’ân (okumanın) yollarıdır. O halde onu misvakla güzelleştirin!” (İbn-i Mace) Peygamber Efendimiz (asm) evine girdiğinde ilk olarak misvak kullanırlardı Şüreyh’den yapılan rivayette diyor ki: Hz. Aişe (ra) validemize; “Resûlüllah Efendimiz (asm) evine girince ilk ne gibi şeye başlardı?” diye sorduğumda şu cevabı verdi: “Misvak ile başlardı…” (Buhari ve Tirmizi) Oruçlu iken de misvak kullanılabilir Âmir İbn-i Rebia (ra) anlatıyor: “Resûlüllah’ı (asm) oruçlu iken sayamayacağım kadar misvak kullanır halde gördüm.” (Tirmizi) “Oruçlu, günün başında ve sonunda misvak kullanır.” (Buhari) Bu iki rivayet oruçlunun misvak kullanmasının caiz olduğunu gösterir. Hattabî, bazı alimlerin günün sonuna doğru misvak kullanmanın mekruh olduğuna hükmettiğini belirtir. Onların mekruh demedeki maksatları, oruçlunun haluf denen ağız kokusunun iftar anına kadar devamını temenni etmelerinden ileri gelmektedir. “Misvak erkeğin fesahatini arttırır.” (Hz. Ebû Hüreyre)
Alıntı |
18 Ocak 2016 15:32 | |
Esma_Nur | Cevap: Medineweb Tıbbı Nebevi tavsiyeleri Peygamber’in (s.a.v.) kaybolmuş bir sağlık uygulaması: Açlık Peygamber Efendimiz (a.s.m.) sağlıklı yaşam için en çok yeme-içmenin üzerinde durmuştur. Efendimizin hayatında oruç bir ibadet olarak önemli bir yer tutarken Efendimizin ve Sahabelerin günlerce aç kaldığını unutmamak gerekir. Öyle ki bu açlıklar sırasında hem Efendimiz hem de Sahabeler karınlarına taş bağlamak zorunda kalıyorlardı. Dindar Müslümanlar her konuda İslam’ın bakışını, hükümlerini, emirlerini gözettikleri halde sağlık söz konusu olunca seküler davranıyorlar. Şuurlu olarak düşünülmese de, insanlarda, “İslam ülkeleri bilimde geri kaldı, İslam’ın veya İslamî birikimin tıp alanında da geçerli bir söylemi, bir felsefesi, bir uygulaması yoktur” kanaati hakim. Burada, faydalı ilim nedir, bilimin günümüzde geldiği nokta ne kadar gerekli tartışması öne çıkıyor. Yıllarca teşhiste kullanılan teknoloji harikası görüntüleme cihazları, kansere yol açması sebebiyle Batı’da yasaklanmaya başlandı. Teknolojinin getirisi olan hava kirliliği ve bilimin son marifeti genetiği değiştirilmiş organizmaların insan sağlığına, hatta genetiğine verdiği zararlar artık herkes tarafından biliniyor. Bunun gibi büyük umutlarla sarıldığımız bütün bilimsel buluşların zaman içinde aleyhimize döndüğünü fark ediyoruz. İlim aslında “eşyanın hakikati”ni öğrenmektir, “eşyanın hakikati”ni öğrenmek ise eşyanın hakkını vermek için gereklidir; neye ne kadar önem vereceğiz, neyi nasıl koruyacağız… Biz Müslümanların hedefi dünyada eşyanın, yani canlı cansız her şeyin, dolayısıyla sağlığımızın, bedenimizin, organlarımız ve hücrelerimizin hakkını gözeterek doğru yaşamak, bu yaşantımızla Allah’ın rızasını kazanmaktır. Bunun için bize rehberlik eden Resulullah (a.s.m.) neden hastalandığımız ve hastalandığımız zaman ne yapmamız gerektiği konusunda da rehberlik eder. Efendimiz (a.s.m.) “Hastalıklarınızın günahlarınız, şifanızın istiğfar olduğunu unutmayınız” buyurarak aslında hastalığı nasıl anlamamız gerektiğini bildirmiştir. Sahabenin hastalanmadığını ise Medine’de iki yıl kaldıktan sonra memleketine dönmek zorunda kalan hekimden biliyoruz. Halbuki biz bugün hastalıkların Allah’ın hediyesi olduğunu düşünüyor, hastalıklarımızla övünüyoruz. Bir yandan böyle derken bir yandan da nedense “Allah’ın gönderdiği hediye”den kurtulmaya çalışıyoruz. Beş vakit namaz mı, üç öğün yemek mi? Önceden insanlar yaşamak için yedikleri ve günlerini beş vakit namaza göre planladıkları için sağlıklıydılar. Bugün her yerde günlük program üç öğün yemeğe göre planlanıyor. Resulullah’ın (a.s.m.) sünnetinin tersine çeşidi bol sofralar, midenin hacminden fazla ve acıkmadan yemek, yemekten sonra yenen meyve ve tatlı gibi fıtrata aykırı alışkanlıklar hastalıkların temel sebepleri. “Günde iki defadan fazla yemek israftır ve hastalıktır.” “Ademoğlu, midesinden daha kötü bir kap doldurmamıştır. Birkaç lokma belini dik tutmaya yeter. Daha fazla yemek istiyorsa midesinin üçte birini yemeye, üçte birini içmeye ve diğer üçte birini de havaya ayırmalıdır.” Bu ve benzeri hadis-i şerifler hastalık sebeplerini çok açık anlatıyor. Günde 250-500 gr’dan fazla yemek vücutta birikinti oluşturur ve hastalık yapar. Sık ve fazla yiyenlerde, bağışıklık sistemi hastalığa karşı direnç gösteremez. Bunlara günümüzde yoğun tüketilen ambalajlı, katkı maddeli, aslında şüpheli sınıfına giren ürünler (bunlara yiyecek-içecek diyemiyoruz), tarım ilaçlarıyla üretilen, genetiği değiştirilmiş sebze ve meyveleri de ekleyince hastalanmamak mümkün değil. Ayrıca farklı yollarla vücudumuza girip organlara, dokulara, hücrelere nüfuz eden kimyasal içerikli maddeler de hastalıkları derinleştiriyor. Bütün bu saydığımız sebeplerle vücudumuzda dışarı atılamayan birikintiler oluşur, hastalıklar birikintilerin yerleştiği yere göre isim alır; kaslarda miyalji, eklemlerde yoğunlaşıp ağrılara sebep oluyorsa romatizma, akciğerlerde birikip öksürmeye yol açıyorsa bronşit, zatürre gibi… Hastalığı bu şekilde tanımladığımızda kurtulmanın yolu, hastalık yapan birikintileri vücuttan atmak olmalıdır. Bunu sağlayacak en etkili yol oruçtur. Oruç ve açlık Sünnete uygun yaşayan insan Ramazan orucu ve tavsiye edilen günlerdeki diğer oruçları tuttuğu takdirde organlarını dinlendirir. Sağlığı korumak için bu yeterlidir. Ancak karışık, ölçüsüz ve gerçekte gıda olmayan şeyleri yiyen günümüz insanları için bu oruç yeterli olmuyor. Üstelik kimse gerçek anlamda oruç tutmuyor. Ramazan’da insanlar sahur ve iftarda diğer günlerden çok daha fazla ve karışık besleniyor, hatta beş öğünlük yemek yiyor. Efendimizin hayatında oruç bir ibadet olarak önemli bir yer tutarken Efendimizin ve sahabelerin günlerce aç kaldığını unutmamak gerekir. Öyle ki bu açlıklar sırasında hem Efendimiz hem de sahabeler karınlarına taş bağlamak zorunda kalıyorlardı. Peygamber Efendimizin, “Ben ve ümmetim hastalanmayız” deyişinin ardında mutlaka bu yaşam şeklinin de etkileri vardır. Açlık konusunu bilimsel olarak inceleyecek olursak karşımıza şöyle bir tablo çıkar: Açlık, bir tedavi metodu olarak “açlık orucu”, “su orucu” gibi isimlerle bütün dünyada uygulanmaktadır. Yurtdışında bu amaçla klinikler kurulmuştur. Bazı ekoller 1-2 defa 20 gün, 25 gün, 30 güne kadar açlık orucu uygularken, Aidin Salih ekolünde genellikle 4 veya 7 günlük periyodik aralıklarla belli sayıda 3 günlük açlıkları önerilir. Bu ekolün uygulayıcıları olarak kişinin durumuna göre 36 saatle veya 48 saatle başlamayı, nadiren, beden alıştıktan sonra 10 gün açlığı tavsiye ediyoruz. Çünkü tedavide, devamlılık açlığın uzunluğundan daha önemlidir. Oruç tutarken, bağışıklık sistemi sindirimle uğraşmaktan kurtulur, bütün gücünü vücudu temizlemeye, tedavi etmeye yöneltir. Yıllarca kontrolsüz olarak vücudu dolduran besinlerin sindirilmesinde harcanan bağışıklık sisteminin gücü ve yaşam enerjisi açlıkta, önceden biriken atıkların, fazlalıkların dönüştürülerek atılmasında kullanılır. Dışarıdan besin gelmediği için bağışıklık sistemi iç beslenmeye geçer, bir zamanlar gıda olarak alınan ve depolanan birikintileri parçalar, kullanır ve/veya dışarı atar. Açlık sırasında bütün organlar gibi iç salgı bezleri, dolaşım sistemi, sindirim sistemi, boşaltım sistemi, solunum sistemi ve sinir sistemi de dinlenmeye geçer. Açlıkta kimsenin bedene bir müdahalesi yoktur, beden kendisi ve bağışıklık sistemi ile baş başa kalır. Açlık ile bütün vücutta, organlarda, dokularda ve hücrelerde hiçbir insan elinin gerçekleştiremeyeceği kadar hassas ve ince temizlik işlemleri gerçekleşir. Bloke olan, görev yapamayan, yani zikrini unutan hücreler yeniden canlanır. Aslında fıtratı bozulmayan organizmalarda, ihtiyaç halinde, açlık kendi kendine gerçekleşir. Hastalanan veya yaralanan hayvanlar sakin bir yere çekilir, iyileşene kadar hiçbir şey yemezler. Hasta insanın ağzının tadı olmaz, iştahı yoktur, bir şey yemek istemez. Resulullah (a.s.m.) “Hastalarınızı yiyip içmeye zorlamayın, Allah onları yedirir içirir” buyurur. Devamlı ve çok yiyen insan manevî beslenmeye kapalıdır. Kur’an, ibadet, hava, güneş, ağaçlar, çiçekler ve müspet insanlardan gelen enerjiden faydalanamaz; fiziksel ve ruhsal hastalıklara maruz kalır. Açlığın en önemli faydalarından biri de beynin, kalbin ve duyularının canlanması, algıların Rahmanî tarafa yönelmesi, basiretinin açılmasıdır. Kudsî hadiste Allah’ın (c.c.), “Ben ilmi açlıkta gizledim, insanlar onu toklukta arıyorlar” buyurması gibi insan açlık yaptığı zaman bizi yaşatanın yiyecekler değil, Allah olduğunu aynelyakin görür. Yaşamak için ne kadar az şeye ihtiyacı olduğunu ve dünyanın hakikatini anlar. Açlık, nasıl uygulanır Tamamen yanlış yaşam tarzından kaynaklanan hipoglisemi bugün pek çok insanı rahatsız etmektedir ve oruçtan korkar hale getirmiştir. Dikkatli bir takiple uygulandığında uzun zaman oruç tutmamış şeker hastaları dahi rahatlıkla, hiçbir sıkıntıyla karşılaşmadan oruç tutabilirler. Diyabet veya hipoglisemi sebebiyle oruç tutamayanlar öncelikle beslenmesini düzeltmeli, katkı maddeli ürünleri, hidrojenize yağları hayatından çıkarmalı. Yediklerinin yüzde 60-70’ini salata, meyve, doğal kurutulmuş meyve kuruyemişler gibi canlı, çiğ besinler oluşturacak bir program yapmalı, zamanla öğünlerin arasını uzatmalı. 1-2 haftayı bu şekilde geçirdikten sonra pazartesi ve perşembe günleri oruç tutmalı, fakat sahurda yalnız meyve yemeli, iftarda önce limon suyu-su karışımı veya greyfurt suyu içmeli, sonra tek çeşit bir tabak yemek yemeli. Daha sonra yine pazartesi ve perşembe günleri olmak üzere 36 saatlik açlıklara geçilebilir. Açlıkta dikkat edilmesi gereken önemli kurallardan biri niyet etmek ve niyeti değiştirmemektir. Çünkü beyin, bütün organlar ve bağışıklık sistemi niyete göre program yapar ve böylece açlık kolay geçer. Diğer günlerde bir öğün atlayınca rahatsız olan, dayanamayan insanın Ramazan’da rahatlıkla oruç tutmasının sebebi Ramazan yaklaştıkça kendisini oruca hazırlamasıdır. 36 saatlik, iki günlük veya daha uzun oruçlarda bir gece önce bağırsak boşaltıcı bir müshil almak gerekir. Yemekten hemen sonra suyla yutulacak yarım çay kaşığı toz sinameki veya sahurda bir çay bardağı suda eritilip içilen İngiliz tuzu müshil görevi yapar. İngiliz tuzu içtikten sonra bir bardak su içmelidir. Toksinleri rahatlıkla organlardan çekebilmesi için bağırsakların açlık sırasında boş olması gerekir. Bir diğer önemli nokta, kuralları yerine getirdikten sonra açlıktan korkmamak, tam bir teslimiyet içinde ve sabırlı olmaktır. Çünkü açlıkta bedenimize, yalnız Allah’ın sağlığımızla vazifelendirdiği bağışıklık sistemi hakimdir, hatasız çalışır, içinde bulunduğumuz duruma göre en gerekli olan ne ise onu yerine getirir. Açlıkta hafif ağrılar, ateş, titreme, halsizlik, kusma, ishal, şeker ve tansiyon dengesizliği normaldir, iyileşme işaretidir ve ilk bir-iki açlıktan sonra vücut bu duruma alışır. Bu rahatsızlıkların sebebi açlık değil, kana karışan toksinlerin kanı ağırlaştırmasıdır. Çok az insanda bu tür rahatsızlıklar görülebildiği gibi çoğu insan 10 günlük açlıkta bile her gün normal çalışma hayatına devam edebilir, hatta daha hafif daha enerjiktir. Açlık esnasında herhangi bir rahatsızlık olduğunda duş almak, açık havada yürümek, Kur’an okumak yardımcı olur. Bunlarla geçmezse su lavmanı yapılabilir, lavman ile atılanlar çok miktarda ise lavman yapmaya devam edilir. Lavman için 5-6 su bardağı kaynamış soğumuş oda ısısında su veya papatya çayı kullanılabilir. Bir diğer önemli kural açlıkları periyodik aralarla, belli günlerde yapmaktır. Çünkü beden bu döngüye alıştığı için açlık günlerinde iştah azalır ve iyileşme süreci açlıklar arasında da devam eder. Açlık sırasında yerlerinden sökülen ve parçalanarak kana geçen birikintiler karaciğerin kanı süzmesiyle karaciğerde birikmeye başlar. Onun için bulaşık makinesinin süzgecini zaman zaman temizlemek gerektiği gibi her 6-7 açlıktan sonra karaciğeri temizlemek gerekir. Karaciğer temizlemesi bir günlük bir işlemdir. Temizleme sonrası vücuttan atılanları görmek ilginç bir deneyimdir. İnsan, yıllarca vücudunda nelerle gezdiğini görünce şaşırır, az yemenin, sünnete uygun yaşamanın ve açlığın önemini daha iyi anlar. Batı’da yapılan bir araştırmaya göre sıradan bir insan, yıllarca bağırsak duvarlarında veya bağırsaklarda oluşan ceplerde biriken ve hiç atılamayan 5 ila 43 kilo arası atık madde ile dolaşmaktadır. Manevî faydalar Maddî hastalıklarla manevî, psikolojik veya nörolojik hastalıkları birbirinden ayırmak mümkün değildir ve onların da sebebi aynıdır. Onun için açlığın maddî faydaları yanında manevî faydaları da sayılamayacak kadar çoktur. Açlıklar ve karaciğer temizlemesinden sonra insan kendini çok hafif hisseder, ağrılardan, fiziksel ve psikolojik birçok hastalıktan kurtulur, zihni ve algıları açılır, uykusu hafifler, kalbi yumuşar, huzur ve sakinlik kazanır, stresten, gerginlikten kurtulur, acizliğini görür, dolayısıyla Allah’a yaklaşır, kulluğunu idrak eder, eşyanın hakikatini anlar, doğru-yanlış arasında sağlıklı seçim yapar… Açlığın faydaları ne kadar anlatılsa da uygulamadıkça tam olarak anlamak mümkün değil. Bir kez açlık yapan ondaki manevî hazzı hiç unutmaz. “Oruç tut sıhhat bul” ve “Ben ilmi açlıkta sakladım” hadislerine dayanarak veya sağlık için 10 günlük açlık yapanlar hiç karınlarına taş bağlamak zorunda kalmadıklarını söylüyor. O zaman insan doğal olarak “Peygamber Efendimiz ve sahabi acaba kaç gün aç kalmışlardı?” diye düşünüyor. Sağlık için, denemek için veya Peygamber Efendimizin açlık sünnetini yerine getirmek için, hangi sebeple olursa olsun açlık yapmak çok önemli bir tecrübe olacaktır. ALINTI |
Bu Konuda 10 fazla Cevap bulunuyor. Bütün Cevapları görmek için buraya tıklayın. |
![]() |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|