26 Ekim 2018 14:06 | |
dinalemidrn | Değişim geniş bir kavram. İyi olarak evrilmek var, kötü olarak evrilmek var. Dengeyi kurarak değişmek iyi evet. |
25 Ekim 2018 20:19 | |
nurşen35 | ![]() |
17 Mart 2016 11:13 | |
KardelenGül | Cevap: Değişmek İstemiyor muyuz? TEDBİR Farkındalık, bir manasıyla, meydana gelen hadiselerin iç yüzünü ve arka planını doğru olarak kavramak ve anlamaktır. Tek başına farkındalık mü’minler için tedbir ile tamamlanması gereken eksik bir fiildir. Kotku Hocaefendi “bilir de nasıl tedbir almaz” diyerek farkındalığın etkili bir girişimle devam ettirilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Farkındalık, müspet bir gelişmeye karşı bir aydınlanma ise mü’min “hak ve hakikatin yanında yer alma” zorunluluğundan dolayı harekete geçmek mecburiyetindedir. Bilakis menfi bir durum karşısındaki uyarıyı içeriyorsa da mü’min tedbir ve engelleyici girişimlerde bulunmak durumundadır. Bu bakımdan farkındalık bir eylem içermek durumundadır ki aktif olma becerisini de içerir. Mukaddes kitabımız bu konudaki uyarıları içerir: “Ey iman edenler! (Düşmanlarınıza karşı) korunma (ve savunma) tedbirlerinizi alın. Sonra (düşman üzerine) duruma göre ya bölük bölük veya hep birden seferber olun.”63 “İnkâr edenler isterler ki, siz silahlarınızdan ve eşyanızdan gaflet edesiniz de üzerinize (ânî) bir baskın yapsınlar.”64 Konuya dair M. Zâhid Hocaefendi’nin görüşü şöyledir: “Bizler için daima hazırlıklı ve hattâ düşmanları korkutacak derecede hazırlanmamızı Kur’ân-ı Mübin’de Tevbe Suresi’nde Rabbimiz pek açık bir şekilde bizlere duyurmaktadır. Hal böyle iken gaflet içinde rahatımıza dalıp, mücâhedelerden soğumamız veya kaçmamız veya önem vermememiz yüzünden lâyıkı vechile hazırlanmayışımız, afv olunmaz bir hatâ, hem de, pek büyük kabahat olduğunu unutmamak gereklidir. Hele bu günün harblerindeki teknik usulleri bilmemek ve öğrenmemek ve üstün duruma geçmemek, harb malzeme ve silâhlarını düşmanlardan tedarik etmek durumu ne kadar yanlış ve acıdır. Hâlbuki bunların en iyilerini ve üstünlerini bizim yapmamızı, dinimiz bize emr ederken, bakın biz nasıl gaflete düşmüşüz.65 Zâhid Kotku Hocaefendi, insanları “Dünya dâr-ı belâdır. Cefâcı, sâhir, gaddar, vefasız, mebgûz, menfurdur“ cümlesi ile uyarır. Bizzat dünya bu fiilleri işlemeyeceğine göre üzerinde yaşayan insanlar, milletler ve devletler onu cefalı, acılı, gaddar, istenilmeyen bir duruma getiriyor demektir. Sonra da dünya üzerinde yaşayan etrafındaki insanları aldatarak yaşayanlara karşı tedbirler önerir farkındalık oluşturur: “Allah’ı bırakmayın, herkesin sözüne aldanmayın. Şöyle ki insanlar bize iyilik ihsan ederlerse biz de onlara iyilik ihsan ederiz. Ve bize zulüm ederlerse biz de onlara zulüm ederiz. Lakin siz kendi nefislerinize hâkim olunuz da, nâsdan iyilik edenlere iyilik ediniz, kötülük edenlere ise mukabele ile zulüm etmeyiniz, fitne ve fesatta başkalarına uymayınız, kötülük edenlere bilâkis iyilikle mukabelede bulununuz.66 Hucurat suresi 6. ayet-i kerimede “Ey iman edenler! Şâyet bir fâsık (yalancı/günahkâr) size bir haber getirirse, doğruluğunu araştırın. (Yoksa) bilmeyerek bir kavme kötülük eder de, yaptığınıza kesinlikle pişman olursunuz” buyuruluyor. İnsanlar toplumun felahı için aldanmamak üzere uyarılmışlardır. Müslümanların tamamını ilgilendiren bir durumla karşılaşıldığında tevazu veya üstünü örtmek değil, oynanan oyunları ortaya çıkarmak, hak ile batılı ayırmak, tedbirleri almak ve masumları aldatıcıların desiselerinden kurtarmak bir vazifeye dönüşmektedir. Şöyle uyarır Hocaefendi: “Sakın kâfirlerin sözlerine bakma ve aldanma. Ve onların gökte uçmaları ve çeşitli san’at ve hünerleri zinhar seni aldatmasın! Bak şeytan, bunların hepsinden daha hünerli fakat şeytandır, vesselam…”67 “Dinsizlerin propagandasına aldanıp inkâra kalkmak delilikten başka bir şey olamaz. Çünkü inkârcılara akıllı demek caiz değildir.”68 Dünyayı teşriflerinin yıldönümünde, bereketli ve feyizli bütün ömürlerini en büyük değişim olan Hakk’a yönelmek hedefine teşvik eden, insanlara Rabbini tanımak şuurunu aşılayarak, kendini bilmek bilincine ulaştırmaya çalışan, tasavvufun bütün argümanlarını zihni, bedeni ve kalbi uyanıklığı ve farkındalığı tesisi için seferber eden 20. yüzyılın önde gelen mürşidi kâmillerinden Mehmed Zâhid Kotku Hocaefendi’nin en büyük muvaffakıyeti, bu şuuru aşıladığı insanlarla farkındalık seviyesi yüksek bir milletin tesisi olacaktır. Kendisi hayatta olmasa bile asırlarca yaşayacak düşünceleri inananlar arasında bir fikir hareketliliği ve farkındalığı meydana getirecektir. Şu uyarısıyla programımızı nihayete erdirelim: “Benim indimde en büyük aldanma, günahların devamıyla beraber nedametsiz olarak Allah-u Teâlâ’dan af ummaktır.”69 Bir sonraki yâd programında buluşmak üzere Allah’a emanet olunuz efendim. Hazırlayan: Serpil Özcan 1 Ana-Baba Hakları, s. 88. 2 Tasavvufi Ahlak 2, s. 28. 3 Tasavvufi Ahlak 1, s. 5. 4 Tasavvufi Ahlak 1, s. 5. 5 TA 2, s. 7. 6 TA 2, s. 8. 7 TA 4, s. 180. 8 TA 3, s. 137. 9 TA 4, s. 221 10 TA 4, s. 139. 11 Şuara/208-20912 TA 2, s. 27. 13 TA 4, s. 9. 14 Fatır/ 35-5 15 TA 5, s. 6. 16 Attar, Tezkiret-ül Evliya, s. 484. 17 TA 4, s. 238. 18 TA 4, s. 137. 19 TA 3, s. 138. 20 TA2, s. 29 21 Nefsin Terbiyesi, s. 220. 22 TA 1, s. 623 TA2, 58 24 TA2, 58 25 TA 5, s. 105-106. 26 Özel Sohbetler, s. 157 27 TA 2, s. 13. 28 TA 4, s. 119 29 Ta 2, s. 160. 30 TA1, s. 4. 31 Nefsin Terbiyesi, s. 201. 32 TA 1, s. 5 33 TA 1, s. 6 34 Nefsin Terbiyesi, s.37. 35 TA 3, s. 57. 36 Özel Sohbetler, s. 71.37 Saff/ 61-4. 38 TA 5, 11739 A’raf, 70 40 TA 2, s. 17. 41 TA 3, s. 124. 42 TA 1, s. 177. 43 TA 5, s. 65. 44 TA 4, s. 215. 45 TA 2, s. 38. 46 TA 4, s. 56. 47 TA 4, s. 57. 48 TA 4, s. 57. 49 Cennet Yolları, s. 59. 50 Ta 5, s. 35. 51 Ta 2, s. 41. 52 TA 4, s. 126. 53 TA 2, s. 105. 54 TA 2, s. 186. 55 TA 2, s. 188. 56 TA 2, s. 188. 57 TA 2, s. 188. 58 TA 4, s. 158. 59 TA 2, s. 98 60 TA 4, s. 215. 61 TA 2, s. 44. 62 Zikrullahın Faydaları, 63 Nisa/ 4-71.64 Nisa/ 4-102. 65 TA 2, s. 82. 66 Ana Baba Hakları, s. 93. 67 Ana Baba Hakları, s. 25. 68 Ana Baba Hakları, s. 73. 69 TA 3, s. 95 |
17 Mart 2016 11:07 | |
KardelenGül | Cevap: Değişmek İstemiyor muyuz? TEFEKKÜR “Fikri harekete geçirmek” demek olan tefekkür mukaddes kitabımızda sıklıkla emredilmiştir. M. Zâhid Kotku Hazretleri tefekkürün Peygamber Efendimizin Hira’daki ibadetlerinden olduğunu ifade etmiştir. Bu halvet günlerinde zikir de tefekkür ile birliktedir. 59 M. Zâhid Kotku hazretleri farkında, bilinçli ve şuurlu olabilmenin yapıcı unsuru olan tefekkürü şu ifadelerle tanımlamaktadır: “Tefekkür gönülde bir kandildir. Hayrı ve şerri fark etmekte akıl ona muhtaçtır. Tefekkür gönülde olan mârifeti hazır edip gösterir. Kalbi gaflet deryasına düşmekten kurtarır. Tefekkür gönüllerin tasfiyesidir. Murakabelerin başlangıcıdır. Tefekkür hakikat bahçelerinin emsalsiz ağaçları, çiçekleri, gülleridir. En ince hadiseleri pek aşikâr surette gösteren bir nurdur. Tefekkür, aynı zamanda eşyanın hakikatini gösteren bir aynadır.”60 Peygamber Efendimizin Hira mağarasındaki yalnızlık günlerinde tasavvufun üç amelini bir araya getirdiği görülmektedir. Doğrusu, mutasavvıfların Peygamber Efendimizin bu üçlü ta’lim usulünü tasavvufun etkili eğitim yöntemleri arasına almış bulunmalarıdır. Bunlar halvet, zikir ve tefekkürdür. Zikir düşünceyi harekete geçirmekte, ona yeni bir dinamik kazandırmakta en etkili bir yöntemdir. Nakşibendilikte asıl olan hafi zikir olmasına rağmen, çağın ihtiyaçları doğrultusunda kimi zaman “uyuyan kalpleri uyandırmak” gerekçesi ile cehri zikir de yapılmış ve tavsiye edilmiştir. Bu hususa dikkat çeken M. Zâhid Kotku Hazretleri cehri yani açık zikrin bir farklılığına dikkat çeker: “Zikr-i cehrinin amelî faydası daha çok başkalarına şâmil olmakla beraber, zâkirin kalbini uyandırır. Uykuyu giderir, neş’eyi artırır, dimağı tefekküre sevk eder. Bu sebeplerle zikrullahın mescitlerde toplu olarak yapılması, ulemâ-i zevi’l ihtiram hazerâtı tarafından müstahsen görülmüşdür.”61 “Zikir murâkabeyi, tefekkürü, düşünmeyi getirir; tâ ki kulu ihsân kapısından içeriye sokar. Ma’lûm ya, ihsân en yüksek makamdır… Zâkir olduktan sonra, artık ondan kötülük beklemek imkânı yoktur, günah beklemek imkânı yoktur. O artık cemiyete en faydalı bir insandır.”62 |
17 Mart 2016 11:05 | |
KardelenGül | Cevap: Değişmek İstemiyor muyuz? VUKÛF-İ ZAMÂNÎ Sufilerin bir önemli farkındalık görevleri daha vardır. O da içinde bulundukları zamana vakıf olmak, gereğine ve ihtiyacına göre davranmak. Günümüzde anı yakalamak olarak tanımlanabilecek bu kavram Nakşibendiliğin Abdülhalık Gucduvani tarafından belirlenmiş 11 prensibinden biridir. M. Zâhid Kotku Hocaefendi bunu şöyle anlatır: “Vukûf-i zamânî, kişinin zamanının nasıl geçtiğini anlaması ve ona göre hareketlerini tanzim etmesidir. Eğer zamanını huzur ile geçirdiyse buna şükretmeli ve eğer gaflet ile geçirdiyse buna da istiğfar ederek telâfisine çalışmalıdır. Hak taliplerine lâyık olan zamanını gafletle geçirmeyip huzur ile geçirmek için çalışmaktır. Zamandan hiçbir zaman geçmemelidir ki, Allah Teâlâ’nın tam bir teveccüh ile huzurunda bulunmasın.” S. 347 Yine Kelimat-ı Kudsiyye olarak isimlendirilen 11 prensipten biri olan “Huş der dem”, bir gaflet, uyuşukluk ve şaşkınlık mücadelesidir. Huş fârisî lisânında akıl, derdem ise nefis ma’nâsınadır. Burada murâd olunan ma’nâ ile Kotku Hazretleri gaflet içinde alınan her nefesin faydasız hatta ölü olduğunu ifade etmektedir. Şuursuz biçimde alınan ölü nefesin sahibine fayda değil zarar getireceği vurgulayarak şöyle der Kotku Hocaefendi: “Nefesin her giriş ve çıkışında gafletten nefsi muhafaza gerekir. Bir nefes ki, gaflet ile girip çıkıyorsa o nefes ölüdür, Cenâb-ı Hak’dan münkatı’dır ve bir nefes ki, huzûr ile alınıp yine huzur ile verilirse o nefes diridir, işte Huş der dem’in manası budur. 56 Dikkatleri teksif, çok fazla uyaranla muhatap bulunan çağımız insanının en sık karşılaştığı sorunlardandır. Zihinler dağılır, ilgiler birken beşe, beşken ona yükselir. Bu durum icab eden hallerde derinleşmeye mani olurken kişiyi sathi değerlendirme ve davranışlara sevk eder. “Nazar ber Kadem” prensibi ile M. Zâhid Kotku Hazretleri konsantrasyon probleminin hem gözü hem de diğer azaların fuzuli ve ehemmiyetsiz meşguliyetten alıkonulmasını salık vermektedir. Böylece asıl ve önemli işlere yönelmek mümkün olacaktır: “Nazar ber kadem: Sâlike lâyık olan yürürken ayağının ucuna bakmasıdır. Tâki etrafa bakışı kendini tefrikaya düşürmeye ve kalbi müştehattan ve müstahsenattân bîrini görüb de alâkalanmaya. Kalpte zikrin temkin hâli zaafa uğradıkça, tefrika da kuvvet bulur ve hicaba sebep olur. Bu sebeple de kalp, zikirden geri kalır. Hakdan münkat’ı olur. Çünkü ‘Kim düşüncesini çoğaltırsa, hüsrandadır’ denilmiştir.”57 Zâhid Kotku Hazretleri, kâmil ve olgun Mü’minleri “garip-gurbette bulunan insan” olarak tanımlar. Garip insan, her ne kadar gözleri olsa dahi âmâya benzetilmiştir. Mü’min garip misali olunca, dünyaya bakacak ve ona aldanacak hali bulunmaz. O, hep iç âleminde kendisine ait meseleler ve sorunlarla meşgul, etrafındakileri algılamak için de dikkatli bulunmaktadır. Kotku Hazretlerine göre dış dünya ile yoğun şekilde ilgilenmek sanıldığının aksine insanın farkındalık ve anlayışını artırmaz.Bilakis bu durum düşünce ve endişeleri artırarak görüşünde zafiyete sebep olur. İç âlemine yönelmek ise anlayışı kuvvetlendirir: “Mü’minlerin zihinleri çok kuvvetli olur. Duyduklarını unutmazlar. Hatta bir kere konuştukları kimseleri çok zaman sonra dahi seslerinden tanırlar. İşte bunun gibi, Mü’min kimsenin, iç âlemi, basireti çok kuvvetli, zihinleri keskin, feraseti kuvvetli olur. Görüşlerinde, ekseriyetle isabetli olurlar.”58 Bu dereceyi elde etmiş olanların ulaştıkları tam konsantrasyon boyutu olarak da nitelendirilebilecek olan“Halvet der Encümen” prensibi “Zahiri halk ile, bâtını Hak ile” sözleri ile özetlenebilir. Asıl gayenin fuzuli uyaranlar, gereksiz uğraşılar ve akıl çeliciler vesilesi ile zihnen, kalben ve ruhen dağılıp gitmemenin neticesi olarak belirmektedir. İç dünyalarındaki fırtınaları dindirmiş, nefsini itminana erdirmiş kimseler halk ile meşguliyet ve dünya işleriyle uğraşmakla Hakk ile olan bağlarını koparmaz. “Bâz Geşt” ve “Nigah Daşt” olarak isimlendirilen farkındalık halleri de dahil edildiğinde Gücdüvani Hazretlerinden nakil olunan Kelimat-ı Kudisyyenin tamamına yakınının farkındalıkla alakalı olduğu görülecektir. |
17 Mart 2016 10:59 | |
KardelenGül | Cevap: Değişmek İstemiyor muyuz? TASAVVUFTA FARKINDALIK Farkındalık kavramı içinde yer alan ve doğrudan tasavvufi terimlerle ifade edilebilecek arasında şunlar da sayılabilir: Murakabe, huş der dem, vukuf-i kalbi, vukuf-i zamani, dikkati teksif anlamında da nazar ber kadem… Şimdi bu kavram penceresinden Zâhid Kotku Hocamızın tanımlarını ve izahlarını inceleyelim. “En şerefli meclis tevhîd meydanlarında tefekkür ve murakabe ile oturmaktır” sözleriyle derecesine dikkat çektiği daimi kontrol mekanizması hakkında Mehmed Zâhid Kotku (Rh.A.) şöyle der: “Yatmazdan evvel bir saat olsun kendini murakabeye çek. Kendini bir yokla. Hattâ bu yoklamayı her an hatırından çıkarma. Kendini dâima kontrol altında bulundur. Bak, gör, bakalım nefsin Hakkın rızâsı yolunda mı?”53 En üstün farkındalık hali Hakk’ın kullarına şah damarından daha yakın olduğu bilgisine sahip olmaktır. Bu bilgiye sahip olan kişi daimi surette Allah’ın kendisiyle olan irtibatını gözetir, kalbinde ise Allah’tan gayrısının bulunmamasına azami dikkat sarf eder. Bu durumu izah için Kotku Hazretleri şu kıssayı nakleder: “Cüneyd-î Bağdadî Hazretlerinden menkuldür ki, ‘Zâkîr, murakabede kedi gibi olmalıdır. Zîrâ bir gün tarikde bir kediyi gördüm. Farenin deliğinde müsteğrak bir halde öyle oturmuş ki, bir kılı bile hareket etmiyordu. Bu kedinin hâlinden bana bir hayret ve mülâhaza hâsıl oldu. Sırrımdan bana nida olundu ki, ‘Yâ deniyyil-himmet; maksudun hakkında beni fareden dûn kılma ve sen de kediden az olma?’” 54 Denilmiştir ki murakabenin evveli, kişinin Allah Teâlâ’nın kendine yakınlığını kalben bilmesidir. Kalbin en âlâ ve eşref zineti de kulun her nerede olursa olsun, Allah Teâlâ’nın kendini müşâhid olduğunu bilmesidir. Murakabe; Rızây-ı İlâhîyi elde etmeyi gözleme mâ’nasına geliyorsa kulun gönlüne agâh olması, orada bulunan ve bulunmayanı, kalbine giren ve çıkanın farkında olması icab eder. Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri, Abdülhalık Gücdüvani Hazretlerinden naklederek der ki: “Vukuf-u kalbi: Gönülün Hak Süpahânehû ve Teâlâ’dan agâh olmasından ibarettir. Öyle ki, gönülde Hak Sübhânehû ve Teâlâdan gayri hiç bir şey olmaya. Zâkirin kalbi mezkûr ile meşgul olup, Hak’ka ıttıla’ı o derece olacaktır ki, murakabesinden, belki de müşahedesinden de gaybubet etmelidir. Kalbe vukuf demek, kalbin hâline ıttıla’ ve zikr ile iştigâl, zikrin ma’nâsını mülâhaza ile kendisini gaflete düşmekten korumaktır.”55 |
17 Mart 2016 10:52 | |
KardelenGül | Cevap: Değişmek İstemiyor muyuz? FARKINDALIK Kısaca “yargısız bir şekilde şimdiki âna odaklanabilmek amacıyla dikkati toplayabilmek” olarak tanımlanan farkındalık kavramı, anlayabileceğimiz hale şuur, bilinç, uyanıklık, feraset, basiret gibi kelimelerle gelir. Hakk’ı batıldan ayırmak, işin hakikatine, hadiselerin künhüne, mevcudatın mahiyetine, mananın derinliğine vasıl olmaktır. M. Zâhid Kotku Hazretleri “Feraset gönülde bir nurdur, hakâyık-ı eşyayı, güneş gibi parlatıcıdır”44 demektedir. Ona göre anlamak için basîret, feraset denilen iç nurunun ve gönül gözünün açılması lâzımdır.45 “Cenâb-ı Hak Mü’minlere bir feraset vermiştir. O ferasetle Allah Teâlâ’nın verdiği nur sayesinde eşyanın hakikatini görür ve bilirler. Eğer bu nur, günahlar sebebiyle örtülmüşse, günahsızlar, yani veliler gibi idrake kabiliyetleri olmaz. Ancak sathî bir bilgileri olur.”46 Farkında ve şuurlu olmak, Hakk’ı görmek ve ona uymak, batılı görüp ondan uzak olmak, gerçek ve hayalin birbiri içinde eridiği çağımızda ise bu ikisi arasını tefrik etmek kolay bir şey değildir. Haksız ve mesnediz her görüşün kendine ait bir mantığı ve izahı vardır. Bu sebeple Peygamber Efendimiz bir dualarında,“Hakk’ı hak olarak bize göster ve o hakka uymakla da bizi nasipdâr eyle. Batılı da batıl olarak göster ve ondan da uzak olmak nimetiyle bizi nimetlendir” buyurmuşlardır. 47 Bu meselenin çözümü M. Zâhid Kotku Hazretlerine göre şudur: “Cenâb-ı Hakk’ın verdiği nurlarla her şey hallolur. Nurlardan mahrum olunca da, her şey noksan olur. Mesela, gözün görmesi için bir ışığa ihtiyaç vardır. Bu ışık olmadığı zaman gözün görmesi nasıl mümkün olmazsa, nurlardan mahrum olan âzâlar da tıpkı bunun gibi, hakikatleri görmekten mahrum olur. Bu sebeptendir ki daimi surette, Hâlık-ı Zülcelâl hazretlerinden tazarru ve niyaz ile bu nurları istemek mecburiyetindeyiz.” 48 Hadiselerin arkasındaki maksadı fark etmek demek olan ferasetten yani farkındalıktan uzak bulunmak başkaları tarafından yönetilme ve yönlendirilme ihtimalini meydana getirir. Bu duruma maruz kalan kişi kendi karar mekanizmalarını kullanmaktan aciz kalarak başkalarının amaçları doğrultusunda kararlar verir ve bunlara iştirak eder. Oysa mü’minlerin yaptıkları her şeyi kendi iradeleri ve tercih hürriyeti ile işlemesine bizzat Allah Teâlâ tarafından izin verilmiştir. İbret ancak basiretle olur… Dış taraf gözümüzle, iç taraf basiretle görülür, okunur, bilinir.. 49 diyen Kotku Hazretleri feraset ve basiretin yani maddi-manevi uyanıklığın zikirle mümkün olacağını söylemektedir: “İç gözlerin yani basiretinin açılması, evvelâ zahir olan dış gözlerden başlar. Sonra yüzünden, sonra da göğsünden, daha sonra da cemî’ bedeninden feth olunur. Yani vücudun her âzâsı göz ve kulak kesilir.”50 “Kalbin kararması sebebiyle gönülde Hak ve hakîykat kalmaz. Binâenaleyh, Hakkı kabul ve bâtılı da inkâr edemez. Böylece felâket çukurlarında helak olur gider. Bunun asıl sebebi, kalbin gafleti ve nefsin arzularına ittibâdır. Bu hâl ise kalbin nurunu söndüren ve gözlerin, ya’ni iç gözü denilen basiretin körlüğüne sebep olur. Baş gözünün görmesi bu işte fayda vermez.”51 Tasavvufi Ahlak eserinde sufilerin ahlakını anlatan M. Zâhid Hazretleri mü’minlerin vasıflarını sıralarken onun aldanıcı ve bilmezlikten gelici olduğunu söylemektedir. Feraset ve basiret nitelikleri ile çelişir gibi görünen bu vasıf aslında güzel huyun hataları örtmek, öfkeyi terk etmek, mücadeleden sakınmak prensiplerinin gerektirdiği bir netice, tasavvufi bir ahlak örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu niteliğin izahında der ki: “Mü’min feraseti bilmez değildir ve aldanmaz da, fakat öyle görünür. Onu, hemen hemen herkes aldatır. O da, herkese aldanır. Çünkü şerri bilmez, hile sahibi de değildir ve bunları da bilmez. Selâmet sadedi ve kalb-i selîm sahibi oluşu, onun bu gibi şeyleri bilmesine ve yapmasına müsaade etmez. Yalnız şu var ki bu gibi hile ve fesad sahiplerine, onlar gibi hilelerine mukabele caizse de, Hz. Ömer radıyallâhu anh gibi olmak ve onun hilesini anlamamış gibi görünmek daha evlâdır. Zîrâ Hz. Ömer, Allah yolunda görünüp hile edenlere bilmezlikten gelerek aldanırlardı ve onları hilelerinden dolayı mahcup etmezlerdi. Onlara dua edip acımak ve iyi bir insan olmalarını Hak’tan istemek en iyisidir.52 |
17 Mart 2016 10:49 | |
KardelenGül | Cevap: Değişmek İstemiyor muyuz? GELENEK VE ALIŞKANLIKLAR Asr-ı Saadet Kur’an ve Sünnete dayalı İslam’ın adaletin ve eşitliğin, barış ve kardeşliğin, İslami zihniyet ve yaşantının hüküm sürdüğü bir dönemdir. Müslümanlar emr-i bi’l-mar’ruf ve’n-nehyu ani’l-münk’ri yerine getirmeyi, Allah yolunda cihad etmeyi, ibadetleri ve salih amelleri eksiksiz yerine getirmeyi inançlarının gereği saymışlar, inanç, ibadet ve ahlak anlayışları ile temayüz etmişlerdir. Ancak geleneklerinin yıkılması endişesi ile insanlar “Yalnız Allah’a kulluk etmemiz ve babalarımızın tapmakta olduklarını bırakmamız için mi bize geldin?”39 diyerek Peygamber Efendimize karşı çıkmışlardır. Tıpkı kötü huylar gibi alışkanlık ve uygunsuz geleneklerin terki de zordur. Gelenek, adet ve alışkanlıklar yaşamı kolaylaştırıcı bir etkiye sahip olsa da davranışlara meşruiyet kazandırmak, bireyleri baskı altında tutmak gibi bir etkiye de sahiptir. Tasavvuf, terk-i âdettir40, zâlimlerin, dinsiz ve kâfirlerin bütün hareketlerinden, yeme, içme, giyme ve saire gibi âdet ve hareketlerine benzememeye çalışmak ve kaçınmak, halka ait ancak günahı mûcib kötü âdet ve ananelerden uzak durmanın ehemmiyetini ifade eden M. Zâhid Kotku şöyle der: “Alışkanlık çok kötü bir âdettir; terki de o nispette zordur.” 41 “Kötü âdet ve arkadaşların verdiği zarar, o ticaret veya işi ile meşgul olup ibadet, taat bilmeyenlerden daha çok acı ve zararlı olduğu inkâr olunmaz bir felakettir.”42 “Bazı bedbahtlar istedikleri ve çırpındıkları halde bir türlü kötü huylarından kurtulamazlar. Bunun başlıca sebeplerinden biri de kötü alışkanlıkların küçükten beri köklü âdetler hâline gelmesidir. Herkesin sevip bayıldığı; Hakk’ın da, halkın da istediği o güzel ahlâk ve huylar, bu kötü, çirkin ve hiç kimsenin de istemediği kötü huylardan, kötü ahlâk ve âdetlerden kurtulmadıkça mümkün olamayacaktır.43 |
11 Ağustos 2015 13:09 | |
KardelenGül | Cevap: Değişmek İstemiyor muyuz? ÇAĞA UYMAK Milli ve dini gayretlerle dünyevi değişikliği istediğini ifade eden M. Zâhid Kotku Hocaefendi, “Dünya, daima değişen ve aynı hal üzere olmayan bir yerdir. O seninle kalsa da, sen onunla kalamazsın”35diyerek insanın değişimi takip etmesi gerektiğine vurgu yapar. Ona göre bu takibin terki ancak kişinin bundan vazgeçmesi yani ölümü ile mümkündür. Şöyle der: “Gözünü aç, kainata bak!.. Bunun sahibini anlamıyorsan, bulamıyorsan; bu gözü değiştir. Bu göz hayvanda da var. Hayvanın gözüyle insan gözünün arasında büyük bir fark olacak. Nedir? Bu gözle baktığı zaman kâinatın sahibini arayacak. Sahibi başka yerde değil ki. ‘Seninleyim!’ diyor. ‘Senden de sana daha yakınım!’ diyor.”36 Günden güne değişen dünyada sıra Müslümanların değişmesine gelmiştir. Artık gafleti bırakıp, elbirliği yapmanın ve böylelikle her sahada geniş atılımlar yapmanın zamanı gelmiştir. M. Zâhid Kotku Hazretleri bu girişimin Müslümanların el birliği ile olması gerektiğine dikkat çekmektedir, “Allah, kendi yolunda (birbirine) kurşunla kenetlenip kaynaşmış bir yapı gibi saf halinde (kendi yolunda) savaşanları sever” ayetinde belirtildiği üzere…37 Tasavvufta cihâd kavramı sâdece harb ve kıtal anlamında değildir. Aksine tasavvufta cihâd, her türlü gayret, mücadele, çaba ve çalışmayı içine alır. Büyük ve küçük olmak üzere ikiye ayrılır ve büyük cihâd, nefs ile cihâd olarak anılır. Daimi bir cihâd türü olan büyük cihad, sürekliliği sâyesinde kişisel dönüşüm ve değişimle sosyal değişimin ana kuvvetlerindendir. Topluca girişilen bu değişim süreci sayesinde önünde durulamaz bir kuvvet ortaya çıkacaktır: “Sen kendi vatanında, kendinin ve çocuklarının rahat ve emin olarak yaşamasını istiyorsan, behemehâl bir bina halinde, birbirimizle adeta kaynaşıp birleşmemiz lâzımdır. Yoksa başka türlü varlığımızı sürdürmeye imkân bulamayız. Müslümanlık namına hepimizin utanıp, ibret almamız lâzımdır. Artık mürailik devri çoktan geçmiştir. Şimdi elbirliğiyle başbaşa verip, canla başla çalışmak gerektir.”38 devamı var inşaallah ![]() |
11 Ağustos 2015 13:06 | |
KardelenGül | Cevap: Değişmek İstemiyor muyuz? KÜLTÜR DEĞİŞİMİ Her millet, kendi kültür müesseseleriyle yaşar, ayakta durur. Kültür unsurları, başka bir milletten alınıp bir millete aşılanmak istenirse büyük buhranlar, karışıklıklar ve çözülmeler ortaya çıkar. Nispeten maddî olan teknolojinin bile tam manasıyla ve birdenbire bir başka millete nakli mümkün değildir. M. Zâhid Kotku Hazretleri bir milletin kendi ahlâkını bırakıp yabancı bir ahlâkı alması ve sindirmesinin uzun asırları gerektirdiğini sonunda yine de tam bir netice alınmayacağını eskinin izlerinin silinemeyeceğini ifade etmektedir. Hele hele bırakılmak istenen, alınmak üzere zorlanandan çok daha mükemmel ise o zaman millet vicdanında büyük yaralar açılır; buhranlar, çatışmalar, çekişmeler, iç mücadeleler baş gösterir; millî bünye, birlik ve beraberlik zedelenir…32 Tasavvufi Ahlak eserinde şu ifadeler yer alır: “Avrupa bu kültür nakli muamelesinin problemlerini çok iyi bilir, ilmî bakımdan güzel etüt etmiştir. Fakat bizim yarım münevverlerimiz hem bu sosyolojik gerçekleri bilmez, hem de kendi değerlerini, milletini tanımaz. Halkının ızdıraplarını anlamaz. Cemiyetimizdeki geri kalmışlık, buhranlar ve anarşi Tanzimat’tan beri bu gerçeğin görülmemesinden (veya Avrupa’ya alet ve ajan olanların millete mânen hıyanet etmesinden) doğmuş, Islahat fermanlarından beri daima kendi kendimize ters düşmemizden, garbı körü körüne taklitten çıkmıştır. Kendi öz ve mükemmel ahlâkımıza sadık kalsaydık, münevver ve halk arasındaki çekişme olmayacak, kuvvetler zaafa uğramayacak, düşmanlarımızın tahribatını daha çabuk izâle ve telâfi edebilecek idik. Bu bakımdan şimdi de en salim ve verimli çözüm, kendi öz değerlerimize dönmek, tarihimize, kültürümüze, zevkimize ve onurumuza uygun olarak, dinî ve ahlâkî nizamımıza sımsıkı sarılmayı sağlamaktır.33 Kültür toplum içinde ortaya çıkar, aile ve okullar onu yaşatan ve aktaran, yeniden üreten ve nakleden birimler olarak önem arz eder. Çözülme buralardan başladığı gibi inşa ve ihyanın da kaynağıdırlar. Toplumsal bir değişme isteniliyorsa önce bu kurumlardan başlanmalıdır. M. Zâhid Kotku Hazretleri bir zamanlar ülkemizin çok önemli bir sorununun kaynak tespitini okul-aile ikilisine bakarak belirlemiştir: “Anarşist diye anılan o zavallı çocukların hiçbir kabahati yok diyeceği geliyor insanın. Asıl kabahat onların ana ve babalarıyla birlikte, onlara bu telkinleri yapan bazı dinsiz öğretmenlerdedir. Yine o ana ve babalar ne yazık ki, birçok emeklerle yetiştirdikleri evlâtlarını, istikballerini temin etsinler diye bu dinsiz öğretmenlere teslim ederler ve çocuklarının dinsizliğe doğru kaydıklarını gördükleri halde bir çâre bile aramazlar.”34 |
Bu Konuda 10 fazla Cevap bulunuyor. Bütün Cevapları görmek için buraya tıklayın. |
![]() |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|