Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   Tevhid Ve Şirk Konuları (https://www.forum.medineweb.net/652-tevhid-ve-sirk-konulari)
-   -   İMAN, KÜFÜR, BİD'AT, TAKVA, TEVESSÜL, BEDA... (https://www.forum.medineweb.net/tevhid-ve-sirk-konulari/13966-iman-kufur-bidat-takva-tevessul-beda.html)

İmamHüseyin 14 Nisan 2009 20:14

120. İlke:
İmanla küfrün sınırı önemli kelamî konulardandır. "İman", lügatte, tasdik etmek ve "küfür" ise örtmek anlamındadır; dolayısıyla, -buğdayı yere gömen- çiftçiye de kafir denilmektedir. Fakat akaid ve kelam bilimlerinde "iman"dan maksat, Allah Teala'nın birliğine, kıyamet gününe ve Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a)'in peygamberliğine inanmak anlamındadır. Elbette Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a)'in peygamberliğine iman, geçmiş peygamberlerin, semavî kitapların ve o hazretin beşer için getirmiş olduğu talim ve Allah'ın hükümlerine yakin etmeyi de kapsar.

İmanın gerçek merkezi insanın kalbidir; nitekim Kur'an-ı Kerim, "Onların kalbine iman yazılmıştır" buyurmaktadır. (Mücadele, 22) Yine, İslam'ın gücü karşısında teslim oldukları halde, kalpleri iman nurundan boş olan göçebe Araplara, "Henüz iman kalplerinize girmedi" buyurur. (Hucurat, 14) Fakat bir kişinin iman getirdiğine hükmetmek, dil vasıtasıyla veya diğer yollarla onu açığa vurması veya en azından inancını inkar etmemesine bağlıdır. Çükü aksi durumda onun iman ettiğine hükmedilmez; Kur'an-ı Kerim şöyle buyurmaktadır: "Sırf haksızlık ve böbürlenme yüzünden onları (Allah'ın ayetlerini) inkâr ettiler." (Neml, 14)

Bu açıklamayla küfrün sınırı da açıklık kazanmış oluyor. Eğer bir insan Allah Teala'nın birliğini veya kıyamet gününü ya da Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a)'in peygamberliğini inkâr ederse, kesinlikle kafir olduğuna hükmedilir; nitekim, açık bir şekilde peygamberliği inkâr etmeyi gerektiren Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a)'in getirdiği dinin zaruriyatından birini inkar etmek, insanı küfre mahkum eder.

Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a), Ali (a.s)'ı Hayber kalesini fethetmeye gönderdiği zaman, ona bir bayrak verip, bu bayrağın sahibinin Hayber'i fethederek döneceğini hatırlattı. Bu arada Ali (a.s) Hz. Resulullah (s.a.a)'e dönerek, onlarla savaşmanın sınırı nedir? diye sorunca, Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a) buyurdu ki: "La ilahe illellah, Muhammed Hz. Resulullah diye şehadet getirinceye kadar onlarla savaş; böyle yaptıkları zaman, hak yere öldürülen ve malları alınanlar dışında, kanlarını ve mallarını senden korumuş olurlar."[144]

Yine birisi İmam Sadık (a.s)'a, "kulun Allah'a iman etmesine neden olan en küçük şey nedir?" diye sorunca, İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in onun kulu ve elçisi olduğuna şehadet getirmesi, hakka uymayı kabul etmesi ve zamanının imamını tanımasıdır; böyle yapacak olursa iman getirmiş olur."[145]

121. İlke:
İman gerçekte kalbî inanç olmasına rağmen, insanın kurtuluşa ermesi için böyle bir imanın yeterli olduğunu sanmamak gerekir; bunun için insan onun fiilî etki ve gereklerine de bağlı kalmalıdır. Dolayısıyla, birçok ayet ve hadislerde, gerçek mümin, imanın gereklerine bağlı kalıp Allah'ın farzlarını yerine getiren kişi olarak tanınmıştır. Kur'an-ı Kerim Asr suresinde bütün insanları zarar içerisinde sayarak onların arasından sadece şunları müstesna etmiştir: "Ancak inanıp, iyi işler yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka."

İmam Muhammed Bâkır (a.s), İmam Ali (a.s)'dan, adamın biri o hazrete, Allah'ın birliğine ve peygamberin risaletine şehadet eden herkes mümin midir? diye sorması üzerine, "Allah'ın farzları nerede?" şeklinde cevap verdiğini nakleder.

Yine Emirulmüminin Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Eğer iman sadece sözden (şehadet getirmekten) ibaret olsaydı, artık oruç, namaz, helal ve haram yaşanmazdı."[146]

Buraya kadar söylediklerimizden şu sonucu alıyoruz: İmanın çeşitli mertebeleri ve her mertebenin de kendine has etkisi vardır. Kalben inandıktan sonra dile getirmek veya en azından inkar etmemek, imanın, peşinden bir takım dinî ve dünyevî gerekleri getiren en asgarî mertebesidir; oysa imanın, insanın dünya ve ahirette kurtuluşa ermesine neden olan diğer bir mertebesi de, onun ameli ve fiilî gereklerini yerine getirmektir.

Burada değinilmesi gereken diğer bir nokta da, bazı rivayetlerde dini vecibeleri yerine getirmenin de imanın erkanından sayılmış olmasıdır. İmam Rıza (a.s), babalarından ve onlar da Hz. Resulullah (s.a.a)'ten o hazretin şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "İman kalple tanımak, dille ikrar etmek ve uzuvlarla da amel etmekten ibarettir."[147] Bazı rivayetlerde, kelime-i şehadetle birlikte namaz kılmak, zekat vermek, hac farizasını yerine getirmek ve Ramazan ayında oruç tutmak da kaydedilmiştir.[148] Böyle rivayetler, ya Müslümanlarla Müslüman olmayanların bu amellerle birbirlerinden tanınabileceklerine işaret eder ya da kelime-i şehadeti söylemenin; en önemlileri namaz, zekat, hac ve oruç olan diğer dinî vecibelerin yerine getirilmesi durumunda insanı kurtuluşa erdirebileceğine işaret eder
İşte bu nedenle Müslümanların tüm merhalelerde İslamî kardeşliklerini koruyup usul-i dinden olmayan konularda farklı görüşlere sahip olmayı, birbirleriyle kavga edip, birbirlerini fısk ve küfürle suçlama kaynağı yapmamaları gerekir; fikrî ve akidevî ihtilaflarda da birbirleri hakkında bilimsel müzakerelerle yetinip mantıksız taassuplar yürütmekten, iftira ve tahrif etmekten sakınmaları gerekir.

122. İlke:
Dünya Müslümanları usul-i dinde[149] görüş birliği içerisindedirler; bir grup, bazı esas veya ayrıntılarda farklı bir görüşe sahip olması nedeniyle diğerlerini tekfir etmemelidirler; çünkü ihtilaf konularından bir çoğu, Müslümanlar arasında daha sonra çıkan şeylerdir ve her grubun o konuda kendisine göre bir delili vardır. Dolayısıyla, bu konularda ihtilafa düşmek, Müslümanların birbirini tekfir etme veya fıskla suçlama vesilesi olup İslamî vahdet ve birliği bozamaz; ihtilafları halletmenin en iyi yolu, boş ve mantıksız taassuplardan uzak olarak bilimsel müzakereler yapmaktır.

Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor: "Ey inananlar, Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayın, dinleyin, size selam verene (ve kendisini sizinle aynı dinden bilene), dünya hayatının geçici menfaatini gözeterek: Sen mü'min değildin! demeyin." (Nisâ, 94)

Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a), İslam'ın temellerini beyan ederek bir Müslüman'ın, başka bir Müslüman'ı günah işlemesinden dolayı tekfir etmeye veya onu müşrik olarak addetmeye hakkı olmadığını vurgulamaktadır.[150]

123. İlke: BİD'AT
"Bid'at", lügatte, failinin bir nevi kemalini gösteren, geçmişi olmayan yeni bir iştir; nitekim Allah Teala'nın sıfatlarından biri "Bedi"dir: "(O,) göklerin ve yerin yaratıcısıdır" (Bakara, 117). "Bid'at"in ıstılahî anlamı ise insanın, dinde olmayan bir şeyi dine nispet vermesidir; bid'atin en kısa tanımı, "dinde olmayan bir şeyi dine sokmak"tır.

Dinde bid'at yaratmak büyük günahlardan olup haram olduğunda hiçbir şüphe yoktur. Hz. Resulullah (s.a.a), "Her yeni şey bid'attir, her bid'at delalettir ve her delalet de ateştedir"[151] buyurmuştur. Bid'at konusunda dikkat edilmesi gereken önemli nokta, bid'atin diğer şeylerle ayırtedilmesi için biat kavramının, kapsamlı ve bu kavramın içine girmeyen diğer şeyleri engelleyecek bir şekilde tanımının yapılmasıdır. Bid'at kavramını iyi bir şekilde anlayabilmek için iki noktaya dikkat edilmesi gerekir:

1- Bid'at, dinde bir şeyi artırarak veya eksilterek onda bir nevi tasarruf etmektir. Dolayısıyla, dinle bir ilgisi olmayan, aksine, normal ve örfî bir şey olarak yapılan bir yenilik (her ne kadar meşru oluşu dinimiz bakımından haram ve yasak olmamasına bağlıysa da) bid'at değildir. Örneğin, insanoğlu ev, giyim ve diğer geçim vesileleri bakımından sürekli yeniliklere başvurmaktadır; özellikle asrımızda, normal yaşamın vesile ve metotlarından bir çoğu değişmiş, mesela yeni sporlar ve eğlenceler çıkmıştır. Açıktır ki bunların tümü bir çeşit bid'at (yenilik)tir; fakat bunların dinde bid'atle bir ilişkisi yoktur. Sadece, dediğimiz gibi, onların helal oluşları ve onlardan yararlanmak İslam dininin hüküm ve ölçülerine aykırı olmamasına bağlıdır. Örneğin, batının ahlaksız kültürlerinden olan meclis ve toplantılarda kadınlarla erkeklerin hicapsız bir vaziyette birbirlerine karışması haram olmasına rağmen bid'at değildir; çünkü bu gibi toplantılara katılanlar bu ameli, İslam'ın tasvip ettiği meşru bir amel olarak yapmamaktadırlar; aksine çoğu zaman dinî hükümlere aykırı bir iş olduğu inancıyla gaflet ederek ve düşünmeden yapmaktadırlar. Dolayısıyla bazen kendilerine gelerek ciddi bir şekilde bir daha o toplantılara katılmamaya karar vermektedirler.

Daha açık birdeyişle, eğer bir millet bir veya birkaç gün bir araya toplanıp eğlenmek için belirler, ama bunu şeraitin iznine mal etmezlerse, böyle bir iş, (helal ve haram oluşu diğer açılardan incelenmesi gerekse de) bid'at değildir.

Buradan, sanat, spor, sanayi ve diğer alanlardaki bir çok yeniliklerin burada kastettiğimiz bid'at mefhumunun dışında olduğu, onlar hakkında söz konusu olan şeyin, kendine has ölçüsü olan diğer açılardan helal ve haram oluşları olduğu anlaşılmaktadır.

2- Dinde bid'atin aslı, dinde meşruiyetini onaylayacak bir kanun ve kural olmayan bir şeyi, dinin yapılmasını emrettiği şerî bir şey olarak yapmaktır; ancak insanın dinî bir amel olarak yaptığı bir şeyin meşruiyeti için şerî bir delil (özel, umumî ve kulli) olursa, o iş bid'at değildir. İşte bu nedenle büyük Şiâ alimi Allame Meclisî diyor ki: "Dinde bid'at, Hz. Resulullah (s.a.a)'ten sonra dinin bir parçası olarak çıkarılan, hakkında özel bir delil olmayan ve genel kuralların kapsamına da girmeyen şeylerdir."[152]

Meşhur Ehl-i Beyt alimi İbn-i Hacer-i Askelanî de şöyle diyor: "Bid'at, dinde aslı olmadığı halde çıkarılan bir şeydir; ancak şeraitin delalet ettiği dinde aslı olan bir şey bid'at değildir."[153]

Evet, bu açıklama, bazı kişilerin eline ayağına dolaşan bir çok asılsız şüpheleri de çözmektedir. Örneğin, dünya Müslümanlarından büyük bir bölümü Hz. Resulullah (s.a.a)'in veladet gününü kutlamakta ve şenlikler düzenlemektedirler; fakat bir grup bunu bid'at saymaktadır! Oysa, dediğimiz gibi, bu amel kesinlikle bid'at ölçülerini taşımamaktadır. Çünkü bu saygı ve sevgi belirtilerinin dinimizde farz olmadığını kabul etsek bile, Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a) ve onun sevgili Ehl-i Beyt'ine (a.s) saygı ve sevgi göstermek İslam dininin kesin ilkelerinden biridir; bu gibi dinî toplantılar ve şenlikler de o genel kuralın bir cilvesidir. Nitekim Hz. Resulullah (s.a.a), "Sizden hiç biriniz, beni malından, çocuklarından ve bütün insanlardan daha aziz bilmezse mü'min olamaz"[154] buyurmaktadır.

Açıktır ki, Hz. Resulullah (s.a.a) ve Ehl-i Beyt'inin (a.s) veladet günlerinde sevinçli olup bu amaçla şenlikler düzenleyen kimseler, bu günlerde şenlikler düzenlemenin nassla belirtildiğini ve günümüzdeki şekliyle şenlikler düzenlemenin farz olduğunu kastetmemektedirler; aksine, onlar Hz. Resulullah (s.a.a) ve Ehl-i Beyt'ine (a.s) sevgi beslemenin, çeşitli tabirlerle Kitab ve sünnette vurgulanan genel bir ilke olduğu inancındadırlar.

Kur'an-ı Kerim, "De ki: Ben buna (risaletimi ulaştırmaya) karşılık sizden, yakınları(mı) sevmekten başka bir ücret istemiyorum" buyurmaktadır (Şura, 23); bu ilke, Müslümanların kişisel ve toplumsal hayatlarının çeşitli boyutlarında tezahür bulabilir. Veladet günlerinde şenlikler düzenlemenin, o günlerde Allah'ın rahmet ve bereketinin inişini hatırlayıp Allah'a şükretme yönü vardır ve bu konu (rahmet indiği günde şenlik düzenlemek), önceki dinlerde de vardı; nitekim Kur'an-ı Kerim, apaçık bir şekilde, Hz. İsa (a.s)'ın kendisine ve bütün arkadaşlarına gökte bir sofra indirmesini ve böylece gökten sofranın inişine kendisinin ve arkadaşlarının -nesilden nesle- bayram tutmalarını istediğini bildirmektedir:

"Allah'ım, Rabb'imiz, bizim üzerimize gökten bir sofra indir ki bizim için, önce ve sonra gelenlerimiz için )o gün) bir bayram olsun ve (o olay), senden bir mucize olsun..." (Mâide, 114)

Dediğimiz gibi, bid'at, şeriatte (özel veya genel olarak) doğru bir kaynağı olmayan tasarruflardır ve şuna da dikkat edilmesi gerekir ki, Ehl-i Beyt İmamlarının (a.s) rivayetleri, "Sekaleyn" hadisi gereğince şeriatin kaynaklarından ve din hükümlerinin delillerinden sayılmaktadır. Dolayısıyla, Masum Ehl-i Beyt İmamları (a.s) bir şeyin câiz veya haram olduğunu söylediklerinde, onların buyruklarına itaat etmek dine uymak olup dinde bid'at çıkarma dairesinin kapsamına girmez.

Son olarak şunu da hatırlatalım ki, izinsiz olarak tasarruf anlamında bid'at çıkarmak, tarih boyunca sürekli çirkin ve haram kabul edilmiş olup Kur'an-ı Kerim onu, "Allah mı size böyle izin verdi?!" (Yunus, 59) şeklinde anmaktadır. Bu durumda, bid'ati (bu anlamda) çirkin, güzel, haram ve câiz olarak kısımlara ayırmak da doğru değildir.

Evet, "bid'at"in genel lügat anlamında, dine nispet vermeden yaşam gereçlerinde yenilik yapmak anlamında çeşitli şekilleri olup dinde yer alan beş hükümden (farz, haram, mekruh, müstehap ve mubah) birinin kapsamına girebilir.


SAAT: 06:28

vBulletin® Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2024 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306