Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   Serbest Kürsü (https://www.forum.medineweb.net/658-serbest-kursu)
-   -   oylesine.... (https://www.forum.medineweb.net/serbest-kursu/30845-oylesine.html)

hakaşığı 23 Aralık 2014 22:25

oylesine....
 
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

hakaşığı 23 Aralık 2014 22:30

Cevap: oylesine....
 
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

hakaşığı 23 Aralık 2014 22:34

Cevap: oylesine....
 
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

su damlası 23 Aralık 2014 22:34

Cevap: oylesine....
 
canım nedense benim yazılarımı okumuyorsun reklam içerikli paylaşım yapma bitanem derin sayfa yazıyo ya o bir reklamdır. Bundan sonra dikkat et..:)

hakaşığı 23 Aralık 2014 22:36

Cevap: oylesine....
 
Bizim Hastalıklarımız Nelerdir?

1. Allah’ı biliyoruz; Ama emrine uymuyoruz.
2. Kur’âna inanıyoruz; Ama onunla amel etmiyoruz.
3. Peygambere inanıyoruz; Ama sünnetine uymuyoruz.
4. Şeytanı tanıyoruz; Ama kendimize düşman bilmiyoruz.
5. Cennete inanıyoruz; Ama ona girmek için çalışmıyoruz.
6. Cehennemden korkuyoruz; Ama günahlardan kaçmıyoruz.
7. Ölümü biliyoruz; Ama onun için hazırlık yapmıyoruz.
8. Kardeşlerimizi ayıplıyoruz; Ama onların yaptıklarını yapıyoruz.
9. Allah’ın nimetlerini yiyoruz; Ama çok şükretmiyoruz.
10. Kardeşlerimizi mezara götürüyoruz; Ama ibret almıyoruz...

hakaşığı 23 Aralık 2014 22:36

Cevap: oylesine....
 
Alıntı:

su damlası Üyemizden Alıntı (Mesaj 365116)
canım nedense benim yazılarımı okumuyorsun reklam içerikli paylaşım yapma bitanem derin sayfa yazıyo ya o bir reklamdır. Bundan sonra dikkat et..:)

tamam onceden oldu ya tamam

hakaşığı 23 Aralık 2014 22:39

Cevap: oylesine....
 
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

hakaşığı 23 Aralık 2014 22:41

Cevap: oylesine....
 
"Helâl lokma ye Hafız... Boğazından geçen, yalnız kanına karışmaz. Ruhuna ve İmânına da karışır..!"

hakaşığı 23 Aralık 2014 22:45

Cevap: oylesine....
 
Kendini çok beğenme kul katında, ne kendini beğenmişler var toprak altında. Hz. Mevlana

hakaşığı 23 Aralık 2014 22:49

Cevap: oylesine....
 
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

hakaşığı 23 Aralık 2014 22:53

Cevap: oylesine....
 
Allah'ı Bilmeye Yüz Delil Fahreddîn-i Râzî Herat ve civarında bozuk inançları yaymakla meşgul olanlarla mücâdele ediyor, Müslümanlar'ı bunların tehlikelerine karşı korumaya çalışıyordu. Üç yüz kadar atlı talebe ve âlim ile Herat'a geldiğinde; hem devlet, hem din büyükleri akın akın ziyaretine gelmiş, alâka göstermişlerdi. Ama birileri vardı ki; ne geliyor, ne de gelme arzusu ızhâr ediyordu. Acaba Fahreddîn-i Râzî hazretlerinin muhâliflerinden miydi? Halktan bir zengin, bir gün Fahreddîn-i Râzî hazretlerini bahçesinde yemeğe dâvet etti. Maksadı; ziyaretine gelmeyen zâtı da orada bulundurup, görüşmelerini ve bir yanlış anlamanın meydana gelmemesini temin etmekti. Fahreddîn-i Râzî hazretleri, yemekte karşılaştığı ziyaretine gelmeyen zâta, - Niçin bizi ziyârete gelmediniz? diye sordu. Şöyle cevap verdi o zât: - Ben fakirin biriyim. Ne ziyâretinize gelişim size bir şeref kazandırır, ne de gelmeyişim size bir şey kaybettirir. Siz mühim kimselerle meşgul olun. Bu cevap Fahreddîn-i Râzî hazretlerini düşündürdü. Bu defa büsbütün meraklanarak ısrarla suallerini peşi peşine sıraladı: - Bu, sıradan birinin sözüne benzemiyor. Kalbi-gönlü uyanık birinin cevabıdır bu. Şimdi daha çok meraklandım. Söyleyin lütfen niçin gelmiyorsunuz? Bize vermek istediğiniz bir mesajınız olmalı. - Sen, 'Müslümanlar'ın benim ziyâretime gelmeleri vâciptir' diyormuşsun. Neden senin ziyâretine gelmek vâcip olsun? - Ben ilim ehli biriyim. Benim ziyâretime gelenler aslında benim değil, ilmin ziyâretine gelmiş olurlar. Mücâdelemde bana yardımcı olmuş, beni desteklemiş sayılırlar. - Öyle ise anlat bakalım... İlmin hedefi Allâh'ı bilmek olduğuna göre, nasıl biliyorsun Hazret-i Mevlâ'yı? - Yüz delil ve burhan ile biliyorum Allah Teâlâ'yı... - Peki öyleyse, söyler misin; burhan ve delil, şüpheleri gidermek için değil midir? Demek sende bu kadar şüphe varmış ki her birine delil aramış; ancak bu delillerle şüpheni gidermişsin. Halbuki Allahü zû'l-Celâl bana, öyle bir îman verdi ki; şüphenin zerresi bile kalbimde yoktur. Olmayan şeyi gidermek için ne diye delil ve burhan arayayım? Bu cevaptan sonra bir suskunluk başlar. Neden sonra yerinden kalkan büyük müfessir Fahreddîn-i Râzî hazretleri, - Uzat elini de öpeyim. Sen sıradan biri değil, bir îman ve ihlâs numûnesi mâneviyât sultânısın. Kim isen söyle de beni daha fazla merakta bırakma. Fahreddîn-i Râzî hazretlerinin kulağına eğilen birinin, fısıltı hâlinde söyledikleri şundan ibârettir: - Konuştuğun zât, Necmüddîn-i Kübrâ hazretleridir. Fahreddîn-i Râzî hazretleri hemen diz çöküp rica eder: - Lütfen beni de kabul buyurun tâlipleriniz arasına da, ben de iştirak edeyim sohbetlerinize... * * * İşte zâhirî ilimle bâtınî ilmin farkı... İşte zâhirî ilim ehli ile, zû'l-cenâhayn olan mâneviyat erbâbının seviye ve dereceleri... Keza, aralarındaki diyaloğun güzelliği ve hakkı teslim ile neticelenişi... Ve, biribirlerine karşı olan nezâket ve saygıları... Zamanımız 'tartışmacıları'na örnek olması dileğiyle...

hakaşığı 23 Aralık 2014 22:57

Cevap: oylesine....
 
Birgün hazret-i Ebû Bekr 'r.a.', hazret-i Fahr-i âlem seyyid-i veled-i âdem Nebiyyi muhterem ve habîb-i mükerremin 's.a.v.' huzûr-ı şerîflerinde, se'âdetle otururlarken; Bir bedbaht kötü huylu kimse; bir edebsizlik edip, Ebû Bekre dil uzatıp, yakışıksız sözler söyledi. Hazret-i Server-i kâinât; o edebsiz, Ebû Bekre edebsizlik etdikce; birşey söylemez, ba'zan da tebessüm eder idi. Hazret-i Ebû Bekr; o bedbaht ve edebsizin edebsizliği haddi aşınca; zarûrî olarak gadaba gelip, birkaç söz söyleyince; hazret-i Fahr-i kâinât, se'âdetle ve devletle yerinden kalkıp, gitdi. Hazret-i Ebû Bekr 'radıyallahü teâlâ anh' Sultân-ı Enbiyânın ardına düşüp, yetişdi ve dedi ki:

- Yâ Resûlallah! Niçin, bir hayâsız, edebsizlik edip, gönül incitirken, susu, birşey söylemediniz. Şimdi, ben ona söyleyince, kalkıp, gitdiniz; sebebi nedir.

Hazret-i Fahr-i kevneyn ve Resûl-i sakaleyn 's.a.v.' buyurdu ki:

- Yâ Sıddîk! O hayâsız ve bedbaht sana dil uzatmağa başladığı zemân, Allahü teâlâ bir melek gönderdi ki, o kimseyi karşılayıp, kovacak idi. Sen, hemen gadaba geldin; söylemeğe başladın. O melek gidip, yerine iblîs geldi. İblîs-i la'înin olduğu yerde, ben durmam.

Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk 'r.a.' ondan sonra, vaktli vaktsiz söz söylememek için, mubârek ağzına bir taş koyar idi. Ne zemân söz söylemek lâzım gelse, evvelâ fikr ederdi. Bir söz söyliyeceği zemân, o sözü kendi kendine nice zemân düşünür, tefekkürden sonra, mubârek ağzından o taş parçasını çıkarıp, ne söz söyliyecek ise söyler idi. Sonra o taş parçasını mubârek ağzına alıp, tesbîh ve tehlîl ile meşgûl olurdu. Kimseye, hayrdan ve şerden dünyâ kelâmı söylemez, eğer kat'î lâzım ise ve çok efdal ise, söylerdi. Yoksa, gecede ve gündüzde tesbîh ve tehlîl ile meşgûl idi.

hakaşığı 23 Aralık 2014 23:03

Cevap: oylesine....
 
ŞEMS'İN ŞEYTANINI YENMESİ
Şems gençlerle sohbet ederken,gençlerden birisi Şems'e sorar;
- Sen nasıl bu yola girdin,ne yaptın da şeytanını alt ettin?
- Anlatayım, dedi Şems. Sonra biraz gülerek biraz da kısık bir sesle;
- Siz yaşlarda bir gençtim. Bir gün şeytan yanı başıma geldi ve bana sordu, "Bugün ne yemek yiyeceksin?"
Cevap verdim: "Kendi etimi yiyeceğim."
Şeytan şaşırdı tekrar sordu, "Peki bugün ne giyeceksin?"
Aynen cevap verdim: "Kefenimi giyeceğim"
Şeytan daha çok şaşırdı ve son ümitle sordu: "Peki söyle bakalım,bu akşam nerede yatacaksın?"
Hemen cevabı yapıştırdım: "Kendi mezarımda!"
Şeytan benden uzaklaşırken şöyle mırıldandı: "Seninle de bir şey konuşulmaz...

hakaşığı 23 Aralık 2014 23:05

Cevap: oylesine....
 
Misyoner, Papaz Samuel Zwemer’in arkadşlarına nasihati!
Bir müslüman’a dinini bırak desek, onların islam’ı bırakması asla mümkün degildir. Nitekim 25 yılda ancak 25 Müslüman’ı Hristiyan yapabildik. Onlar buna karşılık her gün en az 25 Hristiyan’ı Müslüman yapıyorlar.
Biz Müslümanlara:
Sizin dininiz olan İslamiyet, mücevher yüklü çok kıymetli bir gemiye benziyor. Ama bu geminin yükü taşınamıyacak kadar çok fazla, çok agır. Gemi bu yükü taşıyamıyor. Geminin ve yolcuların karşı kıyıya batmadan ve sag salim geçebilmesi için, bu yüklerin bir bölümünü denize atmamız gerekir demeliyiz. Böylece mubahlardan, müstehaplardan,sünnetlerden başlayarak, vaciplere, farzlara gelinceye kadar onlara geminin bütün yüklerini boşalttırmalıyız. Böylece gemi karşıya geçse de boş geçmeli.
İbret alınacak bir vesika, günümüzde maalesef bazı Müslümanlar mubahlardan, müstehaplardan,sünnetlerden vazgeçmişler, vaciplere ve farzları inkara kadar gitmişler Müslümanların kafalarını karıştırmayı az da olsa başarmışlardır. Allah cc bütün Müslümanlara uyanıklık ıhsan eylesin.

hakaşığı 23 Aralık 2014 23:09

Cevap: oylesine....
 
AAllah kelimesi öyle bir kelimedir ki, hangi harfi silersen sil; anlamı hep, “Allah” olarak kalacaktır. Arapça Allah kelimesi, Elif, Lâm ve He harflerinden oluşur.
-Baştaki Elif’i sil, geriye Lillâh kalır; bu, Allah demektir.
-Sonra, Lâm’ı sil, geriye Lehû kalır; bu da, Allah demektir.
-Sonra diğer Lâm’ı da sil, geriye Hû kalır ki; bu da, Allah demektir

hakaşığı 23 Aralık 2014 23:12

Cevap: oylesine....
 
Fatma (r.a.) son anlarındaydı..
Yaşı yirminin biraz üzerindeydi.. Çileli bir hayatın sonuna doğru gelmişti.. Özlüyordu 6 ay önce gidiveren Babasını, özlemişti aşkın bir muhabbeti vardı.. Onulmaz bir yaraydı sanki içi yakan, yıkan, tarumar eden.. Hz Ali (r.a.)'ın yanında son nefesini veriyordu..
Yıkadılar Fatıma'yı, kefenlediler sonra... Hz. Ali’ye (r.a.) diyorlardı ki:
Fatımanın cenazesi hazırdır. ... Bütün Medine yollarda Medine Baki mezarlığında...
- Sevgililer Sevgilisinin Kızını defnedecekler..
- Mezara giriyor, mezara oturuyor Hz. Ali (r.a.) ve 'Uzatır mısınız bana Fatımayı' diyordu, uzatıyorlardı..
- . Fatıma’yı (r.a.)... Zaten nahifti, zaten inceydi, zaten zayıftı Fatıma (r.a.)... Ve O’nu mezara doğru uzatırken
Hz. Ali (r.a.) öyle ağlıyordu ki gözlerinden akan sicim gibi yaşlar Fatıma (r.a.)'nın yeni kefenini ıslatıyordu.. Hz. Ali (r.a.) şöyle söyleniyordu;
"Habibun leyse ya’diluhu habibun.. Vema lisivahu fikalbi nasibun.. Habîbun rabâ ayni ayni vecismî vean kalbi la yağibu"
"Sevgilim" diyordu Fatma’sına.. 'Sevgilim..!
Senin sevgini karşılayacak bir sevgi daha yoktur..
Doğrusu Senden gayrısı için şu yürekte bir nasip de olmayacaktır, her ne kadar gözlerimden ve vücudumdan uzaklaşsan da kalbimdesin sürekli ve her dem……
Sonra toprağı atacaklardı Fatma’nın üstüne.. Toprağa bulaşmış ellerini çırparken Hz. Ali (r.a.) şöyle diyecekti
"Doğrusu dünyada tek bir isteğim kaldı Fatıma...
Babana ve Sana ulaşacağım günü bekliyorum ...

hakaşığı 23 Aralık 2014 23:13

Cevap: oylesine....
 
MÜSLÜMANA YAKIŞAN UYKU ADABI.
Günümüzün ortalama üçte biri uyku ile geçmektedir. Gafletle geçmemesi için uykuyu da değerlendirmek gerekir. Müminin her hareketi şuurlu olmalıdır. Gafletle yatıp gafletle kalkmamalıdır! Rastgele yatağa girip uyumak doğru değildir.
1- Yatağa abdestli girmelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:(Abdestli yatanın ruhu Arşa yükselir ve gördüğü rüyalar doğru olur. Abdestsiz yatanın ruhu yükselmez, gördüğü rüyalar, karışık olur, doğru çıkmaz.) [İ. Gazali](Abdestli yatan, gece ibadet eden ve gündüz oruç tutan kimse gibi sevap kazanır.) [Hakim]
2- Misvaklanıp sağ yanı üzere kıbleye karşı yatmak sünnettir. Uyku, ibadetleri kuvvetle ve sağlam yapmak niyetiyle olursa ibadet olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Âlimlerin uykusu ibadettir.) [İ. Gazali]
3- Borçları ve önemli işleri olan kimse, vasiyetini yazmadan yatmamalıdır! Çünkü sabaha çıkacağını kimse bilemez. Eğer vasiyetsiz ölürse, Kıyamete kadar konuşamaz. Ölüler kendini ziyaret eder, onunla konuşmaya çalışırlar, fakat o cevap veremez. O zaman (Bu miskin vasiyetsiz ölmüş) derler. Vasiyet olarak, varsa kul borçlarını, namaz ve oruç kazaları gibi Hak borçlarını yazmalı, ölümünden sonra ne yapılmasını istiyorsa bildirmelidir!
4- Günahlarına tevbe edip uyumalıdır! Herkese iyilik yapacağına, uyandığı zaman kimseye fenalık etmeyeceğine niyet ederek yatmalıdır! Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Hiç kimseye zulüm ve kin hissi duymadan yatanın günahları affolur.) [İ. Ebiddünya]
5- Yatarken, gece ibadete kalkmaya niyet etmelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Gece ibadet etmek niyetiyle yatan, fakat uyku galebe çalıp sabaha kadar uyanamayan, niyeti sebebiyle gece ibadet etmiş gibi sevaba kavuşur. Uykusu da kendisine Allahü teâlânın ihsan ettiği bir sadaka olur.) [İbni Mace]
6- İyice uyku gelmeden yatmamalıdır! Kıymetli ömrü uyku ile geçirmemelidir! İhtiyaç kadar uyumalıdır!
7- Yatarken Âyet-el-kürsi, üç İhlas ve bir Fatiha, iki Kuleuzüyü okumalıdır! Salevat-ı şerife getirmelidir! "Amenerresulüyü yatsıdan sonra okumayı âdet edinmelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:(Gece Bekara suresinin son iki âyetini okuyana, bu iki ayet, her şey için kâfidir.)[Müslim]
8- Uykunun bir nevi ölüm, uyanmanın da dirilmek olduğunu düşünmelidir! Hazret-i Lokman, oğluna (Oğlum, ölümden şüphen varsa, uyuma! Uyumak mecburiyetinde kaldığın gibi, ölmeye de mahkumsun. Eğer dirilmekten şüphe ediyorsan, uykudan uyanma! Uykudan uyandığın gibi öldükten sonra da dirileceksin) buyurmuştur.
9- Yatarken yarınki hayırlı işleri yapabilmek için istirahat etmeye, sabah namazına kalkmaya ve ertesi gün hayırlı işler yapmaya niyet etmeli! Böyle niyet edenin uykusu ibadet olur. Gece uyanınca dua etmeyi âdet haline getirmeli! hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Uykudan uyanınca, "Allahümmağfirli" derse, duası kabul olur.) [İ. Ebiddünya]
10- Henüz sabah namazının vakti girmeden, yani seherde kalkmaya çalışmalıdır. Seher vakti kalkmak berekettir. Hele sabah namazının vakti girdikten sonra, güneş doğana kadar uyumak rızk yönünden de zararlıdır.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Sabah uykusu, rızka manidir.) [Beyheki]İbni Abbas hazretleri, sabah vakti oğlunu uyur görünce buyurdu ki: (Oğlum, rızıkların dağıtıldığı saatte uyunur mu? Bu saatte uyumak, tembellik alametidir, unutkanlığa sebep olur.) [Şir’a]
Yatarken Hadis-i şerifte buyuruldu ki:(Yatarken Fatiha ve İhlası okuyan, ölüm hariç, her şerden emin olur.) [Bezzar](Yatarken Kâfirun suresini okuyan şirkten beri olur.) [Tirmizi](Yatarken Mülk [Tebareke] suresini okumadan yatma! Çünkü ölürsen kabirde sana yoldaş olur.) [Ey Oğul İlmihâli]Tok karnına uyumakMümkün mertebe yemeği yatarken yememelidir! Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:(Tok karnına uyumak, kalbi katılaştırır.)[Taberani]Yenilen yemekleri namaz kılarak veya helal kazanç yollarında eritmeye çalışmalıdır!Yüzükoyun uyumakPeygamber efendimiz, yüzükoyun yatan birine, (Kalk, bu yatış, Cehennem ehlinin yatışıdır) buyurdu. Yüzükoyun ve örtüsüz yatan birine de, (Bu, Allahü teâlânın hiç sevmediği bir yatış şekli) buyurdu.

hakaşığı 23 Aralık 2014 23:16

Cevap: oylesine....
 
Erkek; -Çok iyisiniz hoşsunuz fakat beğenmedim ben sizi..
Kadın; -Kur’an’ı Kerim okur musunuz ?
Erkek; -Tabi ki.
Kadın; -Peki okuduğunuz her AYET’e Amenna ve Saddakna diyor musunuz ?
Erkek;-Elbette.
Kadın; -O vakit neden cevabınız NEFS kokuyor?
Erkek; -Ne demek istiyorsunuz ?
Kadın; -”Ben beğenmedim” diyorsunuz. -Oysa ki Enfal Suresi 63. Ayet’te buyruluyor ki ; -”Kalpleri birbirine ısındıran ancak Allah’tır.”
Erkek; -Evet yani ?
Kadın; -Yanisi şu ;Nefsinize pay biçmeyin, sizlik bir durum yok, -RAHMAN kalplerimizi birbirine ısındırmadı, hepsi bu…

hakaşığı 23 Aralık 2014 23:17

Cevap: oylesine....
 
Zinadan sakınınız. Zira onda 4 özellik vardır:
-Yüzün güzelliğini (nurunu) giderir.
-Rızkı keser.
-Allah'ı gazaplandırır.
-Cehennem ateşinde kalmayı gerektirir.'' (Taberani)

hakaşığı 23 Aralık 2014 23:22

Cevap: oylesine....
 
Hazreti Âsiye, Musa Aleyhisselâm'ın hayatının sebebidir. Hazreti Musa'ya en büyük hizmetlerde bulunan ve nihayet imân eden yüksek iradeli bir kadındır. Musa aleyhisselâmın doğumu sırasında Allahü Teâlâ tarafından annesine çocuğu endişe etmeden emzirmesi, şayet çocuğu hakkında bir fenalık hissederse onu bir sandık içerisinde Nil nehrine bırakıp mahzun ve mükedder olmaması ve çocuğu kendisine iade edilip büyüdüğünde peygamberlik rütbesi verileceği vahyedilmişti. Vahy mucibince Nil'e bırakılan ve yeni doğan bu çocuğu barındıran sandık Firavun'un sarayı sahilinden akıp giderken görülerek saraya alınmış ve Âsiye tarafından Firavun'a:

— Bu yavrucak bana ve sana bir göz aydını olur, bunun hayâtına kıymayınız! Belki bize bir faydası dokunur, yahut evlâd ediniriz, demişti de Firavun ve etbâı bu yavrucuğun ileride fazilet nâmına kendileriyle karşılaşacağını ve nasıl kahramanlıklar göstereceğini idrâk edemiyorlardı.

Bu şekilde Hazreti Musa'nın hayatını kurtaran Âsiye, ileride Musa aleyhisselâma iman ve mucizelerini tasdik etmiş olmakla Hazreti Musa gibi o da Firavun ile karşılaşmış ve bu suretle Hazreti Musa'nın hayatı ve dini uğrunda kendi hayatını feda etmiştir. Âsiye, Firavun'un çok acı işkenceleri altında can vermişti. Rivayet edildiğine göre, Hazreti Âsiye

— Ey Rabbim! Cennetinde, civarında bana ev yap da beni Firavun'dan ve onun kötülüklerinden kurtar!. Mealindeki duasını bu işkencelere mâruz kaldığı sırada okumuş ve derhal kabul olunup Cennet'teki makamı kendisine gösterilmekle güle güle hayatı terk etmiştir.

Bu şekilde Âsiye, kadınlık âleminde en yüksek fazilet doruklarına erişen iki kadından birisi oluyor. Diğeri ise, elini, eteğini sıkı tutmak, namusunu ve iffetini muhafaza etmek hususunda kale kadar metin bir ruha, bir irâdeye sahip olan Hazreti Meryem'dir..

hakaşığı 23 Aralık 2014 23:25

Cevap: oylesine....
 
İbni Abbas radıyallahü anh anlatıyor:

Peygamber aleyhisselâm zamanında güneş tutulmuştu. Allah'ın Resulü namaz kılıp uzun uzun kıyamda kaldı.

Bundan sonra Peygamberimiz şöyle buyurdu:

— Muhakkak güneş ile ay Allah'ın âyetlerinden birer âyettir. Hiç bir kimsenin ölümü ve yaşaması için tutulmazlar; şu halde tutulduklarını görünce Allah'ı zikrediniz.

İnsanlar dediler ki:

— Ey Allah'ın Resulü, durduğun yerde bir şey almaya uzanmış olduğunu, sonra da irkilip geri çekildiğini gördük. Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm:

— Katî olarak Cenneti gördüm de, bir salkım üzüm yakaladım. Koparmaya muvaffak olsaydım, dünya durduğu sürece ondan yiyebilecektiniz. Bana Cehennemde gösterildi. Şu anda gördüğüm manzaradan daha kötü hiç bir manzara görmedim. Cehennemdekilerin çoğunu da kadınlardan gördüm, buyurdu.

— Ey Allah'ın Resulü, ne sebeble onların çoğu kadınlardandır? diye sordular da, Peygamber aleyhisselâm:

— Küfürleri sebebiyle, cevabında bulundu.

— Allah'a mı küfrediyorlar? diye yine sordular. Peygamber aleyhisselâm:

— Kocalarına ve kendilerine yapılan nimete küfrediyorlar; onlardan birine dünyayı versen, yahud ömrü boyunca iyilikte bulunsan, yine senden hoşlarına gitmeyen bir şey görünce, senden hiç bir zaman hayır görmedim, derler, buyurdu.

hakaşığı 25 Aralık 2014 19:11

Cevap: oylesine....
 
İlkokuldan Beri Bize Yanlış Öğrettikleri 5 Bilimsel Gerçek
1)Öğretmenlerimiz görmek, duymak, tatmak, koklamak, hissetmek diye öğretti, yazılılarda sözlülerde cevapları böyle istedi…

Peki duyuların hası olan hareket kabiliyetimizi ölçme, hareketi hissetme ve denge hadisesi? Kulak içi sıvılarının ivme ölçer gibi çalışarak dengemizi bulmamızı sağlamasını kim neden boşluyor! Toplumun denge ayarlarıyla oynamayın! Vestibüler sistemimize gereken değeri ve önemi verelim.
2)Fizik bölümlerini göreve davet ediyoruz “adeta ters mıknatıslanma yapan” şeyler nedir

Şimdi örtmen sorsa çivi mi mıknatısla tepkimeye girer domates mi dese ne cevap vereceğiz? Bize sadece demir, çelik gibi ferromanyetik maddeler öğretilmiş gerisi niçun atlanmış?

Millet çeri domatesle uzay deneyi yapıyor. Domatesin içindeki suyun içindeki maddelerle diamanyetik hadiselere akıyor ve hareket elde ediyor…

Biz neden sadece “domatesin çekirdeği sap sarı” diye türkü çığırıyoruz? Futbolcuların sürekli girip çıktığı MR denen teknolojinin olayı işte budur çocuklar diyerek anlatsak, ya da Lost dizisindeki Faraday karakterinin esas olayı bu desek ya.

Batıda da durum aynı; ama onlar en azından mevzuyu sıkı lise eğitimiyle kapatıyorlar.
3)Ressamları, optikçileri, boya ustalarını komple göreve davet ediyoruz “ana renkler hangileri”
Diğer renklerin karışımıyla elde edilemeyen renkler ana renklerdi değil mi? Ayrıca diğer tüm ara renkler bu ana renklerin karışımıyla elde edilebiliyordu… E ama kırmızı ve mavi bu iki koşulda da patates oluyor. Kırmızı dediğini sarı ve mor (eflatunun tonu) karıştırarak elde edebiliyorsun. Morun bir türü ve camgöbeği karışımıyla ise mavi elde edilebiliyor.

Bununla birlikte işe kırmızı, mavi ve sarıyla başladığımızda bir sürü tona ulaşamıyoruz. Renk teorisyenleri tarafından 19. yüzyılın sonunda bu konu çoktan açıklığa kavuşturulsa da bir şekilde okul müfredatlarına girmemiş. Renkli printerlar da en çok bulunan kartuşlar da bu yüzden cyan, magenta ve yellow olan süper renklerdir (camgöbeği, mor, sarı.)
4)Vedat Milör’ü ve kulak – burun Dilimizin tat alma bölümlerinin birbirinden ayrı takıldıklarını ve bu bölümleri ayrı ayrı ezberlediğimiz zamanları hatırlıyor musunuz? Hepsi kolpaynış. Dilin arkası acımsı tatları, arka orta kenarları ekşiyi, orta ön kenarları tuzluyu ve ucu tatlıyı algılıyordu hani? Unutunuz bunları.

Bu dil haritası ilk defa anlı şanlı Harvard Üniversitesi’nden Edwin Boring adlı soyadıyla müstesna sıkıcı abinin, Almanya’da 1901 yılında yapılmış bir çalışmayı yanlış yorumlamasıyla ortaya atılmış.

Edwin Boring’in hatasına rağmen de ortaya atıldığı günden bu yana okul kitaplarında yerini almış ve çıkmamış. 1974 yılında dil haritası tamamen hatalı kabul edilse de üzerinden geçen 40 yıla rağmen bugün hâlâ kimi bioloji kitaplarında ve testlerde kendine yer bulabiliyor. Bilim dedik, batıdan gelir dedik, mösyölerin yaptığına bak. Monşers noolcak!– boğazcıları göreve davet ediyoruz “tat almanın gerçeklerini açıklayın”

hakaşığı 25 Aralık 2014 19:15

Cevap: oylesine....
 
hep yanlış ogrendigimizi sonradan farkediyoruzhani biri demiş ya bildigim tek şey hiçbir sey bilmedigim cok dogru aslında...

hakaşığı 25 Aralık 2014 19:43

Cevap: oylesine....
 
İsviçre’de yapılan bir araştırma, akıllı cep telefonu (smartphone) kullanımının beyinde değişime yol açtığını gösterdi.

Beyin kabuğunda duyuları yöneten ve “duyu korteksi” (somatosensory cortex) denen bölgesinde, ayak parmaklarından dile kadar her organdan gelen duyuları işleyen belli yerler var. Bu bölgeler esnek ve değişken. Örneğin, keman çalanlarda beynin keman tellerini yöneten parmaklarla ilgili bölge, başkalarına göre daha geniş.

Zürih Üniversitesi Nöroenformatik Enstitüsü ve ETH’den Arko Ghosh, akıllı telefon kullanıcılarının parmak becerilerinin beyin üzerindeki etkisini araştırırken, insan beynindeki değişimlerinin günlük takibinin bu telefonlarla yapılabileceğini keşfetmiş. Araştırmacı, Fribourg Üniversitesi’nden meslektaşlarıyla birlikte, parmak hareketleriyle tetiklenen duyu-motor korteksindeki hareketlenmeyi incelemiş. Ekibin 26’sı dokunmatik akıllı telefon, 11’i de daha eski model cep telefonları kullananları olmak üzere 37 “sağlak” denekle yürüttüğü çalışmada her deneğin başına 62 elektrot bağlanarak başparmak, işaret parmağı ve orta parmağın hareketlerinin beynin söz konusu bölgede yarattığı elektriksel potansiyel, elektroensefalograf cihazlarıyla incelenmiş. Sonuçlar, dokunmatik akıllı telefon kullananların beyinlerindeki değişimin, sıradan cep telefonları kullananlardan daha yüksek olduğunu göstermiş.

hakaşığı 25 Aralık 2014 19:47

Cevap: oylesine....
 
Günümüzde zikir denince boş oturan, yapacak başka işi gücü olmayan kimselerin yaptığı “olsa da olur, olmasa da” cinsinden bir ibadet akla geliyor. Bazı insanlar da beş vakit namazını kılan, Kur’an okuyan, ilimle uğraşan, haramlardan kaçan müminlerin gereken zikri yaptığını, ayrıca bir zikre ihtiyacı olmadığını düşünüyor. Oysa Yüce Yaratıcı’ya karşı yapacağımız en büyük vazife devamlı zikirdir. Zikir bütün ibadet çeşitlerini içine alan bir ameldir.
Günümüzde insanların o kadar kafaları karışmış ki, bir takım ibadetlere dahi önyargılı yaklaşılabiliyor. Allah’ın bir emri olan zikir de bu önyargının ve cehaletin kurbanları arasında. Bu sebeple olsa gerek, zikir deyince hayatla irtibatları kopuk, yarı mecnun insanların kendilerini adadıkları garip bir iş akla geliyor.
Oysa Mukaddes Kitabımız ve hadis-i şeriflerden öğreniyoruz ki, insanın Allah’a karşı yapacağı en büyük vazife zikirdir. Zikir bütün ibadet çeşitlerini içine alan bir ameldir. Onun belirlenmiş bir sınırı, zamanı ve miktarı yoktur. Çünkü zikredilen zat alemlerin Rabbi Yüce Allah’tır. O, her an zikredilmeye, sevilmeye ve övülmeye layıktır. Her varlık O’nun karşısında aciz ve O’nu anmaya muhtaçtır. Her şartta ve her an yüce Allah zikredilmelidir. Öyleyse varlık alemine adım attıktan sonra üzerimizden hiç kalkmayacak zikir vazifesinin ne olduğunu bilmemiz gerekiyor.

hakaşığı 25 Aralık 2014 19:49

Cevap: oylesine....
 
Varlıkların Ortak Dili
Öncelikle, Kur’an’ın kâinattaki bütün varlıkların O’nu zikrettiğini haber verdiğini hatırlayalım:
“Yedi kat gök, yer ve bunların içindekilerin hepsi Allah’ı tesbih eder. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat siz onların zikrini anlamazsınız. O çok halimdir, çok bağışlayıcıdır.” (İsra/ 44)
Her bir varlığın kendine ait bir dua ve tesbihi vardır, onu bilir ve yerine getirir (Nur/41). Zikir ve tesbih hangi dilde yapılırsa yapılsın, Yüce Rabbimiz yapanı bilir ve zikrini işitir. Çünkü bütün mülk O’nundur. Her şey O’nun sonsuz kudretiyle ve yüce iradesiyle vücut bulmuş, hayat sahnesine çıkmıştır.
Konumuzla ilgili ayet ve hadisler de bizlere bu gerçekleri öğretiyor: Her şey, kendi dili ve hali ile Yüce Yaratıcısı’nı zikreder. İlâhi kanun böyledir. Varlıkların zikir şeklini belki bizler fark edemeyiz. Ancak bir çeşit zikir yaptıkları muhakkak.
Kâinatta var olan her şey O’nu zikrederken, Allahu Tealâ akıllı insandan da sevgi ve iradeyle zikir yapmasını istemektedir. Çünkü insan, zikrin bütün çeşitlerini yapabilecek bir kabiliyette yaratılmıştır.
İbadetlerin Özü
Zikir bütün ibadetlerin özüdür. Bütün hak dinlerin ortak ibadetidir. Bütün peygamberler de bir anlamda insanlara zikri öğretmek için gönderilmişlerdir. Çünkü denilebilir ki insanın yaratılış gayesi zikirdir.
Zikir iki taraflıdır. Birincisi, Yüce Rabbimiz’in insanı zikretmesi, diğeri ise insanın Allah’ı zikretmesidir. Allah’ın sevdiği kullarını anması ile düşmanlarını anması elbette farklı olur. Dostları Allah’ı zikrederken Allah da onları anar.
İnsanın Yüce Rabbini zikretme ihtiyacı fıtratında gizlidir. Bu ihtiyaç hayatla başlar ve devam eder. Gerçek zikir öldükten sonra yapılır. Kabirde, mahşerde, cennette ve cehennemde zikir hiç kesilmez. Cennetlikler hamd ederek, cehennemlikler ızdırap içinde devamlı “ya Allah” derler. Fakat birisinde muhabbet, diğerinde mecburiyet, mahcubiyet ve pişmanlık vardır. Sonuçta, dünyada iman eden de inkâr eden de ahirette Yüce Allah’tan başkasını zikredemez.
Namaz niçin kılınır, zekât niçin verilir, hacca niçin gidilir, kurban niçin kesilir gibi binlerce soru sorulsa ve bir cevap istense, verilecek cevap zikirdir. Hiçbir ibadet, kendi başına hedef değildir. Namaz, oruç, zekât, hac, hizmet, güzel ahlâk, ilim, irfan, ihsan hep Yüce Yaratıcı’yı zikir içindir.
Zikir, kulluğun temel esası, tadı ve hedefidir. Zikir kalbin gıdası, ruhun safasıdır. Zikir sevginin ispatı, ilâhi dostluğun aynasıdır. Zikir sevginin ispatıdır. Zikretmeyen kimse sevgilisine yabancı, sevgisinde yalancıdır.
Zikir Allah’a Yaklaştırır
Zikir anmak, hatırlamak, unutmamak ve yad etmek gibi manalar taşır. Ancak, ondaki gizli mana sevmek, yüceltmek ve özlemektir. Zikrin aslı, gönülden masivayı yani Allahu Tealâ dışındaki her şeyi çıkarıp O’nu sevmektir.
En büyük ibadetlerden biri de namazdır. Ondaki tek hedef de bütün azalarla Allah’ı zikretmektir. “Beni zikretmek için namaz kıl” (Tâhâ/14) ayeti, namazdaki asıl hedefin rukû ve secde değil, bütün bunları yaparken Yüce Mevlâ’yı zikretmek, dil ve hal ile O’nu yüceltmek olduğunu ifade ediyor.
Bir de şu ayeti düşünelim: “Namaz kıl. Muhakkak ki namaz, insanı kötülüklerden ve hoş olmayan hallerden alıkoyar. Hiç şüphesiz Allah’ın zikri en büyüktür.” (Ankebut/45) Kulun Yüce Allah’ı zikretmesi her şeyden büyüktür. Yaptığı zikre karşılık olarak Yüce Allah’ın kulunu zikretmesi ise hiçbir şeyle ölçülemeyecek kadar büyük bir saadettir. Allahu Tealâ’nın “Siz beni zikredin, ben de sizi zikredeyim” (Bakara/152) müjdesi her çeşit zikri içine alır. Allahu Teala’yı zikretmek için bu müjde yeter.
Rasulullah A.S. Efendimiz zikrin yerini ve değerini şöyle ifade eder:
“Size amellerinizin en hayırlısını, Rabbimiz katında en temiz olanını, derecenizi en çok yükseltenini; altın ve gümüş infak etmekten, düşmanla karşılaşıp onları öldürmenizden veya şehit düşmenizden daha hayırlı olanını haber vereyim mi: Allahu Tealâ’yı zikretmek.” (Tirmizi, İbn-i Mace, Ahmed, Hakim)
Bir defasında yine Rasulullah A.S. Efendimiz’e, “Hangi cihad, hangi namaz, hangi oruç, hangi zekât, hangi sadaka, hangi hac daha faziletlidir?” diye sorulduğunda, hepsi için şu cevabı vermiştir: “Bunlardan hangisinde Allahu Tealâ daha fazla zikrediliyorsa, o en faziletlisidir.” (Ahmed, İbn-i Mübarek, Tebarani)
Bir ibadetin maddi şartlarda yapılması onun hedefinin zikir olmasını değiştirmez. Bilakis zikri çeşitlendirip hayatın her alanına yayar ve manasını derinleştirir. Kurban keserken yapılan zikrin manası ve tadı ile, oruç tutarken yapılan zikrin tadı ve manası aynı değildir. İkisi de bir zikir sebebidir. İkisi de kalbi Allah’a bağlama yoludur. Diğer ibadetleri de böyle düşünmeliyiz. Şu hadis-i şerif konumuzu anlamak için yeterlidir:
“Kâbe’yi tavaf etmek, Safa ile Merve arasında koşmak, şeytan taşlamak ancak Allah’ı zikretmek için emredildi.” (Ebu Davud, Tirmizi)
Eğer, “Hangi zikir daha faziletlidir?” diye bir soru sorulursa cevap aynıdır: Kalbin en fazla uyanık olduğu ve ihlâsla Yüce Rabbini yücelttiği zikir en faziletli olandır.
Müminler her yaptıkları amelin başında, içinde ve sonunda kalplerini kontrol etmeli. O amelle kalbinin ne derece uyandığına ve Yüce Allah’a ne kadar bağlandığına bakmalıdır.
Kurtuluş Sebebi
Şunu belirtelim ki, Allahu Tealâ’yı bir şekilde zikretmek farzdır. Bu zikrin bir sayısı ve sınırı yoktur. Müminlere verilen ilâhi emir şudur:
“Allah’ı çokça zikredin ki, kurtuluşa eresiniz.” (Enfal/45)
“Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin. O’nu sabah akşam tesbih edin.” (Ahzap/41-42)
“Allah’ı çokça zikreden erkekler ve kadınlar var ya, Allah onlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzap/35)
Allahu Tealâ’yı seven gafil olmaz. Gafil de, Allah’ın dostu olamaz. Zikir gaflet halinden kurtuluştur. Kalbi diri tutma çabasıdır. Bu ibadetin önemini vurgulamak için bütün arifler, bu dersi geçemeyen kimsenin velilik makamına eremeyeceğini belirtmişlerdir.
Zikir, hak yolcusunun en birinci amelidir. Tasavvuf terbiyesinin ana hedefi kalbi uyandırmak ve Yüce Allah’a bağlamaktır. Bütün mesele kalbin uyanmasıdır. Kalbi uyanmayan kimse, bir türlü taklidi imandan kurtulamaz. Bu haliyle kalp, ibadetin gerçek tadını alamaz. İlâhi emirlerdeki hikmeti ve inceliği anlayamaz.
Allahu Tealâ, dostlarının halini anlatırken onların zikre nasıl aşık olduklarını şöyle haber verir:
“Onlar öyle er kişilerdir ki, herhangi bir ticaret ve alışveriş işi onları Allah’ı zikretmekten, namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymaz. Onlar, yüreklerin ve gözlerin dehşetten ters döneceği ahiret gününden korkarlar.” (Nur/37)
“Onlar, ayakta otururken ve yanları üzeri yatarken devamlı Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler.” (Âl-i İmran/161)
Büyük müfessir Fahrüddin Razi, bu ayetin tefsirinde Allahu Tealâ’ya gerçek kulluğun ve dostluğun ancak bütün vücut azalarıyla Allah’a yönelmekle mümkün olduğunu belirtmiştir. (Tefsir-i Kebir)
Arifler, Fahreddin Razi’nin anlattığı bu hale “zikr-i sultani” derler ve onu şöyle tarif ederler:
“Zikr-i sultani, zikrin vücuda yayılıp bütün duygu ve düşünceyi tesiri altına almasıdır. Bu durumdaki kimse öyle hassaslaşır ki, bütün eşyanın zikrini hissedecek hale gelir. Her gördüğü varlıkla birlikte bir çeşit zikre geçer.”
Büyük veli İmam-ı Rabbani K.S. bu konuda şu mühim uyarıyı yapıyor:
“Kalbin Allah’tan gayri her şeyi unutacak derecede zikir içinde kaybolması ve bu halin Allah’a yakınlık sebebi olması için Ehl-i Sünnet inancına bağlı olmak şarttır. Ayrıca hak mezheplerden birisinin hükümleriyle amel etmek gereklidir. Bu, peşine düşülecek en büyük hedeftir. Cenab-ı Hak ile huzur ve sükûna ulaşıp tertemiz olan kalp sahipleri, eşyaya baktıklarında devamlı Yaradan’ı hatırlarlar. Kalpleri eşyaya takılıp kalmaz. Buna, kalbin Allah’ın sevgisi ve zikri içinde kaybolması denir. Velilikte ilk basamak budur ve diğer velâyet makamları bu halin üzerine gelişir.” (Mektubat)
Zikirde İlk Nokta
Başlanmayan hiçbir işten sonuç alınamaz. Zikirde ilk nokta, onun gereğine inanmaktır. Zikir fazilet değil, farz olarak görülmelidir. Sonra birinci adımı atmak gerekir. Taklitle de olsa zikre başlamalıdır. Kalbin uyanması için ona yönelmek şarttır. Zikirde devamlılık esastır. Vücudun zikre alışması, ısınması ve onu nefes alış verişi gibi tabii hale getirmesi için, devam edilmesi gerekir. Arifler işin çözümünü zikre başlamakta ve devam etmekte görmüşlerdir.
Allah’ın zikrini kalplerine nakşedenlere ne mutlu!

hakaşığı 25 Aralık 2014 19:51

Cevap: oylesine....
 
bizler ne kadar alıştırdık acaba dilimizi kalbimizi zikre...

hakaşığı 25 Aralık 2014 20:11

Cevap: oylesine....
 
Hallac-ı Mansur k.s. hazretlerinin oğlu anlatıyor: “Babamın idam edileceği günün gecesiydi. Ona dedim ki:
– “Kıymetli babam, seninle son gecemdir, bana nasihat et.”
Şöyle dedi:
– “Nefsin seni bir meşguliyete düşürmeden sen onu ilahî meşguliyete sok. Eğer başıboş bırakırsan seni hayvaniyetin içine çeker.”
Sonra da şöyle devam etti:
– “Sen öyle bir şeyle ahirete hazırlık yap ki, onun bir zerresi bile insanların ve cinlerin amelinden üstündür.”
-” Baba, o şey nedir” diye sordum.
-“Allah Tealâ’yı bilmek ve sevmektir” dedi.

hakaşığı 25 Aralık 2014 20:16

Cevap: oylesine....
 
Nefsi ile mücadelenin mükafaati

Vaktiyle meşhur Üsküdar yangınında, bir Paşanın kızı gece yangının korku ve telaşıyla evinden uzaklaşırGece çıkan yangın bütün mahalleyi sararÇok evler yanıp kül olurBu korku ile evinin yolunu kaybeden kızcağız, ne yapacağını şaşırırO zamanlar şimdiki gibi elektrik yokHer taraf karanlık, zindan gibiKızcağız, caminin yanındaki medreselerin birinde mum ışığı görür Pencereden bakarki, bir molla kitap okuyor ders çalışıyorKızcağız nereye sığınsın?Her taraf zifiri karanlıkCan korkusu bu, hani " denize düşen yılana sarılır" derlerKız, mollanın kapısını çalar

Molla kapıyı açar:Hayrola ne istiyorsun? derKız:Yangın korkusu ile evimizin yolunu kaybettim,bütün mahallemiz yanıp kül oldu Evimizi karanlıkta bulamıyorumMüsade ederseniz, sabah olup her taraf aydınlanıncaya kadar burada kalayım derMollada:Hay hay!Başım üzerinde yeriniz varderBuyurun orada yatağım var uzanın, korkmuşsunuz, istirahat edin, dinlenin der

Kız yangının verdiği korku ile hemen orada sedirin üzerinde uyuya kalır

Mollada dersini çalışmaya devam ederFakat şeytan ve nefsi mollaya musallat olurNe duruyorsun?20 senedir böyle fırsat ilk defa eline geçiyor, bak şu kızın güzelliğine der

Molla bir an düşünür ve hemen parmağını yanan mumun ateşine dayar, parmakları yanarMolla nasıl der, bir küçük mumun ateşine dayanamıyorsun, yarın cehennem ateşine nasıl dayanacaksın der
Bu hal sabaha kadar devam eder

Ey kötü nefis!20 senelik göz nurumu boşa gidermemBakasana bir mum ateşine dayanamıyorsun diye nefsi ile şeytanı yakar, yok eder

Sabah olurKız uyanır, teşekkür ederek evine giderKızın anası babası telaş içinde, göz yaşı dökerek bu zamana kadar nerede olduğunu sorarlar

Kızda, birşeyinin olmadığını söyler ve olanları anlatır

Paşa gidip mollaya teşekkür eder, birazda para vermek isterAma molla kabul etmezMolla şöyle der:
Efendim ben birşey yapmış değilim, ben zaten dersimi yapacaktım, kızınızda burada sabahın olmasını beklediler deyip kızın babasını geçiştirmek ister

Fakat kızın babası bu iyiliği karşılıksız bırakmak istemezIsrarla mollaya sorar:Allah aşkına molla! bana doğruyu söyleBütün parmakların sarılı neden? niçin bu kadar acı ve ızdıraba katlanıyorsun?Bunları bana bir bir anlat der

Molla:
Efendim benim sizin için yaptığım bir iyilik yok ki, bütün yaptıkları kendi menfaatim içindirBen yirmi senedir köyümden buraya ilim tahsil etmek için geldimAna baba hasreti ile yanıyorumBu sene icazet alıp anama, babama döneceğim senedir nefsimi terbiye etmeye çalıştımNefsimin terbiye olduğunu zannediyordumBu gün gördümki, terbiye olmamış, onu terbiye için mum ışığının ateşine dayanabilirmisin? dedim, dayanamadıİşte elimdeki sargılar bundandır, der

Koca paşa mollanın ellerini öper

Evladım der Eğer müsade edersen sana ufak bir hizmette bulunmak isterimGel bundan böyle benim köşkümün misafiri olİstersen seni evlat edinirimKabul buyururusan kızımı sana veririmBenim kızım senin gibi fazilette kemale ermiş, dinin bütün faziletlerini kendinde toplamış bir zata layık değil ama, benim kızımda fazilet numunesidir, diyerek fazilet örneği olan mollaya kızını nikahlar

hakaşığı 26 Aralık 2014 05:22

Cevap: oylesine....
 
Vakit seher.
Ufukta günün kızıl çiçeği açmak üzere.
Vaktin rahmine sabahın nutfesi düştü az önce.
Gecenin toprağında saklı ışıktan tohumlar başlarını uzatıyor.
Şimdi hatırla ki, sen de bir zamanlar yokluğun karanlığında yitiktin.
Unutulmuşluk toprağına gömülü bir tohumdun.
Kimsenin adını bilmediği, hatırını saymadığı bir yetimdin.
Hatırla ki, unutulmuşluğun toprağında Rabbin seni unutmadı.
Rabbin seni sahipsiz de bırakmadı.
Rabbin seni yokluk gecesinden varlığın şafağına eriştirdi.
Taze bir bahar gibi gün yüzüne çıkardı bedenini.
Ete kemiğe bürüdü ruhunu.
Gülden tebessümler giydirdi yüzüne.
Şimdi seher vakti.
Göz kapaklarının ardından kaç.
Gafletin gecesinden uyan.
Aç gözlerini sehere.
Aç kalbini Rabbine.
Uyan.
Uyan, yan ve an seni hiç unutmayan Rabbini.
Güneş ufukta yükselmeden, sen dualar ufkuna yüksel.
Herkes unutsa bile seni unutmayan Rabbini herkesin O’nu unuttuğu anda ananlardan ol.
Haydi kalk!
Kalk ve miracına eşlik et En Sevgilinin
Şimdi sabah!
Şimdi sabah namazı vakti…

Senai DEMİRCİ

hakaşığı 26 Aralık 2014 10:03

Cevap: oylesine....
 
nefsim sen olmez misin?
olenler gormez misin?
anla artık ne olur vazgeç
gunahı kendime haram kıldım!

hakaşığı 26 Aralık 2014 10:22

Cevap: oylesine....
 
Müslüman fikir ve ilim adamları için tabii ki “emin” bir yol gerekir. Hakikatle meşgul olan fikir ve ilim adamlarının, bu meşguliyetlerini, farkına bile varmadan, nefs ve şeytan vasıtasıyla yapıyor olmaları ne kadar kötü bir haldir. Hakikat berraktır, insanın hakikate muhatap olacağı zihni ve kalbi evreninin de berrak, temiz, emin olması gerekir. Bu seviyenin en alt basamağı, nefsin sesini tanımaktır.
*
İnsan zihni kaotiktir. İnsanın zihni evrenini “nizami” bir altyapıya kavuşturması fevkalade zordur. Akl-ı Selim, bunun yollarından biridir. Ne var ki akl-ı selimin oluşma süreci, çok çetin, çok çetrefilli, çok zordur. Bu sebeple elde edilmesi herkese nasip olmuyor. Öyleyse zihni evren ile ilgili temel meseleleri anlamak ve bunlar için gereken tatbikatları yapmak şart. Zaten nefsin sesini tanıma ameliyesi, aynı zamanda akl-ı selimin oluşma sürecindeki birinci basamaktır.
Mütefekkirlerin (Müslüman fikir adamlarının) işi zor… Kolaya getirmeye çalışanlar, mesafe almadan tökezliyorlar. Mesafe alanlar da ileride tökezliyor, ileride tökezleyenler ise daha ağır bedeller ödüyor. Mesafe almak, nefs emniyeti kazandırıyor, kendini murakabe etme ihtiyacını ortadan kaldırıyor, bir şekilde doğru mesafe almışsa fakat nefsinin sesini hala tanımıyorsa, daha derinlerde tökezliyor ki, karşısına, ödeyemeyeceği bedeller çıkıyor.
Her konu sathında konuşuluyor ve tartışılıyor. Hiçbir konu derinlerine, kaynaklarına, ufkuna varılarak anlaşılmıyor, konuşulmuyor, tartışılmıyor. Hatta fikirde derinleşenler, derinlerden elde ettiği manaları zarflayıp piyasaya sunanlar, “soyut yazma, anlayan yok” gibi ithamlara muhatap oluyor, gerçekten de okunmuyor, anlaşılmıyor. Fakat bunun suçu, fikir adamlarında, çünkü fikirde (manada) derinleşemeyenler fikir adamlığının profilini oluşturuyor ve saf fikrin müşterisi kalmıyor. Meseleler derinliğine anlaşılmayınca da, koca koca fikir adamları (bunu espri sayın), temel meselelerde patinaj yapıyor, yanlış yapıyor, istikametten savruluyor. Ne var ki bunu adamlara anlatmak imkansız. Kendinin bulunduğu yerden (seviyeden) farklı görünüyor çünkü.
Kendinin bulunduğu seviyeden farklı göründüğü malum… Müslüman fikir adamı, insanda nefsin olduğunu, dünyada da şeytanın bulunduğunu bildiği halde, Müslümanın şahsiyet terkibinde bunların nasıl keşfedileceğini, nasıl tanınacağını, nasıl tedbir alınacağını bilmiyor, konuşmuyor, gündeme getirmiyor. “Yoksa nefsin ve şeytanın olduğuna inanmıyor musunuz?” diye sormak tabii ki abes, hepsi inanıyor. Tamam da be adam, bunların tefekkür faaliyetine, tefekkür süreçlerine neresinden katıldığını, karıştığını konuşmayacak mıyız, konuşmamalı mıyız? Afedersin senin bu konuda bir fikrin var mı? Sorumuzu mazur gör, bu zamana kadar görmedik de. Bundan daha önemli bir tefekkür alanı olduğunu mu düşünüyorsun? Öyleyse, zihni çalkantılarını, o çalkantılardan meydana çıkan tesadüfi kelime guruplarını (cümlelerini) fikir zanneden garibanın tekisin.
Nefisleriyle konuşuyorlar, nefisleriyle yazıyorlar, nefisleriyle itiraz ediyorlar, sorarsanız da, hakikati aradıklarını, beyanlarının da hakikate dair olduğunu iddia ediyorlar. Nefisleriyle konuşuyorlar derken, nefsi hareket ediyorlar anlamında değil, adamın fikir üretim sürecinin göbeğinde nefs var, nefs sadece tavrında değil, fikrinin merkezinde. Zaten mesele bu, yoksa tavırlarında nefsin görülmesi şimdiki dünyada sıradan bir hadise haline geldi.
*
İslamcılık meselesindeki tartışmaların bir kısmı, nefsin bas bas bağırdığını gösteriyor. Sadece isimlendirme meselesindeki patinaj bu meselenin görülmesini sağlamaya kafi. İsimlendirmeye itiraz edenler, itirazlarında tamamen haklı olsalar bile, “şarap kadehine konan sütü” döküyorlar. Sütün (muhtevanın) şarap kadehine konması kerihtir ama süt vasfını değiştirmez, eğer şarap bulaşmamışsa, süt olmaya ve içilmeye devam eder. En fazla gösterilecek tavır, şarap kadehindeki sütten istikrah getirmek ve diğer süt kabındaki sütten içmektir. Her ne olursa olsun sütün muhafaza edilmesi ve içilmeye devam edilmesi şarttır. İsimlendirmeye itiraz edenlerin, İslamcılara hasım olması, onlarla tartışması, karşı tarafa yönelik tek bir yazı yazmaması nasıl izah edilir? Hadiseye bakın, isimlendirmeye itiraz edenler, İslam’ı has haliyle, artırmadan, eksiltmeden, değiştirmeden kabul eden, anlamaya çalışan ve tatbik edilmesi gerektiğin söyleyen, bunu dert ve dava edinen Müslümanlara karşı mevzileniyor. Siz, zihni evreninizdeki efendinizin, nefsinizin sesini duymuyorsunuz ama onun sesi binlerce kilometreden farkediliyor.
İslamcılık meselesi dışında da sayısız misali var. Suriye’de, halkı ve Müslümanları katleden Yezid’in tarafını tutanlar, bunu kırk tane gerekçeyle yapmaya çalışanlar, hayatlarında bir defa bile olsa nefslerinin sesini farkedememiş olanlardır. Nefslerinin sesini asla tanımayan, zihni evrenlerinin merkezine oturan nefislerini göremez hale gelenlerdir. Çünkü Suriye’de halkın tarafını tutmak, “mevzuu” cihetiyle nefsin sesini bilmeyi mümkün kılan açıklıktadır. Mevzuundan bile nefsinin sesini bilemeyenler, onun sesini nasıl tanıyacaklar? Meselenin ehemmiyetini daha nasıl anlatalım, daha nasıl misallendirelim. Esed için mücahid diye bağıran “kör akıllı”ların mesuliyeti de “fikir adamlarında” değil mi? Fikir adamları, hala, asıl iştigal alanları olan tefekkür faaliyetini nefsten arındırma usulünü bile keşfedememişken, Müslüman gençliğin (içlerinde fikir adamı müsveddesi bile var) bu tür savrulmaları nasıl önlenecek? Ağız dolusu konuşuyorlar ama ne derinlik ne işe yarar bir fikir… Bu hal neyin nesi? Siz kendinizde misiniz yoksa nefsinizde mi, yahu neredesiniz?

hakaşığı 26 Aralık 2014 10:24

Cevap: oylesine....
 
nefsimizin sesini tanıyalım...

ali70 15 Şubat 2015 11:44

Cevap: oylesine....
 
Benim inandığım sistemde,
Sabah bir masumun öldürüldüğünü duyarsanız,
Akşam darağacında sallanan birini görürsünüz.

- Necip Fazıl Kısakürek


SAAT: 16:05

vBulletin® Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2024 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306