Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   Serbest Kürsü (https://www.forum.medineweb.net/658-serbest-kursu)
-   -   e kendıne gel, kendine.. (https://www.forum.medineweb.net/serbest-kursu/5637-e-kendine-gel-kendine.html)

medinelii 26 Ağustos 2008 23:27

e kendıne gel, kendine..
 
Herkes mi öyle yoksa ben mi bir garibim anlamadım. Çok canım sıkkın bu aralar. Kendi kendime kızmaya başladım; niye bu kadar sıkıntılıyım, diye. Sonra durdum şöyle bir etrafıma baktım ve rahatladım. Çünkü herkes benim gibi gerginmiş meğer. Örovizyondaki arkadaşlar gibi bir ben mi; «deliyim» diye kara kara düşünmeye başlamıştım. Allah’tan çabuk uyandım düşünce uykusundan. Şimdi de acayip sevinçliyim. Yalnız olmadığımı anladım koca dünyada. Ama yine de mesele hallolmuş değil. Tamam benim gibi gergin çok insan var da bu gerginlikten nasıl kurtulacağım? Bilmem kaç wattlık elektrik santrali gibi yüklüyüm şu anda. Hemen bu yükümden kurtulmalıyım, yoksa birilerini acayip çarpabilirim. En iyisi yine her zamanki gibi halkıma sormak. Bekle halkım geliyorum. Yettim gari!

–İyi günler beyefendi.
–İyi günler efendim.
–Beyefendi biraz konuşabilir miyiz?
–Kardeş çok canım sıkkın bu aralar, git başkasıyla konuş.
–Yapma abi bak ben de gerginim. Gel konuşalım.
–Konu ne?
–Gerginlikleri nasıl atabiliriz?
–Söyleşi yaparak atamayacağımız kesin kardeş.
–Olur mu abi bir deneyelim isterseniz. Sıkıntılarınızı atmak için hangi yolları denediniz?
–Çok yol denedim kardeş çok.
–Meselâ?
–Yemek yaptım birkaç gün.
–Enteresan, işe yaradı mı abi peki?
–Yaradı ama benim değil, hanımın işine yaradı.
–Eee sonra?
–Sonra; «Bağırırsan iyi gelir.» dediler. Ben de seyyar satıcılığa başladım. Sokak sokak bağırdım: «Domates, biber, patlıcaaaan!»
–Bak bu güzel fikir hemen ben de deneyeyim.
–Sen öyle zannet. Bu sefer de zabıtalarla papaz oldum.
–Ne zor şeymiş şu sıkıntıyı atmak. Sonra ne yaptın abi?
–Sonra ana haber bültenlerini seyretmeme kararı aldım.
–Ne alâkası var abi, sıkıntıyla ana haber bülteninin?
–Ne demek ne alâkası var? Haberleri seyrettikten sonra bizim ev arenaya dönüyordu.
–O, işe yaradı mı peki?
–Bir hayli yaradı aslında. Ama daha fazla sabredemedim. Ve haberleri seyretmeye tekrar başladım. Ve yine gerginim.
–Anladım. Çözüm ne abi?
–Yoga diye bir şey duydum. Hintliler yapıyorlarmış. Oraya gideceğim.
–Boş ver abi, Hintlilere para kaptırma.
–Yok, olsun değer kardeş. Sıkıntımı atacağım.
–Nasıl atıyormuş bu yoga sıkıntıyı?
–Önce seni uyutuyor...
–Uyanıkken atılmıyor mu bu sıkıntı? Sonra soymasınlar seni elin Hindistan’ında. Hint fakiri olur dolaşırsın alimallah Hindistan sokaklarında.
–Dalga geçme kardeşim. Hem soruyorsun, hem de dalga geçiyorsun.
–Yok abi estağfirullah. Şaka yapmıştım.
–Şaka yapma. Yoga ciddî bir iştir. Saatlerce hareketsiz duracaksın orada. Gülmeden, sırıtmadan...
–Gülmeden, sırıtmadan nasıl sıkıntı atacaksın abi onu anlamadım.

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

–Adamlar yıllardır atıyorlar işte.

–Öyle hareketsiz küp gibi otur otur, dert küpü olur insan.
–Ne hâlin varsa gör! Nereye gidelim o zaman?
–Gel en iyisi biz «kendimiz»e gelelim.
–Orası neresi?
–Çok yakın hemen şurada. Ne varsa «kendimiz»de var. Görüşmek üzere.
“Kendini bilen Rabbini bilir.” buyuruyor yüce Peygamberimiz. Sıkıntılarımızın çözümünü uzaklarda aramayalım. Kendimize gelelim.

Belgin 27 Ağustos 2008 16:05

Cvp: e kendıne gel, kendine :)
 
Alıntı:

“Kendini bilen Rabbini bilir.” buyuruyor yüce Peygamberimiz. Sıkıntılarımızın çözümünü uzaklarda aramayalım. Kendimize gelelim.
teşekkür medinelim..



Küçük bir fâre kocaman bir devenin yularını kapmış, eline almış, kurula kurula gidiyordu. Deve, kendi huyu, uysal tabiatı yüzünden, onunla yol alıp giderken fâre, kendi küçüklüğünü göremeden: "- Meğer ben ne müthiş bir pehlivanmışım, develeri sürükleyebilecek bir yiğitmişim!" diye böbürleniyordu.
Gide gide bir nehrin kenarına geldiler. Nehri gören fare, kibrinin şaşkınlığı içinde donup kaldı. Onun kibrinin farkında olan deve ise, mânidar bir şekilde:
"- Ey dağda, ovada bana arkadaşlık eden! Neden durakladın? Neden böyle şaşırıp kaldın? Haydi, yiğitçe nehrin içine gir. Sen benim kılavuzum, öncüm değil misin? Yol ortasında böyle şaşırıp kalmak, sana yaraşır mı?" dedi.
Mahcup düşen fâre, kekeleyerek şöyle cevap verdi:
"-Arkadaş! Bu su pek büyük, pek derin bir su; boğulurum diye korkuyorum."
Deve suyun içine girip:
"- Ey kör fâre! Su diz boyu imiş, korkmana gerek yok!" dedi.
Fâre çaresiz ve mahcup itirafına devam etti:
"- Ey hünerli deve! Nehir sana göre karınca, bize göre de ejderha gibidir. Çünkü dizden dize fark vardır. Benimki gibi yüz tane diz üst üste koysak ancak senin bir dizin eder."
Bunun üzerine akıllı deve, fâreye şu nasîhatte bulundu:
"- Öyleyse, gurur ve kibire aldanıp bir daha terbiyesizlik etmeye kalkma; haddini bil! Sana olan hoş görüş ve müsâmahama kapılıp şımarma; çünkü Allâh, şımaranları sevmez!..
Var git; sen, kendin gibi fârelerle boy ölçüş!"
Artık iyiden iyiye gerçeği anlayıp utanmış bulunan fâre:
"- Tövbe ettim, pişman oldum. Ne olursun, şu öldürücü, şu boğucu sudan beni geçir!" diye yalvardı.
Böylece deve, yine merhamet edip ona acıdı da:
"- Haydi! Sıçra da hörgücümün üstüne çık, otur! Bu sudan geçmek veya başkalarını geçirmek benim işimdir. Zîrâ vazîfem, senin gibi yüz binlerce âcize hizmetten ibarettir." dedi ve fareyi nehrin öbür tarafına geçirdi.
Benliğin kaynağı
Benlik ve iddiânın kaynağı ise, insanın, ilâhî kudret karşısında kibirlenmesidir. Yani büyük bir sahrada bir kum tanesi bile olmamasına rağmen bu mevkîini unutarak elindeki, Allâh'ın ihsan ettiği birtakım emânet imkânlara aldanmak sûretiyle kendisini büyük görmesi, kibirlenmesidir. Kibir ise, hiç şüphesiz insana, onu olduğundan daha güçlü, hünerli ve kabiliyetli gösterir. Oysa mahlûkâtta ne kadar güç varsa, Cenâb-ı Hakk'ın ihsân ettiği güç değil midir? Bu hakîkati idrâk edemeyenlere çok yazık! Nitekim Firavun ve Nemrud'un ilâhlık iddiâsına kadar varan kibirleri ve neticede ilâhî intikâma dûçâr olmaları mâlûmdur. Onun için Cenâb-ı Hak, Rasûlullâh (S.a.v.) ve ashâbına, bilhassa büyük zaferlerden sonra dâima tevâzu ve teslimiyet telkin buyurmuş ve onların nefsânî bir böbürlenme içine girmelerine mânî olmuştur. İslâm'ın var oluş mücâdelesi olan Bedir muzafferiyeti hakkında, mü'minlere, onların ihlâslarına göre önce bin, sonra üç bin, daha sonra beş bin melek gönderdiğini beyân buyurmuş ve: "(Rasûlüm!) Attığın zaman sen atmadın, Allâh attı!.." âyetini inzâl eylemiştir.
Bu yüce ve ilâhî terbiye neticesinde Rasûlullâh (S.a.v.) ve sahâbe-i kirâmın hâli, bütün ümmete ebedî bir örnek teşkil etmektedir. Hazret-i Peygamber (S.a.v.), Mekke'yi fethinde, o gün aslında içine girdiği şehirden çok gönülleri fethetmişti. O mübârek beldeye girerken de zafer işaretleriyle değil, şükrân hisleri içinde ve devesi üzerinde secde hâlinde idi.
Sonuç olarak
Mevlana’nın Mesnevî'de anlattığı bu hikâyede fâre; başından büyük işler görmeye kalkışan, kendini başkalarından üstün gören, böbürlenen bir kişinin sembolüdür. Deve ise sabırlı, tecrübeli, hünerli ve kâmil bir insanın remzidir.
Mevlânâ'nın bu kıssayı nakletmekten murâdı da, ondan nice ibretli düşünce, fikir ve hisseler aksettirmektir. Cümlelerinin her birini bir irfan deryâsı hâlinde söyleyen üstat, buradan çıkarılması gereken nükteleri de yine kendisi şöyle ifade buyurur:
"İblis, önceleri melekler arasında büyük tanınmış, kendini üstün görmeye alışmıştı. Bu alışkanlığı yüzünden şımardı ve Allâh'ın emrinin azamet ve haşmetinin farkına varmadı; Hz. dem (a.s.)'ı hakîr, aşağı gördü. Böylece aşağıların aşağısı bir âkıbete dûçâr oldu..."
"Bil ki, bakır, altın olmadıkça bakırlığını bilmez. Gönül de mânevî kıvâma ulaşmadıkça hatalarını görmez, süflîliğini anlamaz. Ey gönül! Nefsin kibir ve gurur çukurundan kurtul da sen de bakır gibi iksîre hizmet edip bir altın hâline gel! Gönülleri kuşatan sevgiliye hizmet et!.."
"Bu sevgililer, gönül sahibi olanlardır. Gece ile gündüz birbirinden nasıl çekinir ve ayrılırsa, onlar da dünyadan öyle çekinir, öyle kaçıp dururlar..."
Bütün bu anlatılanlar gösteriyor ki, "benlik" ve "iddiâ"nın girdiği yerde mevkî ve rütbenin putperestliği başlar, orada aslâ rahmet tezâhür etmez. Zîrâ benlik ve iddiâ, rûhânî hayâtın kanseridir.
İşte bütün bu yüce hâller
“Nefsini bilen Rabbini bilir!.." düsturunu tâlim etmektedir. Zîrâ kendi hâl ve mevkiini bilen her kul, ona göre hayat sürer, yâni yaratıcısını ve onun yüce emirlerini idrâk ederek yaşar. Yoksa hikâyede geçen fârenin deve karşısında şımarması, onun kendi cüceliğinden habersiz oluşundandır. Nitekim kendini bilince devenin gücünü de idrâk etmiştir. Yine bir karınca da, eğer fil ile güreşmeye kalkarsa, bu da onun kendi acziyetinin farkında olmamasından dolayıdır. İşte insan da, eğer Rabbine kulluk etmiyor ve kibir, gurur bataklığında geziyorsa, o da kendisinden haberdar değildir, âdetâ ilâhî azamet karşısında bir körebe oyununun içindedir, demektir. Onun için en mühim mesele, kendimizi tanımak ve böylece Rabbimizi tanımaktır...
Netice itibariyle
Bu kibir hâli ise, nefret edilecek olmasının yanı sıra bir o kadar da acınacak bir perişanlıktır. Nitekim merhametin pek çok şûbesi vardır. Bunlardan biri de, zayıfa, fakire ve garîbe acımaktan ziyâde; gururlu ve kibirliye acımaktır. Çünkü bir bakıma mağrur; sefih vicdânına uymak, nefsinin esîri olmak ve gönlünü perişan etmekle kulluk haysiyetini ziyân eylemiş ve iblisin arkadaşı olmuş bir zavallıdır. Rabbimiz, bizleri kibir ve gurur şaşkınlık ve şımarıklıklarından muhâfaza buyursun! Nefsimizi tanıyarak Hakk'a kulluk ve ibâdet dolu bir hayat yaşayan sâlihlerden eylesin!..
Âmîn!..
"Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen (ağırlık ve azametinle) ne yeri yarabilir, ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin!" (İsrâ, 37)
Kendini tanıyanlar
Kendini tanıyanlar, hiçbir zaman kibre ve gurura düşmez, bilâkis tevâzularını artırır ve mahfiyete bürünürler.Kendini tanıyanlar, devamlı şükür ve secde hâlinde yaşarlar. Kendini tanıyanlar, ebedî saâdete hazırlanırlar. Kendini tanıyanlar, yüce Allâh'a, Rasûlullâh'a ve ehl-i îmâna dost olarak hayatlarını devam ettirir, sonsuzluk kervânına dâhil olurlar.Kendi yaratılış hikmetinden habersiz olanlar ise, bütün bu güzelliklerden mahrûmdur. Şeyh
Mevlânâ’nın uyarısı
Sadi’nin dediği gibi: "Fıstık misâli kendisinde bir iç var zanneden kimse, soğan gibi hep kabuk çıkar..."
Böylelerini Mevlânâ -kuddise sirruh- şöyle îkâz buyurur:
-"Ey gâfil insan! Madem ki peygamber değilsin, ötelerden haber alamıyorsun, sana uyanlar da yok; bu yolda haddini bil, kendi safında kal; ileri gitme! Yürüdüğün hakîkat yolunda da büyük bir velînin arkasından yürü ki, bir gün nefsaniyet kuyusundan çıkıp Hz. Yûsuf gibi bir mânâ padişahı olasın."
-"Madem ki Hakk'ta fânî olup Hakk'ın lisânı olamadın; bâri kulak kesil! Bir şey söyleyeceksen bile suâl tarzında söyle de, sözün bir şeyler öğrenmeye yarasın! Padişahlar padişahıyla hiçbir şeyi olmayan fakir ve muhtaçlar gibi konuş!"
-"Kibrin ve kinin başlangıcı her türlü nefsânî arzulardan, bilhassa Karun gibi bir zenginliğe ve dünyevî isteklere karşı duyulan aşırı sevgidendir. Bu aşırı arzuların gönüle yerleşip kalması, kök salması da âdet ve alışkanlıktandır."
-"Kötü huy alışkanlıkla kuvvetlenince, seni ondan vazgeçirmek isteyene kızarsın, kin bağlarsın. Puta tapanlar bile alışkanlıkla puta tapmayı huy edindiklerinden, putun etrafında toplanırlar; onları yollarından alıkoyanlara düşman kesilirler..."


-alıntı-

medinelii 16 Eylül 2008 09:58

Cvp: e kendıne gel, kendine :)
 
ben tsk ederim super editim.

Seyyid 22 Ekim 2008 02:17

Cvp: e kendıne gel, kendine :)
 
ellerinize sağlık


SAAT: 05:16

vBulletin® Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2025 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320