Konu Başlıkları: Tasavvuf nedir?
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 26 Ocak 2008, 18:17   Mesaj No:40

maşuk

Medineweb Paylaşımcı Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:maşuk isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 523
Üyelik T.: 04 Kasım 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:35
Mesaj: 394
Konular: 1
Beğenildi:2
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Teberrük


TEBERRÜK


..:: 1 ::..

Teberrük, esâsen bereket istemek anlamındadır. Bir şey vâsıtasıyla bereket ve feyze nâil olmayı ifâde eder.


Gıdâ Bakıyyesi ile Teberrük
Evliyâullâh'ın tegaddî eylediği (gıdalandığı) yiyeceklerin bakıyyesini yiyip içmek, rûhta tasarruf için başvurulagelen vâsıtalardan biridir. Bazılarının sandığı gibi bu keyfiyet de, mesnedsiz ve bid'at kabîlinden değildir. Zîrâ bunun Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in hayâtında birçok kereler gerçekleştiğine dâir hadis ve siyer kitaplarında çeşitli misâller yer almış bulunmaktadır.
Muhtelif zaman ve mekanlarda ve hâssaten Tebük Seferi'nde sahâbî, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in gıdâlarının mübârek bakıyyeleri ile bereket bulmuştur.
Tebük'te susuzluk hâli vâkî olunca, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, parmaklarından az bir şey su akıttırmış, sonra baş parmağından pınar misâli sular akmış; kırbalar suyla dolmuş, teberrüken ondan içilmiş ve ordunun su ikmâli onunla yapılmıştır. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in parmağından akan bu su, şüphesiz zemzemden de şifâlı ve efdaldir. Çünkü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in nûrlu ellerinden ve mübârek cism-i şerîfinden akmıştır.
Bazı hadîs-i şerîflerin beyânı vechile, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir sütü içtiği zaman içtiği kaptaki bakıyyesinden diğer sahâbîlere de ikrâm ederler, hem içene feyz aktarması olur, hem de sütte bir bereketlenme meydana gelir ve hiç eksilmezdi.
Sehl bin Sa'd -radıyallâhu anh- şöyle rivâyet etmektedir:
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e bir içecek getirilmişti. Ondan bir miktar içtiler. Bu esnâda sağ tarafında bir çocuk, sol tarafında ise ashâbın büyüklerinden yaşlı kimseler oturuyorlardı. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sağındaki çocuğa kâbına erilmez bir incelik ve nezâketle:
"- Müsâade eder misin, bu içeceği evvelâ şu büyüklerine vereyim?" buyurdular.
O akıllı çocuk da herkesi şaşırtan ve âleme ibret olmaya sezâ şu büyük cevâbı verdi:
"- Yâ Rasûlallâh! Senden bana ikrâm olunan nasîbimi hiç kimseye vermem!"
Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- mübârek ellerindeki içeceği o çocuğa verdiler. (Buhârî, Eşribe, 19)
Esmâ binti Ebî Bekr şöyle anlatıyor:
Ben, Abdullâh bin Zübeyr'e hâmile iken Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in yanına hicret etmiştim. Medine'ye vardım ve Kubâ'da konakladım. Orada Abdullâh doğdu. Sonra Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e geldim. Onu kucağına aldı ve bir hurma istedi. Hurmayı ağzında biraz çiğnedikten sonra bir parçasını Abdullâh'ın ağzına koydu. Abdullâh'ın midesine inen ilk lokma bu oldu. Ona duâ etti ve Allâh'tan bereket taleb etti.[SUP]1[/SUP]
Ebû Eyyûb el-Ensârî, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'i misâfir ettiği günlerde yemek pişirir ve -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e gönderirdi. Yemeğin kalan kısmı geri geldiğinde, Âlemlerin Efendisi'nin parmaklarının dokunduğu yerleri sorar ve araştırırdı. (Müslim, Eşribe, 170-171)
Hazret-i Câbir -radıyallâhu anh- da, Hendek savaşı öncesinde büyük hendeklerin kazıldığı o zor zamanlardaki bir hatırasını şöyle nakleder:


___________________


Biz hendek kazarken çok sert bir kayaya rastladık. Ashâb, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'e gelip, durumu arz edince Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bizzat hendeğe indi. Kazmayı eline alıp indirince o sert kaya kum gibi dağıldı. Bu mûcizevî tecellî cereyân ederken gördük ki, Allâh'ın Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- açlıktan karnına taş bağlamış. Zîrâ orada kaldığımız üç gün boyunca hiçbir şey yememiştik. Bunun üzerine:
"- Yâ Rasûlallâh! Eve kadar gitmeme müsâade buyurunuz." dedim. İzin verdi. Eve gittim ve zevceme:
"- Ben Rasûl-i Ekrem'in hâline dayanamıyorum. Evimizde yiyecek bir şey yok mu?" dedim. Zevcem:
"- Biraz arpa ile bir keçi yavrusu var." dedi.
Ben oğlağı kestim, âilem arpayı öğütüp ekmek yaptı. Eti de tencereye koyduk. Ekmek pişmek üzere ve tencere taşlar üzerinde kaynamakta iken Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'e gidip:
"- Biraz yemeğimiz var. Bir-iki kişiyle bize buyurunuz." diye ricâ ettim.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
"- Ne kadar yemeğiniz var?" diye sordu. Olanı söyledim.
"- Hem çok, hem de iyi! Âilene; biz gelinceye kadar tencereyi ateşten indirmemesini, ekmeği de fırından çıkarmamasını tenbih et." buyurdu. Ashâbına da: "Kalkınız!" emrini verdi. Muhâcirler ve ensâr hep birlikte kalktılar.
Bunun üzerine âileme gidip (yemeğin azlığı ve zâhiren kâfî gelmeyeceği endişesiyle o an için küçük bir şaşkınlık yaşayarak):
"- İşte Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, muhâcir, ensâr ve bunlara katılan diğerleriyle berâber geliyorlar." dedim.
Âilem:
"- Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hazırlığımızın ne kadar olduğunu sormadı mı?" dedi.
"- Evet, sordu." dedim.
"- Öyleyse müsterih ol." dedi.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gelenlere:
"- Giriniz, sıkışmayınız." buyuruyor, ekmek kesiyor, üzerine et koyuyor, etin suyunu da bunun üstüne döküyordu. Nihâyet bütün ashâb doydu. Yemekten bir miktar da arttı. Âileme hitâb ederek:
"- Bunu ye ve komşularına ikrâm et. Çünkü açlık ortalığı kapladı." buyurdu." (Buhârî, Megâzi, 29; Müslim, Eşribe, 141)


Eşyâ ile Teberrük

Sevilen zâtı hatırlatan bir eşyânın, sevende o zâtı düşündürüp duygulandırarak râbıtasını kuvvetlendirdiği bir hakîkattir. Bu, insan tabiatinde mevcûd olan bir husûsiyetin îcâbıdır. Fakat bu his ve tavırda aşırılığın putçuluğa kadar varabildiği de târihî bir gerçektir. [SUP]1[/SUP]
Diğer taraftan çok sevilen bir şahsın, kendisini hatırlatan eşyasını da muhabbet şümûlünde bulundurmak, beşerî ve tabiî bir temâyüldür. Mühim olan bunu aşırı derecede ileriye götürmemektir. Gerçekten mücerred mefhûmlar, müşahhas varlıklara hâl ve keyfiyetler olarak akseder.
Eşyâdaki hâl ve keyfiyet tecellîsinin Kur'ân-ı Kerîm'de zikredilen en canlı misâli şudur:
Yûsuf -aleyhisselâm-'ın gömleği Yâkûb -aleyhisselâm-'a götürülmek üzere Mısır'dan yola çıkarıldığı zaman, Kenan ilindeki Yâkub -aleyhisselâm- onun kokusunu almış, gömleği âmâ gözlerine sürdüğü zaman da görmeye başlamıştır. [SUP]2[/SUP]
Eşyâ ile gerçekleşen bu tesir de, mürşid-i kâmilin sâliki belli bir kıvamda tutmak için kullandığı vâsıtalardan biridir. Zîrâ bu akislerle hemhâl olmak, râbıtayı kuvvetlendirir. Bu aynı zamanda hediyeleşme sünnetinin de bir ifâdesidir.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Benî Sâide mahallesinde ashâbı ile birlikte bulunurlarken Sehl bin Sa'd -radıyallâhu anh-'e:
"- Ey Sehl, bize su verir misin?" buyurdu.
Bunun üzerine o, bir bardak su ikrâm etti.
Sehl, bu bardağı ömrü boyunca saklamış olmalı ki Ebû Hâzim -radıyallâhu anh- şöyle anlatmaktadır:
"- Sehl bu bardağı çıkarıp bize gösterdi, biz de ondan su içtik. Daha sonra Ömer bin Abdülaziz, Sehl'den bu mübârek bardağı kendisine bağışlamasını ricâ etti. O da hediye etti." (Buhârî, Eşribe, 30)


Sehl bin Sa'd -radıyallâhu anh- anlatıyor:
Kadının biri Peygamber Efendimiz'e bir hırka getirdi.
"- Yâ Rasûlallâh! Bunu size hediye etmek istiyorum." dedi. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de onun hediyesini kabul etti ve üzerine giydi.
Ashâbdan biri:
"- Yâ Rasûlallâh, bu ne güzel bir elbise, bana hediye eder misiniz?" dedi.
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, "olur" deyip hırkayı hemen ona verdiler. Hazret-i Peygamber oradan ayrıldıktan sonra, ashâb-ı kirâm o adamı ayıplayarak şöyle dediler:
"- Hiç de iyi bir şey yapmadın. Allâh Rasûlü onu ihtiyacı olduğu için almıştı. Sen de onu istedin. Biliyorsun ki âlemlere rahmet olan Efendimiz'den bir şey istenildiğinde, asla geri çevirmez."
Bunun üzerine adam:
"- Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz onu giydiği için onunla teberrük etmek istedim. Umuyorum ki onunla kefenlenirim." dedi. (Buhârî, Edeb, 39)
Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- der ki:
"Mekke'de Kureyşlilere, serîr üzerinde uyumaktan daha hoş bir şey yoktu.
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Medîne'ye geldiği ve Ebû Eyyûb'un evine indiği zaman, ona:
"- Ey Ebû Eyyûb! Sizin bir serîriniz yok mu?" diye sordu.
Ebû Eyyûb -radıyallâhu anh- da:
"- Yok vallâhi." dedi.
Ensârdan Sa'd bin Zürâre, bunu haber alınca, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'e direkleri saç ağacından yapılmış, üzeri keten lifle dokunmuş ve hasır ile kaplanmış bir serîr gönderdi.
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, evine taşınıncaya kadar onun üzerinde istirahat etmiş, kendi evine taşındığında da vefâtlarına kadar o serîri kullanmıştı.
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, vefât ettiğinde bu serîrin üzerine konularak yıkanıp kefenlenmiş ve bu serîr üzerinde iken cenâze namazı kılınmıştı.


____________________


Halk, ölülerini taşımak üzere onu, bizden isterler ve onunla teberrük ederlerdi.
Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Ömer'in cenâzesi de onun üzerinde taşınmıştı." (Belâzürî, Ensâbu'l-Eşrâf, I, 525)




Buna benzer diğer bir hâdise de şöyledir:
Sahâbenin en çok hadîs rivâyet edeni olan Ebû Hureyre -radıyallâhu anh-, dâimâ Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in yanında bulunur, O'nun her hâl ve hareketini tâkib ederdi. Ebû Hureyre -radıyallâhu anh-, birgün Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e:
"- Yâ Rasûlallâh! Sizden pek çok hadîs işitiyorum fakat onların birçoğunu hâfızamda tutamıyorum." diye dert yandı.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Ebû Hureyre'ye:
"- Örtünü yere ser!" buyurdu. O da serdi.
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ona duâ etti ve mübârek elleriyle bir şey avuçlayıp ridânın içine atıyor gibi yaptı. Ardından:
"- Ridânı topla." buyurdu.
Ebû Hureyre -radıyallâhu anh-, bu emri yerine getirince Allâh Teâlâ ona öyle kuvvetli bir hâfıza ihsân etti ki işittiği hiçbir şeyi unutmaz oldu. (Tirmizî, Menâkıb, 46)




Firâs adlı bir sahâbî vardı. O da Peygamber Efendimiz'e âit bir eşyâya sâhip olmak istiyordu. Birgün Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in yanına geldiğinde, önündeki bir tabaktan yemek yediğini gördü ve tabağı kendisine hediye etmesini ricâ etti. Kimsenin isteğini geri çevirmeyen Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de tabağı ona hediye etti.
Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, zaman zaman Firâs'ın evine gider:
"- Hele şu mübârek tabağı bir getir." derdi. Habîbullâh Efendimiz'in mübârek ellerinin değdiği bu tabağı zemzemle doldurup kana kana içer; artan suları yüzüne gözüne serperdi. (İbn-i Hacer, el-İsâbe, III, 202)




Ebû Cuhayfe -radıyallâhu anh- anlatıyor:
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- öğle sıcağında Bathâ'ya çıktı. Abdest aldı, öğle ve ikindi namazını ikişer rek'at olarak kıldı. Önünde kısa bir mızrak vardı... O arada baktım insanlar kalkmışlar, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in mübârek ellerini tutuyorlar ve yüzlerine sürüyorlardı. Ben de bir elini tuttum ve o mübârek elini yüzüme sürdüm. Bir de ne göreyim, mübârek eli kardan daha soğuk ve miskten daha güzel kokulu idi. (Buhârî, Menâkıb, 23)




Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh-, Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in haccını anlatırken ashâb-ı kirâmın Rasûlullâh Efendimiz'in saçları ile teberrük için nasıl birbirleriyle yarıştıklarını şöyle bildiriyor:
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şeytan taşlamayı tamamladıktan sonra kurbanını kesti ve tıraş oldu. Berber sağ taraftaki saçları tuttu ve tıraş etti. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Ebû Talhâ'yı çağırdı ve bu saçları ona verdi. Sonra berber sol taraftaki saçları tuttu. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, "kes" dedi, o da kesti. Bunları da Ebû Talhâ'ya verdi ve:
"- Bunları insanlar arasında taksim et." buyurdular. (Müslim, Hacc, 326)
Enes -radıyallâhu anh- anlatıyor: Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz'i gördüm, berberi onu tıraş ediyordu. Ashâbı da âdetâ onun etrafında pervâne olmuşlardı. Bir tek saç telinin dahî yere düşmemesini, muhakkak birisinin eline düşmesini istiyorlardı. (Müslim, Fezâil, 75)
Nitekim sahâbe-i kirâm, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in hem eşyâları hem de saç ve sakalının mübârek telleriyle teberrük hâli yaşarlardı. Savaşlarda bile bu teberrük heyecânını taşımışlardır. Bunun güzel misâllerinden biri de Hâlid bin Velid -radıyallâhu anh-'ın, Hazret-i Peygamber'in saçlarından birkaç mübârek teli sarığında saklamasıdır. Rivâyet olduğuna göre Hâlid -radıyallâhu anh-, Yermük savaşında bu sarığı kaybetmişti. Askerlerine sarığın bulunmasını emretti. Fakat aramalarına rağmen bulamadılar. Hazret-i Hâlid, tekrar aramalarını emretti. Sonunda sarığı buldular. Baktılar ki gâyet eski bir sarık imiş. Sahâbî, bu eski sarık için Halid -radıyallâhu anh-'ın bu kadar ısrarına hayret etti. Bunun üzerine Hâlid -radıyallâhu anh-, şunları söyledi:


"- Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, saçlarını kestirmişti. Ashâb, o saçları kapıştılar. Ben de saçından birkaç tel aldım ve bu sarığın içine koydum. Bu benim için öyle bir bereket oldu ki, onunla girdiğim bütün savaşlar, zaferle netîcelendi. Zaferlerimin sırrı, benim Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'e muhabbetimdir." (Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, IX, 349)




Ashâbın gözleri önünde cereyân eden bu hâdiseler, maddeye dahî duyguların sirâyet edebildiğinin diğer bir delilidir. Mühim olan -lâyık olduğu haddi aşmamak kaydıyla- o in'ikâstan feyz alabilecek bir gönül uyanıklığına sâhib olmaktır.
Ashâb-ı kirâmdan sonra selef-i sâlihîn de -Allâh kendilerinden râzı olsun- teberrükle ilgili bu nevî tatbikatları, kendi dönemlerinde devam ettirmişlerdir. İmâm Ahmed bin Hanbel ile İmâm Şâfiî Hazretleri arasında geçen şu hâdise buna ne güzel bir misâldir:
İmâm Şâfiî'nin talebelerinden olan Rabî bin Süleyman anlatır:
Birgün İmâm Şâfiî bana:
"- Rabî, bu mektubu al, Ahmed bin Hanbel'e götür ve sonra da cevabını getir." dedi.
Ben de mektubu aldım ve Bağdat'a gittim. Sabah namazında Ahmed bin Hanbel ile buluştum. Onunla birlikte sabah namazını edâ ettim. İmâm Ahmed bin Hanbel mihraptan ayrılınca mektubu kendisine takdîm ederek:
"- Bu, Mısır'dan kardeşin İmâm Şâfiî'nin sana göndermiş olduğu mektuptur." dedim. Bana:
"- Mektup neden bahsediyor, biliyor musun?" diye sordu. Ben de:
"- Hayır." diye karşılık verdim. Bunun üzerine Ahmed bin Hanbel mektubun üzerindeki mührü çözdü ve okumaya başladı. Birden gözleri yaşlarla doldu. Ben kendisine:
"- Ey İmâm! Hayrola! Mektupta ne yazıyor?" dedim. O da bana:
"- İmâm Şâfiî rüyasında Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'i görmüş. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona:
"- Ahmed bin Hanbel'e bir mektup yaz ve benden de selâm söyle. Elbette o büyük bir fitneye mâruz kalacak ve ondan, "Kur'ân mahluktur(!)" demesi istenecek. Sakın bu isteğe boyun eğmesin! Allâh, onun adını kıyâmete kadar yaşatıp yükseltecektir." buyurmuş."
Ben:
"- Yâ İmâm! Bu, senin hakkında ne büyük bir müjdedir." dedim.


Bunun üzerine İmâm Ahmed bin Hanbel, sevincinden üzerindeki gömleğini çıkarıp bana verdi. Ben de mektubun cevabını aldıktan sonra Mısır'a döndüm. Mektubu İmâm Şâfiî'ye takdîm ettim. Bunun üzerine İmâm Şâfiî bana:
"- Onun hediye etmiş olduğu bu gömleği alıp seni üzmek istemeyiz. Ancak, hiç olmazsa onu bir suya batır ve o suyu bize ver ki,
Câmi minberlerinde binbir îtinâ ile muhâfaza edilen Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in sakal-ı şerîfleri de asr-ı saâdetten günümüze kadar gelen feyizli bir meltem gibi ümmete bir rahmet olmaktadır. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'e olan aşk ve muhabbet sebebiyle O'nun azîz hâtıralarına gösterilen hürmet de Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'e duyulan gönül râbıtasını kuvvetlendirmektedir. Nice peygamber âşığı müminler, bu azîz hâtıraların bereketinden istifâde etmişlerdir.
Osmanlı İmparatorluğu'nun, hiçbir İslâm devletine nasîb olmayan altı yüz küsûr senelik ihtişâmı, asıl mâneviyâta verdiği ehemmiyetten kaynaklanmıştır. Osman Gâzî'nin meşhûr bir rivâyete göre, misâfir kaldığı bir evde, odada Kur'ân-ı Kerîm bulunması sebebiyle geceleyin ayağını uzatıp yatmaması; Yavuz Sultan Selîm Han'ın mukaddes emânetleri büyük bir tâzim ile İstanbul'a getirip, kırk hâfız tâyin ederek onların başında asırlarca sürecek bir sûrette inkıtâsız (kesintisiz) olarak Kur'ân-ı Kerîm okutması, Osmanlı Devleti'nin dillere destan büyüklüğünün temel mânevî sâiklerindendir.
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in hırkasının ve Topkapı Sarayı'ndaki mukaddes emânetlerin bugün İstanbul'da müminlerin ziyâretine açık tutulması da, milletimiz ve İslâm dünyâsı için bir şeref ve teberrük vesîlesidir.

Alıntı ile Cevapla