Tekil Mesaj gösterimi
Alt 22 Mayıs 2015, 10:26   Mesaj No:11

EyMeN&TaLhA

Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:EyMeN&TaLhA isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 21422
Üyelik T.: 08 Kasım 2012
Arkadaşları:36
Cinsiyet:
Mesaj: 3.299
Konular: 784
Beğenildi:131
Beğendi:34
Takdirleri:141
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Atauzem felsefe tarihi özetleri 1-14

10.ÜNİTE


1. 17. yüzyıl Felsefesinin Genel Özellikleri



Ortaçağ‟dan çıkış ve yeniden yapılanma anlamındaki Rönesans dönemi, insana yeni bir değer yüklemiş, din, bilim, devlet konularında yeni anlayışlar sergilemiştir. Ancak Rönesans, yeni bir çığır başlatmak için bir geçit dönemi olup, müstakil bir dönem değildir. Başka bir ifadeyle bu dönemde yetişen bilginler ve filozoflar, hep arayış içindedirler. İstikrarlı bir dönem değil, eskiden kopup uzaklaşmak için yeni bir vizyon arayış dönemidir. Rönesans, dağınık fikirlerin bulunduğu, farklı dünya görüşlerinin ortaya çıktığı, dolayısıyla da ortak bir fikir etrafında birleşilemediği görülür. İşte 17. yüzyıl, bu arayış sonucu oluşan farklılıkların ardından gelen ve arananın bulunduğu başlı başına yeni bir dönemdir. 17. yüzyıl bir istikrar dönemidir. Bu yeni dönem, karakteri itibariyle Ortaçağ‟a benzemektedir. Ortaçağ, nasıl ki dini esas alarak tutarlı bir felsefi-fikri yapı oluşturmuşsa, 17. yüzyıl da aklı (ratio) esas alarak kendi içinde tutarlı, birlikli ve adeta kapalı bir felsefi yapı oluşturmuştur. Bu sebeple bu yüzyıla „rasyonalizm yüzyılı‟ denilmiştir. 17. yüzyılda bu birlik ve kapalılığı oluşturan etken, Rönesans‟la şekillenmeye başlayan matematik-fizik bilimi; buna bağlı olarak da rasyonalizmdir. Çünkü Yeniçağ‟ın başlangıcında görülen rasyonalist düşünüşün oluşmasını sağlayan, bu matematik-fizik anlayışıdır. Rasyonalizm; gerçeği bulmak, bilmek ve açıklamak için, kendisinde tümel kavramlar, bilgiler ve kuralların bulunduğu aklı seçen bir akımdIR.Rasyonel yapılı olan doğayı anlayabilecek olan tek yeti de akıldır. Matematik-fiziğe bu derece güvenilmesinin nedeni, 17. yüzyıl filozoflarının neredeyse hepsinin matematik ve fizik eğitimi almış olmaları ve Pascal, Descartes ve Leibniz gibi ünlü filozofların matematik-fizik biliminin de yaratıcı dehalarından olmalarıdır. Kısacası Ortaçağ boyunca kabul edilen “kantitatif fizik” yerini, Rönesans‟tan itibaren “kalitatif fiziğe” bırakmıştır. Yeniçağ‟da üzerinde en fazla durulan ve çözüme kavuşturulan temel problemlerden biri de „metot‟ problemidir. Yeniçağ‟ın metot anlayışı, bu dönemin model bilimi olan matematik-fiziğin metodudur. Bu metot, temel olarak analiz (tahlil-ayrıştırma) ve sentez (birleştirme)den meydana gelmektedir. 17. yüzyıl felsefesi için gerçeğin son unsurları, „cevherler‟dir (töz), bunların aralarındaki ilgiler ise „sebepler‟dir. Bu unsurlar arasındaki bağlantılar bulunursa, gerçek açık ve seçik olarak bilinir.

2. 17. Yüzyıl Filozofları

2.1. Descartes (1596-1650)

Descartes için felsefe tarihinde genel olarak yeniçağ felsefesinin kurucusu denilir. Çünkü 17. yüzyıl felsefesi, Descartes‟ın çizmiş olduğu sınırlar içerisinde doğup gelişmiştir. Bu yüzden bu yüzyılın felsefesine Kartezyenizm (Cartesianizm) (isminin Latince yazılışı Renatus Cartesius olmasından dolayı) yani Dekartçılık denilmiştir. Yazdığı kitapları arkadaşı Mersenne‟in katkılarıyla bastıran Descartes‟ın metafizik anlayışına Cizvitler karşı çıkmışlardır. Mektuplarında sorduğu sorulara yazdığı cevaplardan dolayı öğrencisi saydığı İsveç Kraliçesi Christine‟in 1649 yılındaki daveti üzerine İsveç‟e giden Descartes, buranın sert iklimine dayanamayıp kısa bir süre sonra 1650 yılının şubat ayında ölmüştür.

2.1.1. Eserleri

İlk olarak “Aklı Kullanmak İçin Kurallar” adlı eseri yazan Descartes, sonra fizik ve astronomi konularında çalışarak “Dünya” adlı kitabını yazmıştır. Ölümünden sonra “Dünya” ve mektupları bir araya getirilerek “Ahlak Üzerine Mektuplar” yayınlanmıştır.

2.1.2. Yöntemi

Descartes, klasik mantık ve matematiğin çözüme uzun bir yol ile ulaştırdığı kanaatindedir. Bu yüzden bu iki bilimin daha kesin yöntemlerle daha çabuk sonuca götürebileceği yolunda çalışmalar yapmıştır. Bunun için de aritmetiği kullanmıştır. Descartes‟ın ifadesiyle bizi açık ve seçik olan bilgiye ulaştırır. Açık ve seçik olarak bilmek demek, doğru ve sağlam olarak yalın olanı bilmek demektir. Yalın olana ise intuitif yolla ulaşılır. Bu intuitif olan ilk bilgi ise doğrudan doğruya bilinir. Descartes‟ın bu yöntemi aşağıdaki gibi sistematize edilebilir.

1- Apaçıklık kuralı: Doğruluğu apaçık bilinmeyen hiçbir şeyi doğru olarak kabul etmemek.
2-Analiz kuralı: Ele alınacak olan yeni konuya ait güçlüklerin her birini mümkün olduğu ve gerektiği kadar son unsurlarına ayırmak.
3- Sentez kuralı: En basit ve bilinmesi en kolay şeylerden başlayarak, en karmaşığa doğru basamak basamak yükselmek için, ilgili olan unsurlar arasında bir sıra belirlemek ve düşünceleri bu sıraya göre birleştirmek.
4- Kontrol kuralı: Matematikte yapılan sağlama yöntemi gibi, hiç bir şeyi ihmal etmediğinden emin olmak için önceki işlemleri yeniden gözden geçirmek.

2.1.3. Descartes‟ ın Matematik Yöntemi Felsefeye Uygulaması

Descartes‟ın amacı matematik yöntemi bütün bilimlere uygulamakla kalmayıp, onu felsefenin de genel metodu yapmaktır. “Yöntem Üzerine Konuşma” isimli kitabında bu amacını açıklamaktadır. Descartes, eşyanın bilgisini elde etmede iki yol takip etmiştir. Bunun birincisi intuition (sezgi), ikincisi de deductiondu (zorunlu çıkarım). İntuition, içgözlemin başlangıcıdır. Bu yöntemi ilk kez ileri süren Descartes‟tır. Uzak bilgilere ise dedüktif yöntemle ulaşılır. Buna göre, sezgi metodu, zorunlu çıkarım için bir iskele vazifesi görüyor denilebilir. Descartes‟ın felsefede uyguladığı esas metodu matematik-deduction metodu olup, intuition ise zihne ilk prensipleri verecek olan, aksiyom derecesinde apaçık ilkeleri sunacak olan başlangıç safhasıdır.

2.1.4. Descartes‟ ın Bilgi Teorisi

Descartes, çocukluğundan beri öğrenmiş olduğu şeylerin, hepsinin kendisine duyular ve gelenek yoluyla geldiğini, bunlardan duyuların aldatıcı geleneğin de yanıltıcı olduğunu görerek her şeyden şüphe etmeğe başlar. Descartes sadece şüphe etmek için şüphe etmemekte, kesin bir bilgiye, gerçekliğe varmak için şüphe etmektedir. Böyle kesin bir bilgiye ulaşır ulaşmaz da şüpheden tamamen uzaklaşmaktadır. Bu konuda skolastik düşünürlerden de ayrılmakta, “anlamak için inanıyorum” yerine, Descartes “anlamak için şüphe ediyorum” demektedir. Descartes, bu metodik şüpheyi kullanarak ilk apaçık ilkeye, adeta bir aksiyoma varır: Bende kalan tek kesin bilgi, „şüphe içerisinde olduğumun bilgisidir‟.Yani ünlü deyimiyle „şüphe etmediğim tek şey şüphe ettiğimdir‟. Ancak, şüphe etmek, düşünmek demektir; o halde düşündüğümden şüphe edemem. “Düşünüyorum, o halde varım- Cogito ergo sum-”. Descartes böylece ilk sağlam bilgi olarak kendi varlığının bilgisine ulaşır. Solipsizm, kendi varlığının dışında başka varlıkların gerçekliğini tanımamak ve kendi beninde sıkışıp kalmak demektir.TANRININ VARLIĞI benden kaynaklanan bir fikir olmadığına göre, bu fikri bizzat Tanrı ruhuma koymuş olmalıdır. O halde Tanrı da vardır. Tanrı‟nın varlığı zaten bizzat „mükemmel varlık‟ fikrinin eseridir. Descartes ikinci bir gerçeklik olarak Tanrı‟nın varlığına ulaşmış olur. Descartes, varlığı kesin olan üç gerçeklik alanı belirlemiş oluyor. Bunlar, „Tanrı, ben ve dış dünya‟dır. Tanrı her şeyin kendisine tabi olduğu ve kendisi hiç bir şeye bağlı olmayan sonsuz cevherdir. Ben veya ruh, düşünen cevherdir. Descartes‟a göre cevher, var olmak için başka şeye ihtiyacı olmayan şeydir. Buna göre bu tanıma uyan tek varlık Tanrı‟dır. Descartes, bilgi teorisinden hareketle fikirler teorisine ulaşır. Bunlar a) doğuştan fikirler b) arizi fikirler c) yapma fikirlerdir. Ona göre doğuştan fikirler (idea innata), bize dışardan gelmiş olmayan, ruhumuzda önceden yerleşik olan fikirler veya tasavvurlardır. Descartes‟a göre arızi fikirler, bize duyular vasıtasıyla dışardan gelen fikirlerdir. Son olarak hayal gücümüz vasıtasıyla türettiğimiz yapma fikirler bulunmaktadır.

2.1.5. Descartes‟ ın Metafiziği ve Tabiat Felsefesi

Descartes, ilk ve apaçık olan ilkeleri intuitif olarak belirledikten sonra, bilgi teorisinin ikinci safhası olan apriori deduction
safhasına geçmekte ve bu yolla (akıl yürütmeler yoluyla) yeni bilgilere ulaşmaktadır. Descartes, üç cevher belirlemiş olmaktadır. Bunlardan biri, Tanrı, ikincisi ruh ve üçüncüsü de cisim veya maddedir. Bu üç cevher, temelde ikiye indirgenebilir. Sonsuz cevher ve sonlu cevherler. Sonsuz olan tek cevher, Tanrı‟dır. Sonlu cevherlere aynı zamanda izafi cevherler de denir. Çünkü var olmaları Tanrı sayesindedir. Maddenin sıfatının yer kaplama olmasından zorunlu olarak şu sonuçlar çıkar: 1. Evrende ne maddesiz yer kaplama, yani boş mekan, ne de yer kaplamasız madde yani atom bulunabilir. (Demokritos‟un zıddı) 2. Maddi evren sınırsızdır, çünkü sınırları olan yer kaplama düşünülemez (Aristoteles‟in zıddı) 3. Maddenin gerçek anlamda merkezi yoktur ve onun şekli tabii olarak merkezsiz olmaktır. (exceentrique). Dolayısıyla hareketi merkezden çevreye doğrudur (centrifuge). Çünkü merkez, matematik bir noktadır ve doğal olarak yer kaplamayan bir şeydir. Buna karşılık ruh ise maddenin tamamıyla zıddıdır; yani mahiyet olarak aktif ve hürdür. Madde, ruhun ve düşünmenin olmadığı, ruh ise maddenin bulunmadığı şeydir. Yani bu iki cevher birbirine tamamıyla zıttır. Madde mutlak olarak ruhsuz, ruh ise mutlak olarak maddi olmayandır. Descartes‟ın cevherle ilgili ortaya koyduğu bu görüşe cevher düalizmi denmektedir.

2.1.6. Descartes‟ ın Ruh Görüşü

Descartes‟ın ortaya koyduğu cevher düalizminin bir sonucu olarak madde bilimi ile ruh bilimi arasında da hiç bir ilişki yoktur. Ruh, duyular vasıtasıyla oluşturulan fikirleri duyular yoluyla alır. Madde ise ruhun iradesiyle hareket eden bir otomattır. Belirtildiği gibi aslında ikisinin kanunu birbirine zıttır. Madde zorunluluğa, mekanizme; ruh ise hürriyete tabidir. Dolayısıyla ruh, maddeye, bedene tabi olmayıp, beden yok olduktan sonra da yaşamağa devam eder. Hareket eden, beslenen, nefes alan, bedenimizdir; zevk alan, acı çeken, isteyen, acıkan ve susayan, seven, ümit eden ve korkan; ses, ışık, koku, tat ve teması algılayan uyanık duran ve uyuyan, rüya gören ve bayılan ise ruhumuzdur. Bütün bunlarla birlikte Descartes, hayvanlarda ruh bulunmadığını kabul etmektedir. Hayvanlardaki hareketi sağlayan ruh değil, damarlarında dolaşan kandır. Bu itibarla ruh taşımayan bir canlı olan hayvan Descartes‟a göre olsa olsa makine olabilir. Aslında insanda da kan dolaşımı vardır. İnsanı hayvandan ayıran tek fark ise insanın ruh sahibi olması, hayvanın ise ruhtan yoksun olmasıdır. Bu yüzden hayvanlarda düşünme yetisi bulunmamaktadır. Çünkü düşünme ruhun bir işlevidir.Onun makine hayvan teorisinden etkilenen koyu materyalist olan La Mettrie‟nin, „makine insan‟ teorisini ileri sürmesine neden olmuştur.

2.1.7. Descartes‟ın Ahlak Felsefesi

Descartes‟ın ahlak anlayışı eudaimonisttir. Ona göre ahlakın amacı insanı mutluluğa ulaştırmaktır. Buna göre mutluluğa ulaşmanın üç yolu vardır: Doğrunun ne olduğunu tam olarak bilmek, apaçık olarak bildiğimiz doğruyu istemek ve elimizde olmayan şeylerle ilgili isteklerden vazgeçmek. Elimizde olmayan isteklerden vazgeçmek için de elimizde olanla olmayanı ayırt etmesini bilmek gerekir.

3. Jansenizm

Descartes felsefesi, kendinden sonraki dönemleri etkilemiş, farklı filozoflar Descartes‟in düşüncelerinden yola çıkarak farklı sonuçlara ulaşmışlar ve böylece farklı akımlar ortaya çıkmıştır. Descartes‟ın en sert karşıtı ise Cizvit tarikatı olmuştur. Buna karşılık Descartes, Cizvit‟lerden farklı, hatta onlara karşıt bir görüşe sahip olan Jansenistlerce benimsenmiş ve savunulmuştur. Jansenizm tarikatını Descartes‟la aynı dönemde yaşayan ve bir Psikopos olan Cornelis Jansenius (1585-1638) kurmuştur. Bu tarikatın din anlayışı Saint Augustinus‟un „inayet‟ (gratia) öğretisine dayanmaktadır. Bunların Descartes‟ı benimsemelerinin sebebi ise Augustinus ile Descartes arasındaki önemli benzerliktir. Augustinus da yalnızca dini bakımdan olmak üzere Descartes gibi büyük bir şüphe krizinden geçer.

3.1. Blaise Pascal (1623-1662)

Herkesçe bilinen buluşları da olan dahi bir matematikçi ve fizikçi olan, Fransız dilinin en büyük yazarlarından sayılan Pascal, Jansenistler çevresinde yetişmiş en ünlü düşünürdür. O da Descartes‟ın, bilgide „açıklık-seçiklik‟ idealiyle matematik metoduna bağlıdır. Matematik alanında „Pascal Üçgeni‟ diye bilinen binom açılımının mucididir. Pascal ayrıca edebiyat alanında da “Bir Taşralıya Mektuplar” isimli eseriyle bilinmektedir. Öte yandan felsefe sahasında da çalışmaları olmuş ve onu felsefe dünyasına tanıtan “Din Üzerine Düşünceler” isimli eserini yazmıştır. Böylece Pascal, Descartes rasyonalizminden çok, onda bir bakıma potansiyel halinde bulunan mistisizme, yani içli bir dindarlığa ve kalbe yönelmiştir. Descartes felsefesinde de mistisizm görülmektedir. Şöyle ki Descartes dünyayı ve „ben‟i bilmeyi Tanrı‟nın bilinmesine bağlamıştır. Çünkü Descartes, dış dünyanın varlığını Tanrı‟nın varlığına ve O‟na inanmaya bağlamaktadır. Galilei ve Descartes gibi Pascal‟ın da en güvendiği yöntem, matematik bilgisidir. Yani kısaca matematik, insan bilmecesini aydınlatamaz, insanın özünün ne olduğunu açıklayamaz. Çünkü tabiat içinde insan nedir? Sorusunun cevabını verecek olan matematik değildir. Pascal, bir bakıma ikinci bir mantıktan bahseder. Bu „ince düşünce‟ veya başka bir deyimle „kalp mantığı‟dır. Pascal, Descartes‟tan farklı olarak, ilahi alem, sonsuzluk, ruhun ebediliği meselelerinin akılla değil ancak bu kalp mantığı ile çözülebileceğini iddia etmektedir.

4. Pierre Bayle (1647-1706)

Pascal gibi akla şüpheyle bakan ve bu şüphesini sistemli bir septisizme vardıran, bir başka filozof da Pierre Bayle‟dır. Bayle, samimi bir dindar, döneminin bilgi birikiminden maksimum düzeyde pay almış bir düşünürdür. Bayle, bilgiyi kendisinden sonrakilere de ulaştırmayı amaç edinen aydınlanma düşünürlerinin öncüsüdür. “Tarihi ve Kritik Sözlük” adını taşıyan sözlüğü, bilimsel bilgiyi hem sağlam hem de zevkli bir biçimde aktarmak için oluşturulmuş ilk denemedir. Dogmalar aklın üstünde değil, akla aykırıdırlar. Dolayısıyla din ile bilim arasında temelden bir çelişki bulunmaktadır. Aslında Bayle dinsiz değildir. Dini inancı bulunmasına rağmen, her şeyin, hatta dini dogmaların bile akıl yoluyla aydınlatılamayacağına inanır. Aklın kesin bir bilgiye ulaşmadaki yetersizliği konusunda Bayle, derinlikli bir anlam bulur. Bayle‟a göre çift hakikat vardır. Bir yanda aklın doğrusu, diğer yanda inancın doğrusu. Bunlar birbirlerinden ayrı şeyler olup, ayrı ayrı inanılacak hususlardır. Hatta matematiğin aksiyomlarının sarsılmazlığından bile şüphe edilmelidir. Çünkü
değişmez gibi görünen bu bilgilerin, bundan sonra değişmeyeceğine dair hiçbir garanti yoktur. Böylece Bayle, insan bilgisinin kesinliğinin bulunmadığını ortaya koymak istemektedir. O, bu anlayışını ifade etmek için, şu meşhur ifadesini söylemiştir: “Ġnsan aklı, ancak yanılmaları bulmada beceriklidir. Ama bir başkasının yardımı olmadan kendi kendine doğruyu bulmada çok güçsüzdür.

5. Thomas Hobbes (1588-1679)

F. Bacon‟la tanışıp, bir süre sekreterliğini yaptı ve onun düşüncelerinin etkisinde kaldı. Denilebilir ki Hobbes‟un kendi felsefi sistemini oluşturmada en fazla etkilendiği kişilerden biri Bacon‟dır. Önemli felsefi fikirlerini, “Felsefenin Ögeleri” isimli eserinde toplamıştır. Fakat onun en önemli eseri “Leviathan”dır. Descartes‟ın tesirinde en az kalmış ve buna karşılık natüralizmi tutarlı olarak savunmuş, hatta materyalizme varmış bir filozoftur.

Hobbes‟a göre her çeşit bilginin kaynağı deneydir. Bilginin amacı ise Bacon'da olduğu gibi, insanın tabiat ve kültür çevresine hakim olmasıdır.. Felsefede yapılacak olan şey, olayları asıl gerçek olan doğal sebeplerine bağlamaktır. Tek gerçek olan cisimler dünyasında dayanakları olmayan, hürriyet, maddi olmayan ruh vb gibi bütün tasavvurlar, birer kuruntudan ibarettir.

Ona göre, olaylar ancak matematik yöntemle ele alındığı takdirde bu tür kuruntulardan kurtulmak mümkün olabilir. Dolayısıyla işin içine duygular karışmaz. Görüldüğü gibi, bu son düşünceler açıkça Descartes‟ın etkisini göstermektedir. Hobbes‟un cevher meselesine bakışı ise materyalizmini yansıtır. Ona göre, cevher olan her şey ancak „maddi‟ olabilir. Dolayısıyla ruh diye bir cevher yoktur, ruhsal olaylar ne kadar gerçek olurlarsa olsunlar, dayanakları maddidir. Hobbes, 17. yy‟da devlet felsefesine büyük önem vermiş, devleti, genel felsefesinde olduğu gibi natüralist anlayışının etkisiyle suni bir aygıt saymıştır. Çünkü gerçek ve doğal olan sadece bireydir. Devlet ise sonradan oluşturulmuş bir kurumdur. Dolayısıyla doğal değildir. Hobbes, devlet anlayışını, devleti insana benzeterek şekillendirmiştir. Buna göre insan bencil bir yaratıktır.

Bu yüzden insan, dünya nimetlerinin kendisine ait olmasını ister. Fakat bu istek, bütün insanlarda bulunduğu için, buradan „herkesin herkesle savaşı durumu‟ doğar. Hobbes, bunu ifade etmek için, herkesçe bilinen „insan insanın kurdudur - Homo homini lupus‟ tezini ileri sürer. Devletin kuruluş sebebi olan, genel güvenliğe yarayan şey „iyi‟, „haklı‟, yaramayan ise „kötü‟ ve „haksız‟dır. Buna göre, ahlak ve hukukun kaynağı, devlettir. Buna göre, ahlak ve hukukun kaynağı, devlettir. Din dahi, ancak devletin içerisinde bir anlam kazanır. Bunun sonucu olarak sadece devletin meşru saydığı din doğrudur. Devletin esas görevi genel güvenlik olduğuna göre, bunu yerine getirebilmesi için, „şartsız‟ ve „noksansız‟ bir otoritesinin olması gerekir. Devlet adeta bir ‘dev’ gibi olmalıdır. Devlet felsefesini anlattığı kitabının adını Hobbes bu yüzden Tevrat'ta geçen bir devin adı olan Leviathan olarak belirlemiştir.


alıntıdır
Alıntı ile Cevapla