Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08 Kasım 2008, 22:10   Mesaj No:14

seydanur

Medineweb Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:seydanur isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 4172
Üyelik T.: 29 Eylül 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 74
Konular: 17
Beğenildi:1
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: Tevbe ve Gözyaşı

Tevbe ve Gözyaşı



Zîrâ, ancak gönlündeki cürümden oluşan bir yarayı ömür boyu gözyaşlarıile yıkayıp temizleyen gönül erleri, afvın cennetine girebilen âşıkgönüllerden olabilirler. Onun için başta Peygamberlerolmak üzere bütün velîler, sâlihler ve sâdıklar; darlıkta ve bollukta,kederde ve ferahta dâimâ Cenâb-ı Hakk'a ilticâ etmişler, yanış veyakarış hâlinde bulunmuşlardır. Çünkü Peygamberlerde bile iradedışı gerçekleşen bir hatâ olarak ifade edilen "zelle"lerin bulunmasısebebiyle tevbe ve istiğfârdan müstağnî kalabilecek hiçbir kul tasavvurolunamaz. Tevbe ve istiğfâr, gerçek mâhiyetiyle derûnî bir nedâmet,pişmanlık ve sığınma olması sebebiyle, Allâh'a yaklaşmanın en müessirvâsıtasıdır.

Diğer taraftan Cenâb-ı Hakk'ın kullarına verdiği ızdırap ve çileler ilekullarından istediği tevbe ve gözyaşları hep bir ebediyyetalış-verişidir. Hemöyle kârlı bir alış-veriş ki, bunu farkedenler hiçbir musîbettenşikâyet hâlinde olmayıp sonsuz bir kazanç elde ederler. Bunlardan biriolarak Hazret-i Mevlânâ ne güzel buyurur:

"Hak Teâlâ, bu dünyâda senden birkaç damla gözyaşı alır, ama karşılığında sana nice cennet kevserleri bağışlar. O,senden sevdalarla, ızdıraplarla dolu olan ahları, feryatları alır; herah'a, her feryada karşılık yüzlerce manevî yüksek mevkîler, erişilmezmakamlar verir."

Fakat bilmelidir ki, her ağlayış bir değildir. Onlar arasında çok fark vardır.Nitekim soğuk, yapmacık, yalan olan nice iniltiler vardır ki, gaflettenve bir aldatmacadan ibarettir. Süfyân-ı Sevrî -kuddise sirruh- buyurur:

"Ağlamak on kısımdır. Bunlardan dokuzu riyâdır. Ancak bir tanesi Allâh içindir. İşte bu Allâh için ağlamak, senede bir defâcık bile olsa kulun cehennemden kurtulmasına inşâallâh vesîle olur."

Rivâyete nazaran kocasıyla kavga eden bir kadın ağlayarak Kadı Şüreyh'emürâcaat etmişti. Bu esnâda orada bulunan Şa'bî ona dedi ki:

"-Yâ Ümeyye! Bu kadının mazlûm olduğunu zannediyorum. Görmüyor musun ki nasıl ağlıyor!"

Bunun üzerine Kadı Şüreyh dedi ki:

"-Ey Şa'bî, Yûsuf'un kardeşleri de zâlim olduklarıhâlde ağlayarak babalarının yanına gelmişlerdi. Bu ağlamalara bakarakhüküm vermek doğru olmaz!"

Böylesi gözyaşları elbette ki merduttur. Diğer bir menfur ağlayış da, miskinlik ve zillet ifade eden ağlayışlardır. Bunlar alnı terlemeyip hüsranlık çeken kimselerin boş ve nâfile gözyaşlarıdır ki, böyleleri hakkında merhum Âkif şu îkâzda bulunur:

Bırakın matemi, yahu! Bırakın feryadı;

Ağlamak fâide verseydi, babam kalkardı!

Göz yaşından ne çıkarmış? Niye ter dökmediniz?!.

Bizim bahsettiğimiz murâd-ı ilâhî olan ağlayış ise, hâlimizidost-düşman karşısında aşağılatacak bir gözyaşı değil, göklereyükseltecek, gönle mîrâcı yaşatacak bir ağlayıştır. Nasılki engin deryâlar nice çer-çöpü üzerinde taşıyor ve onları diplerebatmaktan koruyorsa, bizim gözyaşlarımız da bizleri batmaktan koruyupbaşında taşıyacak ve menzil-i maksûda erdirecek sular kabîlindenolmalıdır ki, bunlar gözden ziyade gönülden akan ve halka değil Hakk'aarzedilen damlalardan ibarettir.

Ağlamak hususunda diğer mühim bir mes'ele de bu ağlayışın bir şikâyet ağlayışı olmamasıdır. Çünkü şikayette râzı olmama hâli vardır ki, aslâ makbul değildir. Zîrâ şikâyetler, insanı isyâna kadar götürür ve elindeki bütün sermayesini yok eder. Bu ise Hakk'ın gazabını celbeder. Bizimkasdettiğimiz ağlayış ise, gazabı celb etmek değil, dostu memnunedebilme endişesi ve günah kirlerinden arınabilme vesîlesidir.

Hâsılı ölüm geldiğinde bütün uyuyanlar uyanır, yâni gözlerini açıp hakîkati görürler. Ancak o son nefeste hakîkati görmenin artık hiçbir faydası olmaz; tıpkı Firavun'a olmadığı gibi... Hazret-i Mevlânâ ne güzel buyurur:

"Akıllı kişiler önceden ağlarlar; bilgisizler ise işin sonunda başlarına vururlar, hayıflanırlar. Sen işin başlangıcında sonunu gör de, kıyâmet gününde pişman olma!"

"Bu hususta şu kuşun hâli sana ibret olsun ki, o, avcının tuzağındakibuğdayları görünce kendinden geçmiş, aklını kullanamaz hale gelmişti. Böylece irâdesiz bir şekilde buğdayları yedi, fakat, tuzağa düştü kaldı. Bu defa başını dertten kurtarmak için ne kadar Yasin okudu, ne kadar En'am okudu. Ama ne fayda!.. Bela gelip çattıktan sonra, ağlamak, feryad, etmek, sızlanmak ne işe yarar. Bu ah ve feryad, tuzağa düşmeden önce gerekirdi..."

Nitekim Lût kavminin, ilâhî intikâmı celbeden azgınlıkları sebebiyle helâk edileceklerini duyduğunda İbrâhîm -aleyhisselâm-, onların ne derecede bir isyân içinde olduklarını tam bilmediğinden kendilerine merhametle duâ etmek isteyince melekler:

"-Artık duâ vakti geçti!.." demişlerdir.

Cenâb-ı Hakk'ın murâdı üzere ölümün bizlere nerede, ne zaman ve nasıl geleceği belli değildir.Onun için gönüllerin "Ölmeden evvel ölünüz!" sırrıyla yoğrulması ve heran Rabbine kavuşmaya hazır bulunması zarûrîdir. Aksi hâlde son nefes: "Eyvah nereye böyle!" feryatlarıyla dolu bir hüsrân demi olur... Âyet-i kerîmede buyurulur:

"Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de: «İşte (ey insan) bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir!..» denir." (Kâf, 19)

Dolayısıyla kulların en mühim mes'elesi, tezkiye-i nefs ve tasfiye-i kalbdir. Buraya kadar anlattığımız tevbe ve gözyaşı bu hâle nâiliyyetin sadece kapısı mesabesindedir. Bu kapıdan içeri girdikten sonra yapılması gereken bütün amel-i sâlihleri ihyâ da elbette zarûrîdir. Farz, vacib ve sünnetleri âdâbı üzere edâdan sonra bilhassa kul hakkı, anne-baba hakkı, Allâh için infâk, bütün mahlûkata merhamet, şefkat ve afv ile yaklaşabilme gibi güzelliklere sahip olunmalıdır. Meselâ bu güzelliklerden afvedebilme meziyetine kavuşabilenler, ilâhî afva daha çok lâyık olurlar. Zîrâ "Acıyın bize!" feryadlarına gönül vermeyen muhabbet ve merhamet mahrumları, hayatın şaşkın ve hazin yolcuları olurlar.

Onun içindir ki gönüller, tevbe ve gözyaşı iklîminde bütün davranış güzelliklerini elde ederek Rabbe yönelmelidir. Bu yöneliş de hiç şüphesiz ömrün her anını içine alır. Bununla birlikte bazı müstesnâ zamanlar kullar için apayrı bir kazanç mevsimidir.Tıpkı bahar mevsiminin diğerleri arasındaki değer ve güzelliği gibikullara bahşedilen öyle mânevî baharlar vardır ki, bunların endeğerlisi, içinde bin aydan daha kıymetli birgeceyi, yâni Kur'ân'ın Levh-i Mahfûz'dan dünyâ semâsına indirilerekcihânı ve insanları nûra gark ettiği Kadir Gecesi'ni de bulunduranRamazan-ı Şerîf ayıdır. İdrâk ettiğimiz bu mübârek ve müstesnâ ay, gece gibi kararan gönülleri nûruyla aydınlatan bir bedr-i münîrdir. Göklerdenyere mi'râc için açılan bir penceredir. Bu bakımdan gönlü uyanıkmü'minlere gereken, bütün ömürlerini böyle müstesnâ bir iklîmdenalacağı feyiz ve bereketlerle, yâni Ramazan-ı Şerîfhassasiyetiyle geçirmesidir. Zîrâ böyle bir yaşayışla müzeyyen sâlihgönüllere kıyâmet, bir nedamet günü değil âdeta bir bayram sabahı olur.

Rabbimiz cümlemize böyle bir bayram sabahı nasîbeylesin! Aşk, vecd ve samîmî gözyaşlarıyla ilâhî rahmet ve mağfiretinenâil buyursun!

Âmîn!..
Alıntı ile Cevapla