Tekil Mesaj gösterimi
Alt 05 Ocak 2010, 23:10   Mesaj No:1

NİLGÜN YAZAR

Medineweb Üyesi
NİLGÜN YAZAR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:NİLGÜN YAZAR isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 8150
Üyelik T.: 14 Mayıs 2009
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 120
Konular: 37
Beğenildi:6
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart ÇEKİLİN ÇEKİLİN! BEN DOKTORUM!

ÇEKİLİN ÇEKİLİN! BEN DOKTORUM!

Bir Ankara yolculuğu… Yaşadığım şehrin en çok nesini sevdiğimi sorsalar, tıpkı bir zamanlar üstadın dediği gibi, vereceğim cevap tek ve nettir: “Dönüşünü…”

Son beş yıldır otobüs yolculuğu yapmadığım için özlemiş olduğumu düşünüp bu seferki tercihimi karayolundan yana kullanıyorum.

Haber Ajanda’nın yazarlar toplantısı için “Ver elini Ankara” diyorum. Dönem ortası yerimden kımıldamam hiç de mümkün değilken kendimi Ankara istikametinde bulmak, bünyeme çok iyi gelmişti.
Yirmi yedi numaralı koltuğuma bin bir hevesle geçtim, oturdum. Mutluluğuma diyecek yoktu. Gerçi cam kenarı değildi ama ne yapalım! Hayat da zaten bizi her zaman cam kenarında ağırlamıyordu. Öyle ya…

Yaklaşık beş dakika sonra yanıma bir hatun geldi oturdu. Hatun ki ne hatun!? Devlet gibi maşallah! Nasıl da heybetliydi ama… Haa, yanıma mı oturdu dedim en son, pardon, hemen düzeltiyorum; resmen üzerime oturduğunu iddia edebilirim.

Kadının sağ yarım küresi tamamen üzerimdeydi. İşte bu manzara, hevesimin kursağımda kaldığının resmiydi. İlk işim, bana sorulmasından hiç haz etmediğim, klasik yol muhabbetinin ilk soru cümlesini kurmak oldu: “Yolculuk nereye?”

Bu sorunun maksadı kesinlikle, istek duyulan bir muhabbete basit bir yol açma çalışması olmayıp, sadece dayanması epeyce güç olacak bir işkencenin metrajını öğrenme gayretiydi.

Muhatabım gülümseyerek, “Ankara’ya…” deyince, içimden ağıtlar yakıp, zılgıtlar çekmek gele dursun, “Yaa, ne güzel! Ben de...” deyiverdim.

İtiraf ediyorum: Ben çok büyük bir yalancıyım... Bundan sonrası için bir mucize dilemekten ve de beklemekten başka yapılacak bir şey yoktu. Gazam mübarek olsun!

Tost haline gelmeme ramak kalmıştı ki, yurdumun güzel şehri Trabzon’da mola verdik. O an bana, o şehrin düşman işgalinden kurtuluşuna benim kadar sevinecek başka bir vatanperver gösterebilmenizin imkânı yoktu.

Molada hostesin yanına gidip, -otobüs tamamen dolu olduğu için- hostes koltuğunu bana verip veremeyeceklerini sordum. Bana verilen cevapla yıkıldım tabii. Aklıma “Secret” adlı kitabı getirdim. “Bir şeye çok inanırsan olur. Sadece çağır, gelsin” diyordu değil mi? Gelmezse, bana geleceklerdi nitekim.

Otobüsün kalkmasına yakın yeni yolcuların teşrifiyle, sorun kaynaklı olduğunu düşündüğüm bir hareketlilik yaşandı. Bir yazar cengâverliğiyle kulak kesildim. Malzeme çıkacak da yazacağım diye bu ara iyice duygusuz bir insan oldum çıktım.

Hadise sıradandı aslında. Mevzuu, tüm otobüs şirketlerinin her seyr-ü seferinde yaşanan bir klasikti. Aynı koltuk, yine birden fazla kişiye satılmıştı. Tepedeki koltuk kavgalarının sıkça yaşandığı bir ülkede, benzerlerinin de tabanda yaşanması kaçınılmazdı. Velhasıl iki yolcu ayakta kalmıştı.

Ayakta kalan yolcuların gerginliği tavan yapıp, şoför ve muavinlerin panik hali de giderek ortamı gererken “Çekilin, çekilin ben doktorum!” diye bas bas bağırmak geldi içimden. Amerikan filmlerinden ezber ettiğim bu cümleyi hayatımın bir karesinde bir kez olsun hep kurmak istemişken kısmet burayaymış. Tüm yardımsever ve sorun-savar kimliğimle kargaşanın tam ortasına attım kendimi. “Bir önerim var!” dedim. Kulak kesildiler tabii:

“Ayakta kalan yolculardan birine ben yerimi seve seve verebilirim. Ben de ön taraflarda bir kıyıya sinebilirim. Koltuk olması da şart değil üstelik, idare ederim.” (Kendimi düşünüyorsam namerdim. Vatan sağ olsun ya da ne bileyim, gönüller bir olsun. Kırmızı olsun, beş kuruş fazla olsun. Bir şeyler olsun da ne olursa olsun!)

Beni dinlerken birer ölü balık gibi bel bel yüzüme bakan muavinlerin gözleri, konuşmam bittiğinde birden bir alev topuna dönüşmüştü. Benim bu anlamlı önerim karşısında gözleri dolmuş da olabilir tabii. Biraz loştu da ortalık. Tam seçemedim…

Herkesin işine gelen ve yüzde yüz çözüm odaklı olan bu teklifim, karar ve onay meclisinden jet hızıyla geçince, ben de ormanda çiçek toplayan saftirik Pamuk Prenses çalımıyla seke seke ön saflara doğru yol aldım. Artık adım bahtiyar, soyadım mesuttu.

VİP’teydim… Hostes koltuğuna ayakta kalan diğer yolcu oturduğu için bana da hostes koltuğu ile şoför koltuğunun tam ortasına alelade yerleştirilen minder düşmüştü.

Yolculuğuma yirmi yedi numaralı koltukta devam ettiğimde ezilerek ölme riskim, ön taraftaki basamakta otururken olası bir kazada camdan fırlayarak ölme riskimden çok daha kuvvetliydi. Bu yüzden seçimimi yaparken fazla zorlanmamıştım.

Otobüs yolculuğu yapanlar pekâlâ bilir ki, gece yolcuğunun cazibesi ve de hazzı başkadır. Hele de yeriniz önlerde bir yerdeyse bundan iyisi Şam’da kayısıdır.

Yazmak için sıradaki kurbanım şofördü. Kendini geceye ve sorumluluğunun dikkatine vermişken ne kadar da masumdu oysa… Keyfine de diyecek yoktu ama. Yolculuk boyunca onun tercih ettiği müzikleri dinlemeye mecburduk bir kere. “Ha” dediği yerde han kuruluyordu. Muavine bir ışık çakıyordu, çayı, kahvesi anında servis ediliyordu. Her canı istediğinde sigara içebiliyordu. İşte size lüks… Sıkıysa toplu taşıma aracında cebinizi yakmadan, sihirbazlık numarası da yapmadan sigaranızı yakın bakalım.

Şoförün bu saadetini görünce bir an için “Otobüs şoförü mü olmalıydım acaba?” diye düşünmeden edemedim. Bendeki bu iflah olmaz maymun iştahının değerini, bilse bilse Darwin’ciğim bilirdi zaten. Ne de olsa altının kıymetini sarraf bilirmiş. Geçtik…

Yerimi yadırgamadan, devasa bir ekrandan, şehir ışıklarının efekt yaptığı sürükleyici bir filmi izlemeye koyuldum. Geriye kalan ise birkaç yaralı kelimeydi. Gece, cama çarpan yağmur ve huzurdu.
Hostesin çığırtkan sesinin kulaklarımı tırmalamasıyla kendime geldim: “Yarım saat yemek ve ihtiyaç molasııııııı!”

Bir an kendimi bu kadının kocası olmuş ya da olacak adamcağızın yerine koydum. “Kahvaltı hazır hayatıııımmmmm! Gelmeyecek misiiiiiin?” diye bana avaz avaz bağırdığını farz ettim. “Canım ben niyetliyim bugün. Hemen çıkıyorum zaten, sen keyfine bak” demek işten bile olmazdı sanırım.

Moladan sonra herkes yerini aldı. Bizde, yazmak için herhalde en çok malzeme şehirlerarası otobüslerde mevcuttur. Buyrun size ikinci koltuk savaşı…

Muavin, bayan yolculardan biriyle ağız dalaşına girmişti. Ana teması yine koltuk numarası olduğunu anladığım bu kavganın detaylarını öğrenmek için arkamı dönüp, filmi saniye saniye izlemek pek usulüme gelmiyor. Kulak misafiri olmakla yetiniyorum.

Uzun yıllar sigara içmekten ses telleri iyice kalınlaşmış, başta travesti zannettiğim gür bir kadın sesi tüm otobüsü kaplıyor: “Ben senin değil koltuğunu, otobüs şirketini satın alırım bee!” Fiyyuvvv…

Özgüveni tavan yapmış hanımlara her daim müthiş bir hayranlık duymuşumdur. Hayatımda bir kez olsun sinirlerimi tepeme çıkaran bir minibüs şoförüne dönüp de “Ben senin değil minibüsünü, durağını satın alırım beee!” ya da şahsıma küstahlık yapmaya kalkmış bir kasiyere “Ben senin değil ürününü, çalıştığın marketin zincirini satın alırım beee!” cümlelerini kuramadan ölüp gidecek olmanın küçük Emrah’ımsı ezikliğini ilelebet taşıyacağım. Aman Allah’ım! Yoksa yıllardır besleyip büyüttüğüm içimdeki körolası çocuk “Küçük Emrah” mıydı? Yani en azından bunu daha erken bilseydim -kürtaja karşı olmama rağmen- hiç düşünmeden aldırırdım onu.

Otobüste yaşanan bu tartışmadan sonra verilen ilk molada, az evvelki kadın profilini daha yakından tanıma fırsatını kolluyorum. Dişisine kur yapan erkek bir aslan edasıyla kadının yanına doğru ilerleyip masasına oturmak için izin istiyorum. Oturduğumda, misafirperverliğinin altını çizmek istercesine sigara ikram ediyor. Bir teşekkürle kibarca reddediyorum. Haksızlığa tahammül edemediğini anlatan kallavi cümlelerle olayı bana baştan sona anlatmayı tercih ediyor. Neden hava yolunu tercih etmediğini sorduğumda ise, bana, yanına aldığı köpeğinin uçakla yapılan yolculukta sorun çıkardığını anlatıyor. Bu yüzden de karayoluna mecbur kaldığını vs vs… Merak kediyi öldürürmüş. Neticede bütün molamı esir alıyor. Niyeyse o an kendimi “Esaretin Bedeli” filminin setinde hissediyorum.

Hostesin çığırtkan sesi bu defa imdadıma yetişiyor: “Yolcu kalmasııınnnnn!!”

“Bu ülkede operaya kazandırılması gereken ve de keşfedilmeyi bekleyen çok gizli yetenekler var” deyip otobüsteki yerimi alıyorum.

Birkaç saat daha süren VİP yolculuğumdan sonra boşalan koltuklardan birine neredeyse kollarımdan sürüklenerek oturtuluyorum.

Gece yarısını geçen saat herkesi rezil uykunun tatlı kollarına çoktan itmişti bile. İşte tüm insanlığı eşitleyen ikinci mucize de gerçekleşmişti. Uyku… Bir gangster ile bir bebeği aynı masumiyet müzesinde sergileyebilen küçük ölüm…

İyi de, ben neden uyuyamam yolculuklarımda? Nedir bendeki bu insanı anlama, anlamlandırma telaşı? Herkes mışıl mışıl uyurken, benim zorum ne ola ki? Ali Baba’nın çiftliğindeki tüm koyunları önce tek tek, sonra ikişer, üçer, dörder derken tüm ritmik saymalardan geçirmeme rağmen halen uyuyamayınca, her birini çiftlikten dışarı salıveriyorum. “Ne haliniz varsa görün!” dercesine... Ve nihayet kuzuların sessizliğine bürünüyorum...



NilgüN YAZAR
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi NİLGÜN YAZAR 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Baba(sız)lar günü Makale ve Köşe Yazıları NİLGÜN YAZAR 0 1731 25 Kasım 2011 20:06
Insan insanın zehrini alır Makale ve Köşe Yazıları NİLGÜN YAZAR 0 1665 25 Kasım 2011 20:04
Birinci kadının, ikinci kadına teşekkürü Makale ve Köşe Yazıları NİLGÜN YAZAR 0 1400 25 Kasım 2011 19:57
Yoruldum Makale ve Köşe Yazıları NİLGÜN YAZAR 0 1442 25 Kasım 2011 19:56
Eller ve izler Makale ve Köşe Yazıları su damlası 1 1703 25 Kasım 2011 19:52