Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.İLİTAM İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA.::. > İLİTAM Bölümleri Ders/ Dökümanlar > MALATYA İNÖNÜ İlitam

Konu Kimliği: Konu Sahibi Medineweb,Açılış Tarihi:  28 Şubat 2015 (16:16), Konuya Son Cevap : 12 Ocak 2019 (14:49). Konuya 14 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 28 Şubat 2015, 16:19   Mesaj No:11
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:5
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:342
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: İNUZEM felsefe tarihi özetleri (tüm haftalar)

Peripatos Okulu
Aristoteles’in ölümünden sonra Peripatos Mektebi eğitim ve öğretime devam etmiştir. Aristoteles’in ölümünden sonra mektebin başına Theophrast (M.Ö. 372-287) geçmiştir. Theophrast, bitkiler dünyası hakkında sistemli sınıflamalar veren bir bilgindir. Botanikçi Theophrast Yunan Tabiat Felsefesi hakkında bir eser vermiştir. Bu eser bir tür bilim tarihidir. Ayrıca Psikolojiye dair bir eser yazan Theophrast yaptığı çalışmalarda hocası Aristoteles’in metodunu kullanmıştır.
Peripatos Mektebinin önemli diğer bir filozofu olan Straton (M.Ö. ?-268) Fizik alanında bağımsız çalışmalar yapmıştır. Aristoteles’in gayeciliğinden ayrılan Straton, daha çok Demokritos’un sebeplilik ilkesine yaklaşmıştır. Aristoteles’in ilk muharrik ilkesini bırakarak evrenin oluşmasında Tanrı’nın bir müdahalesinin olmadığını ileri sürmüştür. Çiçeron şöyle diyor: “Tabiattan başka Tanrı olmadığını söylediği zaman Straton dinlenmeye layık değildir.”
Aristoteles’in doktrinlerini sadık olarak yeniden uygulayan onun doğrudan öğrencisi olan Eudemos (M.Ö. ?-320)’tur. Aristoteles yazmış olduğu ahlâk kitabının birine Eudemos’un ismini vermiştir. Aristoteles’in başka bir öğrencisi Menon da tıp tarihi kaleme almıştır.
DEĞERLENDİRME
Platon ve Aristoteles, Yunan Düşüncesinin en yüksek noktalarını oluşturmaktadırlar. Aristoteles’ten sonra Yunan felsefesi sürekli bir düşüş yaşamıştır. Sistematik dönemden sonra gelen filozoflar hep geriye dönerek hareket etmek durumunda kalmışlardır. Antik Yunan dünyasında yaratıcı felsefe etkinliklerinin yerini seçmecilik almıştır. Aristoteles’in “ilimde uzmanlık” görüşünü getirmesi, bir dönüm noktası olmuştur.
Aristoteles’in kendinden sonrakilere tesiri sadece Peripatos Mektebinin dar çerçevesinde kalmamıştır. Eski Hıristiyan filozoflar Aristoteles’in Organon isimli eserini sahiplendiler. 8. asırdan itibaren İslâm felsefesi Aristoteles ile meşgul olmaya başladı. Yahudi felsefesi de aynı şekildedir. Gerek İslâm, gerek Yahudi filozofları sayesinde batıdaki Hıristiyan bilginleri 1200 tarihlerinde, Aristoteles’in eserlerini mükemmel bir şekilde tanımışlardır. Böylece Aristoteles, dünyevî ilimlerin bütün meselelerinde başvurulan yegâne filozof olmuştur. Dante’nin onu, “bütün âlimlerin üstadı” diye övmesi bundan dolayıdır. Meşşai İslam filozofları onu “Müallim-i evvel” olarak adlandırmışlardır. Batıda ancak kilise süzgecinden geçerek bilinebilen Aristotales hakkıyla ancak İslam filozoflarının –Kurtuba ve Akdeniz havzası- Arapça eserleri sayesinde tam olarak anlaşılabilmiştir. Rönesansa giden yol bu şekilde açılmıştır.
Orta Çağ skolastik-kilise felsefesinde kilise sınırları içinde yorumlanabilen Aristoteles felsefesi, Renaissance felsefesinde, Yunanca kaynaklarına inilerek gerçek şekliyle ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Yeni yorum ve eleştiriler ardı ardına gelmiştir. Melanchton (1497-1560) modern bir biçim vererek onu, Protestan Üniversitesine ve Protestanlık mezhebine yeniden girdirir. Yeni Çağda, Galileo (1564-1617) ve Descartes (1596- 1650)’in düşünceleriyle tamamen yok olmaya yüz tutan Aristotelescilik, 18. yüzyılda filozof Wolf (1679-1754) üzerinde etki göstermiştir. Ancak Kant (1724-1804)’tan sonra Aristoteles’in sistemi tarihe mal olmuştur. Bununla beraber 19. asırda da taraftarlar bulmuştur.
Alıntı ile Cevapla
Alt 28 Şubat 2015, 16:20   Mesaj No:12
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:5
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:342
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: İNUZEM felsefe tarihi özetleri (tüm haftalar)

STOA OKULU VE EPİKÜRCÜLER

Stoa ve Epikür okulları
Stoa: duvarları resimleriyle süslü sütunların oluşturduğu bir yerde kurulduğu için, "Sütunlu galeri" anlamına gelen Stoa adını almıştır.
Epikür: Öteki okul ise kurucusu olan Epiküros'un adını taşır.
Bu iki okul, yaşam ve bilgi konusunda karşıt görüşleri savunur. Bu biri ötekine karşı olan okullara, bu dönem için üçüncü bir akım sayılan, "Şüphecilik"i de eklemeliyiz.
Stoa Okulu.
Stoacılar, insan yaşamının anlamını öğrenmek için, bu yaşamı kesinlikle evrenin çerçevesi içinde dikkate almanın gerekliliğine inanıyorlardı. Bu nedenle fiziğin Stoa felsefesinde her zaman önemli bir yeri olmuştur. Stoacılara göre fizik önemliydi, çünkü; onlara göre gerçek olan, kesinlikle "maddi olan"dır. Eflâtun'un ideler varsayımına karşı olan bu anlayışa başka bir düşünce daha eklenmiştir: Stoacılara göre; maddî ve somut olan gerçeklik, "canlı" bir bütün oluşturur, tıpkı bir organizma gibi. Tüm maddi varlıklara etki eden bir "evren ruhu" vardır. Maddî bir şey olarak tasavvur ettikleri bu evren ruhunu Stoacılar, "gerçek ateş" olarak kabul ederler.
Evren ruhu, sonradan tüm canlılarda etkili olan bireysel ruhlara bölünür. Bitki, hayvan vc insanda etkili olan yaşam gücü, gerçekte evren ruhundan kopup ayrılmış olan güçlerdir.
Stocular Heraklit den etkilenmişlerdir. Stoacılar evren ruhuna, Heraklit, gibi "Logos" adını verirler. Bilineceği gibi logos; "söz", demektir. Tutarlı anlamlı bir söz gibi.
Stoacılar tüm evrene egemen olan logos yanında, bir de tek tek varlıklara dağılmış olan ve onlarda etkili olan "Logoslar” dan söz ederler. Nasıl ki ayrı ayrı canlılarda etkili olan ruh, tek bir evren ruhunun "parçaları" ise, bunun gibi, tek tek insanda bulunan akıl da tek bir "tümel akıl"m parçasıdır. Aynı şekilde, insan bedeni dc evren bedeninin bir parçasıdır.
Bu düşüncelerden Stoacılar şu sonuçları çıkarırlar:
1. Stoacılara göre "ölüm"; bedenin ve ruhun, evrenin beden ve ruhuna dönmesidir. Bir evren ruhu ve bir evren bedeni kabul etmekle, Stoa metafiziği tam anlamıyla "panteist" (ruh ve bedeni iç içe düşünme tanrı ve evreni birleştirme)olmuş bulunuyor.
2. Onlara göre her şey, ölçülü bir "amaç”a göre yapılmıştır ve bu amaca göre hareket eder. Öncelikle, olan herşey “zoraki" olur. Bu evrene zorunluluk hâkimdir. Her insanın kaçınamayacağı, yaşama zorunlu olarak hâkim olan bir "yazgısı" (kader) vardır. Bu tutum, özellikle her canlı için kaçınılmaz olan, "ölüm" için gereklidir. Ölüm en genel bir yazgıdır. Sonraki Stoacılardan olan Epikür'ün şu sözü çok ünlüdür, "Tıpkı olgunlaşmış bir meyve gibi öl ve ölürken de seni var eden ağaca teşekkür et.
Stoacıların ahlâk görüşlerine temel aldıkları bir başka ilkeye göre de insan "doğaya göre" yaşamalıdır. Yani insan, bedeni ve ruhu ile bir parçası olduğu evren konusunda bir bilince sahip olmalıdır.
Stoacıların din anlayışına da yine bu açıdan bakılmalıdır. Stoacılar halk dinini olumlu karşılar. Ancak onlara göre halk dinindeki birçok Tanrıları önemsememek, bunları, dinin gösterdiği Gibi değil dc, felsefî bir yorumla anlamak gerekir. Söz gelişi eski Yunan dininin en büyük Tannsı Zeus, Stoacılara göre "Evrenin ruhu"ndan başka bir şey değildir. Öteki Tanrılar da Evren ruhunun çeşitli oluşumlarını dile getirir.
Her şeyin evren ruhunca yönetildiğini kabul eden Stoacılar, evrendeki her oluşumun "zorunlu" ve “ölçülü" olduğuna İnanırlar.

Epikür (MÖ. 341 - 270)

Sisamlı olan Epiküros (M.O. 341 - 270), Atina'ya gelerek yerleşmiş ve burada 306 yılında okulunu kurmuştur. Stoacıların ahlâk anlayışı gibi, Epikür'ün ahlâk anlayışı da "fizik"e dayanır.
Stoacılar fizikte Heraklik’tcn hareket eder. Epikür ise fiziğinde Demokrit'e dayanır. Her iki okul da Eflâtun'a karşı çıkarak, gerçeği maddî olarak düşünür.
Evren anlayışı:
Staocular evren ruhundan bahsederken bizde bir parçası vardır derlerdi.
Buna karşı Epikür, gerçeklerin (realitenin) sayıca sınırsız olan ve görünmeyen küçük kısımlardan oluştuğunu, ayrıca bunların boş uzay içinde hareket ettiklerini kabul eder Bu görünmeyen parçacıklar yani "atom’lar, birbiriyle birleşirler, çarpışırlar, birbirine takılırlar ya da birbirlerinden ayrılırlar. Böylelikle atomların ilişkilerini tümüyle "kendiliğinden olan" yasalar belirler. Sonuç olarak Stoa evreni bir birlik, bir bütün olarak anlar, oysa Epikür evreni sonsuz sayıda küçük parçacıklara böler.
Epikür'e göre evren cansızdır. Evren içindeki her şey "kendiliğinden bir zorunluluk"un, atomların birbirine çarpışmasının ve birbirine takılmasının bir ürünüdür.
Materyalisttirler…
Ahlak Anlayışı
Epikür'c göre ise evren kendiliğinden bir zorunluluğa göre işler. Yazgı, bir yandan bu kör zorunluğun, öte yandan hesaplanamayan bir rastlantınm sonucudur.
Bu nedenle insan yaşam ve ölüm karşısında ilgisiz kalacak ve akıllı davranarak çevresindeki bir yığın şeyden mutluluk verenleri ayırt etmeyi bilecektir. Epikür Kyrcnc okuluna uyarak, ahlâkta ideal olarak, hazzı elde etmeyi vc elemden kaçmayı benimser. Ancak Epikür'e göre İnsan bunu akıllıca yapmalıdır. Sonu, elem getirecek şeylerden kaçınmalıdır. Kuşkusuz insan bazı temel gereksinimlerim giderecek biçimde davranacaktır. Böylc olmaksızın insanın yaşamını sürdürmesi olanaksızdır. Ancak insan hiçbir şeyde gereğinden fazlasına ilgi duymamalıdır. Çünkü aşırılık sürekli eleme neden olur.
Ayrıca insan şan ve şeref gibi aldatıcı ve geçici değerlerden uzak durmayı bilmek zorundadır. Bunlara hiçbir zaman yeterince sahip olunamayacağı için, sonunda insan sürekli bir huzursuzluk içine düşer, O halde sonu doyumsuzluk vc tiksinti yaratmayacak olan "manevi haz”lara ilgi duymalıdır.
Bu görüşleri sonucu Epikürcüler, İlkçağda eşine gerçekten güç rastlanan, bir arkadaşlık cemaati (komünote) kurmuşlardır.
Epikür’c görc mutlu olmak için; “ölçülü yaşamak”, “insanı ruhen ve manen sürekli haz içinde bulunduracak şeylere yönelmek” vc “bunlara uygun düşecek davranışlar içinde olmak” gerekir.
Stoacılar ölümü "doğal" bir şey gibi düşünür. Onların gözünde ölüm, her canlı için doğal bir sondur. Bu yüzden insanın ölüm düşüncesine "alışması", bu düşünceyi yaşamının normal sınırlan içine katmayı bilmesi gerekir.
Epikürcülerin ölüm konusundaki düşünceleri şöyledir: Yaşadığım sürece ölüm yoktur. Ölünce de artık ben var değilim. Bu görüşün sonucu olarak: Ölümü "düşünmemek" gerekir.
Dini Anlayış
Stoacılar halk dinine karşı olumlu bir tutum içindedir. Onlar halk dinini felsefi yönden "temellendirme" girişiminde bulundular. Oysa Epikür bu gibi şeyleri "boş inanç" sayar, Epikür vc ona bağlı olanlar için genellikle din boş inançtan başka bir şey değildir.
Din ile her türlü ilişkiyi kesmekle mümkün olur. Ancak Epikür "Tanrılar"ıin var olduğunu Kabul eder. Epikür'e göre, Tanrıların dünya ile, hele dc insanlar ile hiçbir İlişkisi yoktur.
Devlet konusundaki görüşleri
Epikür için ise devlet, yalnızca "genel kitle" için yapılmış bir örgütlenmedir, Bunun içindir ki üstün olan insan kendisini siyasal yaşamdan uzak tutar. Epikürcülcrin ideali, sevilen vc uyumlu arkadaşlar ile sınırlı bir yerde birlikte sürdürülen bir yaşamdır. Epikürcülcr dostluk ilişkisine çok değer verir. Eski Stoacıların kozmopolitliğine karşı, Epikürcü1er tam anlamı ile bireycidirler.
Bilgi Anlayışı
Epikürcüler kelimenin tam anlamıyla "deneyci" dirler. Onlara göre her tür bilginin kaynağı "algı'lardır. Ancak biz bu algıları, sonradan daha tutarlı bir düzen içinde birleştirerek, bilgiyi bir bütün olarak oluşturabiliriz. O halde bilgi, algılardan hareketle bilinçte genel varsayımlara yükselme çabasıdır. Sonuç olarak, Epikürcülere göre bilgi elde etmenin yolu: Önce algılamak, sonra algıları dikkatle vc de düzenli bir biçimde birleştirmektir.

Septisizm (Şüphecilik)
M.Ö. 300-200 yılları arasındaki dönem. Stoacılar ile septikler (şüpheciler) arasında geçen felsefi tartışmalarla doludur. Septikler Stoa okulunu dogmatiklik ile suçlamışlardı. Onlara göre Stoa okulunun temellerinin tümü dogmatiktir(tek tip).
Septik felsefe denince, bilginin imkânından "ilke alarak şüphelenen" bir felsefe anlaşılır. Septik eğilime Yunan felsefe tarihinin ilk dönemlerinde rastlanır. Septisizmin bir "sistem" olarak ortaya çıktığı MÖ. III. Yüzyıldadır. yaygın olarak ahlâk sorunlarıyla uğraşıldığını, evren karşısında insanın nasıl bir tutum alması gerektiğinin ana konu yapıldığını görüyoruz. Septikleri ahlâkın temeline "şüpheyi yerleştiren bir felsefe oluşmuştur. Her gördüğünden şüphe duy demişlerdir.

Septisizme örnek
Pyrrhon (Piron) (M.Ö. 365 275)
Şüpheyi bir sistem olarak ortaya koyan düşünürlerden ilki Pyrrhon'dur. Bu ilk gerçek septiğin adına bir saygı ifadesi olarak septik felsefeye "Pyrrhonizm" de denilmiştir. er konuda biri ötekine tamamen karşı olan iki görüş öne sürülebilir. Bu biri ötekinin karşıtı olan iki savunmadan hangisinin gerçekten doğru olduğunu kanıtlama olanağı yoktur.
Tanrıların hem varlığı ve hem de yokluğu savunulabilir. Bu yargıların hangisi doğrudur, bilcmiz. O halde en doğru davranış, bir konu üzerinde herhangi bir "yargıda bulunmaktan çekinmek" tir. Biz ancak yakın bir gelecekte olabilecek şeyleri biliriz. Bu da pratik yaşam için yeterlidir. Bunun dışında kalan şeylerin bilinmesiyle ilgili hiçbir güvenirlik ve kesinlik yoktur.
Pynhon'dan bu yana, yargıdan kaçmaya, derin düşünmekten kaçınmaya, özel bir deyişle "epohe" denilmiştir. "Epohe" ne kadar tam uygulanırsa huzursuzluktan o kadar uzaklaşılır ve "ruh huzuru"na o ölçüde yaklaşılır. Üstün insan, bilmediği şeyler konusunda her türlü yargıdan kaçınan insandır. Sonuç olarak Septiklere göre ruh huzuruna (ataraxu) kavuşmak için tek doğru yol epohe'dir.
Alıntı ile Cevapla
Alt 28 Şubat 2015, 16:20   Mesaj No:13
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:5
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:342
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: İNUZEM felsefe tarihi özetleri (tüm haftalar)

YENİ PLÂTONCULUK / EFLÂTUNCULUK
Yeni Platonculuk Doğu mistisizmi ile Pythagoras mistisizmini bir araya getiren, İlkçağ’ın sonlarının en önemli fikir akımıdır. Yeni Eflatunculuğun kurucusu Plotinus, Ammonius Saccas‟ın öğrencisidir.

Plotinos (204 - 270)
Plotinos, zamanın modasına uyarak, Doğuda bir geziye çıkar. Önce İran'a, oradan da o dönemdeki mistik bilgilerin kaynağı sayılan Hindistan'a gitmeyi tasarlar.
Plotinos felsefesinin hareket noktasını, her türlü maddî olana karşı duyulan bir karşı çıkış oluşturur.
Aristo'dan sonraki felsefenin, gerek Stoa'nın ve gerekse Epikürcü felsefenin, temelde maddeci olduğunu biliyoruz. Her iki okul, Sokrat'tan önceki felsefede olduğu gibi, realiteyi "maddesel olan" da. buluyordu. Stoa ile Epikürcü okul, maddi olmayan "ideler"i benimseyen Eflâtun ile tam bir karşıtlık içindedirler. Eflâtun'un idealizmine yeniden dönen Plotinos'un hareket noktası materyalizmle savaştır.
Plotinos ilgisini öncelikle ruh-beden ilişkisine yöneltir. Ona göre "ruh" nc maddî, cisim gibi bir şey, ne de bedenin bir organıdır.
Aksine ruh "kendiliğinden bir yapı", görülebilmesi de, başka türlü algılanması da mümkün olmayan bir tözdür(cevherdir). Plotinos'a göre ruh bedene üstündür, ona şekil verir, onu ayakta tutar.
Oysa ruh, parça parça olmayan bölünmez bir bütündür. Fakat ruh aynı zamanda bedenin "her" noktasında var olan bir tözdür de.
Plotinos'un sisteminde güzellik bilimi, yani estetik, önemli rol oynar. Bedenin güzelliği, ancak ruhun güzelliğinin bir yansımasıdır. Çünkü bedene biçim kazandıran ruhtur.
Plotinos Ruh Göçünc inanır. Bedenin ölümünden sonra ruh kendisine “yeni bir biçim” arar. Plotinos için yalnızca bireysel ruhlar değil, bir de "Evren Ruhu" vardır. Bireysel ruhların Evren Ruhuna olan oranı, aynı dalların ağaca olan oranı gibidir.
Burada eğitim görüşü ruhu eğitmeden geçer görüşüne çıkar.
Plotinos'a göre, ruhun ötesinde başka basamaklar (kademeler) da vardır. Ruh evreninin ötesinde ve üstünde, Eflâtun'un "ideler" evreni vardır. Ruh zaman içinde gelişir ve yine zaman içinde bedene biçim kazandırır. Bir şeyi "istemesi", bir istek taşıması, ruhun karakteristiğidir.
Bunun içindir ki ruh, beden gibi, zaman içinde bulunan bir varlıktır. Yalnız şu farkla ki, ruh zaman içinde ölümsüzdür, beden ise ölümlüdür.
Ruhta söz gelişi “İyi ve güzel idesi” vardır. Bu idelerin varlığı yüzünden ruh iyiyi ve güzeli ister. Bunun içindir ki, İstemek, idelere ulaşmayı istemek demektir.
Plotinos'ta da ideleri düşünecek olan bir süje gereklidir. Nous, ruh gibi zaman içinde değil, zaman dışındadır, soyut vc kutsal varlıktır. Plorinos'a görc, Nous henüz tam Allah'ın kendisi değildir.
Plorinos'agöre, varlıklar birtakım basamaklara ayrılır; bu basamaklar, sırasıyla yukarıdan aşağıya şunlardır:
Allah, Nous (Eflatun'un ideleri), ruh evreni ve gelip geçici eşyanın evreni.
1. En yüksek varlık basamağı "Allah"tır. Allah'ı, kelimenin tam anlamıyla, ne biliriz, ne de onu kelimelerle anlatabiliriz. Onunla ilgili söyleyebileceğimiz tek şey, Birlik'in tam kendisi olduğu, yani kendi başına (bizatihi) varlık olduğu ve sonunda her şeyin ondan meydana geldiğidir. O, tam olarak belirlenemediği için, bilinmesi de bilinen bilgi yollarıyla değil, sezgiyle mümkündür. Fakat bu meydana gelme Tanrı‟nın bölünmesi veya kısımlara ayrılmasıyla değil, Tanrı‟dan bir taşma (sudur) yoluyla olmaktadır. Bu da ancak bir vecd halinde söz konusu olabilir. Nasıl güneş her tür ışığın kaynağı ise, Allah da var olan her şeyin kaynağıdır. Aksine Plotinos için Allah kendisinden her şeyin çıktığı kaynaktır.
Var olan her şey Allah'ın bir yaratmasıdır, Allah her tür varlığın kaynağı olduğu için, bir şeyin var olması Allah ile mümkündür. Bu nedenle "Allah vardır" diyemeyiz, çünkü o varlığın kendisidir, kendi kendine var olandır. Sonra 'Allah birdir" de diyemeyiz; çünkü Allah birliğin kendisidir. Allah için "etkendir ve nedendir" de diyemeyiz, çünkü Allah etken (müessir) ve neden (fail) olmanın ta kendisidir.
Plotinus‟a göre varlıklar Tanrı‟dan hiyerarşik olarak taşmaktadır. Ancak Tanrı bir olduğu için, O‟ndan ilk sudur eden varlık da Bir olmak zorundadır. Çünkü Plotinus‟a göre “Bir’den yalnız bir sudur eder”. Bu ilke sonraki dönemlerde mistik düşünce tarihini etkilemiştir. Örneğin Tasavvuf Felsefesini, Nur-u Muhammedi nazariyesini, Vahdet-i Vücut düşüncesini vb.
2. Varlığın basamaklar zincirinde yukarıdan aşağıya doğru inersek, Allah'tan sonra ikinci basamak Nous alanıdır. Bu ikinci alan artık Allah'ın sunduğu mutlak birlikten yoksundur. Yalnız ideler evrenindeki çokluk, uzay vc zaman içinde yer alan birçokluk değildir ve bu yüzden ideler sabittir, öncesiz ve sonu olmayandır. Aynı zamanda ideler aktif ve etkindirler. Onlar her çeşit davranışın öncesiz ve sonu olmayan modellerini meydana getirirler. Örneğin, sadece birtakım iyi davranışlar yoktur, aynı zamanda bir “iyilik idesi” dc vardır. İdeler salt düşüncelerdir. Ancak bunlar insan aklının ürünü olmayıp Allah'a has olan düşüncelerdir. Sonuç olarak Plotinos'a göre, ideler, ruhun basamağının üstünde bir basamak olan Nous'a ait düşüncelerdir.
3. Üçüncü basamak Ruh basamağıdır. Plotinos'a göre Ruh bütüncüldür ve yok olmayan bir tözdür. Plotinus‟a göre h cisimlere organik şekiller kazandırabilir. Ruh basamağının altında maddî olan "eşya alanı" bulunur. Cisimler öncesiz ve sonrasız olmayıp gelip geçicidirler. Ruh bedene olduğu gibi, maddî olan eşyaya da biçim verir.
Etkileme biçimleri”ni karşılaştıralım: Allah'ın etkin olması, kendi varlığını öteki varlıklara yaymak şeklinde olur. Allah bir neden değildir, aksine o, var olan bütün şeylerin gerçek kaynağıdır. Allah'ın bu durumu, kelimenin tam anlamıyla, bir "yaratma" durumudur. İdeler ise tüm çalışma ve çabalarımızın kendilerine yönelmesi, kendilerinin model olarak alınması şeklinde etkili olurlar. Ruh da cisimlere şekil kazandırma yönünde etkili olur.
Plotinos'a göre cisimler alanı altında bir "madde basamağı" vardır. Gelip geçici olan eşya nereden gelip nereye gidiyor? Cisimler maddeden oluşurlar ve yine maddeye dönerler. Madde, her türden realiteden yoksun olan şeydir. Madde bir varlığa sahip değildir. Madde için bir "hiç" diyebiliriz. Plotinos İçin realite; Allah'tan başlayarak, var olmanın ifadesi olan boş uzaya kadar uzanan bir basamaklar dizisidir.
Alıntı ile Cevapla
Alt 28 Şubat 2015, 16:20   Mesaj No:14
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:5
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:342
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: İNUZEM felsefe tarihi özetleri (tüm haftalar)

KARŞILAŞTIRMA
Aristo'nun da realiteyi basamaklandırdığını biliyoruz. Aristo da ilk maddeden Allah'a kadar yükselen bir basamaklar dizisi kurmuştu. Aristo'nun basamaklar dizisi Plotinos'tan bir noktada ayrılır. Aristo'ya göre evren, sürekli bir gelişim içindedir. Bu gelişimin son amacı Allah'a ulaşmaktır. Bunun içindir ki Aristo'ya göre realite, “Allah'a doğru giden sürekli bir gelişimin ifadesidir”. Her varlık basamağı, bu gelişim olayında, Allah'a yaklaştıran bir basamaktır. Plotinos'a göre evren, “Allah'tan yayılıp gelişir”. Oysa Aristo gelişimin aşağıdan yukarıya doğru olduğunu var sayar.

Farklılık:
1. Plotinos, evrenin gelişimi konusundaki bu görüşüyle, tikel varlıklardan (cisimler evreninden) etkilenme olanağını kaldırmış, tüm realiteyi Allah'a dönüştürmüştür.
2. Plotinos sisteminde dinsel bir yapı söz konusudur. Oysa Aristo felsefesinde tikel nedenler benimsenmiştir. Acaba insan, varlığın bu çeşitli basamaklarını nasıl "bilir". İnsan, cisimler evrenini duyum ve algılarla; ruh alanını doğrudan doğruya ruhunu vc kendini algılamakla; ideler evrenini ise bu evrene akıl gözüyle bakarak tanır. Plotinos'a göre İnsanın Allah'ı bilmesi için mistik bilgisinden yararlanması gerekir. İnsanın yaşamında Allah'ı doğrudan doğruya duyup bildiği anlar vardır. Bu noktada Yeni Eflâtunculuk tümden mistik bir yol izlemiştir.
ORTA ÇAĞ FELSEFESİ

Ortaçağ felsefesi denilince daha çok Ortaçağ Katolik teolojisinden hareket eden felsefe akla gelmelidir. Orta Çağ medeniyeti İlkçağdan intikal ettirilmiş bir medeniyettir. Bu nedenle onu ilkçağ felsefesinden ayıramayız. Orta Çağ felsefesi ise felsefeyi hemen işin başında dinin hizmetine koymuştur. Merkezde kilisenin düşüncesi vardır.
Ortaçağ felsefesinin temel kavramı Tanrı’dır. Üretilen bütün düşünceler ise bu kavramla ilişkilidir. Ortaçağ felsefesinin buna bağlı olarak önemli bir özelliği de dini otoritelerin ortaya koyduğu düşünceler aşılamayacağına veya değiştirilemeyeceği, felsefenin görevinin bu düşünceleri aktarması anlayışıdır ki buna Skolâstik felsefe denmektedir. Bu felsefeyi oluşturanlar, din adamları olduğu için de aynı zamanda Patristik felsefe olarak da isimlendirilmiştir. 11. yüzyıldan itibaren Skolastik felsefe üzerinde İslam filozoflarının etkili olduklarını da belirtmek gerekmektedir.
Ortaçağ felsefesinin beslendiği kaynak, büyük ölçüde İlkçağ düşüncesi, özellikle de Aristoteles ve Platon‟dur. Hıristiyanlıkta asli günah anlayışı bulunmaktadır. Bu günahtan arınmak için vaftiz yoluyla başlayan ve ahiretteki mutluluğu hedefleyen bir din anlayışı geliştirilmiştir. Ortaçağ felsefesinde varlık, evren, Tanrı ve insan üzerine yapılan bütün felsefeler, bu inanç yapısından etkilenmiştir.

ORTAÇAĞ DÜŞÜNÜRLERİ

Augustinus (354-430):
Augustinus Hıristiyanlık inanç esaslarının belirlenmesi ve kurumsallaşmasında önemli bir rol oynamıştır. İnsanın Tanrı’nın içinde, hakikat olan Tanrı’nın da insanın ruhunda olduğunu savunan Augustinus’a göre felsefe ise insanın bunu anlayabilmesi için kendini tanıma çabasıdır. Bunun için de “anlamak için inanıyorum” düşüncesini hareket noktası olarak kabul etmiştir. Augustinus Platon ve Plotinus’un felsefi sistem ve kavramlarını kullanarak dini temellendirmeye çalışmıştır. Burada aklın ve felsefenin görevi, Tanrısal olanın, vahyin temellendirilmesi ve açıklanmasıdır.
İnsan kötülük yapabilen bir varlıktır. İnsanı kurtaracak olan, yalnızca Tanrı‟nın lütfudur. Ancak Tanrı, yalnızca seçtiklerini kurtuluşa erdirir. Augustinus’a kötülük probleminin çözümünde “Yeni-Platonculuk felsefesinden yararlanmıştır.
Augustinus‟un Hıristiyanlıkla ilgili önemli düşüncelerinden biri ise üçleme (teslis inancı) ile ilgilidir. O, üçlemeyi savunmuştur. Üçlemeye, “politeizm diyerek, Hıristiyanlığın çok tanrıcı bir din olduğu” görüşünde olanlara karşı çıkmış ve bir olan insanda akıl, irade ve duygunun olması nasıl insanı birlikten çıkarmıyorsa, “üç Tanrı inancının da çoktanrıcılık anlamına gelmeyeceğini” ileri sürmüştür.

Aziz Anselmus (1033-1109)
Anselmus, Tanrı‟nın varlığının delillendirilmesinde ontolojik delili geliştirmiştir. Anacak bu bilgisine rağmen üçlemede ısrarcı olmuş ve bu anlamda büyük bir sorumluluğa imza atmıştır. Tanrı kavramından hareket ederek, Tanrının varlığının delillendirildiği kanıttır. Bu delile göre, Tanrı, kendisinden daha mükemmel bir varlık olmayan, böyle bir varlığın düşünülmesi bile söz konusu olamayacak bir yetkin varlıktır. Her insanda böyle yetkin bir varlık düşüncesi bulunmaktadır.
Anselmus, ilk günah konusunda Augustinus’la aynı kanaati paylaşarak, ilk günahın ilk insandan bu yana sürüp geldiğini kabul etmektedir. Tanrı, insanı ilk günahtan kurtarmak istemiş bunun için ise, insan şeklindeki Tanrı olan İsa çarmıha gerilmiştir.

Thomas Aquinas / Aquinalı Thomas (1225-1274)
Skolâstik Çağ’ın en büyük düşünürüdür. Thomas Aristotelesçiliği ve Hıristiyanlığı sentezlemiştir.
Aziz Thomas’a göre ise vahiy ile akıl ve dolayısıyla da deney birbirlerinden ayrı bilgi kaynaklarıdır. Her ikisi de bize farklı şeyler öğretirler. Onun için “inanma” ve “bilme” alanları birbirleriyle tam anlamıyla örtüşemezler. Bilgi, inanç tapınağının sadece giriş kısmını aydınlatır. Tapınağın asıl iç kısmını aydınlatan, vahiydir.
Sonuç: Augustinizme, dolayısıyla da Plâtonizm’e dayanan skolâstiğin ilk döneminin biricik konusu; Tanrı ve Tanrı’nın ruh ile dünyaya olan ilişkisi idi.
Bu iş için “teslis” ve “cisimleşme” gibi konular üzerinde duruluyordu. Bu nedenle Platon’un kavram realizmine dayanmak gerekmekteydi. Thomas’la birlikte Aristotalizme dayanan skolastiğin yükselme döneminde ise Hıristiyan anlayışına uygun bir dünya ve doğa tablosu kurmak amaçlanıyordu. Tanrı’ya hizmet esastı, ancak Tanrı’nın özünü sadece vahiy açıklayabilirdi. Skolastiğin son döneminde ise, akıl / felsefe ile vahyin birbirinden tamamen ayrılmalarına kadar varılmıştır.

Ockham’lı William (1300-1349):
Skolastik felsefenin son döneminin en büyük ve en tipik düşünürü Ockham’lı William’ dır. William tam anlamıyla bir nominalisttir.
Nominalizm, “tümellerin gerçekliklerini reddeden ve onların sadece birer addan ibaret olduğunu kabul ederek tek tek nesnelerin gerçekliğini kabul eden anlayışa” William tarafından verilen isimdir. Ona göre tümel, birbirine benzeyen şeylere verdiğimiz “genel adlar” olduğu için tümellerin gerçekliği olamaz. O. William, tüm varlıklardaki bireylerin, tek nesnelerin gerçekliğini kabul ederek bilgi anlayışını da bu temel üzerine kurmuş ve bilginin kaynağının deney olduğunu kabul etmiştir.
Ockhamlı William da Aziz Thomas gibi inanç ile bilgi arasındaki ayrılığı kabul etmekte, hatta William bu konuda daha katı bir tutum göstermektedir. Çünkü O. William‟a göre hakikat, çift yönlüdür. Bilgi hakikatlerine deneyle, ilahi hakikatlere ise imanla ulaşabiliriz.
Bu anlayışla bilgi, bilim ve felsefe artık kilisenin hizmetinden çıkarılmış durumdadır
Alıntı ile Cevapla
Alt 12 Ocak 2019, 14:49   Mesaj No:15
Avatar Otomotik
Durumu:Emrah Acar isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 60510
Üyelik T.: 06 Ocak 2019
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 1
Konular: 0
Beğenildi:0
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart

Alıntı:
Medineweb Üyemizden Alıntı Mesajı göster
FELSEFE TARİHİ
I: Felsefeye Giriş
1. Felsefe Nedir ?
Bilgelik sevgisi, hakikat sevgisi anlamına gelen "philosophie" Yunanca bir kelimedir. Philosophic kelimesinin ilk kez ortaya çıktığı zaman diliminde iki düşünür tipi vardı: Bunlardan bir bölümü "philosophos" bilgeliği arıyor ve hakikati elde etmeye çalışıyordu; ötekiler "sophos" İse, bilgeliğe ve hakikate sahip olduklarına inanıyorlardı. O halde ‘philosophos', kelimesi insanın hakikate ulaşmak için çaba göstermesi gerektiğini ifade eder. Bu özel anlamını bir yana bırakırsak, felsefe genelde bilim anlamına gelir. Yalnız bu görüşü belli bir biçimde sınırlamak gerekir.
Felsefe evreni kavramak çabası, Teknik ise eşyaya pratik amaçlarımıza yarayacak bir biçim vermek çabasıdır.
Günümüzde felsefe daha özel ve de daha sınırlı bir anlam kazanmıştır. Bugün bir yandan felsefe ile felsefe disiplinlerini, öte yandan da bağımsız bilimlerin her birini tek tek diğerinden ayırıyoruz. Felsefe denilince, evreni bir bütün olarak anlama çabasını kastedeceğiz.
Evreni bir bütün olarak anlama çabasından, daha İlkçağda var olan bir felsefe disiplini, "Metafizik" doğmuştur. Metafiziği ilk kez kuran Aristo'dur. Aristo metafiziği kurmuş olduğu halde, o, bu kelimeyi kullanmamıştır. Aristo, bu felsefe disiplininin kendisine konu olarak aldığı alana "İlk Felsefe" adını vermiştir. İlk Felsefe tüm varlıkların özünü, son nedenlerini araştırır ve özellikle de evrenin yapısını ve özünü bilmek ister.
Özetle: Önce felsefe vardır, bağımsız bilimler sonradan felsefeden ayrılarak ayrı birer bilim dalı haline gelmiştirler.
2. Felsefenin Alanı
Evreni bir bütün olarak kavramak çabası yanında, filozofları sürekli ilgilendirmiş olan başka problemler de vardır; Evrenin aslı nedir? Evrenin yapısı ve biçimi nasıldır? Ben kimim? İnsanın aslı ve anlamı nedir? Görüldüğü gibi, felsefede; başlangıcından bugüne, i) evreni bilmek problemi yanında bir de ii) kendimizi bilmek, tanımak problemi yer almıştır. Ayrıca, felsefenin metafizik disiplini yanında, öteden beri, bir de iii) ahlâk (etik) disiplini bulunur.
Sonuçta;
1. Metafizik var olanı, hakikat olanı bilmek ister, bunların kaynağını araştırır.
2. Ahlâk ise olanı değil, olması gerekeni araştırır, İyi ve kötüyü kendisine konu yapar.
Felsefenin bu iki ana disiplini -metafizik ve ahlâk- yanında bir üçüncü disiplini daha vardır; Bu da "mantık"tır.
3. Mantık doğru olan bilginin bilimidir.
Burada "hakikat nedir, bunu nasıl elde ederiz'?" problemi ortaya çıkar. Yine burada, "acaba hakikate ulaşmak bizim için mümkün müdür'?" sorusunu kendimize sorarız.3. Felsefe Tarihi Nedir?
Felsefe problemleri tarihi akışları içinde dikkate alınır. Böylece onların birbirine ne kadar bağlı olduğunu, birinin ötekilerden nasıl çıktığım görmek mümkün olur. Felsefe tarihi bize bağımsız bilimlerin felsefe çerçevesi içinde nasıl oluştuğunu ve sonradan felsefenin ana kucağından ayrılarak nasıl bağımsız bir disiplin oluşturduğunu gösterir.
Felsefe tarihi acaba ne zaman ve nerede başladı?
- Felsefe; insanın evrenin yazgısı, evrenin yapısı ve bir de kendisinin aslı ve anlamı üzerinde düşünmeye başlaması ile ortaya çıkmıştır.
4. FELSEFÎ DÜŞÜNCENİN MAHİYETİ
Felsefî düşüncenin özellikleri, öncelikle onun taşıyıcıları veya sahipleri vasıtasıyla anlaşılabilir. Kendilerini, toplumları ve dünyayı anlamak için felsefenin yardımına başvuran 5
bu insanların en önemli özelliği “bilgeliği arayan” kişiler olmalarıdır. Felsefeci, kendisini “bilgeliğin dostu” olarak tarif eder. Bu husus, onun bilgi ya da bilgeliğe sahip olduğunu değil; onu aradığını ifşa eder. Nitekim o, belli bir yere ulaşmış olan değil, “yolda olan” kişidir. Jaspers bu durumu “felsefe yapmak, yolda, hakikat yolunda olmaktır.” şeklinde ifade eder.
Oysa felsefî tevazu, hakikate hiç kimsenin diğerinden daha fazla sahip olmadığı, olamayacağı anlamına gelir. O, doğruların hiç kimsenin tekelinde bulunmayıp; araştıran herkese açık olduğunu ifşa eder. Felsefe, bir bilgiler bütünü ya da cevaplar hazinesi olmaktan ziyade, zihinsel bir açıklığı, berrak bir bilinç halini, eleştirel bir tutumu ve arayışı temsil eder. Bu noktada felsefenin gücü, insan aklının gücüdür. Onun gücü insanın hayat karşısındaki problemlerini anlama ve çözme gücüdür.
Bununla beraber felsefe; haddini bilme, sınırlarını bilme ve çaresizliğini bilme ile yapılabilecek bir etkinliktir. Felsefî düşünce, akıl temelli soruşturmanın sonucu olan sistemli ve tutarlı bir düşüncedir. Felsefî düşünce refleksiyonlu bir düşünmedir. Refleksiyon ise düşünmek üzerine düşünmek, düşünme etkinliğini yine bir düşünme konusu kılabilmek demektir. Felsefî düşünce, analitik ve çözümleyici bir düşüncedir
Felsefî düşüncedeki farklılıklar, felsefenin ilerleme özelliğine sahip olduğu anlamına gelmez. Felsefede, bilimde olduğu gibi yanlış teorilerin ayıklanması ve doğru teorilerin birikmesi suretiyle gerçekleşen bir ilerlemeden söz edilemez. Sözgelimi bir filozofun kendisinden önce gelen filozofları aşmış, onların çözemediği problemleri çözmüş birisi olarak görülmesi mümkün değildir. Felsefede olsa olsa aynı konuda farklı düşüncelerin birbirine eklemlenmesi söz konusu olabilir. Birbirine eklenen bu düşünceler, aynı konu üzerine düşünürken bizlerin düşünce dünyasını güçlendirir, konuya farklı açılardan bakabilmeyi sağlar
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Konuyu değerlendir
Konuyu değerlendir:

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Atauzem felsefe tarihi özetleri 1-14 EyMeN&TaLhA Erzurum Atatürk İlitam 15 25 Şubat 2019 20:51
OMÜ İLİTAM felsefe tarihi 1-6.ünite özetleri EyMeN&TaLhA SAMSUN OMÜ İlitam 5 11Haziran 2015 11:54
İstanbul İlitam Felsefe Tarihi Konu Özetleri JAZARİ İSTANBUL İlitam 10 15 Mart 2015 15:23
Atauzem felsefe tarihi 1-4.ünite özetleri EyMeN&TaLhA Erzurum Atatürk İlitam 3 05 Mart 2015 09:34
İNUZEM islam ahlak felsefesi ders özeti(tüm haftalar) Medineweb MALATYA İNÖNÜ İlitam 13 28 Şubat 2015 16:02

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.