Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.MEDİNEWEB FORUM GENEL.::. > Genel Konular > İslami Haberler

Konu Kimliği: Konu Sahibi Esadullah,Açılış Tarihi:  17 Mart 2013 (12:10), Konuya Son Cevap : 19 Mart 2014 (13:50). Konuya 24 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 17 Mart 2013, 12:10   Mesaj No:1
Medineweb Sadık Üyesi
Esadullah - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Esadullah isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 15316
Üyelik T.: 18 Aralık 2011
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:Kayıp bir Kentten
Yaş:44
Mesaj: 734
Konular: 143
Beğenildi:280
Beğendi:94
Takdirleri:3260
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Çanakkaleye Hitaben

Çanakkaleye Hitaben

Biz O gün Bulutlardan Yıldırım Sağdık
O büyük destanın kaçıncı yılıydı bilemiyorum. Bir gün öğretmenimiz: "Yarın Çanakkale Destanı'nı anmak için topluca İlçe'ye gideceğiz" dedi. Nasıl da sevinmiştik. Ertesi günü sabah erkenden okul önünde toplandık. İlçe'ye varmak için bir saate yakın yürümek gerekiyordu. Ne gam! Biz ona çoktan razı idik.
Daha baharın gelmediği, leyleklerin henüz uğramadığı köyümüzden, hafif soğuk bir Mart ortasında en güzel şarkılarımızı söyleyerek yola dizilmiştik. İlçe'ye varana kadar şarkı söyleyecek, eğlene eğlene gidecektik; ahh! ne kadar da güzel! Keşke devamlı Çanakkale Destanı'nı kutlasak, diyorduk.
Köyümüzden biraz ayrılınca öğretmenimiz Adil Bey'in sesi duyuldu:
- Çocuklar etrafımda toplanın!
Hep birlikte bir yandan yürüyor, bir yandan da öğretmenimizin ne söyleyeceğini merak ediyorduk.
- Çocuklar, eğer benimle olmaktan sıkılmazsanız birlikte yürüyelim, ne dersiniz? Hem bu arada sohbet etmiş, vaktimizi değerlendirmiş oluruz.
Bu güzel çağrıya hepimiz isteyerek katıldık.
Adil öğretmen hemen söze başladı:
- Çocuklar şu anda nereye ve niçin gidiyoruz?
Bunu bilmeyecek ne vardı ki? Hep birden cevap vermek için öne atıldık.
- İlçe'ye gidiyoruz; orada Çanakkale Destanı'nı kutlayacağız.
Adil öğretmenimiz bu cevaptan hoşlanmamıştı sanki; sorusunu devam ettirdi:
- Peki Çanakkale Destanı deyince ne anlıyor-sunuz?
Altmışa yakın öğrenci birbirimize bakıştık; sahi Çanakkale Destanı ne demekti?
Arkadaşımız Kasım cevap verdi:
- Çanakkale Destanı, kahraman Mehmetçiğin düşmanı yenip denize döktüğü kavganın adıdır. Çanakkale deyince Malazgirt zaferi, yahut İstanbul'un fethini hatırlıyorum.
Öğretmenimiz:
- Malazgirt bize Anadolu'yu, fetih ise dünyanın en güzel şehri olan İstanbul'u kazandırdı. Çanakkale Destanı ile kazancımız ne idi?
Yine herkes birbirinin yüzüne bakıştı. Böyle tuhaf soruları hiç duymamıştık. Böylesi günlerde biz hep şarkı söyler, oyunlar oynardık. Adil öğretmen, bu sıkıcı soruları nereden çıkarıyordu?
Köyümüze geleli henüz iki ay olan öğretmenimiz Adil Bey'i ilk defa o gün suratı asık ve üzgün gördüm. Bu karşılıklı konuşmaları Adil öğretmen şöyle bitirdi:
- Demek ki Çanakkale Destanı'nın mânâsı sizlere yeterince anlatılmamış; çok yazık! Ama bu konuyu işlememiz, tarihin bu en büyük savunmasını en doğru şekliyle öğrenmemiz gerekiyor.
Bundan sonra Adil öğretmenimiz İlçe'ye kadar hiç konuşmadı; başı eğikti; düşünceli ve durgun bir hâle bürünmüştü; hep beraber sessizce yürüdük.
İlçe'ye vardığımızda toplantı yerinde Kaymakam Bey'in konuşması bitmek üzere idi;
- "Sözlerimi bitirirken saygılarımı sunar, öğrencilerimizin gözlerinden öperim."
"Şimdi huzurunuza sürpriz bir konuk çağıracağım. Kendisi, Çanakkale Destanı'nı bir yerlerden okuyarak yahut duyarak değil, bizzat yaşayarak görmüş olan bir şanlı Gazimiz. Aynı zamanda emekli bir öğretmenimizdir. Cephede süngüsüyle düşmanla çarpışan bu kahraman Gazimiz, cepheden döndükten sonra da hiç durmadan kalemiyle cehalete karşı savaşmıştır."
"Bendeniz O'nun talebesiyim. O'nun teşvik ve yardımlarıyla okumuş birisiyim; bu yüzden kendisine ayrıca müteşekkirim."
Kaymakam Bey Kürsüye gelen yaşlı Gazi'nin elini öptü ve mikrofonu kendisine teslim etti.
Kürsüye uzun sakallı, kalın gözlüklü, yakasında İstiklâl Madalyası görünen bir Gazi çıktı. İlçenin diğer okulları da gelmiş olduğu için meydan bir hayli kalabalıktı. Yaşlı Gazi toplanan kalabalığa bir süre baktı. Sağ cebinden çıkardığı mendiliyle alnında biriken ter tomurcuklarını silerek konuşmaya başladı:
"Evlatlarım!
Önce hepinizin gözlerinden öperim.
Çanakkale Destanı üzerine konuşmak, onu anlatmak bana öylesine zor geliyor ki, tarif edemem. Vücudumu ter kaplıyor; her yanımda bir titreme başlıyor. İçimdeki bir sesin bana şöyle haykırdığını duyar gibi oluyurum. Çanakkale Destanı, malum kavgaların toplamından ibaret bir tarih dilimi olarak anlatılamaz. Çanakkale Destanı belki de var oluşumuzda yatan temel espirinin ta kendisidir. Eğer Çanakkale Destanı olmasaydı, Milli Mücadele; Milli Mücadele olmasaydı, Milletimizin varlık ve beka davası tartışma konusu olurdu. İşte Çanakkale Destanı'nı anlatırken, beni zorlayan, ürperten ve iliklerime kadar işleyen bu sestir. Sözün özü, Çanakkale Harbiyle oluşturduğumuz büyük Destan'a saygıda kusur etmemek için zorlanıyorum. Herkes biliyor ki Çanakkale'de bir Destan yazdık. Bu destanı anlatırken daha önce yazılmış nakilleri sıralayıp dökmek belki tarih yazmak olabilir. Ama bir destan kavramını anlatma ve izahta, yetersiz gibi geliyor. Hele konu sebeb-i varlığımızla direkt ilgili Çanakkale Destanı ise, çok daha hassas olmak, bir ön şart olarak önümüze çıkıyor. Tarihi gerçekler zihnimde capcanlı duruyor; ancak bu destanın izahında sizleri rakamlar ve güç dengeleriyle meşgul etmeyeceğim.
Çoğu zaman Çanakkale Destanı'na, Çanakkale Harbi yahut Çanakkale Zaferi diyorlar. Elbette hiç kimse bunu kötü niyetinden yapmıyor. Ama şu bir hakikattir; Çanakkale Destanı'nı Çanakkale Zaferi olarak isimlendirmek belki de bilmeyerek onu küçültmek ve hafife almaktır. Hem zafer hem destan olan bu muazzam hadiseye, niçin sadece zafer boyutuyla bakıyoruz ki? Bunların hepsini içine alan bir destan kavramı daha doğru, daha objektif bir adlandırma olmaz mı? Tarihimiz zaferlerle süslüdür. Destanları da zengin bir milletiz ama, destanla zaferin ayrılması gerekir. Bu çok önemlidir çünkü. Zira destanların zaferi konu almak gibi bir mecbûriyetleri yoktur. Milletlerin tarihinde nice destanlar vardır ki, sadece acı ve gözyaşını konu edinir. İşte bu ruhtur ki, o Milleti ayakta tutan temel dinamikleri besler, hayat verir. Yeniden derlenip toparlanmak için bir hayat iksiridir destanlar. Koca Milletin bir amaç uğruna, topluca ettiği yemin gibi birleştirici ve yönlendirici vasfı vardır destanların... Bu tarifler Çanakkale için de tam tamına geçerlidir. İçinde acı, gözyaşı, cesaret, feragat ve fedakârlık dolu eşsiz bir destandır Çanakkale. Belki hâlâ yeterince anlayamadığımız, anlatamadığız ama bilmek zorunda olduğumuz bir büyük muammâ...
Birinci Dünya Savaşı, Büyük Devletimiz Osmanlı İmparatorluğu'nu tarih sahnesinden silme amacını taşıyordu. İttifak devletleri yaptıkları gizli anlaşmalarda bunun plânını çoktan hazırlamışlardı... Ordumuz, Trablusgarb ve Balkan savaşlarıyla bitkin bir halde idi. Askerin yeterli iaşesi kalmamıştı. Devletin mali gücü her gün daha kötüye gidiyordu. İnsanlar yorgun, gönüller kırgındı. İşte bu halimizle ve müttefikimiz Almanya'nın, Osmanlı Bayrağı çekilmiş gemilerle Karadeniz'de Rusya'yı bombardıman etmeleri bizi savaşa sokmaya yetti de arttı bile. Başkalarının hazırladığı hain bir oyunda, can, cânân hele vatan feda ederek görev almak ne acı. Birilerinin yaptığı yanlışı koca bir imparatorluğu batırarak ödemek ne korkunç! Bu kavgada yüreğimize saplanan hançer pas tuttu gayrı; yaramızsa hâlâ kanıyor. Kurallarını müstevlilerin belirlediği bir kavgada şanlı imparatorluğumuz yokluğun kucağına havale edildi. Bir değil, üç değil, beş değil tam dokuz cephede savaş yaptık. Sönen ocakların sayısını sadece Allah biliyor. Bunu tarih en güzel biçimde elbette yazacaktır.
Evet ben bu faciayı yaşadım ama olduğu gibi anlatamam. Çünkü duygular, hisler heyecanlar, acılar kalıplara dökülüp anlatılamaz. Yine de sizlere o destansı günleri yeniden yaşarcasına ve hitabetin el verdiği oranda ifade etmeye çalışacağım. Haydi şimdi ben yaşadıklarımı anlatırken sizler de o günleri tahayyül edin ve birlikte Çanakkale tepelerine doğru Mehmetçiğin yanıbaşına uzanalım. İşte göreceklerimiz, işte müthiş manzara; yıkılmış istihkâmlar, şarapnel parçaları ve düşen top mermilerinin kazdığı, ağzını açmış ejderha gibi dehşet saçan korkunç çukurlar. Karşı cepheden günlerce aylarca üstümüze bombalar yağıyor. Siperler, şühedâ bedenleriyle dolu. Toz duman içinde ve insafsız bir ateş yağmuru altındayız. Bombaların düştüğü yerden gökyüzüne kafa, kol, bacak fışkırıyor. Bir yudum su veremediğimiz nice nice siper arkadaşımızın bedeni göğe savrulup binbir parça et ve kemik halinde tekrar yanıbaşımıza düşüyor. Az sonra yüzlerce kilo ağırlığında bir bomba belki bizim de tepemize inecek. Ve artık hiç ölmemek üzere şehidler kervanına biz de katılacağız. Yerimiz boş kalmayacak tabi. Yedekler siperimizi hemen dolduracaklar; kurtuluş ihtimali sıfır; zaferinse hayali de hayal... Destan Şairimiz o korkunç hâli kelimelerle bakınız nasıl resmetmiş. Savaş hâlinin görüntüsünü nakış nakış nasıl dokumuştur;
.................................................. ..................
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin;
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam;
Atılan her lağamın yaktığı: yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nameret eller,
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,
Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat îmân?
.................................................. .......................
Evlatlarım!
Büyük yazar yahut şair olmanın özelliği odur ki, büyük hadiseleri az ve öz malzemeyle zihnimize bir nakkaş misâli işleyebilsin. Okumuş olduğum beyitler, Cephemizin hâl-i pür melalini anlatmak için yeterli.
Karşı cepheden atılıp üstümüze düşen top mermileri, mitralyözler, bomba ve mermilerin görüntüsü Türkçemizin zengin ifade şekli ve tabi ki şairin anlatım gücüyle birleşince, Mehmetçiğin direnci kadar güzel muazzam bir eser ortaya çıkıyor. Dünü anlatan, bugüne ışık tutan, yarına miras kalacak olan harika bir eser...
Evlatlarım!
Anlatmaya çalıştığım sahneleri daha iyi kavramanız için bir hatırayı nakletmek istiyorum. Yukarıda okumuş olduğum beyitlerin sahibi M. Âkif, o yıllarda resmi bir görevle Berlin'e gitmiştir. Yâd ellerde hep Çanakkale'yi düşünmektedir. Askeri ataşe olarak görev yapan arkadaşı Ömer Lütfi Bey'e akşam sabah sorarmış:
- "Çanakkale ne olacak?"
Aldığı cevap acı ama gerçek:
- "Fevkalbeşer bir hadise olmazsa Çanakkale'de yenilmemiz mukadderdir."
Bu cevap karşısında Âkif anasını kaybetmiş bir yavrucağız gibi hıçkırıklara boğulur ağlar, sonunda da bir yanardığın patlayışı gibi haykırırmış:
- "Cihan bir araya gelse Çanakkale geçilemez!"
Aslında Âkif'in söylediği de doğrudur; arkadaşı Ö. Lütfi Bey'in tespitleri de... Âkif haklı çıkmış, çünkü Cihan bir araya gelmiş ama Çanakkale'den geçmeye yol bulamamıştır. Arkadaşı da haklıydı; çünkü Çanakkale'nin geçilemeyişi fevkalbeşer bir savunma sayesinde mümkün olabilmiştir.
Aylarca zalim mermilere hedef yapılan yüzbinlerce Mehmetçik, binbir parça olmuş bedenini siperine bırakıp çoktan terk-i dünya etmişlerdi. Çanakkale nefes almıyor, Çanakkale yaşamıyordu artık... Savaş gemileri onlarca milletten devşirilmiş "Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ" topluluğunu taşıyordu. Boğaz al rengiyle, hayır hayır kan haliyle akarken müstevliler, ölüsünden bile korktukları Mehmetçiğin yakınına yavaş yavaş yanaşıyorlardı. Gemilerdeki korkunç ölüm topları üstümüze çevrilmiş günlerce bombalayıp harabe mezara benzettikleri mevzilerimizde bir kıpırtı gözlüyor, bir yandan ilerleme devam ediyordu.
*
Beri tarafta ise yediğimiz amansız darbelerle yaralı bir dev gibi oluk oluk kan kaybediyorduk. Öyle ki çukurlarımız kan gölüne dönmüştü. Bu büyük Millet, Çanakkale'yi destanlaştıracak muhteşem diriliş ve kükreyişi de elbet yapacaktı. Bir vakti bekliyorduk. Dua ile karışık sessizce terennüm ettiğimiz bir şey vardı; Az daha yanaşsınlar, az daha... az daha...
İşte tam o ânı, yine destan şairi yaşarcasına kelimelerle resmediyor:
Şu anda cepheni görmekteyim ateş yağıyor;
Bulutların biri binlerce yıldırım sağıyor.
Müsadenizle bu cehennemî harbi yaşayan biri olarak bu güzel ifadelere bir yorum getirmek istiyorum. Bombalar, toplar, tüfekler üzerimize ölüm yağdırsa da gerçekte bulutlardan yıldırımlar sağan bizdik. Gökte bulutlara el kaldırıp yıldırımları avuşlarımıza alıp kalbimize gömdük. Düşmanı mahvetmenin, kahretmenin başka bir yolu kalmamıştı çünkü. Gökyüzünden yıldırımlar sağarak gönlümüzdeki sevdaya ateş verdik; ateş verdik ki Çanakkale'de, harim-i ismetimize yan bakanları yakıp yok edebilelim.
(Çanakkale Gazisi sözün burasında duruyor. Sağ elini kaldırıp taaaa uzaklarda meçhul bir noktayı işaret ederek benliğini sarsarcasına ama hafif bir sesle okuyor)
Nigâhı, bin bu kadar mesafeden kavuran
Alevleriyle beraber o şeyle karşı duran
Karaltılar nedir? Asker mi, taş mı, gölge midir?
Huda rızası için geçmiyor gözüm bildir.
Durun kımıldıyor gördüğüm hayaletler
Bakın: ilerledi asker, Huda bilir asker.
Nihayet siperlerimizden yanardağların püskürmesi gibi öylesine bir dirildik, öylesine bir koştuk ki düşman üstüne; önce afalladı, şaşırdı; sandı ki dağlar taşlar canlanmış, yüzbinlerce dev geliyor üstüne... Öylesi devler ki, gözlerinden saçılan ateşlerin her bir kıvılcımı yıldız olup vatan semasına çakılıyor; bulutlar rüzgarından dağılıyor; dağları yerinden sallarcasına titretiyordu sanki. Deniz de cûşa gelmişti; beşik olmuş gibi iki yana fışkırıyor; kayalara çarpan kan rengi köpükler göğe savrulup etrafa saçılıyordu. Böylesi bir kükreyiş ve teyakkuz karşısında düşman elbette kaçacaktı; hem de ödü patlayarak; hem de onbinlerce ölüsünü boğazın derinliklerine bırakarak; hem de kaçma telaşıyla birbirini çiğneyerek; hem de ardına bakmadan... Üstelik muazzam bir hakikati kendi ağzıyla dünyaya ilan ederek: "ÇANAKKALE GEÇİLMEZ!"
Evet evlatlarım! dün olduğu gibi, bugün de yarın da ilelebet Çanakkale, Türk Milleti'nin bir beldesi olarak kalacak ve aslâ GEÇİLEMEYECEKTİR. Çanakkale'de tam 253 bin Mehmed'i kara toprağa verdik. Makberini bile kazamadan... Kara toprağa verdiklerimizle elbet övünüyor değiliz. Onlardan her biri ciğerimizden bir parça sökülüyor gibi hurûc ettiler. Ama buna mecburduk. Millet olarak Çanakkalede şeref ve haysiyetimizi korumalıydık. Bu memlekette, bir hane bile yoktur ki Çanakkale sırtlarında en az bir yiğidini yahut bir yakınını feda etmemiş olsun. Bu yüzden Çanakkale, Millet olarak kalbimizi, gönlümüzü, ruhumuzu birleştiren kutlu bir mekândır. Çanakkale'de Mehmetçik, toprağı hamur gibi yoğururcasına kanla besledi. Denize renk verircesine kanını sebil etti. Artık Mehmed'in destanı yazıya geçirilecekti. Necid Çöllerinde zafer haberini alan M. Âkif, ellerini kaldırmış şöyle duâ ediyordu.
- "Allahım! Çanakkale Destanı'nı yazmadan canımı alma" M. Âkif, bu destanı manzum olarak, en güzel, en beliğ şekilde yazdı. Ama yetmez! Çanakkale'de her Mehmed'in ölüme koşuşu birer destan değil de nedir? O halde önce bu destanlar külliyatını kayda geçirmeliyiz.
Sevinciyle acısıyla önce gönlümüze nakşetmeliyiz bu destanı. Sonra rüzgarlara, yağmurlara, çiçeklere, ağıtlara, türkülere, hıçkırıklara, dualara, haykırış ve umutlara yüklemeliyiz. Nakış nakış, ilmik ilmik, olduğunca saf, olabildiğince berrak. Sade ve samimi. Arı-duru; ama sehl-i mümtenî dolu...
"Çanakkale içinde vurdular beni
Ölmeden mezara koydular beni"
İşte destanlar böyle anlatılır; yürekler depreşmeden, deli sularca akmadan gönlünüz, meramı nasıl vurgularsınız? İfade türünün hangi şekli olursa olsun ama sözdeki mana sarsın benliğinizi. Yüreğinizi kavrasın. Bizi bizden alıp Mehmed'in yanına götürmeyen, Çanakkale Tepelerinde, Conkbayırı'nda, Seddülbahir'de gezdirmeyen kelâm boşa kelâm değil de nedir? Yukarıda belirttiğimiz gibi, bu savaş bize çok ama çok pahalıya maloldu. Netice itibariyle koskoca bir İmparatorluk elimizden gitti. Kaybettiğimiz toprak parçaları Avrupa'yı kaça katlar acaba hiç hesap ettik mi? Şehidlerimiz arasında ne cevval ana kuzuları, ne değerli ilim irfan sahipleri vardı, hiç düşündük mü? Sahi bu destanı kime karşı ve niçin yazdığımızı kendi kendimize hiç sorduk mu? Çanakkale'de kavgalımız, bir zamanlar İspanya karşısında çaresiz kalan İngiltereydi. Diğer kavgalımız ise esir düşen kralını Türk yardımıyla kurtaran Fransa. Bacasından ağıt yükselen nice sönmüş ocaklarımızın müsebbibi kuzey komşumuzun hakkını(!) elbet saklı tutuyoruz. Eh geri kalanları saymaya bilmem gerek var mı? Çanakkale Destanı'nı iyi tahlil edip iyi öğreniniz. Ayrıca dün kıtlık çekirgesi gibi Boğazın mavi sularına kan içmek için üşüşenlerin torunlarına da, Çanakkale Destanı'nın mana ve maksadı anlatılmalı. Böylece yeni hatalara düşmesinler ki; bir çılgınlığa teşebbüs edebilecekler de "hafıza-i beşer nisyan ile maluldur" tezine sarılmasınlar. Çanakkale Destanı'nı yeni nesillere öğretmek Türk Devleti'nin şehidlerine vefa borcudur. Hayatlarını hibe ederek geride tertemiz bir vatan bırakan sayısız şühedâmızın hakkı ödenecek gibi değil. Destan Şairimizin diliyle şehitlerimize son görev olarak şöyle seslenebildik:
Ey Şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana ağucunu açmış duruyor Peygamber.
Konuşmamın sonunda beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür eder, hepinizin bilhassa öğrenci yavrularımın gözlerinden öperim.
---------------0---------------
Adını dahi bilmediğimiz bu yaşlı Gazi'ye güzel, veciz konuşmasından dolayı dinleyicilerden öylesine bir sevgi ve saygı tezahürü yükseldi ki, alkışları dindirebilmek için tam üç defa kürsüye çıkıp kalabalığı selâmlamak zorunda kaldı.
Bizler ise proğramdan sonra köye dönerken, Gazi amcanın anlattıklarını düşünüyor, dinlediğimiz korkunç sahnelerden âdeta ürperti duyuyorduk. Hele bir cümlesi vardı ki ben hâlâ anlayabilmek için dimağımı yoruyor, tahayyülümü zorluyorum.
"...Bulutlardan yıldırım sağdık..."

BİBLİYOGRAFYA
(1) H. Basri Çantay, ÂKİFNÂME, A. Sait Mat. İstanbul, 1966.
(2) C. Kutay, N. Çöllerinde M. Âkif.,
(3) N. Peker, 1918-1923 İstiklâl Savaşı'nın İnebolu ve Kastamonu Havalisi
(4) M. Âkif ERSOY, SAFAHAT, Haz. M. Ertuğrul DÜZDAĞ, (GİRİŞ)
(5) ------, "M. Âkif Hakkında Araştırmalar 1" Fatih Yay. İstanbul, 1987.
(6) Yılmaz TARTAN, İKİ DERSTE İSTİKLÂL MARŞI, DİB Yay. Ankara, 1998
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi Esadullah 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Gayb Alemine Açılan Kapılar... Kitaplar/Kütüphane Kara Kartal 1 295 29 Ocak 2023 13:22
Hiperaktif ve Otizm Çocuklar İçin ... Tıbbı Nebevi ve Alternatif Tıp Mihrinaz 1 338 14 Ekim 2022 01:49
Tabiat ve Burçlara Göre Beslenme-Hangi Tabiat... Tıbbı Nebevi ve Alternatif Tıp Esadullah 2 403 14 Ekim 2022 01:38
9-Kâinatın 6 Eyyamda (Devir-Süreç) Yaratılması... Esadullah Esadullah 1 360 02 Ekim 2022 13:57
8 - Kurana göre evren nasıl yok olacak Esadullah Esadullah 0 304 29 Eylül 2022 11:40

Alt 17 Mart 2013, 12:10   Mesaj No:2
Medineweb Sadık Üyesi
Esadullah - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Esadullah isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 15316
Üyelik T.: 18 Aralık 2011
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:Kayıp bir Kentten
Yaş:44
Mesaj: 734
Konular: 143
Beğenildi:280
Beğendi:94
Takdirleri:3260
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Çanakkaleye Hitaben

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE

Şu Boğaz Harbi Nedir? Var mı ki dünyada eşi?

En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,

-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya

Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya,

Ne hayasızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı!

Nerde-gösterdiği vahşetle “bu: bir Avrupalı”

Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi

Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!

Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer

Kaynıyor kum gibi, Mahşer mi, hakikat mahşer.

Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,

Osrtralya’yla beraber bakıyorsun ; Kanada!

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk.

Sade bir hadise var ortada : Vahşetler denk.

Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela...

Hani tauna da zuldür bu rezil istila...

Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-i asil,

Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle sefil,

Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;

Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına,

Maske yırtılmasa hala bize affetti o yüz ...

Medeniyet denilen kahbe, hakikat yüzsüz.

Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbab,

Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harab.

Öteden saikalar parçalıyor afakı;

Beriden zelzeleler kaldırıyor a’makı;

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;

Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin.

Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,

Atılan her lağımın yaktığı: Yüzlerce adam.

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürtme de yer

O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,

Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.

Saçıyor zırha bürünmüş de namerd eller,

Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.

Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,

Sürü halinde gezerken sayısız tayyare.

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...

Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!

Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;

Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?

Hangi kuvvet onu, başa, edecek kahrına ram?

Çünkü te’sis-i ilahi o metin istihkam.

Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,

Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;

Bir göğüslerse Huda’nın edebi serhaddi;

“O benim sun’-i bediim, onu çiğnetme” dedi.

Asım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:

İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.

Şuheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...

O, rukü olmasa, dünyaya eğilmez başlar,

Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,

Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!

Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.

Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid’i...

Bedr’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

Sana dar gelmeyecek makber’i kimler kazsın?

“Gömelim gel seni tarihe”desem, sığmazsın.

Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab...

Seni ancak ebediyetler eder istiab.

“Bu, taşındır” diyerek Ka’be’yi diksem başına;

Ruhumun vayhini duysam da geçirsem taşına;

Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle;

Kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle;

Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;

Yedi kandilli Süreyya’yı uzatsan oradan;

Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına;

Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,

Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;

Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;

Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...

Yine bir şey yapabildim diyemem hatırına.

Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,

Şarkın en sevgili sultanını Salahaddin’i,

Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran...

Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,

O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;

Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;

Sen ki, a’sara gömülsen taşacaksın... Heyhat,

Sana gelmez bu ufukalar, seni almaz bu cihat...

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,

Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.


MEHMET AKİF ERSOY (SAFAHAT KİTABINDAN)
Alıntı ile Cevapla
Alt 17 Mart 2013, 12:11   Mesaj No:3
Medineweb Sadık Üyesi
Esadullah - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Esadullah isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 15316
Üyelik T.: 18 Aralık 2011
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:Kayıp bir Kentten
Yaş:44
Mesaj: 734
Konular: 143
Beğenildi:280
Beğendi:94
Takdirleri:3260
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Çanakkaleye Hitaben

Yazarımız Yavuz Bahadıroğlu’nun, merhum Turgut Özal ile bir Japon heyeti arasında geçen görüşmeyi anlattığı bir yazısı vardı... 8 Ağustos 2005 tarihli yazının özeti şöyleydi:
“Rivayet o ki, rahmetli Turgut Özal’ın Başbakanlık döneminde Türkiye’ye Japonya’dan bir eğitim heyeti gelmiş. Heyet, Türkiye’de incelemelerde bulunduktan sonra, Türk heyetiyle bir toplantı yapmışlar... Bir ara söz çocuklarda “millî şuur” oluşturmaya gelince, Japon heyetin başı bunu nasıl başardıklarını anlatmış. Demiş ki:
“Çocuklarımız ilkokul çağına bile gelmeden bazı ‘şok testler’ uyguluyoruz. Mesela uçak hızında giden trenlere bindiriyoruz. Çok katlı yollardan geçiriyoruz. İleri teknoloji üreten tesisleri gezdiriyoruz. Gördükleri gelişmişlik karşısında çocuklarımız şok oluyorlar.
İlk şoktan sonra onları Hiroşima’ya götürüyoruz. Dehşeti gözleriyle görüp yaşıyorlar. Bomba atıldığından beri hiçbir bitkinin yetişmediği alanları geziyorlar...
Ondan sonra alıyoruz karşımıza, ‘Eğer siz yeteri kadar çalışmaz, diğer devletleri geçmezseniz, vatanınız işte böyle bombalanır, anneniz babanız böyle öldürülür. Toprağınızda bir çiçek bile yetişmez olur’ diyoruz.” Bizim yetkililer; “İyi ama bizim Hiroşima’mız, Nagazaki’miz yok ki” deyince, Japonlar şöyle konuşmuşlar:
“Ama Çanakkale’niz var! Çanakkale, bizimkilerden çok daha çarpıcı bir örnek. O bölge çocuklarınıza ve gençlerinize millî şuur ulaştırmak için tam bir laboratuvar. Öğrencileri kafileler halinde Çanakkale’ye götürüp gezdirin ve ikiyüz elli bin şehidinizin hikâyesini anlatın. Yeterince çalışmazlarsa, başlarına bugün de benzer şeylerin gelebileceğini söyleyin.””
Evet, Japonlar “formül”ü bulmuşlardı... “Hiroşima ve Nagazaki’yi yeniden yaşamak istemiyorsanız, ilerlemeye devam edin!” diyorlardı çocuklarına...
Aynı “formül”ü bize de tavsiye ediyorlardı:
“Sizin de Çanakkale’niz var!”
Evet, “Çanakkale”miz var!..
“Geçilmez” dedirttiğimiz Çanakkale’miz!..
Rahmetle andığımız “şehit”lerimiz var!..
Ve elleri öpülesi “gazi”lerimiz!..
Acaba bu “şehit” ve “gazi”lerimiz olmasaydı, “Türkiye” olur muydu?..
Bugünkü “Türkiye”yi onlara borçluyuz!..
Allah, onlardan razı olsun...
VALİ BEY’İ KUTLUYORUM
Bugün 17 Mart...
Yarın da 18 Mart... Yani “1915 Çanakkale Zaferi”nin 98. yıldönümü...
Çanakkale... “Dünyayı yenenlerin yenildiği” ve de “etin, kemiğin çeliğe galip geldiği”, dahası; merhum Mehmet Akif Ersoy’un, “Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor, bir hilâl uğruna Yarab ne güneşler batıyor” dediği, “253 bin şehidimiz”in son uykularını uyudukları, “millî birliğimizin çimentosu” olan bir yer, büyük bir zafer...
Çanakkale Valisi Güngör Azim Tuna’nın koordinesinde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in de katkısıyla, bu yıl; “Biz değil miydik?.. Şehit Torunları Buluşması” adlı bir proje gerekleştirilecek... Proje kapsamında, kutlamalar “81 vilayet”e yayılacak.
“Zaferin 98. yıldönümü” dolayısıyla; Çanakkale Valiliği, dergi ebadında 40 sayfalık bir kitapçık hazırlamış ki; ne yalan söyleyeyim, onu okurken, zaman zaman gözyaşlarımı tutamadım... Kitapçığın hazırlanmasında emeği geçen herkesi tebrik ediyorum...
Vali Güngör Azim Tuna, şöyle “takdim” etmiş Çanakkale Savaşı’nı;
“1915’te verilen mücadele birlik ve beraberlik içinde nelerin üstesinden gelebileceğimizin müşahhas örneğidir. Çanakkale’de yan yana yatan, kaderleri birlikte çizilmiş, ülkenin dört bir yanından gelen kahramanlarımızın bize söylediği çok şeyler vardır.
Acaba Arıburnu’nda patlayan toplarla havaya uçanların,
Acaba kanlı sırtta vatan uğruna kanları oluk oluk akanların, Conkbayırı’nda, Kirte’de Seddülbahir’de omuz omuza çarpışanların memleketleri neresidir?
Çanakkale cephesinde toprağa düşen kahraman mehmetçiklerimizin mezar taşlarına baktığımızda karşımıza üç kıtadan gelerek şehit olanların, yani kadim kültürümüzün harman olduğu destanlar coğrafyası çıkacağı muhakkaktır.
O yokluk ve yoksunluk günlerinde, bütün cihana karşı verilen bu kavgada birlik ve beraberlikle muvaffak olunmuştur... Çanakkale’de elde edilen zafer, neredeyse hiç teçhizatı kalmamış yokluk içindeki insanların dünyanın en büyük güçlerine karşı kazandığı kesin bir zaferdir. Bu zaferin kazanılmasında payı olan aziz şehitlerimizin her biri bizim yolumuzu aydınlatan meşaleler gibidir.
Şehitlikleri gezen Diyarbakırlı bir öğrencinin mektubunda dediği, “Ey torunlarımız ne haldesiniz, biz, siz beraber rahat yaşayın diye toprağa düşmedik mi? Sana diyorum Diyarbakırlı Mehmet, sana diyorum İstanbullu Hakan ne haldesiniz? Hani kardeşliğiniz, hani birliğiniz?” sözlerinin bizlere söylediği çok şey vardır.
Onlar değil miydi kenetlenip dünyaya meydan okuyan?
Onlar değil miydi Çanakkale’ye birlikte koşan?
Onlar değil miydi şehadeti yudumlayan?
Biz değil miydik Lazıyla, Türküyle, Kürdüyle, Çerkeziyle vatanımızı koruyan?
Tüm bunların cevabı “Çanakkale ruhu”nda yer almaktadır.”

MENDİLDEKİ SAÇLAR
Dedim ya;
Kitapçığı okurken, gözyaşlarımı tutamadım.
Buyrun, bir “mendil” hikâyesi: “Az ötede cesetlerin arasında bir şehidin cesedi dikkatini çekti... Yüzünde tebessüm hali vardı ve gözleri derin bir ufka bakar gibiydi... Ona doğru gitti. Avucundaki işlemeli mendili sımsıkı tutuyordu... Mendilin içinde yeni doğmuş bebeğin sapsarı saçları vardı... Mendili ve saçları şehidin koynuna soktu. Onu hürmetle kucaklayıp o mukaddes hatıralarıyla gömdü.
İşte onlar savaştı Çanakkale’de...
¥
Kitapçıktan bir bölüm daha:
“Çanakkale’ye gidin, orada cam levhalara yazılı vatan evlatlarının isimlerini okuyun... Doğum tarihlerine, çıkıp geldikleri memleketlere bakın... Yan yana aynı kabirde yatan babaları, oğulları görün... Orada bir gül bahçesi içinde olduğunuzu mutlaka hissedersiniz. Onları selamlayın ve bir Fatiha okuyun.
Orada kalpleriniz mutlaka “Çanakkale Ruhu”nu haykıracaktır. Çanakkale’de farklılıklarımızın nasıl eriyip gittiğini, ruhlarımızın nasıl tek bir kaba döküldüğünü hissedeceksiniz.
Oradan, “Ben” değil “Biz” olarak geri döneceksiniz.”
BOMBASIRTI VAK’ASI
Atatürkçülüğü; “niyete göre soyulan bir muz” haline çevirenlere Ruşen Eşref’in “Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal’le Mülâkat” adlı eserini okumalarını tavsiye ederim.
Kitabın 48’den başlayıp, 50. sayfaya kadar devam eden bölümünde, Atatürk, bakın nasıl anlatıyor “Bombasırtı Vak’ası”nı:
“Size Bombasırtı Vak’asını anlatmadan geçemeyeceğim... Karşılıklı siperlerimiz arasında mesafemiz sekiz metre... Yani, ölüm muhakkak... Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulamamacasına düşüyor... İkinci siperdekiler, onların yerine gidiyor... Fakat, ne kadar gıptaya şayan bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz: Öleni görüyor, üç dakikaya kadar kendisinin de öleceğini biliyor, fakat en ufak bir fütur bile göstermiyor... Sarsılmak yok!..
Okumak bilenler; ellerinde Kur’an-ı Kerim, Cennet’e gitmeye hazırlanıyorlar!.. Bilmeyenler ise Kelime-i Şahadet getirerek yürüyorlar!
Bu; Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren, şaşılacak ve övülecek bir misaldir.
Emin olmalısınız ki; Çanakkale Muharebesi’ni kazandıran, işte bu yüksek ruhtur!”

KÜRT-TÜRK OMUZ OMUZA
Çanakkale’de, öleceğini bile bile cepheye koşan “askerler” arasında “Kürtler” de vardır.
Çanakkale Valiliği’nin yayınladığı kitapçıkta, “Gelibolu’ya takviye için yola çıkan Kürt birlikleri”nin fotoğrafı da yayınlanmış ve altına şunlar yazılmış:
“Osmanlı Devleti, etnik kökene göre kayıt tutmadığı için Çanakkale’de hangi etnik kökenden kaç şehit olduğu bilinememektedir... Bir Osmanlı tebaası olan “Kürtler”in Çanakkale Savaşı’na katılması ve mücadele etmesi gayet mühimdir... Çünkü o dönemde “Kürt tebaa”nın yoğun yaşadığı Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde de hem “Ermeni Olayları” yaşanmakta, hem de Kafkas Cephesi ismi altında kıran kırana bir savaş yaşanmakta idi... Kürtlerin Çanakkale’ye koşmaları hem Kürt ahalinin Osmanlı’ya sadakatinin, hem de vatanın hiçbir parçasını ayrı görmediklerinin önemli bir kanıtıdır. Bugün, Çanakkale toprağında yatan Kürt şehitlerimizin kanı, sarsılmak istenen milli birliğimizi koruyup güçlendiren en önemli etmendir.”
ÖNCE HELALLEŞTİLER, SONRA!
“Çanakkale Savaşı” deyince; Yarbay Hüseyin Avni’den, Yahya Çavuş’tan ve hele hele Seyit Ali Onbaşı’dan bahsetmeden geçmek olmaz... Allah, mekânlarını cennet eylesin.
Onlarda nasıl bir “ruh” vardı, biliyor musunuz... Seyit Onbaşı’ya, “275 kilo ağırlığındaki top mermisi”ni kaldırtan ruh, nasıl bir ruhtu biliyor musunuz?..
Buyrun, bir hatıra daha:
“Kocadere Köyü’nde büyük bir sargı yeri... Yaralıların kimi Urfalı, kimi Bosnalı, kimi Sivaslı, kimi Halepli... Çok sayıda yaralı, derman beklemekte...
İçlerinden biri Lapseki’nin Beybaş Köyü’nden Halil... Son nefesinde komutana; “Ben... Ben, köylüm Lapsekili İbrahim Onbaşı’dan bir mecidiye borç almıştım. Kendisini göremedim; ölmek üzereyim. Ölürsem söyleyin, hakkını helâl etsin” der ve ruhunu teslim eder...
Ertesi gün, gelen yaralılardan şehit olanların künyeleri ve üzerinden çıkan eşyalar komutana ulaştırılmıştır... Şehit künyelerinden Lapsekili İbrahim Onbaşı’nın künyesi ve yanındaki not, komutanın dikkatini çeker...
Notta der ki;
“Ben, Beybaş Köyü’nden arkadaşım Halil’e bir mecidiye borç vermiştim. Arkadaşıma söyleyin, hakkımı helâl ettim.”
Çanakkale Savaşı’nı zafere dönüştüren ruh, işte bu ruh, bu inanç, bu imandır.
Hani, merhum Mehmet Akif’in yazdığı “Çanakkale Destanı” için, geçenlerde;
“Şiirdi, şuur oldu” demiştik ya, gerçekten de Çanakkale, Türkiye için bir “şuur” oldu, bir “çimento” oldu.
Ne olur, bu şuuru yaşatalım.
Japonların Hiroşima’sı, Nagazaki’si varsa, unutmayalım; bizim de Çanakkale’miz var.
Gidelim Çanakkale’ye...
“Ben” gidelim, “biz” dönelim...


Haber Vaktim
Alıntı ile Cevapla
Alt 17 Mart 2013, 13:43   Mesaj No:4
Medineweb Usta Üyesi
kübra-y - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:kübra-y isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 26427
Üyelik T.: 06 Mart 2013
Arkadaşları:29
Cinsiyet:bayan
Memleket:çanakkale
Yaş:30
Mesaj: 250
Konular: 8
Beğenildi:5
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cevap: Çanakkaleye Hitaben

- "Cihan bir araya gelse Çanakkale geçilemez!" Allah razı olsun... Çanakkalem
__________________
İnancımız batıl değil ki, ümidimiz kırılgan olsun. . .
Alıntı ile Cevapla
Alt 17 Mart 2013, 15:02   Mesaj No:5
Medineweb Sadık Üyesi
iklimya - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:iklimya isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 90
Üyelik T.: 21 Ağustos 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Memleket:Ankara
Mesaj: 513
Konular: 114
Beğenildi:31
Beğendi:0
Takdirleri:112
Takdir Et:
Standart Cevap: Çanakkaleye Hitaben

[YT]xPj9NaFqA6w[/YT]
__________________
Bismillah diyerek...
Alıntı ile Cevapla
Alt 17 Mart 2013, 16:16   Mesaj No:6
Medineweb Sadık Üyesi
kurtmehmet - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:kurtmehmet isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5446
Üyelik T.: 30 Kasım 2008
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:63
Mesaj: 682
Konular: 73
Beğenildi:19
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cevap: Çanakkaleye Hitaben

__________________
DÜNYA mü,minin (ahiretteki ebedi nimetlere göre)zindanı
Kafirin de (ahiretteki azabına göre) cennetidir.
hadis
Alıntı ile Cevapla
Alt 17 Mart 2013, 16:30   Mesaj No:7
Medineweb Usta Üyesi
kübra-y - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:kübra-y isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 26427
Üyelik T.: 06 Mart 2013
Arkadaşları:29
Cinsiyet:bayan
Memleket:çanakkale
Yaş:30
Mesaj: 250
Konular: 8
Beğenildi:5
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cevap: Çanakkaleye Hitaben

Alıntı:
kurtmehmet Üyemizden Alıntı Mesajı göster
içler acısıuzgn
__________________
İnancımız batıl değil ki, ümidimiz kırılgan olsun. . .
Alıntı ile Cevapla
Alt 17 Mart 2013, 19:25   Mesaj No:8
Meal Gurubu Üyesi
Medineweb Emekdarı
bilinmez - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:bilinmez isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13966
Üyelik T.: 27Haziran 2011
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 2.154
Konular: 309
Beğenildi:178
Beğendi:15
Takdirleri:560
Takdir Et:
Standart Cevap: Çanakkaleye Hitaben

ÇANAKKALE BU OYUNUN KURULMASI İÇİN Bİ TEZGAHTI...VE OYUNU KURANLARA KARŞI ÇIKACAK OLANLARI ORDA ÖLDÜRTTÜLER...
DEVAMINDA OLANLAR.....
Bir gece Şapka giymeye direnen Erzurumda bir köye baskın yapan Türk askeri ,120 kişiyi şapka giymedigi için kurşuna dizmişti.
1 oğlu ve eşide kurşuna dizilen Sultan ana şöyle yalvarıyordu

- Evladım! ben sizler,Çanakkale de savaşırken mermi taşımaktan omuzlarım çürüdü , bugün idam ettiginiz herifim, Çanakkale de vatan kurtulsun, bize zulüm edilmesin diye 1 kolunu,
Biri 14 yasında digeri 21 yaşınd...a iki oğlunu Önce Allah'a sonra vatana kurban etti !!!!!!!

''Donumuz yoktu şapka mecbur edildi.
Çarığı satıp, çıplak ayak İtalyan takke giyildi
Bunun adınada efendiler ne güzel devrim denildi''
(F)
__________________
önce yazdığım katılım yaptığım beğeni yaptığım paylaşımların arasında azda olsa kuran ve sünnete uygun olmayan düşünceler olabilir.Bunların bana sorulmadan dikkate alınmasından mesul değilim... ...
Alıntı ile Cevapla
Alt 18 Mart 2013, 16:52   Mesaj No:9
Medineweb Sadık Üyesi
İnceSızı - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:İnceSızı isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13046
Üyelik T.: 16 Aralık 2010
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:44
Mesaj: 553
Konular: 54
Beğenildi:20
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cevap: Çanakkaleye Hitaben

"EY ŞEHİT OĞLU ŞEHİT İSTEME BENDEN MAKBER SANA AĞUŞUNU AÇMIŞ DURUYOR PEYGAMBER"

Çanakkale Şehitlerine

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?

En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.

-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara?ya-

Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.

Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!

Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı'

Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,

Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!

Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,

Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.

Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,

Avusturalya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:

Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.

Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...

Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!

Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,

Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,

Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;

Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.

Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...

Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.

Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,

Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;

Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;

Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.

Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,

Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;

O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,

Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.

Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,

Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.

Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,

Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...

Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!

Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;

Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman?

Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?

Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm.

Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,

Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;

Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi;

'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi.

Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:

İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.

Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...

O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,

Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,

Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!

Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...

Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?

'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.

Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...

Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.

'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına;

Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;

Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,

Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;

Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,

Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;

Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,

Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,

Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;

Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;

Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...

Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.

Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,

Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,

Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...

Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,

O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;

Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;

Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,

Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,

Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.

Mehmet Akif Ersoy
__________________
Sustum..! Birikti yanaklarimda alfabe..Ya RAB..! Sukütu'mu en güzel duam eyle..
Alıntı ile Cevapla
Alt 18 Mart 2013, 16:57   Mesaj No:10
Medineweb Sadık Üyesi
İnceSızı - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:İnceSızı isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13046
Üyelik T.: 16 Aralık 2010
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:44
Mesaj: 553
Konular: 54
Beğenildi:20
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cevap: Çanakkaleye Hitaben

Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın,
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğüm bu tümsek, Anadolu’nda,
İstiklal uğrunda, namus yolunda,
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.
Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed’in düşmanı boğuldu sele,
Mübarek kanını kattığı yerdir.
Düşün ki, hasrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,
Bir harbin sonunda, bütün milletin,
Hürriyet zevkini tattığı yerdir
__________________
Sustum..! Birikti yanaklarimda alfabe..Ya RAB..! Sukütu'mu en güzel duam eyle..
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Konuyu değerlendir
Konuyu değerlendir:

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
İmam-ı Rabbani Hazretleri bu mektubu Molla Hüseyin’e hitaben yazmıştır. Allahın kulu_ Serbest Kürsü 0 04 Ocak 2015 00:11
Günahsız Bir Dilden, Efendimize Hitaben... enderhafızım Şiirler ve Şairler 4 03 Mart 2014 01:32
Soru Cevaplayan Hocalara Hitaben enderhafızım Serbest Kürsü 0 07 Temmuz 2012 02:33

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.