Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   Sorularla Esmaül Hüsna (https://www.forum.medineweb.net/812-sorularla-esmaul-husna)
-   -   Esma-ül Hüsna/ Medineweb (https://www.forum.medineweb.net/sorularla-esmaul-husna/2693-esma-ul-husna-medineweb.html)

YOLCUYUM 14 Temmuz 2008 00:22

Cvp: Esmaül Hüsna Ve Sırları
 
Mâlikü’l Mülk 84 : Mülkün genişlemesi ve rızkın bol olması için 212 kere okunur. Bu İsm-i Şerifin zikrine devam eden kimseye ALLAH c.c zenginlik verir.

Zü’l Celâli Ve’l İkrâm 85 : Dünya işlerinin kolay olması, hayır kapılarının açılması ve şer kapılarının kapanması için 1100 kere okunur.
‘’ Mâlikel mülki zilcelâli vel ikram’’ hergün 333 defa okunursa dünya ona bağlanır.

Muksıt 86 : Gadap , hiddet ve kızgınlığı söndürmek, hakk ve adaletin ortaya çıkması ve düşmanların şerrinden korunmak için 209 kere okunur.
Bu İsm-i Şerife devam edenin ibadetlerinde vesvesesi sona erer.

Câmi’u 87 : Kayıp bir eşyayı bulmak ve iki kişinin arasında sevgi birlik ve beraberliğin temini için 114 kere okunur.
Bu İsm-i Şerifin zikrine devam eden meşru maksatlarına ulaşır.

YOLCUYUM 14 Temmuz 2008 00:22

Cvp: Esmaül Hüsna Ve Sırları
 
Ganiyyü 88 : Mahlukata muhtaç olmamak, ticaretin iyi olması zengin olmak için 1060 defa okunur. Hastalık ve bela üzerine okunduğunda hastalık ve bela gider. Bir kimse okusa ve eliyle bütün azalarını sıvazlasa bela ondan uzaklaşır.

Muğniy 89 : Rızkın bol, maişetinin geniş ve kalbinin kanaat ile dolması için 1100 kere okunur.

Mâni’u 90 : Bütün korkularından emin olmak için 161 kere okunur.Uyumadan önce okunursa hanımı ile kocası arasındaki öfke gider.

Dârru 91 : Zalimlerin maddeten ve manen zarara uğraması için 1001 kere okunur. Bu ismi şerifin zikrine her Cuma gecesi 100 kere okumaya devam eden kimsenin vücudu afiyette olur, kavmine yakın olur.

Nâfi’u 92 : Maddi ve manevi hastalıklardan şifa bulmak için 201 kere okunur.Bu İsm-i Şerifin zikrine her Cuma gecesi 100 kere okumaya devam eden kimsenin vücudu afiyette olur, kavmine yakın olur.

Bâkî 96 : Ömrünün sıhhatli, hayırlı ve uzun ,mülkün ve işin daimi olması için 113 kere okunur.1000 kere okuyan zarar ve üzüntüden kurtulur.100 kere okuyanın amelleri makbul olur.

Vârisü 97 : Mal, mülk, vakar ve itibar sahibi olmak için 707 kere okunur.
Sıkıntısı olan akşam ile yatsı arasında 1000 kere okursa sıkıntısı gider. Güneş doğmadan önce 100 kere okunursa hayatta ve öldükten sonra cesedine hiçbirşey zarar vermez.


Sabûr 99 : Başladığı işi zevkle bitirebilmek, acizlikten kurtulmak, musibet ve bela zamanı dayanabilme gücünün kendisine verilmesi için 298 kere okunur. Güneş doğmadan önce 100 kere zikreden kimseye meşakkat isabet etmez ve sebatkâr olur .

seydanur 09 Kasım 2008 19:19

Esma-ül Hüsna
 
Esma-ül Hüsna





"Varlığı zâtından olup, uluhiyete mahsus-selbî ve sübutî-bütün kemâl sıfatlara sahip bulunan."

"Bütün kemâl sıfatlara sahip ve bütün noksan sıfatlardan münezzeh Vacibü'l-Vücud."

"ALLAH odur ki, O'ndan başka ilâh yoktur. En güzel isimler O'nundur." [Tâ-Hâ: 20/ 8.]

'Lafza-i celâl, Zât-i Akdes'e delalet eder; Zât-ı Akdes de, bütün sıfât-ı kemâliyeyi istilzam eder..." İşarat-ül İ'caz

ALLAH ismi, bütün ilâhî isimleri camidir, yani hepsini içine alır."Bütün isimler ALLAH'ın isimleridir," denilir, ama 'ALLAH, Rahmân'ınismidir, Rahîm'in ismidir...' denilmez.

Bütün isimleri içine alan ism-i âzamın hangi isim olduğu hakkında kesinbilgi bulunmamakla birlikte, İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğu bumübarek ismin, ism-i âzam olabileceğini söylemişlerdir. Bunun için, birkul 'ALLAH' dediği zaman bütün ilâhî isimleri ve sıfatları birden yâdetmiş olur.

"Lâ ilahe illALLAH" kelamı, esmâ-i hüsnanın adedince kelamları tazammunediyor... "Lâ Halika illALLAH," "Lâ Fâtıra, Lâ Razıka, Lâ KayyûmeillALLAH" gibi... [Mesnevi-i Nuriye.]

Rahman, Rahîm, Rezzak, Gaffar gibi 'cemâlî isimler' ruhumuzda şükür vesena mânâlarını canlandırırken, Ehad, Samed, Kayyûm, Kadîm, Baki gibi'kemâli isimler' kalbimizi hayret ve takdir hisleriyle dolduracak,Kahhâr, Cebbar, Kadîr, Muntakim gibi 'celâlî isimler' ise bizenoksanlığımızı, aczimizi, fakrımızı hatırlatarak nefsimize takvaşuurunu kazandıracaktır.

ALLAH ismi, bütün esmâ-i hüsna gibi, bütün kemâl sıfatları da camidir.

ALLAH diyen bir kul, bütün ilâhî sıfatları ve bütün esmâ-i hüsnayıbirden zikrettiğini bilerek, kendisini ilâhî isimlerin en parlaktecellisi ve ilâhî sıfatlardan haber veren bir hilkat mucizesi olarakyaratan Rabbine sonsuz hamd ve sena eder.

Lafza-i Celâl denilen bu ism-i âzamı okuyan bir mü'min, 'uludiyet'hakikatini düşünür ve ondan 'ubudiyet', yani kulluk hakikatine intikaleder. Bu ise saadetlerin en büyüğüdür.

ER-RAHMÂN / ER-RAHÎM






Rahman: "Dünya hayalında, mü'min-kâfir gözetmeksizin, mahlukatin hepsine merhametle muamele eden."

"Ezelde bütün yaratılmışlar hakkında hayır ve rahmet irade buyuran."

"Rızıkları ve her türlü iyilikleri ihsan eden."

Rahîm: "Verdiği nimetleri iyi kullananlara daha büyük ve ebedî nimetler veren."

"Ahiret hayatında sadece mü'minlere ihsan ve ikram eden."

'O ALLAH ki, O'ndan başka ilâh yoktur. Gaybı da, müşahede edileni de bilendir. Rahman, Rahîm olan O'dur."
[Haşr: 59/22.]

Her iki mübarek isim de ALLAH'ın sonsuz bir merhamet sahibi olduğunu ifade ederler.

Rahmet ve merhamet; kısaca, 'hayrı irade etmek ve sonsuz ihsan ve ikramda bulunmak' mânâsına gelir.

Merhamet için yapılan şu tarif çok güzeldir:

"Merhamet; acıları, afetleri, sıkıntıları gidererek yerlerine hayrı, sürür ve saadeti ikame etme duygusudur."





Rahman ismi,'insan-hayvan, mü'min-kâfir farkı gözetmeksizin her canlının her türlürızkını veren ve onları koruyup gözeten" mânâsına gelir.

Rahîm ise, "iradesini doğru kullanan kullarına iman, ibadet, hidayetsaadetini kazandıran ve onlara ebedî Cennetler hazırlayan" demektir.

Rahman ismi, ilk yaratılışa bakar. Nitekim, Cenâb-ı Hak, yarattığı hervarlığı, onların iradeleri dışında nice ihsanlara mazhar kılar.

Rahîm ismi ise, daha çok, ikinci yaratılışa bakar ve iradelerini hayra,doğruya, güzele yönlendiren bahtiyar kullar için, ikinci yaratılışta,sonsuz lütuflar, nimetler, ikramlar verileceği müjdesini taşır.

Demek oluyor ki, Rahmâniyetin tecellisinde 'cebir', yani mahlukun iradesi dışında bir ikram ve ihsanda bulunma sözkonusudur.

Rahîmiyetin tecellisinde ise insanın cüz'î iradesini doğru kullanması şartı vardır.

Rahman hem isimdir hem de sıfat, Rahîm ise sadece sıfattır. Bundandolayı, Rahman ismi başkalarına nîsbet edilmez., ama Rahîm ismi nisbetedilebilir.

Diğer taraftan, 'ALLAH, dünyanın Rahmanı, ahiretin Rahîmidir'buyrularak, Rahman sıfatının ezel ile, Rahîm sıfatının ise ebediyetleilgili olduğuna dikkat çekilir.

Kur'ân-ı Kerîm'de Rahîm ismi, daha çok Gafur ismiyle birliktekullanılmış, böylece en büyük rahmetin mağfiret olduğuna dikkatçekilmiştir. Şu halde mağfiret, Rahîm isminin en güzel birtecellisiçdir.

Rahman ismi dünyada nail olduğumuz nice nimetlere, Rahîm ismi iseahirette kavuşmaya namzet olduğumuz ebedî saadetlere nazarımızıçevirir.

"Güçsüzlere merhamet edene, Rahman olan ALLAH da merhamet eder." [Hadis-i Şerif.]

Nur Külliyatında, şefkatin 'Rahîm ismine isal’ ettiği beyan edilerek şu noktaya önemle dikkat çekilir:

"Şefkat-i insaniye, merhamet-i Rabbaniyenin bir cilvesi olduğundan;elbette rahmetin derecesinden aşmamak ve Rahmeten-lil-âlemîn Zât'ın(a.s.m.)'mertebe-i şefkatinden taşmamak gerektir." [KastamonuLahikası.]

Rahman ve Rahîm olan ALLAH'ın, kâinatı ve içindeki eşyayı hizmetinevermekle merhametine mazhar kıldığı bir kulunu, küfür ve isyanısebebiyle Cehennemine atmasına acımak ruh ve kalbin hastalığından ilerigelir. Zira, sıhhatli bir kalb ve müstakim bir akıl çok iyi bilir ki:

"ALLAH'ın rahmetinden fazla rahmet edilmez. ALLAH'ın gadabından fazla gadab edilmez." [Sözler.]

Biz Cehennem azabına uğramayı hak etmiş insanlara yersiz şefkatgöstereceğimize, onları bu noktaya gelmeden önce yakalamanın vekendilerine yardımcı olmanın yollarını aramak durumundayız.

İnsan, fakirleri doyurmak ve güçsüzlere yardım etmekle Rahman isminden;yanlış yolda gidenlere acıyıp şefkat etmek ve onları iman ve hidayetyoluna davet etmekle de Rahîm isminden feyiz alır

EL-MELİK


]

"Bütün varlıkların sahibi, tek hükümdarı."

"Bütün âlemlerin mutlak ve tek sultanı."

“De ki: İnsanların Rabbine sığınırım; insanların melikine, insanların (gerçek) ilâhına..." [Nâs: 114/1-3.]

Nur Külliyatında bir terkip geçer: Saltanat-ı Rububiyet. Bu ifade bize,bütün âlemlerde her ne varsa hepsinin ilâhî terbiyeden geçtiğini dersverir. İşte bu terbiye, bir 'rububiyet saltanatı' dır.

ALLAH'ın, bütün mahluklar üzerindeki bir diğer saltanatı da 'hâlikiyetsaltanatı' dır. Zira, her şeyin zâtı ve sıfatları, O'nun yaratmasıylavücut bulmuşlardır. O ise zâtı ve sıfatlarıyla hiçbir şeye muhtaçolmayan yegâne Melik'tir. Bu saltanata ortak olacak bir başka melikdüşünülemez.

ALLAH'ın, bütün rızıklananlar üzerinde de bir 'rezzâkîyet saltanatı' vardır.

Keza, bütün hayat sahipleri O'nun ihyasıyla hayat bulur ve bütün vefatedenler O'nun öldürmesiyle bu dünyadan ayrılırlar; bu ise bir 'ihya veimâte saltanatı' dır.

Mâlikiyet, hâkimiyet, kudret, izzet, azamet ve kibriya da ayrı birersaltanattırlar. Bunların her birinin hükmü altında nice mülkler, niceaciz, zelil ve hakir mahluklar vardır.

İnsan o mutlak Melik'e kulluk etmekle, arzın halifesi olma şerefine erer.

İnsan ruhu, bedendeki bütün organlara ve duygulara hükmetmekle Melikismine bir aynadır; ayakları dilediği yöne doğru yürütür, ellereistediği şeyi tutturur. Bu kısa dünya hayatında insanoğlu böylece birimtihan geçirir.

Kul olduğunu idrak ederek o Melik-i Mutlak'ın rızası istikametindeçalışanlar, Cennette nice hizmetçilere efendilik edeceklerdir.
Nefsine köle olmayı hürriyet sayanlar ise, kısa süren bir saltanatımüteakip ölümü tadacaklar ve O mutlak Melik'in huzurunda hesapverdikten sonra, ebedî olarak Cehennemde kalacaklardır.

Melik ismi, her şeyi ALLAH'ın hükmü ve tasarrufu altında bilmemizi dersverir. Bu kâinat ülkesinin yegâne melikinin ALLAH olduğunu ihtar ileO'nun o haşmetli saltanatına isyan etmekten nefsimizi men eder.

seydanur 09 Kasım 2008 19:22

Cvp: Esma-ül Hüsna
 
Esma-ül Hüsna


EL-KUDDÛS

"Zâtında, sıfatında, fiillerinde, isimlerinde, hükümlerinde her türlü lekeden, eksiklikten çok uzak, pek temiz."

"Her şaibeden münezzeh, çok temiz ve pak olan."

"Göklerdekiler ve yerdekiler, Melîk, Kuddûs, Azîz ve Hakîm olan ALLAH'ı tesbih ederler." [Cum'a: 62/1.]

ALLAH, maddeden, değişmekten, tesir altında kalmaktan, acizlikten,yardımcıya muhtaç olmaktan, bilmemekten, gücü yetmemekten, dilediğiniicra edememekten ve her türlü ayıptan çok yüksek, çok uzak olduğu gibi,kendisi hakkında beşer aklının ve hayalinin mahsulü olarak ortayaatılan her türlü sıfattarı, benzetmeden de münezzehtir.

Kuddûs isminin, selbî sıfatlarından 'muhalefet-ün lil havadis' sı;fatına dayandığı ifade edilmiştir.

Kuddûs isminin kâinattaki tecellîsi, sema yüzünden deniz yüzüne,çiçeklerden ormanlara kadar her şeyde mükemmel bir temizliğin hükümsürmesidir.

Nur Külliyatından bir hakikat dersi:

"İsm-i Kuddüs'ün cilve-i âzamından gelen tanzif ve nezafet, bütünkâinatın mevcudatını temizliyor, güzelleşti riyor. Beşerin bulaşık elikarışmamak şartıyla, hiçbir şeyde hakikî nezafetsizlik ve çirkinlikgörünmüyor." [Lem'alar.]

Bu isme karşı kulun vazifesi takdis ve teşbihtir. Takdis, 'ALLAH'ıkemâl sıfatlarla tavsif etmek'; teşbih ise 'noksan sıfatlardan tenzihetmek'tir. Meselâ 'ALLAH her şeye kadirdir' demek takdis; 'ALLAHacizlikten münezzehtir' demek tesbihtir.

Kuddûs ismi, ALLAH'ın bütün noksanlıklardan münezzeh ve mukaddesolduğunu ders vermekle, bizi temiz bir kul olmaya davet ederken, Kuddûsolan ALLAH'ın huzuruna selim bir kalb ve temiz bir bedenle çıkılması gerektiğini de ihtar eder.

"Kötü hasletler, bâtıl itikadlar, günahlar, bid'alar; manevî kirlerden olduklarını unutmamalıyız." [Lem'alar.]

Bir mü'min, şüphe ve tereddütlerden, bâtıl telakkilerden vehurafelerden ayıklanmış tertemiz bir itikada; gösterişten, riyadan vemenfaatten uzak ihlâslı bir ibadete ve her türlü kötü ahlâktan uzak birruha sahip olmak için gayret gösterdiği ölçüde bu mukaddes isimdenfeyiz alır. Bir günah işlediğinde derhal tövbe ederek o lekeyi ruhundansilmeye çalışır.

Kuddûs ismine mazhar olmanın bir yolu da, maddî temizliğe dikkat etmektir.

Buna göre, bir insan maddî temizliğe dikkat ettikçe kâinattaki paklığave temizliğe ayak uydurmuş olur, manevî temizliğine hassasiyetgösterdiği ölçüde de meleklere yaklaşır.

Nur Külliyatından harika bir tespit ile bu bahsi tamamlamak istiyorum:

"O dehşetli Cehennem fabrikası, sair vazifeleri içinde, âlem-i vücud kâinatını âlem-i adem pisliklerinden temizlettiriyor."
[Şualar.]

Buna göre, Kuddûs isminin azamî bir tecellisi de Cehennemde tahakkuk edecektir.

Mizanda günahları ağır basan mü'minler, bu günahlardan temizlenmeküzere Cehenneme gidecekler ve gerekli azabı tattıktan sonra tertemizolarak Cennete varacaklardır.

Küfür üzere ölenlere gelince, Kuddûs ismi onlarda da bir başka şekildetecelli edecek ve onları imansızlık kirlerinden temizleyecektir. Artıkhepsi Cehenneme ve meleklere inanacaklar ve bu dehşetli azaptankurtulmak için ALLAH'tan medet dileyeceklerlerdir. Ama bu geç kalmıştasdik, onları Cehennemden kurtarmaya yetmeyecektir.



ES-SELÂM

"Zâtı kusurdan, sıfatları noksanlıktan ve fiilleri serden salim olan." [İmam Gazâlî.]

"Mahlukatını her türlü tehlikelerden selâmete erdiren."

"Cennetteki kullarına selâm eden."

“O ALLAH ki, O'ndan başka ilâh yoktur. Melik'tir; Kuddûs'tur; Selâm'dır. [Haşr: 59/23.]

ALLAH, Vacib-ül Vücud'dur, yani varlığı kendindendir ve yok olmaktan salimdir.

Kudreti sonsuzdur ve aciz kalmaktan salimdir. Bir başka kudretin, omutlak kudreti sınırlaması, icraatından men etmesi muhaldir.

Keza, ALLAH'ınbütün sıfatları değişikliğe uğramaktan da salimdirler. Yani, onlar içinbir noksanlaşma, bir farklılaşma, kaybolma, yok olma düşünülemez.

Ve ALLAH'ın bütün fiilleri mahlukatını selâmete erdirecek şekildecereyan eder. Bu fiiller, zulümden, aşırılıktan, hikmetsizliktenkısacası bütün noksanlıklardan ve yanlışlıklardan salimdirler. O ilâhîfiiller, kâinatın ilk tohumunu şu hazır hale salimen ulaştırdığı gibi,bütün nutfeleri, çekirdekleri ve yumurtaları da ilim ve hikmetiyleterbiye ederek kemâl noktalarına kavuşturur.

Canlı cansız her şeyi, yokluktan varlığa salimen çıkaran ALLAH,kendisine iman ederek istikamet üzere ömür süren kullarını da kabir vemahşer safhalarından salimen geçirerek 'Dârü's-Selâm' olan Cennetineulaştıracak ve orada bu bahtiyar kullarına 'Selâm' diye hitap etmekle,bütün dert ve çilelerden, hastalık ve musibetlerden salim bir hayatsüreceklerini müjdeleyecektir.

Bu müjdeye mahzar olmak isteyen bir kul, kalbini her türlü şüphelerden,aklını sapık fikirlerden, dilini yanlış sözlerden, midesini haramlokmadan, kısacası hem ruhunu, hem de bedenini sonu azap olacakşeylerden uzak tutmaya çalışacaktır. Zaten, Müslüman denilince,'ALLAH'a tam teslim olmakla bu selâmete erişmiş bahtiyar kul'

anlaşılır.

Selâm ismi, bizi Dârü's-Selâm'a çağırır ve o âleme uygun bir hayat geçirmemizi ihtar eder.



EL-MÜ'MİN

"Kendisine sığınanları emin kılan."

"Emniyet verici."

"Kullarını iman şerefiyle şereflendiren."

"Peygamberlerini doğrulayıp tasdik eden."

“O, ...Selâm'dır, Mü'min'dir, Müheymin'dir. [Haşr: 59/23.]

Bu ismin verdiği emniyet ile, insan kendi bedenindeki sayısız denecekkadar çok faaliyetin nizam ve intizamla yürüdüğünden emin olarak, başkaişlerle uğraşır. Ve yine, insanlar bu isme istinat ile, zemininkaymayacağından ve yıldızların düşmeyeceğinden emin olarak işlerini tambir emniyet içinde yürütürler.

İman şerefine erişen bir kul, "Her şeyin dizgini O'nun elinde; herşeyin hazinesi O'nun yanındadır" diyerek, ALLAH'a teslim olur vetevekkül eder. Kendisini, dünya musibetlerinden kabir azabına, mahşerindehşetinden Cehennem ateşine kadar her türlü tehlike ve zarardan ancakALLAH'ın emin kılabileceğine iman ederek, O'nun rızası üzere çalışır vehuzur bulur.

Bu ism-i şerifin, Selâm isminden sonra gelmesi de bu noktada ayrı bir önem taşır.

Nur Külliyatında bu yakın ilgi şöyle dile getirilir:

"İmana gel kî elemden emin olasın. Kadere teslim ol ki selâmette kalasın." [Mesnevî-i Nuriye.]

İmana gelen insan, hayır olsun şer olsun her şeyi ALLAH'ın yarattığınıbilir. ALLAH'ı hakiki mâlik bildiğinden mülk alemindeki hiçbirvarlıktan korkmaz.

Hastalıklara karşı Şâfi' ismine sığınır. Sebeplere teşebbüs niyetiyle,ilaçlarını kullansa da şifayı ALLAH'tan bekler ve neticeden emin olarakrahat eder. Bu netice en kötü ihtimalle ölümdür. Ölüm ise ALLAH'ınMümît isminin tecillisiyledir. ALLAH, Muhyî ismini tecelli ettirmeklehayat verdiği kulunu, ölüm hadisesiyle kabre gönderir. Ve kabir, imanehli için dünyadan daha güzeldir.

Kâinatın teşekkülünden kıyametin kopmasına, güneşin doğup batmasından,canlıların dünyaya gelip göçmelerine kadar bütün hadiseleri, ilâhîisimlerin tecellisi olarak seyreden bir mü'min, her türlü elemden eminolarak, dünyada Cennet hayatı yaşar.

Bu ismin tecellisiyle emniyet içinde yaşamak, sadece mü'min kullaramahsus değildir. Yuvasından çıkıp uçan bir kuş, rızık hususunda hiç birendişe taşımaz. Nereye gidip neler yapacağını önceden planlamaksızın,bir ilâhî ilham ile ve tam bir emniyet içinde rızkını arar ve bulur. Buhakikat bütün hayvanlar âlemi için de geçerlidir.

seydanur 09 Kasım 2008 19:24

Cvp: Esma-ül Hüsna
 
[B][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3][COLOR=black]


EL-MÜHEYMİN


"Gözetici ve koruyucu."

"Her şeyi murakabe ve muhafaza eden."

"İbadetlerin sevabını eksiksiz veren"

“O, ...Selâm'dır, Mü'min'dir, Müheymîn'dir.†[Haşr: 59/23.]

Buisim, insan ruhuna büyük bir huzur ve sürür bahşeder. Kendisinikoruyupgözeten, yaptığı her ameli, her ibadeti, her iyiliği muhafazaedenALLAH'ın, murakabesi ve koruması altında bulunmak, kalb için büyükbirinşirah kaynağıdır.

Bu ismi hatırlamanın en büyük faydası,kulu dikkate sevk etmesi, zerrekadar da olsa yaptığı amelin korunduğunubilerek güzel işleriniartırmaya meyletmesi, aynı şekilde kötü işlerdende uzak kalmahususunda hassasiyet göstermesidir

EL – AZİZ

"En üstün ve şânı en yüce olan."

"Mağlûp edilmesi mümkün olmayan yegâne galip."

"ALLAH'ı, sakın elçilerine verdiği sözden dönen sanma, Gerçekten ALLAH Azîz'dir, intikam sahibidir."
[İbrahim: 14/47.]

Aziz, izzet sahibi demektir. izzetin zıddı ise zillettir. Meselâ,acizlik bir zillettir, sonsuz kudret ise izzet makamıdır. Fakirlik debir zillettir, mutlak Ganî olmak, bir izzet makamıdır. Mahkûm olmak dabir zillettir. Her şeye hâkim olmak ise izzet makamıdır.

“Hâkimiyet bir makam-ı izzettir; rakib kabul etmek, o hâkimiyetin izzetini kırar." [Şualar.]

Hâkimiyet gibi, rububiyet, mâlikiyet, rezzâkiyet... de birer izzet akamıdırlar.

Misal olarak 'rububiyetâ€╠üzerinde kasaca duralım:

Bütün âlemler ALLAH'ın rububiyeti karşısında zilletle boyun eğmiş,O'nun dilediği şekilde terbiye görmüşlerdir. Koca güneşi, yeryüzündekicanlılara hizmet ettiren, ALLAH'ın izzetidir. Güneş bu hizmetiyle,zelil ve mahkûm bir mahluk olduğunu âdeta haykırmaktadır.

Şu münâcat cümlesi izzet mefhumunu anlamamıza ışık tutuyor:

"Hem sen Azîz'sin, izzet ve azamet sahibisin! Biz zilletimizebakıyoruz, üstümüzde bir izzet cilveleri var. Demek senin izzetininâyinesiyiz." [Mektûbat.]

ALLAH, dünyaya halife kıldığı insana, diğer hayvanlar üzerinde birizzet bahşetmiş ve Yasin sûresinde de buyurduğu gibi, 'hayvanlarıinsanlar için zelilâ€╠kılmıştır. Nitekim, bir çocuk yüzlerce hayvanıönüne katıp götürebilir. İşte o çocuğun bu saltanatında bir izzetcilvesi vardır. Ama, bu izzet onun şahsî hüneri yahut bilgisinin eserideğil, ancak ilâhî bir ihsan, bir mevhibedir.

Hayvanlara da bitkiler âlemine karşı bir izzet verilmiştir. Keza,bitkilerin de hayat şerefinden tamamen mahrum olan cansız varlıklaranisbetle bir izzetleri sözkonusudur.

İzzetinin ilâhî bir ihsan olduğunu unutarak ALLAH'ın emirlerine boyuneğmeyen insan, takındığı bu mevhum izzetin cezasını çok ağır ödeyecekve nice hükümdarları, cebbarları zelil eden Cehennem azabıyla, zilletibütün acılığıyla tadacaktır.

Bu mübarek isimden alacağımız en büyük ders; zilletimizin şuurundaolmamız, bize diğer varlıklar üstünde bir izzet bahşeden Rabbimizesonsuz hamd ve şükür etmemiz ve ahirette zelil olmamak için de, günahve isyandan şiddetle sakınmamızdir.
[FONT=Comic Sans MS][B][COLOR=#7030a0][SIZE=3]
EL-CEBBÂR

"Mahlukatı, iradesine uymaya mecbur eden."

"Dilediğini zorla yaptırmaya muktedir olan."

“Yaratıkların noksanlarını düzelten, işlerini ıslah eden."

"O, ...Azîz'dir, Cebbâr'dır, Mütekebbir'dir." [Haşr: 59/23.]

Cebir, 'seçme hakkından mahrum bırakma' demektir ve iradenin zıddıdır.

Bu kâinat ve içindeki mahlukat, yokluktan varlığa kendi iradele;riyle değil, bir cebir ile sevk edilmişlerdir.

Güneşin güneş olması gibi Ay'ın ay, dağın dağ, denizin deniz olmaları da icbar yoluyla, yani bir zorlama ile gerçekleşmiştir.

Şu var ki, Alîm ve Hakim olan ALLAH'ın icbarı da ilim ve hikmet iledir.

Rahîm ve Kerîm olan ALLAH'ın cebir ile yaptığı her tasarrufun altında rahmet ve kerem saklıdır.

Cebir kelimesinin, hem 'kırıkları onarmak', hem de 'zorla işyaptırmak,' mânâsına gelmesi enteresandır. Demek oluyor ki, ALLAH'ıncebri, ya bîr hekimin hastasına uyguladığı bir cebir yahut âdil birhükümdarın zalimleri zorla hapse sokmasındaki cebri gibidir.

Semada yıldızlar kendi iradeleriyle değil ALLAH'ın cebri ile şu mevcutnizamı almışlardır. Kâinatın küçük bir misali olan insanın da, bütünorganların şekilleri, vazifeleri, bedendeki yerleri, yine cebir iletayin ve tespit edilmiştir. Ama ilâhî hikmet, bu dünya imtihanındainsana bir irade bahşetmiş ve ihtiyarî fiillerde onu serbestbırakmıştır. Fakat, emrine isyan edenleri cebri ile Cehenneminesokacağını da önceden haber vermiştir.

Cennet ve Cehennemin yolları cebir ile tayin edilmiştir. Yani neyinhelâl neyin haram olduğunu ALLAH bizzat tayin ve tespit etmiştir. Ama,doğru ve yanlıştan, Cennet ve Cehennemden dilediğini seçmekte insanıserbest bırakmıştır.

Aklı başında olan her insan, bu kâinatta cebren icra edilen ilâhîfiillerin ne kadar rahmet ve hikmet taşıdığını ibretle seyretmeli venefsin arzularına kapılmadan kendini o Cebbâr'a teslim ederek emridairesinde bîr ömür sürmelidir.


EL-MÜTEKEBBİR

"Büyüklüğünü her şeyde ve her hadisede gösteren.â€

"Kibriya ve azamet kendisine mahsus olan."

"Her şey, nezdinde hakir bulunan." [Gazâlî.]

"O ...Azîz'dir, Cebbâr'dır, Mütekebbir'dir." [Haşr: 59/23.]

Büyüklüğünü göstermekle, 'büyüklenmek' farklı şeylerdir. Sonsuzderecede aciz ve fakir olan insanoğlunun, büyüklenmeye kalkışması, onunhakkında kötü bir sıfat olur.

ALLAH, insanların anladığı mânâda büyüklenmekten münezzehtir. Zira,Kebîr, Azîm ve Aliyy ancak O'dur. Bütün varlıklarda görülen büyüklüklerO'nun büyütmesiyle, yücelikler O'nun yüceltmesiyledir. O haldeMütekebbir ismini, ALLAH'ın büyüklüğünü ilan etmesi şeklinde anlamalıve O'nun büyüklüğü karşısında herkesin ve her şeyin zelil, hakir, fakirve muhtaç olduğunu biimeliyiz.

Ahirette, bu hakikat bütün berraklığıyla görülecektir. Ama, önemli olan, bu gerçeği şu dünyada yakalamaktır.

Mütekebbir isminin bir tezahürünü Kur'ân-ı Kerîm şöyle haber veriyor.

"O gün onlar (kabirlerinden)fırlayıp çıkarlar. ALLAH'a karşı hiçbir şeyleri gizli değildir. (Buyrulur ki 'Bu gün mülk kimindir?' (Şöyle cevap verilir "Tek ve Kahhâr olan ALLAH'ındır." [Mü'min: 40/16.]

Demek oluyor ki, bu mübarek isim, bize aciz, nakıs, zayıf, fani vehakir olduğumuzu ders vermekte ve büyüklüğünü ilan etmenin ancakALLAH'a mahsus olduğunu ihtar ile nefsimizi haddi aşmaktan menetmektedir.

ALLAH Resûlü (a.s.m.) bir hadis-i şeriflerinde beş şeye hayret ettiğini bildirir. Bunlardan birisini de şöyle ifade buyurur:

"Evvelinin bir cîfe, âhirinin bir lâşe olduğunu bildiği halde büyüklenen insana şaşarım."

Fatiha sûresinde, "bütün hamd ve senanın, âlemleri terbiye eden, Rahmanve Râhîm olan ALLAH'a ait olduğu" beyan edildikten sonra, ALLAH'ın 'dingününün de sahibi olduğu' nazara verilir. Bu âyetlerle ALLAH,büyüklüğünü ilan etmiş ve insanlar, aciz ve fakir bir kul olduklarınınidraki içinde, "Biz ancak sana ibadet eder ve yalnız senden yardımdileriz" diye ALLAH'a iltica etmişler, O'na sığınmışlar, O'nagüvenmişlerdir.

Namazın her rüknünde tekbir getiren ve bu tekbirin mânâsını tasdiketmek üzere el bağlayan, bel büken, yüzünü yerlere süren insan,Mütekebbir olmanın ancak ALLAH'a has olduğunu bütün duygularına böylecesindirmekte ve kulluk şerefinden hissesini böylece almaktadır.

Kula yaraşan ve yakışan, büyüklenmek değil kulluk etmektir.

Kulun bu isimden feyiz alması, bu varlık âleminde, ALLAH'ın büyüklüğünügösteren sonsuz şahitleri güzelce dinlemesine ve seyretmesine bağlıdır.
İnsan, ALLAH'ın büyüklüğünü başkalarına ilan etmekle de bu isimden ayrı bir feyze nail olur.

seydanur 09 Kasım 2008 19:26

Cvp: Esma-ül Hüsna
 
Esma-ül Hüsna

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

EL-HÂLIK / EL-BÂRİ'


Hâlık: "Eşyayı bir takdir ve ölçü ile yaratan; yoktan var eden."

Bari': "Eşyayı muhtelif şekiller ve suretlerle birbirinden mümtaz surette yaratan."

"Her varlığı, bir misali olmaksızın var eden."

'O ALLAH ki, Hâlık'tır, Bâri'dir, Musavvir'dir. En güzel isimler O'nundur.” [Haşr: 59/24.]

Bütün varlık âlemi bu iki ismin tecellileriyle doludur. Bir vişneçekirdeğinde vişne ağacının, kiraz çekirdeğinde de kiraz ağacınınplanını yerleştirmek bir takdir işidir, bir ilim eseridir ve oçekirdeklerin böylece yaratılmış olmaları Hâlık ismini gösterir.

Bu çekirdekler, ağaç haline geldiklerinde ve meyve verdiklerindebirbirlerinden daha net biçimde ayrılırlar. İşte bu ayrılık, bufarklılaşma, bu imtiyaz Bari' ismini ilan eder.
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Aynı türün fertleri arasında da bir imtiyaz sözkonusudur.

Bu hakikat insanlık âleminde bütün berraklığıyla okunur:

Nutfelerde insanın bütün organlarının şekilleri, yerleri büyüklüklerive sayıları genetik program halinde yazılıdır. Bununla birlikte, ALLAH,her insana da diğerinden bir farklılık, bir başkalık lütfetmiştir. Bubaşkalıkla, insanlar birbirlerinden temyiz edilir, ayrılırlar.

O halde, bir insan, yaratılışı ile Hâlık ismini, diğer insanlardan farklı olmasıyla da Bari' ismini gösterir.

İmam Gazâlî Hazretleri, meseleye biraz farklı yaklaşır ve bu iki isim arasındaki farkı şöyle nazara verir:

"ALLAH, eşyayı takdir etmesi ve bu takdire uygun olarak yaratmasıitibariyle Hâlık'tır. Onları yokluktan varlığa çıkarması itibariyle deBârî dir."

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
EL-MUSAVVİR

"Tasvir eden; her şeye bir suret ve şekil veren."

"Her şekli diğerinden farklı kılan."

"Mahrukatını istediği sıfat ve seçtiği surette yaratan."

“O ALLAH ki, Haliktır, Bâri'dir, Musavvir'dir. En güzel isimler O'nundur”. [Haşr: 59/24.]

Varlık âlemini seyrettiğimizde ilk önce suretler âlemi gözümüze çarpar. Bütün bu suretler, mahiyetlere göre şekil almışlardır.

Nur Külliyatında geçen, 'sima-yı istidadiye-i hususiye' ve 'simayıvechiye-i şahsiye' ifadelerinden anlaşıldığı üzere, suretler maddî vemanevî olmak üzere ikiye ayrılırlar. Her ruhun taşıdığı sıfatlar,kabiliyetler, istidatlar ile kendisini başkalarından farklı kılan birmanevî siması vardır. Tıpkı, her yüzün başka yüzlerden ayrı bir şeklesahip olması gibi.

Manevî simaları tahayyül ve tefekkür etmemiz oldukça zor olduğundan,Musavvir ismini düşünürken daha çok maddî suretleri hatırlar, onlardakigüzellikleri ve hikmetleri düşünürüz.

Mahlukat henüz yaratılmamışken, her şeyin mahiyeti ALLAH'ın ilmindeydi.Bu mahiyetlerin her birinin de kendine has bir 'manevî siması' vardı.Bunlar dünya sahnesine çıkarıldıklarında her birisine ona mahsus birmaddî suret takıldı. Görünmez suretler, görünür hale geldiler.

"Ete kemiğe büründüm.

Yunus diye göründüm,"

beytinde, bu mânâ enfes bir şekilde dile getirilmiştir.

Bütün varlık âlemi için geçerli olan bu hakikati, kâinatın bir küçük misali olan insanda, daha net olarak okuyabiliyoruz.

İnsanın bir mahiyeti olduğu gibi, her bir organının da yine ayrı birmahiyeti vardır. İlâhî ilim ve hikmet ile her organın iş görebilmesiiçin nasıl bir surete sahip olması gerekiyorsa, ilâhî kudret o organıona göre yaratmış, tasvir etmiştir.

Şimdi bütün canlılar âlemine kısaca bir göz atalım:

'İnsan, deve, keçi, kurt, güvercin, serçe, balık' ruhlarının,birbirlerinden çok farklı olduğunu rahatlıkla anlayabiliyoruz. Bu kadarfarklı ruh çeşidi yaratmak ALLAH'a mahsustur. Yine, bedenimizinruhumuza en uygun şekilde yaratıldığını çok iyi bildiğimizden, herhayvanın ruhunun da kendi bedeninde rahat ettiğini anlayabiliyoruz. Vebir milyonu aşkın hayvan türünün her birine, kendi ruhlarına en uygunbir beden inşa edilmesinde, Musavvir isminin azametini hisseder gibioluyoruz.

Suret verme hakikati sadece canlılar âlemine has değildir. Ama, buhakikat canlılarda daha berrak bir şekilde kendini göstermekte,okutturmaktadır.

Bütün sıfatları sonsuz olan ALLAH, bu sıfatların ve isimlerintecellilerinde de sonsuzluk sırrını göstermiştir. Musavvir isminin detecellileri sonsuza doğru uzanır ve bu suretlerden hiçbiri diğerinebenzemez.

Bu âlemde birbiriyle yüzde yüz uyum gösteren iki şekil bulamazsınız.Hiçbir yıldız diğerinin aynı değildir. Bulutlar her gün, her şehirdeayrı şekillerde boy gösterirler.

Birbiriyle aynı iki dağ göremezsiniz.

Deniz kıyısına varınız, şekilleri birbiriyle aynı olan iki çakıl taşına rastlayamazsınız.

Bu hakikatin en açık delili, insan siması ve parmak izleridir. İnsanlıkâleminde, geçmiş ve gelecek zamanı da dikkate alsanız, aynı simayasahip iki fert göremezsiniz.

Musavvir ismi tefekkür edilirken, bu başkalıkların aynı zamanda büyükbir rahmet olduğu da düşünülmeli. Meselâ, bütün insanlar aynı simayasahip olsalardı, toplum hayatı bir keşmekeş içine girerdi.

İnsan, Musavvir ismini düşünürken, suretler âlemini ve bu âleminmahiyetler alemiyle olan harika ilgisini hayretle tefekkür etmeli,ayrıca kendisine ihsan edilen insan suretinin de şükrünü edayaçalışmalıdır.
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

EL-ĞAFFAR

"Mağfireti, bağışlaması pek çok olan."

'Kullarının günahlarını affetmekle örten." [Taberî.]

"Tekrar tekrar affeden." [Gazâlî.]

"Rabbinizden mağfiret isteyin; çünkü gerçekten O, çok bağışlayandır. [Nuh: 71/10.]

Günahlarına aldırış etmeksizin, Cennete gireceğinden emin bir haldeyaşamak, büyük bir gaflet olduğu gibi, isyanlarına bakarak 'ben artıkmağfiret olunmam’ demek de büyük bir hatadır.

Birinci hal ALLAH'ın gazabından emin olmak, ikincisi ise rahmetinden ümit kesmekle yeise düşmektir.

İşte Gaffar ismi, insanı yeisten kurtaran en büyük bir ümit kaynağıdır.

İmam Gazâlî Hazretleri, Gaffar isminin 'kötüyü, çirkini örten' mânâsınageldiğini zikrettikten sonra, önemli bir noktaya dikkatimizi çeker:

"ALLAH, insanın yüzünü, gözünü, elini açığa çıkardığı halde, midesini,bağırsaklarını ve sair görünmesi hoş olmayan organla;rını içerideyaratmıştır. Onları böylece örten ALLAH, kulunun günahlarını da örter"

Yine o büyük İmam, Gaffar ismine, 'tekrar tekrar affeden' mânâsı vermiştir.

Bu mânâyı düşünürken, Hazreti Mevlâna'nın, bazı haddini bilmezlerce tenkit konusu yapılan bir mısraı hatırıma geldi:

"Bin defa tövbe şişesini kırmış olsan yine gel!"

'Tövbe şişesini kırmak,' günahkâr Müslümanlar için sözkonusudur. Busöz, o büyük insanın Gaffar isminin inceliklerini çok iyi kavradığınınişareti iken, maalesef çok yanlış şekilde ele alındı ve o muhterem zâtacahilce hücum edildi.

Tövbesini defalarca bozan bir kul, pişman olarak ALLAH'ın dergahınasığınsa ve affını dilese, Gaffar ismi gereği, ALLAH bu "kulu affeder.

ALLAH'ın affettiğini kulların etmemesi, işin içine nefsin, hissin ve dar görüşlülüğün girdiğini gösterir.

Kendisine yapılan bir kötülüğü yıllarca unutamayıp, mü'min kardeşiniaffetmeye yanaşmayan bir insanın, Hazreti Mevlâna'nın bu sözünükavraması oldukça zordur.

Gaffar isminden nasiplenmenin birinci şartı, pişmanlık duymak, tövbe ve istiğfar ile mağfiret kapısını çalmaktır.

Bir diğer şartı da, başkalarını affetmek, kusurlarını örtmektir. Affedenin, mağfiret olunması kuvvetle umulur.
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

EL-KAHHÂR

"Kudretinin karşısında her şeyi aciz bırakan."

“Her şeyi hükmüne itaat ettirebilen bir galibiyet ve hâkimiyet sahibi."

"Düşmanlarını kahrederek zelil ve perişan hale getiren."

“Yerin başka bir yere, göklerin de (başka göklere) dönüştürüldüğü gün,onlar tek olan, Kahhar olan ALLAH'ın huzuruna çıkarılacaklardır."[İbrahim: 14/48.]

İlâhî ahlâkla ahlâklanmanın bir gereği de, ALLAH'ın kahrına hedefolanları kahretmektir. Bu noktada hatırımıza hemen şeytan gelir. İnsanşeytanı kahrettiği nisbette ALLAH'ın lütfuna mazhar olur. Şeytanı ençok kahreden şeyler ise, "iman, salih amel ve güzel ahlâktır."

Kalbini, ruhunu ve bütün iç dünyasını böylece güzelleştiren insan,şeytanı kahretme yolundadır ve ilâhî rahmete mazhar olmaya adaydemektir.

Nefsiyle, bir ömür boyu yılmadan usanmadan cihad etmek, onun emrine başeğmemek, küfürden, şirkten, haramdan uzak kalmak, şüphelileri de eldengeldiğince terke çalışmak, ALLAH'ın lütfuna ermenin ve kahrından uzakkalmanın en büyük sebepleridir.

Nur Külliyatında, şöyle buyurulur:

"Herkes; kendi âleminde bir kumandan olduğundan, âlem-i asgarındacihad-ı ekber ile mükelleftir ve ahlâk-ı Ahmediye ile tahalluk vesünnet-i nebeviyyeyi ihya ile muvazzaftır"

Kahhar isminin tecellisi, bütün azametiyle Cehennemde kendinigösterecek ve böylece kâfir ve müşrikler, kahır ve perişanolacaklardır.

ALLAH'ın kahrına uğramanın önemli bir sebebi de, ALLAH'ın kullarına vediğer canlı mahlukatına haksızlık ve zulmetmektir. Böyle yapan bîrinsan, kendisinde kahrın tecellisini istemiş olur.

Kahhar ismi, insanı isyan ve günahtan men ederek Cehennem azabındanuzaklaştırır; hakkını çiğneyen ve kendilerine bir şey yapamadığızalimler için de, bir azap müjdesi vererek mazlumu rahatlatır.

seydanur 09 Kasım 2008 19:30

Cvp: Esma-ül Hüsna
 
Esma-ül Hüsna
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
El -Vehhab
"Kullarına karşılıksız ihsan eden."

"İhsanları ve bağışları bol ve devamlı olan."

"İstihkakı olmayan kuluna da ihsan eden."

“Yoksa, Azîz, Vehhab olan Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır?” [Sâd: 38/9.]

İşçilere verilen ikramiye, 'hibe' değildir. Daha verimli çalışmalarıiçin bir nevî teşviktir, yani karşılığı beklenen bir yardımdır.

ALLAH'ın bütün ihsan ve yardımları hep 'hibe' yoluyladır. Bunların hiçbiri çalışmakla elde edilecek gibi değildir.

Meselâ, yok olan bir şeyin varlık sahasına çıkarılması Vehhâb isminintecellisiyledir. O şey, yokluk âleminde çalışarak var olmaya hakkazanmış değildir.

Keza, hayvanlar da bitki âleminde güzel işler başararak hayvanlık mertebesine terakki etmiş değillerdir.

İnsanların insan olmaları da en büyük bir ihsandır. Vehhâb isminin en güzel ve en büyük bir tecellisidir.

Organ nakli için harcanan paraları şöyle bir düşünelim, sonra en fakirbir insana da göz, kalp, böbrek, el, ayak takıldığını hatırlayalım.Daha sonra, diğer hayvanların gözlerini, kalplerini, beyinlerini vesair organlarını göz önüne alalım...

Bu canlılardan hiçbirinin bu organların gerçek sahibi olmadıklarınıanlayacak ve hepsinin ilâhî bir ihsan ve hibe olduğunu açıkçagöreceğiz.

Nur Külliyatından konuyla ilgili bir hikmet dersi:

"Şu meşhud saltanatı insaniyet ve terakkiyatı beşeriye ve kemâlât-ımedeniyet; celb ile değil, galebe ile değil, cidal ile değil, belki onaonun zaafı için teshir edilmiş, onun aczi için ona muavenet edilmiş,onun fakrı için ona ihsan edilmiş, onun cehli için ona ilham edilmiş,onun ihtiyacı için ona ikram edilmiş. " [Sözler.]

Kula yaraşan, ruhundan organlarına, dağlardan bulutlara, güneşlerdenyıldızlara kadar her şeyi ona karşılıksız bağışlayan.ve her şeyi onunhizmetine veren O Vehhâb'a sonsuz bir şükür ve minnettarlık duymak vebu kadar ihsana, gereğince teşekkür edememenin ezikliğini vemahcubiyetini iç âleminde tam hissetmektir.

Vehhâb isminden bir tecelli nasibi alan insan, başkalarına karşılıksıziyilik ve ihsanda bulunur. İbadetlerini geçmiş nimetlere şükür içinyapar ve Cennete girme hususunda Vehhâb isminin tecellisini umar vebekler.
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
ER-REZZÂK

“Maddî ve manevî her türlü rızkı ve bu rızıklara muhtaçları yaratan.”

"Canlıların rızkını dilediği şekilde veren."

"Hiç şüphesiz, ALLAH Rezzak'tır; O, kuvvet sahibi, Metin'dir." [Zâriyât: 51/58.]

İnsan denilince, ruh ve beden birlikte düşünüldüğü gibi, rızıkdenilince de hem maddî, hem de manevî azıklar hatırlanmalıdır. Bununlabirlikte, genellikle, rızık denildiğinde, öncelikle, bedenin ihtiyacınıkarşılayan, ona güç ve kuvvet kazandıran maddî nimetler hatıra gelir.

Bu nimetlerin her biri bir mucizedir. Topraktan insan yaratan ALLAH,aynı topraktan insanın rızkını da yaratmıştır. Tek başına ne toprak, nesu, ne ışık, ne de hava insanın karnını doyururlar. Bunlar, ilâhî birterbiyeden geçerek 'rızık' haline gelirler.

Rızkımız, bütün bîr kâinatın bir fabrika gibi çalışmasıyla yaratılıyor.Bir tek faktör noksan olsa, rızka kavuşamıyoruz. Öyle ise yediğimiz birmeyvenin arkasında bütün bir kâinatı görüp, şükrümüzü ona göre yapmakdurumundayız.

"Hayr-ı mahz olan vücudu sana giydiren Hâlık-ı Zûlcelâl, sana iştihalıbir mide verdiğinden Rezzak ismiyle bütün mat'umatı bir sofra-i nimetiçinde senin önüne koymuştur. Sonra sana hassasiyetli bir hayatverdiğinden, o hayat dahi bir mide gibi rızık ister. Göz, kulak gibibütün duyguların, eller gibidir ki, rûy-i zemin kadar geniş bir sofra-inimeti, o ellerin önüne koymuştur." [Sözler.]

Demek ki, rızık denilince sadece yiyecek maddelerini hatırlamak eksikkalıyor. Midesi tok fakat gözü kör bir insan da bir yönüyle açdemektir. O halde güneş de göze rızık oluyor. Buna göre, insanoğluakşama kadar neye baksa, ağzından giren lokma misali, o şeyin görüntüsügözünde teşekkül etmekte ve ona rızık olmaktadır.

Aynı şekilde işittiği sesler de kulağının rızkı; kokular da burnuna rızık.

Manevî rızık denilince, öncelikle, ruh ve kaibi rahat ettirerek huzura kavuşturan şeyler hatıra gelir.

Aklın rızkı, nimetin kendisi değil, onu tefekkür etmektir.

Kalbin rızkı, çiçeğin rengi ve kokusu değil onu sevmek, onda tecellieden ilâhî isimleri sevmek ve o isimlerin sahibi olan ALLAH'ısevmektir.

Rezzak ismi bize maddî ve manevî nice rızıklara muhtaç bir kulolduğumuzu hatırlatır. Elementleri rızık haline getirerek bizimfaydamıza sunan ve manevî ihtiyaçlarımızı da en güzel şekilde yerinegetiren Rabbimizin o sonsuz rahmetine karşı kalbimizi hamd, şükür veminnettarlıkla doldurur.
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

EL-FETTÂH

"Rahmet ve rızık kapılarını açan."

"Zorlukları kolaylaştıran."

"Hidayetiyle kalplere iman ve marifet kapılarını açan."

"Eğer o ülkeler halkı inansalardı ve korkup sakınsalardı, gerçektenüzerlerine hem gökten, hem yerden (sayısız) bolluklar (bereketler)açardık; ancak onlar yalanladılar, biz de onları kazandıkları nedeniyleyakalayıverdik." [A'râf: 7/96.]

Bir milyondan fazla hayvan türü ve ondan daha fazla bitki türü olduğunubiliyoruz. Bu türlere giren fertlerin sayısını bilmek ise ancak ALLAH'amahsus.

Sonsuz denecek kadar çok olan bu fertlerin bütün planları, nutfelerde,yumurtalarda yahut çekirdeklerde ilâhî ilim ve hikmetle yazılmış.

İşte bu noktaların kitap haline gelmesi, bu planlardan yapılarkurulması Fettâh isminin tecellisiyle başlar. Canlılar âlemine bunazarla bakabilsek ve onları, dünkü planların canlanmış ve büyümüşhalleri olarak değerlendirebilsek, Fettâh isminin sonsuz tecellilerinibir derece görür ve hayran oluruz.

Fettâh isminin bir başka sahası da manevîdir. Kalplerden gafletperdesinin kaldırılması ve o kalplerin iman ve hidayete açılması Fettâhisminin en muhteşem, en bereketli ve en kıymetli tecellisidir.

Gözü açılan bir insanın bir anda semalara çıkması, dağlarda dolaşması,denizleri kucaklaması gibi, kalbinden gaflet perdesi kalkan bir insanda ilâhî isimlere ve bu isimlerin kaynağı olan ilâhî sıfatlara muhatapolur.

İmam Gazâlî Hazretleri de fethin hem maddî hem de manevî yönübulunduğuna işaret ederek, maddî fetih için, "Biz, (Hudeybiyeanlaşmasıyla) sana gerçekten bîr fetih (yolunu) açtık"[Fetih: 48/1.]âyet-i kerîmesini; manevî fetih için ise, "ALLAH'ın insanlara açacağırahmeti durduracak yoktur" [Fâtır: 35/2.] âyet-i kerîmesini misalgösterir.

Manevî fethin çok önemli bir yönü de Nur Külliyatında şöyle nazara verilir:

"Kâinatın miftahı, anahtarı insanın elindedir. Âlemin kapıları açık isede manen kapalıdır. Cenâb-ı Hak bütün o kapıları ve kenz-i mahfîyi açan'ene' namında bir miftahı insanın eline vermiştir." [Mesnevi-i Nuriye]

Buna göre, insan ruhu Fettâh isminin en büyük tecellisine mazhardır. Oruha konulan ene, yani benlik, bir anahtar vazifesi görüyor. ALLAH, buanahtarı kullanmasını bilen kullarına nice fennî keşiflerin yolunuaçtığı gibi, esmâ-i ilâhiyenin hazinelerini de açıyor. ('Kenz-imahfi'nin çoğulu 'künuz-u mahfiyye'dir ve ‘esmâ-i ilâhiye' mânâsınakullanılır.)

İnsan kendi ruhuna takılan ilim, irade, kudret gibi sıfatların herbirini bir anahtar yaparak, kıyas yoluyla, ilâhî isimlere ve sıfatlaraulaşır.
Nur Külliyatından 'Otuzuncu Söz'de tafsilatıyla işlenen bu konudan, sadece bir bölüm nakledeceğim:

"Daire-i mülkünde mevhum rububiyetiyle, daire-i mümkinatta Halikınınrububiyetini anlar ve zahir mâlikiyetiyle. Halikının hakikîmâlikiyetini fehmeder ve "Bu haneye mâlik olduğum gibi, Hâlık da şukâinatın mâlikidir." der ve cüz'î ilmiyle O'nun ilmini fehmeder vekesbî sanatçığıyla o Sâni'-i Zülcelâl'in ibda-i sanatını anlar. Meselâ:'Ben şu evi nasıl yaptım ve tanzim ettim. Öyle de şu dünya hanesinibirisi yapmış ve tanzim etmiş' der."
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
EL-ALÎM

"Ezelî ilmiyle, büyük-küçük, mümkün-muhal, gizli-aşikâr her şeyi bilen."

"İlmi, yaratılmış ve yaratılmamış her şeyi birlikte ihata eden (kaplayan, içine alan)."

"Doğu da ALLAH'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz ALLAH'ın vechi(kıblesi) orasıdır. Şüphesiz ki ALLAH, Vâsi'dir (rahmeti ve kudretigenişdir), Alîm'dir." [Bakara: 2/115.]

ALLAH'ın zâtı hiçbir mahlukuna benzemediği gibi ilmi de mahluk ilminebenzemez. Ezelî ilim ancak O'nundur ve O'na mahsustur. Olmuş ve olacakher şey O'nun ilminde daima hazırdır.

Evveli ve âhiri olan ve her şeyi sonradan öğrenen insanoğlu, bu dar,kısıtlı ve sınırlı ilmiyle, ALLAH'ın ezelî ilminin varlığını bilse dehakikatini bilemez.

İnsanın, iradesi gibi düşünmesi ve hatırlaması da cüzidir. Bir anda ikişey düşünemez ve hatırlayamaz. ALLAH'ın ilmi ise küllidir, 'her şeyibirlikte bilir'; mutlaktır, 'hiçbir kayıt altına girmez' ve muhittir,'her şeyi içine alır, ihata eder.'

Bu hakikat, Nur Külliyatında 'güneş' misaliyle çok güzel açıklanır.Güneşin ziyası hangi sahaları kaplıyorsa, o sahadaki bütün varlıklarıbirlikte görür, hepsini beraber bilir ve her biriyle aynı anda beraberilgilenir. Burada sıraya koyma sözkonusu değildir. Güneşi şuurlu farzetsek ve ziyasına ilim desek, güneş bütün çiçekleri, ağaçları,yaprakları, otları, karıncaları, insanları ve daha nice varlıkları biranda ve beraber bilir. Onun bilmesinde az-çok, büyük-küçük fark etmez.

Yine Nur Külliyatında ilim konusunda enteresan bir ifade yer alır: 'Fiilen bilmek'.

"Yaratan bilmez olur mu? O, Latîf ve Habîr'dir." [Mülk: 67/14.] âyet-i kerîmesi, bu 'fiilen bilme'yi ders veriyor.

Bir misal: Selimiye camiinin mimarî özelliklerini biz de biliriz. MimarSinan da. Ama, onun bilmesi fiilîdir. O, Selimiye'nin minareleriniyapar kubbesini çatarken, ilmiyle kudreti birlikte çalışmıştır. Bizimaynı şeyleri bilmemiz ise bundan çok farklıdır. Bizimkinde, yapılmışolanı sonradan öğrenme sözkonusudur.

Her şeyi bilerek ve hikmetle yaratan ALLAH'ın, eşya hakkındaki ilmi 'fiilî bir ilimdir,' mahlukatın ilmine benzemez.

İnsan kendisine ihsan edilen o cüz'î ilmiyle ALLAH'ın Alîm isminitanır. Her şeyin ilimle vücut bulduğunu, hikmetli ve mânâlıyaratıldığını anlar. Bir hayvan, kendi iç organlarından bile haberdardeğilken, insanın bu kadar geniş bîr sahada ilmiyle dolaşması, onuniçin büyük bir şereftir. Arzın halifesi olan insan, kendini okuduğugibi, kendini okumaktan aciz mahlukları da okumakla vazifelidir.

Hadis-i şerifte, "bir saat tefekkürün bin yıl nafile ibadetten hayırlı"olduğu haber verilerek, ilmin bu ulvî şerefi nazarımıza sunu*sansürlükelimelur. Bu şerefi hiçe sayarcasına, akıllarını sadece dünyamenfaatlerini temin ve nefsin arzularını tatmin için sarf eden insanlarne kadar zarardadırlar!?...


seydanur 09 Kasım 2008 19:41

Cvp: Esma-ül Hüsna
 
Esma-ül Hüsna


[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

EL-KÂBID / EL-BÂSIT

Kâbıd: "Daraltıp sıkan."

"Kıtlık veren"

Basit; "Açıp genişlik veren."

"Bollaştıran."

“ALLAH, daraltır ve genişletir ve siz O'na döndürüleceksiniz ”. [Bakara: 2/245.]

Bu iki isim hem madde, hem de mânâ âlemi için geçerlidir. Zenginliktegenişlik, fakirlikte darlık olduğu gibi, ilimde genişlik cehalettedarlık vardır.

Bu iki mübarek ismin en büyük tecellileri, insanın kalb ve ruh âlemindekendini gösterir. Zira, ruh bedenden, mânâ da maddeden üstündür.

Kulun, cüz'î iradesini Hakk'ın rızası istikametinde kullanmasıyla kalbve ruh âleminde bir genişlik hasıl olur. Aksi halde insan ruhîsıkıntılar, günümüz tabiriyle stresler içinde perişan olur.

Tahkiki imanda genişlik, iman zafiyetinde ise darlık vardır.

Tevekkülde genişlik, sabırsızlıkta darlık vardır.

Affetmede genişlik, intikam hissinde darlık vardır.

Cömertlikte genişlik, cimrilikte darlık vardır.
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Bununla birlikte buiki isim insanın manevî terakkisinin esasları olan 'havf ve reca' ileyani "ALLAH'ın kahrından korkmak ve rahme*tinden ümitli olmakla"yakından ilgilidir.

Kâbıd ismi korkunun, Bâsıt ismi ise ümidin önemli bir kaynağıdır. Yani,mü'min olan insan hem ALLAH'ın celâl ve azametinden korkacak, kabirazabını ve Cehennemi sıkça hatırlayacak; hem de O'nun rahmet vemağfiretinden daima ümitli olacak ve ona göre amel edecektir.

Kur'ân'ın hülasası olarak tarif edilen Fatiha sûresinde, havf ve recâsırayla işlenir, dolayısıyla da ruh ümitle korkuyu, ferahla darlığısırayla yaşar.

'Rabb'ül-âlemîn,' 'Rahman ve Rahîm' isimleri ruhu sevinçle, ümitle rahatlatır.

'Mâliki yevmiddin' kelamı ise ruhta korku ve endişe uyandırır.

‘İbadet ve yardım dileme' safhalarında ümitle korku iç içedir.

'İstikamet yoluna hidayet' istenmesi, ruh için büyük bir ümit ve saadet kapısıdır.

Bu ümidi müteakip, 'mağdup' ve 'dallin' zümrelerinden olmanın korkusu ruhu sarar.

Bir bitkinin, gece ve gündüzden ayrı faydalar görmesi gibi, bir mü'minde Kâbıd ve Bâsıt isimlerinin her birinden ayrı bir feyiz alır.

İçinin sıkıldığı, karmaşık problemlerle kuşatıldığı, dünyanın kendisinedar geldiği anlarda, aczini ve fakrını daha iyi anlar; kulluk şuurundainkişaf olur.

Ruhunun ferah ve sürurla dolu olduğu zamanlarda ise, bunu bir ilâhiikram ve ihsan olarak değerlendirip şükür vazifesini eda etmeyeçalışır.

İnsan, bu dünya hayatında, sıkıcı ve ferahlatıcı nice olaylarla değişikimtihanlar geçirir. Hastalanır, sıhhate kavuşur. Üzülür, sevinir.Derken bu geniş dünyadan kabre göç eder. İmanla göçenler için o âlemdeBâsıt ismi tecelli eder ve kabir, ALLAH Resulünün(a.s.m.)ifadesiyle,'Cennet bahçelerinden bir bahçe' olur. İnanmayanlar için ise Kâbıd ismitecelli eder ve kabir, "Cehennem çukurlarından bir çukura" dönüşür,insanı sıkar durur.

Ve bu yolculuğun sonu Cennet ve Cehennemle son bulur. Birincisinde her türlü genişlik, ikincisinde ise her türlü darlık vardır.
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

EL-HÂFİD / ER-RÂFİ'


Hâfıd: "Kâfirleri, asileri, mütekebbir ve zalimleri alçaltan.

"Din düşmanlarını rahmetinden uzaklaştırıp ahirette zelil eden ve cezalandıran."

Rafı': "Sevdiği kullarını yükselten."

"Mü'minleri kendisine yaklaştırarak yücelten."

"(O), alçaltan ve yüceltendir." [Vakıa: 56/3.]

Bu iki ismin tecellisi de büyük çapta, kulun cüz'î iradesine bakıyor.İradelerini yanlış yolda kullanarak küfür ve isyan yoluna gireninsanlar, alçalmaya talip olmuşlar ve Hâfıd olan ALLAH da onlarıinançsız ve ahlâksız kılmakla alçaltmıştır. Bu alçalmanın ahirettekineticesi ise Cehennemde, zillet içinde azap çekmektir.

İman, ibadet ve ahlâk yolunu tutanlar ise yükselmeye talip olmuşlar;Râfi' olan ALLAH da onları, salih bir kul yapmakla yükseltmiştir. Buyükselmenin ahiretteki neticesi ise Cennette ebedî saadete ermektir.

Demek oluyor ki, alçalma da yükselme de öncelikle dünyadagerçekleşiyor; birincisi Hâfid, ikincisi ise Râfi' isminintecellileriyle.

Dünya ahiretin tarlası olduğundan, bu yükseklik ahirette çok dahainkişaf ediyor; bu alçaklık ise çok daha aşağı dereceleri neticeveriyor.

Kulun, Râfi' ismine mazhar olması, öncelikle iman, takva, salih amel vegüzel ahlâk yoluyla gerçekleşir. Bir de insanın başkalarını yükseltmeyeçalışması, onları imana ve islâm'a davet etmesi var ki, bu yol en büyükbir feyiz ve yükselme vesilesidir.

Ayrıca, bir mü'min, islâm'ın ulviyetini kalplerde ve akıllardayerleştirdiği ölçüde kendisi de yükselir, Râfi' ismine mazhar olur.İslâm'a zıt görüşleri, bâtıl inançları, yanlış fikirleri çürütüpaşağıladığı nisbette de Hâfid isminden ayrı bir feyiz alır.
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]



seydanur 09 Kasım 2008 19:44

Cvp: Esma-ül Hüsna
 
Esma-ül Hüsna

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
EL-MUİZZ / EL-MÜZÎLL

Muizz: "Dilediğine izzet ve kuvvet veren, ilimde yükselten."

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Müzill: "Dilediğini zelil kılıp rahmetinden uzaklaştıran. Hor ve hakir kılan.

"...Bilin ki, ALLAH'ı aciz bırakacak değilsiniz. Gerçekten ALLAH, inkâr edenleri hor ve aşağı kılıcıdır." [Tövbe: 9/2.]

İzzet denilince aklımıza hemen gelen mânâ üstünlük ve galibiyettir.Mü'minler azizdir, kâfirler zelil. Âlimler azizdir, cahiller zelil.

İzzet en büyük bir hayırdır. Bütün hayırlar elinde olan ALLAH, izzetinde yegâne sahibidir. Kullar O'nun aziz etmesiyle bu şereftennasiplenirler.

Kâmil insanlar, arza halife kılınmalarından, Cennete namzet olmalarınakadar bütün izzet tecellilerinin ALLAH'tan olduğunu bilerek, O'nunkudret ve azameti, rahmet ve ihsanı karşısında secdeye kapanırlar.

Secde, nefsin zilleti en ileri seviyede tattığı, buna karşılık ruh vekalbin izzet ve şeref kazandığı en üstün bir makamdır. Kulun Rabbine enyakın olduğu haldir; ALLAH'a yakınlık ise en büyük bir izzettir.

ALLAH, nefsine esir ve şeytana köle olmayı büyüklük sayanları, Müzill ismiyle alçaltır, hakir eder.

Bir kul, ALLAH'ın aziz kıldıklarına tazim etmekle izzete kavuşur; zelil kıldıklarından uzak kalmakla da zilletten kurtulur.

Nur Külliyatından bir cümle:

"İzzet ve zillet, fakr ve servet doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakk'ın meşietine ve iradesine bağlıdır." [Sözler.]

Bu konuda, vaktiyle kaleme aldığım bir yazıdan bir bölümü arz ediyorum:

İzzet tacı da zillet gömleği de ALLAH'ın hazinesinde... Bunları mahlukatına sırayla giydirir...

Önceki günün azizleri, dün zelil oldular. Bugünkü azizler de zilleti tatmak için yarını bekliyorlar...

Etrafımız, bu iki ayrı tecellinin misalleriyle kaynaşmada...

Bir meyve ağacı yazın yaprak, çiçek açar, meyvelerle bezenir; seyrinedoyum olmaz. Kış geldi mi her şeyini soyunur, kuru bir iskelet kalır.Başına karlar yağar, gölgesinde kimsecikler oturmaz.

Bu izzet ve zillet safhalarından geçen, sadece meyve ağaçları değildir.Güneş de doğarken azizdir, batarken zelil... Bahar, gelirken azizdir,giderken zelil... İnsan, yürürken azizdir, uyurken zelil...

Çocukluk, gençlik derken, olgunlukta bir izzet tecellisi görülüyor. Onutakip eden ihtiyarlık, zillet ve perişanlık yüklü... Derken, ölüm...Zilletin doruk noktası ve imanla göçenler için izzetin ilk basamağı...Önünü göremeyen ihtiyar, ölünce Cenneti seyre başlıyor. Bu izzeti biryeni zillet takip ediyor: Sûr'dan korkma ve mahşere çıkma safhası...

İnsan, dünyada ne kadar izzet taslamışsa, orada o kadar zilletçekecek... Başını burada ne kadar dikmişse orada o kadar fazla eğecek.Ne kadar harcamışsa, o kadar hesap verecek. Ve sonunda bütün azizlerbir yana, bütün zeliller bir yana ayrılacak. Mü'minler, ALLAH'ın'azizler diyarı' olarak terbiye ettiği Cennete doğru yol alırken,münkir ve müşrikler, zeliller diyarına, Cehenneme düşecekler... 'İzzetve zilletin ancak ALLAH'tan olduğu' hakikati bütün haşmetiylegörünecek.

Öyle ise, üzerimizde izzetin tecelli ettiği dönemleri çok iyideğerlendirmek mecburiyetindeyiz. Aziz iken Hakk'ın dergahında zelilolalım ki, zelil olduğumuzda O'nun lütfuyla yine izzete kavuşalım.

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
ES-SEMİ / EL-BASÎR

Semi': "Gizli aşikâr her şeyi işiten."

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Basîr; "Aydınlık karanlık, uzak yakın, büyük küçük her şeyi gören, müşahede eden."

“..ALLAH'ın âyetleri hakkında münakaşa edenlerin sinelerinde, ancak,yetişemeyecekleri bir kibir vardır. Sen ALLAH'a sığın. Şüphesiz O,Semi'dir, Basîr'dir." [Mü'min: 40/56.]

Maddeden münezzeh olan ALLAH'ın işitmesi, insan idrakininkavrayabildiği ve hayalinin ulaşabildiği her türlü işitmedenmünezzehtir; bunların hiçbirine benzemez.

Biz hava unsuru olmaksızın, içimizdeki bir arzuyu muhatabımızaişittiremeyiz. Ama, ALLAH bizim kalbimizden geçen her arzuyu işitir.Kalbin arzu duyması, sözlü istemeye benzemediği gibi, kalbin sesiniişitmek de havada temessül eden kelimeleri işitmeye benzemez.

Bu benzemezliğin bir işaretini Cenâb-ı Hak insanın mahiyetinekoymuştur. İnsan, uyanıkken muhataplarını görür ve onlarınkonuşmalarını işitir; bu görmeye göz, bu işitmeye de kulak vasıtaolmuştur. Ama rüya âleminde yine muhataplarıyla görüşür ve konuşur,fakat gözleri uykuya dalmış, kulakları bu âlemden ilgisini kesmiştir.Rüya âleminde ne hava unsuru vardır, ne konuşanın ses telleri, ne dedinleyenin kulakları.

Bizim havadan faydalanarak ses tellerimizi hareket ettirmemiz veaklımızdaki bir mânâyı, böylece kelimelere dökmemiz, onu insanlaraişittirmek içindir.

O konuşmanın ilâhî hikmet ve kudrete bakan bir yanı var kî çok önemlidir:

Ağzımızdan çıkan bir kelime havada bir ilâhî mucize olarak milyonlarcakelimeye dönüşür. Hava sayfası bizim konuşmamızla âdeta dolup taşar.Aynı sayfaya, diğer insanların konuşmalarından kuşla;rıncıvıldaşmalarına, gök gürlemesinden suların şırıltılarına kadar nicesesler de yerleşirler. Bu varlıkların kendileri yer yüzünde hoş birmanzara teşkil ettikleri gibi, sesleri de hava sayfasında ayrı birmucize sergilerler. Ve bu sanat eserini, Cenâb-ı Hak meleklerine veruhanilere seyrettirir.

Görmeye gelince: Güneşi güneş ışığını, gözü göz nurunu yaratan ve biryağ parçasına görme kabiliyeti veren ALLAH, böylece bir hikmet vekudret mucizesi sergilemiş oluyor. Yoksa meleklerin gözsüz görmelerininde şehadetiyle, görme için mutlaka göz lâzım değildir.

İnsanın görmesi cüz’idir. Yani bir anda ancak bir yöne bakabilir ve birşeyi seyredebilir. Başkalarını görebilmesi için nazarını ilk gördüğücisimden çekmesi gerekir.

ALLAH'ın bütün sıfatları gibi görmesi ve işitmesi de küllidir, mutlaktır ve sonsuzdur. Yani, her şeyi birlikte görür ve işitir.

İnsan, karşısındaki şahsın derisinin altını göremediği gibi, kafasındataşıdığı düşünceleri ve kalbinde beslediği arzuları da göremez veişitemez. Görmesi ışıkla, mesafeyle ve maddî engellerle sınırlıdır,işitmesi de belli frekanslar arasına sıkışıp kalmıştır. Ama bu insan, okısa ve sınırlı olan görmesini ve işitmesini kıyas unsuru yaparak,ALLAH'ın Semi' ve Basîr olduğunu bilebilir.

Bu ilâhî isimleri düşünen bir mü'min, bütün eşyayı birlikte görmenin vebütün sesleri beraber işitmenin ancak ALLAH'a mahsus olduğunu hatırlar.Ayrıca, yaptığı her işin görüldüğünü ve söylediği her sözünişitildiğini düşünerek bu sermayelerini daha dikkatle harcamayaçalışır.

İnsan, kendisine ihsan edilen bu nimetler sayesinde, hem Rabbinin Semi've Basîr olduğunu bilme şerefine erer, hem de renk, şekil ve seslerâlemlerinde tecelli eden ilâhî sanatları hayret ve hayranlıkla tefekküreder.

Minam 09 Kasım 2008 19:52

Cvp: Esma-ül Hüsna
 
Bu ilâhî isimleri düşünen bir mü'min, bütün eşyayı birlikte görmenin vebütün sesleri beraber işitmenin ancak ALLAH'a mahsus olduğunu hatırlar.Ayrıca, yaptığı her işin görüldüğünü ve söylediği her sözünişitildiğini düşünerek bu sermayelerini daha dikkatle harcamayaçalışır.


çok güzel kardeşim emeğine sağlık...

_bülbül_ 09 Kasım 2008 21:00

Cvp: Esma-ül Hüsna
 
Kardeşim çok yararlı oldu sağoll.....Rabbim isimlerinin tecellilerini kalbimize aksettirsin

seydanur 10 Kasım 2008 13:30

Cvp: Esma-ül Hüsna
 
Esma-ül Hüsna



[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

EL-HAKEM


"Hükmeden, hakkı yerine getiren."

"Hükümlerinde zulüm bulunmayan."

"(De ki ALLAH'tan başka bir hakem mi arayayım? Oysa O, size Kitabı tafsilatlı olarak indirmiştir." [En'âm: 6/114.]

Bu ism-i şerif yâd edilirken, hayalimiz bizi mahşer meydanına götürür.O dehşetli meydana çıkış, ilâhî bir hükümle olduğu gibi, orada bellibir süre beklenmesi de yine ilâhî irade ve hüküm iledir.

Bu hükmün icra edilmesiyle, dünya tarlasının bütün mahsulleri bir arayatoplanır. İlâhî hâkimiyet karşısında herkesin aciz ve zelil kaldığı,olanca ağırlığıyla hissettirilir.

Bunu takiben mizan kurulur ve "hükmün ancak ALLAH'a ait olduğu" bütün haşmet ve azametiyle herkese gösterilir.

Daha sonra, yine ALLAH'ın hükmüyle, bir kısım insanlar doğrudan Cennetegiderler. Bir kısmı, günahları kadar yanmak üzere Cehennemegönderilirler. Bir başka gurubun ise ebedî olarak Cehennemdekalmalarına hükmedilir.

Elbette ki, bu ismin tecellisi sadece ahirete mahsus değildir. Budünyada da bütün varlıklar bu ismin tecellisine mazhardirlar. İnsanımisal alarak konuşalım: İnsanoğlunun dünyaya gelişi gibi ölümü de ilâhîhüküm iledir. Organlarının yerleri, şekilleri, büyüklükleri, vazifelerihep ilâhî hüküm ile tahakkuk etmiştir.

Diğer bütün varlıklar da, ALLAH'ın taktir ettiği özelliklere sahip olur ve O'nun hükmü altında vazife görürler.

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

EL-ADL

"Bütün icraatları hak ve adalet üzere olan.”

"Her hak sahibine hakkını veren ve haksızları cezalandıran."

“Ey iman edenler, âdil şahidler olarak, ALLAH için, hakkı ayakta tutun.Bir topluluğa olan kininiz, sîzi adaletten alıkoymasın."
[Mâide: 5/8.]

ALLAH Adl'dir. Adaleti sonsuz kemâldedir ve onun ötesinde bir adalet düşünülemez.

Nur Külliyatında adalet iki temel esasa ayrılarak incelenir: İhkak-ı hak' ve 'zalimleri cezalandırmak.'

İhkak-ı hak, her hak sahibine hakkını en güzel şekilde vermek demektir.

ALLAH, ağacın dallarından, güneşin gezegenlerine, Cennetintabakalarından, Cehennemin menzillerine kadar her şeyi lâyık mevkiinekoymuştur.

Bunun bir küçük misalini de insanda sergilemiş, her organı yerli yerinekoymuş, vazife yapması için gerekli olan bütün şartları en güzelşekilde hazırlamış ve ihtiyaçlarını görmüştür.

İnsanın simasında, göz ile kulağı nasıl adaletle yerleştirmişşe,ruhunda da akıl ve hafızayı aynı adalet ölçüleriyle yaratmış ve herbirine uygun vazifeleri yüklemiştir.

Varlık âleminde adaletini en güzel şekilde gösteren ALLAH, kullarının amellerine de adalet üzere karşılık verecektir.

"Her kim zerre kadar hayır işlemişse onu görecektir. Her kim de zerre kadar şer işlemişse onu görecektir."
[Zilzâl: 99/7-8.]

Adalet denilince bunun zıddı olan zulüm hatıra gelir. Zulüm,'başkasının mülkünde, izni olmaksızın, tasarruf etmek demektir. ALLAHzulümden münezzehtir; çünkü bütün mülk âleminin tek sahibi veyaratıcısı O'dur.

Bütün esmâ-i hüsna gibi, Adi isminin de diğer isimlerlerle yakın ilgisi vardır. Bunu kısaca şöyle ifade edebiliriz:

Azîz, Cebbar, Celîl, Kahhâr, Kadîr, Muktedir, Muntakîm... olan ALLAH, adaleti en kâmil mânâda tatbik eder.

Rahman, Rahîm, Kerim, Latîf, Halîm, Gaffar... olan ALLAH, bir kulunu Cehenneme koyarsa, o kul bunu hak etmiş demektir.

Bir insanın Adl isminden feyiz alabilmesi için, öncelikle kendisineilâhî bir ihsan olarak verilen bütün organlarını, akıl, kalb, hayal,hafıza gibi manevî cihazlarını, sevgisini korkusunu ve daha nicehislerini yaratılış gayelerinde kullanması gerekir. Ancak o zaman, 'herşeyi yerli yerine koymak ve her hak sahibine hakkını vermekle' adaletetmiş ve zulümden kurtulmuş olur.

Aklını başkalarını aldatmaya ve onlara haksızlık etmeye yoran birinsan, öncelikle kendi aklına zulmetmiş olur. Çünkü, o akılla niceilimler tahsil edebilir ve faydalı işler yapabilirdi. Böylece, hemdünyasını hem de ahiretini mamur etmiş olurdu. Muhatabına zararvermekle ettiği zulüm ise ikinci derecede kalır. Çünkü, kendi aklınaverdiği zarara karşılık muhatabının, meselâ, malına zarar vermiş olur.

Yine, bir insanın âdil olabilmesi için, maddî imkânlarını da adaletüzere kullanması, israftan sakınması, fakirin hakkı olan zekâtıeksiksiz vermesi gerekir. Zekât vermeyen insan, hem kendi nefsine, hemde muhtaçlara zulmetmiş demektir.

Adaletin ikinci şubesine gelince, elinde hüküm ve infaz yetkisi bulunankimseler, 'zalimlere hak ettikleri cezayı vermek' ve bunu yaparken deaşırı giderek zulme girmemek suretiyle, Adl ismine mazhar olur ve buisimden ayrı bir feyiz alırlar.


[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

EL-LATÎF

"En ince ve gizli işleri, bütün incelikleriyle bilen ve onlara çok kolay nüfuz eden."

"Kullarına, sezilmez yollardan faydalar ulaştıran."

"Lütufla muamele eden."

“ALLAH, kullarına karşı lütuf sahibidir; dilediğini rızıklandırır. O, kuvvetlidir, Aziz'dir." [Şûra: 42/19.]

Latîf, kelime manâsıyla, 'katı olmayan, ince, hoş ve yumuşak' mânâsınagelir. Latîf, kelimesinin, hem 'lütuf ve yardım'la, hem de letafetleyani 'kesif ve katı olmamakla ilgisi vardır.

Bir ismi de Nur olan ALLAH'ın bütün sıfatları latiftir; zâtı da, sıfatları da maddeden münezzehtir.

Şu âyet-i kerîme Latîf isminin bu mânâsını bize ders verir:

"Gözler O'nu göremez, O bütün gözleri görür. O Latiftir, Habîr'dir." [En'am: 6/103.]

"ALLAH kullarına latiftir, dilediğini nzıklandırır." [Şura: 42/19.]âyetinde Latîf, 'son derece lütufkâr olan, kullarına ince ve sezilmezyollardan ihsanlarda bulunan' mânâsındadir.

"Yaratan bilmez olur mu? O, Latîf'tir, Habîr'dir." [Mülk: 67/14.]âyetinde ise Latîf, "en ince şeyleri kolaylıkla bilen" mânâsınagelmektedir.

Varlık âleminde latîf varlıklar, maddî ve kesif eşyadan kat katfazladır. İnsan ruhu ve ona bağlı ince hissiyatlar buna misalverilebilir. Midenin bir gıdayı hazmetmesiyle, aklin bir mânâyıkavraması ve" anlaması birbirinden ne kadar farklıdır! Akıldaki bu incefaaliyet Latîf olan ALLAH'ın büyük bir ihsanıdır.

Yavrusunu kucağına alıp emziren bir annenin, kolları bebeği sardığıgibi, latîf şefkati de aynı şekilde yavrusunu her yönden kuşatır. Bu,ALLAH'ın hem o anneye, hem de yavrusuna büyük bir lütfudur.

Letafet denilince, aklımıza hemen yumuşaklık gelir. Bir insan,başkalarına karşı ne kadar yumuşak davranır ve ne kadar lütufkâr olursaLatîf isminin feyzinden o kadar fazla nasip almış demektir.

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

EL-HABİR

"Eşyanın hakikatlerini ve gizliliklerini bilen."

"Batınî haberler kendisinden saklanamayan."

"Ey iman edenler, ALLAH'tan korkun. Herkes yarın için neyi takdimettiğine baksın. ALLAH'tan korkun. Hiç şüphesiz ALLAH, yaptıklarınızdanhaberdardır." [Haşr: 59/18.]

Alîm ismiyle Habîr isminin mânâları birbirine çok yakındır. Şu var ki, Alîm ismi daha umumîdir.

Habîr denilince, haberdar olan, ilminden bir şey saklanamayan mânâsıhatıra gelir. Yani Alîm ismi, 'gîzli-aşikâr her şeyi bilen' mânâsınıifade ederken, Habîr ismi biraz daha hususiyet arz eder ve bize göregizli olan şeylerin O Habîr için aşikâr olduğunu ders verir. Hiçbirhadise ve hatıranın, hiçbir düşünce ve -niyetin ALLAH'tan
gizlenemeyeceğini ifade eder.

ALLAH'ın Habîr olduğunu bilen bir mü'min, O'nun razı olmayacağı hertürlü söz, fiil ve halden uzak kalmaya çalışır. Kendi iç âleminde olupbitenlerden hiçbirinin, Latîf ve Habîr olan ALLAH'tan gizlikalamayacağını düşünür. Kalbini yanlış inançlardan, aklını bâtıldüşüncelerden, hayalini faydasız meşguliyetlerden korumaya gayret eder.

İmam Gazâlî Hazretleri insanın, 'kendi ruh dünyasında cereyan eden vebaşkalarının bilemediği şeyleri vicdanen bilmesi’ cihetiyle, bu ismemazhar olduğunu söyler.


[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

EL-HALİM

"Cezalandırmaya gücü yettiği halde, hemen ceza vermeyen."

"Kullarının isyanlarına karşı, hemen öfkeye kapılmayan."

“Şüphesiz ALLAH, Ğafur'dur, Halîm'dir." [Âl-i İmran: 3/155.]

Hikmet dünyası olan bu âlemde, eşyayı yaratmakta'acele etmeyen,mahlukatı safha safha yaratan ALLAH, bu imtihan dünyasında küfür veisyanlara da hemen ceza vermez. Kudreti yettiği halde, bu cezayı tehireder. Kullara böylece tövbe kapısını açar ve onlara pişmanlık fırsatıverir.

Bu isimden kulun alacağı ders, işlediği günahlardan tövbe etmesi. Halimismi gereği, cezasının tehir edilmesini bir fırsat bilip, ALLAHResulünün(a.s.m.)tavsiyelerine uyarak, o günahlara kefaret olmak üzeregüzel ameller işlemesidir. Bir de, ALLAH'ın Halim ve Gafur olduğunuhatırlatarak onu isyana teşvik eden nefsine, Alîm, Raklb, Hasîb veMuntakim isimlerini hatırlatması ve böylece o nefsi yanlış yolagirmekten men etmesidir.

seydanur 10 Kasım 2008 13:31

Cvp: Esma-ül Hüsna
 
Esma-ül Hüsna



[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
EL-AZİM


"Pek azametli."

"Hem zâtı hem de sıfatlan sonsuz kemâlde olan."

“Büyüklüğü akıl ve fehmin ihatasından münezzeh bulunan.”

"Göklerde ve yerde olanlar O'nundur. O, Aliyy'dir (yücedir), Azîm'dir." [Şürâ: 42/4.]

Azîm ismi, hem zâtın hem de sıfatların kemâline birlikte delalet eder. Azamette, heybet ve celâl mânâsı vardır.

Kur'ân'dan bir sûre okuduğumuzda bu tilavetimizi 'sadakALLAHü'1-Azîm'diye sona erdiririz; "Azîm olan ALLAH doğruyu ifade etti, hakikati dersverdi" deriz. Böylece Kur'ân'ın da azametini hatırlar, "bütün insanlarve cinler, toplansa bir tek sûresinin bile mislini getiremeyeceğini"düşünür, onun belagatındaki azamete hayran oluruz.

Azîm olan ALLAH'ın kelamı taklide müsaade etmez. Bu hakikat, kâinatkitabı için de geçerlidir. Onun da ne sûrelerini, ne cümlelerini, ne dekelimelerini beşer taklit edememiştir ve edemez de. Bir çiçekteki ilâhîsanatın azameti, herkesi aciz ve hakir bırakır; kimse onun taklidiniyapamaz.

Azîm ismini çok yâd ettiğimiz bir mevki de rükûdur. Rükûda, 'sübhanerabbiye'1-Azîm', yani 'beni en güzel şekilde terbiye eden Rabbim,Azîmdir, bütün noksan sıfatlardan münezzehtir' demekle, insanterbiyesindeki azameti hatırlamış oluruz.

Bu azamet karşısında eğilme ihtiyacı duyan bir ruh ve bu ihtiyaca cevap verecek şekilde yaratılmış bir beden...

İşte, ruhun ve bedenin böyle en güzel bir şekilde terbiye edilmeleri, ancak Azîm olan ALLAH'a mahsustur.

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]


EL-ĞAFÛR

"Affediciliği tam olan."

"Kulların kusurlarını melaike ve ruhanîlere karşı örten."

"Muhakkak ki, ALLAH bütün günahları bağışlar. O Gafur ve Rahim'dir." [Zümer: 39/53.]

Bir âyet-i kerimede, mealen şöyle buyrulmuştur:

"De ki: Ey nefislerinde israfa giren (haddi aşarak günah işlemeklenefislerine zulmeden) kullarım. ALLAH'ın rahmetinden ümit kesmeyiniz.Muhakkak ki, ALLAH bütün günahları bağışlar. O Gafur ve Rahîm'dir."[Zümer: 39/53.]

Âyette geçen 'nefis' kelimesi, 'zât' mânâsına gelir ve insana emanetolarak verilen bütün organları, duyguları, hissiyatı, akıl ve kalbiiçine alır.

Nur Külliyatında şöyle bir cümle geçer:

"En kıymetdar âletleri, en kıymetsiz şeylerde sarfedip nefsine zulmettin." [Sözler.]

Aklını yanlış fikirlerle meşgul eden, kalbine bâtıl sevgileriyerleştiren, gözüyle harama bakan, diliyle yalan söyleyen, kısacasıkendisine emanet verilen bütün o kıymetli aietleri ve duygulan, yanlışyolda kullanan insanlar 'nefislerinde israfa girmiş’ kullardırlar. Buâyet-i kerime ile, insanların böyle bir israftan sakınmaları gereğineişaret edilmiş ve şeytana uyarak böyle bîr hataya düşmeleri halinde deümitsizliğe kapılmayarak, ALLAH'ın mağfiretine sığınmaları dersverilmiştir.

Her ikisi de 'affedicilik' mânâsını ifade eden Gaffar ismiyle Gafurismi arasındaki ince farkı, İmam Gazâlî Hazretleri şöyle açıklar:

"Gaffar, tekrar tekrar affeden demektir. Gafur ise, affediciliği tamolup, afv ve mağfiretin en ileri derecesinde bulunan mânâsına gelir."

Bu iki isimden kulun alacağı nasip, iki maddede özetlenebilir:

İnsan nefis ve şeytana uyarak bir günah işlediğinde, derhal tövbeetmeli ve ümitsizliğe düşmemek için ALLAH'ın Gafur olduğunuhatırlamalıdır.

Kulun bu isimden alacağı diğer nasip ise, mü'minlerin hatalarını örtmesi, başkalarına anlatmaması ve onları bağışlamasıdır.

İnsan, kendi cüz'î izzetine karşı işlenen küçük hatalarıaffedebilmelidir ki, sonsuz izzet ve azamet sahibi olan ALLAH'a karşıişlediği isyanların affını dilemeye yüzü olabilsin.
"Bütün icraatları hak ve adalet üzere olan.”

"Her hak sahibine hakkını veren ve haksızları cezalandıran."

“Ey iman edenler, âdil şahidler olarak, ALLAH için, hakkı ayakta tutun.Bir topluluğa olan kininiz, sîzi adaletten alıkoymasın."
[Mâide: 5/8.]

ALLAH Adl'dir. Adaleti sonsuz kemâldedir ve onun ötesinde bir adalet düşünülemez.

Nur Külliyatında adalet iki temel esasa ayrılarak incelenir: İhkak-ı hak' ve 'zalimleri cezalandırmak.'

İhkak-ı hak, her hak sahibine hakkını en güzel şekilde vermek demektir.

ALLAH, ağacın dallarından, güneşin gezegenlerine, Cennetintabakalarından, Cehennemin menzillerine kadar her şeyi lâyık mevkiinekoymuştur.

Bunun bir küçük misalini de insanda sergilemiş, her organı yerli yerinekoymuş, vazife yapması için gerekli olan bütün şartları en güzelşekilde hazırlamış ve ihtiyaçlarını görmüştür.

İnsanın simasında, göz ile kulağı nasıl adaletle yerleştirmişşe,ruhunda da akıl ve hafızayı aynı adalet ölçüleriyle yaratmış ve herbirine uygun vazifeleri yüklemiştir.

Varlık âleminde adaletini en güzel şekilde gösteren ALLAH, kullarının amellerine de adalet üzere karşılık verecektir.

"Her kim zerre kadar hayır işlemişse onu görecektir. Her kim de zerre kadar şer işlemişse onu görecektir."
[Zilzâl: 99/7-8.]

Adalet denilince bunun zıddı olan zulüm hatıra gelir. Zulüm,'başkasının mülkünde, izni olmaksızın, tasarruf etmek demektir. ALLAHzulümden münezzehtir; çünkü bütün mülk âleminin tek sahibi veyaratıcısı O'dur.

Bütün esmâ-i hüsna gibi, Adi isminin de diğer isimlerlerle yakın ilgisi vardır. Bunu kısaca şöyle ifade edebiliriz:

Azîz, Cebbar, Celîl, Kahhâr, Kadîr, Muktedir, Muntakîm... olan ALLAH, adaleti en kâmil mânâda tatbik eder.

Rahman, Rahîm, Kerim, Latîf, Halîm, Gaffar... olan ALLAH, bir kulunu Cehenneme koyarsa, o kul bunu hak etmiş demektir.

Bir insanın Adl isminden feyiz alabilmesi için, öncelikle kendisineilâhî bir ihsan olarak verilen bütün organlarını, akıl, kalb, hayal,hafıza gibi manevî cihazlarını, sevgisini korkusunu ve daha nicehislerini yaratılış gayelerinde kullanması gerekir. Ancak o zaman, 'herşeyi yerli yerine koymak ve her hak sahibine hakkını vermekle' adaletetmiş ve zulümden kurtulmuş olur.

Aklını başkalarını aldatmaya ve onlara haksızlık etmeye yoran birinsan, öncelikle kendi aklına zulmetmiş olur. Çünkü, o akılla niceilimler tahsil edebilir ve faydalı işler yapabilirdi. Böylece, hemdünyasını hem de ahiretini mamur etmiş olurdu. Muhatabına zararvermekle ettiği zulüm ise ikinci derecede kalır. Çünkü, kendi aklınaverdiği zarara karşılık muhatabının, meselâ, malına zarar vermiş olur.

Yine, bir insanın âdil olabilmesi için, maddî imkânlarını da adaletüzere kullanması, israftan sakınması, fakirin hakkı olan zekâtıeksiksiz vermesi gerekir. Zekât vermeyen insan, hem kendi nefsine, hemde muhtaçlara zulmetmiş demektir.

Adaletin ikinci şubesine gelince, elinde hüküm ve infaz yetkisi bulunankimseler, 'zalimlere hak ettikleri cezayı vermek' ve bunu yaparken deaşırı giderek zulme girmemek suretiyle, Adl ismine mazhar olur ve buisimden ayrı bir feyiz alırlar.
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

EŞ-ŞEKÛR


“Kendisine yapılan şükre, çok ecirle mukabele eden.”

"Cüz'î ibadetlere karşı külli mükâfatlar, yüksek dereceler ve çok sevaplar veren."

'Eğer ALLAH'a güzel bir borç verecek olursanız, onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar. ALLAH Şekûr'dur, Halîm'dir."
[Teğâbün: 64/17.]

Bir âyet-i kerîme:

"And olsun ki, şükrederseniz elbette size daha fazla veririm. Ve eğernankörlük ederseniz, haberiniz olsun ki azabım çok şiddetlidir."[İbrahim: 14/7.]

Şükretmek ALLAH'ın sonsuz nimet ve ihsanlarının kıymetini bilmek demektir ve küfranın zıddıdır.

Cenâb-ı Hak, bu insanlık görevini yerine getiren mü'min kullarına kat kat mükâfat vereceğini bu âyet-i kerîmeyle müjde veriyor.

Nur Külliyatında, "fıtrat-ı beşeriyede cemâle karşı bir muhabbet vekemâle karşı perestiş etmek ve ihsana karşı sevmek vardır" buyrularak,şükretmenin insanın yaratılışında mevcut olduğu ders verilir.

Bu dünyada bir çekirdeğe karşılık bir ağaç ihsan eden ALLAH, dünyadayapılan ibadet ve şükürlere öyle mükâfatlar verecektir ki, ALLAHResulünün (a.s.m.) ifadesiyle, "Ne gözler görmüş, ne kulaklar işitmişne de insanın kalbine, hatırına gelmiştir."

Şekûr isminin Cennetteki tecellisi işte böyle muhteşem, böyle harika ve böyle azim olacaktır.

Kula yakışan ve yaraşan, fırsatı çok iyi değerlendirip şu kısa dünyahayatını şükür ve ibadetle geçirmek, böylece ebedî saadete mazharolmaktır.

Bu isimden nasiplenen bir kul, insanlardan gördüğü iyiliklere karşı dateşekkürle mukabele eder. Nankörlükten ve nimeti küçümsemekten sakınır.

Nitekim, ALLAH Resulü (a.s.m.) "İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a şükretmez" buyurmuşlardır.

seydanur 10 Kasım 2008 13:34

Cvp: Esma-ül Hüsna
 
Esma-ül Hüsna

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
EL-ALİYY

"Kemâl derecelerinin en yücesinde bulunan."

“ALLAH bir insanla ancak bir vahy yoluyla ya da perde arkasından konuşur
veya bir elçi gönderir de izniyle ona dilediğini vahyeder.

Gerçekten O, Aliyy'dir, Hakîm'dir." [Şûra: 42/51.]

ALLAH'ın varlığı vaciptir. Yani varlığı zâtındandır, yokluğu muhaldir.Bu ulvî mertebe sadece Aliyy olan ALLAH'a mahsustur. O'ndan gayrı nevarsa, hepsi mümkindirler yani bunların olup olmamaları eşittir; hepsimahlukturlar, fanidirler, acizdirler. Bu varlıkların varlıkmertebeleri, Vacib'in âlî mertebesi yanında çok aşağı ve süflî kalır.

ALLAH'ın bütün sıfatları mutlaktır, kayıt altına alınamazlar. Ve yinebütün sıfatları sonsuzdur; onların tecellileri için bir sondüşünülemez.

İşte bu âlî mertebe de ALLAH'a mahsustur.

Mahlukatın ise, evvelleri olduğu gibi sonları da vardır. Öncesi vesonrası olan bu varlıkların sıfatları da sınırlı ve kayıtlıdır, işte busınırlı ve kayıtlı sıfatlar, sonsuz ve mutlak sıfatlar yanında çoksüfli ve çok aşağı kalırlar.

Aliyy ismi bize bu gibi dersleri verir; sonsuz ve mutlak kemâlin ancak ALLAH'a ait olduğunu bildirir.

"O'nun kürsisi, bütün gökleri ve yeri kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O Aliyy'dir, Azîm'dir."
[Bakara: 2/255.]

Bir mü'min, ALLAH'ın sıfatlarının ulviyeti hakkındaki marifette nekadar inkişaf ederse, Aliyy isminden o kadar fazla feyiz alır.

Kul, böylece manen terakki etmekle ulvî dereceler kazanır ve bu isme daha parlak bir ayna olur.

Ve yine, bir kul süflî, bayağı ve aşağı şeylerden uzak kaldığı ölçüde yükselir ve bu isimden alacağı feyiz de o nisbette artar.

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
EL-KEBÎR


"Büyüklükte kendisinden daha üstünü düşünülemeyen."

"Celâli ve sânı pek yüce."

'O, gaybı da, müşahede edileni de bilendir, Kebîr'dir, Müteâl'dir." [Ra'd: 13/ 9.]

Kebîr ismi, "ALLAH'ın zâtının kemâline delalet eder" denilmiştir.Büyüklük, kemâl ile yakından ilgilidir. İlmi kemâle ermiş kimselere'büyük insan' deriz. Keza, irfan, ahlâk, takva ve salahatta üstün olaninsanlar da büyüktürler.

Bunlardan söz ederken, 'ilmi büyük' yahut 'irfanı büyük' demez, sadece'büyük' demekle yetiniriz. Böylece, büyüklüğü sıfatlara değil, doğrudanzâta vermiş oluruz.

ALLAH'ın bütün sıfatlarının, isimlerinin ve fiillerinin sonsuzluğu ALLAH'ın zâtının büyüklüğünü gösterirler.
[Prof. Dr. Alaaddin Başar, Esmâ-i Hüsna ALLAH'ın Güzel İsimleri, Zafer Yayınları, İstanbul, 2001: 100.]

Azîm, Kebîr Ve Aliyy İsimleri Arasındaki Fark:

Azîm, Kebîr ve Aliyy isimleri arasındaki ince farkı bir derece anlamakiçin bunların karşılığı olarak kullanılan 'yüce, büyük ve yüksek'kelimelerine bakmak gerekir. Bu kelimeler, o isimlerin mânâlarını tamifade etmeseler de, aralarındaki fark hususunda bize bir fikirverebilirler. Yani, bu üç kelime aynı mânâya gelmedikleri gibi, buisimler de aynı değildirler.

Bir de bu isimlerin zıtlarına baktığımızda, 'azîm' kelimesinin zıddıhakir, 'kebîr'in zıddı küçük, 'âlî'nin zıddı aşağı veya alçaktır.

Bilindiği gibi, Güneş'le Dünya arasındaki mesafe, yaklaşık yüz ellimilyon kilometredir ve ışık, bu uzun mesafeyi sekiz dakikada kat ettiğihalde, ışığı hâlâ dünyaya ulaşmamış yıldızlar vardır.

Bu bilginin ışığında, 'azamet, kibriya ve ulviyet' mefhumları arasındaki farka bir derece bakmaya çalışalım.

Semanın bu uçsuz bucaksız genişliğini ve yüksekliğini gözlerin ihatadanve akılların idrakten aciz kalması noktasında, sema azimdir.

Semanın büyüklüğü yanında yeryüzündeki bütün büyük cisimlerin küçük kalması yönüyle, sema kebîrdir.

Semanın yüksekliği yanında yeryüzündeki bütün yüksekliklerin süflî kalacağı cihetiyle de sema âlîdir.

Bu misal, maddeden münezzeh olan ALLAH'ın azamet, ulviyet vekibriyasını anlamakta, elbette tam bir ölçü olamaz. Zira, hiçbircihetle mahlukuna benzemeyen ALLAH'ın büyüklüğü, azameti ve ulviyeti dekendine hastır ve bunların bîr benzeri düşünülemez. Ancak, bu misal ilesözkonusu isimlerin aynı olmadıkları, bir derece anlaşılabilirse maksathasıl olmuş demektir.

Azamet, ulviyet ve kibriya, bütün sıfatlar için olduğu gibi bütün şuunât, fiiller ve isimler için de sözkonusudur.

Sadece bir misal olarak merhamet üzerinde duralım:

Nur Müellifi, "bütün validelerin şefkatleri rahmet-i ilâhiyenin bir lem'asıdır" buyurur.

Merhametli olmak bîr üstünlüktür ve bu sıfatın kemâli ancak Kebîr olan ALLAH'a mahsustur.

ALLAH'ın o azim rahmetinin genişliğini ve şümulünü akıllar idrak edemezler.

Ve ALLAH'ın mahlukatna ettiği merhamet, bütün merhametlerden çok daha âlîdir, yüksektir.
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

EL-HAFİZ

"Koruyan, muhafaza eden."

"Varlıkları, kaderle tayin edilmiş bir ecele kadar, zevale uğramaktan koruyan."

"...Hem Rabbim sizin yerinize başka bîr kavmi geçirir de siz O'nahiçbir şeyle zarar veremezsiniz. Doğrusu benim Rabbim, her şeyigözetleyip koruyandır, Hafîz'dir." [Hûd: 11/57.]

Hafiz: "Bütün varlık âleminin plan ve programını nur-u MUHAMMEDi'de saklayan."

"Bir ağacın bütün özelliklerini çekirdeğinde derceden." "Birçok canlıtürünün planlarını yumurtalarında, birçoklarını da spermalarındamuhafaza eden."

"İnsanın bütün amellerini onun hafızasında kaydeden." "Hafaza meleklerine insanın bütün iyi ve kötü işlerini kaydettiren."

"İnsan-ı ekber denilen kâinattaki her şeyi ve her hadiseyi levh-i mahfuzda yazan."

Bütün bu saydıklarımız, hafîziyetin yani hıfz edip korumanın en çok kullanılan mânâlarıdır.

Hıfzın diğer bir mânâsı da, "hayata düşman olan unsurları dizginleyip, belli bir ecele kadar yaşama fırsatı tanıyan" demektir.

Bu hıfz ve muhafaza olmasaydı, ormanlarda vahşi hayvanlardan başkasınınyaşamaması gerekirdi. Ama gerçek hiç de öyle değil. Aslanlara,parslara, kaplanlara rağmen, tavşanından tilkisine, ceylanındankeçisine kadar nice hayvan türleri aynı mekân içinde hayatlarınısürdürürler.

Bu hal bir hıfzedicinin varlığını, bütün akıllara net biçimde gösterir.

Bu isimden kulun alacağı en önemli ders, bir muhasebe gününe doğru hergün bir adım daha attığını düşünerek, günahlardan, haramlardan vehatalardan uzak kalmasıdır. Bedenini zararlı maddelerden koruduğu gibi,ruhunu, kalbini ve aklını da şeytanın ve şeytan vazifesi gören dessasinsanların şerrinden korumasıdır.

Emekdar Üye 10 Kasım 2008 20:33

Cvp: Esma-ül Hüsna
 
Resimlerle harika olmuş :)
Ellerine sağlık canım + Rep..

seydanur 17 Kasım 2008 11:54

Cvp: Esma-ül Hüsna
 
Esma-ül Hüsna

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

EL-MUKİT

"Her şeyi lâyıkıyla bilip gözeten ve her şeye kudreti yeten.”

"Azıkları yaratıp bedenlere gönderen." [Gazâlî.]

Mukît, ilim ve kudrete birlikte delalet eden bir ilâhî isimdir. Hermuhtacın neye muhtaç olduğunu bilmek ilim ile olur. Bu ihtiyacı yerinegetirmek ise kudret gerektirir. Buna göre, bir mahlukun ihtiyacınıngözetilmesi ve yerine getirilmesiyle Mukît ismi tecelli eder.

İhtiyaçlar maddî olabileceği gibi manevî de olabilirler. Cahiliyedevrinde insanların en büyük ihtiyacı, 'tevhid inancıydı'. Bundanmahrumiyet, onları putlara tapacak kadar perişan etmişti. Cenâb-ı Hak,o kavme en son ve en büyük elçisini göndermek suretiyle, onların buihtiyacına en güzel şekilde cevap verdi.

Mukît'in bir başka mânâsı da, "Her muhtaca ihtiyacı kadar rızık veren"şeklindedir. Bu isim, kut ve gıda vermek demek olan 'ikâte' fiilindengelmektedir. Bir canlının yeme, içme, görme, işitme, yürüme gibi hertürlü ihtiyacı Rahman ve Rezzak olan ALLAH tarafından karşılanıyor.

Her canlıya, kendisine yetecek kadar rızık vermek 'ikâte' fiiliylegerçekleştiriliyor ve bu ilâhî ihsanda Mukît ismi tecelli ediyor.
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

EL-HASİB

"Kulların yaptıklarını muhasebeye tâbi tutan."

"Amellerin karşılığını verme hususunda kâfi olan."

“Onlar (peygamberler) ALLAH'ın gönderdiklerini tebliğ edenler, O'ndankorkanlar ve ALLAH'tan başka hiç kimseden korkmayanlardır. Hasîb olarakALLAH yeter." [Ahzâb: 33/39.]

Bu ism-i şerif 'Alîm, Habîr ve Hafız' isimleriyle yakından ilgilidir.İnsanı yaratan ALLAH, elbette onun her şeyini, her fikrini, herinancını, her niyetini yakînen bilir. ALLAH'ın bildiği, haberdar olduğuve hıfzettiği bu gibi hal ve hareketlerden, insanın cüz'î iradesinebırakılan ve hakkında emir ve yasak bulunanlar, ahirette Hasîb isminintecellisiyle, muhasebeye konu olacaklar ve insan, bütün bunlardanhesaba çekilecektir.

Hesap sormak, 'bilmekten, haberdar olmaktan ve hıfzetmekten' farklıdır.Bundan dolayı, Hasîb ismi, Alîm, Habîr ve Hafız isimlerinden ayrıdır vemüstakil bir isimdir.

Nur Külliyatından bir ikaz cümlesi:

"İnsan bu keramete, bu şerefe nail olduğu halde, kendisini başıboş vegayr-ı mes'ul zannetmesin.Onun da divan-ı muhasebatta pek karışıkhesabları vardır. Ondan kurtulduktan sonra, müstehak olduğu yeregidecektir." [Mesnevi-i Nuriye.]

Hasîb isminin bir başka mânâsı da 'kâfi gelen, yeten' şeklindedir.

"HasbiyALLAHu lâ ilahe illa hu," yani "ALLAH bana yeter, O'ndan başka ilâh yoktur." [Tövbe: 9/129.]

âyet-i kerimesi, Hasîb isminin insan kalbindeki kâmil tecellisini bizehaber vermektedir. "ALLAH bana yeter" cümlesi bir hükümdür, "O'ndanbaşka ilâh yoktur" cümlesi ise bu hükmün delilidir.

Bütün mü'minler, 'HasbünALLAH' yani 'ALLAH bize yeter' derler. ÇünküO'nu, "herşeyin dizgini elinde, herşeyin hazinesi yanında, herşeyinyanında nazır, her mekânda hazır, mekândan münezzeh, aczden müberra,kusurdan mukaddes, nakstan mualla bir Kadîr-i Zülcelâl, bir Rahîm-iZülcemâl, bir Hakîm-i Zülkemâl" (Nur Külliyatından, Sözler) olaraktanırlar ve böylece iman ederler.

Kulun bu isimden alacağı ders, ölümle birlikte hesap dönemininbaşlayacağını, kabir âleminde sorguya çekileceğini, kıyamet ve haşirsafhalarından sonra her amelinden en ince teferruatına kadar hesapvereceğini bilmesi ve ömrünü ona göre tanzim etmesidir. Bu kısa dünyadönemine aklanmaması, ana rahminde olduğu gibi kabir âleminde ve dahasonrasında kimseden bir yardım görmeyip, ancak ALLAH'a sığınacağınıbilerek, bu dünya hayatında da "ALLAH bana kâfidir" deyip, teslim vetevekkül dairesinde yaşamaya çalışmasıdır.

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

EL-CELİL

"Sıfatları sonsuz kemâlde bulunan."

“Mâlikiyet, hâkimiyet, kudret, azamet gibi bütün celâl sıfatlarına sahip olan."

"Heybeti, akılları dehşette bırakan."

"Celîl ismi, Azîm ismine yakın bir mânâ taşır. Aralarındaki ince farkı İmam Gazâlî Hazretleri şöyle ifade eder:

"Celîl ismi sıfatların kemâline delalet eder. Azîm ismi ise, hem zâtın hem de sıfatların kemâline birlikte delalet eder."

Nur Külliyatından bir hakikat dersi:

"İsm-i Celâl, alelekser nevilerde, külliyatta tecelli eder. İsm-i Cemâlise mevcudatın cüz'iyatına tecelli eder... Ve keza celâl, vâhidiyetintecellisinden, cemâl dahi ehadiyetin tecellisinden zahir olur."[Mesnevî-i Nuriye.]

Bir çiçeğe baktığımızda ondaki güzelliğe, ince sanata, renklerindekiahenge hayran kalırız. Bu güzellik ALLAH'ın Cemîl isminin birteceilisidir. Bütün çiçeklere birden nazar edebilsek, bu hayranlığımızhayrete dönüşür. Bu kadar çiçeği ayrı ayrı süslemek, aralarında hoş birahenk kurmak azim bir tasarruftur, harika bir icraattır. İşte buazamet, haşmet ve büyüklük mânâları, Celîl isminin tecellisiyledir.

Bîr kuşun, bulduğu bir taneyi zevkle ve heyecanla yemesinde, Rezzakisminin bîr tecellisini seyrederiz. Bir milyonu aşkın canlı türünün,rakamlara sığmayacak kadar çok fertlerinin birlikte rızıklanmalarınıdüşündüğümüzde, karşımızda bir celâl tablosunu buluruz. Ve o muhteşemziyafette Celîl isminin bir tecellisini okuruz.

Yıldızlar âlemini ve büyük denizleri seyrettiğimizde de nazarımızaöncelikle celâl tecellisi çarpar. Bu haşmetli tablolarda Celîl isminiokuruz. Ancak, bunların gözler kamaştıran bir güzellikleri de vardır.Her iki tabloda da celâl içinde bir cemâl tecellîsiyle karşılaşırız.Nur Müellifi bu hakikati, 'celâlin gözünde cemâl' şeklinde ifadebuyurur.

Kısacası, her biri sonsuz kemâlde bulunan ilâhi isimlerin, bütünmahrukatı kaplayan o muhteşem tasarruflarının her biri, vahidiyetintecellisiyledir ve Celîl ismini bir başka pencereden bize gösterirdururlar. Bir tecellide, ALLAH'ın 'celîl hâlikîyetini,' bir başkasında'celîl hâkimiyetini' bîr diğerinde ise 'celîl mâlikiyetini...' müşahedeederiz.

Hâlıkiyet, mâlikiyet ve hâkimiyetin, bütün varlık âlemini ihataetmeleri ve hükümleri altına almaları, vahidiyet tecellîleridir veCelîl ismini fikir ehline okutturur, ders verirler.

Kulun bu isimden alacağı ders:

İnsan, kendi varlığını sonsuz varlıklardan bir nokta, simasını sonsuzsimalardan bir sima, sofrasını sonsuz sofralardan bir sofra... olarakgörüp, ilâhî isimlerin o celîl tecellileri karşısında hayretle secdeetmeli, haddini bilmeli ve isyandan sakınmalıdır.

seydanur 17 Kasım 2008 11:56

Cvp: Esma-ül Hüsna
 
Esma-ül Hüsna

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

EL-KERİM

"Keremi ve bağışı bol olan."

"Cömertliği daimî olan."

“Bir karşılık gözetmeden inayetiyle ihsan eden”.

“Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlükederse, gerçekten benim Rabbim Gani'dir (hiçbir şeye ihtiyacıolmayandır), Kerîm'dir." [Nem: 27/40.]

ALLAH'ın bütün varlıklara, özellikle canlılara yaptığı sonsuz ihsan veikramlar herkesin malûmudur. Hava nimetinden, bütün canlılarıfaydalandıran ALLAH, bu yardımlarını ve bağışlarını karşılıksız olarakyapmakta, böylece sonsuz keremimin sayısız örneklerini sergilemektedir.

Bu isim, insanlar için kullanıldığında, 'şerefli, itibarlı, cömert'gibi mânâlara gelir. Şu var ki, insanlar çoğu zaman yardımlarınıkarşılıksız yapmaz, maddî veya manevî bir ücret beklerler.

Halbuki, kerîm olan zât, yaptığı yardıma, karşılık beklemez. Birfakirin karnını doyurduktan sonra, ondan iş talebinde bulunan insana'kerîm' denmez.

Bir ömür boyu, nefislerinin tatminiyle uğraşan ve şahsî menfaat peşindedurmadan koşan kimseler, Kerîm isminin feyzinden nasipsizdirler;insanlar arasında makbul sayılmadıkları gibi ALLAH katında dadeğersizdirler.

Cömertlikle ilgili şu hadis-i şerif bu noktada çok ibretlidir:

"Cömert, ALLAH'a yakın. Cennete yakın, insanlara yakın. Cehennemden uzaktır."
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

ER-RAKÎB

“Kullarının her şeylerini gözeten, müşahedesi altında tutan”.

"Her şey, ilmi, nazarı ve murakabesi altında bulunan."

"Şüphesiz ALLAH, sizin üzerinizde Rakîb'dir." [Nisa: 4/1.]

Bu ilâhî isim, Alîm, Basîr ve Şehîd isimleriyle yakından ilgilidir. Herşeyi gören, bilen ve her hadisenin şahidi olan ALLAH, elbette bütünvarlıkları ve bilhassa insanları daimî bir murakabe altında bulundurur.Bilhassa insanları diyoruz, çünkü insan, kendisine cüz'î iradeverilmesi sebebiyle ihtiyarî fiillerde serbest bırakıldığından, bumurakabe en ileri mânâda onda merkezleşir.

Bu ismi düşünen bir kul, kendi nefsini daima gözetler, kontrol eder.Onu başıboş bırakmamaya, günah ve isyan sahasına sokmamaya çalışır.

Kendisini, ALLAH Resulünün (a.s.m.)ifadesiyle, bir çoban olarak bilirve güttüklerinden sorumlu olduğunu idrak ederek, nefsini, ailefertlerini ve sorumluluk sahasına giren herkesi ve her şeyi murakabealtında tutmaya çalışır.

Duygularını, haramdan ve şüpheli şeylerden korur.

Gözünü harama yönlendirmez, kulağına her şeyin girmesine izin vermez.

Aklını gereksiz ve zararlı şeylere yormaz.

Kalbini de murakabe altında tutar; imanına zarar verecek, itikadına ters düşecek düşünce ve meyillerden hassasiyetle sakınır.

Sevgi ve korkusunun sadece ALLAH için olmasına azami dikkat eder.
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

EL-MUCÎB

"Dua ve isteklere cevap veren."

"Rabbiniz buyurdu: Bana dua edin. Size cevap vereyim." [Mü'min: 40/60.]

Dua, 'istemek, talep etmek' demektir. Dua denilince, aklımıza,öncelikle, el açıp yalvarmak gelir. Bu, duanın sadece bir şeklidir ve'kavli dua' olarak adlandırılır.

Nur Külliyatında, "istidad lisanıyla bütün tohumlar tarafından veihtiyac-ı fıtrî lisanıyla bütün hayvanlar tarafından ve lisan-ıızdırari ile bütün muztarlar tarafından edilen dualarınmakbulîyeti"nden söz edilir.

Bu ifadeden, duanın diğer üç çeşidini de öğrenmiş bulunuyoruz: 'İstidatlisanıyla dua', 'fıtrî ihtiyaç lisanıyla dua' ve 'ızdırar lisanıyladua.'

Bütün çekirdekler, tohumlar, yumurtalar, nutfeler istidat lisanıyla duaederek, bu istidatlarının kuvveden fiile çıkmasını talep ederler.Yeryüzünde sergilenen bütün hayvan ve bitki türleri, bu dualara cevapverildiğini ilan eder ve Mucîb isminden birer tecelli taşırlar.

Fıtrî ihtiyaçlarla yapılan dualara iki misal:

Göz, görme fıtratındadır, yani yaratılışında görme vardır ve görmekiçin de ışığa muhtaçtır. Keza mide, hazmetme fıtratındadır ve rızkaihtiyacı vardır. İşte bu dualara da cevap verilmiş ve güneş bir ışıkkaynağı yapılırken, yeryüzü de azıklarla doldurulmuştur.

Izdırar lisanıyla yapılan dua ise çaresizlik içinde kıvranan, tutunacakhiçbir dalı kalmayan ruhların halis bir iltica ile ALLAH'tan medetdilemeleridir. Bunun en çarpıcı misali, Yunus aleyhisselâmın balığınkarnında yaptığı duadır ve bu dua hemen kabul edilmiştir.

İşte bütün bu dualara, ALLAH cevap verir. Hakiki Mucîb ancak O'dur.

Dil, kalbin tercümanıdır. Kalpteki bir istek, henüz kelimeleredökülmeden, bir arzu, bir iştiyak yahut bir ızdırap halinde ikenALLAH'ın malûmudur

Nur Külliyatında duaya cevap vermekle, duanın kabulünün farklı şeyler olduğu enfes bir misalle şöyle açıklanır:

"Cevab vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Her dua için cevab vermekvar; fakat kabul etmek, hem ayn-ı matlubu vermek Cenâb-ı Hakk'ınhikmetine tâbidir. Meselâ: Hasta bir çocuk çağırır: 'Ya Hekim! Banabak.' Hekim: 'Lebbeyk' der.. 'Ne istersin?' cevab verir. Çocuk: 'Şuilâcı ver bana' der. Hekim ise; ya aynen istediğini verir, yahut onunmaslahatına binaen ondan daha iyisini verir, yahut hastalığına zararolduğunu bilir, hiç vermez. İşte Cenâb-ı Hak, Hakîm-i Mutlak hâzır,nazır olduğu için, abdin duasına cevab verir. Vahşet ve kimsesizlikdehşetini, huzuruyla ve cevabıyla ünsiyete çevirir. Fakat insanınhevaperestane ve heveskârane tahakkümüyle değil, belki hikmet-iRabbaniyenin iktizasıyla ya matlubunu veya daha evlâsını verir veya hiçvermez." [Sözler.]

Bu isimden kulun alacağı ders, herşey için ve daima ALLAH'a muhtaçolduğunu hatırdan çıkarmayarak, ihtiyaçları için ancak O'nun kapısınıçalmak, O'ndan medet dilemektir.

Ayrıca, "veren el, alan elden hayırlıdır" hadis-i şerifini de düşünüp, kendisinden isteyenlere vermeye çalışmaktır.

seydanur 17 Kasım 2008 12:01

Cvp: Esma-ül Hüsna
 
Esma-ül Hüsna

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]


EL-VÂSİ'

"Bütün sıfatları sonsuz ve sınırsız olan."

"Geniş rahmetiyle bütün varlıkları kuşatan."

“Sınırsız ilmi, olmuş ve olacak her şeyi içine alan."

“Bu, ALLAH'ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. ALLAH, Vasi'dir, Alîm'dır." [Mâide: 5/54.]

Bu ilâhî isim, mânâca, Muhît ismine yakın görünürse de, Vâsi' ismiçoğunlukla ALLAH'ın zâtı ve sıfatları için, Muhît ismi ise fiilleriiçin kullanılır. Meselâ, "ALLAH, o Vâsi' merhametiyle bütün mahlukatıMuhit'tir (kuşatmış, ihata etmiştir)" dediğimizde her iki ismi birliktekullanmış oluruz. Ve aralarındaki farkı bir derece hissederiz.

ALLAH'ın merhameti vâsi'dir. Mahlukat yaratılmadan önce de bu böyleidi, yine böyledir. Mahlukatı yarattığında O'nun o vâsi' merhameti hermuhtacı kuşatmış, içine almıştır.

İlâhî ilim, kudret ve sair sıfatlar için de benzer şeyler söylenebilir.

Buna göre, Muhît ismi, fiilî bir isimdir, ihata etme fiiline dayanır. Vasi' ise ALLAH'ın zâtına ve sıfatlarına bakar.

Bütün sema tabakalarını ve arzı kaplayan Kürsî, ALLAH'ın Vâsi' isminin en büyük bir tecelligahıdır.

"O'nun Kürsi si, bütün gökleri ve yeri kuşatmıştır."
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

EL-HAKÎM

"Hüküm ve hikmet sahibi."

"Her şeyi olduğu gibi bilen."

"Gerekeni en güzel ve en faydalı şekilde yapan."

“En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Azîz'dir, Hakîm'dir."
[Haşr: 59/24.]

Şu görünen varlık âlemine, kitab-ı âlem denildiği gibi, ilâhî fermanınbir ismi de Kur'ân-ı Hakîm'dir. Kur'ân'ın bütün emir ve yasaklarınıninsanın faydasına olduğunun en açık bir delili, şu kâinat kitabınınilim ve hikmetle âdeta kaynaşmasıdır.

Herbir fen, bu âlem kitabındaki sonsuz hikmetlerin sadece bir yönünüaçıklamaya çalışır. Bitkilerden, hayvanlardan, denizlere, yer altına veyıldızlara kadar her âlem, ayrı bir ilim dalının konusu olmuş ve herbiri hakkında yüzlerce, binlerce kitap yazılmıştır. Âlemin bir küçükmisali olan insanın derisi, iç organları, kalbi, gözü, kulağı ayrıbirer ilim dalının inceleme konusudur.

Şu âlemde, her şeyin nice hikmetlerle dolu olduğunu gören insanoğlu,kendisini gayesiz, faydasız kabul edemez. Boş şeylerle uğraşıp ömrünüzayi edemez.

Ruhun hanesi olan beden, bu kadar hikmetli yapıldığına göre, o hanede tasarruf eden ruh nasıl hikmetsiz olabilir!?..

İnsan ruhunun ve kalbinin de hikmetli bir yol tutmaları, ancak Kur'ân-ı Hakîm'e uymalarıyla mümkündür.

Hakîm isminden gerekli dersi alan bir mü'min, her şeyi hikmetle yapanve insanın ruhunda ve bedeninde nice hikmet cilveleri sergileyenRabbinin hikmetine uygun hareket etmeye gayret gösterecek, faydalıişler yapacak, boş ve zararlı şeylerden sakınarak ahireti için azamîderecede sevap kazanmaya çalışacaktır.

Eşyada gizli ilâhî sırları ve gayeleri keşfetmek için çaba gösterecek,hikmetin 'faydalı ilim ve salih amel' tarifine uygun olarak, sadecegerçeği öğrenmekle kalmayacak, ilmini amelle destekleyerek Hakîm isminemazhariyetten nasibini alacaktır.

Böylece, "(ALLAH) hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona pek çok hayır verilmiştir"
[Bakara: 2/269.] âyet-i kerimesindeki müjdeden nasiplenmeye çalışacaktır.

seydanur 31 Aralık 2008 14:59

Cvp: Esma-ül Hüsna
 
Esma-ül Hüsna

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

EL-HAKEM


"Hükmeden, hakkı yerine getiren."

"Hükümlerinde zulüm bulunmayan."

"(De ki ALLAH'tan başka bir hakem mi arayayım? Oysa O, size Kitabı tafsilatlı olarak indirmiştir." [En'âm: 6/114.]

Bu ism-i şerif yâd edilirken, hayalimiz bizi mahşer meydanına götürür.O dehşetli meydana çıkış, ilâhî bir hükümle olduğu gibi, orada bellibir süre beklenmesi de yine ilâhî irade ve hüküm iledir.

Bu hükmün icra edilmesiyle, dünya tarlasının bütün mahsulleri bir arayatoplanır. İlâhî hâkimiyet karşısında herkesin aciz ve zelil kaldığı,olanca ağırlığıyla hissettirilir.

Bunu takiben mizan kurulur ve "hükmün ancak ALLAH'a ait olduğu" bütün haşmet ve azametiyle herkese gösterilir.

Daha sonra, yine ALLAH'ın hükmüyle, bir kısım insanlar doğrudan Cennetegiderler. Bir kısmı, günahları kadar yanmak üzere Cehennemegönderilirler. Bir başka gurubun ise ebedî olarak Cehennemdekalmalarına hükmedilir.

Elbette ki, bu ismin tecellisi sadece ahirete mahsus değildir. Budünyada da bütün varlıklar bu ismin tecellisine mazhardirlar. İnsanımisal alarak konuşalım: İnsanoğlunun dünyaya gelişi gibi ölümü de ilâhîhüküm iledir. Organlarının yerleri, şekilleri, büyüklükleri, vazifelerihep ilâhî hüküm ile tahakkuk etmiştir.

Diğer bütün varlıklar da, ALLAH'ın taktir ettiği özelliklere sahip olur ve O'nun hükmü altında vazife görürler.

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
EL-ADL

"Bütün icraatları hak ve adalet üzere olan.”

"Her hak sahibine hakkını veren ve haksızları cezalandıran."

“Ey iman edenler, âdil şahidler olarak, ALLAH için, hakkı ayakta tutun.Bir topluluğa olan kininiz, sîzi adaletten alıkoymasın."
[Mâide: 5/8.]

ALLAH Adl'dir. Adaleti sonsuz kemâldedir ve onun ötesinde bir adalet düşünülemez.

Nur Külliyatında adalet iki temel esasa ayrılarak incelenir: İhkak-ı hak' ve 'zalimleri cezalandırmak.'

İhkak-ı hak, her hak sahibine hakkını en güzel şekilde vermek demektir.

ALLAH, ağacın dallarından, güneşin gezegenlerine, Cennetintabakalarından, Cehennemin menzillerine kadar her şeyi lâyık mevkiinekoymuştur.

Bunun bir küçük misalini de insanda sergilemiş, her organı yerli yerinekoymuş, vazife yapması için gerekli olan bütün şartları en güzelşekilde hazırlamış ve ihtiyaçlarını görmüştür.

İnsanın simasında, göz ile kulağı nasıl adaletle yerleştirmişşe,ruhunda da akıl ve hafızayı aynı adalet ölçüleriyle yaratmış ve herbirine uygun vazifeleri yüklemiştir.

Varlık âleminde adaletini en güzel şekilde gösteren ALLAH, kullarının amellerine de adalet üzere karşılık verecektir.

"Her kim zerre kadar hayır işlemişse onu görecektir. Her kim de zerre kadar şer işlemişse onu görecektir."
[Zilzâl: 99/7-8.]

Adalet denilince bunun zıddı olan zulüm hatıra gelir. Zulüm,'başkasının mülkünde, izni olmaksızın, tasarruf etmek demektir. ALLAHzulümden münezzehtir; çünkü bütün mülk âleminin tek sahibi veyaratıcısı O'dur.

Bütün esmâ-i hüsna gibi, Adi isminin de diğer isimlerlerle yakın ilgisi vardır. Bunu kısaca şöyle ifade edebiliriz:

Azîz, Cebbar, Celîl, Kahhâr, Kadîr, Muktedir, Muntakîm... olan ALLAH, adaleti en kâmil mânâda tatbik eder.

Rahman, Rahîm, Kerim, Latîf, Halîm, Gaffar... olan ALLAH, bir kulunu Cehenneme koyarsa, o kul bunu hak etmiş demektir.

Bir insanın Adl isminden feyiz alabilmesi için, öncelikle kendisineilâhî bir ihsan olarak verilen bütün organlarını, akıl, kalb, hayal,hafıza gibi manevî cihazlarını, sevgisini korkusunu ve daha nicehislerini yaratılış gayelerinde kullanması gerekir. Ancak o zaman, 'herşeyi yerli yerine koymak ve her hak sahibine hakkını vermekle' adaletetmiş ve zulümden kurtulmuş olur.

Aklını başkalarını aldatmaya ve onlara haksızlık etmeye yoran birinsan, öncelikle kendi aklına zulmetmiş olur. Çünkü, o akılla niceilimler tahsil edebilir ve faydalı işler yapabilirdi. Böylece, hemdünyasını hem de ahiretini mamur etmiş olurdu. Muhatabına zararvermekle ettiği zulüm ise ikinci derecede kalır. Çünkü, kendi aklınaverdiği zarara karşılık muhatabının, meselâ, malına zarar vermiş olur.

Yine, bir insanın âdil olabilmesi için, maddî imkânlarını da adaletüzere kullanması, israftan sakınması, fakirin hakkı olan zekâtıeksiksiz vermesi gerekir. Zekât vermeyen insan, hem kendi nefsine, hemde muhtaçlara zulmetmiş demektir.

Adaletin ikinci şubesine gelince, elinde hüküm ve infaz yetkisi bulunankimseler, 'zalimlere hak ettikleri cezayı vermek' ve bunu yaparken deaşırı giderek zulme girmemek suretiyle, Adl ismine mazhar olur ve buisimden ayrı bir feyiz alırlar.
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]


EL-LATÎF

"En ince ve gizli işleri, bütün incelikleriyle bilen ve onlara çok kolay nüfuz eden."

"Kullarına, sezilmez yollardan faydalar ulaştıran."

"Lütufla muamele eden."

“ALLAH, kullarına karşı lütuf sahibidir; dilediğini rızıklandırır. O, kuvvetlidir, Aziz'dir." [Şûra: 42/19.]

Latîf, kelime manâsıyla, 'katı olmayan, ince, hoş ve yumuşak' mânâsınagelir. Latîf, kelimesinin, hem 'lütuf ve yardım'la, hem de letafetleyani 'kesif ve katı olmamakla ilgisi vardır.

Bir ismi de Nur olan ALLAH'ın bütün sıfatları latiftir; zâtı da, sıfatları da maddeden münezzehtir.

Şu âyet-i kerîme Latîf isminin bu mânâsını bize ders verir:

"Gözler O'nu göremez, O bütün gözleri görür. O Latiftir, Habîr'dir." [En'am: 6/103.]

"ALLAH kullarına latiftir, dilediğini nzıklandırır." [Şura: 42/19.]âyetinde Latîf, 'son derece lütufkâr olan, kullarına ince ve sezilmezyollardan ihsanlarda bulunan' mânâsındadir.

"Yaratan bilmez olur mu? O, Latîf'tir, Habîr'dir." [Mülk: 67/14.]âyetinde ise Latîf, "en ince şeyleri kolaylıkla bilen" mânâsınagelmektedir.

Varlık âleminde latîf varlıklar, maddî ve kesif eşyadan kat katfazladır. İnsan ruhu ve ona bağlı ince hissiyatlar buna misalverilebilir. Midenin bir gıdayı hazmetmesiyle, aklin bir mânâyıkavraması ve" anlaması birbirinden ne kadar farklıdır! Akıldaki bu incefaaliyet Latîf olan ALLAH'ın büyük bir ihsanıdır.

Yavrusunu kucağına alıp emziren bir annenin, kolları bebeği sardığıgibi, latîf şefkati de aynı şekilde yavrusunu her yönden kuşatır. Bu,ALLAH'ın hem o anneye, hem de yavrusuna büyük bir lütfudur.

Letafet denilince, aklımıza hemen yumuşaklık gelir. Bir insan,başkalarına karşı ne kadar yumuşak davranır ve ne kadar lütufkâr olursaLatîf isminin feyzinden o kadar fazla nasip almış demektir.
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]


EL-HABİR

"Eşyanın hakikatlerini ve gizliliklerini bilen."

"Batınî haberler kendisinden saklanamayan."

"Ey iman edenler, ALLAH'tan korkun. Herkes yarın için neyi takdimettiğine baksın. ALLAH'tan korkun. Hiç şüphesiz ALLAH, yaptıklarınızdanhaberdardır." [Haşr: 59/18.]

Alîm ismiyle Habîr isminin mânâları birbirine çok yakındır. Şu var ki, Alîm ismi daha umumîdir.

Habîr denilince, haberdar olan, ilminden bir şey saklanamayan mânâsıhatıra gelir. Yani Alîm ismi, 'gîzli-aşikâr her şeyi bilen' mânâsınıifade ederken, Habîr ismi biraz daha hususiyet arz eder ve bize göregizli olan şeylerin O Habîr için aşikâr olduğunu ders verir. Hiçbirhadise ve hatıranın, hiçbir düşünce ve -niyetin ALLAH'tan
gizlenemeyeceğini ifade eder.

ALLAH'ın Habîr olduğunu bilen bir mü'min, O'nun razı olmayacağı hertürlü söz, fiil ve halden uzak kalmaya çalışır. Kendi iç âleminde olupbitenlerden hiçbirinin, Latîf ve Habîr olan ALLAH'tan gizlikalamayacağını düşünür. Kalbini yanlış inançlardan, aklını bâtıldüşüncelerden, hayalini faydasız meşguliyetlerden korumaya gayret eder.

İmam Gazâlî Hazretleri insanın, 'kendi ruh dünyasında cereyan eden vebaşkalarının bilemediği şeyleri vicdanen bilmesi’ cihetiyle, bu ismemazhar olduğunu söyler.
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

EL-HALİM

"Cezalandırmaya gücü yettiği halde, hemen ceza vermeyen."

"Kullarının isyanlarına karşı, hemen öfkeye kapılmayan."

“Şüphesiz ALLAH, Ğafur'dur, Halîm'dir." [Âl-i İmran: 3/155.]

Hikmet dünyası olan bu âlemde, eşyayı yaratmakta'acele etmeyen,mahlukatı safha safha yaratan ALLAH, bu imtihan dünyasında küfür veisyanlara da hemen ceza vermez. Kudreti yettiği halde, bu cezayı tehireder. Kullara böylece tövbe kapısını açar ve onlara pişmanlık fırsatıverir.

Bu isimden kulun alacağı ders, işlediği günahlardan tövbe etmesi. Halimismi gereği, cezasının tehir edilmesini bir fırsat bilip, ALLAHResulünün(a.s.m.)tavsiyelerine uyarak, o günahlara kefaret olmak üzeregüzel ameller işlemesidir. Bir de, ALLAH'ın Halim ve Gafur olduğunuhatırlatarak onu isyana teşvik eden nefsine, Alîm, Raklb, Hasîb veMuntakim isimlerini hatırlatması ve böylece o nefsi yanlış yolagirmekten men etmesidir.

seydanur 31 Aralık 2008 15:02

Cvp: Esma-ül Hüsna
 
Esma-ül Hüsna

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
EL-AZİM


"Pek azametli."

"Hem zâtı hem de sıfatlan sonsuz kemâlde olan."

“Büyüklüğü akıl ve fehmin ihatasından münezzeh bulunan.”

"Göklerde ve yerde olanlar O'nundur. O, Aliyy'dir (yücedir), Azîm'dir." [Şürâ: 42/4.]

Azîm ismi, hem zâtın hem de sıfatların kemâline birlikte delalet eder. Azamette, heybet ve celâl mânâsı vardır.

Kur'ân'dan bir sûre okuduğumuzda bu tilavetimizi 'sadakALLAHü'1-Azîm'diye sona erdiririz; "Azîm olan ALLAH doğruyu ifade etti, hakikati dersverdi" deriz. Böylece Kur'ân'ın da azametini hatırlar, "bütün insanlarve cinler, toplansa bir tek sûresinin bile mislini getiremeyeceğini"düşünür, onun belagatındaki azamete hayran oluruz.

Azîm olan ALLAH'ın kelamı taklide müsaade etmez. Bu hakikat, kâinatkitabı için de geçerlidir. Onun da ne sûrelerini, ne cümlelerini, ne dekelimelerini beşer taklit edememiştir ve edemez de. Bir çiçekteki ilâhîsanatın azameti, herkesi aciz ve hakir bırakır; kimse onun taklidiniyapamaz.

Azîm ismini çok yâd ettiğimiz bir mevki de rükûdur. Rükûda, 'sübhanerabbiye'1-Azîm', yani 'beni en güzel şekilde terbiye eden Rabbim,Azîmdir, bütün noksan sıfatlardan münezzehtir' demekle, insanterbiyesindeki azameti hatırlamış oluruz.

Bu azamet karşısında eğilme ihtiyacı duyan bir ruh ve bu ihtiyaca cevap verecek şekilde yaratılmış bir beden...

İşte, ruhun ve bedenin böyle en güzel bir şekilde terbiye edilmeleri, ancak Azîm olan ALLAH'a mahsustur.

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]


EL-ĞAFÛR

"Affediciliği tam olan."

"Kulların kusurlarını melaike ve ruhanîlere karşı örten."

"Muhakkak ki, ALLAH bütün günahları bağışlar. O Gafur ve Rahim'dir." [Zümer: 39/53.]

Bir âyet-i kerimede, mealen şöyle buyrulmuştur:

"De ki: Ey nefislerinde israfa giren (haddi aşarak günah işlemeklenefislerine zulmeden) kullarım. ALLAH'ın rahmetinden ümit kesmeyiniz.Muhakkak ki, ALLAH bütün günahları bağışlar. O Gafur ve Rahîm'dir."[Zümer: 39/53.]

Âyette geçen 'nefis' kelimesi, 'zât' mânâsına gelir ve insana emanetolarak verilen bütün organları, duyguları, hissiyatı, akıl ve kalbiiçine alır.

Nur Külliyatında şöyle bir cümle geçer:

"En kıymetdar âletleri, en kıymetsiz şeylerde sarfedip nefsine zulmettin." [Sözler.]

Aklını yanlış fikirlerle meşgul eden, kalbine bâtıl sevgileriyerleştiren, gözüyle harama bakan, diliyle yalan söyleyen, kısacasıkendisine emanet verilen bütün o kıymetli aietleri ve duygulan, yanlışyolda kullanan insanlar 'nefislerinde israfa girmiş’ kullardırlar. Buâyet-i kerime ile, insanların böyle bir israftan sakınmaları gereğineişaret edilmiş ve şeytana uyarak böyle bîr hataya düşmeleri halinde deümitsizliğe kapılmayarak, ALLAH'ın mağfiretine sığınmaları dersverilmiştir.

Her ikisi de 'affedicilik' mânâsını ifade eden Gaffar ismiyle Gafurismi arasındaki ince farkı, İmam Gazâlî Hazretleri şöyle açıklar:

"Gaffar, tekrar tekrar affeden demektir. Gafur ise, affediciliği tamolup, afv ve mağfiretin en ileri derecesinde bulunan mânâsına gelir."

Bu iki isimden kulun alacağı nasip, iki maddede özetlenebilir:

İnsan nefis ve şeytana uyarak bir günah işlediğinde, derhal tövbeetmeli ve ümitsizliğe düşmemek için ALLAH'ın Gafur olduğunuhatırlamalıdır.

Kulun bu isimden alacağı diğer nasip ise, mü'minlerin hatalarını örtmesi, başkalarına anlatmaması ve onları bağışlamasıdır.

İnsan, kendi cüz'î izzetine karşı işlenen küçük hatalarıaffedebilmelidir ki, sonsuz izzet ve azamet sahibi olan ALLAH'a karşıişlediği isyanların affını dilemeye yüzü olabilsin.
"Bütün icraatları hak ve adalet üzere olan.”

"Her hak sahibine hakkını veren ve haksızları cezalandıran."

“Ey iman edenler, âdil şahidler olarak, ALLAH için, hakkı ayakta tutun.Bir topluluğa olan kininiz, sîzi adaletten alıkoymasın."
[Mâide: 5/8.]

ALLAH Adl'dir. Adaleti sonsuz kemâldedir ve onun ötesinde bir adalet düşünülemez.

Nur Külliyatında adalet iki temel esasa ayrılarak incelenir: İhkak-ı hak' ve 'zalimleri cezalandırmak.'

İhkak-ı hak, her hak sahibine hakkını en güzel şekilde vermek demektir.

ALLAH, ağacın dallarından, güneşin gezegenlerine, Cennetintabakalarından, Cehennemin menzillerine kadar her şeyi lâyık mevkiinekoymuştur.

Bunun bir küçük misalini de insanda sergilemiş, her organı yerli yerinekoymuş, vazife yapması için gerekli olan bütün şartları en güzelşekilde hazırlamış ve ihtiyaçlarını görmüştür.

İnsanın simasında, göz ile kulağı nasıl adaletle yerleştirmişşe,ruhunda da akıl ve hafızayı aynı adalet ölçüleriyle yaratmış ve herbirine uygun vazifeleri yüklemiştir.

Varlık âleminde adaletini en güzel şekilde gösteren ALLAH, kullarının amellerine de adalet üzere karşılık verecektir.

"Her kim zerre kadar hayır işlemişse onu görecektir. Her kim de zerre kadar şer işlemişse onu görecektir."
[Zilzâl: 99/7-8.]

Adalet denilince bunun zıddı olan zulüm hatıra gelir. Zulüm,'başkasının mülkünde, izni olmaksızın, tasarruf etmek demektir. ALLAHzulümden münezzehtir; çünkü bütün mülk âleminin tek sahibi veyaratıcısı O'dur.

Bütün esmâ-i hüsna gibi, Adi isminin de diğer isimlerlerle yakın ilgisi vardır. Bunu kısaca şöyle ifade edebiliriz:

Azîz, Cebbar, Celîl, Kahhâr, Kadîr, Muktedir, Muntakîm... olan ALLAH, adaleti en kâmil mânâda tatbik eder.

Rahman, Rahîm, Kerim, Latîf, Halîm, Gaffar... olan ALLAH, bir kulunu Cehenneme koyarsa, o kul bunu hak etmiş demektir.

Bir insanın Adl isminden feyiz alabilmesi için, öncelikle kendisineilâhî bir ihsan olarak verilen bütün organlarını, akıl, kalb, hayal,hafıza gibi manevî cihazlarını, sevgisini korkusunu ve daha nicehislerini yaratılış gayelerinde kullanması gerekir. Ancak o zaman, 'herşeyi yerli yerine koymak ve her hak sahibine hakkını vermekle' adaletetmiş ve zulümden kurtulmuş olur.

Aklını başkalarını aldatmaya ve onlara haksızlık etmeye yoran birinsan, öncelikle kendi aklına zulmetmiş olur. Çünkü, o akılla niceilimler tahsil edebilir ve faydalı işler yapabilirdi. Böylece, hemdünyasını hem de ahiretini mamur etmiş olurdu. Muhatabına zararvermekle ettiği zulüm ise ikinci derecede kalır. Çünkü, kendi aklınaverdiği zarara karşılık muhatabının, meselâ, malına zarar vermiş olur.

Yine, bir insanın âdil olabilmesi için, maddî imkânlarını da adaletüzere kullanması, israftan sakınması, fakirin hakkı olan zekâtıeksiksiz vermesi gerekir. Zekât vermeyen insan, hem kendi nefsine, hemde muhtaçlara zulmetmiş demektir.

Adaletin ikinci şubesine gelince, elinde hüküm ve infaz yetkisi bulunankimseler, 'zalimlere hak ettikleri cezayı vermek' ve bunu yaparken deaşırı giderek zulme girmemek suretiyle, Adl ismine mazhar olur ve buisimden ayrı bir feyiz alırlar.
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

EŞ-ŞEKÛR


“Kendisine yapılan şükre, çok ecirle mukabele eden.”

"Cüz'î ibadetlere karşı külli mükâfatlar, yüksek dereceler ve çok sevaplar veren."

'Eğer ALLAH'a güzel bir borç verecek olursanız, onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar. ALLAH Şekûr'dur, Halîm'dir."
[Teğâbün: 64/17.]

Bir âyet-i kerîme:

"And olsun ki, şükrederseniz elbette size daha fazla veririm. Ve eğernankörlük ederseniz, haberiniz olsun ki azabım çok şiddetlidir."[İbrahim: 14/7.]

Şükretmek ALLAH'ın sonsuz nimet ve ihsanlarının kıymetini bilmek demektir ve küfranın zıddıdır.

Cenâb-ı Hak, bu insanlık görevini yerine getiren mü'min kullarına kat kat mükâfat vereceğini bu âyet-i kerîmeyle müjde veriyor.

Nur Külliyatında, "fıtrat-ı beşeriyede cemâle karşı bir muhabbet vekemâle karşı perestiş etmek ve ihsana karşı sevmek vardır" buyrularak,şükretmenin insanın yaratılışında mevcut olduğu ders verilir.

Bu dünyada bir çekirdeğe karşılık bir ağaç ihsan eden ALLAH, dünyadayapılan ibadet ve şükürlere öyle mükâfatlar verecektir ki, ALLAHResulünün (a.s.m.) ifadesiyle, "Ne gözler görmüş, ne kulaklar işitmişne de insanın kalbine, hatırına gelmiştir."

Şekûr isminin Cennetteki tecellisi işte böyle muhteşem, böyle harika ve böyle azim olacaktır.

Kula yakışan ve yaraşan, fırsatı çok iyi değerlendirip şu kısa dünyahayatını şükür ve ibadetle geçirmek, böylece ebedî saadete mazharolmaktır.

Bu isimden nasiplenen bir kul, insanlardan gördüğü iyiliklere karşı dateşekkürle mukabele eder. Nankörlükten ve nimeti küçümsemekten sakınır.

Nitekim, ALLAH Resulü (a.s.m.) "İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a şükretmez" buyurmuşlardır.

seydanur 31 Aralık 2008 15:03

Cvp: Esma-ül Hüsna
 
Esma-ül Hüsna

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
EL-ALİYY

"Kemâl derecelerinin en yücesinde bulunan."

“ALLAH bir insanla ancak bir vahy yoluyla ya da perde arkasından konuşur
veya bir elçi gönderir de izniyle ona dilediğini vahyeder.

Gerçekten O, Aliyy'dir, Hakîm'dir." [Şûra: 42/51.]

ALLAH'ın varlığı vaciptir. Yani varlığı zâtındandır, yokluğu muhaldir.Bu ulvî mertebe sadece Aliyy olan ALLAH'a mahsustur. O'ndan gayrı nevarsa, hepsi mümkindirler yani bunların olup olmamaları eşittir; hepsimahlukturlar, fanidirler, acizdirler. Bu varlıkların varlıkmertebeleri, Vacib'in âlî mertebesi yanında çok aşağı ve süflî kalır.

ALLAH'ın bütün sıfatları mutlaktır, kayıt altına alınamazlar. Ve yinebütün sıfatları sonsuzdur; onların tecellileri için bir sondüşünülemez.

İşte bu âlî mertebe de ALLAH'a mahsustur.

Mahlukatın ise, evvelleri olduğu gibi sonları da vardır. Öncesi vesonrası olan bu varlıkların sıfatları da sınırlı ve kayıtlıdır, işte busınırlı ve kayıtlı sıfatlar, sonsuz ve mutlak sıfatlar yanında çoksüfli ve çok aşağı kalırlar.

Aliyy ismi bize bu gibi dersleri verir; sonsuz ve mutlak kemâlin ancak ALLAH'a ait olduğunu bildirir.

"O'nun kürsisi, bütün gökleri ve yeri kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O Aliyy'dir, Azîm'dir."
[Bakara: 2/255.]

Bir mü'min, ALLAH'ın sıfatlarının ulviyeti hakkındaki marifette nekadar inkişaf ederse, Aliyy isminden o kadar fazla feyiz alır.

Kul, böylece manen terakki etmekle ulvî dereceler kazanır ve bu isme daha parlak bir ayna olur.

Ve yine, bir kul süflî, bayağı ve aşağı şeylerden uzak kaldığı ölçüde yükselir ve bu isimden alacağı feyiz de o nisbette artar.

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
EL-KEBÎR


"Büyüklükte kendisinden daha üstünü düşünülemeyen."

"Celâli ve sânı pek yüce."

'O, gaybı da, müşahede edileni de bilendir, Kebîr'dir, Müteâl'dir." [Ra'd: 13/ 9.]

Kebîr ismi, "ALLAH'ın zâtının kemâline delalet eder" denilmiştir.Büyüklük, kemâl ile yakından ilgilidir. İlmi kemâle ermiş kimselere'büyük insan' deriz. Keza, irfan, ahlâk, takva ve salahatta üstün olaninsanlar da büyüktürler.

Bunlardan söz ederken, 'ilmi büyük' yahut 'irfanı büyük' demez, sadece'büyük' demekle yetiniriz. Böylece, büyüklüğü sıfatlara değil, doğrudanzâta vermiş oluruz.

ALLAH'ın bütün sıfatlarının, isimlerinin ve fiillerinin sonsuzluğu ALLAH'ın zâtının büyüklüğünü gösterirler.
[Prof. Dr. Alaaddin Başar, Esmâ-i Hüsna ALLAH'ın Güzel İsimleri, Zafer Yayınları, İstanbul, 2001: 100.]

Azîm, Kebîr Ve Aliyy İsimleri Arasındaki Fark:

Azîm, Kebîr ve Aliyy isimleri arasındaki ince farkı bir derece anlamakiçin bunların karşılığı olarak kullanılan 'yüce, büyük ve yüksek'kelimelerine bakmak gerekir. Bu kelimeler, o isimlerin mânâlarını tamifade etmeseler de, aralarındaki fark hususunda bize bir fikirverebilirler. Yani, bu üç kelime aynı mânâya gelmedikleri gibi, buisimler de aynı değildirler.

Bir de bu isimlerin zıtlarına baktığımızda, 'azîm' kelimesinin zıddıhakir, 'kebîr'in zıddı küçük, 'âlî'nin zıddı aşağı veya alçaktır.

Bilindiği gibi, Güneş'le Dünya arasındaki mesafe, yaklaşık yüz ellimilyon kilometredir ve ışık, bu uzun mesafeyi sekiz dakikada kat ettiğihalde, ışığı hâlâ dünyaya ulaşmamış yıldızlar vardır.

Bu bilginin ışığında, 'azamet, kibriya ve ulviyet' mefhumları arasındaki farka bir derece bakmaya çalışalım.

Semanın bu uçsuz bucaksız genişliğini ve yüksekliğini gözlerin ihatadanve akılların idrakten aciz kalması noktasında, sema azimdir.

Semanın büyüklüğü yanında yeryüzündeki bütün büyük cisimlerin küçük kalması yönüyle, sema kebîrdir.

Semanın yüksekliği yanında yeryüzündeki bütün yüksekliklerin süflî kalacağı cihetiyle de sema âlîdir.

Bu misal, maddeden münezzeh olan ALLAH'ın azamet, ulviyet vekibriyasını anlamakta, elbette tam bir ölçü olamaz. Zira, hiçbircihetle mahlukuna benzemeyen ALLAH'ın büyüklüğü, azameti ve ulviyeti dekendine hastır ve bunların bîr benzeri düşünülemez. Ancak, bu misal ilesözkonusu isimlerin aynı olmadıkları, bir derece anlaşılabilirse maksathasıl olmuş demektir.

Azamet, ulviyet ve kibriya, bütün sıfatlar için olduğu gibi bütün şuunât, fiiller ve isimler için de sözkonusudur.

Sadece bir misal olarak merhamet üzerinde duralım:

Nur Müellifi, "bütün validelerin şefkatleri rahmet-i ilâhiyenin bir lem'asıdır" buyurur.

Merhametli olmak bîr üstünlüktür ve bu sıfatın kemâli ancak Kebîr olan ALLAH'a mahsustur.

ALLAH'ın o azim rahmetinin genişliğini ve şümulünü akıllar idrak edemezler.

Ve ALLAH'ın mahlukatna ettiği merhamet, bütün merhametlerden çok daha âlîdir, yüksektir.
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

EL-HAFİZ

"Koruyan, muhafaza eden."

"Varlıkları, kaderle tayin edilmiş bir ecele kadar, zevale uğramaktan koruyan."

"...Hem Rabbim sizin yerinize başka bîr kavmi geçirir de siz O'nahiçbir şeyle zarar veremezsiniz. Doğrusu benim Rabbim, her şeyigözetleyip koruyandır, Hafîz'dir." [Hûd: 11/57.]

Hafiz: "Bütün varlık âleminin plan ve programını nur-u MUHAMMEDi'de saklayan."

"Bir ağacın bütün özelliklerini çekirdeğinde derceden." "Birçok canlıtürünün planlarını yumurtalarında, birçoklarını da spermalarındamuhafaza eden."

"İnsanın bütün amellerini onun hafızasında kaydeden." "Hafaza meleklerine insanın bütün iyi ve kötü işlerini kaydettiren."

"İnsan-ı ekber denilen kâinattaki her şeyi ve her hadiseyi levh-i mahfuzda yazan."

Bütün bu saydıklarımız, hafîziyetin yani hıfz edip korumanın en çok kullanılan mânâlarıdır.

Hıfzın diğer bir mânâsı da, "hayata düşman olan unsurları dizginleyip, belli bir ecele kadar yaşama fırsatı tanıyan" demektir.

Bu hıfz ve muhafaza olmasaydı, ormanlarda vahşi hayvanlardan başkasınınyaşamaması gerekirdi. Ama gerçek hiç de öyle değil. Aslanlara,parslara, kaplanlara rağmen, tavşanından tilkisine, ceylanındankeçisine kadar nice hayvan türleri aynı mekân içinde hayatlarınısürdürürler.

Bu hal bir hıfzedicinin varlığını, bütün akıllara net biçimde gösterir.

Bu isimden kulun alacağı en önemli ders, bir muhasebe gününe doğru hergün bir adım daha attığını düşünerek, günahlardan, haramlardan vehatalardan uzak kalmasıdır. Bedenini zararlı maddelerden koruduğu gibi,ruhunu, kalbini ve aklını da şeytanın ve şeytan vazifesi gören dessasinsanların şerrinden korumasıdır.

seydanur 31 Aralık 2008 15:05

Cvp: Esma-ül Hüsna
 



[B][FONT=Comic Sans MS][SIZE=2][COLOR=Black]Esma-ül Hüsna
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

EL-MUKİT

"Her şeyi lâyıkıyla bilip gözeten ve her şeye kudreti yeten.”

"Azıkları yaratıp bedenlere gönderen." [Gazâlî.]

Mukît, ilim ve kudrete birlikte delalet eden bir ilâhî isimdir. Hermuhtacın neye muhtaç olduğunu bilmek ilim ile olur. Bu ihtiyacı yerinegetirmek ise kudret gerektirir. Buna göre, bir mahlukun ihtiyacınıngözetilmesi ve yerine getirilmesiyle Mukît ismi tecelli eder.

İhtiyaçlar maddî olabileceği gibi manevî de olabilirler. Cahiliyedevrinde insanların en büyük ihtiyacı, 'tevhid inancıydı'. Bundanmahrumiyet, onları putlara tapacak kadar perişan etmişti. Cenâb-ı Hak,o kavme en son ve en büyük elçisini göndermek suretiyle, onların buihtiyacına en güzel şekilde cevap verdi.

Mukît'in bir başka mânâsı da, "Her muhtaca ihtiyacı kadar rızık veren"şeklindedir. Bu isim, kut ve gıda vermek demek olan 'ikâte' fiilindengelmektedir. Bir canlının yeme, içme, görme, işitme, yürüme gibi hertürlü ihtiyacı Rahman ve Rezzak olan ALLAH tarafından karşılanıyor.

Her canlıya, kendisine yetecek kadar rızık vermek 'ikâte' fiiliylegerçekleştiriliyor ve bu ilâhî ihsanda Mukît ismi tecelli ediyor.
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

EL-HASİB

"Kulların yaptıklarını muhasebeye tâbi tutan."

"Amellerin karşılığını verme hususunda kâfi olan."

“Onlar (peygamberler) ALLAH'ın gönderdiklerini tebliğ edenler, O'ndankorkanlar ve ALLAH'tan başka hiç kimseden korkmayanlardır. Hasîb olarakALLAH yeter." [Ahzâb: 33/39.]

Bu ism-i şerif 'Alîm, Habîr ve Hafız' isimleriyle yakından ilgilidir.İnsanı yaratan ALLAH, elbette onun her şeyini, her fikrini, herinancını, her niyetini yakînen bilir. ALLAH'ın bildiği, haberdar olduğuve hıfzettiği bu gibi hal ve hareketlerden, insanın cüz'î iradesinebırakılan ve hakkında emir ve yasak bulunanlar, ahirette Hasîb isminintecellisiyle, muhasebeye konu olacaklar ve insan, bütün bunlardanhesaba çekilecektir.

Hesap sormak, 'bilmekten, haberdar olmaktan ve hıfzetmekten' farklıdır.Bundan dolayı, Hasîb ismi, Alîm, Habîr ve Hafız isimlerinden ayrıdır vemüstakil bir isimdir.

Nur Külliyatından bir ikaz cümlesi:

"İnsan bu keramete, bu şerefe nail olduğu halde, kendisini başıboş vegayr-ı mes'ul zannetmesin.Onun da divan-ı muhasebatta pek karışıkhesabları vardır. Ondan kurtulduktan sonra, müstehak olduğu yeregidecektir." [Mesnevi-i Nuriye.]

Hasîb isminin bir başka mânâsı da 'kâfi gelen, yeten' şeklindedir.

"HasbiyALLAHu lâ ilahe illa hu," yani "ALLAH bana yeter, O'ndan başka ilâh yoktur." [Tövbe: 9/129.]

âyet-i kerimesi, Hasîb isminin insan kalbindeki kâmil tecellisini bizehaber vermektedir. "ALLAH bana yeter" cümlesi bir hükümdür, "O'ndanbaşka ilâh yoktur" cümlesi ise bu hükmün delilidir.

Bütün mü'minler, 'HasbünALLAH' yani 'ALLAH bize yeter' derler. ÇünküO'nu, "herşeyin dizgini elinde, herşeyin hazinesi yanında, herşeyinyanında nazır, her mekânda hazır, mekândan münezzeh, aczden müberra,kusurdan mukaddes, nakstan mualla bir Kadîr-i Zülcelâl, bir Rahîm-iZülcemâl, bir Hakîm-i Zülkemâl" (Nur Külliyatından, Sözler) olaraktanırlar ve böylece iman ederler.

Kulun bu isimden alacağı ders, ölümle birlikte hesap dönemininbaşlayacağını, kabir âleminde sorguya çekileceğini, kıyamet ve haşirsafhalarından sonra her amelinden en ince teferruatına kadar hesapvereceğini bilmesi ve ömrünü ona göre tanzim etmesidir. Bu kısa dünyadönemine aklanmaması, ana rahminde olduğu gibi kabir âleminde ve dahasonrasında kimseden bir yardım görmeyip, ancak ALLAH'a sığınacağınıbilerek, bu dünya hayatında da "ALLAH bana kâfidir" deyip, teslim vetevekkül dairesinde yaşamaya çalışmasıdır.

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

EL-CELİL

"Sıfatları sonsuz kemâlde bulunan."

“Mâlikiyet, hâkimiyet, kudret, azamet gibi bütün celâl sıfatlarına sahip olan."

"Heybeti, akılları dehşette bırakan."

"Celîl ismi, Azîm ismine yakın bir mânâ taşır. Aralarındaki ince farkı İmam Gazâlî Hazretleri şöyle ifade eder:

"Celîl ismi sıfatların kemâline delalet eder. Azîm ismi ise, hem zâtın hem de sıfatların kemâline birlikte delalet eder."

Nur Külliyatından bir hakikat dersi:

"İsm-i Celâl, alelekser nevilerde, külliyatta tecelli eder. İsm-i Cemâlise mevcudatın cüz'iyatına tecelli eder... Ve keza celâl, vâhidiyetintecellisinden, cemâl dahi ehadiyetin tecellisinden zahir olur."[Mesnevî-i Nuriye.]

Bir çiçeğe baktığımızda ondaki güzelliğe, ince sanata, renklerindekiahenge hayran kalırız. Bu güzellik ALLAH'ın Cemîl isminin birteceilisidir. Bütün çiçeklere birden nazar edebilsek, bu hayranlığımızhayrete dönüşür. Bu kadar çiçeği ayrı ayrı süslemek, aralarında hoş birahenk kurmak azim bir tasarruftur, harika bir icraattır. İşte buazamet, haşmet ve büyüklük mânâları, Celîl isminin tecellisiyledir.

Bîr kuşun, bulduğu bir taneyi zevkle ve heyecanla yemesinde, Rezzakisminin bîr tecellisini seyrederiz. Bir milyonu aşkın canlı türünün,rakamlara sığmayacak kadar çok fertlerinin birlikte rızıklanmalarınıdüşündüğümüzde, karşımızda bir celâl tablosunu buluruz. Ve o muhteşemziyafette Celîl isminin bir tecellisini okuruz.

Yıldızlar âlemini ve büyük denizleri seyrettiğimizde de nazarımızaöncelikle celâl tecellisi çarpar. Bu haşmetli tablolarda Celîl isminiokuruz. Ancak, bunların gözler kamaştıran bir güzellikleri de vardır.Her iki tabloda da celâl içinde bir cemâl tecellîsiyle karşılaşırız.Nur Müellifi bu hakikati, 'celâlin gözünde cemâl' şeklinde ifadebuyurur.

Kısacası, her biri sonsuz kemâlde bulunan ilâhi isimlerin, bütünmahrukatı kaplayan o muhteşem tasarruflarının her biri, vahidiyetintecellisiyledir ve Celîl ismini bir başka pencereden bize gösterirdururlar. Bir tecellide, ALLAH'ın 'celîl hâlikîyetini,' bir başkasında'celîl hâkimiyetini' bîr diğerinde ise 'celîl mâlikiyetini...' müşahedeederiz.

Hâlıkiyet, mâlikiyet ve hâkimiyetin, bütün varlık âlemini ihataetmeleri ve hükümleri altına almaları, vahidiyet tecellîleridir veCelîl ismini fikir ehline okutturur, ders verirler.

Kulun bu isimden alacağı ders:

İnsan, kendi varlığını sonsuz varlıklardan bir nokta, simasını sonsuzsimalardan bir sima, sofrasını sonsuz sofralardan bir sofra... olarakgörüp, ilâhî isimlerin o celîl tecellileri karşısında hayretle secdeetmeli, haddini bilmeli ve isyandan sakınmalıdır.

seydanur 31 Aralık 2008 15:11

Cvp: Esma-ül Hüsna
 
Esma-ül Hüsna

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

EL-KERİM

"Keremi ve bağışı bol olan."

"Cömertliği daimî olan."

“Bir karşılık gözetmeden inayetiyle ihsan eden”.

“Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlükederse, gerçekten benim Rabbim Gani'dir (hiçbir şeye ihtiyacıolmayandır), Kerîm'dir." [Nem: 27/40.]

ALLAH'ın bütün varlıklara, özellikle canlılara yaptığı sonsuz ihsan veikramlar herkesin malûmudur. Hava nimetinden, bütün canlılarıfaydalandıran ALLAH, bu yardımlarını ve bağışlarını karşılıksız olarakyapmakta, böylece sonsuz keremimin sayısız örneklerini sergilemektedir.

Bu isim, insanlar için kullanıldığında, 'şerefli, itibarlı, cömert'gibi mânâlara gelir. Şu var ki, insanlar çoğu zaman yardımlarınıkarşılıksız yapmaz, maddî veya manevî bir ücret beklerler.

Halbuki, kerîm olan zât, yaptığı yardıma, karşılık beklemez. Birfakirin karnını doyurduktan sonra, ondan iş talebinde bulunan insana'kerîm' denmez.

Bir ömür boyu, nefislerinin tatminiyle uğraşan ve şahsî menfaat peşindedurmadan koşan kimseler, Kerîm isminin feyzinden nasipsizdirler;insanlar arasında makbul sayılmadıkları gibi ALLAH katında dadeğersizdirler.

Cömertlikle ilgili şu hadis-i şerif bu noktada çok ibretlidir:

"Cömert, ALLAH'a yakın. Cennete yakın, insanlara yakın. Cehennemden uzaktır."
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

ER-RAKÎB

“Kullarının her şeylerini gözeten, müşahedesi altında tutan”.

"Her şey, ilmi, nazarı ve murakabesi altında bulunan."

"Şüphesiz ALLAH, sizin üzerinizde Rakîb'dir." [Nisa: 4/1.]

Bu ilâhî isim, Alîm, Basîr ve Şehîd isimleriyle yakından ilgilidir. Herşeyi gören, bilen ve her hadisenin şahidi olan ALLAH, elbette bütünvarlıkları ve bilhassa insanları daimî bir murakabe altında bulundurur.Bilhassa insanları diyoruz, çünkü insan, kendisine cüz'î iradeverilmesi sebebiyle ihtiyarî fiillerde serbest bırakıldığından, bumurakabe en ileri mânâda onda merkezleşir.

Bu ismi düşünen bir kul, kendi nefsini daima gözetler, kontrol eder.Onu başıboş bırakmamaya, günah ve isyan sahasına sokmamaya çalışır.

Kendisini, ALLAH Resulünün (a.s.m.)ifadesiyle, bir çoban olarak bilirve güttüklerinden sorumlu olduğunu idrak ederek, nefsini, ailefertlerini ve sorumluluk sahasına giren herkesi ve her şeyi murakabealtında tutmaya çalışır.

Duygularını, haramdan ve şüpheli şeylerden korur.

Gözünü harama yönlendirmez, kulağına her şeyin girmesine izin vermez.

Aklını gereksiz ve zararlı şeylere yormaz.

Kalbini de murakabe altında tutar; imanına zarar verecek, itikadına ters düşecek düşünce ve meyillerden hassasiyetle sakınır.

Sevgi ve korkusunun sadece ALLAH için olmasına azami dikkat eder.
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

EL-MUCÎB

"Dua ve isteklere cevap veren."

"Rabbiniz buyurdu: Bana dua edin. Size cevap vereyim." [Mü'min: 40/60.]

Dua, 'istemek, talep etmek' demektir. Dua denilince, aklımıza,öncelikle, el açıp yalvarmak gelir. Bu, duanın sadece bir şeklidir ve'kavli dua' olarak adlandırılır.

Nur Külliyatında, "istidad lisanıyla bütün tohumlar tarafından veihtiyac-ı fıtrî lisanıyla bütün hayvanlar tarafından ve lisan-ıızdırari ile bütün muztarlar tarafından edilen dualarınmakbulîyeti"nden söz edilir.

Bu ifadeden, duanın diğer üç çeşidini de öğrenmiş bulunuyoruz: 'İstidatlisanıyla dua', 'fıtrî ihtiyaç lisanıyla dua' ve 'ızdırar lisanıyladua.'

Bütün çekirdekler, tohumlar, yumurtalar, nutfeler istidat lisanıyla duaederek, bu istidatlarının kuvveden fiile çıkmasını talep ederler.Yeryüzünde sergilenen bütün hayvan ve bitki türleri, bu dualara cevapverildiğini ilan eder ve Mucîb isminden birer tecelli taşırlar.

Fıtrî ihtiyaçlarla yapılan dualara iki misal:

Göz, görme fıtratındadır, yani yaratılışında görme vardır ve görmekiçin de ışığa muhtaçtır. Keza mide, hazmetme fıtratındadır ve rızkaihtiyacı vardır. İşte bu dualara da cevap verilmiş ve güneş bir ışıkkaynağı yapılırken, yeryüzü de azıklarla doldurulmuştur.

Izdırar lisanıyla yapılan dua ise çaresizlik içinde kıvranan, tutunacakhiçbir dalı kalmayan ruhların halis bir iltica ile ALLAH'tan medetdilemeleridir. Bunun en çarpıcı misali, Yunus aleyhisselâmın balığınkarnında yaptığı duadır ve bu dua hemen kabul edilmiştir.

İşte bütün bu dualara, ALLAH cevap verir. Hakiki Mucîb ancak O'dur.

Dil, kalbin tercümanıdır. Kalpteki bir istek, henüz kelimeleredökülmeden, bir arzu, bir iştiyak yahut bir ızdırap halinde ikenALLAH'ın malûmudur

Nur Külliyatında duaya cevap vermekle, duanın kabulünün farklı şeyler olduğu enfes bir misalle şöyle açıklanır:

"Cevab vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Her dua için cevab vermekvar; fakat kabul etmek, hem ayn-ı matlubu vermek Cenâb-ı Hakk'ınhikmetine tâbidir. Meselâ: Hasta bir çocuk çağırır: 'Ya Hekim! Banabak.' Hekim: 'Lebbeyk' der.. 'Ne istersin?' cevab verir. Çocuk: 'Şuilâcı ver bana' der. Hekim ise; ya aynen istediğini verir, yahut onunmaslahatına binaen ondan daha iyisini verir, yahut hastalığına zararolduğunu bilir, hiç vermez. İşte Cenâb-ı Hak, Hakîm-i Mutlak hâzır,nazır olduğu için, abdin duasına cevab verir. Vahşet ve kimsesizlikdehşetini, huzuruyla ve cevabıyla ünsiyete çevirir. Fakat insanınhevaperestane ve heveskârane tahakkümüyle değil, belki hikmet-iRabbaniyenin iktizasıyla ya matlubunu veya daha evlâsını verir veya hiçvermez." [Sözler.]

Bu isimden kulun alacağı ders, herşey için ve daima ALLAH'a muhtaçolduğunu hatırdan çıkarmayarak, ihtiyaçları için ancak O'nun kapısınıçalmak, O'ndan medet dilemektir.

Ayrıca, "veren el, alan elden hayırlıdır" hadis-i şerifini de düşünüp, kendisinden isteyenlere vermeye çalışmaktır.

seydanur 31 Aralık 2008 15:15

Cvp: Esma-ül Hüsna
 
Esma-ül Hüsna
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]


EL-VÂSİ'

"Bütün sıfatları sonsuz ve sınırsız olan."

"Geniş rahmetiyle bütün varlıkları kuşatan."

“Sınırsız ilmi, olmuş ve olacak her şeyi içine alan."

“Bu, ALLAH'ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. ALLAH, Vasi'dir, Alîm'dır." [Mâide: 5/54.]

Bu ilâhî isim, mânâca, Muhît ismine yakın görünürse de, Vâsi' ismiçoğunlukla ALLAH'ın zâtı ve sıfatları için, Muhît ismi ise fiilleriiçin kullanılır. Meselâ, "ALLAH, o Vâsi' merhametiyle bütün mahlukatıMuhit'tir (kuşatmış, ihata etmiştir)" dediğimizde her iki ismi birliktekullanmış oluruz. Ve aralarındaki farkı bir derece hissederiz.

ALLAH'ın merhameti vâsi'dir. Mahlukat yaratılmadan önce de bu böyleidi, yine böyledir. Mahlukatı yarattığında O'nun o vâsi' merhameti hermuhtacı kuşatmış, içine almıştır.

İlâhî ilim, kudret ve sair sıfatlar için de benzer şeyler söylenebilir.

Buna göre, Muhît ismi, fiilî bir isimdir, ihata etme fiiline dayanır. Vasi' ise ALLAH'ın zâtına ve sıfatlarına bakar.

Bütün sema tabakalarını ve arzı kaplayan Kürsî, ALLAH'ın Vâsi' isminin en büyük bir tecelligahıdır.

"O'nun Kürsi si, bütün gökleri ve yeri kuşatmıştır."
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

EL-HAKÎM

"Hüküm ve hikmet sahibi."

"Her şeyi olduğu gibi bilen."

"Gerekeni en güzel ve en faydalı şekilde yapan."

“En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Azîz'dir, Hakîm'dir."
[Haşr: 59/24.]

Şu görünen varlık âlemine, kitab-ı âlem denildiği gibi, ilâhî fermanınbir ismi de Kur'ân-ı Hakîm'dir. Kur'ân'ın bütün emir ve yasaklarınıninsanın faydasına olduğunun en açık bir delili, şu kâinat kitabınınilim ve hikmetle âdeta kaynaşmasıdır.

Herbir fen, bu âlem kitabındaki sonsuz hikmetlerin sadece bir yönünüaçıklamaya çalışır. Bitkilerden, hayvanlardan, denizlere, yer altına veyıldızlara kadar her âlem, ayrı bir ilim dalının konusu olmuş ve herbiri hakkında yüzlerce, binlerce kitap yazılmıştır. Âlemin bir küçükmisali olan insanın derisi, iç organları, kalbi, gözü, kulağı ayrıbirer ilim dalının inceleme konusudur.

Şu âlemde, her şeyin nice hikmetlerle dolu olduğunu gören insanoğlu,kendisini gayesiz, faydasız kabul edemez. Boş şeylerle uğraşıp ömrünüzayi edemez.

Ruhun hanesi olan beden, bu kadar hikmetli yapıldığına göre, o hanede tasarruf eden ruh nasıl hikmetsiz olabilir!?..

İnsan ruhunun ve kalbinin de hikmetli bir yol tutmaları, ancak Kur'ân-ı Hakîm'e uymalarıyla mümkündür.

Hakîm isminden gerekli dersi alan bir mü'min, her şeyi hikmetle yapanve insanın ruhunda ve bedeninde nice hikmet cilveleri sergileyenRabbinin hikmetine uygun hareket etmeye gayret gösterecek, faydalıişler yapacak, boş ve zararlı şeylerden sakınarak ahireti için azamîderecede sevap kazanmaya çalışacaktır.

Eşyada gizli ilâhî sırları ve gayeleri keşfetmek için çaba gösterecek,hikmetin 'faydalı ilim ve salih amel' tarifine uygun olarak, sadecegerçeği öğrenmekle kalmayacak, ilmini amelle destekleyerek Hakîm isminemazhariyetten nasibini alacaktır.

Böylece, "(ALLAH) hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona pek çok hayır verilmiştir"
[Bakara: 2/269.] âyet-i kerimesindeki müjdeden nasiplenmeye çalışacaktır.

su damlası 30 Ocak 2011 23:18

Münacaat-ı esmaül hüsna
 
Ey hiçbir şeye muhtaç olmayan, kullarının tüm ihtiyaçlarını gideren SAMED!
Sen varlığın tümünden müstağnisin. İhtiyacın yok, ne bize ne kulluğumuza. Biz ise muhtacız Sana. Dinine, yoluna, emirlerine.
Ey her şeye gücü yeten KADİR!
Gücünün yetmediği, galip gelemediğin hiçbir şey yoktur. Zerreden kürreyi, damladan denizi yaratansın. Birden bütünü, bütünden biri oluşturansın. Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran Sensin. Geceyi gündüze, gündüzü geceye katansın. Küçücük tohumlardan koskoca ağaçları, bir damla sudan insanı meydana getirensin. Kudret ve azametine sığındık. Bizi zulme karşı destekle. Küfre ve zalimlere karşı elimizden tut. Kudretinin büyüklüğünü tüm insanlığa göster. Bizi gücüne bağla.
Ey tüm güç ve iktidar sahiplerine galebe çalan MUKTEDİR!
Yeryüzüne yeniden dininin iktidarını getir. Şeriatının kudsiyetiyle bizi serfiraz eyle. Şeriatının hükümlerine karşı mücadele eden müstekbirleri zelil et. Ellerindeki güç ve iktidarı erit. Yeniden yeryüzüne mustazafları iktidar kıl. Şüphesiz buna gücü yetensin.
Ey Muktedir! Kimse Sana boyun eğmese de, hiç kimse dinine gelmese de iktidarın caridir. Gücünde ve iktidarında yarattığına muhtaç olmaktan münezzehsin. Dilediğin anda bütün varlık Senin hükmüne ramdır.
Ey dilediğini öne alıp, ileri geçiren MUKADDİM!
Bizleri sabikun eyle. İman edenlerin öncüleri kıl. Hayır ve iyilikte öne geçir. Dinine hizmette en ön safta olanlardan eyle. Hayırda asla bizi gerilerde bırakma. Mahşer gününde nimet cennetlerine en önde girenlerden kıl bizleri.
Ey dilediğini geri bırakıp sona atan, mücrimleri geri bırakmakla cezalandıran MUAHHİR!
Bizi şer ve kötülükte en geride olanlardan eyle. Hiçbir zaman günah ve kötülüğe yaklaştırma. Dünyada Senin dininden geri duran mücrimleri, ahirette de geride kalmak ile cezalandır.
Ey her şeyden önce var olan EVVEL!
Her şeyin ilki Sensin. Varlığının hakikatine bizi muttali kıl. Seni sıfatların ile tanımamızı sağla. O sıfatlarının gereği olan kulluğu yerine getirmemizi sağla.
Ey her şeyden sonra var olmaya devam edecek AHİR!
Her şey fena bulurken Sen baki kalansın. Başlangıcın olmadığı gibi sonun da yok. Bizim havsalamızın alamayacağı kadar yücesin. Biz Seni ancak kendini bize tanıttığın şekilde tanıyabiliriz.
Ey sonu olmayan Ahir! Sonumuzu iman ve İslam üzere kıl. Son nefesimizi şehadet üzere vermemizi sağla.
Ey her şeyde aşikâr olan ZAHİR!
Bütün varlıkta görünen Sensin. Kâinat sadece Senin ayinendir. Üzerimizde ayetlerini izhar et. Bizleri esmanın ayineleri kıl. Varlığımızı varlığının delili kıldığın gibi davranışlarımızda ahlakının, varlığının delilleri kıl.
Ey varlığın özünde olan BATIN!
Her şeyin özündesin. Baktığımız her şeyde Seni görmemizi sağla. Düşüncelerimizi bir an bile kendinden alma.
Ey kâinatta her an olup biteni tedbir ve idare eden VALİ!
Kâinatın yöneticisi yalnız Sensin. Bu işte ne bir ortağın, ne de bir yardımcın vardır. Senin emrin olmadan ne bir yaprak dalından düşebilir, ne bir yavru dünyaya gelebilir, ne de bir rüzgâr esebilir. Kullarına veren de Sensin, alan da Sen. Yücelten de Sensin, alçaltan da. Yer de Senin emrinle hareket eder, gök de. İnsanları yaratan, onları topluluklar haline getiren, içlerinden dilediğini onlara yönetici kılan ve tüm işlerini hikmetine binaen idare eden Sensin.
Ey âlemlerin Valisi! Üzerimizdeki hükmü Kur’an-ı Mubinin hükümleri kıl. Bize içerisinde Sana boyun eğilen, Senin rızan için mücadele eden iktidarlar altında yaşamayı nasib et. Yöneticilerimizi salihler zümresinden kıl. Onları Sana hesap şuuru ile hareket edenlerden eyle. Şeriat-ı Ğarranın parlak hükümleri ile bizlere hayat ver.
Amin!

Esma_Nur 17 Mart 2011 20:33

Cevap: Esmaül Hüsna Ve Sırları
 
her biri ayrı bir hazine her sbh nmzından sonra alışkanlık haline getirin bakın işleriniz nasıl kolaylaşıyor

YaŞuHa 07Haziran 2011 13:03

Esma-ül hüsna - 1 / m. Aliyê xerzî
 
Esma-ül hüsna - 1 / m. Aliyê xerzî
ALLAH’I (CC) HAKKIYLA TANIMAK
Bismihi Teala
Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam, O’nun sevgili Rasulüne, pak ehli beytine ve kıyamete kadar yolunu sürdürenlerin üzerine olsun.
Alemlerin Rabbi olan Allah’ı (cc) tanımak, her şeyden önce gelir. Bu hayat sınavında O’na iman


etmek ve O’nun emrettiklerini yerine getirmekle mükellef olan insan, Rabbini ne kadar iyi tanırsa, O’na olan imanı da o oranda bilinçli ve sağlam, ibadeti de o derece yakini ve güzel olur. Ve insan Rabbini tanımaktan ne kadar uzaksa, hayatın hakikatlerinden ve insanın varlık alemindeki rolünden de o derece uzak olur. Kul Rabbini tanıdıkça, O’nun vasıflarını bilip öğrendikçe, nasıl bir Rabbe iman ettiğini ve nasıl bir Rabbe ibadet ettiğini daha iyi kavrayacak, kendisiyle Rabbi arasındaki Rab-kul ilişkisini daha iyi konumlandıracaktır. Bu nedenle, her biri bir özelliği ifade eden Esma-ül Hüsna’yı (Allah’ın (cc) güzel isimlerini) öğrenmek ve manalarını bilmek, Müslüman kul için son derece önemlidir.



Gerek Kur’an’ı Kerim’de ve gerekse hadis-i şeriflerde geçen isimlere baktığımızda, bunların iki grup oluşturduğunu görürüz.




Birincisinde; Alemlerin Rabbinin zatına mahsus ve özel isim olan Allah lafzı. Bu lafız, O’nun bizzat zatına işaret edip hiçbir varlık hakkında kullanılmaz.




İkincisinde; Allah’ın (cc) sahip olduğu sıfatlara işaret eden isimler. Bu isimler, Allah’ın sıfatlarından alınmış olup her biri O’nun bir sıfatını ifade etmektedir.




Bu nedenle, Esma-ül Hüsna’ya geçmeden önce ALLAH lafzı ve Allah’ın (cc) sıfatları üzerinde durmak ve bunlarla ilgili bazı hususlara işaret etmek istiyorum.




Allah ismi celilesi; özel isimdir, cins isim değildir, dolayısıyla bunun çoğulu da yoktur. Alemlerin yaratıcısının bizatihi kendisine işaret eder, bir ve benzersiz olduğuna, bütün varlıkların yaratıcısı, idare edicisi ve yegane mabud olduğuna işaret eden has isimdir.




Bundan dolayı Allah ismi celilesi, diğer tüm isim ve sıfatları kendisinde toplayan ve Cenab-ı Hakk’tan başkasına verilmeyen bir isimdir. Allah ismi sadece Cenab-ı Hakk’a mahsustur ve bu ismin yerini başka hiçbir isim tutamaz.




ALLAH’IN (CC) SIFATLARI
Allah’a (cc) hakkıyla iman etmek, O’nu hakkıyla tanımaktan geçer. Onu hakkıyla tanımak ise; sadece var olduğunu ve bütün kainatı yarattığını bilmek olmayıp, O’nun zatıyla ilgili vacip ve caiz olan sıfatlar ile zatı hakkında mümkün olmayan sıfatları tafsilatlı olarak öğrenmek ve bilmek demektir. Bunlar, aynı zamanda imanın ilk ve en önemli şartıdır. Çünkü Allah’a (cc) hakkıyla iman etmek, O’nda bulunması ve bulunmaması gereken sıfatlara toptan ve tafsilatlı olarak inanmak demektir.




Allah’ın (cc) sıfatları iki kısımdır. Bunlardan birinci kısmı O’nun zatı ile ilgili ve zatına has olan sıfatlardır ki bunlara ZATİ SIFATLAR denir. İkinci kısmı ise; zatında sübut eden sıfatlardır ki bunlara da SÜBUTİ SIFATLAR denir.

Bu sıfatlar şunlardır:




ZATİ SIFATLAR

Allah’ın zati sıfatları 6 tanedir. Bunlar;




1- VÜCUT: Var olmak demektir. Bu sıfat, Allah’ın var olduğunu ifade etmektedir. Bu sıfatın zıddı olan yokluk, Allah için mümkün değildir. Yokluk, Allah’ın zatı için mümkün olmayan ve düşünülmesi haram olan noksan sıfatların başında gelir.




Allah’ın varlığı; dokunduğumuz, gördüğümüz ve hissettiğimiz bütün varlıklardan daha belirgindir. Çünkü bütün bunlar, O’nun varlığının birer eseri ve O’nun varlığına delalet etmektedirler.




Allah’ın (cc) varlığının delilleri sonsuzdur. Bunlar; akli deliller ve nakli deliller olmak üzere iki kısma ayrılır. Bunlardan birkaç tanesine işaret edeceğiz.




AKLİ DELİLLER:

Etrafımızdaki eşyaya ve maddi aleme baktığımızda her şeyin bir düzen ve uyum içinde olduğunu ve hayatın devamı için her şeyin, icra edeceği fonksiyona göre dizayn edildiğini görürüz. Bunların tümü akıl, kabiliyet ve kudret gerektiren şeylerdir. Ancak maddi alem ve içindeki eşya, bunları meydana getirebilecek akıl, kabiliyet ve kudretten yoksundur. Bir müessir olmadan kendiliğinden bu şekilde mükemmel bir düzeni oluşturamaz. O halde bütün bunları bilen ve aynı zamanda hükmedip düzene koyabilen akıl, ilim ve kudret sahibi bir yaratıcı vardır.




Yine etrafımızdaki eşyaya ve maddi aleme baktığımızda, her şeyin bir hareket halinde olduğunu ve eskidiğini görürüz. Dolayısıyla bir başlangıcı vardır ve sonradan var olmuştur. Sonradan var olan bu maddi alem, mutlaka bir var edene muhtaçtır, kendiliğinden var olma ve hareket etme özelliğine sahip değildir.




Sonradan var olan maddi alem, yoktan var edilmiştir. Yoktan var olan her şey, bir var edene muhtaçtır.



Maddi alem, parçalardan meydana gelmiştir. Her cisim, kendisini oluşturan parçacıklardan oluşmuş, yani parçacıklar bir bütün oluşturarak onu meydana getirmiştir. Halbuki parçalar, oluşturdukları bütünden ayrıdırlar. Dolayısıyla bütün, kendisini oluşturan parçalardan sonra meydana gelmiştir. Bu da, mutlaka bir var edene muhtaçtır. Çünkü parçalar, birleşerek düzenli bir madde meydana getirme akıl ve kabiliyetinden tamamen yoksundurlar.




Maddi alem, hakikatte vardır ve biz de bunun bir parçasıyız, görüyoruz, dokunuyoruz, hissediyoruz ve yaşıyoruz. O halde bunun varlığı ya kendiliğindendir veya kendisini yaratan bir yaratıcıdandır. Maddi alemin akıl ve kabiliyetten yoksun olduğu malum olduğuna göre, varlığı kendinden değildir. Bir yaratıcısı vardır. Yaratılan, yaratma kabiliyetine sahip olmadığına göre, bu alemi yaratan zat, bir başka yaratıcıya muhtaç değildir, varlığı kendindendir ve o mutlak yaratandır. O da Allah’tır.





NAKLİ DELİLLER
Her şey çiftler halinde yaratılmıştır.




“Ve her şeyi çift yarattık. Umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz.” (Zariyat 49)



“Yerin bitirdiklerinden, insanların kendilerinden ve henüz mahiyetini bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah (her türlü eksiklikten) münezzehtir” (Yasin 36)



Bu ayetler, her şeyin çiftler halinde, yani erkek-dişi, pozitif-negatif şeklinde yaratıldığını açıkça beyan etmektedir. Kur’an’ı Kerim’in nüzulüne kadar insanların ve hayvanların erkek ve dişi şeklinde var oldukları bilinen bir şeydi. Ancak bitkilerin de böyle olduğu çok sonradan anlaşılmıştır. Maddi eşyanın pozitif ve negatif şeklinde olduğunun keşfedilmesi ise çok yenidir.



Güneş, dünya ve ay hareket halindedir.




“Geceyi ve gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O'dur. Her biri bir yörüngede yüzmektedirler” (Enbiya 33)




“Güneş de yörüngesinde akıp gitmektedir. Bu, aziz ve alim olan Allah'ın kanunudur” (Yasin 38)



“Ay için de birtakım menziller (yörüngeler) tayin ettik” (Yasin 39)



“Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzerler” (Yasin 40)



Bu ayetler; güneş, dünya ve ayın hareket halinde olduğunu ve her birisinin bir yörüngesinin bulunduğunu açıkça ifade etmektedir.

Dünya kendi etrafında dönmektedir.




“Dağları görürsün de onları sabit-hareketsiz sanırsın. Oysa onlar bulutların yürüdüğü gibi yürümektedirler. Bu, her şeyi sapasağlam yaratmış olan Allah'ın sanatıdır…” (Neml 88)



“Yeryüzünde, insanlar sarsılmasın diye sabit dağlar yarattık..” (Enbiya 31)



“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahipleri için şüphesiz deliller vardır” (Bakara 190)


“Allah, gökleri ve yeri hakk ile yarattı, geceyi gündüzün üstüne sarıyor-doluyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıyor-doluyor…” (Zümer 5)



Burada kullanılan “Tekvir” kelimesi, çok açık bir şekilde döngüyü ifade ediyor ki, bir ipin makaraya sarılması gibi gece ve gündüzün birbirleri üzerine dolanmasını ifade etmekte, bu da dünyanın döndüğünü anlatmaktadır. Yani gece ve gündüz, birbirlerini kovalayan ama Yasin suresi 40. ayette geçtiği üzere birbirlerini geçemeyen bir pozisyondadırlar.




Kainatın genişlemesine işaret eden ayet.




“Göğü biz bina ettik ve şüphesiz biz onu genişleticiyiz” (Zariyat 47)


Bu ayette; galaksilerin ve bir galakside bulunan yıldızların devamlı birbirlerinden uzaklaşmasını ifade eden “genişleme teorisi”ne işaret vardır.

Atmosfer tabakasına işaret eden ayet.




“Gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık…” (Enbiya 32)



Bu ayette, dünyayı saran atmosfer tabakasına işaret vardır ki, meyveyi saran kabuğun onu koruması gibi, atmosfer tabakası da bir koruyucu tavan görevi görerek yeryüzünü güneşin zararlı ışınlarından korumakta, oksijenin ve suların buharlaşıp yeryüzünü terk etmesine engel olmaktadır.




Hz. Muhammed’in (sav) okuma ve yazma bilmeyen ümmi biri olduğu sabittir. Kur’an’ı Kerim’in nazil olduğu zamanda, yukarıda geçen ayetlerin işaret ettiği hakikatler konusunda insanların bilgi sahibi olmadıkları ve bu bilgileri elde etmek için gerekli donanıma sahip olmadıkları da bilinen bir gerçektir.




Dolayısıyla bu ayetler; kainatı bilen, haberdar olan ve idare eden yaratıcıya delalet etmekte ve Kur’an’ı Kerim’in de bu yaratıcının kelamı olduğunu göstermektedir ki, bu da ancak Alemlerin Rabbi olan Allah’tır (cc).

Allah’a emanet olun.
M. ALİYÊ XERZÎ

İslaminesil 01 Mayıs 2014 19:56

Cevap: Esma-ül Hüsna
 
ezber yapan kardeşim varmı acaba

Hâdimul İslam 05Haziran 2015 19:11

Cevap: Esma-ül Hüsna
 
Alıntı:

İslaminesil Üyemizden Alıntı (Mesaj 331118)
ezber yapan kardeşim varmı acaba

ezber yaptık yapmasınada... hıfzettinizmi diye sorarsan,manasına vakıf olabildinizmi diye soracak olursan ,bende bu soruyu sormak isterim..manasına vakıf olarak ezberleyen varmı acaba..

Esma_Nur 04 Nisan 2016 17:20

Cevap: Esma-ül Hüsna
 
وَلِلّهِ الأَسْمَاء الْحُسْنَى فَادْعُوهُ بِهَا وَذَرُواْ الَّذِينَ يُلْحِدُونَ فِي أَسْمَآئِهِ سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ



En güzel nitelikler ve tüm mükemmelikler Allah'a mahsustur. Artık O'na yalvarıp yakarın ve O'nun yüceltilmesinde haktan sapan kimselerden uzak durun! Onlar, zamanı gelince yaptıklarından dolayı cezalandırılacaktır. Araf suresi 180. ayet


Şİfa için bereket için sevap kazanmak için isimlerle sürekli zikirde bulunmamız bizim içindir...

Hâdimul İslam 18 Ekim 2017 16:30

Toplam 1 Eklenti bulunuyor.
El-Fettah


[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Hâdimul İslam 28 Ocak 2023 18:40

El Vekil:

* Sonsuz güven veren, Tek savunucu otorite
* Vekil olan, kendisine tevekkül edeni savunma konusunda tam ehliyet ve liyakat sahibi olandır.
* Tevekkül, bir işte acziyet gösteren birinin o işi daha iyi yapan birine dayanıp onu kendisine vekil kilmasıdir.
* Vekil olan onu her türlü düşmana karşı savunmaya, her türlü tehlikeden korumaya, onun rızkını vermeye yeterlidir.
* Vekil, kişinin kendini ısmarladığı Allah'tır.
* Vekil, kendisine havale edilen ve vekalet verilen Allah'tır.
Allah el Vekil'dir


SAAT: 10:55

vBulletin® Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2025 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320