![]() |
Abdulvahhabın Keşf-el Şubuhat Eserinde Tevessül Meselesi Abdulvahhabın Keşf-el Şubuhat Eserinde Tevessül Meselesi Kelimelerin en güzeli Bismillahirrahmanirrahım ile başlarım Allaha (c.c.) Hamd, Rasulune Salat ve selam olsun. Vehhabi Mezhebinin kurucusu ve Keşfel Şubuhat adlı eserin yazarı Abdulvahhabın eserinde tevessül ile ilgili görüşünün izahı ve verilen cevaptır. Okuyucudan istirhamım sabırla ve dikkatlice konuyu baştan sona okumalarıdır. Bu makalede Derdimiz Abdulvahhabın yolunda gidenler gibi, Abdulvahhabı direk tekfir değil sadece yazdıklarının orta noktasını bulma ve zamanımızda önemli bir husus olan Tevessül meselesine bakışını ve yanlışlıklarını tesbittir. Okuyucuya faydalı olmasını haktan niyaz ederim. Tevfik Allahtandır(c.c) Abdulvahhab malum eserinde derki: Zamanımızdaki müşriklerin bize hüccet olarak ileri sürdükleri fikirlere cevab olarak Allah'ın, kitabında zikrettiği şeylerden bazılarını burada zikredebileceğim. Bâtıl ehline cevap iki yoldan yapılır, 1) Mücmel kısa Özlü... 2) Mufassal Uzun izahlı... a) Mücmel Cevap : Bu, düşünen ve değerini bilen için muazzam bir şey ve faydası sonsuzdur. Allah buyurur ki "Sana kitabı indiren odur. Ondan bir kısım âyetler muhkemdir ki bunlar kitabın anası (Temeli) dir. Diğer bir kısmı da müteşabihlerdir. İşte kalplerinde eğrilik bulunanlar sırf fitne aramak ve te'viline yeltenmek için onun müteşabih olanına tabi olurlar." (Ali'imran:3/37) Meselâ ; bazı müşrikler ; "Dikkat edin !.. Allan'ın evliyalarına ne korku vardır, ne de mahzun olurlar...", (Yunus: 10/62) Peygamberlerin Allah nezdinde şanları vardır, Yahut manasını anlamadığını bir hadisi okurda bâtını manasından bir şeyler istidlal etmeye kalkışırlarsa ; cevap olarak de ki : Cenabı Allah, kitabında, kalplerinde hastalık olanların Muhkemi bırakıp müteşabihe tabi olduklarını zikreder... Cenabı Allah da müşriklerin Allah'ın varlığına inandıklarını, fakat Meleklere, Peygamberlere velilere sarılıp ”işte bunlar Allah nezdinde bizim şefaatcılarımızdır” (Yunus: 10/18) diyerek küfre girdiklerini beyan eder.Halbuki bu ifade muhkemdir manasını kimse değiştiremez. Kur'andan veya Hz. Peygamberin sözlerinden bana zikrettiğin ifadeleri ise (ey müşrik :..) anlayamıyorum. Fakat şunu biliyorum ki ; Allah kelâmı tenakuza düşmez... Peygamber (S. A. V.) in sözleri de; Allah'ın sözlerine muhalefet etmez. Bu cevap (cahil muvahhid tarafından söylenecek) en güzel cevaptır. Fakat bunu, Allah'ın muvaffak kıldığı kimseden başka anlayamaz. Bunu ehemmiyetsiz kabul etme.. Zira Allah buyurur: "Bu (haslete) sabredenlerden başkası kavuşturulmaz. Buna büyük bir hazza mâlik olandan başkası O eriştirilmez. (Fusilet: 41/319 Birincisi bu ifadelerden anlaşılıyor ki şefaate inananlar şirk erbabıdır. Oysa abdulvehhabında yolunda gittiğini iddia ettiği ve dediklerini kabul ettiği ibni teymiye bu hususta derki: Şefaat: Rasulullah'm (s.a.v.) Kıyamet günü üç şefaati vardır: 1- Birinci şefaati mevkıf ehline yapacağı şefaattir. Adem, Nuh, İbrahim, Musa ve Meryem oğlu İsa'ya (a.s.) ya*pılan şefaat müracaatlarından sonra en son olarak Rasulul-lah'a (s.a.v.) müracaat olunacak ve onun şefaatıyla mevkıf ehli arasında hükmedüecektir. 2- İkinci şefaati Cennet ehlinin Cennet'e girmeleri için yapacağı şefaattir. Bu iki şefaat O'na (s.a.v.) mahsus şefa*ati ardır. 3- Üçüncü şefaat ise ateş hak etmiş olanlar için yapıla*caktır. Bunu i£in hem O (s.a.v.) hem diğer peygamberler, hem de sıddıklar ve başka kimseler şefaat edecektir. Ateşi haketmiş olanların ateşe atılmaması, girmiş olanların çıkma*sı için şefaat olunacak, ayrıca Allah (c.c.) şefaat olmaksızın yalnızca kendi fazlı keremiyle Cehennem'den grup grup insanları çıkaracak, dünyalılardan bu kadar kimse girdiği hal*de Cennette yine fazla yerler kalacak, bu sebeple Allah (c.c.) Cennet için başka gruplar yaratıp onları da oraya ko*yacaktır. Ahiret yurdunun içerdiği hesap, mükafat ve mücazat Cennet ve Cehennem ile bunların ayrıntıları semavi kitap*larda Rasulullah'tan (s.a.v.) nakledilen mesur haberlerde zik-redife gelmiştir. Rasulullar tan (s.a.v.) nakledilen ilmi mi*rasta da bunlara dair yeterli ve sadra şifa mevcuttur. Bunla*rı istiyen bulabilir. (İbn-i Teymiyye, Vasıtiyye Akidesi, Tevhid Yayınları: 22-23.) Bu ifadeleriyle abdulvahhab sade ibni teymiyeyi değil bunca alimi sahabeleri hadislerde şefaatle alakalı gelen haberleri ve kuranda peygamberlerin hatta rabbimizin peygamberlerden başka dilediğine şefaat izni vereceğini belirten ayetleride inkardır. Bumudur Muvahhidlik? Yukarda kendisinin de belirttiği, Allah kelâmı tenakuza düşmez... Peygamber (S. A. V.) in sözleri de; Allah'ın sözlerine muhalefet etmez. Sözünü bizde ona sorarız bunca ayet ve hadis varken Allah kelamı tenakuza düşermi? Rahmân’ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır. (Meryem 87) O gün, Rahmân’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez. (Taha 109) İkincisi yukarda yunus 18 ayetinden evvel ki ifade de: Cenabı Allah da müşriklerin Allah'ın varlığına inandıklarını, fakat Meleklere, Peygamberlere velilere sarılıp ifadesinde ayettede belirtilen tapınma ifadesini kast için demişse zaten şirktir buna kimse itiraz etmez. Ama bununla onların şefaat erbabı olmadıkları fikrini desteklemekse şefaatı inkarsa zaten kendisi açık nassı inkar etmiş demektir. Kastın bu olduğu da cümlenin gelişinden açıkça anlaşılmaktadır. Üçüncüsü yunus 18 ayeti muhkemde yunus 62 ayetinin müteşabih olduğuna muhkem olmadığına delili nedir. Yunus 62 ayetinin manası değişebilirmi ki yunus 18 ayeti muhkem manası değişmez diyip yunus 62 ayetinin değişebileceğini vurgulayarak, en başta verdiği Aliimran 7 ayetine önce kendi ters düşmüş olmazmı? Evet devamla der ki: 2) Mufassal cevap: Allah düşmanlarının Peygamberlerin tebliğ ettikleri dinlere karşı bir çok itirazları vardır ki ; bu itirazlarla insanları bu hak dinlerden uzaklaştırmaya çalışırlar. Meselâ ; derler ki: Biz Allah'a şirk koşmayınız. Hatta (aksine) Allah'tan başka kimsenin yaratmadığına, rızık vermediğine, fayda ve zarar vermediğine şehadet ederiz. O, Tektir. Şeriki yoktur. Yine Hz. Mubammed (S. A. V.) de meselâ Abdül Kadir veya başka birisinden fazla olarak kendi nefsine ne fayda, ne zarar temin edebilir. Yani bunların hepsi Allah'tandır. Fakat ben günahkârım. Salih, iyi insanların Allah nezdinde yüce şanları vardır. Ben de bunların vasıtasıyla Allah'tan istiyorum. Bunlara cevap olarak önce söylediğimizi söyle : Yani Hz. Peygamber (S. A. V.) in kendilerine harp açtığı kimseler de bu söylediklerinizi kabul ediyorlar. putlarının aslında hiç bir şey yapmaya muktedir olamadıklarını, ancak onlar vasıtasıyla şan ve Şafaatı beklediklerini söylüyorlardı. Ve Allah'ın kitabından bu mevzu ile ilgili âyetleri onlara oku... Şayet derlerse ki : Bu âyetler puta tapanlar hakkında nazil oldu. Sâlih-iyi insanları nasıl olur da peygamberleri put yaparsınız ? Buna cevap olarak ikinci bölümde zikrettiğimizi söyle... İKİNCİ BÖLÜMDE ZİKRETTİĞİMİZİ SÖYLE DEDİĞİ YER: Rasulüllah (S. A. V.) in kendileriyle savaştığı müşrikler de Allah'ın birliğine inanıyorlardı. Buna delil Cenabı Allah'ın şu ayetleridir : "Deki ; size gökten ve yerden rızık veren kim ?... O kulaklara ve gözlere malik olan kim ? Ölüden diriyi kim çıkarıyor ? Diriden ölüyü.kim çıkarıyor ?:. İşi kim tedbir ediyor ? Derhal diyecekler ki : "Allah." De ki "O halde sakınmaz mısınız..." (Yunus:10/31) (Mü'minün:23/84-90) Birincisi bunlara cevap olarak önce söylediğimizi söyle dediği yerin cevabını yukarda zaten verdik. İkincisi : Şayet derlerse ki : Bu âyetler puta tapanlar hakkında nazil oldu. Sâlih-iyi insanları nasıl olur da peygamberleri put yaparsınız ? Buna cevap olarak ikinci bölümde zikrettiğimizi söyle... Diyerek ikinci bölümde verdiği ayetlere gelince kendisinin iddia ettiği gibi Müşrikler hiçte Allahı (c.c.) bir bilmiyorlardı ve ayetten de Allahı tek bildiklerine dair bir ifade direk anlaşılmaz. Allahı bilmek ayrı şeydir Allahı bir bilmek ayrı şeydir bunların ikisi aynı şey olmadığı açıktır. Eğer onlar Allahı bir bilselerdi Rabbimiz kuranda: Kâfirler, kendilerine içlerinden bir uyarıcının gelmesine şaştılar ve şöyle dediler: “Bu, yalancı bir sihirbazdır.” İlâhları bir tek ilâh mı yaptı? Gerçekten bu çok tuhaf bir şey!” (Sad 4-5) Buyurarak Kabe müşriklerinin puta tapanların Allaha denk tutarak Haşa başka Allahlarında var olduğuna inandıklarını ve çok Allahların tekbir Allah mı yaptı diyerek bunu açıkça belirtmiştir. Böyle bir durumda kuranda tezat olmadığına göre demek ki kendi iddiasını doğrulamak için velilere ve Salihlere tevessül edenleri puta tapanlarla aynı görerek ayeti kendine uydurmuş aliimran 7 ayetinde ki hastalığı sergilemiştir. Konunun daha net anlaşılması için müşrik kelimesini anlamamız lazımdır. Müşrik malumunuz "Ortak (şirk) koşan" kimse demektir. Kelimenin kökünü "ortak koştu" manasını taşıyan eşreka mazi fiili meydana getirir. Bu kelime if'âl bâbındandır ve müşrik kelimesi de eşreka fiilinin ismi failidir. İslami ıstılahta şirk, Allah Teala (c.c.)'ya inanmakla birlikte, kudret ve kuvvette ona denk başka Allahların da var olduğunu kabul etmek demektir.Açıktan açığa, hiç bir engel tanımaksızın Allah(c.c.)'a ortak koşan, birkaç ilahın varlığını kabul edenler "zahirî müşrik" olarak isimlendirilirler. Mecusîler gibi. İslâm dininin esaslarını reddeden, "la ilâhe illallah" akidesini kabul etmeyen ve bunları açıkça ilan edenler de "hakiki müşrik" olarak isimlendirilirler. Yahudi ve Hristiyanlar "hakiki müşrik" grubuna dahil olmaktadırlar. Bilindiği gibi "la ilâhe illallah" akidesi, Allah (c.c.)'tan başka Allah olmadığı, O'nun ortağının, eşi ve benzerinin bulunmadığı esasına dayanır. Yahudi ve Hristiyanlar, bu esası kabul etmeyerek Allah (c.c.)'a şirk koşmuşlardır. Allah Teâlâ (c.c.). Yahudi ve Hristiyanların bu tutumları hakkında Kur'ân-ı Kerîm'de:Yahudiler, “Üzeyr, Allah’ın oğludur” dediler. Hıristiyanlar ise, “İsa Mesih, Allah’ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla söyledikleri (gerçeği yansıtmayan) sözleridir. Onların bu sözleri daha önce inkâr etmiş kimselerin söylediklerine benziyor. Allah, onları kahretsin. Nasıl da haktan çevriliyorlar! Tevbe 30) Bu kısa bilgiden sonra konuya devamla derki: Şayet onlar. Kâfirlerin Allahı kabul ettiklerini söylerler de kendilerinin şefaattan başkasını beklemediklerini beyan ederek aralarında fark görmek isterlerse de ki : Kâfirler de ayrı ayrıdır. Meselâ bazıları putlara ibadet ederler. Onlardan isterler. Bazıları Evliyadan medet umarlar. Allah bunlar hakkında şöyle buyurur : "Onların taptıkları da hangisi Rablerine daha yakın (olacak) diye bizzat vesile arayıp duruyorlar..." (İsra: 17/57) ayetinde de vesileler aramayı emrediyor bu ayeti nasıl anlayacağız? Kuranda tezat yoksa bu vesilelere teşvik nedendir? Bu ayette anlatılan vesile ibadetlerdir evliya, Salihlere peygamberlere tevessülü kast etmez demek ifadeyi daraltmak demektir. Eğer Allah sizin kast ettiğiniz gibi demek isteseydi bunu açıkça ibadetlerle vesile arayın diyemez miydi? Demek ki iki ayetin ortak noktası şudur Vesileleri vesilelikten çıkarıp, bizzat vesilelerden istemek şirk olur. Mesela; "Ey Kabe bana şunu ver.", "Ey Peygamber beni affet.", "Ey filanca, benim başımdan şu musibeti al." demek şirktir. İkisini birbirbiri ile karıştırmamak gerekir. Tevessül yani vesile ile Allah’tan istemek caizken, bizzat vesileden yardım ve talepte bulunmak şirktir. Devamla diyor ki: Bazıları da Hz. İsa'dan ve annesinden meded umarlar. Cenabı Allah (c.c) bunlar hakkında da şöyle buyurur : "Meryem oğlu Mesih (İsa) bir peygamberden başka değildir. Ondan evvel de peygamberler gelip geçmiştir. Anası çok sadık bir kadındır. İkisi de (kul ve beşer olarak) yemek yerlerdi. Bak, biz âyetleri onlara nasıl apaçık anlatıyoruz. Sonra da bak onlar nasıl (hakikatten) çevriliyorlar ! De ki ; Allah'ı bırakıp da size bir zarar, ne de bir faide yapmıya gücü yetmeyen şeylere mi tapıyorsunuz ? Halbuki (Her şeyi) işiten ve bilen Allah'ın kendisidir." (Maide: 5/75-76) Sonra şu âyetleri onlara oku : "Allah Onların hepsini mahşerde toplayacak, sonra meleklere "Bunlar mı size tapıyorlardı diyecek. (Melekler) "seni tenzih ederiz, râbimiz onlar değil, sensin. Belki onlar cinlere tapıyorlardı ve çoğu onlara îman edicilerdi" diyecekler... (Sebe: 34/40-41) (Maide: 5/116) Buraya kadar verdiği ayetlerden çok net bir şekilde anlaşılıyor ki Allaha denk tutarak onlara tapan onlardan isteyenleri anlatıyor verdiği Hz. İsa (a.s) ile ilgili ayetlerde belirtilen husus Hıristiyanların Hz. İsayı (a.s) Rab olarak görmeleri hususudur buda kitabı mukaddesten çok net anlaşılıyor kitabı mukaddeste Hz. İsanın (a.s) Rab olduğunu ifade eden ayetler: Jn.10:30 Ben ve Baba biriz.» Jn.10:31 Yahudiler O'nu taşlamak için yerden yine taş aldılar. Jn.10:38 Ama yapıyorsam, bana iman etmeseniz bile, yaptığım işlere iman edin. Öyle ki, Baba'nın bende, benim de Baba'da olduğumu bilesiniz ve anlayasınız.» Jn.20:28 Tomas O'na, «Rabbim ve Tanrım!» diye cevap verdi. Col.2:8 Dikkatli olun! Mesih'e değil de, insanların geleneğine ve dünyanın temel ilkelerine dayanan felsefeyle, boş ve aldatıcı sözlerle kimse sizi tutsak etmesin. Col.2:9 Çünkü Tanrılığın tüm doluluğu bedence Mesih'te bulunuyor. Mt.28:18 İsa yanlarına gelip kendilerine şunları söyledi: «Gökte ve yeryüzünde bütün yetki bana verildi. Bu ifadeler yardımıyla çok net yukarda ki ayetlerde Rabbimizin neyi kast ettiği anlaşılmaktadır. Şimdi Ümmetin Salihlerini, sadıklarını, muttakilerini ki varlığını kuran söylemiştir böyle bir dalaletle itham etmek ve tekfir etmek üstelik bunların hepsinin Müslüman oldukları bilinmesine rağmen ne ile izah edeceğiz? Bu ayetleri ve kavramları saptırmak değil de nedir? Diğer bir husus kendisinin selefin yolunda olduğunu ve onlar gibi iman esaslarına inandığını söylemesine rağmen selefin itikatıyla bağdaşmayan bir itikat sergilemesi de ayrıca düşündürücüdür. Çünkü :Selef Uleması ile, Hadis âlimlerinden birçoğu ise rivayete göre, İmam Mâlik, İmâm Şâfiî ve İmam Ahmet (r.a)'a göre Şer'î İman; "İkrarın bil lisan, tasdikun bil cenan ve amelün bil erkân"dır. Yani, "dil ile ikrar, kalp ile tasdik ve rükünlerle amel" Fakat bu görüşe sahip olan Selef Uleması ve bazı mezhep imamları, ameli terk eden kimseleri "fâsık ve âsi" saymışlarsa da, bu gibilerin imandan çıkarak kafir olacaklarına hükmetmemişlerdir. Nitekim İbni Teymiye bu hususta derki: Ehl-i Sünnet'in usulünden biri de şudur: Din ve iman, hem söz, hem ameldir. Kalbin, dilin ve organların amelidir ve iman itaat ile artar, isyan ile azalır. Bununla birlikte onlar (Ehli Sünnet) ehli kıbleyi, Hari*cilerin yaptığı gibi sırf isyanları ve günah-ı kebairleri (büyük günahları) sebebiyle tekfir etmezler. Aksine masiyetlere rağmen din kardeşliği devam eder. Nitekim Allah Sübha-nehu ve Teala kısas ayetinde şöyle buyurmuştur: "Fakat kim (yani katil), kardeşi tarafından affedilir*se, o zaman (affedenin örfe göre) uygun olanı yapması (uy*gun diyeti istemesi, affedilenin de) güzele onu ödemesi ge*rekir." (Bakara: 2/178) "Eğer inanlardan iki grup vuruşurlarsa onların ara*sını düzeltin. Şayet biri ötekisine saldırırsa Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla vuruşun. (Allah'ın buyruğuna) dönerse artık onların arasını ada*letle düzeltin ve adil olun. Allah adaletli hareketedenle*ri sever. Muhakkak müminler kardeştirler. Kardeşleri*nizin arasını düzeltin." (Hucurat: 49/9-10) Onlar, fıskı, zahir olanları büsbütün imansız sayarak, ebedi Cehennem'de kalacağını da söylemezler. Mutezile, böylelerini imansız sayarak sonsuza kadar Ce*hennem'de kalacakları görüşündedirler. Halbuki fasık, iman dairesi içindedir. Nitekim: "Mümin bir köle azad etmesi gerekir." (Nisa: 4/92) (şeklindeki bir mümini hata ile Öldürene ceza takdir ederek onu iman dâiresinde sayan) ayette ve benzerlerinde bu du*rum söz konusudur. "Müminler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, kendilerine Allah'ın ayetleri okundu*ğu zaman (bu ayetler) onların imanlarını artırır. (Enfal: 8/2) Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: "Zina eden, zina ettiği zaman, mümin olduğu halde zi*na etmez. "Çalan, çaldığı zaman, mümin olduğu halde çal*maz. "Halkın gözleri önünde kıymetli bir şeyi yağma eder*ken, mümin olarak yağma etmez. Bu sözlerde olduğu gibi, böyleleri mutlak mümin is*miyle anilmayabilirler. Bu bakımdan ehli sünnet bu gibi kimseler için "İmanı eksik mümin" veya "İmanı sebebiyle mümin, büyük günahı sebebiyle fasık" derler. Yani ona, ne mutlak "iman" ismi veriyor, ne de tamamen verilmezlik ediyor. (İbn-i Teymiyye, Vasıtiyye Akidesi, Tevhid Yayınları: 25-26.) Peygamberimiz (s.a.s) ise; "Lâ ilâhe illallah" demesine rağmen "kâfirdir" diye bir kimseyi öldüren Üsâme'ye; "Kelime-i Tevhid'i" söylediği halde, onu niçin öldürdün?" diye sormuş, "o bu sözü, kendisini ölümden kurtarmak için söyledi" cevabını alınca: "Onun kalbini yarıp ta (imanı var mı diye) baktın mı?" buyurmuşlardır (Tirmizî, Kader, 7; İbn Mace, Mukaddime, 13; Ahmed İbn Hanbel, II, 4). İbni teymiyenin izahından, Abdulvahhabın asıl kaynağı olan sözde yolunda gittiğini söylediği selefin itikadından farklı olarak aslında mutezilenin görüşünü benimsediği açıktır. Evet Keşf-ül Şubuhatta devamla derki: Derler ki: Haklarında Kur'an inen kimseler Allah'tan başka bir ilâh olmadığına inanmazlar. Peygamberi yalanlarlar, öldükten sonra dirilmeyi inkâr ederler, Kur'anı yalanlar ve onu sihir kabul ederlerdi... Halbuki biz ; Allah' tan başka ilâh olmadığına, Muhammed (S. A. V.) in O'nun Rasûlu olduğuna şehadet ediyor. Kur'anı tasdik ediyor, öldükten sonra dirilmeye inanıyor, namaz kılıyor, oruç tutuyoruz. Böyle» olunca nasıl olur da bizi onlar gibi kabul edersiniz ?.. Cevap: Rasûlüllah (S. A. V.) e bir meselede inanıp bir meselede inanmayanın kâfir olduğu hususunda bütün ilim adamları ittifak etmişlerdir. Kur'an'ın bir kısmına inanıp, bir kısmına inanmayan, Tevhidi kabul edip namazın farziyetini inkâr eden yahut tevhide ve namazın farz oluşuna inanıp zekâtın farz oluşuna inanmayan ya da hepsine inanıp orucun yahut haccın farz oluşuna inanmayan da ayrı hükümdedir. « Hz. Peygamber (S. A. V.) zamanında hacca gitmeyenler olunca Cenabı Allah şöyle buyurmuştur: "Ona bir yol bulabilenlerin Beyt'i hacc etmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Küfreden ise: ALLAH, alemlerden müstağnidir." (Ali'imran: 3/37) "Allah'ı ve peygamberlerini inkâr ederek kâfir olan, bir de ALLAH ile Peygamberlerinin arasını ayırmak isteyen "Kimine inanırız, kimini inkâr ederiz"(Nisa: 4/150-151) diyen ve böylece (küfür ile iman) arasında bir yol tutmaya yeltenen kimseler (yok mu) işte onlar gerçek kâfirlerin tâ kendileridirler. Biz okafirlere hor ve hakîr edici bir azâb hazırlamışızdır." ? İnanılması gereken bazı şeylere inanıp bazılarına inanmayanın kâfir ve zikredilen cezaya müstahak olduğunu bizzat ALLAH izah ettiğine göre ; şüphe ortadan kalkmış olur. Şu halde her şeyde Rasulullah'ı tasdik edip namazın farz oluşunu inkâr eden, kâfirdir, kanı helâldir. Bu, icma' iledir. Yine her şeye inandığı halde öldükten sonra dirilmeye inanmayan, yahut Ramazan orucunun farziyetini inkâr edip diğer bütün şeylere inanan ; bütün mezheplere göre aynı hükümdedir. Kur'anı Kerim de bunlar için ayni ifadeyi kullanmıştır. Yine her şeye inandığı halde öldükten sonra dirilmeye inanmayan, yahut Ramazan orucunun farziyetini inkâr edip diğer bütün şeylere inanan; bütün mezheplere göre aynı hükümdedir. Kur'anı Kerim de bunlar için ayni ifadeyi kullanmıştır. Bilinmektedir ki Tevhid, Hz. Peygamberin bildirdiği en muazaam farzdır Namazdan, zekâttan, oruçtan ve Hac'tan daha muazzamdır. Nasıl olur da Rasûlüllah'ın bütün tebliğ ettiklerini yaptığı halde bu farzlardan birisini inkâr eden kâfir olur da,bütün peygamberlerin yolu olan tevhidi inkâr eden '"kâfir olmaz ! ?.. Hayret!.. Bu cehâlet ne kadar acayiptir Buraya kadar verilen cevapta zaten ehli sünnet inancında olduğu gibidir. Lakin madem kuranın bazısına inanıp bazısına inanmayanların kafir olduğuna inanıyor ve bunu ifade ediyor o zaman kendi ile çelişiyor demektir. Çünkü yukarda da izah ettiğimiz üzere şefaate ve tevessüle açıkça inanmadığı bellidir. Şefaat ayetleri kurandan değil midir? Kendiside bu ayrımı yapmış olmuyormu? İşte bu çelişkilerinin asıl sebebi ise Şüphesiz tevhid, kalple, lisanla ve amelle olmalıdır. Bunlardan birisi eksik olursa insan, müslüman sayılmaz. Diye inandığından kaynaklanmaktadır. Bu hususta derki: (Tevhidi Kalple, dille ve âza ile tatbik etmek) Geçen bölümlerden de anlaşılabilen, fakat çok önemli olduğu ve çok yanılmanın mevzuu bulunduğu için kendisine husûsî bir bahis ayrılmış olan pek mühim bir mesele ile sözlerimize son veriyor ve diyoruz ki : Şüphesiz tevhid, kalple, lisanla ve amelle olmalıdır. Bunlardan birisi eksik olursa insan, müslüman sayılmaz. Mesela; bir kimse tevhidi bilse ve fakat onunla amel etmezse; Fir'avn, iblis ve benzerleri gibi kâfirdir, inatçıdır !. . Bu meselede bir çok insanlar hataya düşerek ; "bu doğrudur. Biz de bunu anlıyor, hak olduğuna şehadet ediyoruz. Fakat tatbik edemiyoruz. Bu gün bizim memlekette bunu yapmak da mümkün oluyor." gibi özürleri beyan ederler. O miskin bilmez ki; kâfirlerin çoğu da hakkı bildikleri halde, bu gibi bazı özürler sebebiyle onu terk ederler. Allah buyurur: "Allah'ın âyetlerini çok az bir paha ile satmışlardır." ve "Onu (hakkı), oğullarını bildikleri gibi bilirler." (Bakara: 2/146) İmanın hakîkatını teşkil eden hükümler nelerdir? Yalnız kalp midir? Yalnız dil midir? Veya her ikisi birden midir? Yoksa bu ikisine ilaveten, azalarla yapılan işler, salih ameller midir? İşte bu hususta İslâm âlimleri arasında görüş ayrılığı vardır. Bundan dolayı birçok itikadi mezhep ortaya çıkmıştır. a) Ehl-i Sünnet'ten bazılarına göre şer'î iman; Hz. Muhammed (s.a.s)'in Allah Teâlâ'dan getirdiği kesin olarak bilinen şeylerin hepsinin doğru ve gerçek olduğunu kalp ile tasdik ve dil ile ikrar etmektir. Bu tarife göre imanın; biri tasdik diğeri ikrar olmak üzere iki rüknü vardır. Ancak, bu rükünler aynı seviyede birer aslî rükün değildir. Çünkü bunlardan "kalp ile tasdik", hiçbir mazeret karşısında vazgeçilmeyen "aslî rükün"dil ile ikrar ise, dilsizlik ve ölüm tehlikesi gibi zarûrî haller karşısında vazgeçilebilen ve vücubu sakıt olan "zâid rükün" dür. Aslî rükün sayıları kalb ile tasdik zâil olduğu anda, o kimse imandan çıkar ve kâfir olur. Çünkü her halükârda tasdiksiz iman olmaz. Ancak ölüm tehdidi karşısında diliyle ikrar etmeyen bir kimse, kalbi samimi tasdik ve imanla dolu olduğu için imandan çıkmaz ve kâfir olmaz (en-Nahl, 16/106). "Kavl-i Meşhur" olarak şöhret buları bu mezhebi, bazı Ehl-i Sünnet Kelâmcıları, Hanefi imamlarından Şemsü'l-eimme es-Serahsî, Fahru'l-İslâm Pezdevî ve diğer Hanefi fakihleri benimsemişlerdir. Hatta İmam-ı Âzam'ın da bu görüşü tercih ettiği rivayet edilmiştir (Fıkh-ı Ekber Aliyyu'l-Kâri Şerhi, s. 76-77; Şerhu'l-Makâred, II, 182, Şerhu'l-Akâidi'n-Nesefiyye, s. 436438). b) Ehl-i Sünnet'ten "cumhuru muhakkikîn" e göre şer'î iman; inanılması gerekenleri kalb ile tasdikten ibarettir. O halde şer'; imanın yegane rüknü, kalb ile tasdiktir. Kalbinde böyle tereddütsüz bir tasdik bulunan kimse, gerçekte ve Hak Teâlâ indinde mümindir. Dil ile ikrar etmek ise, imanın aslî veya zâid bir rüknü, yani imandan bir cüz değildir. Fakat, kalble bulunan tasdike, ancak dil ile ikrar edilmesi halinde vakıf olunabileceği, aksi halde mü'min midir, değil midir? bilinemeyeceğinden, dünyevî ve hukûkî hükümleri tasdik edebilmek için, dil ile ikrar şart koşulmuştur. Bu esasa göre, kalbiyle gerçekten tasdik edip de, bunu diliyle ikrar etmeyenler, dünyada müslüman sayılıp dini ahkâm kendilerine uygulanmasa bile, Allah Tealâ katında mü'min sayılırlar. Dini nasslar bu görüşü daha fazla desteklemektedir: "Allah işte bunların kalbine imanı yazdı" (el-Mücadele, 58/22); "İman henüz kalblerine girmedi" (el-Hucurât, 49/14 ve en-Nahl, 16/106 gibi). İmam Ebu Mansur el-Maturîdi'nin tercihi de budur. Özellikle, İmam Ebu'l-Hasan el-Eş'ârî ile İmamu'l-Haremeyn el-Cüveynî ve İmam Fahru'd-Din er-Râzî bu görüştedirler (Ali Arslan Aydın İslâm İnançları, I, 164-165). c) Selef Uleması ile, Hadis âlimlerinden birçoğu ise rivayete göre, İmam Mâlik, İmâm Şâfiî ve İmam Ahmet (r.a)'a göre Şer'î İman; "İkrarın bil lisan, tasdikun bil cenan ve amelün bil erkân"dır. Yani, "dil ile ikrar, kalp ile tasdik ve rükünlerle amel" Fakat bu görüşe sahip olan Selef Uleması ve bazı mezhep imamları, ameli terk eden kimseleri "fâsık ve âsî" saymışlarsa da, bu gibilerin imandan çıkarak kafir olacaklarına hükmetmemişlerdir. Ayrıca, abid ve zahid müslümanlara tatbik edilmekte olan dini ahkâmın, ameli terkeden fâsıklara da uygulanacağını söylemişlerdir. Nitekim tatbikatta hep böyle olagelmiştir. Bu zevata göre şer'î imanın hakîkatı iki şekilde mütâlaa edilmektedir. Biri; er geç Cennete girme imkânını sağlayan iman esasıdır ki, bu kalp ile tasdikle veya tasdikle beraber dil ile ikrar ile tahakkuk eder. Diğeri ise, müslümanı cehennemin azabından koruyan ve ebedî saadete erdiren "Kemâl-i iman", yani imanın kâmil olmasıdır. Şüphe yoktur ki amel, yani dini emir ve esaslara uyarak yasaklardan kaçınmak, imanın kemalinden olup, onun güzel bir semeresi ve beklenen meyvesidir. Sonuç olarak, yukarıdaki tarif gerçekte, "imanın aslını ve hakikatı"nın değil, "kemâl-i iman" yani iman olgunluğunun tarifidir. Bu bakımdan, Selef ve bazı hadisçilerin görüşü, Mu'tezile ve haricilerin katı görüşleriyle ilgili olmayan makul ve makbul bir görüştür (Ali Arslan Aydın, a.g.e, I, 160-161 ve orada zikredilen ana kaynaklar). d) Havâriç ve Mu'tezile ise Şer'î imanın; dil ile ikrar ve kalp ile tasdik şartından başka, bunları amel ile tasdik etmek olduğunu iddia etmişlerdi. Bunlara göre imanın hakikatı hem "fiil-i kalp, hem fiil-i lisan, hem de fiil-i cevârih" dir. Yani Şer'î imanın "üç rüknü" vardır. Bunlar; Resulullah'ın Allah Teâlâ'dan vahy ile telakki edip tebliğ ettiği ilâhî esasları ve şer'î hükümleri; "a) Kalp ile tasdik, b) Dil ile ile ikrar, c) Azalarla tatbik etmek"tir. O kadar ki, bu üç rükünden birine sahip bulunmayan; meselâ kalbiyle tasdik, diliyle ikrar ettiği halde, bunlarla amel etmeyen bir kimse, mümin sayılmaz. Bu şahıs, Haricîler nazarında "kafir", Mu'tezile nazarında ise, "ne mümin ne de kafirdir", fakat imanın hakîkatından olan bir cüz'ü, yani ameli terkettiği için "fâsık" sayılır. Bu esasa göre Mu'tezile, "günâh-ı Kebâûr" den, yani büyük günahlardan birini işleyen veya "vâcipler"den birini terkeden kimseyi mümin olarak kabul etmez. Bu gibiler için meşhur "el-Menziletü beyne'l-menzileteyn" tezini ileri sürer, bunların Cennet ile Cehennem arasında bir yerde kalacaklarını iddia eder. Bu görüşlerini isbat için bir çok nassları te'vil eder. Bu mesele, Ehl-i Sünnet'in red ve cerhettiği Mutezilenin beş ana prensibinden biridir. Hâricîlerin ki ise; siyâsî esasa dayanan, son derece kat bir iddia olup, mesnetsiz ve akl-ı selimden uzaktır. İman ile Amel Arasındaki Münasebet: Yukarda verilen bilgilerden ve yapılan açıklamalardan anlaşıldığına göre; gerek dilciler ve gerekse Ehl-i Sünnet âlimlerinin cumhuru (büyük çoğunluğu) nazarında "imanın hakikatı"; Allah Teâlâ'nın varlığını ve birliğini (ulûhiyetini ve tevhidini), Hz. Muhammed (s.a.s.)'in peygamberliğini ve Allah'dan getirip tebliğ ettiklerinde sadık olduğunu kalp ile tasdikten ibarettir. Birçok ayet ve sahih hadisler, bu hükme sarahaten delâlet etmektedir. Nitekim Hak Teâlâ Kur'an-ı Kerîm'de, "iman" kelimesini daima insanların kalblerine isnat etmek suretinde ifade buyurmuştur: a. "İşte onlar o kimselerdir ki, (Allah) imanı kalblerine yazdı" (el-Mücadele, 58/22) b. "İman henüz kalblerinize yerleşmedi (hele bir yerleşsin)..." (el-Hucurât, 49/14). c. "... Kalbi iman ile (dolu ve) mutmain (müsterih) olduğu halde... " (en-Nahl, 16/106). Peygamberimiz (s.a.s) ise; "Lâ ilâhe illallah" demesine rağmen "kâfirdir" diye bir kimseyi öldüren Üsâme'ye; "Kelime-i Tevhid'i" söylediği halde, onu niçin öldürdün?" diye sormuş, "o bu sözü, kendisini ölümden kurtarmak için söyledi" cevabını alınca: "Onun kalbini yarıp ta (imanı var mı diye) baktın mı?" buyurmuşlardır (Tirmizî, Kader, 7; İbn Mace, Mukaddime, 13; Ahmed İbn Hanbel, II, 4). Aynı âlimlere göre "dil ile ikrar"da, yukarda belirtildiği gibi, imanın hakikatından bir cüz, ondan bir rükün olmayıp, bir kimsenin müslüman olduğunu bilmek ve ona İslâm'ın dünyevi ahkâmını tatbik edebilmek için zarurî görülen bir şarttır. İslâmî hükümlerle amel etmek, yani inanılan dinî hükümleri bilfiil tatbik etmek ise; Ehl-i Sünnet imam ve âlimlerinin çoğunluğu nazarında, imanın hakikatına dahil değildir. Bu hususa yukarda kaydedilen delillerden başka şu muhkem ayetler açık ve kesin olarak delâlet etmektedir: a. "Ey iman edenler; sizin üzerinize oruç (tutmak) farz kılındı" (el-Bakara, 2/183). Bu ve benzeri ayetlerde (bk. el-Bakara, 2/153, 187; Âlu İmrân 3/59; el-Enfâl, 8/20, 27; en-Nûr, 24/21; el-Ahzâb, 33/70; el-Cum'a, 62/9). Önce "iman edenler" diye hitap edilmiş, sonra müminlerin yapmaları ve yapmamaları gereken emir ve yasaklar bildirilmiştir. O halde olumlu veya olumsuz olan amel, imanın haki katından olmayan, ayrı ve başka bir şeydir. b. "İman eden ve iyi (salih) amel isleyen kimseleri Cennetimize koruz" (en-Nisâ, 9/57). Bu ve benzeri ayetlerde (el-Bakara, 2/227; Yunus 10/9; Hûd, 11/23; Lokman, 31/8; Fussilet 41/8; el-Buruç, 85/ 11; el-Beyyine, 98/7; el-Ankebut, 29/7, 9, 58; el-Fâtır, 35/7; eş-Şûrâ, 42/22) salih amel imana atfediliyor ki; arapça gramer kaidesince, ancak manası başka olan şeyler birbiri üzerine atfedilir. Yani âtıf işlemi, "ma'tû" ile "ma'tûfun aleyh"in başka başka manada olmasını gerektirir. O halde amel, imandan başka olup, ondan bir cüz değildir. c. "Kim mümin olarak, iyi ve güzel amel işlerse..." (Tâhâ, 20/ 112). Bu âyet-i kerîmede amelin makbul olması, imanlı olma şartına bağlanmıştır. Meşrutun (yani amelin) şartta (yani imandan) dahil olmayacağı, bilinen kural gereğidir. O halde iman ve amel. ayrı ayrı şeylerdir. d. "Eğer müminlerden iki zümre birbirleriyle vuruşur, cenk yaparsa, aralarını bulup onları sulh ediniz..." (el-Hucurât, 49/9). Bu ayet-i kerimede; birbiriyle cenk yapan büyük günah sahipleri "mü'min" diye anıldığına göre; iman ile haram olan adam öldürme fiilinin dahi mümin bir şahısta birlikte bulunabileceği, dolayısıyla her cins amelin imandan ayrı ayrı ve ondan başka bir unsur olduğu gayet açık olarak bildirilmektedir. Bu ve benzeri ayet-i kerîmelerin sarahatına ilaveten, herbiri birer salih amel olan ibadetlerin Allah indinde makbul olabilmesi için, önce imanın (kalbdeki tasdikin) şart olduğunda, İslâm âlimleri arasında icma vardır. Bu bakımdan, kafirin yaptığı ibadetin bir değeri ve sevabı yoktur. Çünkü o, önce iman etmekle, sonra ibadet ve salih amelle mükelleftir. İnanmadan yapılan ibadetler, Allah katında makbul ve muteber değildir. Yukarda zikredilen delâleti katı dinî delillere ve ulemanın icmaına binaen; amelin, imanın hakîkatından ve aslından bir rükün olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. (Fazla bilgi için bk. Fıkh-ı Ekber, Aliyyu'l-Karî Şerhi, s. 80; Tefsîr-i Kebir, I, 249; Şerhu'l-Makâsıd, II, 187; Şerh-i Mevâkıf, c. III, s. 248). Bu izahlardan sonra Abdulvahhabın selefin ve İbni Teymiyenin yolunu benimsemediği açıkça anlaşılıyor tekrar toplu halde İbni Teymiyenin Şefaat ve Amel İman ilişkisini itakıtını verecek olursak: İman-Amel ve Tekfir: Ehl-i Sünnet'in usulünden biri de şudur: Din ve iman, hem söz, hem ameldir. Kalbin, dilin ve organların amelidir ve iman itaat ile artar, isyan ile azalır. Bununla birlikte onlar (Ehli Sünnet) ehli kıbleyi, Hari*cilerin yaptığı gibi sırf isyanları ve günah-ı kebairleri (büyük günahları) sebebiyle tekfir etmezler. Aksine masiyetlere rağmen din kardeşliği devam eder. Nitekim Allah Sübha-nehu ve Teala kısas ayetinde şöyle buyurmuştur: "Fakat kim (yani katil), kardeşi tarafından affedilir*se, o zaman (affedenin örfe göre) uygun olanı yapması (uy*gun diyeti istemesi, affedilenin de) güzele onu ödemesi ge*rekir." (Bakara: 2/178) "Eğer inanlardan iki grup vuruşurlarsa onların ara*sını düzeltin. Şayet biri ötekisine saldırırsa Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla vuruşun. (Allah'ın buyruğuna) dönerse artık onların arasını ada*letle düzeltin ve adil olun. Allah adaletli hareketedenle*ri sever. Muhakkak müminler kardeştirler. Kardeşleri*nizin arasını düzeltin." (Hucurat: 49/9-10) Onlar, fıskı, zahir olanları büsbütün imansız sayarak, ebedi Cehennem'de kalacağını da söylemezler. Mutezile, böylelerini imansız sayarak sonsuza kadar Ce*hennem'de kalacakları görüşündedirler. Halbuki fasık, iman dairesi içindedir. Nitekim: "Mümin bir köle azad etmesi gerekir." (Nisa: 4/92) (şeklindeki bir mümini hata ile Öldürene ceza takdir ederek onu iman dâiresinde sayan) ayette ve benzerlerinde bu du*rum söz konusudur. "Müminler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, kendilerine Allah'ın ayetleri okundu*ğu zaman (bu ayetler) onların imanlarını artırır. (Enfal: 8/2) Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: "Zina eden, zina ettiği zaman, mümin olduğu halde zi*na etmez. "Çalan, çaldığı zaman, mümin olduğu halde çal*maz. "Halkın gözleri önünde kıymetli bir şeyi yağma eder*ken, mümin olarak yağma etmez. Bu sözlerde olduğu gibi, böyleleri mutlak mümin is*miyle anilmayabilirler. Bu bakımdan ehli sünnet bu gibi kimseler için "İmanı eksik mümin" veya "İmanı sebebiyle mümin, büyük günahı sebebiyle fasık" derler. Yani ona, ne mutlak "iman" ismi veriyor, ne de tamamen verilmezlik ediyor. (İbn-i Teymiyye, Vasıtiyye Akidesi, Tevhid Yayınları: 25-26.) Şefaat hakkında ki görüşüne gelince: Şefaat: Rasulullah'm (s.a.v.) Kıyamet günü üç şefaati vardır: 1- Birinci şefaati mevkıf ehline yapacağı şefaattir. Adem, Nuh, İbrahim, Musa ve Meryem oğlu İsa'ya (a.s.) ya*pılan şefaat müracaatlarından sonra en son olarak Rasulul-lah'a (s.a.v.) müracaat olunacak ve onun şefaatıyla mevkıf ehli arasında hükmedüecektir. 2- İkinci şefaati Cennet ehlinin Cennet'e girmeleri için yapacağı şefaattir. Bu iki şefaat O'na (s.a.v.) mahsus şefa*ati ardır. 3- Üçüncü şefaat ise ateş hak etmiş olanlar için yapıla*caktır. Bunu i£in hem O (s.a.v.) hem diğer peygamberler, hem de sıddıklar ve başka kimseler şefaat edecektir. Ateşi haketmiş olanların ateşe atılmaması, girmiş olanların çıkma*sı için şefaat olunacak, ayrıca Allah (c.c.) şefaat olmaksızın yalnızca kendi fazlı keremiyle Cehennem'den grup grup insanları çıkaracak, dünyalılardan bu kadar kimse girdiği hal*de Cennette yine fazla yerler kalacak, bu sebeple Allah (c.c.) Cennet için başka gruplar yaratıp onları da oraya ko*yacaktır. Ahiret yurdunun içerdiği hesap, mükafat ve mücazat Cennet ve Cehennem ile bunların ayrıntıları semavi kitap*larda Rasulullah'tan (s.a.v.) nakledilen mesur haberlerde zik-redife gelmiştir. Rasulullar tan (s.a.v.) nakledilen ilmi mi*rasta da bunlara dair yeterli ve sadra şifa mevcuttur. Bunla*rı istiyen bulabilir. (İbn-i Teymiyye, Vasıtiyye Akidesi, Tevhid Yayınları: 22-23.) Şimdide gelelim Tevessülün ve İstiğasenin hakikatına ve dinde olup olmadığına meselesine: Tevessül, arapça bir kelimedir. Birini ve bir şeyi vesile ve aracı yapmak demektir. Meselâ çatıya çıkmak için merdiven, bir yere ulaşmak için çeşitli vasıtalar birer vesile; bizim de o maksadı elde etmek için bunları kullanmamız bir tevessüldür. Tabi ki burada söz konusu olan mânevî tevessüldür. Nebîlere, velîlere, derecesine göre âlimlere ve sâlih kullara tevessül yapılıp yapılamayacağı öteden beri ulemâ arasında münâkaşası yapılan hususlardandır. Bu münâkaşa İbn-i Teymiye ekolüyle yeni buudlar kazanmış ve günümüze kadar da devam ede gelmiştir. İstiğase ayrı, vesile ayrı bir şeydir. İstiğase yardım istemek anlamını ifade eder. Vesile ise gayeye vasıta olan şeydir. Güneş ve ay gibi hizmeti çok da olsa, Ka'be ve Hacerü'l-esved gibi mukaddes de olsa cansız veya zevilukul olmayan bir mahluktan istiğase etmek caiz değildir. Zevilukul olan kimseden istiğase etmek meselesine gelince, bakılır, kendisinden istiğase edilen kimse salih ve mü'min değilse, ister gaib olsun kendisinden istiğase etmek caiz değildir. Fakat salih bir kul olursa, huzurunda veya kabri başında olursa, şefaat dilemek maksadıyla ondan istiğase etmek caizdir. Çünkü ölü olan kimse her ne kadar berzah alemine intikal etmiş ise de kendisine has bir hayatı vardır. Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur: "Peygamberler kabirlerinde diridirler" (İbn Mâce, Cenâiz 65) Peygamberlerin, mezarlarında diri olduklarına bir delil de, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem), mirac sırasında Mescid-i Aksa’da bütün peygamberlerin ruhlarıyla buluşması ve semada karşılaştığı her peygambere selam verdikçe, peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in selamını almasıdır. Yine Bedir savaşında ölmüş müşrikler hakkında da şöyle buyurdular: "Siz bunlardan fazla işitmezsiniz; ancak cevap veremezler." İslam inancına göre, ölüm hiçlik değil, yokluk değil, sadece bir yer değiştirmektir, bu fani hayattan bakî bir hayata kavuşmaktır. Durum böyle olunca, ölüp öbür hayata geçmiş olan bir kimsenin ilk hayatı ile ikinci hayatı arasında ne fark var ki? Şimdi Allah için düşünelim; bizim çok sevdiğimiz bir yakınımız, sadece dünya hayatında iken mi hatırını sayıyoruz? Vefatından sonra artık gözümüzde değersiz bir varlık mı olmaktadır? Bunu hangi vicdan kabul eder? Peki Allah’ın en sevdiği elçisi Hz. Muhammed (asv)’i dünya hayatında iken -deyim yerindeyse- yere-göğe sığdırmazken, vefatından sonra onun üzerine çizgi çekmesi, öldü diye bütün bütün değerden düşürmesi, adeta en büyük dostunu en âdi bir konuma sokması mümkün müdür? Kaldı ki, ölümle insanlar Allah’ın huzuruna varıyorlar, daha da yakınlaşıyorlar. Nitekim, Kur’an’da Rabbimiz sık sık “bana döneceksiniz” diye buyuruyor. Selefîcî kardeşlerimizin bir yanılgısı da ölü ile diri olanları ayırmalarıdır. Onlara göre, hayatta iken birinin vesile kılınması caizdir, fakat öldükten sonra vesile kılınması ise şirktir. Oysa, diri olanlarda zahiren görülen bir güç olduğu için onların vesile kılınması şirke daha müsait zannedilebilir. Kaldı ki, “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetme! Bilakis onlar hayatta olup, Rablerinin katında yaşarlar, rızıklanırlar.” (Al-i İmran, 3/169)mealindeki ayette ifade edildiği gibi, şehitler diridir. Peygamberler de diridir, çünkü, onlar şehitlerden çok üstündür. Şehitlik bir nevi velayettir. Şehitlerden daha üstün mertebede olan veliler de vardır. Kur’an’da şehitlerin özelikle söz konusu edilmesi, onların kendilerini ölü bilmeyecek derecede Berzah aleminde bir hayata mazhar olmalarındadır. Yoksa, bütün ölüler diridir, çünkü asıl olan ruhtur ve o da zaten -Allah’ın izin ve inayetiyle- bâkidir. İslam dininde tevessül, yani Allah katında makbul bir şeyi vasıta kılarak Allah’tan bir şey istemek caizdir. Mesela; "Allah’ım Kabe hakkı için beni affet" demek, "Peygamber hürmetine bana yardım et", "İmam Rabbani Hazretlerinin vesilesi ile beni şu musibetten kurtar." demekte İslam alimlerince hiçbir sakınca görülmemiştir. Bunu sakıncalı ve şirk görenler ehlibidat ve ateş olan Vehhabilik mezhebidir ki; sapkın ve ehlisünnetin dışında olan bir mezheptir. Vesileleri vesilelikten çıkarıp, bizzat vesilelerden istemek şirk olur. Mesela; "Ey Kabe bana şunu ver.", "Ey Peygamber beni affet.", "Ey filanca, benim başımdan şu musibeti al." demek şirktir. İkisini birbirbiri ile karıştırmamak gerekir. Tevessül yani vesile ile Allah’tan istemek caizken, bizzat vesileden yardım ve talepte bulunmak şirktir. Vesile edilen şey Allah ile kul arasında kesif bir perde olup Allah’tan istemeyi engelliyor ise, bu vesile şirk unsuru oluyor. Yok vesile Allah ile kul arasında şeffaf bir perde olup Allah’tan istemek manasına kuvvet veriyor ise bu makbul ve caizdir. İşte Vehhabi zihniyeti bu hakikati kavramadığı için tevessülü şirk olarak kabul ediyor. Vesile edilerek yapılan duaların makbul ve hak olduğuna dair ayet ve hadisler şöyle geçiyor: Allahutealâ şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler, Allah’tan korkun, ona ulaşmak için vesile arayın ve onun uğrunda cihad edin. Umulur ki, felâha kavuşursunuz.” (Maide, 5/35) “Dua edenler rabbına ulaşmak için bir vesile edindiler. Böylece kim (Allah’a) daha yakın olur diye ortaya çıkar. Bunlar, onun rahmetini umuyorlar ve onun azabından korkuyorlar. Şüphesiz ki onun azabı sakınması gerekli olan husustur.” (İsra, 17/57) Hz. Enes anlatıyor: Hz. Ömer, kuraklık ve kıtlık olduğunda -halkla birlikte- yağmur duasına çıktığı her seferinde Hz. Abbas’ı vesile yapar ve şöyle dua ederdi: “Allah’ım! Biz daha önce Peygamberimizi vesile yaparak senden yağmur istiyorduk ve sen de bize yağmur veriyordun. Şimdi ise -Peygamberimiz aramızda yok- onun amcasını vesile kılarak senden yağmur istiyoruz, ne olur bize yağmur ver.” derdi ve hemen yağmur yağmaya başlardı.(Buharî, İstiska, 3). İmam Ahmed ve Trimizî’nin bildirdiğine göre, Gözünden muzdarip olan a’ma bir adam Hz. Peygamber (a.s.m)’e gelerek kendisi için dua etmesini istedi. Hz. Peygamber (a.s.m), ona: "İstersen senin için bunu tehir edeyim ki, ahiretin için hayırlı olur."(Tirmizî’de: istersen sabredersin); istersen sana dua edeceğim” dedi. Adam, dua etmesini isteyince, Hz. Peygamber (a.s.m), ona güzelce abdest almasını, sonra iki rekat namaz kılmasını ve ardından da şöyle dua etmesini emretti: “Allah’ım! Senin rahmet peygamberin olan Muhammed’i vesila kılarak senden istiyor ve sana yöneliyorum. Ya Muhammed! Bu ihtiyacımın giderilmesi için seninle/seni vesile ederek, Rabbime yöneliyorum. Allah’ım! Onun hakkımdaki şefaatini kabul buyur!”(Tirmizi, Daavat, 119, Müsned, IV/138) Adam -gidip söylenenleri yaptı- dönüp geldiğinde gözleri açılmıştı.(Tuhfet’u’l-Ahvezî, ilgili hadisin şerhi). Şu bir gerçektir ki, insan, bir şekilde benimsediği kendi düşüncesinden kolay kolay sıyrılamaz, tarafsız konuya bakamaz. Karşı tarafın elinde dağ gibi bir delile çok zayıf bir emare gözüyle bakabildiği gibi, kendi düşüncesini destekleyen en zayıf bir emareyi sağlam bir delil olarak görebilir. Bu psikoloji ile bir meseleye bakanların zihnine, düşüncesinde olmayan her türlü şaibeden uzak elmas gibi bir hakikat gelse, kömür görünümüne bürünür ve abesiyete dönüşür. Bu sebeple, hakkı hak olarak görmek için hepimiz her zaman Allah’a yalvarmalıyız. Vesile kavramına ilişkin bilgi ve yorumları serdettikten sonra, tevessül konusunu daha açık şekilde ve kısımlarına gelince: 1. Allah’a İsim ve Sıfatlarını Vesile Kılarak Yalvarmak Bu tevessül şöyle misâllendirilebilir. “Allah’ım, Senin Rahmân, Rezzak vb. isimlerinin hakkı için beni şununla rızıklandırmanı veya bana şunları ihsan etmeni diliyor ve dileniyorum.” Bu duada Allah’tan istenenler, O’nun Rahmân ve Rezzak ismi vesile kılınarak istenmektedir. Efendimiz (s.a.s) de pek çok hadîslerinde Cenâb-ı Allah’a isim ve sıfatlarını vesile kılarak tazarru ve niyazda bulunmuşlardır. Allah Resulü (s.a.s) çok sıkıntılı olduğu anlarda, “Ey Hayy ve Kayyum olan Allah’ım! Sen’in rahmetinden medet bekliyorum.” (Tirmizi, Sünen, Hadis no: 3524) diye yalvarmıştır. Bir diğer dualarında ise şöyle buyurmuşlardır: “Bir kul başına gelen bir sıkıntı ve üzüntü karşısında, ‘Allah’ım, ben Sen’in kulunum, bir kulunun oğluyum, bir cariyenin oğluyum, benim bütün her şeyim Sen’in elindedir. Sen, hakkımda istediğin hükmü verirsin; Sen’in verdiğin bütün hükümler benim için âdilânedir. Kendini bize tanıttırdığın bütün isimlerinin hakkı için, kitabında inzal buyurduğun bütün isimlerinin hürmetine veyahut kullarından birine talim buyurduğun isimlerinin hürmetine yahut da gayb ilmindeki bize açıklamadığın isimlerinin hürmetine, Kur’ân’ı kalbime bahar kılmanı, gönlüme ışık yapmanı, onun vasıtasıyla sıkıntı ve üzüntümü gidermeni diliyorum.’ derse, Allah onun sıkıntı ve üzüntüsünü giderir ve o sıkıntılar yerini sevinç ve feraha bırakır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 452; Taberani, el-Mu’cemü’l-Kebir, X, 169) 2. Allah’a, Geçmişte Yapılan Salih Amelleri Vesile Kılarak Dua Etmek Bu şekilde tevessül ile duaya örnek olarak, Allah Resulü (asv)’nden nakledilen, mağarada mahsur kalan üç adamın kıssası verilebilir. Hazreti Enes Allah Resulü’nden şöyle işittiğini anlatıyor: “Üç kişi birlikte yürürken yağmura yakalanınca dağdaki bir mağaraya sığındılar. Dağdan kopup yuvarlanan bir kaya parçası, sığındıkları mağaranın ağzını kapattı ve onları mağaraya hapsetti. Birbirlerine şöyle dediler: ‘Allah için yaptığımız amelleri araştıralım ve o amellerle Allah’a dua edelim. Ümit edilir ki, Allah o amellerimizin hürmetine bizi bu sıkıntıdan kurtarır.’ "Biri yaşlı ve ihtiyar anne ve babası olduğunu, eşi ve küçük çocuklarından önce onları doyurmak için sabaha kadar başlarında uyanmalarını beklediğini ifade ettikten sonra, ‘Allah’ım, eğer biliyorsan ki bunu yalnız senin rızan için yaptım, mağaranın ağzını birazcık arala da gökyüzünü görebilelim.’ diyerek yalvardı. Allah da bunun üzerine mağarayı biraz açtı, o aralıktan göğe baktılar." "İkincisi çok sevdiği bir amca kızından bahisle, onu çok sevdiğini, bir gün onunla yalnız kalarak evlilik dışı ilişki kurmayı talep ettiğini ve sonunda kızın direnmesi ve 'Allah’tan kork' demesiyle vazgeçtiğini anlattıktan sonra, ‘Allah’ım, eğer bunu Sen’in için yaptığımı biliyorsan, mağaranın ağzını biraz daha arala.’ diyerek yalvardı. Allah da bu duaya mukabil mağaranın ağzını biraz daha açtı." "Üçüncü kişi de ücret mukabilinde işçi tuttuğunu ama işçinin hakkını almadan ayrılıp gittiğini, ancak o ücreti çalıştırarak nemalandırdığını, yıllar sonra o işçi yanına gelip de hakkı olan ücreti istediğinde sürülerle hayvanların ona ait olduğunu ve sonunda adamın o sürüleri götürdüğünü ifade ettikten sonra ‘Allah’ım, eğer bunları senin rızan için yaptığımı biliyorsan, mağaranın geri kalan kısmını da açıver.’ dedi. Akabinde Allah mağaranın geri kalan kısmını da açıverdi.” (Müslim, Zikir, 27, Hadis no: 2743) Anlaşıldığı üzere her üç mağara arkadaşı yaptıkları salih bir işi Allah’a arz ederek o amellerle tevessülde bulunmuşlardır. 3. Allah’la İrtibatının Kuvvetli Olduğuna İnanılan Birini Vesile Kılarak Allah’a Dua Etmek Bu tarz tevessül şöyle izah edilebilir: Birisi salih bir zâta gider ve ondan mevcut sıkıntısını gidermesi için Allah’a dua etmesini istirham eder. Hadîslerden buna misâl olarak Hazreti Ömer (ra)’in naklettiği şu rivayet zikredilir: “Allah Resulü’nden şöyle derken işittim: ‘Tâbiînin en hayırlısı, Üveys adındaki şahıstır. Onun bir annesi vardır. Vücudunda da beyazlık vardır. Ona söyleyin de sizin için Allah’a istiğfarda bulunsun.’” Diğer bir rivayette ise “Sizden kim onunla karşılaşırsa, sizin için dua etmesini istesin.” demiştir. (Müslim, Fedâilü’s- sahâbe, 55, Hadis no: 2542) İmam Nevevi bu hadisin şerhinde şöyle der: “Bu hadîsten, dua talep eden daha faziletli de olsa, salih zâtlardan dua istemenin müstehap olduğu anlaşılmaktadır.” (Ebu Zekeriyya en-Nevevi, ilgili hadisin şerhi) Osman İbn Huneyf nakleder: Gözünden rahatsız olan bir adam Allah Resulü (asv)’ne geldi ve “Ey Allah’ın Resulü, bana afiyet ve sıhhat vermesi için Allah’a dua et.” Efendimiz, “İstersen dua edeyim ya da istersen sabret, bu senin için daha hayırlıdır.” Adam “Dua et” dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (asv) ona mükemmel ve kusursuz bir abdest almasını ve şu dua ile yalvarmasını tavsiye etti: "Allah’ım, rahmet peygamberi olan Senin peygamberin Muhammed’in hürmetine sana teveccüh ediyor ve senden istiyorum. Sen’inle bu ihtiyacımın giderilmesi konusunda Rabbime teveccüh ettim. Allah’ım, o Rahmet Peygamberi’ni benin iyileşmem için vesile eyle." (bk. İbn Mâce, İkâme, 189; Tirmizî, De’âvât, 118; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/138) 4. Dua Esnasında, Bekâ Yurduna İrtihal Eden Peygamber, Veli ve Diğer Salih Kulları Vesile Kılmak Bu nevi tevessül de önceki üç türde olduğu gibi, İslâm bilginlerinin çoğunluğu tarafından kabul görmüştür. Yani cumhur-u ulemanın kâhir ekseriyetinin genel görüşü budur. Buna göre bir peygamber, bir şehit veya velinin kabri ziyaret edildiğinde ziyaret edenle kabirde medfun olan zât arasında mânevî alışveriş söz konusudur. Karşılıklı istifade ve istifâza bahis mevzudur. Nitekim bu konuyu Allâme Fahreddin Razi şöyle izah etmektedir: “İnsanın ruhu bedeni öldükten sonra ebedî olarak kalıcıdır. Bedenlerini terk eden ruhlar henüz bedenlerden çıkmamış ruhlardan pek çok yönden daha güçlüdürler. Şöyle ki ruhlar bedenlerini geride bıraktıkları zaman perdeler kalkar, onlara gayb perdesi ve âhiret menzillerine ait sırlar ayân olur. Ruh bedende, yani hayatta iken delille elde edilen bilgiler bedenden ayrıldıktan sonra zaruri / kesin bilgiye dönüşür. Beden kaybolunca bu ruhlar aydınlanır, nurlanır ve bir nevi kemale erer. Diğer taraftan henüz bedende olan ruhlar da bazı yönlerden bedenlerini terk etmiş ruhlardan daha güçlüdürler. Çünkü onlar talep etme / araştırma ve kazanma vesileleri olan tefekkür ve nazar sayesinde her gün yepyeni bilgilere ulaşırlar. Bu durum ölenlerin ruhlarında olmaz. İkinci mesele ise şudur: Ruhların bedenleriyle olan ilişkisi şiddetli bir aşka ve tam bir sevgiye benzer. Bu sebeple, dünyada elde etmek istediğin her şeyi bu bedenini rahat ettirmek ve ona iyilik etmek için yaparsın. İnsan öldüğünde ve ruhu bedenini terk ettiğinde o muhabbet ve aşk kaybolmaz. Böylece ruhlar geride bıraktıkları bedenlerine meyilli ve müncezip olarak kalırlar. Bunların üzerine şunu bina edebiliriz: İnsan, kâmil ve etkili bir ruha sahip bir zatın kabrine vardığında ve orada bir süre durduğunda onun nefsi/ruhu o topraktan etkilenir. Ölen zatın ruhunun o toprakla olan ilişkisi malumunuzdur. İşte ziyaret esnasında canlı bedenin ruhu ile orada yatan zatın ruhu o toprak vesilesiyle karşılaşırlar. Sanki cilalanmış aynaya benzeyen bu iki ruh ışıklarını birbirine aksettirmeye başlarlar. Ziyaret edenin ruhunda hâsıl olan ilim, mârifet, fazilet, Allah’a boyun eğme ve kadere teslimiyet gibi güzellikler oradaki meyyitin ruhuna akseder. Diğer taraftan o meyyitin ruhundaki parlak ve kâmil ilimler de nur olarak ziyaret eden kişinin ruhuna akseder. Böylelikle bu ziyaret hem ziyaretçi hem de ziyaret edilen hakkında büyük bir menfaate ve güzelliğe vesile olur. Kabir ziyaretinin meşruiyetindeki asıl hikmet de budur. Burada zikrettiğimizden daha ince, daha esrarengiz sırlar da hâsıl olabilir; ama eşyanın hakikatlerini kuşatıcı şekilde bilmek Allah’a mahsustur.” (Kevseri, Makâlât, s.383-384) Aynı şekilde Sa’duddin Teftâzânî de dünyada iken aralarında muârefe olan kişiler arasında kabir ziyareti anında mânevî alışveriş olacağından söz eder ve şöyle der: “Kabirleri ziyaret faydalıdır. Dünyada hayır yörüngesinde yaşamış olan şahsiyetlerin ruhlarından iyiliklerin celp edilmesi ve birtakım musibetlerin defedilmesi konusunda yardım istenebilir. Zîrâ insanın ruhu bedeninden ayrıldıktan sonra bedeni ve onun defnedildiği toprakla sımsıkı bir alâkası olur. Hayatta olan kişi o toprağı ziyaret ettiğinde iki ruh arasında bir mülâkat ve karşılıklı bir feyiz alışverişi olur.” (Teftazânî, Şerhu’l- mekâsıd fî ilmi’l- kelâm, Pakistan, 1981, II/ 43) Sözün tam burasında Allâme Kevserî der ki: “Büyük imamın bu meselede vardığı sonuç böyledir. Acaba bu imam da tevhid ile şirki ayırt edemeyen kimselerden midir? Tuh böyle tahayyül edenlerin yüzüne!” (Makâlât, s.385) Tevessüle dair bazı ölçü ve prensipleri şöyle özetleyebiliriz: a. Allah her şeyin yaratıcısıdır. Her şey O’nun kudret elindedir. Hakiki anlamda bütün işleri evirip çeviren O’dur. O’ndan başka Hâlık, Mûcid ve Müdebbir yoktur. Nebiler ve veliler ise kendilerinden yardım istenilen ve O’nun inayetine davetiye anlamında birer vesile-sebeptirler. b. Bizim Allah’a ve Peygamber Efendimiz (asv)’e yönelik sevgimiz ve muhabbetimiz, O’nun dışındaki her şeyden bize daha sevimli olmalıdır. Allah’tan ötürü Efendimiz (asv)’i, velileri, şehitleri, sıddîkleri vs. severiz. c. Hakiki anlamda Allah’ın dışında medet ve yardım edecek hiç kimse yoktur. Her ne kadar o yardımlarını yaratıklarının eliyle veya vasıtasıyla bize ulaştırıyorsa da bütün yardım ve medetler O’ndandır. d. Bizler, dua ederken, “Nebinin hakkı için, onun yüzüsuyu hürmetine veya filan veli kulunun hürmetine” dediğimizde, bu ifadelerle Allah’a daha yakınlaşmayı ve o zatların Allah katındaki mevkilerinin hürmetine dualarımızı kabul etmesini istiyoruz. e. Tevessülün cevazı konusunda yaşayan biriyle vefat eden biri arasında ayrım yapmak, yani yaşayan biriyle tevessülü kabul edip de bekâ yurduna intikal edenlerle tevessülü reddetmek temelsiz bir iddiadır. Kaldı ki peygamberler ve şehitler bu dünyadan irtihal etmiş olsalar da, belirli bir hayat mertebesinde yaşamakta ve dünya ile alâkaları devam etmektedir. Dünya ile irtibatlı olan peygamber ve şehitleri vesile kılmakla bedeni ile hayatta olanı vesile kılmanın ne farkı olabilir ki? f. Hakikatte tevessül, Allah’ın belirlediği ve takdir ettiği neticeler için yerine getirilmesi gereken sebeplerden sadece biridir. Hakiki tesir Allah’tan olmakla birlikte, Allah, varlık âleminde sebeplerle sonuçlar arasında bir mukarenet (birliktelik, yakın sebeplilik) kılmıştır. Buna göre tevessülün hükmü diğer sebeplerden farklı değildir. Zîrâ Allah’ın bir hastalığın iyileşmesini ve şifa bulmasını yahut herhangi bir ihtiyacın giderilmesini veya rızık genişliğine kavuşmayı salih kullarından birinin duasına bağlamış olabilir. (Abdullah el-Humeyri, et-Teemmül fi hakikati’t-tevessül, Dâru Kurtuba, Beyrut, 1422, s.50 vd) Sonuç olarak, kendisiyle tevessül edilen şahıslar, esas gaye ve maksat yerine geçirilmemeli ve onların sadece bir vesile ve vasıta olmaktan öte hiçbir yetkilerinin bulunmadığı unutulmamalıdır. Bütün bunlarda İlâhî iradenin esas olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Bu kıstaslara uyularak yapılacak bir tevessülün, şirkle ilgisi yoktur. Ancak her masum düşüncenin kötüye kullanımı mümkün olduğu gibi, bunu da suistimal eden bir kısım cahiller bulunabilir. Bu, meselenin özüne zarar vermez. (Prof. Dr. Mesut Erdal, “Kur’ân'da Vesile Kavramı ve Tevessül Meselesi” isimli makalesinde (bk. Yeni Ümit Temmuz-Ağustos-Eylül 2010 Sayı :89 Yıl :23) Bunca nassın ve delillerin ardından tekrar Abdulvahhabın şu sözlerini hatırlatırız: Cevap: Rasûlüllah (S. A. V.) e bir meselede inanıp bir meselede inanmayanın kâfir olduğu hususunda bütün ilim adamları ittifak etmişlerdir. Kur'an'ın bir kısmına inanıp, bir kısmına inanmayan, Tevhidi kabul edip namazın farziyetini inkâr eden yahut tevhide ve namazın farz oluşuna inanıp zekâtın farz oluşuna inanmayan ya da hepsine inanıp orucun yahut haccın farz oluşuna inanmayan da ayrı hükümdedir. « Hz. Peygamber (S. A. V.) zamanında hacca gitmeyenler olunca Cenabı Allah şöyle buyurmuştur: "Ona bir yol bulabilenlerin Beyt'i hacc etmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Küfreden ise: ALLAH, alemlerden müstağnidir." (Ali'imran: 3/37) "Allah'ı ve peygamberlerini inkâr ederek kâfir olan, bir de ALLAH ile Peygamberlerinin arasını ayırmak isteyen "Kimine inanırız, kimini inkâr ederiz"(Nisa: 4/150-151) diyen ve böylece (küfür ile iman) arasında bir yol tutmaya yeltenen kimseler (yok mu) işte onlar gerçek kâfirlerin tâ kendileridirler. Biz okafirlere hor ve hakîr edici bir azâb hazırlamışızdır." ? İnanılması gereken bazı şeylere inanıp bazılarına inanmayanın kâfir ve zikredilen cezaya müstahak olduğunu bizzat ALLAH izah ettiğine göre ; şüphe ortadan kalkmış olur. Şu halde her şeyde Rasulullah'ı tasdik edip namazın farz oluşunu inkâr eden, kâfirdir, kanı helâldir. Bu, icma' iledir. Yine her şeye inandığı halde öldükten sonra dirilmeye inanmayan, yahut Ramazan orucunun farziyetini inkâr edip diğer bütün şeylere inanan ; bütün mezheplere göre aynı hükümdedir. Kur'anı Kerim de bunlar için ayni ifadeyi kullanmıştır. Yine her şeye inandığı halde öldükten sonra dirilmeye inanmayan, yahut Ramazan orucunun farziyetini inkâr edip diğer bütün şeylere inanan; bütün mezheplere göre aynı hükümdedir. Kur'anı Kerim de bunlar için ayni ifadeyi kullanmıştır. Bilinmektedir ki Tevhid, Hz. Peygamberin bildirdiği en muazaam farzdır Namazdan, zekâttan, oruçtan ve Hac'tan daha muazzamdır. Nasıl olur da Rasûlüllah'ın bütün tebliğ ettiklerini yaptığı halde bu farzlardan birisini inkâr eden kâfir olur da,bütün peygamberlerin yolu olan tevhidi inkâr eden '"kâfir olmaz ! ?.. Hayret!.. Bu cehâlet ne kadar acayiptir VE SON OLARAK DERİZ Kİ ABDULVAHHABIN İFADESİNE GÖRE MADEM NASLARIN BAZISINI KABUL EDİP BAZISINI KABUL ETMEMEK KÜFÜRDÜR O HALDE BURAYA KADAR VERİLEN BİLGİLER IŞIĞINDA KEŞF-ÜL ŞUBUHATTA GEÇEN BU GÖRÜŞLER VE ABDULVAHHAB HAKKINDA KARARI SİZ VERİN.VESSELAM VEDDUA |
Cevap: Abdulvahhabın Keşf-el Şubuhat Eserinde Tevessül Meselesi Allah razı olsun Muvahhid25 açıklayıcı paylaşım için...vesselam |
Cevap: Abdulvahhabın Keşf-el Şubuhat Eserinde Tevessül Meselesi (İbn-i Teymiyye, Vasıtiyye Akidesi, Tevhid Yayınları: 22-23.) Birşey diyecem Bu dipnotunu verdiğin kitabı ve ibn-i Teymiyyenin tüm kitaplarını biz yayınladık. Yani tevhid yayınları biziz güzel abim Size inşallah ayrıntılı cevap vereceğim acele etmeyin. İbn-i Teymiyyenin hayatı arabi ve onun yolunda gidenlerle mücadele etmekle geçmiş ve onları birçok kitaplarında açıkça tekfir etmiştir haklı olarak. Güzel abim bizler öncelikle okuduklarımızı bir anlayalım ondan sonra yorum yada eleştiri yapalım.Hiçbir müslüman şefaat yoktur şefaat hak değildir yada şirktir dememiştir. Dünde söylemiştim sizler sap ile samanı karıştıryosunuz tıpkı yahudiler gibi. Faiz haramdır ayetleri inince yahudiler faizde ticaret gibidir dediler ve kafirliklerini tescillediler. Mantıkları şuydu Siz un şeker yağ sebze meyve alıp satarak kar elde etmiyormusunuz. Bizde para yada altın satarak riske giriyor kar elde ediyoruz. Mantık olarak baktığımızda doğru. İşin pratikteki şekline baktığımızda faizin nice yuvalar yıktığını herkesin malumu. Bu sözden dolayı allah azze ve celle mealen hayır faiz haram ticaret helaldir buyurarak konuyu bitirmiştir. Şimdi şefaat yoktur demedik muhammed bin abdulvahata böyle birşey demiyor. Şefaat konusunu daha evvel işlemiştik. Ayetlerden açıkça anlaşıldığı üzere şefaatın tamamı Allah’ındır. Şefaat ya Rasulullah yada şefaat ya Abdulkadir geylani demek şirkin babasıdır. Alimler bunu söylüyor. 1-Şefaat vardır ve haktır 2-Şefaatın tamamı Allah'a aittir 3-Onun izni olmadan hiçkimse şefaat edemez 4-Rasulullahın şefaat edebileceği hiçbir ayette geçmez 5-Necm suresinde bazı meleklerin şefaat edebilceğine dair işaretler vardır 6-Şefaat ancak müslüman günahkarlar için yapılacaktır 7-Kafirler için ne peygamber nede melekler asla şefaat edemeyeceklerdir 8-Bazı hadislerde rasulullahın şefaat edebilceği ile ilgili bilgiler vardır. 9- Tüm müslüman alimlerin üzerinde ittifak ettiği gibi eğer insanlardan birine şefaat hakkı verilecekse oda rasulullah (sav)dir. Gerek Muhammed bin Abdulvahabın kitaplarında olsun gerek ibn-i Teymiyyenin kitaplarında bu saydığım görüşlerin dışında bir farklı görüş bulamazsınız. Bu her iki müslüman alimde sizin gibi düşünenleri açıkca tekfir etmişlerdir. Bu sebepten dolayı Allah’ın rahmeti üzerine olsun İbn-i Teymiyye mısır valisi tarikatçı zındıkının emrile zindanlarda şehi edilmiştir. Ona selam olsun Şunu unutmayın arkadaşlar bizler kullara değil Allah’a iman etmişiz. Daha evvelde söyledim sözü geçen alimler ve ahmed bin hanbel allah ona rahmet eylesin müslüman alimlerdir. Ama bu onların hata yapmayacağı anlamına gelmez. Hatta sizin bilmediğiniz onların benimsemediğin birçok fikirleride vardır. Sizn bu öne delil olarak yada çelişki olarak sürdüğünüz konular tamamen sizin yanılgılarınızdır. Bakın istinbat yaparken konuyu kişinin tüm görüşlerini bilerek yapmak lazımdır. Parçacı yaklışımlar sizleri her zaman yanılgıya götürecektir. Şuan önümde bizim neşr ettiğimiz İbn-i Teymiyyenin tevessül adlı kitabı durmaktadır. Siz o kitabı bulup okuyun, ben daha sonra sizlere geniş cevap yazacağım inşallah... Biraz işlerin var onları hal etmem gerekir. Allah'a emanet olunuz akıllarımızı başkalarının cebinden çıkaraıp kendimiz okuyarak ya bir bilgi üzere iman edelim yada bir bilgi üzere inkar edelim diyorum....... Okuyalım....okuyalım....okuyalım...önyargısız |
Cevap: Abdulvahhabın Keşf-el Şubuhat Eserinde Tevessül Meselesi Bakın arkadaşlar İbn-i Teymiyye bu sizin gibi düşüneneleri açıkça tekfir ediyor İbn-i Teymiyye diyor ki: “Hükümdarlarla vatandaşları arasındaki aracılar gibi, Allah (c.c) ile kulları arasında aracılar olduğunu kabul ediyorsanız; nasıl ki vatandaşlar ya direkt olarak ihtiyaçlarını hükümdara aktarmayı saygıya aykırı gördüklerinden ya da aracıların, hükümdara kendileri için daha yararlı olur düşüncesiyle ihtiyaçlarını aracılara arzedip aracılar da bunları hükümdara iletiyorlarsa, Allah (c.c) ile kulları arasındaki aracıların da, kulların ihtiyaçlarını Allah’a ilettiklerini, Allah’ın da ancak onların aracılığıyla kullarını hidayete erdirdiğini ve onlara rızık verdiğini; halkın, ihtiyaçlarını bu aracılardan isteyip onların da bunları Allah (c.c)’tan istediklerini söylüyorsanız, bunu söyleyen, kafir ve müşriktir.” (İbn-i Teymiye/ Tevessül shf. 160, 161) |
Cevap: Abdulvahhabın Keşf-el Şubuhat Eserinde Tevessül Meselesi Alıntı:
|
Cevap: Abdulvahhabın Keşf-el Şubuhat Eserinde Tevessül Meselesi Alıntı:
Hem müslüman omudurki süizanda bulunsun , nerden biliyorsunuz bizimde okumadığımızı? Okumak sadece size has bir eylemmi ki bizi hep zan ile tekfir ediyorsunuz ? Ve sadece kendi inandıklarınızın doğruluğunu zorunlu kılıyorsunuz? Madem siz neşrettiniz nerden bilelim çevirilerde oynama yapmadığınızı ? Orjinalinden faydalanmak varken neden sizin yazdığınızı delil alalım ? Kullara değil Allaha iman etmişiz diyorsunuz ama Hala bir kulu savunuyor diğerini kafir ilan ediyor ve süizanda bulunuyorsunuz , hemde insanları tanımadan ve önyargı ile bu ne kadar doğrudur? Allah c.c. için olmasaydı zaten bizde burda olmazdık bence sizin amacınız Allah c.c. ı savunmak tan çok Tarikat ve Cemaatleri karalamak hemde Allahın c.c. adını anarak kusura bakmayın ama üslubunuz bu şekilde yazmamı gerektirdi... Şimdi yazılmış konuya bir bakın bu cahil bir kalemden çıkmış olabilrirmi ve diğer tarafa yönlendrimeler yapmayın konu burda buyurun konuya cevap verin , bu kadar ilmi bir konuya sadece kendi fikrinizi yazmış olmanızda düşündürücü ve bunu yaparkende daha evvelki cevaplarınızda olduğu gibi karşınızdakini hep zan altında görerek cahil sanarak yapmanız müslüman sıfatına pek uymamakta sanırım kardeşim... Burda biz aciz yada başka bir kişi size tasavvufun anladığınız gibi şirk olmadığını açıklamak isterken sizin inadınız ve gayretiniz inşaallah daha ilmi ve aklli olur....vesselam veddua kardeşim okuyalım ama okuduğumuzu anlayalım kişiler hakkında da süizanda bulunmayalım, önyargılı olmalaylım inşaallah |
Cevap: Abdulvahhabın Keşf-el Şubuhat Eserinde Tevessül Meselesi Alıntı:
|
Cevap: Abdulvahhabın Keşf-el Şubuhat Eserinde Tevessül Meselesi Alıntı:
|
Cevap: Abdulvahhabın Keşf-el Şubuhat Eserinde Tevessül Meselesi Abdulvahhabın Keşf-el Şubuhat Eserinde Tevessül Meselesi Kelimelerin en güzeli Bismillahirrahmanirrahım ile başlarım Allaha (c.c.) Hamd, Rasulune Salat ve selam olsun. Vehhabi Mezhebinin kurucusu ve not( muhammed bin abdulvahab herhangi bir mezhep kurmamıştır,daha sonraki eksik beyinliler mezhepleri icat etmişlerdir)Keşfel Şubuhat adlı eserin yazarı Abdulvahhabın eserinde tevessül ile ilgili görüşünün izahı ve verilen cevaptır. Çok güzel bir kitaptır tamamı delilerle konular işlenmiş çok güzel özetlenmiştir fakat yazı güzel yazılmamış bu sebebple düzenledim yeniden konuyu asıyorum inşallah Abdulvahhab eserinde derki: Zamanımızdaki müşriklerin (osmanlı toplumunu kast ediyor)bize hüccet olarak ileri sürdükleri fikirlere cevab olarak Allah'ın, kitabında zikrettiği şeylerden bazılarını burada zikredebileceğim. Bâtıl ehline cevap iki yoldan yapılır, 1) Mücmel kısa Özlü... 2) Mufassal Uzun izahlı... a) Mücmel Cevap : Bu, düşünen ve değerini bilen için muazzam bir şey ve faydası sonsuzdur. Allah buyurur ki "Sana kitabı indiren odur. Ondan bir kısım âyetler muhkemdir ki bunlar kitabın anası (Temeli) dir. Diğer bir kısmı da müteşabihlerdir. İşte kalplerinde eğrilik bulunanlar sırf fitne aramak ve te'viline yeltenmek için onun müteşabih olanına tabi olurlar." (Ali'imran:3/37) Sahih bir siyasetle Hz. Peygamber (S. A. V ) de şöyle buyurmuştur : "Müteşabihleri takip edenleri görürseniz ; işte onlar, Allanın "Kendilerinden sakınınız" dediği kimselerdir." Meselâ ; bazı müşrikler ; "Dikkat edin !.. Allan'ın evliyalarına ne korku vardır, ne de mahzun olurlar...", (Yunus: 10/62) Şefaat haktır veya Peygamberlerin Allah nezdinde şanları vardır, Yahut manasını anlamadığını bir hadisi okurda bâtını manasından bir şeyler istidlal etmeye kalkışırlarsa ; cevap olarak de ki :(Talebelerine hitaben konuşuyor) Cenabı Allah, kitabında, kalplerinde hastalık olanların Muhkemi bırakıp müteşabihe tabi olduklarını zikreder... (Tarikatçıları kast ediyor) Cenabı Allah da müşriklerin (Mekke putperestlerini kast ediyor)Allah'ın varlığına inandıklarını, fakat Meleklere, Peygamberlere velilere sarılıp ”işte bunlar Allah nezdinde bizim şefaatcılarımızdır” (Yunus: 10/18) diyerek küfre girdiklerini beyan eder.Halbuki bu ifade muhkemdir manasını kimse değiştiremez. (Öğrencisine şöyle de de diyor) Kur'andan veya Hz. Peygamberin sözlerinden bana zikrettiğin ifadeleri ise (ey müşrik :..) anlayamıyorum. Fakat şunu biliyorum ki ; Allah kelâmı tenakuza düşmez... Peygamber (S. A. V.) in sözleri de; Allah'ın sözlerine muhalefet etmez.(kesinlikle doğru) Bu cevap (Bedevi muvahhid tarafından söylenecek) en güzel cevaptır. Fakat bunu, Allah'ın muvaffak kıldığı kimseden başka anlayamaz. (Yani müslümandan başkası)Bunu ehemmiyetsiz kabul etme.. Zira Allah buyurur: "Bu (haslete) sabredenlerden başkası kavuşturulmaz. Buna büyük bir hazza mâlik olandan başkası O eriştirilmez. (Fusilet: 41/319 Birincisi bu ifadelerden anlaşılıyor ki şefaate inananlar şirk erbabıdır. Alıntı (Güzel abim ezbere konuşuyorsun ezbere öyle birşey demiyor. Kendisi ile allah arasına aracı koyup himmet bekleyenleri tekfir ediyor. Verdiği ayetler açık müteşabbih deildir diyor) Oysa abdulvehhabında yolunda gittiğini iddia ettiği ve dediklerini kabul ettiği ibni teymiye bu hususta derki: (Okumuşsunuz ama okuduklarınızı bile çarpıtyorsunuz güzel abim) Şefaat: Rasulullah'm (s.a.v.) Kıyamet günü üç şefaati vardır: 1-Birinci şefaati mevkıf ehline yapacağı şefaattir. Adem, Nuh, İbrahim, Musa ve Meryem oğlu İsa'ya (a.s.) ya*pılan şefaat müracaatlarından sonra en son olarak Rasulul-lah'a (s.a.v.) müracaat olunacak ve onun şefaatıyla mevkıf ehli arasında hükmedüecektir. 2- İkinci şefaati Cennet ehlinin Cennet'e girmeleri için yapacağı şefaattir. Bu iki şefaat O'na (s.a.v.) mahsus şefa*ati ardır. 3- Üçüncü şefaat ise ateş hak etmiş olanlar için yapıla*caktır. Bunu i£in hem O (s.a.v.) hem diğer peygamberler, hem de sıddıklar ve başka kimseler şefaat edecektir. Ateşi haketmiş olanların ateşe atılmaması, girmiş olanların çıkma*sı için şefaat olunacak, ayrıca Allah (c.c.) şefaat olmaksızın yalnızca kendi fazlı keremiyle Cehennem'den grup grup insanları çıkaracak, dünyalılardan bu kadar kimse girdiği hal*de Cennette yine fazla yerler kalacak, bu sebeple Allah (c.c.) Cennet için başka gruplar yaratıp onları da oraya ko*yacaktır. Ahiret yurdunun içerdiği hesap, mükafat ve mücazat Cennet ve Cehennem ile bunların ayrıntıları semavi kitap*larda Rasulullah'tan (s.a.v.) nakledilen mesur haberlerde zik-redife gelmiştir. Rasulullar tan (s.a.v.) nakledilen ilmi mi*rasta da bunlara dair yeterli ve sadra şifa mevcuttur. Bunla*rı istiyen bulabilir. (İbn-i Teymiyye, Vasıtiyye Akidesi, Tevhid Yayınları: 22-23.) (Muhammed bin abdulvahhan)Yukarda kendisinin de belirttiği, Allah kelâmı tenakuza düşmez... Peygamber (S. A. V.) in sözleri de; Allah'ın sözlerine muhalefet etmez. Sözünü bizde ona sorarız bunca ayet ve hadis varken Allah kelamı tenakuza düşermi? Rahmân’ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır. (Meryem 87) O gün, Rahmân’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez. (Taha 109) (İşte ayetler açık maddaler halinde daha evvel vermiş olduğum fikirlerin delilleri bu ayetlerdir) İkincisi yukarda yunus 18 ayetinden evvel ki ifade de: Cenabı Allah da müşriklerin Allah'ın varlığına inandıklarını, fakat Meleklere, Peygamberlere velilere sarılıp ifadesinde ayettede belirtilen tapınma ifadesini kast için demişse zaten şirktir buna kimse itiraz etmez. Ama bununla onların şefaat erbabı olmadıkları fikrini desteklemekse şefaatı inkarsa zaten kendisi açık nassı inkar etmiş demektir. Kastın bu olduğu da cümlenin gelişinden açıkça anlaşılmaktadır. Üçüncüsü yunus 18 ayeti muhkemde yunus 62 ayetinin müteşabih olduğuna muhkem olmadığına delili nedir. Yunus 62 ayetinin manası değişebilirmi ki yunus 18 ayeti muhkem manası değişmez diyip yunus 62 ayetinin değişebileceğini vurgulayarak, en başta verdiği Aliimran 7 ayetine önce kendi ters düşmüş olmazmı? (Olmaz güzel abim olmaz. Kendisi de daha evvel izah etmişti zaten bu mevzuları ancak iman eden müslümanlar doğru şekilde analiz edebilirler.) (Ayette açıkça kalbinde hastalık olanlar müteşabbih ayetlerin peşine takılırlar emri önümüzde dururken halen bir halen bazı çevreler bu hastalıklarından kurtulabilmiş değillerdir.) Muhammed bin Abdulvahhab Allah ona rahmet eyesin devamla der ki: 2) Mufassal cevap: Allah düşmanlarının Peygamberlerin tebliğ ettikleri dinlere karşı bir çok itirazları vardır ki ; bu itirazlarla insanları bu hak dinlerden uzaklaştırmaya çalışırlar. Meselâ ; derler ki: Biz Allah'a şirk koşmayınız. Hatta (aksine) Allah'tan başka kimsenin yaratmadığına, rızık vermediğine, fayda ve zarar vermediğine şehadet ederiz. O, Tektir. Şeriki yoktur. Yine Hz. Mubammed (S. A. V.) de meselâ Abdül Kadir veya başka birisinden fazla olarak kendi nefsine ne fayda, ne zarar temin edebilir. Yani bunların hepsi Allah'tandır. Fakat ben günahkârım. Salih, iyi insanların Allah nezdinde yüce şanları vardır. Ben de bunların vasıtasıyla Allah'tan istiyorum. (Talabesine) Bunlara cevap olarak önce söylediğimizi söyle : Yani Hz. Peygamber (S. A. V.) in kendilerine harp açtığı kimseler de bu söylediklerinizi kabul ediyorlar.(Yani sizin dediğinizin aynısını mekke müşrikleride söylüyorlardı) Putlarının aslında hiç bir şey yapmaya muktedir olamadıklarını, ancak onlar vasıtasıyla şan ve Şafaatı beklediklerini söylüyorlardı. Ve Allah'ın kitabından bu mevzu ile ilgili âyetleri onlara oku... Şayet derseler ki : Bu âyetler puta tapanlar hakkında nazil oldu. Sâlih-iyi insanları nasıl olur da peygamberleri put yaparsınız ? Buna cevap olarak ikinci bölümde zikrettiğimizi söyle... İkinci bölüm: (Şimdi konuyu ne kadar güzel delillendirdiğine bir bakalım inşallah) Rasulüllah (S. A. V.) in kendileriyle savaştığı müşrikler(yani mekke putperestleri) de Allah'ın birliğine inanıyorlardı. Buna delil Cenabı Allah'ın şu ayetleridir : "Deki ; size gökten ve yerden rızık veren kim ?... O kulaklara ve gözlere malik olan kim ? Ölüden diriyi kim çıkarıyor ? Diriden ölüyü.kim çıkarıyor ?:. İşi kim tedbir ediyor ? Derhal diyecekler ki : "Allah." De ki "O halde sakınmaz mısınız..." (Yunus:10/31) "De ki, o yer ve ondakiler kimindir, biliyor musunuz.?.. "Allah'ındır" diyecekler. Ohalde iyiden iyi düşünüp ibret almaz mısınız siz?... De ki; O yedi göğün rabbi ve o büyük arşın sahibi kim?.. (Yine) "Allah'ındır" diyecekler, sen de de : "Öyledir de sakınmaz mısınız ?..." De ki : Her şeyin mülkü elinde bulunan kimdir ? Ki daima o himaye ediyor, kendisi asla himayeye muhtaç olmuyor : Biliyorsanız.. (Hepsi) "Allahındır" diyecekler. De ki; o halde nasıl aldanıyorsunuz?. (Mü'minün:23/84-90) Birincisi bunlara cevap olarak önce söylediğimizi söyle dediği yerin cevabını yukarda zaten verdik. İkincisi : Şayet derlerse ki : Bu âyetler puta tapanlar hakkında nazil oldu. Sâlih-iyi insanları nasıl olur da peygamberleri put yaparsınız ? Buna cevap olarak ikinci bölümde zikrettiğimizi söyle... Diyerek ikinci bölümde verdiği ayetlere gelince kendisinin iddia ettiği gibi Müşrikler hiçte Allahı (c.c.) bir bilmiyorlardı (Güzel abim biraz insaf çok baisleşmemek lazım. Mekke putperestleri Allah’ı uluhiyet sıfatında birlediğini izah ediyor bunu bilmeyecek kadar cahilmiyiz zaten ayetler açık) ve ayetten de Allahı tek bildiklerine dair bir ifade direk anlaşılmaz. alıntı (Şu Cümleye bakarmısınız.) (Bakın daha evvel söylemiştim bazı alimlerin ne demek istediğini iyice kavramak için onun genel fikirlerini bilmek gerekiyor. Allahı bilmek ayrı şeydir Allahı bir bilmek ayrı şeydir bunların ikisi aynı şey olmadığı açıktır. Eğer onlar Allahı bir bilselerdi Rabbimiz kuranda: Kâfirler, kendilerine içlerinden bir uyarıcının gelmesine şaştılar ve şöyle dediler: “Bu, yalancı bir sihirbazdır.” İlâhları bir tek ilâh mı yaptı? Gerçekten bu çok tuhaf bir şey!” (Sad 4-5) alıntı Bakın sayın abim Siz benim söylediklerimi ayetlerle destekliyorsunuz. Muhammed bin abdulvahhab diyorku Allahı uluhiyette Rububiyette Ubideyette Bilmediğiniz müddetçe müslüman olmuş olmazsınız bunu söylüyor. Mekke putperestleride allahın bazı sıfatlarını kabul ediyorlardı fakat yeryüzünde kendi yasalrını kanunlarını düzenlerini kendileri kuracaklarını öne sürüyorlardı. Bu sebebpten dolayı cenabbi allah o nu gökyüzünün ilahı olarak kabul etmeniz yeterli değildir onu yeryüzündede tek ilah olarak(yani kanun koyucu) olarak kabul etmedikçe müşriklik sıfatından kurtulamzsınız. Günümüzde rey vererek Allah’ın yeryüzündeki tek ilah olma hakkını parlementolara verenler tam olarak o ayetlerin kapsamına girer ve sahiplerine müşrik sıfatını kazandırır. Osmanlı alimleri! Muhammed bin Abdulvahaba bu toplum namaz kılıyor hacca gidiyor oruç tutuyor sen bunları tekfir edemezsin demesi üzerine Muhammed bin Abdulvahhab bu yazıyı kaleme alır. Sadece Allah’ı bazı sıfatlarında tanımak kişiye müslüman yapmaz demektedir. Buda çok doğru ve isabetli bir görüştür.) Devamı daha sonra inşallah....... |
Cevap: Abdulvahhabın Keşf-el Şubuhat Eserinde Tevessül Meselesi Alıntı:
Esadullah bey ben sizi tekfir eden bir cümle kullandığımı hatırlamıyorum. Siz konuyu Muhammed bin Abdulvahhaba ve ibn-i Teymiyyeye getirdiniz bende onlar sizin gibi düşünenleri tekfir ediyorlar onu söyledim ve ispat ettim neden bu kadar sinirleniyorsunuz... |
Cevap: Abdulvahhabın Keşf-el Şubuhat Eserinde Tevessül Meselesi Bakın bizim şefattla ilgili düşüncemiz bu varmı bir sakatlık Ayetlerden açıkça anlaşıldığı üzere şefaatın tamamı Allah’ındır. Şefaat ya Rasulullah yada şefaat ya Abdulkadir geylani demek şirkin babasıdır. Alimler bunu söylüyor. 1-Şefaat vardır ve haktır 2-Şefaatın tamamı allaha aittir 3-Onun izni olmadan hiçkimse şefaat edemez 4-Rasulullahın şefaat edebileceği hiçbir ayette geçmez 5-Necm suresinde bazı meleklerin şefaat edebilceğine dair işaretler vardır 6-Şefaat ancak müslüman günahkarlar için yapılacaktır 7-Kafirlere ne peygamber nede melekler asla şefaat edemeyeceklerdir 8-Bazı hadislerde rasulullahın şefaat edebilceği ile ilgili bilgiler vardır. 9- Tüm müslüman alimlerin üzerinde ittifak ettiği gibi eğer insanlardan birine şefaat hakkı verilecekse oda rasulullah (sav)dir. Gerek Muhammed bin Abdulvahabın kitaplarında olsun gerek ibn-i Teymiyyenin kitaplarında bu saydığım görüşlerin dışında bir farklı görüş bulamazsınız. |
Cevap: Abdulvahhabın Keşf-el Şubuhat Eserinde Tevessül Meselesi [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Çoğu zaman tartışmalardan uzak durmak istesemde ne yazık ki kişiler kendi düşüncelerini haklı çıkarmak ile meşgul olmakta ve benim şeyhim senin şeyhini döver mantığı ile hareket edilmekte...Ama Tartışma hakikatı ortaya koymak adına yapılmalıdır... Konulara katılım sağlayacam lakin iş yoğunluğundan katılamıyorum gerekli açıklamaları yazacam en kısa sürede.... |
Cevap: Abdulvahhabın Keşf-el Şubuhat Eserinde Tevessül Meselesi Alıntı:
|
Meşru olan tevasül.. Konuyu açmamın sebebi karşılıklı münazara ettiğimiz arkadaşlarca sanki ,bizim tevasülün islamda olmadığının izlenimi doğmuş olmasıdır.Münazara ettiğimiz bütün arkadaşların ortak bi savunmasu vardır oda her kes şunu diyor,Kuran ve kuranın pıratiği olan rasulullah[sünnet]..Bende tam olarak rasulullahın pıratiği olan kurandan yola çıkarak bu konuya kanımca açıklık getirme ihtiyacı duydum faydalı olur inşaallah ,başarı Allah tan dır. Gelelim tevasü olayının beyanına.. 1.Allahın isimleri ile tevasül. ARAF SÜRESİ. 180- İsimlerin en güzeli Allah'ındır. Öyleyse O'na bunlarla dua edin. O'nun isimlerinde 'aykırılığa (ve inkara) sapanları' bırakın. Yapmakta oldukları dolayısıyla yakında cezalandırılacaklardır. 2.Kulun kendi salih[meşru] ameliyle tevasül. BAKARA SÜRESİ. 45- Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu, şüphesiz, huşû duyanların dışındakiler için ağır (bir yük)dır. 3.Müslümanların hayattayken birbirlerine karşılıklı yaptıkları dua. Rasulullah hayattayken peygambere gelip kendileri için meşru dua etme talebinde bulunan müslümanlara rasulullah dua eddiği gibi müslümanlarda hayttayken birbirlerine dua etmeleri meşrudur.Bunun dışında ölmüş olan velevki peygamber olsun onları aracı kılarak tevesül etmek caiz değildir.Bunuda rasulullahın vefatından sonra hz ömerin döneminde yağmur duası için peygamberin yaşlı amcası ABBAS ra gelip dua etmeleri talebinde bulunulmuştur.Yani hz ömer peygamberin kabrine niye gitmemiştir ,eğer vefat edenlerdende tevasül edilseydi hz abbasın yerine peygamberin kabrine gidilirdi,bundanda anlaşılıyor ki kişi salih biride olsa vefat edenlerden böyle talablerin yapılması caiz değildir.Kuranın bir çok ayetindedede ölülerin dirileri işitemediğini[fatır.22]sadece Allahın işite bileceğinin beyanlarıda vardır. AHKAF SÜRESİ..5- Allah'ı bırakıp kıyamet gününe kadar kendisine icabet etmeyecek şeylere tapandan daha sapmış kimdir? Oysa onlar, bunların tapmalarından habersizdirler. Bu gün tasavvuf erbabı olan arkadaşların savunduğu idda şudur ,benim mürşidimde Allahın velisidir ve bende onunla tevasül ediyorum yalnız hem ölü hem diri tevasül edmenin bu yönüde caizdir diyor.Bu tür savunma yapan arkadaşlara şunu demek istiyorum sizin veli olarak kabul eddiğiniz sadece sizi bağlar ,islam ise GENELE HİTAP eden bi dindir.Onun için dir ki veli dediklerimiz sadece bizim veli kabul etmamizle olmaz,veli dediklerimizde ilk başta kuranın VELİ KAVRAMINDA GEÇEN HASLETLER OLMALIKİ bütün müslümanlarca kabul görsün,yoksa birinin velisi,bi bölgede,diğerinin veliside başka bi bvölgede olur ki her veli kabul olunan özelde o bölgenin velisi sayılsada GENELDE HER KESİN İTAAT ETMESİ GEREKEN VELİ KİM o zaman islam vahdede çağırırken bu özelde veli sayılanlar TEFRİKA ÇIKARMIŞ OLMAZ MI,yok hayır tefrika çıkarmaz diyenlere şunu demek zorundayım o zaman ÖZEL VELİLERİNİZE BİZZAT GİDİN ŞUNU DEYİN BAKALIM NASIL Bİ TAVIRLA KARŞILAŞACAKSINIZ.Bütün velileri ya kendinizle birlikteliğe çağırın yada siz gidin diğer veliye tabi olun,birliktelikte rahmet var demi.. not..konuya katılım yapanlar lütfen ORTAK TARAFIMIZ OLAN İLK SIRA KURAN,DAHA SONRA RASULULLAHIN PIRATİKLİĞİNDE ÖRNEKLER VERMESİNİ RİCA EDİYORUM. Ayrıca şu başlıklardada konular açmayı düşünüyorum..1..Meşru olan dua ve kurandaki peygamber ve müslümanların dualarının örnekleri,..2...Meşru olan şefaat[kurandaki ve rasullerin şefaat tebyinleri..3...Kuranda meşru olan zikir ve rasullerin zikir örnekliği.. |
Cevap: Meşru olan tevasül.. Alıntı:
birincisi kardeşim ölülerin dirileri işitmeyeceğinin beyanı vardır diyorsun kuranda peki “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetme! Bilakis onlar hayatta olup, Rablerinin katında yaşarlar, rızıklanırlar.” (Al-i İmran, 3/169) bu ayetle verdiğin ayetin arası uzlaştırırmısın yoksa kuranda çelişki var gözükecek.değil mi? Selefîcî kardeşlerimizin bir yanılgısı da ölü ile diri olanları ayırmalarıdır. Onlara göre, hayatta iken birinin vesile kılınması caizdir, fakat öldükten sonra vesile kılınması ise şirktir. Oysa, diri olanlarda zahiren görülen bir güç olduğu için onların vesile kılınması şirke daha müsait zannedilebilir.ayette ifade edildiği gibi, şehitler diridir. Peygamberler de diridir, çünkü, onlar şehitlerden çok üstündür. Şehitlik bir nevi velayettir. Şehitlerden daha üstün mertebede olan veliler de vardır. Kur’an’da şehitlerin özelikle söz konusu edilmesi, onların kendilerini ölü bilmeyecek derecede Berzah aleminde bir hayata mazhar olmalarındadır. Yoksa, bütün ölüler diridir, çünkü asıl olan ruhtur ve o da zaten -Allah’ın izin ve inayetiyle- bâkidir. Bir Müslümanın “Allah’ım! Peygamberinin hakkı için / onun yüzsuyu hürmetine şu işimi yap...” şeklinde bir duada bulunmasında bir sakınca yoktur. Bu konuda önemli olan “vesilelik” konusudur. Eğer kendi salih ameli veya başkasının salih ameli bir şefaatçi olarak bir vesile kılınıyorsa, bunda bir sakıncanın olduğunu düşünmüyoruz. Yok, eğer iş “vesilelik” ten çıkarılıp bizzat yaratıcılık konumuna taşınırsa; bunun tehlikeli bir yaklaşım olduğu ortadadır. Bu konuda karşıt görüşlere yer veren Alusî, vefatından sonra da Resulullah (asv)’ı vesile kılmak ve “Allah’ım! Peygamberinin yüz suyu hürmetine şu işimi yap.” demekte bir sakıncanın olmadığını söylemiştir. Alusi’ye göre, peygamberlerin dışındaki salih insanların vesile kılınmasında da bir sakınca yoktur.(bk. Alusî, Maide, 5/35. ayetin tefsiri). |
Cevap: Meşru olan tevasül.. “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetme! Bilakis onlar hayatta olup, Rablerinin katında yaşarlar, rızıklanırlar.” (Al-i İmran, 3/169) Rablerinin katında bi katta bu bir,ikincisi dünyadaki bi kattan değil bu iki,üçüncüsü burdaki ayette anladığım şudur,Allah yolunda ölenler ölü değil ŞEHİDDİR buda üç. Ayetin girişindede bunların ÖLÜ OLDUĞUNU,AMA ALLAH YOLUNDA ÖLÜ OLDUĞU İÇİN ŞEHİD İSMİYLE İSİMLENDİRİLİYOR,kuranın ayetinde çelişkiyle yaklaşan hep çelişir aslanım,ayetin girişlindeki ÖLÜYÜDE ALLAH KULLAN MIŞ GÖRMÜYON MU... HA BİDE SELEFİ OLAN SENİN GİBİ OLSUN..Kafanda bi şablon oluşturmuşsun kimin o şablona yakın bi hitabı varsa etiketi yapıştırıyon.. |
Cevap: Meşru olan tevasül.. Alıntı:
35- Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakının ve (sizi) O'na (yaklaştıracak) vesile arayın; O'nun yolunda cihad edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz. arkadaşım ,maide 35 teki vesileleri KURANIN BEYANINDA 3 mddede verdim meşru olanda kuranın verdiğidir.varsa karşıt delilini getir kurandan ve rasulullahın pıratikliğinden,yoksa olan hakikate yüzünü ekşitip,sırtını dönme vaktindir.ya delilinizi getirin yada susun,o ki kuran ve sünnet diyoruz hayde neyiniz varsa atın ortaya... |
Cevap: Meşru olan tevasül.. Alıntı:
Ve la tahsebennellezine kutilu fi sebilillahi emvate, bel ahyaun inde rabbihim yurzekûn. Şimdi ayette diridirler yaşıyorlar diyorsa senin Müslüman olarak tevilden kaçınman ve iman etmen gerekmezmi? evet emvat ifadesini kullanmış ama peşinden bel diyerek ahyau kelimesini güçlendirmiş. bu kadar gramer bilgin yoksa neyi tartışıyoruz. Yoksa alttaki ayetin tehdidinde kalırsın O, sana Kitab’ı indirendir. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, “Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır” derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar. Aliimran 7) son olarak terbiyesiz usluplar kullanma kardeşim saygı çerçevesinde yaz ne yazacaksan hakaret etmeyi herkes bilir işki edebini muhafaza edesin.vesselam |
Cevap: Meşru olan tevasül.. Alıntı:
ölülerin dirileri işitemediğini[fatır.22]sadece Allahın işite bileceğinin beyanlarıda vardır. benim verdiğim ayette bu lütfen şimdi bu çelişkili durumu izah et kardeşim.vesselam “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetme! Bilakis onlar hayatta olup, Rablerinin katında yaşarlar, rızıklanırlar.” (Al-i İmran, 3/169) ölü olan kimse her ne kadar berzah alemine intikal etmiş ise de kendisine has bir hayatı vardır. Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur: "Peygamberler kabirlerinde diridirler" (İbn Mâce, Cenâiz 65) Peygamberlerin, mezarlarında diri olduklarına bir delil de, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem), mirac sırasında Mescid-i Aksa’da bütün peygamberlerin ruhlarıyla buluşması ve semada karşılaştığı her peygambere selam verdikçe, peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in selamını almasıdır. Yine Bedir savaşında ölmüş müşrikler hakkında da şöyle buyurdular: "Siz bunlardan fazla işitmezsiniz; ancak cevap veremezler." ölülerin işiteceğini ifade eden ayet ve hadis varken hala hoplayıp zıplaman sağa sola senin samimi olmadığını at gözlükleriyle yaşadığını bir batağa saplandığını gösterir. silkin müslüman kardeşim vebale girme.vesselam |
Cevap: Meşru olan tevasül.. Öncelikle la diyebilmek kardeşim bu emeğiniz için allah razı olsun Güzel abim şehidler konusunun nasıl anlaşılması gerektiği tevessül bölümünde açıkladık. Bak abim hep örnek verdim bir daha örnek vereyim Yahudiler ticaretle faizi aynı kategoride değerlendirdiler ve kafir oldular. Güzel abim bakın la diyebilmek kardeşim de konuyu izah etmiş sahabe rasulullah vefat ettikten sonra yağmur duası için amcasına gittiler. oysaki rasulullahın kabri onların yanı başında idi biz daha neyi tartışyoruz. Eğer sahabiler peygamber efendimizin ruhaniyetinden yardım dileseydi bu bize meşru olurdu konu bu kadar net ve açık. “”Allah'ı bırakıp kıyamet gününe kadar kendisine icabet etmeyecek şeylere tapandan daha sapmış kimdir? Oysa onlar, bunların tapmalarından habersizdirler””Ahkaf/5 Yüce rabbimin bu ayetini biz neden anlamak istemiyoruz analamk mümkün değil. Bakın ayet muhkem net ve açık onlar size icabet edemezler. Yani isteklerinize cevap veremezler. Şimdi bu ayetin üzerine yorum olmaz sadce işittik ve iman ettik demekten başka çaremiz yoktur. “”Allah ve rasulu bir işe hüküm verdiğinde inanmış mümin erkeğe inanmış mümin kadına muhayerlik hakkı yoktur.”Ahzab/36 Allah ve rasulu hükümünü verdi bizlere ancak teslim olmak düşer. |
Cevap: Meşru olan tevasül.. birincisi kardeşim ölülerin dirileri işitmeyeceğinin beyanı vardır diyorsun kuranda peki “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetme! Bilakis onlar hayatta olup, Rablerinin katında yaşarlar, rızıklanırlar.” (Al-i İmran, 3/169) bu ayetle verdiğin ayetin arası uzlaştırırmısın yoksa kuranda çelişki var gözükecek.değil mi? Selefîcî kardeşlerimizin bir yanılgısı da ölü ile diri olanları ayırmalarıdır. Onlara göre, hayatta iken birinin vesile kılınması caizdir, fakat öldükten sonra vesile kılınması ise şirktir. Oysa, diri olanlarda zahiren görülen bir güç olduğu için onların vesile kılınması şirke daha müsait zannedilebilir.ayette ifade edildiği gibi, şehitler diridir. Peygamberler de diridir, çünkü, onlar şehitlerden çok üstündür. Şehitlik bir nevi velayettir. Şehitlerden daha üstün mertebede olan veliler de vardır. Kur’an’da şehitlerin özelikle söz konusu edilmesi, onların kendilerini ölü bilmeyecek derecede Berzah aleminde bir hayata mazhar olmalarındadır. Yoksa, bütün ölüler diridir, çünkü asıl olan ruhtur ve o da zaten -Allah’ın izin ve inayetiyle- bâkidir. Bir Müslümanın “Allah’ım! Peygamberinin hakkı için / onun yüzsuyu hürmetine şu işimi yap...” şeklinde bir duada bulunmasında bir sakınca yoktur. Bu konuda önemli olan “vesilelik” konusudur. Eğer kendi salih ameli veya başkasının salih ameli bir şefaatçi olarak bir vesile kılınıyorsa, bunda bir sakıncanın olduğunu düşünmüyoruz. Yok, eğer iş “vesilelik” ten çıkarılıp bizzat yaratıcılık konumuna taşınırsa; bunun tehlikeli bir yaklaşım olduğu ortadadır. Bu konuda karşıt görüşlere yer veren Alusî, vefatından sonra da Resulullah (asv)’ı vesile kılmak ve “Allah’ım! Peygamberinin yüz suyu hürmetine şu işimi yap.” demekte bir sakıncanın olmadığını söylemiştir. Alusi’ye göre, peygamberlerin dışındaki salih insanların vesile kılınmasında da bir sakınca yoktur.(bk. Alusî, Maide, 5/35. ayetin tefsiri). Muvahhid25 adlı üyemizden alıntı Bakın güzel abim size cevap olarak şu ayeti veriyorum inşallah “”Dikkat et, hâlis din yalnız Allah’ındır. O’nu bırakıp kendilerine bir takım dostlar edinenler: Onlara, bizi sadece Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve inkârcı kimseyi doğru yola iletmez. “”Zümer/ 3. |
Cevap: Meşru olan tevasül.. Alıntı:
İman ile Amel Arasındaki Münasebet: Yukarda verilen bilgilerden ve yapılan açıklamalardan anlaşıldığına göre; gerek dilciler ve gerekse Ehl-i Sünnet âlimlerinin cumhuru (büyük çoğunluğu) nazarında "imanın hakikatı"; Allah Teâlâ'nın varlığını ve birliğini (ulûhiyetini ve tevhidini), Hz. Muhammed (s.a.s.)'in peygamberliğini ve Allah'dan getirip tebliğ ettiklerinde sadık olduğunu kalp ile tasdikten ibarettir. Birçok ayet ve sahih hadisler, bu hükme sarahaten delâlet etmektedir. Nitekim Hak Teâlâ Kur'an-ı Kerîm'de, "iman" kelimesini daima insanların kalblerine isnat etmek suretinde ifade buyurmuştur: a. "İşte onlar o kimselerdir ki, (Allah) imanı kalblerine yazdı" (el-Mücadele, 58/22) b. "İman henüz kalblerinize yerleşmedi (hele bir yerleşsin)..." (el-Hucurât, 49/14). c. "... Kalbi iman ile (dolu ve) mutmain (müsterih) olduğu halde... " (en-Nahl, 16/106). Peygamberimiz (s.a.s) ise; "Lâ ilâhe illallah" demesine rağmen "kâfirdir" diye bir kimseyi öldüren Üsâme'ye; "Kelime-i Tevhid'i" söylediği halde, onu niçin öldürdün?" diye sormuş, "o bu sözü, kendisini ölümden kurtarmak için söyledi" cevabını alınca: "Onun kalbini yarıp ta (imanı var mı diye) baktın mı?" buyurmuşlardır (Tirmizî, Kader, 7; İbn Mace, Mukaddime, 13; Ahmed İbn Hanbel, II, 4). Aynı âlimlere göre "dil ile ikrar"da, yukarda belirtildiği gibi, imanın hakikatından bir cüz, ondan bir rükün olmayıp, bir kimsenin müslüman olduğunu bilmek ve ona İslâm'ın dünyevi ahkâmını tatbik edebilmek için zarurî görülen bir şarttır. İslâmî hükümlerle amel etmek, yani inanılan dinî hükümleri bilfiil tatbik etmek ise; Ehl-i Sünnet imam ve âlimlerinin çoğunluğu nazarında, imanın hakikatına dahil değildir. Bu hususa yukarda kaydedilen delillerden başka şu muhkem ayetler açık ve kesin olarak delâlet etmektedir: a. "Ey iman edenler; sizin üzerinize oruç (tutmak) farz kılındı" (el-Bakara, 2/183). Bu ve benzeri ayetlerde (bk. el-Bakara, 2/153, 187; Âlu İmrân 3/59; el-Enfâl, 8/20, 27; en-Nûr, 24/21; el-Ahzâb, 33/70; el-Cum'a, 62/9). Önce "iman edenler" diye hitap edilmiş, sonra müminlerin yapmaları ve yapmamaları gereken emir ve yasaklar bildirilmiştir. O halde olumlu veya olumsuz olan amel, imanın haki katından olmayan, ayrı ve başka bir şeydir. b. "İman eden ve iyi (salih) amel isleyen kimseleri Cennetimize koruz" (en-Nisâ, 9/57). Bu ve benzeri ayetlerde (el-Bakara, 2/227; Yunus 10/9; Hûd, 11/23; Lokman, 31/8; Fussilet 41/8; el-Buruç, 85/ 11; el-Beyyine, 98/7; el-Ankebut, 29/7, 9, 58; el-Fâtır, 35/7; eş-Şûrâ, 42/22) salih amel imana atfediliyor ki; arapça gramer kaidesince, ancak manası başka olan şeyler birbiri üzerine atfedilir. Yani âtıf işlemi, "ma'tû" ile "ma'tûfun aleyh"in başka başka manada olmasını gerektirir. O halde amel, imandan başka olup, ondan bir cüz değildir. c. "Kim mümin olarak, iyi ve güzel amel işlerse..." (Tâhâ, 20/ 112). Bu âyet-i kerîmede amelin makbul olması, imanlı olma şartına bağlanmıştır. Meşrutun (yani amelin) şartta (yani imandan) dahil olmayacağı, bilinen kural gereğidir. O halde iman ve amel. ayrı ayrı şeylerdir. d. "Eğer müminlerden iki zümre birbirleriyle vuruşur, cenk yaparsa, aralarını bulup onları sulh ediniz..." (el-Hucurât, 49/9). Bu ayet-i kerimede; birbiriyle cenk yapan büyük günah sahipleri "mü'min" diye anıldığına göre; iman ile haram olan adam öldürme fiilinin dahi mümin bir şahısta birlikte bulunabileceği, dolayısıyla her cins amelin imandan ayrı ayrı ve ondan başka bir unsur olduğu gayet açık olarak bildirilmektedir. Bu ve benzeri ayet-i kerîmelerin sarahatına ilaveten, herbiri birer salih amel olan ibadetlerin Allah indinde makbul olabilmesi için, önce imanın (kalbdeki tasdikin) şart olduğunda, İslâm âlimleri arasında icma vardır. Bu bakımdan, kafirin yaptığı ibadetin bir değeri ve sevabı yoktur. Çünkü o, önce iman etmekle, sonra ibadet ve salih amelle mükelleftir. İnanmadan yapılan ibadetler, Allah katında makbul ve muteber değildir. Yukarda zikredilen delâleti katı dinî delillere ve ulemanın icmaına binaen; amelin, imanın hakîkatından ve aslından bir rükün olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. (Fazla bilgi için bk. Fıkh-ı Ekber, Aliyyu'l-Karî Şerhi, s. 80; Tefsîr-i Kebir, I, 249; Şerhu'l-Makâsıd, II, 187; Şerh-i Mevâkıf, c. III, s. 248). Bu izahlardan sonra Abdulvahhabın selefin ve İbni Teymiyenin yolunu benimsemediği açıkça anlaşılıyor tekrar toplu halde İbni Teymiyenin Şefaat ve Amel İman ilişkisini itakıtını verecek olursak: İman-Amel ve Tekfir: Ehl-i Sünnet'in usulünden biri de şudur: Din ve iman, hem söz, hem ameldir. Kalbin, dilin ve organların amelidir ve iman itaat ile artar, isyan ile azalır. Bununla birlikte onlar (Ehli Sünnet) ehli kıbleyi, Hari*cilerin yaptığı gibi sırf isyanları ve günah-ı kebairleri (büyük günahları) sebebiyle tekfir etmezler. Aksine masiyetlere rağmen din kardeşliği devam eder. Nitekim Allah Sübha-nehu ve Teala kısas ayetinde şöyle buyurmuştur: "Fakat kim (yani katil), kardeşi tarafından affedilir*se, o zaman (affedenin örfe göre) uygun olanı yapması (uy*gun diyeti istemesi, affedilenin de) güzele onu ödemesi ge*rekir." (Bakara: 2/178) "Eğer inanlardan iki grup vuruşurlarsa onların ara*sını düzeltin. Şayet biri ötekisine saldırırsa Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla vuruşun. (Allah'ın buyruğuna) dönerse artık onların arasını ada*letle düzeltin ve adil olun. Allah adaletli hareketedenle*ri sever. Muhakkak müminler kardeştirler. Kardeşleri*nizin arasını düzeltin." (Hucurat: 49/9-10) Onlar, fıskı, zahir olanları büsbütün imansız sayarak, ebedi Cehennem'de kalacağını da söylemezler. Mutezile, böylelerini imansız sayarak sonsuza kadar Ce*hennem'de kalacakları görüşündedirler. Halbuki fasık, iman dairesi içindedir. Nitekim: "Mümin bir köle azad etmesi gerekir." (Nisa: 4/92) (şeklindeki bir mümini hata ile Öldürene ceza takdir ederek onu iman dâiresinde sayan) ayette ve benzerlerinde bu du*rum söz konusudur. "Müminler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, kendilerine Allah'ın ayetleri okundu*ğu zaman (bu ayetler) onların imanlarını artırır. (Enfal: 8/2) Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: "Zina eden, zina ettiği zaman, mümin olduğu halde zi*na etmez. "Çalan, çaldığı zaman, mümin olduğu halde çal*maz. "Halkın gözleri önünde kıymetli bir şeyi yağma eder*ken, mümin olarak yağma etmez. Bu sözlerde olduğu gibi, böyleleri mutlak mümin is*miyle anilmayabilirler. Bu bakımdan ehli sünnet bu gibi kimseler için "İmanı eksik mümin" veya "İmanı sebebiyle mümin, büyük günahı sebebiyle fasık" derler. Yani ona, ne mutlak "iman" ismi veriyor, ne de tamamen verilmezlik ediyor. (İbn-i Teymiyye, Vasıtiyye Akidesi, Tevhid Yayınları: 25-26.) ilk önce bunda mutabakat sağlayalım sizce amel imandan bir cüzmüdür değil midir? |
Cevap: Meşru olan tevasül.. Alıntı:
|
Cevap: Meşru olan tevasül.. neyse kardeşler bana müsade çıkmam lazım talebelerim bekler derse gidecem hakkınızı helal edin. sizde inşaallah bu arada konulara cevaplar yazarsınız.vesselam |
Cevap: Meşru olan tevasül.. Alıntı:
Bir de hoplayıp zıplamaya gelince güzel arkadaşım,bu sizin zıplamanız ki buraya yazmışsınız. Ayrıca ALİİMRAN 7.ayeti verip benim tevilin peşine düştüğümü nerden çıkardınız verdiğiniz şehidlikle ilgili ayeti siz anlıyamıyorsanız kendinize sorun,Her canlının öleceğini rabbimiz söylüyor[ankebut ve başka sürelerde] yalnız bazı ölülerin ŞEHİD olduklarını sizin verdiğiniz ayette beyan edende rabbimiz,ve kendi katında bi katta beslendiklerini söyleyende rabbimiz,siz ise ŞEHİDLERİN Allahın belirlediği kattan insanlarla görüşüp,işitebileceklerini,insanların çağrılarına cevap verebileceklerini ve bu tür işlerde bulunacağını söylüyorsanız buyrun bunu delillendirin.Ayrıca peygamberlerin de öldüklerine inanıyorum ve peygamberlerde öldükten sonra insanlarla görüşemezler,görüşe bilselerdi hz Aişe annem ile hz Ali RA an görüşürlerdi ve aralarında bi şavaşa tutuşmazlardı,veya hz hüseyin görüşüp kufeye gitmezdi,ve geçmişten günümüze kadar müslüman alimler arasındada olsa küçük manada olan farklılıklar olmazdı,sanırım meramımı anlata bilmişimdir. Dahası ben peygamberde olsa DİRİLER ÖLÜLERİN TASARRUFUNDA OLAMAZLAR BUNA İMAN EDİYORUM,siz diriler ölülerin tasarrufunda diyorsanız ve ölüler dirileri işitiyor ,onlara yardım,şefaat edebiliyor diyorsanız buyrun delillendirin. |
Cevap: Abdulvahhabın Keşf-el Şubuhat Eserinde Tevessül Meselesi güncel |
Cevap: Abdulvahhabın Keşf-el Şubuhat Eserinde Tevessül Meselesi Selamun aleykum Sayın muvahhid25 abim şimdi yazacağımı satırları lütfen çok dikkatli bir şekilde okuyarak öyle cevap yazamnızı istirham ediyorum. Bundan yıllarca evvel islam dini ile ilk müşerref olduğum tarihte baktımki babam amcam kısacası sülalem bana vahabi demeye ve vahabiliğin bir hastalık olduğunu söylediler. O güne kadar inanın ben vehabiliğin ne olduğu hakkında hiç bir bilgiye sahip değildir. Sonra merakımdan dolayı araştırdım bu ismin muhammed bin abdulvahhab adında bir zatın talebelrine verildiğini duydum. Bu zatı merak ettim cağaloğluna giderek ona ait hangi kitapları varsa tedarik edip okumaya başladım. Sonra baktımki muhammed bin abdulvahhab gerçek bir alim gerçek bir komutan gerçek bir müslüman o günden sonra artık her müslümanı savunduğum gibi onuda savunmayı bir müslüman olarak üzerime borç bildim. Bakın sayın abim bazı insanların müslümanları anlamaları yada onlar gibi olaylara bakmaları mümkün değidlir. Müslümanlar öncelikle herhangi bir meseleyi incelerken yada konuşrken hakkın adaletinden asla taviz vermezler. Şimdi bu burayı iyi dinleyin güzel abim. Suud-i Amerikanın şuanki rejimi vehabilik olarak bilinir değilmi? Fakat bana göre ve Muhammed Abdülvahhab’a göre bugünkü suud rejimi tağutun ta kendisidir. Size daha evvel söyledim siz olaylara adil yaklaşamıyor ve adil tenkitler yapmıyorsunuz. Gönül isterdiki Muhammed bin Abdulvahhabın kitaplarından görüşlerini yansıtan kuran ve sünnete aykırı görüşelrini çürütmenizdi. Fakat ne siz nede hocalarınız bunu hiçbir zaman yapamadınız. Şimdi burayıda iyi dinleyin güzel abim. Muhammed b. Abdulvahh ab, Riyad şehrinin kuzey batısındaki Uyeyne kasabasında (m. 1703) yılında dünyaya gelmişVefatı m.1787). Sizin ve eyyüb sabri paşanın bahsi ettiği olayların tarihine bakın ondan sonra konuşun. Muhammed bin Abdülvahhab’tan sonraki sözüm ona vehabiler olarak telaki etmeniz sizin ve paşanızın yanılgısından başka birşey değildir. Bugün suud-i amerika ne kadar vehabi ise o zamanki akımlarda o kadar vahabi idi bilmem burasını anlayabildinizmi....? Gelgelelim şu cümlenize Vehhâbîlerin Tâifde müslimânları öldürmeleri ve yağmaları. Alıntı Bakın sayın abim siz muhammed bin abdulvahabın osmanlı sözde şeyhülislamları arasındaki zıt fikirleri bilmeden bu cümleyi asla anlayamazsınız. Şimdi mümkün olduğu kadar size bu tevhidin aslını teşkil eden mesleler hakkında kısaca birkaç satır yazayım. İslam dinine göre üç tip toplum vardır. 1- Müslüman toplumu 2- Ehli kitap toplumu 3- Müşrik toplumu Müslüman toplum medinede Allah'ın rasulune iman eden ve bu doğrultuda yaşayan toplumdur. Ehli kitap toplumu yahudi ve hıristiyanlardır,müşrik toplumu mekke putperestleridir. İslam ordusu islam toplumu dışındaki toplumlarla savaş yapar ve onları boyun eğene kadar öldürür. Yada zımmi olup vergilerine verene kadar bu durum devam eder. Birileri kalkıp yahudi ve hiristiyan kafirleri gibi buna barbarlık yada başka bir kulp takarsa bu onların bileceği birşeydir. Muhammed bin Abdulvahhab döneminde hem osmanlı ile hemde başka kafirlerle savaş yapılmış hatta onların tapınmak amacıyla inşa ettikleri kümbetler mezarlıklardaki yüksek kabirler vs. Yerle bir edilmiştir Allah onlardan razı olsun. Hatta bunu medinede yapmışlardır. Şimdi buraya dikkat: Osmanlı uleması kişi diliyle “lailaheillallah” dediği müddetçe ne yaparsa yapsın müslümandır der. Şimdi hıyanet başkanlığı gibi denize erkeklerle birlikte bikinisiyle giren bayanlar bile dilleri ile lailaheillallah dediği müddetçe müslüman kabul edilir. İşte muhammed bin abdulvahhabın düşüncesine göre bu görüş batıldır. Böyle düşünenler ve bu filleri yapanlar asla müslüman sayılmazlar... ve osmanlı toplumunu tekfir eder. Osmanlı uleması ciyak ciyak bağırarak bu adam müslümanları tekfir ediyor diye acımsızca insafızca ona saldırmaya başlar. Hatta vicdansızlar muhammed bin abdulvahhaba savaş açan kişilere ki açıkça kafir oldukları aleni olan yani sizinde kabul ettiğiniz kafirler evet bu kafirler devletin yüksek mertebelerinde görev ve yetki verilmektedirler. Osmanlının son şeyhül islamı mustafa sabrinin 1928 de yarın gazetesine verdiği demeçe bakarsanız osmanlı ulemasının müslüman kafir ayırımını nasıl yaptığını görecekseiniz. Muhammed bin Abdulvahhab’tan sonra cereyen eden bazı olayları osmanlının yalancı paşalarının kaleminden yalan yanlış bilgilere itibar etmemiz söz konusu değildir. Sonuç: Muhammed bin Abdulvahhab haklı olarak kafir gördüğü osmanlı toplumunu tekfir etmiş ve onlar hakka dönene kadar savaş açmıştır. Olay bu Bu savaş esnasında kafirleri öldürdüğü gibi şehitlerde vermiştir. Buda doğladır. Tıpkı Uhud gibi tıpkı Bedir gibi... NOT: Bak sayın abim Muhammed bin Abudulvahhabın eğer sizde kitapları var ise onun fikirlerini neden osmanlı toplumunu tekfir ettiğini tasavvufa neden bu kadar düşman olduğunu evet bu fikirlerini koyun ortaya kuran ve sünnet ışığında bakalım inşAllah... bakalım hangi fikir hangi ayete muhalif. Biz sizin şeyhlerinizin şirk dolu görüşlerini ortaya koyduk ve o görüşlere muhalif bir yığın ayet gösterdik buyrun sıra sizde.. Selametle kalın |
ehli sünnette tevessül EHLİ SÜNNETTE TEVESSÜL ÜMMET ALİMLERİ,İSLAM HAFIZLARI,NEBİ SALLALLAHÜ ALEYHİ VE SELLEM İLE TEVESSÜL ETTİLER VE BUNA CEVAZ VERDİLER VE BUNU MÜSTEHAP GÖRDÜLER ümmetin imamları,hadisi şerifleri bize ulaştırdılar. Allahu teala onlara müracat etmemizi bize emreder "bilmiyorsanız,ilim ehline sorun." "şayet onu rasule ve içlerinden ilim ehli olanlara döndürseydiler,elbette onu içlerinden istinbat edenler bilirdi." Buna göre şöyle konuşanın kelamına itibar edilmez:"meselelerde hadisi şerife bakarız,alimlerin sözüne bakmayız." işte ayetler işte alimlerin sözleri ve eserleri: EVVELA:Hac yapıp nebi (sav)ve kabrini ziyaret eden halife Mansur,imamı malik ra şöyle dedi : Ya eba abdellah! kıbleye dönerek mi yoksa resulullaha dönerek mi dua edeyim? imamı malik dedi: Niçin yüzünü ondan çeviriyorsun? Halbuki o, senin ve baban ademin Allah'a vesilesidir. bilakis ona dön ve onu şefaatçi kıl, Allahu teala onu senin hakkında şefaatçi kılsın. Allahu teala buyurdu:"Eger onlar kendilerine zülmettikleri zaman sana gelselerde Allah'tan bagışlanmayı dileseler,Resul de onlar için istigfar etseydi Allah'ı ziyadesiyle affedici bulurlardı."(nisa 64) imam kadı lyaz bunu kıssayı şifa isimli eserinde sahih isnadda zikretti.Allame kastalani mevahibul ledunniyede, inni hacer cevheni menzum da zikretti. İKİNCİ OLARAK:Hafız ibni kesir tefsirinde,imamı nevevi izah isimli eserlerinde şöyle der: ziyaret eden kişi,nebi sallallahü aleyhi ve selleme selam verdikden sonra ebu bekire sonra ömere(r.anhuma)selam verir sonra ilk yerine döner, yüzü nebi sallallahü aleyhi ve selleme dönük oldugu halde durur,nefsi hakkında onunla tevessül eder,onu rabbisine şefaatçi kılar. söylenenlerin en güzeli,ulemamızın şafii alimlerinin utbi den görerek rivayet ettigidir. Şöyle der:nebi sallallahü aleyhi ve sellemin kabrinin yanında oturuyordum,bedevinin biri geldi,şöyle dedi:Allahın selamı üzerine olsun,ey Allah Rasulü,işittimki Allahu teala buyurdu : Allahu teala buyurdu:"Eger onlar kendilerine zülmettikleri zaman sana gelselerde Allah'tan bagışlanmayı dileseler,Resul de onlar için istigfar etseydi Allah'ı ziyadesiyle affedici bulurlardı."(nisa 64) Muhakkak günahlarımdan istigfar ederek geldim,seni rabbime şefaatçi kılarak. sonra bedevi bir takım beyitler okudu dönüp gitti.utbi derki gözlerimi uyku kapladı.uykumda nebi sallallahü aleyhi ve sellemi gördüm,şöyle buyurdu:Ey utbi!bedeviye yetiş,Allahu tealanın kendisini affettigini ona müjdele.hafız ibni kesir derki:bu, meşhur bir rivayettir. ÜÇÜNCÜ OLARAK:imamı şafi ra nebi'nin sav ali ile umumi olarak hayatta olsunlar vefat etmiş olsunlar tevessül etmesi. ibni hacer haytemi bunu savaık'ta zikretmiştir. Nebi'nin ali benim vesilemdir;onlar benim (Allaha ulaşmakta)yolum(vesilem)dir. yarın nlar hürmetine bana verilmesini umarım;sag elimle amel defterimin. DÖRDÜNCÜ OLARAK:İmamı ahmedin şöyle dedigi sabittir:kıtlık anında nebi sallallahü aleyhi ve sellem ve ali ile tevessül etmek müstehaptır.Hanbelilerin istiska kitabında mevcuttur. BEŞİNCİ OLARAK:hafız ibni haceri askalani ra derki:Nebi sallallahü aleyhi ve sellem kaside ile medh edilir ve tevessül edilir. ALTINCI OLARAK:İbni haceri heytemi ra şeyh muhammed habibullah şankıti ve sigerlerinin zikrettigi meşhur kasidesinde tevessül etmiştir. HAFIZ imam subki derki: Nebi sav ile Rabbisine tevessül,istiğase ve şefaat dilemek güzeldir selef ve haleften kimse bunu inkar etmedi. DÖRDÜNCÜ FASIL TEVESSÜLÜ MEN EDENLERİN ŞÜPHELERİNİ RED Bilki tevessülü men edenlerin,hakikatten Kurandan ve sahih hadisi şeriflerden açık delilleri yoktur.belki çok kere onlar,puta tapınan kureyş kafirleri hakkında Kurandan zikredilen ayetleri söylerler "onlara ancak,bizi Allaha yakınlaştırsın için tapıyoruz..." bunlara cevabımız: şu müşrikler putlara ibadet ederler,onlara secde ederler,onları ilah edinirler.bizler asla nebileri velileri ilah edinmedik onlara tapınmadık Allahu teala putlara tapınanları şöyle vasıfladı Allah'tan başka ilah edinenler... böylece getirdikleri delil,onların iddasını isbatlamaz,belki bizim lehimize delil olur. Bunlar hakikatte tevessülü dört yoldan inkar ederler: evvela:tevessül hakkında gelen hadisleri zayıf gösterirler.halbuki bunlar,hadisi şerifleri zayıflıga nisbet etmeyeehil degillerdir.bunu birazdan açıklayacagız. İkinci olarak:hadisi şerifleri tevil ederler ve onları zahirinden çevirip batıl şekilde tevil ederek mülagata yaparlar. üçüncü olarak:hadisi şerifleri iptal etmekte fasşt görüşlerine itimat ederler.hevalarına uymayan bi hadisi şerif görürlerse,şöyle derler bu hadisi akıl ve görüş kabul etmez. yani akıllarına uyan hadisi sahihtir uymayan sahih degildir. dördüncü olarak:bazı cahil tasavvufçuların dillerinde dolaştırdıgı batıl sözleri ifitra ve yalan olarak zikrederler ve bunların batıl oldugunu açıklayarak,tevessülün de batıl oldugunu cahillere kabul ettirmek isterler. hethat! şimdi bu dört yolun yanlış oldugunu size misallerle açıklayacagız. tevessül hakkındaki hadisleri zayıfkıga nisbet etmeleri hususunda iki misal verecegiz: 1) osman ibni huneyf'in ra bedeviye Nebi (sav)den işittigi ve ihtiyacının yerine gelmesi için ögrettigi dua bunu hafız taberani rivayet etti hasen heytemi de bunun ikrar etti bu rivayeti et tevessül ilahakikatut tevessül isimli kitabın müellifi zayıflıgı nisbet etmiştir oysa buna ehl, degildir (bahsedilen kişi muassar yazarlardan muhammed nesib er rifaidir hadis hafızı degildir) 2)Abdullah ibni mesud ra un merfu olan rivayeti 'hayatm sizin için hayırlıdır ...' hadis hafızları bunun sahih oldugunu söylediler hafız ebul hasen heytemi mecmuuz zevaid de,ricali sahihtir dedi. hafız suyiti camius sagir de bunu harisin zayıf senetle müsnedince rivayet ettigini söyledi ibni said tabakat ta hasen isnadla mursel oldugunu söyledi bezzaz sahih senetle bunu zikretti camius sagırin şerhinde oldugu gibi. Tevessülü inkar edenler bu durumdan istifade ettiler,insanların bu hadisin camius sagirdeki şehrine bakmaktan tenbellik ettiklerini bildiklerinden şöyle dediler:bu hadis zayıf ve murseldir bununla delil getirilmez. bu durum ilmi bir hainliktir ki bu adamlardan uzak görülmez. ikinci yöntem ki hadisi şerifleri hakikatine muhalif olarak batıl şekilde tevil etmeleriydi. bunun misali a'ma olan birinin nebi sallallahü aleyhi ve selleme gelmesi hakkındaki hadisi şeriftir nebi sav den kendisi için dua etmesini ve Allahu tealanın gözlerini iyileştirmesini dilemesini istemişti. nebi sav onun için dua etmedi ''istersen dua edeyim,istersen sabret''dedi adam dua isteyince nebi sallallahü aleyhi ve sellem ona şöyle dedi ''Git abdestini güzel yap iki rekat namaz kıl,sonra şöyle de:Allahım!Rahmet Nebin olan nebin Muhammed sav ile sana yöneliyorum. Ya Muhammed hacetim hakkında seninle Rabbime yöneliyorum,hacetimi kabul yerine getirsin için Allahım! onu benim hakkımda şefaatçi kıl.'' yani :onunla tevessülümü kabul eyle inkarcılar derki:bedevi nebi ile degilde nebinin duasıyla tevessül ettimiştir. oysaki hadisi şerifin son sözü bunların sözünü iptal ediyor.bunların sözü batıldır ve kendilerine fayda vermez. zira son kısım şöyle Ya muhammed hacetim hakıkında seninle rabbime yöneliyorum,hacetimi hacetimi kabul yerine getirsin için. bursa açıkca efendimizin zatıyla tevessül etmiştir. üçüncü yöntemleri ki kendi vehimlerine göre hadisi şerifleri sahih olan veya olmayan diye sınıflandırmalarıydı. bu konuda bir çok rivayeti kendilerine göre yorumlayıp anlayışlarına uyarsa sahih uymassa uymassa batıl derler bu husus diger itikadi konularında da sıkça görülür .İsa aleyhisselamın nüzulü hakkında ki bir çok rivayet gördükleri halde yinede akıllarına uymadıgı için inkar derler.halbuki bu konu tevatir derecesindedir ve bütün itikat kitaplarımızda mevcuttur. dördüncü yöntemleri,mevzu hadisleri söyleyip güyua onlarla delil getirmenin batıl oldugunu söylemeleriydi. bu inkarcılar,bazı mevzu hadisleri zikrederek güya tevessülün batıl oldugu fikrini cahillere atarak iş görmeye çalışıyorlar. mesela: ''benim cahım ile tevessül ediniz,muhakkak benim cahım Allah katında büyüktür.'' bu mevzu/uydurma rivayeti islam dininde azgınlık kitapta zikretmişler ve bu rivayetin uydurma oldugunu söylüyerek cahilleri tevessül meselesinde aldatmışlardır. evet bu rivayet uydurmadır ama tevessül meselesinin delilini geride zikrettik konu katidir sabittir. HATİME/NETİCE Burda,büyük bi kaide zikredecegiz.bununla hadis ilmine vakıf oldugunu iddea edenler için sahih ve zayıfı ayırt etmek bilinir. meselenin hülasası nevevinin şeyhi olan şeyhler şeyhi ibni salahdan sonra hadis ilminde marifeti ve alış kanlıgı olmayanlar için hadisi şerifleri tashih etmek veya zayıflatmak mümkün degildir. hadis hafızlarınında ibni salah'tan sonra sahihleme veya zayıflandırma yapması ancak gizli kalmayan hadislerde olabilir. kıssa anlatanların uydurma oldugu hadisler veya akla,icmaya muhalif hadisler gibi. hafız suyuti eserinde beyan etmiştir. suyiti derki:hafız yüz bin hadisi şerifi ezberlemiş dirayet yönünden anlamış ve nebi saz e kadar isnadını ve ricalini bellemiş olandır. bu hususta bazıları derki: ''yüzbin hadisi mutlak olarak ihtiva eden (kişi)üzerine hafız ismi söylenir.'' hafız celaleddin suyiti,tedribir ravi de sahih 1/149 da şöyle der: ibni salah,tashih,tahsin ve zayıf kapısını,ehliyetleri zayıf oldugu için bu zaman ehli sünnetlerine kapatmıştır. meseleyi daha teferruatlı bilmnek istersen tedribur ravi 1/143-149 alfiye şerhi fethul mugis 1/44-45,89 sahifelerine baksın (arifan dergisinden alıntı) |
Cevap: Ehli Kur'ana Göre Tevessül-Vesile Aslı bacım Kur'anmı temel kaynak Ehli Sünnemi? Vesile Kavramı: Kur’ani kerimde 2 yerde geçen V-S-L kelimesi: Allah’a Yaklaşma vasıtası, Sevaba nail olmak için Allah’a yakın olmak için yapılan hususlardır… Tevessül: Arap dilinde ‘’vesile’’den gelen bir kelimedir. Kur’an’da “tevessül” tabiri geçmemekle birlikte, aynı kökten gelen “el-vesile” kelimesi Maide Suresi 35. Ve İsra Suresi 57. Ayetlerde geçer. Siz ey imana ermiş olanlar! Allaha karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun, Ona daha yakın olmaya çalışın ve Allah yolunda gayret gösterin ki mutluluğa erişebilesiniz. (Maide-35) İmdada çağrılan bu ilahların Allah'a en yakın olanları dâhil olmak üzere hepsi Allah'a yaklaşmanın yolunu ararlar. O'nun rahmetini diler ve azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı korkunçtur. (İsra-57) Zemahşeri, el-Keşşaf’ta ‘vesile’yi şöyle tarif etmiştir: “Vesile, kendisiyle tevessül edilen ve yaklaşmaya araç kılınan fiil ve davranıştır. Burada kendisiyle Allah’a yaklaşılan itaatleri yapmak ve isyanlardan kaçınmak anlamlarından mecaz olarak gelmiştir. (Zemahşeri, el-Keşşaf an hakaiki ğavamidi’t-tenzil, Beyrut, 1995, I, 615) Vesile kökeninden gelen Tevessül esnasında Allah’a yakınlığa ulaştıracak ameller fiiller yine Kur’an’da açıkça izah edilmiştir.... En güzel isimler Allah'ındır. O'na o isimler ile dua ediniz… (A’raf-180) Bu kimseler 'Ey Rabbimiz, inandık, günahlarımızı affeyle, bizleri Cehennem ateşinin azabından koru' derler. Zorluklara sabredenlerin ve sözlerini tutanların, (Rablerine) yürekten bağlı olanların, (servetlerini Allah yolunda) harcayanların ve bütün kalpleriyle af dileyenlerin. Allah'tan başka ilâh olmadığına ve O'nun adaleti ayakta tuttuğuna Allah'ın kendisi, melekler ve bilgili kullar tanıktır. O'ndan başka ilâh yoktur. O üstün iradeli ve hikmet sahibidir. Allah katında geçerli olan din İslâm'dır. Kitap verilenler, kendilerine bilgi geldikten sonra karşılıklı ihtirasları yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Kim Allah'ın ayetlerini inkar ederse bilsin ki, Allah'ın hesaplaşması çok çabuktur. (A’li İmran 16-17-18-19) Bir rivayette geçen “Mü’minin, Müslüman bir kimsenin gıyabında kardeşi için yapmış olduğu dua kabul edilir” Esasını Şu ayetler desteklemek lazım: Onlardan önce bu yöreyi yurt edinmiş ve (gönüllerine) imanı yerleştirmiş olanlar (arasındaki yoksullara da ganimetin bir kısmı verilecektir), bir sığınak arayışı içinde kendilerine gelenlerin hepsini seven ve başkasına verilmiş olanlara karşı kalplerinde hiçbir haset olmayan, aksine kendileri yoksulluk içinde bulunsalar bile diğerlerini kendilerine tercih edenler; işte böyleleri, açgözlülükten korunanlardır, onlardır mutluluğa ulaşacak olanlar! Onlardan sonra gelenler, "Ey Rabbimiz!" diye yalvarırlar, "Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve imana ermiş olan(lardan hiçbiri)ne karşı kalplerimizde yersiz ve uygunsuz düşünce veya duygulara yer bırakma. Ey Rabbimiz! Sen şefkat sahibisin, rahmet kaynağısın!" (Haşr-9-10) Allah’ın dininde meşru olan TEVESSÜL bunlardır… Bunun dışındakiler herhangi bir delile dayanmamaktadır… Allah’ın isimleri ve sıfatları, Günahlardan sakınmak, Gece karanlığı gibi olan Şirkten uzak durmak İman ve tevhit ile Salih ameller, Muttaki kulların mümin kardeşine gıyabında dua etmesi, zorluk ve rahatlık anında Allah’tan hayâ ederek yalnız ve yalnız ona itaat ve ibadet etmek maksadı ile yapılan tevessül meşrudur… (Ey müminler!) Sabır ve namazla yardım dileyin: Bu, tam bir sığınma duygusu içinde yürekten Allah'a yönelenler dışında herkes için zor bir iştir. (Bakara-45) Siz ey imana ermiş olanlar! Sarsılmaz bir sabır ve namaz ile yardım arayın; zira, unutmayın, Allah zorluklara karşı sabredenlerle birliktedir. (Bakara-153) Eğer sadakaları açıktan verirseniz bu güzeldir. Şayet onları kimse görmeden fakirlere verirseniz bu sizin için daha hayırlıdır ve bu, bir kısım günahlarınızın silinmesine vesile olur. Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (Bakara-271) Allah Resulü Muhammed (s.a.a) Medine‟de okuduğu bir hutbesinde şöyle buyurmaktadır: “Ey İnsanlar! Sözlerin en doğrusu Allah‟ın kitabı, en sağlam tutunacak kulp ise Hablullah. En hayırlı millet İbrahim‟in (as) milletidir. Yolların en hayırlısı Muhammed‟in yoludur. Sözlerin en değerlisi Allah‟ı zikretmektir. Kıssaların en güzeli Kur‟andır. Amellerin en hayırlısı farz amellerdir. İşlerin en şerli olanı da farz ve sünnetlerin yerine konulan sonradan uydurma adetler olan bidatlerdir. Davetlerin en güzeli peygamberin irşadıdır. Ölümlerin en şereflisi şehit olarak ölmektir. Körlüğün en kötü olanı da hidayetten sonra dalalete süluk etmektir. İlmin en iyisi faydalanılan ilimdir” (Camiü‟s-Sağir, 1.435) Bidatlerin çıkış nedeni Nassların yanlış yorumlanmasından sünnetin terk edilerek yetersiz görülmesi gibi algıya sebep olan başka adetler, ibadetler, ameller koymaktır. Allah’ın farz kıldığı ibadetlerin yerine, haram kıldığı İslam’dan olmayıp İslam adı altında sunulan adetler vb meşru hale getirmek İslama aykırıdır. Çünkü farzı terk ettirip sonradan türemiş şeyleri başka isimler altında yaygın hale getirmek dalalettir… Buna delilimiz ise Allah resulünün öğretisidir… Bidat’i Hasene diye bir kavram olama bidat bidattir Hasene hasenedir… Kötünün iyisi evlası olamaz Kötülük kötülüktür… ‘’Bütün bidatler dalalettir. Bütün dalalet yollarının sonu cehennemdir” İmam-ı Rabbani "Bid'atı red ve ondan el çekmek, beğenilmiş sünnettir. Her bid'at mezmum (zem edilmiş) ve delâlettir" buyurmaktadır. Ayrıca usul kitabında, din emniyetinin sağlanabilmesi için, bid'at ehlinin cezalandırılmasını şart koşmaktadır. "bid'atın hasenesi olmaz, hepsi mezmumdur buyuruyor. Asrımızda İmam-ı Rabbani'yi dillerinden düşürmeyen Ehli Sünnet Müminleri bu hakikate rağmen. Nasıl oluyor da Bidati savunabiliyorlar anlam veremiyom… Ya okuduklarını anlamıyorlar ya da anlamak işlerine gelmiyor… İmamı Rabbani vb Âlimleri reddeden kardeşlerime de şu soruyu sormak icap ediyor İmamı Rabbani'nin orijinal eserlerinden kaç tanesini okuyup tahkik ettiniz. Sanal âlemde onun adına yazılan çizilenlerin kaçta kaçı ona ait bunu hiç araştırdınız mı? Tevessül çeşitlerinden biri olarak kabul edilen… Birilerinin hatırı, makamı ve mevkii ile istemek… Örneğin: Allah’ım falancı kişinin hatırı veya mevkii filancanın yüzü suyu hürmetine senden yardım diliyorum: Bu ve benzeri beşeri aracı kılma şeklinde yapılan tevessülün İslam dininde yeri yoktur… Eğer böyle bir isteme tarzı İslam’da olsa idi Allah onu açıkça beyan ederdi ve bu beyan ile makam ve mevki ile birinin aracı kılınması gerekli olsa idi Allah resulü bu makama layık en üstün insan idi… Allah resulünün hayatında hiçbir zaman bu tür bir isteme şekli yoktur ve tavsiye edilmemiştir Kur’an bunları reddeder… Çünkü Allah eğer birinden hoşnut olacak ise bu hoşnutluğu için aracı koymaz… Yaratılan Allah’a muhtaçtır, Yaradanın böyle bir şeye ihtiyacı yoktur Hiçbir yaratılan Allah’ın vereceği faydaya ve zarara müdahale edemez müdahale için aracı kılınanları Allah ile kıyaslamak ŞİRK’TİR… Allah'ı bırakıp, onlar için göklerden veya yerden herhangi bir rızık sağlayamayan ve zaten buna gücü de olmayan şeylere mi tapınıp duracaklar? Öyleyse, sakın Allah'la (başkaları arasında) herhangi bir benzerlik kurmaya kalkmayın! Çünkü Allah (her şeyin aslını) biliyor, ama siz bilmiyorsunuz. (Nahl 73-74) Halis inancın yalnız Allah'a yönelmesi gerekmez mi? O'ndan başkasını dost ve koruyucu edinenler, "Biz bunlara sırf bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz!" (derler). Şüphesiz Allah, (Kıyamet Günü) onlar arasında (hakikatten saptıkları) her konuda mutlaka hüküm verecektir, çünkü Allah, (kendi kendine) yalan söyleyen ve inatla nankörlük yapan hiç kimseyi rahmetiyle doğru yola ulaştırmaz! (Zümer-3) Makamı mevkii ne olursa olsun yaratılmış herhangi birinden zararı veya faydayı sağlayabileceği inancı ile tevessülde bulunmak ŞİRK’TİR. Ölmüş evliya Salih kullardan yardım dilemek imdat etmek onlara adaklar adamak, Ey falanca diyerek hacetini arz etmek tevhidi inançla bağdaşmaz… Allah’tan başkasına yönelmek, dua etmek türbeler yapıp onları ziyaret etmek İslama zıt davranışlardır… Allah’a dua Ayetle şekli olarak belirlenmiştir… Eğer kullarım sana Benim hakkımda sorular sorarsa -(bilsinler ki) Ben çok yakınım; dua edenin yakarışlarına her zaman karşılık veririm; öyleyse onlar da Bana karşılık versinler ve Bana inansınlar ki doğru yolu bulabilsinler. (Bakara-186) Ayeti kerimelerde belirtilen DUA ibadet iken nasıl olurda Allah’a has olan bir ibadet biçimi ondan başkasına sarf edilebilir? Allah’tan başkasına yapılan çağrı vb Kur’anda şöyle izah edilir: Eğer onları imdadınıza çağırırsanız, çağrınızı işitmezler. Sesinizi işitseler bile size karşılık veremezler. Üstelik kıyamet günü, sizin kendilerini Allah'a ortak koşmuş olmanızı reddederler. Hiç kimse, her şeyin içyüzünü bilen Allah gibi sana haber vermez. (Fatır-14) Allah’ın peygamberleri göndermesindeki en büyük sebeplerden biri olan Tevhid gereği Allah’tan başkasına ibadetleri amelleri ortadan kaldırmak ve yalnızca Allah’a yönelmek amaçlıdır. Aşikâr olan hakikatlere rağmen Kur’an ve Sünnete uygun tevessül ve vesileleri yetersiz görüp Şirke düşüren yollara başvuranlar kendi ürettikleri uydurmalar ile Allah’a yakın olmaya çalışmaktadırlar Allah resulü ve Ashabının hayatlarında olmayan uygulama ve şekiller ile… Hani siz: “Ey Musa, bir çeşit yemeğe elbette dayanamayız. Rabbi’ne dua et de yerin bitirdiği sebze, acur, sarımsak, mercimek ve soğandan bizim için de çıkarsın.” demiştiniz. Musa da: “Siz bayağı olan şeyle hayırlı olan şeyi değiştirmek mi istiyorsunuz? Öyle ise bir şehre inin. Sizin için istediğiniz şeyler vardır.” demişti. Onların üstüne horluk ve yoksulluk vuruldu. Allah’tan bir gazaba da uğradılar. Bu, şüphesiz ki Allah’ın ayetlerini inkar ettiklerinden, peygamberlerini de haksız yere öldürdüklerinden idi. İşte bu ceza, isyan ettiklerinden, aşırı gittiklerinden dolayı idi. (Bakara-61) Müslümanları tevessül ve vesile hususunda şirke, harama, bidate vb kerih durumlara düşüren ana tema taklittir. Delillerini bilmeden kişilerin görüşlerini taassubu yaklaşım ile savunmak Allah tarafından sakınılması gerekli ameller olarak ayetlerde izah edilmiştir… Zira onlara, "Allahın indirdiğine ve Elçisine gelin!" denildiğinde, "Atalarımızdan gördüğümüz inançlar ve fiiller bizim için kâfidir" diye cevap verirler. Ya ataları hiçbir şey bilmeyen ve doğru yoldan uzak kimseler idiyseler de mi? Siz ey imana ermiş olanlar! Siz (yalnız) kendinizden sorumlusunuz: Sapkınlığa düşenler, eğer doğru yolda iseniz, size hiçbir zarar veremezler. Hepinizin dönüşü Allaha olacaktır: Ve o zaman Allah, size (hayatta) yapmış olduğunuz her şeyi bildirecektir. (Maide 104-105) Hakkaniyet ölçüsü ile olaylara bakmamız gerektiği için işimize geleni alıp gelmeyeni almamak kendi görüşünü desteklemek olduğu bilinci ile tevile kaçmadan Ayetlerin anlamlarını vermeye çalıştık, Allah’ın ayetlerini kendi heva ve hevesleri uğrunda kullanmaktan Allah’a sığınırız… Son olarak Allah resulü hepimiz için en güzel örnektir ona müracaat eden Ama hususu ile konuyu bitirelim: Amanın biri Allah Resulü Muhammed’e gelerek “Bana afiyet vermesi için Allah’a dua et” der. Allah Resulü ona “Dilersen dua ederim. Dilersen sabredersin. Bu senin için daha hayırlıdır” der. Ama da “dua et” diye ısrarını bildirir. Bunun üzerine Allah Resulü ona güzel bir şekilde abdest alıp şu duayı söylemesini emreder. “Allahım sana peygamberin rahmet peygamberi Muhammed ile yöneliyorum. Ey Muhammed! Hacetimin giderilmesi için seninle Rabbime yöneliyorum. Allahım! Benim hakkımda onu şefaatçi/duacı kıl!” Adam denileni yapar ve gözleri açılır. Hadiste görüldüğü gibi Allah Resulü’nden dua talebi vardır. Aynı zamanda Allah’ın peygamberinin duasını kabulü için ama da dua etmekte “Allahım! Benim hakkımda onu şefaatçi/duacı kıl” demektedir. Bu gibi dua şekilleri dışında aslı olmayan uydurma ve zayıf rivayetler ile amel etmek batıldır. Örneğin: “Makamımla tevessülde bulunun. Şüphesiz Allah katında makamım büyüktür” Bu hadis uydurmadır, batıldır. “Âdem günah işleyince dedi ki -Ya Rab! Muhammed’in hakkı için senden beni bağışlamanı dilerim. Bunun üzerine Allah Teâlâ -Ey Âdem! Henüz yaratmadığım halde Muhammed’i nasıl biliyorsun? Diye sordu. ‘’Âdem -Ya Rab! Beni elinle yaratıp bana ruhundan üfleyince başımı kaldırdım ve arşın direkleri üzerinde şu yazıyı gördüm: La ilahe İllallah Muhammedur Rasulullah. Bildim ki Sen adının yanına ancak en sevdiğin kimsenin adını yazarsın. Allah da şöyle buyurdu: -Seni bağışladım Muhammed olmasaydı seni yaratmazdım.” (İmam Zehebi “Mizan” adlı eserinde der ki) Bu haber batıldır, uydurmadır. Tasavvufta adı Hakikati Nuri Muhammediye diye geçer… Bizlere düşen görev Müminler olarak gece karanlığı olan Şirke düşmeden vesile ve tevesül amellerini haddi aşmadan ifrat ve tefrit dengesini gözeterek Allah’tan dilemek ve dua etmektir.. MEVLÜT HÖNÜL Malazgirt 09.01.2012 [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] |
SAAT: 01:22 |
vBulletin® Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
User Alert System provided by
Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) -
vBulletin Mods & Addons Copyright © 2025 DragonByte Technologies Ltd.