Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   Tefsir Dersi (https://www.forum.medineweb.net/675-tefsir-dersi)
-   -   Kur’an’ın anlamıyla ilgili ilimler (https://www.forum.medineweb.net/tefsir-dersi/29615-kurve8217anve8217in-anlamiyla-ilgili-ilimler.html)

Medineweb 26Haziran 2014 20:26

Kur’an’ın anlamıyla ilgili ilimler
 
KUR’AN’IN ANLAMIYLA İLGİLİ İLİMLER
Anlam, bir kelimenin, bir önermenin, tasarımın, bir düşüncenin ya da bir eserin anlatmak istediği şeydir. Kur’an ilimlerinin bir kısmı da onun bu anlam boyutuyla ilgilenerek, metninin doğru anlaşılmasına yardımcı olmaktadırlar. Bu ilim dalları, Kur’an’ın anlaşılması ve yorumlanması noktasında, onu okuyup anlama durumunda olan insanlara pekçok yarar sağlayabilirler.
A. MÜTEŞÂBİHU’L-KUR’ÂN
Müteşâbihin Manası ve Niteliği
Müteşâbih sözlük anlamı itibariyle iki şeyin birbirine benzemesi manasına gelir. Buna göre birbirine benzeyen iki şeyden her birine de müteşâbih denilmektedir. Kavram olarak ise: ‘manaları bilinemeyen yahut herhangi bir sebepten ötürü anlamlarında kapalılık bulunan ya da birden çok manaya ihtimali olup, bu manalardan birisini tercihde zorluk söz konusu olan âyet, kelime ya da harflerdir.’ Yani müteşâbih ayetlerde üç ayrı nitelik bulunmaktadır. ‘Bilinmezlik ’ vasfı, Kur’an’ın bir kısım âyetlerinin mana itibariyle, ancak Mutlak Kudret’in bigisi dahilinde olduğunu gösterir. ‘Kapalılık’ söz konusu olduğunda, o tür ayetlerin yorumlanmasında mutlaka başka naslara ihtiyaç vardır ve yapılan yorumların Allah’ın maksadını kesin olarak ortaya koyduğunu iddia etmek mümkün değildir. Bir kısım âyetler de farklı anlamlara müsaittir ve bu anlamlarda da tercihi zorlaştıracak derecede bir benzerlik mevcuttur. Dolayısıyla bu nevi âyetlerin yorumlanmasında da hem bazı zorluklar bulunmaktadır, hem de sonuç itibariyle burada yapılan tercihin isabetli ve mutlaka doğru olduğunu iddia etmek mümkün görünmemektedir.
Müteşâbihlerden dışında kalan âyetlere de muhkem ismi verilmektedir. Buna göre muhkem nas da: kendisiyle neyin kasedildiği anlaşılabilecek derecede açık olan, nazım ve te’lifi itibariyle herhangi bir ithilâfa yol açmayan ve tek bir anlama delâlet eden âyettir.
Kur’ânî Nasları Sınıflandıran Âyetlerin Tahlili
Bu konuda üç ayet vardır. Ayetin birine göre Kur’an’ın tamamı muhkemdir (Hud;1). Başka bir âyete göre de Kur’an’ın tamamı müteşâbihtir (Zümer;23). Diğer ayette de bir kısmının muhkem bir kısmının da müteşâbih olduğu (Âl-i İmrân;7) beyân edilmektedir. İlk bakışta bir çelişki olduğu düşünülebilir. Ancak ilk ayette muhkem lafzı, her yönüyle bozulmadan uzak, sağlam, ve sonsuz hikmetleri ihtiva etmek manasına gelmektedir. İkinci ayetteki müteşabihlikten kasıt ise âyetlerin belâgât, fesâhat ve icâz yönleriyle birbirlerine benzedikleri ve birbirini tasdik ettikleri anlamına geldikleridir. Son ayette ise muhkem ve müteşabih kelimeleri ıstılâhî anlamda kullanılmıştır.
Yani ilk iki ayette kavramlar sözlük manalarıyla, son ayette de ıstılâhi manalarıyla kullanılmışlardır.
Müteşâbihlerin Çeşitleri

Eş-Şâtıbî’ye göre müteşabihler mutlak (mahiyetlerini sadece Allah’ın bildiği) ve izafî (rüsûh sahibi âlimlerin anladığı) olmak üzere ikiye ayrılır.
  1. Mutlak Müteşâbihler
Bu müteşabihler beşerin gücü dahilinde olmayıp hakikat ve mahiyetlerini ancak Allah Teâlâ’nın bildiği müteşâbihlerdir. Bunlar Allah’ın sıfatları, âhiret ahvâli, Rûh, Sûr ve Dâbbetu’l-arz gibi kesin anlamları meçhul olan kavramlardır. Bir kaçını açıklayacak olursak:
  1. RÛH: ‘Sana rûhtan soruyorlar. De ki: “Rûh, Rabbimin emrindendir. Size ilimden pek az şey verilmiştir.” ’ (İsrâ;85) Ruh ile kastın tam olarak kim ve ne olduğunu bilmiyoruz. Kur’an, Cebrail as, bedenlere hayat veren ruh vs. kastedilmiş olabilir. Rûh, Rabbimin emrindendir sözünde ise iki ayrı anlam vardır. Cebrâil as Allah emriyle hareket eder, onun emriyle vahiy getirir. İkinci anlam ise âyetteki emir lafzı, iş ve fiil manasına alınarak, rûhu Allah yaratmıştır, dolayısıyla mahiyetini de ancak o bilir. İnsanların bu konuda bilgileri azdır anlamı da verilebilir. Size ilimden pek az bir şey verilmiştir hitabının da genel anlamda insanlığa mı yoksa husûsî olarak soruyu soranlara mı ait olduğu da açık değildir. Kimi müfessire göre bütün insanlar, kimi müfesssirlere göre de yalnızca Yahudiler kast edilmiştir.
  1. SÛR: Kur’an’ın on ayrı âyetinde zikredilir. Müteşâbihliği, sûrun hakikat ve mahiyeti, üfürülme zamanı ve sûrlar arasındaki sürenin uzunluğu gibi hususların hâlâ birer sır olmalarından kaynaklanıyor. Âyetlerden anlaşılıyor ki söz konusu âletin üç ayrı zamanda kullanılacaktır. İlk üfleyişte bütün insanları şidddetli bir ölüm korkusu saracaktır. İkincisinde bütün mahlukatın ölümüne yol açacaktır ve üçüncü defa da bütün insanlar dirilecek, kabirlerinden doğrulup kalkacak ve ilâhî mahkemeye doğru yürüyeceklerdir.
  1. DÂBBETÜ’L-ARZ: “O söz başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir dâbbe (canlı) çıkarırız; o onlara insanların, âyetlerimize inanmadıklarını söyler.” (Neml;82) âyetinde, kıyâmetten önce çıkarılacak olan bir canlıdan söz edilmektedir. Dâbbetü’l-arz denilen bu canlılın şekli, büyüklüğü, yaratılış özellikleri, nereden, ne zaman ve nasıl ortaya çıkarılacağı konusunda çeşitli rivâyetler mevcuttur. Ancak bu bilgilerin âyette bulunmadığı gibi sünnete de tek bir rivayet dışında bu konu hakkında bilgi yoktur. Bu bilgiler Yahudilerden veya başka din mensuplarından Araplara geçmiş olan haberlerdir.
Hakiki müteşâbihlerin manaları Allah’ın ezelî ilmi içerisindedir. Bu yüzden bu tür ayetler üzerinde yapılan açıklama ve yorumlar hiçbir zaman o âyetlerin hakiki anlamlarını ortaya koyucu nitelikte değildir.
  1. İzafî Müteşâbihler
Bu müteşabihler, kastedilen mananın anlaşılmasında bir delile veya hârîcî bir açıklamaya ihtiyaç gösteren hafî, müşkil, mücmel, mübhem, müevvel, mutlak ve genel manalı âyetlerle garib kelimeler ve dilcilerin manalarında ihtilaf ettikleri lafızların bulunduğu âyetlerdir. Belli bir ilmî olgunluğa ve yorum gücüne sahip olan müfessirlerin başka konularda olduğu gibi bu konuda da karîneleri (:belirti) doğru tespit ederek Kur’ân’ın özüne uygun yorumlar getirmeleri mümkündür. İzafî müteşâbihler ikiye ayrılır:
  1. LAFZÎ MÜTEŞABİHLER: Kelimenin yapısında görülen bu nevi müteşâbihlik, lafzın ya garip ya da müşterek olması durumunda söz konusudur:
  1. Garip lafızlar: Kur’an’ın bazı kelimelerinin garabetten dolayı müteşâbih olduğu ileri sürülmektedir. Mesela Hz. Ebu Bekr (ra)’eوَفَاكِهَةًوَاَبًّا (“Meyva (lar) ve çayır (lar) itirdik” Abese;31) âyetinin manası sorulduğunda, “Şâyet Allah’ın kitâbı hakkında bilmediğim bir şeyi söylersem, hangi semâ beni altında gölgelendirir, hangi yer beni üzerinde barındırır?” demiştir. Görüldüğü üzere Hz. Ebu Bekr kendi kabilesi tarafından kullanılmayan kelimesinin hakiki anlamda neye delâlet ettiğini bilmediğini açıkça beyân etmiştir. Ayêt belirli bir manaya delâlet etsede bu kesinlik arz etmez. Bu yüzden denilebilir ki ‘ebben’ kelimesinin manasını tayinde ve bununla hangi çeşit bir bitkinin kastedildiğini belirlemede bir zorluk vardır. Çünkü bu kelime lügatta çayır, otlak, sebze, saman ve çerez gibi anlamlara gelmektedir.
  2. Müşterek lafızlar: Şayet bir lafız birden çok mana ifade eder ve bu manalardan birini tercihde zorluk olursa, o takdirde böyle bir lafız, manasındaki iştirakten dolayı müteşabih kabul edilir.Mesela, فَرَاغَعَلَيْهِمْضَرْبًابِالْيَمٖينِ(“Bunun üzerine, yanlarına gelip sağ eliyle vurdu.” Sâffât;93) âyetinde yer alan ‘el-yemîn’ kelimesinde bu anlamda teşâbüh vardır. Çünkü bu lafız, sağ el, kuvvet ve yemin manalarına gelmektedir.
  3. MANEVÎ MÜTEŞABİHLER: Müteşâbihlik bazen de âyetlerin manalarında görürlebilir. Bu, söz konusu âyetlerin mana bakımından açık olmamalarından veya birden çok anlam ifade etmelerinden kaynaklanmaktadır.
Not: bu konuda 4 uzun örnek vardır, ben sadece bir tanesini kısaltılmış olarak yazıyorum.

Örnek: Kur’an, “Biz rüzgarları aşılayıcı olarak gönderdik...” (Hicr;22) âyetiyle bitkilerin döllenmesinde rüzgârın rolünün bulunduğunu ortaya koymuştur. Reşid Rıza bu konuda şunları söyler: Araplar aşılamayı biliyorlardı ve bunu kendi elleriyle yapıyorlardı. Ancak esasen bu işi rüzgârların yaptığından habersiz idiler. Eski müfessirler de rüzgârın bu rolünü bilmedikleri için söz konusu âyetin hakikî manasını anlayamamışlar, hep mecâzî anlam üzerinde dolaşıp durmuşlardır.

Elmalılı Hamdi Yazır da er-Râzî için bile bu noktanın meçhul kaldığını ifade eder ve şöyle der: “...Ve orada bütün meyvelerden çifter çifter yaratan O’dur...” (Ra’d;3) âyetinin ifâde ettiği hakikat (bütün bütkülerin çiçeklerinde erkek ve dişi çiftin bulunduğu vs) keşfedildikten sonradır ki, rüzgârların aşılayıcı bir hizmet gördükleri ortaya çıkmış oldu. Böylece Hicr;22 ayetin de Ra’d;3 âyeti gibi meçhul bir bilimsel hakikatı haber verdiği bu kadar zaman sonra anlaşıldı.
Görüldüğü gibi modern müfessirler, Kur’an’ın izâfi müteşabihlerini öncekilere kıyasla daha farklı biçimde anlamışlardır. Ancak bu farklı anlayışlar arasında bir tenakuz (:çelişki) söz konusu değildir. Zira bu durum, tıpkı havuza atılan bir taşın önce küçük sonra gittikçe büyüyerek iç içe halkalar ortaya çıkarması gibidir. Yani tefsirde daima bir gelişme ve açılım vardır. İşte bu da, Kur’an’ın bütün zamanlara hitâp eden çağlar üstü bir kitap olduğunu ve ondaki engin manaların hiçbir zaman tükenmeyeceğini ifade etmektedir.

Müteşabihlerin Hikmetleri
  1. Bir imtihan vesilesidir. İnsanın gayba imânının ölçüsünü ortaya koyarlar.
  2. Söz konusu âyetlerin, ne derece kabiliyyetli ve bilgili olursa olsun insana hem acizliğini ve cehâletini göstermesi hem de Allah Teâlâ’nın kudretini ve ilminin yüceliğini idrâk ettirmesidir.
  3. Müteşabihlerin varlığı, birden fazla kelâmî mezhebin doğmasına ve her mezhep mensubunun kendi görüşlerini teyet edici delilleri bulmak için Kur’an’a yönelmesine zemin hazırlamıştır.
  4. Müteşabih ayetlerin ihtivâ ettikleri manalar genişce açıklanmış olsaydı, Kur’an çok daha hacimli ve böylece neredeyse ezberlenemeyecek ve muhafaza edilemeyecek kadar genişleyebilirdi.
  5. Müteşâbihlerin manalarını tespitte zorluk ve meşakkat vardır. Meşakkatın olması da sevabın fazla olmasına yol açar. Bu gibi âyetler üzerinde düşünmek ve tevil yapmak sevâba vesile olur.
  6. İnsan aklî delillere başvurmaya kendisini mechur hissetmiştir. Eğer bu ayetler bulunmasaydı, düşünce dar kalıplar içinde kalmış olabilirdi ve insan taklit karanlığından kurtulamazdı.
  7. Kur’an’ın tamamı muhkem olsaydı, te’vile ihtiyaç hissedilmez, insanlar ilmî açıdan birbirlerine üstünlükleri de söz konusu olmazdı. Âlimin câhile olan üstünlüğü ortadan kalkar, derece itibariyle hepsi eşit seviyeye gelirdi.
özetler muhsin demirci tefsir usulü kitabından alıntıdır

Medineweb 26Haziran 2014 20:27

Cevap: Kur’an’ın anlamıyla ilgili ilimler
 
B. HURÛF-I MUKATTAA
Kur’an’daki bazı sûrelerin başlarında yer alan harflere mukattaa harfleri (kesik harfler) denir. Zâhirî itibariyle herhangi bir manaya delâlet etmediklerinden dolayı ‘hakîkî müteşabih’ olarak kabul edilen söz konusu harfler hakkında İslâm’ın ilk yıllarından itibaren bazı yorumlar yapıla gelmiştir.
Genel Bilgiler
Mukattaa harfleri, 29 sûrenin başında yer almıştır. Bu harfler tek oldukları gibi ikili, üçlü, dörtlü ve beşli kompozisyon da oluşturmaktadırlar. Tamamı, 14 farklı harf olup, 13 ayrı şekil altında görünmektedir. Müfessirlerin beyânına göre vahiy geldikçe Hz. Peygamber bunları insanlara tebliğ ederdi. Ancak Kur’an’ın meydan okuması karşısında âciz kalan müşrikler ve gayr-i müslim unsurlar diyorlardı ki, “...Sakın çu Kur’an’ı dinlemeyin, okundukça gürültü edin, belki bastırır galip gelirsiniz.” (Fussilet;26) Ancak hurûf-u mukattaanın yer aldığı sûreler nâzil olunca bu harfler, kâfirlerin de dikkatlerini çekmiş böylece gürültü etmekten vazgeçerek Kur’an’a kulak vermeye başlamışlardı.
Hurûf-u mukattaanın müstakil âyet olup olmadığı konusunda farklı iki görüş vardır. Kûfeliler bazılarının müstakil bir âyet olduklarını bazılarının da kendilerinden sonra gelen âyetin cüz’üdür demişlerdir. Basralılara göre ise bu harflerin hiçbirisi müstakil âyet değildir.
Hurûf-u Mukattaanın Yorumu
Hurûf-u mukattaanın yorumlanıp yorumlanamayacağı konusunda iki görüş vardır:
  1. Selefin görüşü: Selef âlimleri, mukattaa harflerini Kur’an’ın özü ve sırrı kabul etmektedirler. Onlara göre bu harflerin mutlaka manaları vardır, ama onları Hz. Peygamber’den başkası kavrayamaz. Çünkü bu hususta tek selahiyetli odur. Allah katında bulunan bilgilerden resûllerine lüzumu kadar verilmiştir. Bu sebepten dolayıdır ki, peygamberler âlimlere, onlar da insanlara tahammül edebilecekleri kadar bilgi sunmuşlardır. Her grup kendisine verilenden fazlasını kaldıramaz. Çünkü akıl tam ve mükemmel değildir. Göz, güneş işiğina tahammül edemediği gibi akıl da sırlara dayanamaz.
  1. Halefin görüşü:İkinci görüş de halefin yani Müteahhirûn Ehl-i Sünnet kelâmcıların görüşüdür. Onlara göre de, Allah Teâlâ’nın muhatapları için anlamı olmayan şeyleri inzal etmesi uygun değildir. Hurûf-u mukattaaların hangi anlamlara gelebilecekleri hakkında 20 kadar görüş vardır ve bir kaçını sıralayacak olursak:
  1. Allah’ın isim ve sıfatlarından bir kısmına işaret etmektedir. Delil olarak kullandıkları bir rivayet ise İbn Abbas’a nispet edilmektedir: Elif Lam Mim’i oluşturan harfler, Allah, Latîf ve Mecîd isimleri gösterir. Kelamcılardan bazılarına göre de, mukattaa harfleri, Allah’ın aynı harfle başlayan bütün isim ve sıfatlarına delalettir. Yani mesela Elif; Ehad, Evvel, Âhir, Ezelî ve Ebedî isim ve sıfatlarına delalet eder.
  1. Allah Teâlâ bu harflerle yemin ederek söze başlamaktadır. Bu görüş, el-Ahfeş’e nispet edilmektedir. Ona göre Allah nasıl kendi şerefi, yüceliği ve kâinattaki bazı varlıklar üzerine yemin etmişse, hurûf-u mukattaa ile de aynı şekilde yemin etmiştir. Bu yemin, söz konusu harflerin değerini yükseltmekte ve söze ayrı bir güzellik kazandırmaktadır. Ancak bu durumda bazen peş peşe iki yemin söz konusu olmaktadır ve bu hoş karşılanmayan bir durumdur.
  1. Mukattaa harfleri, başında bulundukları sûrelerin isimleridir. Ancak bu görüş de tenkit edilebilir mahiyette. Şayet bu harfler başlarında yer aldıkları sûrelerin isimleri kabul edilirse, o takdirde aynı harflerle başlayan birden fazla sûreyi birbirinden ayırmak nasıl mümkün olabilir?
  1. Mukattaa harfleri inanmayanların dikkatini çekmek için konulmuştur. Onlara göre Allah teâlâ, bazı sûrelerin başına koyduğu bu harflerle hem inanmayanların dikkatini çekmekte hem de onlara üstü kapalı bir şekilde meydan okumaktadır. Yani Yüce Allah bir anlamda müşriklere, söz konusu harfler sizin de çok iyi bildiğiniz gibi hecâ harfleridir. Kur’an’ın tamamı da bu harflerle nâzil olmuştur. Eğer güç yetirebilirseniz, o Kur’an’ın bir benzerini getirin, demiş olmaktadır. Bu görüş, İslâm âlimlerinin çoğunluğu tarafından kabul edilmiştir. Psikolojik bakımdan insanları, ilgilenmedikleri şeylere yönelten bir metod olması bakımından oldukça enteresan görünmektedir.
Peki, Hz. Peygamber bu harflerin manalarını neden açıklamadı?
Bu konuda Hz. Peygamber’den nakledilen tek bir hadis mevcuttur o da harflerin manalarıyla ilgili herhangi bir mana vermemektedir. Bu durumda üç ihtimal var; Ya Allah Teâlâ bu harflerin Resûlü ile kendi arasında birer sır olarak kalmasını istemiştir, ya sahâbîler bu konuda Peygamber’e birşey sormadıkları için oda herhangi bir açıklama yapmamıştır yahut da esasen sahâbîler de kendi bilgi ve zekâ seviyelerine göre bu harflerin manalarını anlıyorlardı, o yüzden de Hz. Peygamber bu harflerin manalarıyla ilgili olarak herhangi bir beyânda bulunma ihtiyacı hissetmemişti. En doğruşu Allah bilir...

Medineweb 26Haziran 2014 20:27

Cevap: Kur’an’ın anlamıyla ilgili ilimler
 
C. İ’CÂZU’L-KUR’ÂN
İ’câz kelimesi sözlükte acze düşürmek, âciz bırakmak manasında bir masdardır. Kur’ân’ın icâzından maksat da onun, bütün insanları kend benzerini getirmekten âciz bırakması demektir. Bu anlayışa göre Kur’an, benzerini getirme konusunda beşer kudretinin âciz kalacağı çok yüksek bir mertebededir. Yani insanoğluna, ona nazîre yapma kuvvet ve kudreti verildiği halde, söz konusu kitabın mûcizeliği kendisini fesâhat ve belâğat açısından öyle bir mertebeye yükseltmiştir ki, insanın artık ona benzer bir söz söylemesi imkânsız hale gelmiştir. Ancak bu noktada mutezile imamlarından en-Nazzam’ın Sarfe Mezhebi olarak nitelendirilen bir itirazı vardır. Ona göre Allah Teâla Arapların Kur’an’a nazîre yapmalarına engel olmuştur ve Kur’an’ın beşer üstü bir kitap olması bu engellemeden ileri gelmektedir. Ehl-i sünnet ulemâsı bu görüşü isabetli bulmayarak iki yönden tenkit etmiştir: birincisi, Kur’an’ın mûcize bir kitap olduğu konusunda ümmet icmâ etmiştir. İkincisi de Sarfe Mezhebi’nin isabetli olduğu kabul edilirse, o zaman Kur’an’ın meydan okumasına icâz değil, ta’ciz denirdi. Bu ise, bir insanın dilini kesip sonra da ona konuşma izninin verilmesine benzer.
Kur’an’ın Mûcize Oluşunun Delilleri
Kur’an’ın mûcize oluşunun üç delili vardır:
  1. Kur’an’ın beşer üstü bir kitap oluşu: Bilindiği gibi peygamberler kendilerini ümmetlerine kabul ettirebilmek için mûcizeler göstermek mecburiyetindedirler. Peygamberlere verilen mûciceler de kendi zamanlarında revaçta olan şeylerden daha üstün özellikler taşıyordu. Bunun böyle olması tabii, bir bakıma da gerekli idi. Çünkü akdsi durumda mûcizenin inandırıcı olması söz konusu edilemezdi. Bu sebepledir ki, Hz. Musa’ya sihirle, Hz. İsa’ya da tıpla ilgili mûcizeler verilmişti. Aynı sebepten dolayıdır ki, Hz. Peygamber’e de en büyük mûcize olarak Kur’an gönderilmişti. Çünkü o dönemde de Araplar belâğat konusunda çok ileri bir durumda idiler. Arap dili âdeta altın çağını yaşıyordu. İşte böyle bir dönemde Kur’an vahyedilerek seviyesini ortaya koymuş, hem de kendi benzerinin getirilemeyeceğini ispat etmişti.
  1. Muhâliflerine Meydan Okuması: Kur’an, kendisinin ilâhî kaynaklı bir kitap olduğuna karşı çıkanlara meydan okuyarak onlardan, kendisinin bir benzerini getirmelerini istemiştir. İlk önce kendisinden daha üstün bir kitap getirmelerini teklif etmiş (Kasas;49). Bu mümkün olmayınca ardından kendisi gibi bir kitap getirmeleri konusunda tahaddide bulunmuştur (İsrâ;88).
  1. Benzerinin Getirilememesi: Kur’an’ın meydan okumasına rağmen muarızları onun bir sûresinin dahi benzerini getirememişlerdir. Tarih boyunca ona ciddi anlamda nazire yapılamamış olması, bundan sonra asla yapılamayacağının açık bir kanıtıdır. Çünkü her asırdaki bilginler, edipler, filozoflar, münekkit ve müellifler Kur’an’ın mûcizeliğini; belâğat, fesâhat ve beyânda onun derecesine çıkmaktan âciz olduklarını itiraf etmişlerdir. Bununla beraber kaynaklar bize ilk dönemlerde bazı inkârcıların Kur’an’a nazîre yapmaya kalkıştıklarını haber vermektedir. (El-filu me’l-filu örneği için s.197)
Kur’an’ın İcâz Yönleri
Kur’an ilim, hüküm ve beyân bakımından beşer gücünü aşan meziyetlerle dolu bir kitaptır. Bütün bu meziyetler, aynı zamanda onun mûcizeviliğini gösteren delillerdir.
  1. Nazım ve te’lif: dizmek, tertip etmek ve sıraya koymak demektir. Kur’an’ın harfleri, kelimeleri ve âyetleri o şekilde dizilmiştir ki, daha güzel olsun diye tek bir harfini bile yerinden oynatmak mümkün değildir. Nüzûlündeki 23 senelik uzun sürece rağmen harflerin kelimelere, kelimelerin âyetlere, âyetlerin sûrelere yerleştirilmesindeki tertip gibi, sûrelerin birbirleriyle irtibatlı olarak Kur’an’ın içerisine yerleştirilmesi de ondaki vahdet, münâsebet ve insicâmı (:düzgünlük, tutarlılık) ortaya koyan icâz vecihlerinden biridir.
  1. Gaybî haberler içermesi: Kur’an, insanların bilme imkânına sahip olamayacağı gayb haberlerini de içermektedir. Kur’an ve sahih hadislerden öğrendiğimize göre Hz. Peygamber okuma yazması olmayan ümmî biriydi. Bundan dolayı geçmiş ümmetlerin kitaplarını okuyarak onların kıssalarını ve haberlerini öğrenme imkânına sahip değildi. Şayet Kur’an haber vermeseydi mâzide cereyan eden bu hâdiseleri Hz. Peygamberin bilmesi nasıl mümkün olabilirdi. (bkn Hud;49). Kur’an, Hz. Peygamber zamanında hâl’e ait gayb haberlerini de ihtiva etmiştir. Ayrıca indiği zamana göre istikbalde gerçekleşecek gaybî haberlerde de bahsetmektedir (msl. Fetih sûresinde Mekke’nin fethi).
  1. Beşeriyetin ihtiyacını karşılaması: Kur’an’ın, beşeriyetin ihtiyaçlarını karşılamasından maksat, onun her asırda ve her yerde, hiç bir dinde ve nizamda görülmeyecek tarzda insanlara doğruyu göstererek, onları dünya ve âhirette mutlu etmeyi amaçlamasıdır. Bu yüzdendir ki Kur’an, insanlığın yeryüzündeki kısa hayatı ve âhiret hayatı için gerekli olan ve ilgili prensipleri ihtiva etmiştir. İnsan da eğer Kur’an’ın ortaya koyduğu bu evrensel prensipleri gereği gibi anlayıp uygulama alanına çıkarabilirse, o yüce kitabın hedeflediği mutluluğu elbetteki yakalayabilecektir.
  1. Fenni mûcizelere işaret etmesi: Kur’an’ın asıl amacı insanları hidâyete sevketmektir. Ancak Kur’an bu noktayı dikkate alarak ibret için zaman zaman fen ve tabiat ilimleri gibi ilimlere de çok genel anlamda temas etmiştir. Mesela arzın yuvarlaklığı (Zümer;5 ve Nâz’iat;30) ve güneşin kendi yörüngesinde döndüğü (Yasin;38). Modern bilimin henüz keşfetmeye çalıştığı bütün bu husulardan Kur’an’ın asırlar öncesi söz etmesi onun mûcizeliğinin kesin bir işaretidir.
  1. Kur’an’ın Hz. Peygamber tarafından değiştirilmemesi: Kur’an’ın bize, müşriklerin Hz. Peygamber’den hoşlarına gidecek, onların durumlarına ve yaşadıkları zamana uygun hükümler taşıyacak nitelikte bir kitap istediklerini haber vermektedir. (Yunus;15-16). Bu âyetler bir taraftan müşriklerin, Kur’an’ın tebdili (:değiştirilmesi) konusundaki taleplerini dile getirmekte, diğer taraftan da onların bu taleplerini asla dikkate almaması hususunda Hz. Peygamber’i uyarmaktadır. Dolayısıyla bu da onun, ilahî bir kaynaktan geldiğinin ve mûcize bir kitap olduğunun apaçık bir delilidir.

Medineweb 26Haziran 2014 20:27

Cevap: Kur’an’ın anlamıyla ilgili ilimler
 
D. MÜŞKİLU’L-KUR’ÂN
Müşkil Kavramı
Müşkil’in manası, karışık ve biririne zıt olan şey demektir. Terim olarak ise Kur’an’ın bazı âyetleri arasında ihtilâf ve tezat gibi görünen husular diye tanımlanabilir. Ancak Kur’an’da anlam yönüyle birbirleriyle çelişen âyetlerin bulunması kesinlikle söz konusu değildir. ‘Hâla Kur’ân üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından olsaydı, elbette içinde birbirini tutmayan birçok şey bulurlardı.’ (Nisâ;82) âyeti bunu apaçık bir şekilde dile getirmiştir. Bazen ilk başta âyetler arasında bir çelişki olduğu zannedilebilir ancak üzerinde biraz düşünüldüğü vakit gerçekte herhangi bir çelişkinin bulunmadığı hemen anlaşılır. Örnek için bkn. s.203



İşkâle Yol Açan Sebepler
Kur’ân’da bulunduğu zannedilen müşkilâtın sebepleri vardır.
  1. Mevzû ihtilâfı: Bazen herhangi bir konu Kur’ân bütünlüğü içerisinde ele alındığı zaman, o mevzu ile ilgili âyetler arasında bir tezat olduğu, yani bir ya da birkaç âyetteki mananın bir başka âyetle çelişki teşkil ettiği zannedilebilir. Örnek için bkn. S.205
  1. Hakikat ve mecâz imkânı: Kur’an’daki âyetler bazen hakiki bazen de mecâzî anlamda kullanılmışlardır. Bazı âyetlerde hem mecâz hem de hakiki mana aynı anda görülebilmektedir. Meselâ: “..insanları sarhoş bir halde görürsün, oysa onlar sarhoş değillerdir..” (Hâcc;2) âyetinde ilk anda çelişki varmış gibi gözükse de kıyâmetin dehşetine izâfetle mecâzen insanların sarhoş olacakları ifade edilirken, sarhoşluğun şaraptan geleceği düşünülerek hakikate izâfetle de sarhoş olmadıkları dile getirilmiştir.
  1. Fiilin isnadıyla meydana gelen müşkilât: Bazı Kur’ân âyetlerinde de yapılan bir işin isnâdı konusunda ihtilâf olduğu zannedilmektedir. Meselâ “Onları siz öldürmediniz, fakat onları Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, lâkin Allah attı...” (Enfâl;17) Bu âyet Bedir savaşındaki Müslümanlar hakkında inmiştir. Ancak âyette zâhiren fâil müminler ise de, hakîkatte Allah’tır. Yani âyetteki öldürme ve atma olayını yapmak kullara, dileme ve yaratma Allah’a aittir. O halde fâil-i hakiki Allah’tır ve bu yüzden de fiil O’na isnad edilmiştir. Ayrıntılı bilgi için bkn. s.207
  1. Zıt anlamlılığın sebep olduğu ihtilaf: Meselâ “Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah’ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Ra’d;28) âyetiyle, “Müminler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yörekleri titrer..” (Enfâl;2) âyetinde zikredilen kalplerin sükûnetiyle kalplerin titreyişi çelişkili gözükmekte. Ancak demek istenilen müminin kalbi Allah’ın zikriyle huzurludur, ancak haktan ve hidâyetten sapma korkusuyla da her an titremekte ve ürpermektedir. Dolayısıyla söz konusu anlamlar bir bütünü tamamlayan iki unsur konumundadır.
  1. Bir hakikatın farklı biçimlerde anlatımı: Kur’an, Hz. Âdem’in yaratılışından söz ederken farklı ifadeler kullanmıştır. Meselâ, onun topraktan (Âl-i İmran;59), kokuşmuş kara çamurdan, balçıktan (Hicr;26), cıvık çamurdan (Sâffât;11), kupkuru balçıktan (Rahmân;14), yaratıldığını belirtmiştir. Bu âyetler arasında ilk etapta bir tezat olduğu düşünülebilir. Esasen söz konusu âyetlerde geçen şeyler aynı şey olmamakla birlikte cevher itibariyle hepsinin menşei (:kaynağı) topraktır ve bütün bu ifadeler toprağın farklı biçimlerini ortaya koymaktadır. Yani bu ifadeler ilk insanın yaratılış aşamalarını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla aralarında anlam itibariyle herhangi bir çelişki yoktur.

İşkâli Giderme Yolları
Kur’ân müşkillerini gidermek için ortaya iki yol çıkmıştır:
  1. Te’vil ve te’lif yolu: Yukardaki işkâle yol açan sebepler altında verilen bütün örnekler bu konu için de örnek teşkil etmektedir.
  2. Nesih yolu: Allah Teâlâ’nin eski bir hükmü yenisiyle yürülükten kaldırmasını ifade eder ve özellikle müfessirler ve fakihlerin çelişkili görünen bazı âyetleri uzlaştıramadıkları zaman başvurmuşmus oldukları bir yol olarak görünmektedir. Aşşağıda bu konu genişce açıklanacaktır.

Medineweb 26Haziran 2014 20:27

Cevap: Kur’an’ın anlamıyla ilgili ilimler
 
E. MÜNÂSEBÂTU’L-KUR’ÂN
Münâsebetin Manası ve Alanı
Münâsebet sözlükte yakınlık ve benzerlik anlamını ifade eder. Terim olarak ise birbirini takip eden kelime ve cümleler veya arka arkaya anlatılan hâdiseler arasındaki irtibat ve ilişki demektir. Münâsebet ilmi konu itibariyle kelime veya cümleler arasındaki anlam benzerliğini, irtibat ve insicâmı, bir usûl terimi olarak ‘münâsebâtu’l-Kur’ân’ da âyet ve sûreler arasındaki mana ilişkisini ortaya koymaktadır.
Kur’ân âyetleri çeşitl zaman aralıklarıyla muhtelif sebepler üzerine indirilmiştir. Ancak onların farklı zamanlarda indirilmiş olması, aralarındaki insicâm ve irtibata engel teşkil etmemektir. Kur’ân’ın içerdiği naslar arasında mantıksal bir anlam ilişkisinin bulunması zaruridir. Bu ilişki hem âyetler hem de sûreler arasında söz konusudur. Hatta bazı âlimlere göre sûrelerin başlarıyla sonları, bir sûrenin sonuyla diğer sûrenin başı arasında da mana bakımından mâkul bir irtibat ve insicam mevcuttur.
Meselâ Vâkı’a Sûresi “Öyle ise Ulu Rabbinin adını tesbih et” âyetiyle son bulmuş, müteakip sûre olan Hadîd Sûresinin ilk âyetinde de sanki Allah’ı tesbih etmesi konusunda insana delil teşkil etmesi için “Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah’ı tesbih etmektedir” denilmiştir.Diğer örnekler için bkn. S.211-212
Münâsebâtu’l-Kur’ân İlminin Tarihi Gelişimi
Kaynaklar, Kur’ân âyetleri ve sûreleri arasındaki münâsebetten ilk defa söz eden İslâm bilgininin Ebû Bekr en-Nîsâbûrî (ö.324/936) olduğunu zikretmektedir. Bu zât hem münâsebet hem de münâsebâtu’l-Kur’ân ilmini çok önemli görmüştür ve bu ilme çok katkısı olmuştur. Buna rağmen bu katkısı şifâhi nakilden öteye geçmemiştir. Kur’ân’ın insicâmı konusundaki düşünce ve yorumlarını kitabîleştirmek suretiyle bu ilmin daha kalıcı olmasını sağlayan ilk müfessir er-Râzî (ö.606/1209)’dir. ‘Kur’an’ın tamamı tek bir sûre hatta tek bir âyettir’ tezinden hareket eden er-Râzî, âyet ve sûreler arasındaki münâsebete zaman zaman yer vererek, Kur’an’daki anlam bütünlüğünü ortaya çıkarmaya gayret etmiştir.
VIII. hicrî asırda da meşhur müfessir Ebû Hayyân’ın hocası Ebû Ca’fer Ahmed b. İbrahim el-Gırnâtı (ö.708/1308), el-Burhân fî tertîbi suveri’l-Kur’ân adıyla bu münâsebâtu’l-Kur’ân konusunda ilk müstakil eseri yazmıştır. Daha sonraki asırlarda da Burhânuddîn İbrahim b. Ömer el-Bikâ’î (ö.885/1480) Nazmu’d-durer fî tenâsubi’l-ây ve’s-süver adıyla oldukçca hacimli sayılabilecek bir tefsir yazmış ve söz konusu eserinde müellif, münâsebâtu’l-Kur’ân’a genişçe yer vermiştir. Kur’ân’ın insicâmını böylesine derin ve engin bir şekilde ele bir başka tefsir mevcut değildir.

Medineweb 26Haziran 2014 20:28

Cevap: Kur’an’ın anlamıyla ilgili ilimler
 
F. FEZÂİLU’L-KUR’ÂN
Anlamı
Fezâil, fazilet kelimesinin çoğuludur. Üstünlük, meziyet ve şeref anlamındadır. Buna göre fezâilu’l-Kur‘ân Kur’an’ın yüceliğini, üstünlüğü, meziyet ve şererfi demektir.
Kur’an’la ilgili Fazilet Hadisleri
Hz. Muhammed (sav) birçok hadisinde Kur’ân’ın hem söz olarak üstünlüğüne, hem de onu öğrenme, öğretme, okuma ve okutmanın faziletine işaret etmiştir:
  1. Sözün en hayırlısı Allah’ın kitabıdır. (Buhârî)
  2. Sizin en hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve öğreteninizdir. (Buhârî; Ahmed b. Hanbel)
Kur’an’ın tümü hakkındaki bu fazilet hadisleri güvenilir hadis kitaplarında mevcuttur ve sahih olduklarında şüphe yoktur.
Sûrelerle İlgili Fazilet Hadisleri
Sûrelerin faziletine dair pek çok hadis mevcuttur. Bunların büyük bir kısmı tefsir kitaplarında yer almaktadır:
  1. Kim Cuma günü Âl-i İmrân sûresini okursa, Allah ve melekler güneş batıncaya kadar ona salât (rahmet ve istiğfar)ederler.
  2. Kim En’âm sûresini okursa, her âyetine karşılık yetmiş bin melek gece ve gündüz o insanın bağışlanması için dua eder.
Kur’an sûrelerinin fazileti hakkında nakledilen bu hadisler ez-Zemahşerî, el-Beydâvî ve Ebu’s-Suûd Efendi’nin tefsirlerinde yer almaktadır. Kaynakların belirttiğine göre bu müfesirler söz konusu hadisleri, Kur’an sûrelerinin faziletleri konusunda uydurma hadis nakletmekle tanınan es-Sa’lebî ve el-Vâhidî kanalıyla rivâyet etmişlerdir. Bundan dolayıdır ki müfessir eş-Şirbînî, ez-Zemahşerî ve ona tâbi olarak aynı hadisleri naklene el-Beydâvî’nin pek çok uydurma hadisi kitaplarına aldıkların söz etmektedir. Bu müfessir söz konusu hadislerin mevzû olduklarını belirtirken, âlimlerin ekseriyetinin görüşünü benimsemiştir. Kur’an sûrelerinin faziletiyle ilgili pek çok hadisin uydurulduğu konusunda açık itiraflarda mevcuttur. Mesela Meysere b. Abdi Rabbih İnsanları Kur’an okumaya teşvik etmek için pek çok fazilet hadisi uydurduğunu beyân etmiştir.

Kur’an sûrelerinin fazileti konusunda uydurulan hadisler teşvik için yaramış olsa bile uydurulan hadislerde öngörülen aşırı sevaplar, Müslümanları Kur’an’ın ruhundan uzaklatırıp sadece onun lafzıyla meşgul etmiştir. Halbuki ümmetin en hayırlısı olan ashâb Kur’an’ın manası ve hükümlerin uygulanması konusunda çok titiz davranıyordu. Böylece bu mevzû hadisler Müslümanları daha çok Kur’an’ın lafzına yönelterek onları asıl görevlerinden uzaklaştırmıştır


SAAT: 07:30

vBulletin® Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2025 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321