Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.MEDİNEWEB FORUM GENEL.::. > Edebiyat > Makale ve Köşe Yazıları

Konu Kimliği: Konu Sahibi muhsin iyi,Açılış Tarihi:  10 Mayıs 2014 (15:43), Konuya Son Cevap : 04Haziran 2014 (13:30). Konuya 7 Mesaj yazıldı

Beğeni Aldı1Kez Beğenildi
  • 1 Beğenilen muhsin iyi
Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 10 Mayıs 2014, 15:43   Mesaj No:1
Medineweb Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:muhsin iyi isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 14028
Üyelik T.: 31 Temmuz 2011
Arkadaşları:5
Cinsiyet:
Mesaj: 143
Konular: 88
Beğenildi:29
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Vahdet-i Vücut, Vahdet-i Vucud (3)/Muhsin İyi

Vahdet-i Vücut, Vahdet-i Vucud (3)/Muhsin İyi

Vahdet-i Vücut, Vahdet-i Vucud (3) /muhsin iyi
Tasavvuf yoluna girmek için önce onun dünya görüşünü; âleme, varlığa, maddeye bakış açısını bilmek ve benimsemek gerekiyor. Yoksa bu yola körü körüne girmek kişiye pek bir şey kazandırmaz.

Tasavvuf yolunun temeli vahdet-i vücut düşüncesine dayanır. Bu düşünce adeta tasavvuf yolunun ideolojisidir, felsefesidir. Fakat her ne hikmetse daha bu kelimeyi ağzımıza alır almaz büyük bir hücumla, karalamayla, suizanla karşı karşıya kalıyoruz. Meramımızı bile anlatmaya vakit kalmamaktadır. Bu da bu kelimenin çokça sağa sola çekilmesi, yanlış anlamalara konu olması dolayısıyla meydana gelmektedir. İnsanlar bu kavramın doğrusunu anlamaya çalışma yerine kafalarında bununla ilgili önyargıları ile bizim gibilerle mücadeleye girmeyi, çatışmayı ve tartışmayı bir marifet olarak görmektedirler.

Oysa bütün veliler vahdet-i vücut kavramı ile bu makama gelmişlerdir. Vahdet-i vücuda karşı çıkmak, velilik yolundan uzaklaşmak anlamına gelir.

Bütün varlık âlemini yüce Allah’ın bir parçası olarak görmek, vahdet-i vücut değildir. Panteizmdir. İslam’a göre sapkın bir felsefedir. Bu düşüncede olanlar varlık âlemini yüce Allah’la bir gördükleri veya O’nun bir parçası olarak düşündükleri için büyük bir şirk bataklığına gömülmüşlerdir. Hemen anlayışlarını düzeltmeleri ve bundan tövbe etmeleri gerekir.

Peki ama kimi velilerin ve tasavvuf, tarikat yolunda olan büyüklerin varlık âlemi ile Allah arasında gördükleri birliğe ve bu düşünceye yol açan sözlerine ne demelidir? Bunları nasıl anlamak gerekir? Bunlar, ilahi sarhoşluk eseri olarak ağızdan çıkan sözlerdir. Sadece yaşanan bazı özel halleri anlatmaktadır. Gerçeklikleri yoktur. Düşünce ve felsefi bir yönleri de mevcut değildir. Bunlar duygu ve coşku değerinde olan şeylerdir. Daha ileri makamlarda bu sözlerden vazgeçilmekte ve bu halden tövbe edilmektedir. Buna tarikat küfrü de denilmektedir. Bu sadece geçilmesi gereken bir köprüdür, takılıp kalınacak bir saha değildir. Vahdet-i vücut bu hali kapsamakla birlikte bundan aşkın bir anlama gelmekte, belli bir düşünceyi temsil etmektedir.

Vahdet-i vücut kavramının aslı ve özü nedir?

Vahdet-i vücut, var olan tek varlık Allah’tır; yüce Allah (c.c.) dışındaki tüm varlıklar, gerçek olarak var değillerdir demektir. Vücut ‘var olmak’, vahdet ‘tek’ anlamına gelir.

Allah dışındaki varlıkların var oluşu ise vehmi ve hayali bir surettedir, düzeydedir. Ama bu vehmi ve hayali varlığın da bir gerçekliği ve devamlığı vardır. Bu gerçekliği aynadaki surete veya gölgeye benzetebiliriz. Yoksa sanıldığı gibi bir ‘yokluk’ değildir. Yüce Allah’ın sıfatları ve güzel isimlerinin gölgeleri bu yokluk ayna veya gölgelerine düşerek varlık âleminin görünürlüğünü ve hayali, vehmi gerçekliğini meydana getirmiştir.

Materyalist insanlar maddeye, hayata gerçek olarak bakarlar. Bunlar maddeyi, yaratılmış âlemi ezeli ve ebedi olarak kabul ederler. Allah’ı duyu organları ile algılayamadıkları için yok olarak düşünürler. Hayat felsefeleri adeta bu dünya nimetlerine tapmaktır. Yaşamdan zevk ve haz almak dışında bir şey düşünmezler. Süfli hazları birinci plana alırlar.

Maddeye ezeli ve ebedi vasıflarını veren Farabi ve İbn-i Sina gibi âlimleri İmam-ı Gazali Hazretleri (k.s) küfürle itham etmiştir.

İnsanların büyük kısmı ise maddeye ve hayata gerçeklik açısından bakarlar ama Allah’ın varlığını da inkâr etmezler. Hayatın tek zevkini içgüdüleri tatmininde görmezler. Onlar, az da olsa manevi bir dünyaya sahiptirler. İnancı yaşama oranında ibadetlerden de haz alırlar. Salih amellerle ahiret yurdu için hazırlık yaparlar.

Ancak gerçek sufilerdir ki maddeye ve hayata hayali ve vehmi bir mana vererek gerçek varlığın yüce Allah’a ait olduğunu söylerler. İşte bu düşünce sufilik yoluna mahsustur. Öz olarak vahdet-i vücut da budur.

İnsan, Allah dışında diğer bütün varlıklara hemen, kolaylıkla hayali ve vehmi bir mana veremez. Bunun için kalbini ve nefsini ikna etmesi gerekir. Zira kalp ve nefis bu dünyaya gönül vermişlerdir. Bu düşünce onlara çok ters gelir. Ölüm gibi soğuk ve ürpertici görünür. Şayet kalp ve nefislerini ikna etmeden Allah dışındaki varlıklara hayali ve vehmi bir anlam verirlerse, dünya nimetlerinden aldıkları hazdan vaz geçmek onlara çok ağır gelecektir, bu durum onlar için mantık ilkelerine ve hayatın kanunlarına ters bir şey olacaktır. Akıl sağlıklarının kısa zamanda bozulmasına neden de olabilecektir.

Dünyaya hayali ve vehmi bir mana vermek için önce haramlara tövbe etmek ve farzları gönül rızası ile yapmak makamında olmak gerekir. Müslüman ve mümin vasıflarına ulaşmadan vahdet-i vücut düşüncesine ulaşmak ve onu taşımak mümkün görünmemektedir.

Yani vahdet-i vücut düşüncesinin insanın gönlüne ve nefsine girmesi öyle kolay kolay gerçekleşemez. Bunun bazı önkoşulları vardır. Bundan dolayıdır ki tasavvuf ve tarikat yolu herkese nasip olmaz.

İnsanların büyük çoğunluğunun gönlünü haramlar süslemese de, dünya nimetleri onların hayallerini ve vehimlerini tüm gerçekliği ile kaplar. Onların bunlardan kopmaları kolay değildir. Ölmek kadar zor bir şeydir bu. Kim bu dünyadan vazgeçmek veya göçmek ister ki?..

Vahdet-i vücut düşüncesini gerçek anlamı ile gönülde ve zihinde taşımak çok zor olduğundan, bunun için Müslümanlık ve müminlik gibi vasıflar gerektiğinden insanlar vahdet-i vücut düşüncesini başka başka manalarla gönüllerinde ve zihinlerinde taşımaktadırlar; bu kavrama mevcut manevi ve inanç dünyalarına göre farklı farklı anlamlar vermektedirler.

Nefs-i emmare düzeyinde birisi vahdet-i vücut düşüncesini panteist bir felsefeyle yorumlayarak her haramı mubahlaştırır. Yoldan çıkar.

Bazı filozof tipler ise, madde ve varlık âlemi aslında yoktur, demektedirler. Bunun varlığı bir algı meselesidir. Her şey insanın zihninde olup bitiyor, diyerek madde, âlem, hayat için hayali ve vehmi olgusunu gerçek manası ile kullanırlar. Bu çok tehlikeli bir düşüncedir, felsefedir. Bunun vahdet-i vücutla uzaktan ve yakından bir ilgisi yoktur. Bilmeyerek söylenilmişse büyük bir itikadi yanlışlığa da yol açar. Oysa tasavvuf düşüncesinde varlık âlemi için öngörülen hayali ve vehmi anlayış, Allah’ın gerçek varlığı gözönünde bulundurularak anlamlandırılan bir gerçeklik düzeyini ifade etmektedir. Varlık âlemi vardır. Devam etmektedir. Ama bu var olma ve devam etme düzeyi hayal ve vehim mertebesindedir. Yoksa varlık âlemini hayal ve vehim gibi yok kılmak, inkâr etmek, bu hayatın, dünyanın ciddiye alınmamasını doğurup insanın bu dünyada, hayatta ebedi ahiret yurdu için imtihan edilmesini gözardı etmek anlamına gelir. Bu düşüncenin sonu, dini dünyevileştirmek ve çeşitli süfli hazları yaşamak için şeriatın pek çok ahkâmını tevil etmektir, çiğnemektir. Maalesef Yahudiler bu yolla itikatlarını bozmuşlardır. Kitaplarını da tahrif etmişlerdir. İmam-ı Rabbani Hazretleri (k.s) bu düşünce ve felsefenin yanlışlığına ve tehlikesine Mektubat’ının pek çok yerinde değinmektedir. Demek ki o zamanlar Hindistan’da bazı felsefeciler, dini akımlar bu yolda düşünce sarf etmekteydiler. Kısacası vahdet-i vücudu bu anlamda kullananlar, İslam’a da tasavvufa da büyük zararlar verirler.

Vahdet-i vücudu panteist bir felsefe ile karşılayanlar aşırı derecede materyalist bir kutbu teşkil ederken âlemi vehim ve hayal olarak düşünen bu ikinciler ise idealist bir kutbu oluşturmaktadırlar. Her iki grup da ifrat ve tefrit ile hak yoldan ayrılmaktadır. İslami ve tasavvufi düşünce ve buna uygun olarak tanımlanan vahdet-i vücut kavramı ise orta yolda kalmaktadır.

Bir şeyin felsefesinin ve ideolojisinin yakın planda yanlışlığı ve zararları pek algılanmaz. Bu bakımdan her biri ağaçlar gibidir. İnsanlar meyvelerini yemeye başladıklarında zehirlenirler, akılları da başlarından gider. Bu sefer de pek sağlıklı düşünemezler. Çünkü yanlışlığın nerede olduğunun ayrımına varamazlar. Yedikleri meyveler vücutlarında kaybolmuşlardır. Hücrelerine mal olmuştur. Onun için vahdet-i vücudu İslam’ın ve tasavvufun çizgisi dışında farklı anlayışlarla yorumlayan düşünce ve felsefelerden uzak durmak ve buna çok dikkat etmek gerekir.

Müslümanların büyük çoğunluğu vahdet-i vücut düşüncesine pek yabancıdırlar. Bunun önemini de bilmezler. Allah’ın veli kullarına büyük saygı gösterirler ama onları yetiştiren temel kavram nedense ilgi alanlarına pek girmez.

Varlık âlemini Allah gibi gerçek olarak görmek, İslami açıdan itikada bir zarar verir mi? Müslümanların çoğu, varlık âlemi ile Allah’ı aynı gerçeklik düzleminde görürler. Allah’ın varlık âlemini yoktan var ettiğini bilirler. Onun kıyamette yok olacağını da kabul ederler. Bu var ve yok etmenin yanında yüce Allah ile varlık âleminin gerçeklikleri arasında bir farklılık olduğunu düşünemezler. Buna kafa da yormazlar. Tabii bu düşünce aslında, yani hakikatte (tasavvufta) gizli bir şirke kapı açabilir ama insanı da dinden ve imandan çıkarmaz. Fakat Müslüman’ı itikat açısından çok ince ve tehlikeli bir sınırda tutar. Müslüman birisi imanını tahkiki bir seviyeye doğru götürmelidir, yükseltmelidir. Allah’ın gerçekte tek varlık olduğunu, varlık âleminin ise faniliğini ve ona gönül vermemesi gerektiğini bir şekilde öğrenmesi ve yaşaması gerekmektedir.

Yüce Allah (c.c.) keremi ve lütfu ile bizlere tasavvuf yolunu, hususiyle vahdet-i vücut düşüncesini açıkça farz kılmamıştır. Emir ve yasaklarını yerine getirme ile bizleri imtihana tabi tutmuştur. Şeriatla yükümlü kılmıştır. Şeriatın içerisinde ise vahdet-i vücut düşüncesi, tafsili (ayrıntılı) değil de müminin imanını ayakta ve sırat-ı müstakimde tutacak derecede mücmel (öz veya özet) olarak vardır.

Lakin şeriat, yüce Allah’a aşk iddiasında bulunan sufilerin yolunu da tıkamamıştır. Bizzat bunu teşvik etmiştir. İşte bu yoldaki kişi dünyayı, yani mubahları hayal ve vehim mertebesinde görerek kendisini büyük bir imtihana sokar. Bu sayede hakiki yüce zata karşı aşk duyar. Fani olan şeylere karşı ilgisini onlardan çeker.

Vahdet-i vücut düşüncesinin temeli hangi gerçekliğe dayanmaktadır? Yüce Allah (c.c.), kendi zatı dışındaki her şeyi yoktan var kılmıştır. Yokluk, varlık olarak gördüğümüz şeylerin anasıdır. Yokluğu bir ayna veya gölge olarak düşünebiliriz. Yüce Allah (c.c.) bu yokluğa bazı sıfatları ve güzel isimleri ile tecelli etmiştir. Allah’ın yüce zatı bundan münezzehtir. Yüce Allah (c.c.) âlemlerden müstağnidir. Allah’ın zatı ile varlık âlemi arasındaki ilişki ilim düzeyindedir. Çünkü onun yüce zatının varlık âlemi ile bundan başka bir ilgisi, ilişkisi yoktur. Varlık âlemi ile ilgili olan Allah’ın güzel isimleri ve sıfatları ise tenezzül makamındadır.

Vahdet-i vücut düşüncesinin tasavvuf yolundaki işlevi nedir?

Tasavvuf yolunda manevi ilerleme, üstün halleri yaşama, yüksek makamlara ulaşma vahdet-i vücut düşüncesi ile mümkündür. Bu düşünceye sahip olmadan tasavvuf yoluna adım atmak dahi düşünülemez.

Bir hırsız nasıl hayal dünyasında başkalarının parasını, malını mülkünü haksız yere ne şekilde elde ederim diye gece gündüz düşünüp fırsat bulduğunda bazı yanlış işler yaparsa bir sufi de gece gündüz maddeye ve hayata hayali ve vehmi bir mana verip yüce Allah dışındaki hiç bir varlığın gerçekte var olmadığını düşünerek gönlünden ve nefsinden dünyanın zevklerini ve mubah olan nimetlere karşı olan ilgisini ortadan kaldırır. Bu sayede kalbiyle ve nefsiyle yok ve hiç kılma yolunda olur, kendisine ait olarak düşündüğü kemalatı, faziletleri, güzellikleri, iyilikleri yüce Allah’a isnat eder. İşte bu düşünce kişiyi yavaş yavaş Allah’ta fani olmağa sevk eder.

Vahdet-i vücut düşüncesi ilahi aşkın kaynağıdır.

Tasavvuf yolunun amacı fena ve bekaya ulaşmaktır. Fenafillâh Allah dışındaki her şeyi unutmak demektir.

Sufi anası yokluk olan varlık âlemine ve nefsine değer vermez. Güzel, faziletli olan şeyleri yüce Allah’a izafe ederek kendisini anası olan yokluk ve hiçlikle bir görür. Bu düşünce ile fena haline ulaşır.

Bu Allah dışındaki her şeyi unutma başlangıçta kalp fenasıyla olur. Nefis fenası ise bunun gerçeği olup bu yoldaki çok az kişiye müyesser olur. Gerçek fena hali bu makamda gerçekleşir. Hemen akabinde de Allah’ın bazı güzel isimleri ve sıfatlarının gölgelerinin tecellileri ile nasiplenme olur ki buna da beka billah denir.

Bekabillah Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmadır. Yeniden varlık kazanmadır. Kişinin dünyaya kendi iradesi ile ikinci kez doğmasıdır.

Fenafillâh ile velilik başlar. Bekabillah ile üst derecelere ulaşılıp halka yönelme gerçekleşir. Bu makamdaki veliye halkı hidayete ve irşada çağırma vazifesi verilir.

İşte vahdet-i vücut düşüncesi olmadan kişinin fena ve beka nimetlerine ulaşması mümkün değildir. Bu yolun amacı Allah’ta fani ve baki olmaksa bunu sağlayan şey vahdet-i vücut düşüncesidir.

Bu bakımdan vahdet-i vücut tasavvufun felsefesi, ideolojisi olması yanında metodolojisi de olmaktadır.

Özellikle kelime-i tevhit zikri âlemin, nefsin fani, yok olduğu, tek var olanın yüce Allah (c.c.) olduğu düşüncesi ile çekilmedikçe tasavvuf yolunda bir adım bile ileri gitmek imkânsızdır.

Sufi zikir, rabıta, namaz…. gibi ibadetler sırasında kendisini yok ve hiç kıldıkça üstün hallere ve yüksek makamlara büyük bir hızla ilerler ve kısa bir zamanda ulaşır.

Sufi vahdet-i vücut düşüncesi sayesinde nefsini yokluk ve hiçlikle terbiye ederek ruhunu nefsinin elinden kurtarır. Ruhun ve onun manevi organları olan letaiflerinin emir âlemine yükselmesini ve oralarda nurlanmasını, üstün hallere ulaşmasını sağlar. Şayet vahdet-i vücut düşüncesi olmasa idi nefis asla tezkiye kabul etmeyip bu dünyaya tüm gücüyle bağlı olup saplanıp kalacaktı. Ruhun ve letaiflerin nefsin elinden kurtulup cezbeye kapılması ve yükselmeleri ise olanaksız olacaktı.

Tasavvuftaki murakabelerin, özellikle vahidiyyet ve ölüm murakabelerinin amacı sufiye vahdet-i vücudu hal olarak yaşatmaktır.

Bu önemine binaen olacak ki cinni ve insani şeytanlar vahdet-I vücut kavramını istismar edip itikadi açıdan yanlış manalara çekmişlerdir.

Vahdet-i vücut düşüncesini sistemleştirip eserlerinde konu olarak alan ilk kişi Muhyiddin İbn-I Arabî’dir (k.s.). Ama vahdeti vücut kavramını ondan değil de İmam-I Rabbani’den (k.s.) öğrenmek daha sağlıklıdır. Zira İmam-ı Rabbani Hazretleri (ks.), daha büyük bir veli olduğu için bu terimi İslam’ın ruhuna ve anlamına göre daha doğru ve ayrıntılı bir şekilde eserlerinde işlemiştir.

O vahdet-i vücut kavramını vahdet-i şuhutla izah ederek bu konuda kafaya takılan yanlış manaların önüne geçmiş, ilgili kavramı İslam’ın ruhuna ve anlayışına uygun olarak ele almış ve anlamlandırmıştır.

İmam-I Rabbani Hazretlerinin (ks.) özellikle üç ciltlik Mektubat isimli eseri, tasavvuf yolundaki kişilerin el kitabı olmak durumundadır. Yoksa İmam-ı Rabbani Hazretlerinin (k.s) bu eserine tutunmadan çağımızın sufilerinin tasavvuf yolunda ileri halleri yaşarken ve yüksek makamlara ulaşırken cin ve insan şeytanlarından gelen vesvese ve yanlış yönlendirmelerden kendilerini korumaları, sırat-ı müstakimde yürümeleri adeta imkânsız gibidir. Allah’a şükürler olsun ki, böyle büyük bir müceddidin eserleri elimizde kılavuz olarak bulunmaktadır ki önümüzü aydınlatmaktadır. Bu zamanda buna çok ihtiyacımız vardır. Kendi hesabıma olarak şunu belirteyim ki, onun kıymetli eserlerinin aydınlığı olmasaydı çoktan şeytanların oyuncağı olurdum, içinden çıkılamayacak manevi girdaplara düşerdim. İmam-ı Rabbani Hazretleri (k.s) bu yolda her adımımda beni manevi olarak yanlış yollara düşmekten korumuştur. Sufilerin bu yolda onun Mektubat’ını el altında bulundurmalarını ve her zaman mütalaa etmelerini Allah rızası için tavsiye ediyorum. Allah (c.c.), ondan razı olsun. Bizleri himmetlerinden mahrum bırakmasın. Âmin.
Muhsin İyi

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
kurbanım beğendi.
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi muhsin iyi 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Amel Defteri, Hesap Kitabı/Muhsin İyi Makale ve Köşe Yazıları zülcenaheyn2 32 12068 10 Temmuz 2014 14:08
İhlâs, İhlas Nedir/Muhsin İyi Makale ve Köşe Yazıları zülcenaheyn2 2 2717 11Haziran 2014 11:41
Vahdet-i Vücut, Vahdet-i Vucud (3)/Muhsin İyi Makale ve Köşe Yazıları ali70 7 3196 10 Mayıs 2014 15:43
Namaz Kılmanın Mahiyeti, Bazı Faziletleri,... Makale ve Köşe Yazıları muhsin iyi 0 2185 17 Nisan 2014 19:23
İman ile Kaygı/Muhsin İyi Makale ve Köşe Yazıları valentino06 2 3121 09 Mart 2014 09:41

Alt 12 Mayıs 2014, 11:55   Mesaj No:2
Avatar Otomotik
Durumu:HAK BİR isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 42183
Üyelik T.: 25 Nisan 2014
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 4
Konular: 0
Beğenildi:0
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cevap: Vahdet-i Vücut, Vahdet-i Vucud (3)/Muhsin İyi

Yazınızdan çok istifade ettim.allah razı olsun.ganiyyi muhtevi'nin meratibi tevhid risalesine necmettin şahiner'in yapmış olduğu açıklamalar da bu konuda istifade edilecek önemdedir.hararetle tavsiye edirim.internette pdf olarak mevcud.ya da rahmetli ahmet yüksel özemre bey 'in kendi adı olan sitsinde.ayrıca a.y.özemre bey'in kader ve kazâ"ya îmânı anlamak risalesi de çok güzel.
Alıntı ile Cevapla
Alt 12 Mayıs 2014, 12:21   Mesaj No:3
Medineweb Emekdarı
Yitiksevda - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Yitiksevda isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 2
Üyelik T.: 10 Nisan 2008
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:MALAZGIRT
Yaş:47
Mesaj: 5.078
Konular: 295
Beğenildi:124
Beğendi:24
Takdirleri:153
Takdir Et:
Standart Cevap: Vahdet-i Vücut, Vahdet-i Vucud (3)/Muhsin İyi

Hiç hiçlik makalenizde Ayetler ile söylemlerinizin Dine karşi din anlayişi olduğunu lakin vermiş olduğum delillere karşilik cevap verilmeyişi mistik din anlayişinin ne denli batil olduğunu ortaya koymaktadir.
__________________
Sakın başkasının kölesi olma; çünkü ALLAH seni hür yaratmıştır .

-İmam Ali- (a.s)
Alıntı ile Cevapla
Alt 13 Mayıs 2014, 01:27   Mesaj No:4
Avatar Otomotik
Durumu:wera isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 40408
Üyelik T.: 26 Mart 2014
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 7
Konular: 4
Beğenildi:0
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cevap: Vahdet-i Vücut, Vahdet-i Vucud (3)/Muhsin İyi

alıntıZuhurâtı Izhârı'l-Vakf-ı Güneş 1.cilt
» VAHDET-İ VÜCUD

Vahdet-i vücuda ne dersin, diyene cevap; bu evliyaullahlar ikidir: Birine evliya-i kümmelin denir, birine de mürşid-i kamilin derler. Biri vahdet-i vücuda kanidir. Vahdet-i vücutçudur. Biri de vahdet-i vücuda gani değildir. Bu ikisinin kavline çok kimseler şaşıp kalmışlardır. Çok dedikodular var. Ama hakikati bilenler kısadan söylemişler, anlaşılmamıştır. Dedikodu çoktur. Vahdet-i vücuda gani taraflar, çalışan insan Hak’ka vasıl olunca Hak olur, arada bir şey yoktur. Vücud birdir, o da Hak’tır. Başka vücud yoktur. Vasıl olunca insan denize düşen damla gibi oldu, Hak’k oldu, başka bir şey kalmadı, derler. Bunu söyleyenler evliya-i kümmelinlerdir. Mürşid-i kamilinler buna razı değildirler, gani değildirler. Sebebi şudur:
Bu evliyaullahlar Hak’ka vasıl olunca, Hak’ta fani olurlar. Kendileri yok olurlar. Hepsi böyle olur. Hak’kın vücudundan başka bir şey görmez, mahvu fenaya dalmışlar:
اَفْنُوا ثُمَّ اَفْنُوا ثُمَّ اَفْنُوا
Hadis-i şerifi budur. “Fani olunuz, fani olunuz, sonra fani olunuz.[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] demektir. Hak’ka vasıl ve Hak’ta fani oldular. İşte o zaman Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem ashabıyla ve büyük evliyaullahlarla batında bir cemaat kurar, mahv u fenaya dalan evliyaullahı huzura alırlar. Bu evliya-i kümmelin mi kalacak, yahut mürşid-i kamilin mi olacak bakarlar. Bunun genç yaşından beri yaptığı ibadetin defterine Resulullah bakar, ashaplarla beraber bakarlar. Okulda çocuğun siciline bakıldığı gibi devamı, ahlakı, hal ve hareketi nasıl onun gibi, bu zatın ahlakı hamidiyesine tevekkülü, teslimiyeti, sabrı, sadakati bunlar var mı, tamam mı?
Bir de anlayışı, anlatışı, konuştuğu, idaresi, cömertliği tamamı, bunlar tamam ise, hepsi bu zatta var ise, Resul-i Ekrem Efendimiz bunu Sahfe çıkarır. Mahvu fenadan geri ayıklığa çıkarır ve kendisine halife eder. Ümmeti irşad etsin, bu mürşid-i kamilden olsun der. Bu zata manevi cihazlar verir ve hil’at giydirir. Bu ümmeti irşada başlar. Bu zat fark-ı Muhammediyeye erdirilir. Bütün hilkat-i Muhammedi’ye şeriatın temeli olduğunu bilir, temyiz eder, yine şeriata döner. Aslını gördü, vücud-u ilahiyeyi ve bütün hilkati görür ve bilir. Kur’an-ı azimüşşanda hep yerini bulur. Vücudun vacib ül vücud idiğin, biri de madde olduğunu bilir, yani biri Allahu Teala ve tekaddesin zatı ve sıfat-ı ilahiyesidir. Biri de mahlukatın hilkatıdır. Bu ebedidir, cennet ebedidir ve cehennem, bütün insanlar, ruhlar hepsi de ebedidir. Sonu yoktur. Aynı buradaki vücud gibi vücud sahibidir. Kur’an-ı Kerim’de:
فَلَا تَسْمَعُ اِلَّا هَمْسًا
Mahşerde bir şey duyamazsın, yalnız ayak sesi duyar-sınız”[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] der.
Cennette yemek, içmek hep vücutladır. Evliya-i kümmelinden birisi kitabında yazmış ki, kurbiyeti ilahiyeye vasıl olanlar cennette yemezler, içmezler, huriler ile cima olmazlar, diye yazmış. Halbuki Kur’an-ı Kerim’de vakıa suresi, ayet 10, 11, 12 ve daha ileri ayetlerde, cennet ehlinin cennete yiyeceklerini haber verip, bildiriyor. Onuncu ayetten başlayıp, bir kısımlarını yazıyoruz, inşaallahu Teala:
وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَۙ ﴿10﴾ اُو۬لٰٓئِكَ الْمُقَرَّبُونَۚ ﴿11﴾ ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِ ﴿12﴾
Ayetinden sonra geride bunların yiyeceklerini ve hurilerini hep haber veriyor. İşte bunun için ehl-i sünnet bu ayetlere göre vücut ikidir, derler. Velhasıl bu kümmelinler mahv ü fenada kalıp, mahv ü fenada dalıp kaldıklarından Hak’tan gayri görmezler. Daima hakikat alemine dalmışlardır. Hak’kı görürler, başka görmezler. Başka vücud yoktur derler. Mürşid-i kamil olanlar ikisinden de haberi olur. Evliyaullahların çoğu vahdet-i vücuda ganidir. Çoğu hakikatte kalırlar. Bu mürşid-i kamiller binde bir çıkar. Her asırda bir çıkarlar. Hadis-i şerifte, her yüz senede sünnetlerimi tazeleyici bir kamil gelir, dediği budur. Bunların zahirden, batından haberi vardır. O kümmelinler yalnız batını görürler. Her nereye baksalar, Hak’kı görürler. Vücud birdir, derler. Halbuki şeriatın iç yüzü ve dış yüzü var.

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Miftahu’l-Kulub

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Taha 20/108
Alıntı ile Cevapla
Alt 13 Mayıs 2014, 01:55   Mesaj No:5
Medineweb Emekdarı
Yitiksevda - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Yitiksevda isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 2
Üyelik T.: 10 Nisan 2008
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:MALAZGIRT
Yaş:47
Mesaj: 5.078
Konular: 295
Beğenildi:124
Beğendi:24
Takdirleri:153
Takdir Et:
Standart Cevap: Vahdet-i Vücut, Vahdet-i Vucud (3)/Muhsin İyi

Site kurallari geregi link verme yasak çünkü kendi anlayişlarinin reklami mevcut
__________________
Sakın başkasının kölesi olma; çünkü ALLAH seni hür yaratmıştır .

-İmam Ali- (a.s)
Alıntı ile Cevapla
Alt 13 Mayıs 2014, 01:59   Mesaj No:6
Medineweb Emekdarı
Yitiksevda - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Yitiksevda isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 2
Üyelik T.: 10 Nisan 2008
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:MALAZGIRT
Yaş:47
Mesaj: 5.078
Konular: 295
Beğenildi:124
Beğendi:24
Takdirleri:153
Takdir Et:
Standart Cevap: Vahdet-i Vücut, Vahdet-i Vucud (3)/Muhsin İyi

Insan günaha hataya meyilli bir varlik iken nasil Kamil olabiliyor Kuranda Insani kamil vasfi hususunda delil gosterirmisiniz?
__________________
Sakın başkasının kölesi olma; çünkü ALLAH seni hür yaratmıştır .

-İmam Ali- (a.s)
Alıntı ile Cevapla
Alt 13 Mayıs 2014, 02:12   Mesaj No:7
Avatar Otomotik
Durumu:wera isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 40408
Üyelik T.: 26 Mart 2014
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 7
Konular: 4
Beğenildi:0
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cevap: Vahdet-i Vücut, Vahdet-i Vucud (3)/Muhsin İyi

Zuhurâtı Izhârı'l-Vakf-ı Güneş 1.cilt
» VAHDET-İ VÜCUD

Vahdet-i vücuda ne dersin, diyene cevap; bu evliyaullahlar ikidir: Birine evliya-i kümmelin denir, birine de mürşid-i kamilin derler. Biri vahdet-i vücuda kanidir. Vahdet-i vücutçudur. Biri de vahdet-i vücuda gani değildir. Bu ikisinin kavline çok kimseler şaşıp kalmışlardır. Çok dedikodular var. Ama hakikati bilenler kısadan söylemişler, anlaşılmamıştır. Dedikodu çoktur. Vahdet-i vücuda gani taraflar, çalışan insan Hak’ka vasıl olunca Hak olur, arada bir şey yoktur. Vücud birdir, o da Hak’tır. Başka vücud yoktur. Vasıl olunca insan denize düşen damla gibi oldu, Hak’k oldu, başka bir şey kalmadı, derler. Bunu söyleyenler evliya-i kümmelinlerdir. Mürşid-i kamilinler buna razı değildirler, gani değildirler. Sebebi şudur:
Bu evliyaullahlar Hak’ka vasıl olunca, Hak’ta fani olurlar. Kendileri yok olurlar. Hepsi böyle olur. Hak’kın vücudundan başka bir şey görmez, mahvu fenaya dalmışlar:
اَفْنُوا ثُمَّ اَفْنُوا ثُمَّ اَفْنُوا
Hadis-i şerifi budur. “Fani olunuz, fani olunuz, sonra fani olunuz.[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] demektir. Hak’ka vasıl ve Hak’ta fani oldular. İşte o zaman Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem ashabıyla ve büyük evliyaullahlarla batında bir cemaat kurar, mahv u fenaya dalan evliyaullahı huzura alırlar. Bu evliya-i kümmelin mi kalacak, yahut mürşid-i kamilin mi olacak bakarlar. Bunun genç yaşından beri yaptığı ibadetin defterine Resulullah bakar, ashaplarla beraber bakarlar. Okulda çocuğun siciline bakıldığı gibi devamı, ahlakı, hal ve hareketi nasıl onun gibi, bu zatın ahlakı hamidiyesine tevekkülü, teslimiyeti, sabrı, sadakati bunlar var mı, tamam mı?
Bir de anlayışı, anlatışı, konuştuğu, idaresi, cömertliği tamamı, bunlar tamam ise, hepsi bu zatta var ise, Resul-i Ekrem Efendimiz bunu Sahfe çıkarır. Mahvu fenadan geri ayıklığa çıkarır ve kendisine halife eder. Ümmeti irşad etsin, bu mürşid-i kamilden olsun der. Bu zata manevi cihazlar verir ve hil’at giydirir. Bu ümmeti irşada başlar. Bu zat fark-ı Muhammediyeye erdirilir. Bütün hilkat-i Muhammedi’ye şeriatın temeli olduğunu bilir, temyiz eder, yine şeriata döner. Aslını gördü, vücud-u ilahiyeyi ve bütün hilkati görür ve bilir. Kur’an-ı azimüşşanda hep yerini bulur. Vücudun vacib ül vücud idiğin, biri de madde olduğunu bilir, yani biri Allahu Teala ve tekaddesin zatı ve sıfat-ı ilahiyesidir. Biri de mahlukatın hilkatıdır. Bu ebedidir, cennet ebedidir ve cehennem, bütün insanlar, ruhlar hepsi de ebedidir. Sonu yoktur. Aynı buradaki vücud gibi vücud sahibidir. Kur’an-ı Kerim’de:
فَلَا تَسْمَعُ اِلَّا هَمْسًا
Mahşerde bir şey duyamazsın, yalnız ayak sesi duyar-sınız”[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] der.
Cennette yemek, içmek hep vücutladır. Evliya-i kümmelinden birisi kitabında yazmış ki, kurbiyeti ilahiyeye vasıl olanlar cennette yemezler, içmezler, huriler ile cima olmazlar, diye yazmış. Halbuki Kur’an-ı Kerim’de vakıa suresi, ayet 10, 11, 12 ve daha ileri ayetlerde, cennet ehlinin cennete yiyeceklerini haber verip, bildiriyor. Onuncu ayetten başlayıp, bir kısımlarını yazıyoruz, inşaallahu Teala:
وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَۙ ﴿10﴾ اُو۬لٰٓئِكَ الْمُقَرَّبُونَۚ ﴿11﴾ ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِ ﴿12﴾
Ayetinden sonra geride bunların yiyeceklerini ve hurilerini hep haber veriyor. İşte bunun için ehl-i sünnet bu ayetlere göre vücut ikidir, derler. Velhasıl bu kümmelinler mahv ü fenada kalıp, mahv ü fenada dalıp kaldıklarından Hak’tan gayri görmezler. Daima hakikat alemine dalmışlardır. Hak’kı görürler, başka görmezler. Başka vücud yoktur derler. Mürşid-i kamil olanlar ikisinden de haberi olur. Evliyaullahların çoğu vahdet-i vücuda ganidir. Çoğu hakikatte kalırlar. Bu mürşid-i kamiller binde bir çıkar. Her asırda bir çıkarlar. Hadis-i şerifte, her yüz senede sünnetlerimi tazeleyici bir kamil gelir, dediği budur. Bunların zahirden, batından haberi vardır. O kümmelinler yalnız batını görürler. Her nereye baksalar, Hak’kı görürler. Vücud birdir, derler. Halbuki şeriatın iç yüzü ve dış yüzü var.

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Miftahu’l-Kulub

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Taha 20/108
Zuhurâtı Izhârı'l-Vakf-ı Güneş 1.cilt
» MANSUR'UN ENEL HAK DEMESİ

Nitekim, Mansur lâ ilahe illallah demeği o kadar çoğaltmıştı ki, zikri kalpten ruha yetişti ve orada ünsiyyet eserleri peyda oldu ve muhabbet-i ilahiyyeye erişti. Kendi adını, dünyayı, dünyada: olan her şeyi, hasılı Allahu Tealadan gayrı her şeyi unuttu. Zira, zikrullah ile aşka düştü. Aşk alemi, bir nevi sar­hoşluk alemidir. Mansur, alem-i aşkta beşeri sıfatlarını mah­vetti:
- Sen kimsin? dediler.
- Enel-hak (Ben Hakkım) dedi.
Ayılıp kendisine gelince, yani beşeriyyet alemine dönünce:
- Enel-Hak dedin, dediler.
- Bilmem cevabını verdi.
- Böyle söyledin, dediler.
- Bilmiyorum diye ısrar etti.
Gerçekten de bilemezdi, çünkü adeta sarhoş gibiydi. Ma­likiler onu yakaladılar ve:
- Tövbe et! dediler.
Tövbe etti amma, onu tuttular, öldürdüler. Talip, zikrullahı o kadar çok eder ve artırır ki, zikrin nuru talibe galip gelir, beşeriyyetligini giderir, kendi ismini ve masivasını unutur ve zikir nurunun galebesinden adı soru­lunca, zikrettiğinin adını söyleyiverir.
Bu husus, Bayezid-i Bestamı kuddise sırruha vaki olmuş ve:
- Sübhani men a'zamüşşani! deyivermişti. Oysa, bunu dediği zaman, Bayezid'de beşeriyyet eserlerinden hiç bir şey kalmamıştı. Nitekim, müritleri:
- Niçin böyle dedin? diye sordular. Ol sultan-ül-arifiyn dedi ki:
- O zaman neden bana şer'i icra etmediniz? Madem ki benden böyle bir söz sadir oldu, derhal her biriniz ellerinize birer silah alıp ahkamı şer'iyyeyi yerine getirmeliydiniz. Bayezid-i Bestami tekrar o hale döndü ve kendisinden tekrar:
- Sübhani ma a'zamüşşani, sözleri zuhur etti. Müritleri, hemen ellerine birer kılıç, hançer ne geçtiyse ona vurdular. Bayezid'in bir kılını dahi kesmedi. Tekrar beşeriyet alemine avdet edince: ­
- O sözü yine söylediniz, dediler.
- Peki, siz ne yaptınız? diye sordu.
- Buyurduğunuz gibi elimize geçirdiğimiz kılıç, hançer vesaire ile vurduk, bir şey olmadı cevabını verdiler. Bayezid, mübarek vücudunu açtı. O kadar darbe indiril­mesine rağmen hiç bir eser olmadığını hayretle gördüler. Ba­yezid-i Bestami:
- Bana bir iğne veriniz, buyurdu. iğneyi verdiler, göv­desine dokunur dokunmaz acıttı ve kan boşaldı. Müritlerine döndü ve şöyle buyurdu:
- Asıl Bayezid budur ki, bir iğnenin acısına dayanamaz. O Sübhani diyen, bu Bayezid değildi!.
Hak Teala, talibin gönlüne nazar eder ve o gönlü kendi marifetine mahal kılar. İşte, o zaman o talibin dilinden Hak söyler. O talibe, marifet hasıl olur, marifetullahtan tahsil ede­bilmişse, dili ile de söyleyici olur. Şöyle ki; Hz. Musa aleyhis­selama da hitab-ı izzetin bir ağaçtan geldiği, ayet-i kerime ile sabittir:
فَلَمَّآ اَتٰيهَا نُودِيَ مِنْ شَاطِئِ الْوَادِ الْاَيْمَنِ فِي الْبُقْعَةِ الْمُبَارَكَةِ مِنَ الشَّجَرَةِ اَنْ يَا مُوسٰىٓ اِنّ۪يٓ اَنَا۬ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَۙ
“Vakta ki, Musa o ateşe vardı. Mübarek kıt'adaki vadinin sağ kenarında bulunan ağaçtan: Ya Musa!, Rabbil-alemiyn olan Allah Benim! diye nida olundu.”[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Hitab-ı Rabbani ağaçtan gelir de, insandan gelmez mi? Şeyh Iraki kaddesallahu sırrah-ul âliden beyit:

Güneş vursa ayna gibi bir paslıca demire,
Sorsan ona: «Ben bir demir parçasıyım,» demezdi;
Ben de düşsem zerre gibi güneşe birdenbire,
“Ben güneşim!” demekten hiç kimse men edemezdi. ­
Evet, bu hiç bir zaman Mansur'un Hak olması demek değildir ki, ene’l-hak diyebilsin. İşte, bunda bir çok talip­ler yanılmışlardır, bir türlü bu gerçeği anlayamamışlardır. Seyr-i mâallahı, Bir şey ile beraber bulunma zannetmişlerdir. Bunun manası şöyle yorumlanabilir:
Bir kimse, bir damlacık suyu, götürüp denize dökse, iki­lik o denizin vahdetinde yok olur, hiç bir suretle birlik olmaz. Zira, deniz denizdir, damla damladır. Ayrılık, bun­ların ortasında dır, ki bunu ancak ehli bilir. Fakat, o anda deniz cünbüşe gelse de, dalgalansa o zaman irade deni­zin olur, damlanın olmaz. Ne var ki, damlanın cünbüşü de, hemen cünbüş olur. Bunu böylece anlamağa çalış!

Ben bilmedim ki ben kimem hayretteyim hayretteyim
Hiç ben bana ben diyemem hayretteyim hayretteyim

Gözümdeki kimdir gören gönlümdeki kimdir duran
Kimdir nefes alıp veren hayretteyim hayretteyim

Dilimde kimdir söyleyen kulakta kimdir dinleyen
Kimdir bu idrak eyleyen hayretteyim hayretteyim

Bu adımım kimdir atan ağzımdaki lezzet neden
Bu çiğneyip kimdir yutan hayretteyim hayretteyim

Elimdeki kimdir tutan tuttuğunu geri atan
Kimdir alan kimdir satan hayretteyim hayretteyim

Tenimdeki canım neden gözümdeki kanım neden
Bu dinim imanım neden hayretteyim hayretteyim

Seyyid Nizamoğlu heman her iş Hakkındır tutma güman
Ya bes nedir yahşi yaman hayretteyim hayretteyim
Seyyid Nizamoğlu
Evet, Malikiler Mansur'u tutup öldürdükleri zaman, şu ayet-i kerimeye dayandılar:
وَمَنْ يَرْتَدِدْ مِنْكُمْ عَنْ د۪ينِه۪ فَيَمُتْ وَهُوَ كَافِرٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
“İçinizden kim ki, gizli veya aşikar İslam dininden döner de kafir olarak ölürse, iyi amelleri dünyada ve ahirette beyhude olur.”[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Yoksa, Mansur bu sözü söylediği zaman sarhoştu. Sarho­şun sözüne ise itibar yoktur. Zira, bir kaç taifenin günahları yazılmaz, kalem onlardan kaldırılır ve onların küfrüne de iti­bar yoktur:
رُفِعَ الْقَلَمُ عَنْ ثَلَاثٍ عَنِ الصَّبِيِّ حَتّٰى تَحْتَلِمَ وَالْمَجْنُونِ حَتّٰى اٰفَاقَ وَالنّٰۤائِمِ حَتّٰى تَيَقَّظَ
“Şu üç kimseden günah yazılması kaldırılmıştır. Erginlik çağına girinceye kadar çocukların şuur bulup akıllanıncaya kadar delilerin, uyanıncaya kadar uyuyanların.[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Unutarak hata edenler için de:
رُفِعَ الْقَلَمُ عَنْ اِثْنَانِ الْخَطٰۤاءِ وَالنِّسْيَانِ
“Unutkanlıkla ve yanılarak hata edenlerden kalem kal-dırıldı.”[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Mansur'un ise, müslüman olduğu, sarhoşluktan ayılınca tövbe etmesiyle sabittir, ki bu husus aşağıda zikrolunacaktır. Şu halde, nasıl düşünülebilir ki, Mansur kafir olsun? Zama­nımızın fakihleri, gerek Mansur'u ve gerekse bazı meşayihi küfr ile itham ederek, fasit bir fikir peşine takılmışlardır.
Zikrullaha dair daha bir çok sözler ve haberler vardır. Lisana gelmez ve akılla anlaşılamaz. Bu sözüm sana acayip gelmesin, bu halet aşk-ı mecazide dahi olur. Bir kimse, sevdi­ğinin adını çokça zikretse, sevgilisinin aşk ve muhabbeti ile kendi adını ve masivasını unutur. O zaman Mansur gibi ona da sorsalar, sevgilisinin adını söyleyiverir. Sözün kısası, ister mecazi isterse hakiki aşk, kişiye galip olunca, gerek kendi ismini ve gerekse başkalarının isimlerini gönlünden çıkarır ve yerine daima zikrettiği sevdiğinin adını koyar. Ondan baş­ka her şeyi ve herkesi unutur. Nitekim, Mecnun ibn-i Kays'a sordular:
- Adın nedir? Dediler. Adım Leyla'dır, dedi. Zira, her nereye baksa kendisine Leyla'dan başka kimse görünmezdi. Gönlü Leyla ile doluydu, dilinde gece - gündüz söylediği Leyla adı idi. Leyla'dan başka kimseyi bilmez ve tanımazdı. Bütün isimleri unutmuştu. Bu acayip bir sırdır. Sadık aşık ona derler ki, dost adından başka bütün adları kalbinden çıkarır.
Bir gün, Mecnun yine sarhoş gibi, deli divane bir halde şehrin içinde Leyla Leyla diye feryat edip gezerdi. Leyla, onun feryadını duydu kalbi mahzun oldu gidip şu miskine kendimi göstereyim dedi gitti mecnunun karşısına durdu mecnun hala Leyla Leyla diye inliyordu kimseyi görecek durumda degildi sızlanarak şehirden çıktı sahrada güneşe karşı bir yere oturdu leylasını anmağa devam etti. Leyla hayret içinde peşinden gitti onun olduğu yere varıp etrafını dolandı kendini göstermek istedi mecnun hiç iltifat etmeyip Leyla Leyla diyerek kendinden geçti baygın halde yattıgı yerde bile bütün azalarından Leyla adı işitiliyordu mecnun ayıkınca Leyla güneşten tarafa önüne durdu Leyla’nın gölgesi üzerine düştü mecnun başını kaldırarak uzun uzun Leyla’nın yüzüne baktı
- Kimsin ne istiyorsun?
- Aşk elinden halin nedir?
- Ne sorarsın halimi git yanıma gelme yoksa sen de yanarsın benim gibi hem sen de kimsin.?
- Beni tanımadın mı? Leyla Leyla diye yanıp tutuştugun işte benim nasıl tanımazsın?
- Var git işine alem bana Leyla oldu gönlüm hep Leyla ile doldu eger sen gerçek Leyla isen bu bendeki Leyla kimdir? İşte Mecnun Leyla’sında fani oldugu gibi Mansur da Mevlasında fani olmuş ki aşıkının isminden gayrisini unutmuştur.
Aşk üç nevidir. İkisinde nefis hevası vardır, zira ihtiyaridir. Birisinde, nefis hevası yoktur, sırf varidat-ı ilahiyyedir.
Ne zaman ki, değirmen oluğundan su gelip, değirmen ta­şını ihtiyarsız dönderdiği gibi, varidat-ı ilahiyye de aşıkla­rın ve taliplerin gönüllerine dökülünce, ihtiyarsız bu kalıbı dönderir. o aşk halidir ki ateşin içine düşse, yanmaz, su üzerinde yürür batmaz, havaya kalksa kuş gibi uçar ve yere düşmez. Salihlerden bir kişi der ki:
Bir gün, birkaç sofi ile deniz kenarında oturmuş zikredi­yorduk. Bunlar, zevke ve şevke geldiler ve sema'a kalktılar. İçlerinden birisi, birdenbire denize doğru yürüdü ve su üze­rinde dönmeğe devam etti. Bir çomak atımı yer kadar bizden uzaklaştı. Sonra, döne döne geldi ve sahile çıktı. Sanki bir halı üzerinde yürür gibi suyun üzerinde dönüp durmuş ve ayağı bile ıslanmamıştı. Zikrullah ve sema' bitti, sakinleştiler. Deniz üzerinde dönen o kişiye, yaptığı işi söyledik:
- Benim bundan asla haberim yoktur, cevabını verdi. Yine salihlerden bir zat anlatır:
Bir taife gördüm, zikrullah ederken sema'a girdiler. Se­ma' vururken havaya kalktılar ve bir zaman da havada sema ettiler. Ayakları, yerden bir adam boyu yukarıda idi.
Bilmiş ol ki; sema' ve vecdi, Resul-ü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizden de rivayet ederler. Ebu Der'a, bu haberi babasından almış, babası da Mansur'dan, Mansur Ebu Aliyyül-Fadl'dan, Aliyyül-Fadl Said bin Amir'den, Said bin Amir Şaab'tan, Şaab Abdurrahman'dan, Abdurrahman Aziz bin Mühiy'den ve Mühiy, Enes bin Malik rıdvanullahi Te­ala aleyhim ecma'iynden rivayet etmişlerdir ki:
Bir gün, huzur-u Resulullahta oturuyorduk. Cebrail aleyhisselam geldi:
-Ya Resulallah! Senin ümmetinin fakirleri, zenginler­den 500 yıl önce cennete girseler gerektir, dedi. Sultan-ül-Enbiya aleyhi ve alihi ekmel-üt-tehaya Efendi­miz, bu haberi duyunca, saadetle buyurdular:
- İçinizde bir beyt okuyabilen var mı? Bir bedevi hemen doğruldu ve cevap verdi. Ya Resulallah! Ben okurum Efendimiz emritti: Oku bakalım.. Bedevi, şu beyitleri okudu:
Bir ay doğdu bize veda tepesinden beyitine başlayınca arkası çoğa varmadan aleyhissalatü vesselam Efendimiz ayağa kalktılar, ashab-ı kiram da vecde (aşk) gelerek kendilerini takip ettiler. Resul-ü zişan, o kadar hareket etti ki, gözlerinden akan yaşlar elbisesini ıslattı. Mübarek ridası omuzlarından düştü ve nihayet fariğ oldular (sakinleştiğinde) ve herkes yerli yerine oturdular. Muaviye ibn-i Süfyan:
- Ya Resulallah! Ne güzel bir oyun oldu dedi. Resul-ü Zişan aleyhi ve alihi salavatullah-il-Mennan Efen­dimiz saadetle buyurdular:
- Sevgilisinin ismi yanında anılıpda harekete geçmeyen kerim değildir.
Efendimizin mübarek ridasını getirdiler ve huzurlarına bıraktılar. Almadılar ve şöyle buyurdular:
- Sema'da ve zikrullahta ortaya düşen yaranlarındır. Ashab-ı kiram, o mübarek ridayı parça parçaya ayırarak o mecliste hazır bulunan kişilere teberrüken (hatıra) birer parça dağıttılar. Alanlar kefenlerine koymak için vasiyet ettiler.[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Zikrullahta semaya kalkmak caiz oluyor.
Şeyhimiz Bilal Baba Hazretlerinden aldığım rivayete göre: Zikrullah çok ateşli hızlandığı zamanlarda ayağa kalkmak ayakta zikrullah yapmak caizdir. Fakat edebine riayet edilmesi lazımdır. Zikrullah halkasının ortasına girip zikrullah yapanlara talim gösterenler var. Bu caiz değil, zikrullah halkasının ortasına girilmek caiz değildir. Zikrullah yaparken halkadan çıkanları geri yerine getirilebilir. Bizde gördükki zikrullah başladı. Kudum çalmaya başladılar. İki kişi kalktılar. Ellerine şiş topuzu aldılar. Birisi bir tarafta birisi de diğer tarafta karşı karşıya zikrullah halkasının ortasına girdiler. Topuzlar ellerinde ayaklar eller makam haline getirdiler. Aldığımız rivayete göre bunlar caiz değildir. Herkes ayağının üstünde olduğu yerde dönmeden zikrullah eder. Yalnız belleriyle inerler kalkarlar. Yalnız bazı kimseler olur ki aşk-ı ilahi tecelli ilahi fazla olunca kendi elinde irade ihtiyari olmayarak çırpınmalar haykırmalar titremeler olabilir. Onu o halde karışmayıp halına bırakmak lazımdır. Bir müddet sonra kendisine gelir.

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] El-Kasas 28/30

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] El-Bakara 2/217

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Müzekki-n-nüfus s.241 (Osmanlıca baskı), Süneni Beyhakiyyü-l-Kübra c.8.s.41 (Mekke), Deylemi El Firdevsü bi Me’sûru-l-Hıtab c.2.s.277/3285(Beyrut)

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Müzekki-n-nüfus s.241(Osmanlıca baskı)

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Müzekki-n-nufus s.246(Osmanlıca baskı)
ALINTI HACI MUSTAFA GÜNEŞ H.Z den Zuhurâtı Izhârı'l-Vakf-ı Güneş 1.cilt
Alıntı ile Cevapla
Alt 04Haziran 2014, 13:30   Mesaj No:8
Medineweb Sadık Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:ali70 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 36490
Üyelik T.: 14 Aralık 2013
Arkadaşları:17
Cinsiyet:
Memleket:karaman
Mesaj: 812
Konular: 38
Beğenildi:236
Beğendi:586
Takdirleri:449
Takdir Et:
Standart Cevap: Vahdet-i Vücut, Vahdet-i Vucud (3)/Muhsin İyi

Alıntı:
muhsin iyi Üyemizden Alıntı Mesajı göster
Vahdet-i vücut düşüncesi ilahi aşkın kaynağıdır.

Tasavvuf yolunun amacı fena ve bekaya ulaşmaktır. Fenafillâh Allah dışındaki her şeyi unutmak demektir.
Eyvallah...

Allah razı olsun...
__________________
Hay'dan gelir, Hu'ya gideriz.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Konuyu değerlendir
Konuyu değerlendir:

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Haftanın hutbesi.il : 08.04.2016- hz. Peygamber, tevhid ve vahdet alperkara Tebliğ-İrşad-Vaaz-Hutbe-Nasihat 0 07 Nisan 2016 16:45
Vahdet ve Nihayet Bedia Özdemir Tokel Makale ve Köşe Yazıları 3 29 Ocak 2015 03:04
Hac, ümmetin vahdet toplantısıdır RemLe Diyanetten Duyurular/Haberler 1 19 Eylül 2013 14:13
Vahdet-i Vücut ,Vahdet-i Şuhut , Fenafillâh/Muhsin İyi muhsin iyi Makale ve Köşe Yazıları 10 26 Mart 2012 19:53
Vahdet-i Vücud, Vahdet-i Şühud, Allah’ın Ez- Zâhir Güzel İsmi/Muhsin İyi muhsin iyi Makale ve Köşe Yazıları 0 23 Eylül 2011 08:34

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.