Konu Başlıkları: Gaflet
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28 Aralık 2007, 20:12   Mesaj No:5

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Gaflet

BİR GAFİLİN HALLERİ
Bugünün dünyasında gaf leti anlatmaya aslında gerek yok, o her yerde. Ama “Çok aşikâr olan zor görünür” denir ya, halimizi anlamak bakımdan anlatmakta fayda var.
Hayalinizi söyleyin, size kim olduğunuzu söyleyeyim, diyor psikologlar. Bir gafilin hayalleri tamamen dünya ve dünyanın geçici zevklerine yöneliktir. Mal-mülk, makam-mevki ve şöhret sahibi olmayı; yiyip, içip, gülüp oynamak suretiyle dilediği gibi yaşayıp mutlu olmayı arzu ederler. Elde ettikleri imkânlarla başkalarına tahakküm etmekten zevk duyarlar. Böylece kendilerini başkalarından üstün görerek önemli adam olduklarını düşünürler.
Dünya tuzağında çırpınır
Gafiller bu sayılan şeyleri elde etmek için hırsla çalışır didinirler. Hep daha çok kazanmak ve daha iyi yaşamak için gayret eder, kazandıklarını biriktirirler. Oyalanıp durdukları şeyleri ellerinden alabilecek her türlü ihtimali şiddetle bertaraf etmek için ellerinden geleni artlarına koymazlar. Kendilerini çok beğendikleri için ona buna üstünlük taslamaktan, gizli açık, yüze karşı veya ardından başkalarını taşlayıp incitmekten, onlarla eğlenmek­ten geri durmazlar.
Kur’an-ı Kerim bunlar hakkında şöyle buyurur: “Mal toplayarak onu tekrar tekrar sayan, diliyle çekiştirip kaş göz işaretleriyle alay eden kimsenin vay haline!” (Hümeze, 1-2). Şayet istedikleri şeyleri elde edemezlerse yıkılır giderler, bunalıma, depresyona girerler. İsyanları katmerleşir, hayata ve insanlara küser, hatta varlıklı insanlara büyük bir kin ve nefretle bakarlar.
An’ı yaşamaya kilitlenmiştir
Her geçen gün ölüm kendilerine yaklaşırken onlar, dünyanın süs ve eğlencelerine biraz daha fazla gömülürler. Yaklaşmakta olan Allah’ın azabını ise hiç hesaba katmazlar. Oysa Allah’ın azabı pek şiddetlidir. Cehennemi tasvir eden bir ayette şöyle buyrulmaktadır: “Oraya atıldıkları zaman, onun kaynarken çıkardığı korkunç homurtusunu işitirler. Nerede ise öfkesinden patlayıp çatlayacak! Her bir topluluk içine atıldığında, bekçileri onlara sorar: Size bir uyarıcı gelmedi mi?” (Mülk, 7-8)
Oysa insan akıl ve şuur sahibi bir varlıktır. Geçmiş, gelecek ve şimdiki zamanla alakasını bilir. Geçmişte vefat eden yakınlarını, gelecekte kendini bekleyen kabri, şimdiki zamanda üzerine düşen vazifeleri görmekle hayvanlardan ayrılır. Buna rağmen gafletinin esiri olup başını kuma sokar. Avcıyı görüp de başını kuma sokan devekuşu misali, ortada olan koca gövdeyi unutur. Daha doğrusu unutmaya çalışır.
Ahireti hatırlamak istemez
Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı ya da inandığı halde yakîne ulaşmadığı için, gayet sisli bir perdenin ardından bakar. Kendisi için birinci derecede önemli olan dünyanın peşin zevklerini bırakıp da, uzak bir ihtimal olarak gördüğü ölüm ve ahiret gerçeğine aldırış etmez. Zira nefsin bunun için de her zaman bir mazereti vardır: “Dünyaya bir daha gelecek değilim ya! Hayatımı yaşayayım. Nasılsa ileride tövbe eder ahiret işlerine de bakarım.” der. Kulluk vazifesini sürekli erteler. Vicdanını rahatlatmak maksadıyla senede bir mevlit okutmayı, kimi zaman bayram ve hatta Cuma namazına gitmeyi de ihmal etmez. Ancak Allah’ın dinini kendi kafasına göre yorumlayıp, bazı meseleleri inkâr etmekten ya da hafife almaktan da geri durmaz.
Nihayet bir gün hiç beklemediği bir anda ve hiç beklemediği yerde ölüm gelir çatar: “Belki aniden gelecek de onları şaşırtacaktır. Artık onu geri çeviremezler, kendilerine mühlet de verilmez.” (Enbiya, 40). Şayet inkâr ile gittiyse vaziyeti ölüm anında bile korkunçtur: “Melekler, onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alırken durumları nice olur?” (Muhammed, 27)
Ölümü sonsuz mahrumiyet görür
Bunlar için ölüm bir “ayıran”dır. Dünyevî zevklerinden, malından, makamından, şöhretinden, sevdiklerinden ayıran bir bitiş ve tükeniştir. O bakımdan ölümü hatırladıkları zaman tüyleri diken diken olur. Bir taziyeye gittikleri ya da bir yakınları vefat ettiği zaman “Eh ne yapalım ölenle ölünmez ki, Allah sabırlar versin...” türünden sözlerle ölüm düşüncesinin şokunu atlatmaya ve mümkün olduğunca en kısa süre içinde kendilerini bekleyen gaflete tekrar başlarını gömmeye gayret ederler.
Sanki sırf neşe ve eğlence için yaratılmışlardır. Üst üste eğlence partileri düzenler, her türlü eğlence etkinliklerini günü gününe takip ederler. Bunlara entelektüel bir boyut ekledikleri, birkaç batılı müzisyen ve artist hakkında malumat sahibi oldukları zaman, kendilerini sanatsever kültürlü insanlar olarak takdim ederler. Böyle şeylerle uğraşmayan, bu işlerle ilgilenmeyen kimselere “cahil halk yığını” nazarıyla baktıkları için bunları insan yerine bile koymazlar. Lüks ve konfor içinde yaşamak, kendileri gibilerine gösteriş yapmak onların en büyük tutkularındandır.
Marazi bir özgürlüğe sığınır
Kur’an-ı Kerim’de “mütrefîn” adı verilen bir grup daha vardır ki; bunlar hiçbir insanî değer, dinî, vicdanî hüküm ve kayıt tanımazlar. Ne edep ne de hesap endişesi taşırlar. Bütün görüşlerini hayvanî içgüdülerine göre tanzim eder, ahlâk gibi kavramların göreli, şahıstan şahısa değişkenlik arz eden şeyler olduğunu iddia ederler. Böylece yerine göre zinaya “cinsel özgürlük, aşk, arkadaşlık, flört, filanla çıkmak” gibi isimler takarlar. Nefs adına didinip durdukları meşguliyet ve boş oyalanışlarına bir de kutsallık izafe ederek, “çalışmak da ibadettir” sözüyle vicdanlarını teskin etmeye çalışırlar. Bu suretle ibadetleri terk etmekle kalmayıp, bir de inkâra sapmakla şeytana bile külah çıkartırlar. Halbuki çalışmanın ibadet olabilmesi, niyetin Allah için tutulmasına ve yapılan işin meşru olmasına bağlıdır.
Bunlar kelimelerin ve kavramların içini boşaltarak değiştirirler. Kendileri gibi düşünmeyen­leri de bağnazlık ve yobazlıkla itham ederler. Zevklerini tatmin etme, yaşama ve rahat etme tutkusuyla hareket etmekten başka bir şey bilmezler. Tıpkı helak olan Sodom-Gomore halkını ve benzerlerini hatırlatırlar. Kur’an-ı Kerim’de bunlar hakkında şöyle buyrulur: “Bir şehri yok etmek istediğimiz zaman, şımarık varlıklılarına (mütrefîne) yola gelmelerini emrederiz, ama onlar yoldan çıkarlar. Artık o şehir yok olmayı hak eder. Biz de onu yerle bir ederiz.” (İsra, 16)
Allah’ı anmaktan rahatsız olur
Gaflet içinde yüzen kimseler, vicdanlarını tırmalayacak sözlerden, Allah’ı ve ahireti hatırlatacak sohbetlerden, ölüm düşüncesinden özellikle de Kur’an’dan çok sıkılırlar. Televizyonun başında saatlerce lüzumsuz şeyleri izlemekten büyük keyif aldıkları halde, Kur’an dinlemeye tahammül edemezler.
“Yalnız Allah anıldığı zaman ahirete inanmayanların içlerine sıkıntı basar. Ama Allah’tan başkası anıldığı zaman hemen yüzleri güler.” (Zümer, 45)
“Onlar ki, gözleri, beni hatırlatan ayetlerin karşısında bir örtü içindeydi, (Kur’an’ı) dinlemeye de tahammül edemiyorlardı.” (Kehf, 101)
Kalbini temiz sanır
Gafillerin bir özelliği de kendilerini doğru yolda olduklarına inandırmaya çalışmalarıdır. Bunlara göre asıl olan kalp temizliğidir. Ve her nedense bunların kalbi devamlı temizdir. Kendileri gibi olmayanların kalpleri ise, temiz olmak şöyle dursun, sürekli fitne ve fesatla doludur. Her ne kadar namazla niyazla uğraşsalar, örtülü gezseler de bu görünüşün arkasından her türlü melaneti işlerler. Bu savunma mekanizmalarıyla muhataplarına gerekli cevabı verdikten sonra kendileri de inanarak bir nevi huzur bulurlar. Oysa Kur’an onlar hakkında şöyle buyurur: “Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar da, onlar kendi­lerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.” (Zuhruf, 37)
Manevi bir terbiye görmeden insanın kendi hata ve kusurlarını, gafletini idrak edebilmesi son derece güçtür. Böyleleri gırtlağına kadar gaflete daldığı halde kendini salihlerden zannederler. Hatta bu satırları okurken bile hiç üzerlerine kondurmazlar. O yüzden nefsinin hata ve kusurlarını görebilmek, yer ve gökleri keşfen müşahede etmekten daha evlâdır. “Hayır, insanoğlu kendini müstağni gördüğünden dolayı azar.” (Alâk, 6-7)
Akıllıyım der ama...
Zamanımızda akıl hastanelerinde tedavi gören zavallı insanları “deli, akılsız” saymak adet olmuştur. Acaba gerçekten böyle midir? Onlar akılsız da, heva ve arzularının peşinden koşan, dünyayı ahirete tercih eden, Allah’tan kopuk, fakat buna rağmen çok iyi iş bitiren, zengin olan, itibar sahibi kimseler hep akıllı mıdır?
Kimin deli kimin akıllı olduğu bütün çıplaklığıyla ahirette anlaşılacaktır. Bugün akıllı geçinenler o gün delilerin yerinde olmak için can atacaklar fakat bir fayda vermeyecektir. Hz. Kur’an gerçek akılsızları anlatırken şöyle buyurmaktadır: “Dünya hayatı bir oyundan, bir oyalanmadan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise muhakkak Allah’tan korkanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?” (En’âm, 32). “(Onlar) sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, bu yüzden akledemezler.” (Bakara, 171)
Alıntı ile Cevapla