Konu Başlıkları: Sünnet/Sünen
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 10 Ocak 2008, 09:20   Mesaj No:10

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: Sünnet


[B][I]B. Sünnetin Tesbitine Tesir Eden Âmiller
Sahâbe, sünnetin ehemmiyetini çok iyi kavramıştı. Çünkü, Kur’ân-ı Kerim, Allah Resûlü’ne iniyor, O’nun tarafından tebliğ ediliyor, açıklanıyor ve yaşanıyordu ki, anlamanın bütün faktörleri O’nda mevcuttu.
1. Kur’ân’ın Sünnete Teşviki
(Farz, vacib, sünnet, müstehab, âdâb adına) Resûl size ne getirmişse onu alın ve sizi neden menediyorsa, ondan da kaçının.” (Haşr/59: 7)
Âyette geçen ve meçhuliyet ifade eden ‘mâ’, Resûl’ün getirip tebliğ buyurduğu ve nehyettiği her şeyi içine alır. Âyetin devamında, “Allah’tan korkun!” denilerek, bunun bir takvâ meselesi olduğu ve kılı kırk yaran bir hassasiyetle görülüp gözetilmesi gerektiği hatırlatılmaktadır. Sahâbe bunu çok iyi anlıyor ve Resûlüllah’ın her sözüne, her fiil ve takrîrine uymakla takvânın kazanılabileceğini, yani Allah’ın korumasına girilebileceğini düşünüyor ve hayatını hep O’nun vesayetinde sürdürüyordu. Keza: “Şüphesiz, Resûlüllah’ta sizin için, Allah’ı ve âhiret gününü uman ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir misal vardır.” (Ahzâb/33: 21) âyet-i nurefşanı, şu eğri büğrü yollarda, şu bin bir badire içinde, şu iç içe handikaplar ağında ve gâileli yürüyüşte ancak Resûlüllah’ın sünnetine temessükle sahil-i selâmete çıkılabileceğini ilân ediyordu. O’nu bulan ve uğrunda seve seve can veren sahâbe-i kirâm hazerâtı da, O’nun kapısına yöneliyor, O’nun attığı her adımı, her hareketi, söylediği her sözü yüz işmizazlarına, tebessümlerine ve el işaretlerine varıncaya kadar takip ediyor, belliyor, yaşıyor ve naklediyorlardı.
2. Resûlüllah’ın Teşviki
Efendimiz, “Allah, bizden bir söz işitip onu muhafaza edenin ve sonra da bir başkasına tebliğ edenin yüzünü (bazı yüzlerin ağarıp, bazılarının kararacağı günde) ak etsin ve güldürsün.”12 sözüyle sünnetinin bellenmesini ve başkalarına tebliğ edilmesini teşvik ediyor ve böyle yapanlara da duacı oluyordu.
Mekke’nin fethinden az önce, Rabîa Kabilesi’nden Abdü’l-Kays heyeti Resûlüllah’a gelerek: “Yâ Rasûlallah, biz sana çok uzak mesafelerden geliyoruz. Aramızda Mudar kâfirlerinden falan kabile var. Bu yüzden de haram ayların dışında sana gelmemiz mümkün değil. Bize kısaca bir şeyler emret de, arkada bıraktıklarımıza haber verelim, verelim de o sebeple biz de Cennet’e girelim.” dediler. Allah Resûlü (s.a.s.), onlara bazı şeyler emretti, bazı şeyleri de yasakladı ve sözlerini şöyle bağladı: “Bunları hıfzedin ve arkanızdakilere de haber verin.”13 Yine, Vedâ Hutbesi’nin sonunda da, “(Sözlerimi) burada bulunan, bulunmayana tebliğ etsin.”14 buyurdular.
Ayrıca Efendimiz, Kur’ân’ı tâlim ettiği gibi, kendi sünnetini de aynı titizlikle tâlim buyururlardı. İbn Mes’ûd Hazretleri, “Bize, Kur’ân âyetlerini tâlim eder gibi, Tahiyyât’ı da tâlim ederdi.”15; bir başka ifadelerinde de: “Kur’ân âyetlerini talim eder gibi, istihâre duasını da tâlim ederdi.”16 demektedir.
Allah Resûlü, söylediklerini herkes bellesin diye ağır ağır konuşur ve söylediği şeyleri ekseriya üç defa tekrar ederdi. Bu hususta Hz. Âişe validemiz (r. anha): “Resûlüllah (s.a.s.), sözü -sizin birbirinize zincirleme söylediğiniz gibi değil- ayıra ayıra söylerdi; saymak isteyen, O’nun kelimelerini sayabilirdi.”17 der. O, bununla da kalmaz, ashâbına sunduğu her şeyin, bir araya gelinip karşılıklı gözden geçirilmesini ve müzakere edilmesini teşvîk ederlerdi.18
3. Sahâbe-i Kirâmın İştiyakı
Allah Resûlü’nün ashâbı, gerek Kitabı, gerekse sünneti öğrenme, müzakere etme ve nakletme hususunda alabildiğine hâhişkâr idiler. Evet onlar, kendilerini bir ateş çukurunun kenarında yakalayıp, berd ü selâma çıkaran Allah Resûlü’nün, hayat veren o nurlu sözlerini, fiillerini, takrirlerini belliyor ve bunları sürekli aralarında müzakere ediyorlardı. Bu hususta Enes b. Malik, “Biz, Resûlüllah’ın (s.a.s.) yanında otururken, O’ndan bir söz işitir, yanından ayrılınca da, onu aramızda anar ve müzakere ederdik.”19 demektedir. Aynı şekilde, bilhassa Suffe Ashâbı, gecelerini namaz kılarak, Kur’ân okuyarak ve ders yaparak geçirirlerdi; o kadar ki, bazen tamamının birden, bir muallimin etrafına toplanıp, sabaha kadar ders gördükleri olurdu.
Bir de bu ışık topluluğu, erkeğiyle kadınıyla, Efendimiz’den aldıkları: “Benim bu mescidime gelen hayır için, hayrı öğrenmek veya öğretmek için gelir. Böyle bir kişi, Allah yolunda mücâhede eden kişi mevkiindedir.”20 gibi teşviklerle, O’ndan öğrenip bellediği her şeyi, bir ibadet neşvesi içinde başkalarına taşıyor ve bu kevserden herkesin yararlanmasını istiyorlardı. Kadınlar, kaç defa gelip: “Yâ Rasûlallah, sözlerini dinlemek için, erkeklerden bize yer kalmıyor. Bize ayrı bir gün tahsis buyursanız.” diye ricada bulunuyorlardı. Efendimiz de onların ricasını kırmıyordu.21
4. İz Bırakan Sözler ve Unutulmayan Hâdiseler
Resûl-i Ekrem, çok defa öylesi hâdiseler münasebetiyle ve öyle şartlar altında konuşuyorlardı ki, o şartlarla koordinatlanan sözlerin bellenmemesi ve bellendikten sonra da unutulması mümkün değildi.
Alıntı ile Cevapla