Konu Başlıkları: Sünnet/Sünen
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 10 Ocak 2008, 09:21   Mesaj No:11

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: Sünnet

Meselâ:
1. Allah Resûlü’nün mânevî kardeşi Osman İbn Maz’ûn vefat etmişti. Allah Resûlü’nün bu vefat karşısında göz yaşları dökmesi karşısında bir kadın, “Ne mutlu sana Osman, Cennet’te bir kuş oldun.” deyiverdi. Allah Resûlü, hemen tavrını değiştirerek, kadına, “Ben peygamberim, bilmiyorum; sen ne biliyorsun.” demişti ki, insan üzerinde şok tesiri yapan böyle bir hâdiseyi ve hele bu hâdise münasebetiyle Allah’a karşı birini temize çıkarmanın kimseye düşmeyeceğini, “Vallahi, bundan böyle kimseyi tezkiye etmem.”22 diyen o kadın ve orada bulunan diğer sahâbînin unutmasına imkân var mıdır?
2Sahâbe-i kirâm, Allah Resûlü’ne (s.a.s.) karşı fevkalâde edepliydi. Dışarıdan biri gelsin de bir şey sorsun diye beklerlerdi. Derken bir gün, Resûlüllah’ın (s.a.s.) huzurunda otururlarken bir bedevî, (Dımam İbn Sa’lebe) içeri girdi ve bir hayli kabaca: “Hanginiz Muhammed’siniz?” dedi. Resûl-i Ekrem (s.a.s.), ashâbı arasında sırtını bir yere dayamış oturuyordu ve sahâbe: “İşte, şu sırtını duvara dayamış olan beyaz tenli insan” diye karşılık verdi. Adamcağız, bu defa: “Ey Abdülmuttalib’in oğlu” diye hitab etti. Efendimiz: “Seni dinliyorum.” buyurdular. Adam: “Sana bazı şeyler soracağım; ama, soracaklarım pek ağırdır, sakın gönlün benden incinmesin.” dedi. Efendimiz de: “Aklına geleni sor.” buyurunca, Dımam: “Senin ve senden evvelkilerin Rabbi aşkına söyle: Allah mı seni bütün bu halka peygamber olarak gönderdi?” Efendimiz: “Evet!” buyurdu. “Allah aşkına söyle, bir gün bir gece içinde beş vakit namaz kılmayı sana Allah mı emretti?” Efendimiz: “Evet!” cevabını verdi. Adam, orucu, zekâtı da aynı şekilde sorup, hep “evet!” cevabını aldıktan sonra: “Sen Allah’tan ne mesaj getirdinse, ben ona iman ettim. Kavmimin geride kalanlarına da elçiyim. Ben, Sa’d b. Bekr Kabîlesi’nden Dımam b. Sa’lebe’yim.” açıklamasında bulundu.23
Şimdi, bu vak’ayı ne Dımam İbn Sa’lebe’nin, ne kavminin, ne de o gün mecliste bulunup da, önce onun saygısızlığını, sonra da gözleri yaşartacak imanını gören sahâbe-i kirâmın unutması mümkün mü? Hayır; aslâ ve kat’a. Zihinlerin kendisiyle bütünleştiği bunca şok hâdisenin unutulması mümkün değildir.
.Bir gün Allah Resûlü (s.a.s.), Übeyy b. Kâ’b’ı çağırdılar ve: “Sana ‘Beyyine’ sûresini okumamı, Allah bana emretti.” buyurdular. Übeyy b. Kâ’b Hazretleri: “Allah sana benim ismimi de andı mı?” diye sordu. Efendimiz’de: “Evet, andı.” cevabını vermesi üzerine gözleri yaşla doldu ve: “Demek, Rabbü'l-âlemin katında anıldım.”24 dedi.
Bu hâdise, Übeyy ve ailesi için öyle bir şerefti ki, aradan bir asır geçtikten sonra torunu: “Ben Allah’ın, kendisine Beyyine sûresini okumasını Resûlü’ne emrettiği zâtın torunuyum.” diyecekti.. Bunu unutmak, ne Übeyy için, ne ailesi, ne de çocukları ve torunları için mümkün değildi.
4 Sahâbenin Dikkat ve Ciddiyeti
Bunlardan başka sahâbe-i kirâm, o işe programlanmışçasına, Kur’ân’ın ve sünnetin bir harfinin bile zâyî olup gitmesine tahammülleri yoktu. Allah Resûlü’nün (s.a.s.) ağzından çıkacak tek bir harfin bile zâyi olup gitmemesi için ölesiye bir tehâlük gösteriyorlardı. Çünkü, Allah Resûlü, kendilerine dinlerini açıklıyor ve öğretiyordu. Onlara Kur’ân’ın tefsirini sunuyor ve ebedî hayatı kazandıracak düsturları tâlim ediyordu. Dolayısıyla onlarda, kapalı hiçbir şey kalmamasın istiyorlardı.
Emevî hilâfetinin daha ilk yıllarında, İslâm askerleri İstanbul surları önünde savaşıyorlardı. Bu arada, bir yiğit, yalın kılıç ortaya atılmış, sağa sola koşuyor ve düşman saflarına saldırıyordu. Onu böyle gören askerler bağırıyor ve: “Sübhanallah, kendi eliyle kendini tehlikeye atıyor.” diyorlardı. Bunun üzerine, Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri (r.a.) hemen öne atıldı ve: “Ey insanlar siz, bu ‘Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın’ âyetini yanlış te’vîl ediyorsunuz. Bu âyet, biz Ensar topluluğu hakkında nâzil olmuştur. Allah, İslâm’ı kuvvetlendirip de, onun yardımcıları çoğalınca, biz de kendi aramızda, ‘Allah, İslâm’ı güçlendirdi ve İslâm’ın yardımcıları çoğaldı. Artık, biraz da ziyan olan mallarımızın telâfisine çalışsak; kaybettiğimiz dünyalığımızı yeniden kazanmaya baksak iyi olacak’ dedik. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, işte bu âyeti inzal buyurdu ve bize şunları hatırlattı: ‘Varınızı, yoğunuzu Allah yolunda harcamamak, infak etmemek suretiyle kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın. Asıl tehlike, malların üzerine oturmak, gazâyı terketmek ve dünyalığa dalmaktır.’”25
İşte, sahâbî, Resûl-i Ekrem’den dinini doğru olarak böyle öğreniyor, tahkik ediyor ve en ufak bir yanlış anlamaya meydan vermiyordu.
Kur’ân ve Sünnetin Oluşturduğu Orijinal Ortam
İlk hâlleri itibariyle o iptidaî topluluk içinde İslâm adına gelen her şey çok orijinaldi. O günün insanı her şeyi o kadar yeni, o kadar cazip buluyordu ki, inançlarını, zihniyetlerini, tavır ve davranışlarını değiştiriyor ve akıl almaz bir farklılık gösteriyorlardı. Daha doğrusu çölde çadırda yaşayan bu bedevî kavim, çok kısa bir zamanda hem de kıyamete kadar gelecek insanlığın mürebbîleri olmaya hazırlanıyordu. Evet, her gün semadan yeni yeni sofralar iniyordu onların önlerine. O saf, o duru, o hiçbir şeyden haberdar olmayan cemaat, her gün yeni bir şeylerle karşılaşıyor yeni yeni şeylere muhatab oluyordu. Onlar, fıtraten son derece zeki ve hâfızaları alabildiğine kuvvetliydi ki; bir defa söylenileni bile beller ve bir daha da unutmazlardı. Hâfıza fonksiyonunun bilgisayara devredildiği ve nesillerin hâfıza malûlü olduğu şu zamanda bile öyle hâfıza dâhîleri çıkmaktadır ki, Kur’ân-ı Kerim’i iki ayda, üç ayda hıfzedebilmektedir. Halbuki, o bâdiyenin sade ve safdil insanlarının her biri birer hâfıza dâhîsiydi. Duydukları şeyi hemen ezberliyorlar ve bir daha da unutmuyorlardı.
Öyle ki daha Mekke’nin fethinde Resûlüllah’ı dinleyenlerin sayısı on bini aşıyordu. Bu ilim-irfan seferberliğinde, erkeklerin yanında kadınlar, onların arasında da Efendimiz’in pâk zevcelerinin hizmeti başlı başına bir destandı. Böyle hızlı bir tempo ile sürdürülen irşat ve tebliğ, tâlim ve terbiye sayesinde bir iki sene sonra Veda Haccı'na gidilirken Efendimiz’in etrafında yüz bini aşkın insan toplanmıştı. Bu hacc esnasında, değişik yerlerdeki hutbeleri ve fetvaları büyük ölçüde sünnet yörüngeliydi ki, başlı başına bir te’life esas teşkil edebilirdi. Onlar, hep Resûlüllah’ı dinlediler, bellediler, tahkik ettiler, yaşadılar ve naklettiler... Böylece sünnet de, Kitab gibi o pâk kanallardan başlayarak, yine pâk kanallardan geçe geçe bugünlere geldi ulaştı.. ve tabiî kıyamete kadar devam edecek “anil-merkez” gücüyle...
Alıntı ile Cevapla