Konu Başlıkları: Sünnet/Sünen
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 10 Ocak 2008, 09:23   Mesaj No:13

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: Sünnet


D. Rivâyetlerde Gösterilen Hassasiyet
Sahâbe-i kirâm olsun, ihsanla onlara ittiba eden tabiîn-i izâm ve tebe-i tabiîn-î fihâm olsun, hepsi de duyduklarını hemen kabul ediveren insanlar değildi. Bunlar kalben çok safi olmakla beraber, bu mevzûda titiz ve ehl-i tahkik idiler.
1. Efendimiz’in (s.a.s.) Tahşidatı
Her şeyden önce şu husus iyi bilinmelidir ki, Resûlüllah (s.a.s.) Efendimiz: “Kim benim üzerime yalan uydurursa, Cehennem'deki yerini hazırlasın.”; bir rivâyette: “Kim kasden benim üzerime yalan uydurursa, Cehennem'deki yerini hazırlasın.”30 buyurmuşlardı. Doğruyla yalanın arasındaki farkın, Resûlüllah (s.a.s.) ile Müseylimetü’l-Kezzâb veya gökle yer arası kadar birbirinden uzak bulunduğu o dönemde, en büyük ve en mühim hususiyetin doğruluk olduğu düşünülecek olursa, o ışık asrında her mü’min, hele bu mü’min sahâbî ve sahâbeyi takip eden tabiînden ise, bırakın Efendimiz’e karşı yalan söylemeyi, Efendimiz’i hevâ ve hevesleri istikametinde konuşturmayı, en ufak bir yalanı bile söylemeleri mümkün değildi. O kadar ki, Hz. Ali Efendimiz (r.a.): “Ben, size Resûlüllah (s.a.s.) Efendimiz’den bir şey söylerken, (öyle dikkat eder, öyle söylerim ki,) gökten yere düş(üp parça parça olmak) benim için, O’nun üzerine yalan söylemekten daha ehvendir.”31 buyururlardı.
2. Sahâbe ve Tabiînin Temkini
Meselenin bu denli hassasiyet istemesi, sahâbeyi öylesine titiz ve temkinli yapmıştı ki, pek çoğu hadîs rivâyet etmekten âdetâ ürkerlerdi. İlk Müslümanlardan olup hakkında sahâbe-i kirâmın: “Biz, onu tanıdığımız andan itibaren Ehl-i Beyt-i Resûl’den bir ferd olarak bilirdik.” diyecek derecede hâne-i saâdete teklifsiz girip çıkan Abdullah İbn Mes’ûd hazretleri, kendisinden bir hadîs rivâyet etmesini istediklerinde: (Resûlüllah buyurdu ki) diye başlar ve sonra gözleri dolar, başını eğer, yukarı kaldırır, derin bir soluk alır, düğmelerini çözer, göğsü açılır nihayet hadîsi rivâyet eder, sonra da: “(Bak, ben hâfızamdan bir şey söylüyorum ama bilin ki, Resûlüllah) bunun üç aşağı-beş yukarı veya buna yakın yahut da buna benzer bir şey buyurdu.”32 şeklinde ikazda bulunmayı da ihmal etmezdi.
Resûlüllah’ın havârisi ve Aşere-i Mübeşşere arasında bulunmakla serfiraz Hz. Zübeyr b. Avvâm, o kadar az hadîs rivâyet etmiştir ki, bir gün oğlu kendisine: “Baba, sen neden hadîs rivâyet etmiyorsun?” diye sorduğunda: “Bir kelimede bile Resûlüllah’a muhalefet ederim diye ödüm kopuyor. Çünkü O: ‘Benim üzerime yalan söyleyen, Cehennem’deki yerini hazırlasın.’ buyurmuştur.”33 şeklinde cevap vermişti.
Tam on yıl bilâ-fasıla, Resûlüllah’a (s.a.s.) hizmet etmiş bulunan Hâdim-i Nebevî Hz. Enes İbn Mâlik (r.a.), bir gün: “Eğer hata ederim endişesi ve korkusu olmasaydı, Resûl-i Ekrem’den (s.a.s.) daha çok şeyler anlatırdım.”34 buyurmuştu.
Beş yüz sahâbiyle görüştüğü söylenen Abdurrahman İbn Ebî Leylâ: “Yüz yirmi sahâbi tanıdım ki, -bir mescidde aynı anda yüz yirmisi de oturuyor olabilir- kendilerine bildikleri bir şey sorulduğunda hep birbirlerinin yüzlerine bakarlar; konuşurken, Resûlüllah’ın sözlerine bir kelime karıştırıveririm korkusuyla başkasının cevap vermesini bekler, kimse cevap vermeyince de nihayet bunlardan biri dişini sıkar ve Allah’a dayanarak, -İbn Mes’ûd gibi hatırlatma yapar ve- rivâyette bulunurlardı.”35 demektedir.
Alıntı ile Cevapla