Konu Başlıkları: Sünnet/Sünen
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 10 Ocak 2008, 09:30   Mesaj No:17

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: Sünnet

[B][I].Sünnetin Resûlüllah (s.a.s.) Zamanında Kaydedilmesi ve Bilâhare Tedvîni
Sünnetin, Ömer İbn Abdülaziz döneminde tedvîn edildiği, bir açıdan doğru olmakla birlikte eksik bir görüştür ve bu hususta gözden kaçırılan önemli bir nokta vardır ki, o da, Resûlüllah’ın sağlığında bazı sahâbîler tarafından Kur’ân gibi sünnetin de yazılıp, kayda geçirildiğidir.
>1. Kur’ân’la Gelen Okuma-Yazma Seferberliği
Devr-i Risâletpenâhî’de Araplar büyük ölçüde okuma-yazma bilmiyorlardı ama, bilhassa Mekkeliler'in etraf kabilelerle sürekli münasebetleri olduğundan içlerinde okuyup-yazanlar hiç de az değildi. Ayrıca, Kur’ân’ın inmeye başlamasıyla okuma-yazma kapıları da bütün bütün açıldı; zira her Müslüman Kur’ân’ı, Kur’ân’ın ahkâmını din adına bellemek mecburiyetindeydi. Bu itibarla da âdetâ Kur’ân’ın inişiyle beraber bir ilim, kültür seferberliği başlamıştı. Tabakat kitaplarının kaydettiğine göre, Allah Resûlü’nün etrafında kırk civarında vahiy kâtibi vardı. Bunlar, sıradan okuma-yazma bilen insanlar değildi.. vahiy kâtibi demek, kendisini Kur’ân’ı yazmaya adamış insan demekti ki; bugünkü tabirle, Efendimiz’in (s.a.s.) özel kalem müdürleri, sekreteri ve bu işe tahsis edilmiş kâtipleriydi.
O günlerde okuma-yazma o derece teşvik ediliyordu ki, Bedir Muharebesi’ni müteâkip esirlerin (kurtuluş) fidyesi olarak, bir esirin on kişiye okuma-yazma öğretmesi kararlaştırılması önemli bir hâdiseydi59 ve o güne göre çok ileriydi. Evet o gün, herkes okuma-yazmaya koşuyordu; zira hayatlarını alâkadar eden, yepyeni ve orijinal bir şey vardı ortada. Bu, dindi, Kur’ân’dı. Dine susamış insanlar onu her yönüyle alacak, belleyecek, hazmedecek ve hayatlarına hayat yapacaklardı. Köylüsü-şehirlisi; evinde, bağında, bahçesinde Kur’ân için kalemi kulağında bekliyordu ki, daha sonra, hadîsle iştigal edenler, ‘kalemin kulakta olmasını’ bu işin âdâbından sayacaklardı. Böylece, belki de insanlık tarihinde ilk defa ilâhi bir kitap, kıyamete kadar kalacak, geçerliliğini koruyacak ve korunacak şekilde tesbit ediliyordu.
2. Hadîslerin Yazılması İzni veya Emri
Resûlüllah’ın, bilhassa risaletinin ilk dönemine has olmak üzere, hadîslerinin yazılmamasını istediğine dair rivâyetler vardır. Bunun sebebi, bizzat bu rivâyetlerin bazılarında da geçtiği üzere, önceki ümmetlerde olduğu gibi, Kur’ân’a başka herhangi bir sözün karışma endişesidir. Ne zaman ki artık bu endişe ortadan kalkmış, o zaman, Resûlüllah, hadîslerinin de yazılmasına izin vermiş, hattâ bazen emretmiştir.
Bir adam, Huzûr-u Risâletpenâhî’ye gelerek: “Yâ Rasûlallah, ağzınızdan çok şey duyuyoruz; ama bunları anında ezberleyemiyoruz. Bu hayatî şeyler, çok defa kaçıp gidiyor.” diyerek hıfzından şikâyette bulundu. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.s.), ona: “Sağ elinden yardım iste,” yani yazarak, hıfzına yardımcı ol buyurdular.60
Yine, Takyîdü’l-İlm’de şunu okuyoruz:
Râfi’ İbn Hadic, Efendimiz’e (s.a.s.): “Yâ Rasûlallah, sizden çok şey işitiyoruz, yazalım mı?” diye sordu. Allah Resûlü de ona şu cevabı verdiler: “Yazın, hiç mahzuru yok.”61
Bunlardan ayrı olarak İmam Dârimî ve İbn Hacer’in, kitaplarında, Efendimiz’in (s.a.s.) kısas, diyet ve şerâia dair yazdırdığı bazı hükümleri, Yemen’de Amr İbn Hazm’a gönderdiğini ve ayrıca Vâil b. Hucr’e ahidnâme yazdığını okuyoruz.62
Yine, İmam Dârimî, kitabının mukaddimesinde zikrettiği üzere, Efendimiz (s.a.s.): “İlmi yazarak, kaydedin.” buyurmuşlardır.63
Abdullah İbn Amr naklediyor: “Resûlüllah’tan duyduğum her şeyi ezberleme isteğiyle yazıyordum. Kureyş, ‘Sen, Resûlüllah’tan (s.a.s.) duyduğun her şeyi yazıyorsun. Oysa o, bir beşerdir, öfke anında da, hoşnudluk anında da konuşur.” diyerek beni yazmaktan nehyetti. Bunu Resûlüllah’a söylediğimde, elini ağzına götürerek “Yaz, nefsimi elinde tutan’a yemin olsun ki, buradan haktan başka bir şey çıkmaz.”64 buyurdular.
Abdullah İbn Amr İbn el-Âs’dan başka Efendimiz’in hadîslerinden hiç olmazsa bazılarını yazan başka sahâbîler de vardı. Meselâ, Seyyidinâ Hz. Ali (r.a.), içinde yaraların diyeti, Medine’nin hürmeti, kâfir karşısında mü’minin öldürülmeyeceği ve daha başka hususlarla alâkalı hükümler bulunan bir sahifeyi kılıcının bir yanında asılı taşırdı.65 İbn Sa’d’ın Tabakat’ında kaydedildiğine göre, İbn Abbas, vefatında geriye bir deve yükü kitap bırakmıştı ki, bunlar umumiyetle Allah Resûlü’nden ve ashâb-ı kirâmdan duyduğu şeyleri ihtiva ediyordu.66
Amr İbn Hazm’a Efendimiz’in (s.a.s.) gönderdiği diyet ve kısas gibi hükümlerle alâkalı yazısı, torununun torunu Ebû Bekir b. Muhammed’e; aynı şekilde, Efendimiz’den (s.a.s.), âzadlısı Ebû Râfî’ye geçen bir tomar kâğıt ise, tabiîn döneminde Ebû Bekir İbn Abdurrahman İbn Hâris’e intikal ediyordu.67 Tabiînin en büyük fakîhlerinden olan bu zât, bu klasörü hayatında eline geçmiş en büyük ganimet olarak telâkki ederdi. Efendimiz (s.a.s.) zamanında aynen Kur’ân gibi yazılan, ağaç parçaları, kemikler ve deriler üzerine kaydedilen hadîsler, aynen tabiîn ve tebe-i tabiîne intikal ediyor, onlar da bunu muhafaza ve naklediyorlardı. Aynı şekilde, tabiînin büyük imamlarından Mücâhid İbn Cebr, Abdullah İbn Amr İbn el-Âs’ın “es-Sahîfetü’s-Sâdıka” denilen, Efendimiz’den (s.a.s.) duyduğu hadîsleri topladığı kitabını görmüştü. Mücahid, onu: “Abdullah İbn Amr’ın önünde gördüm, hattâ elimi uzattım ama, elimi dokundurtmadı.” diyordu. İbn Esîr’in verdiği bilgiye göre, bu klâsörün içinde bin kadar hadîs vardı. Bu hadîsler, daha ziyade, İbn Amr’ın kendisi, oğlu ve torunundan müteşekkil “an Amr İbn Şuayb, an ebîhi, an ceddihî” senediyle kaynaklara geçmiştir. Sahih hadîs kaynaklarında bu silsileyle gelen 500 kadar hadîs vardır.
4. Değerlendirme
Evet, hadîsler, müsteşriklerin iddia ettikleri gibi, Efendimiz’den yüz sene sonra Ömer İbn Abdülaziz’in emriyle kaydedilmedi; aksine bizzat tâ Efendimiz zamanında kaydedildi ve ezberlendi.. ve bu metinler daha sonra da gerek yazılı gerekse sözlü olarak arkadan gelen nesillere aktarıldı. Uhud’un büyük şehidi Abdullah İbn Cahş’ın oğlu büyük sahâbî Câbir de, vefatında İbn Abbas gibi, arkaya büyük bir miras, yani Allah Resûlü’nün hadîslerini kaydettiği büyük bir kaynak bırakmıştı.68 Bütün bunlardan ayrı olarak, Hemmâm İbn Münebbih’in es-Sahîfetü’s-Sahîha’sı da aynı dönemden kalma en mühim hadîs kaynaklarından biri olma imtiyazını taşır. Hemmâm, Ebû Hureyre’den hiç ayrılmaz, bu hâfıza dâhîsi büyük sahâbînin naklettiği her hadîsi yazardı. Es-Sahîfetü’s-Sahîha, günümüzde Muhammed Hamidullah tarafından neşredilmiş; yapılan karbon tahlillerinde de, Sahîfe’nin on üç asır öncesine ait olduğu anlaşılmıştı. Ayrıca, ne enteresandır ki, bu hadîsler aynen İbn Hanbel’in Müsned’inde bulunmakta, yine mühim bir kısmı itibariyle Buharî, Müslim gibi sahih kaynaklarda da yer almaktadır. Bu da, hadîslerin, daha Efendimiz (s.a.s.) zamanında kaydedildiğini gösterdiği gibi, O’ndan sonra da eksiksiz, yanlışsız ve tam olarak sahâbe, tabiîn ve tebe-i tabiîn kanallarıyla hadîs külliyatına geçtiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Hadîslerin daha ilk dönemde bu şekilde kaydedilmesinden sonra, tarihlerimizde İkinci Ömer diye anılan Ömer İbn Abdülaziz zamanında ise resmen tedvîn edildi. Değişik yerlerde, değişik şahısların ellerinde sahifeler vardı. Çok defa da bu hadîsler, ağızdan ağıza naklediliyordu. Hatta, bu yüzden ve ayrıca ezberlenip öğrenilmeleri, bir de o zamanlar Arapça imlâda hareke ve nokta olmadığından, yanlış okumalara meydan vermemek için, nasıl Hz. Ömer, İbn Abbas, Ebû Mûsa el-Eş’arî, Ebû Saîd el-Hudrî ve Zeyd İbn Sâbit gibi sahâbîler, hadîslerin hâfızalarda kalması ve ezberlenmesi gerektiği üzerinde durmuşlarsa, aynı şekilde, Şa’bî, Nehâî gibi hadîste yed-i tûlâ sahibi, hâfıza dâhîsi tabiîn âlimleri de ilk başta yazmaya taraftar olmamışlardı. Bununla birlikte, hem kaydedilen, hem de ağızdan ağıza nakledilen hadîsler, Ömer İbn Abdülaziz döneminde resmen tedvîn edilmeye başlandı. Artık, Arapça’nın imlâ kaideleri de ortaya konmuş, yazıda harekeleme yerleşmişti.
Çoklarınca birinci müceddid kabul edilen ve Resûlüllah’ın (s.a.s.): “İnsanların bozduğunu düzeltenler” müjdesine on üç asır önce bihakkın liyakat gösteren Ömer İbn Abdülaziz (r.a.), Amr İbn Hazm’ın torunu, Medine valisi Ebû Bekir İbn Muhammed İbn Amr İbn Hazm’a hadîslerin resmen kayda geçirilmesi mevzuunda emir gönderdi. Vali de, tâbiîn’in gençlerinden, fart-ı zekâ (yüksek zekâ) sahibi Muhammed İbn Şihâb ez-Zührî’yi bu işle vazifelendirdi.69 Zührî, “resmî tedvîn” diyebileceğimiz bu mühim işe hemen koyuldu ve İslâm Hadîs tarihinde ilk resmî “müdevvîn” olma şerefini kazandı. Vali Ebû Bekir İbn Hazm, aynı işle bizzat kendisi de uğraşmasına rağmen, derlediklerini gönderemeden Ömer İbn Abdülaziz Hazretleri vefat etmişti.
Ömer İbn Abdülaziz Hazretleri’nin başlattığı bu tedvîn faaliyeti, yalnız Medine’de İmam Zührî ile de sınırlı kalmamış, Mekke’de Abdülmelik İbn Abdülaziz İbn Cüreyc, Irak’ta Saîd İbn Ebî Arûbe, Şam’da Evzâî, yine Medine’de Muhammed İbn Abdurrahman, Kûfe’de Zâide İbn Kudâme ve Süfyân es-Sevrî, Basra’da Hammâd İbn Seleme ve Horasan’da Abdullah İbn Mübârek, bu işi sürdürmüş ve kendilerinden sonra geleceklere dünya kadar malzeme bırakmışlardı.70
Tedvîn döneminden sonra, hadîsleri mevzûlarına göre sınıflandırmak suretiyle kitaplar ‘te’lif etme’ mânâsında ‘tasnif’ başlamış ve bu dönem, İslâm hadîs tarihinin altın dönemi olmuştur. Bir yandan, Ebû Dâvûd et-Tayâlîsî, Müsedded İbn Müserhed, el-Humeydî ve Ahmed İbn Hanbel gibi mümtaz simalar ‘Müsned’lerini meydana getirirken; diğer yandan da Abdürrezzak İbn Hemmâm gibi kimseler ‘Musannef’ler te’lif ediyorlardı. İbn Ebî Zi’b ve İmam Mâlik Muvatta’ını ve Yahyâ İbn Saîd el-Kattân ve Yahya İbn Saîd el-Ensârî’nin te’lifat-ı güzideleri de yine bu altın döneme rastlar. Bu zâtlar, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî ve Yahyâ İbn Maîn gibi büyük muhaddislerin şeyhleridirler. Nihayet, Kütüb-ü Sitte’nin telif vakti gelmiş ve İslâm hadîs külliyâtının en mevsûk altı kitabı kabul edilen bu eserlerin müellifleri, bir zeberced çağın kapısını aralamışlardır. Hemen hemen aynı zamanlarda yaşayan bu devâsâ kametler, aynı zamanda modern te’lifin de üstadlarıdırlar. Zaten, Buhârî ile Müslim arkadaştı..Tirmizî, Buhârî’den ders almış bir muasırdı.. Nesâî ve Ebû Dâvûd da aynı dönemin hadîs pîrleriydi. Bunlarla Efendimiz (s.a.s.) arasında ancak üç-dört nesil vardı.. ve bu nesillerin altın silsilelerini teşkil eden halkalar, yalanın rüyalarına dahi girmediği büyük zâtlardan meydana geliyordu. Dinin yarısını teşkil eden sünnet, bu şekilde, şek ve şüpheye mahal bırakmayacak ölçüde, en mevsûk kanallardan, alabildiğine hassas ve kılı kırk yaran muhakkik zâtlar tarafından, hem de tâ sahâbe, tabiîn ve tebe-i tabiîn döneminden başlayarak kaydedilmiş, ezberlenmiş, muhafazaya alınmış ve sonra da harfi harfine nakledilmiş, kitaplara geçmiş ve bu günlere gelip ulaşmıştır. Evet, sünnet, sahâbe tarafından, bir dinî kaynak, önemli bir rehber, bereketli bir Kur’ân tefsiri olarak değerlendirilip, sahip çıkıldığı gibi, tabiîn, tebe-i tabiîn döneminde de, daha da artan bir iştiyakla sahip çıkılmış ve daha sonraki çağlara taşınmıştır.
Alıntı ile Cevapla