Konu Başlıkları: Kibir
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 21 Ocak 2008, 22:30   Mesaj No:3

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Kibir

Kur’an’ın mucizevî beyanları, Allah Rasulü s.a.v.’in sözleri, gösterdiği onca mucize dahi, kibir ve benlik sahiplerine kâr etmemişti. Kur’an-ı Kerim, hadis-i şerifler ve diğer kaynaklarımız, ısrarla bu körlüğe insanlığın dikkatini çeker.
Halid b. Velid r.a. ve Ebu Cehil birbirleriyle ak­rabadırlar. Hz. Halid r.a. tevazu ve teslimiyetle hakikate gönlünü açıp sahabenin büyükleri arasına girerken, Ebu Cehil Hz. Peygamber s.a.v.’in hak olduğunu bildiği halde, kibri sebebiyle inkâr edip esfel-i safiline, aşağıların aşağısına yuvarlanmıştır.

ŞİRKE GÖTÜREN KİBİR
Mukaddes Kitabımız, kibirin insanı iteceği dipsiz karanlıkları, neredeyse peygamber kıssalarının esas mesajı olarak sunar. Mesela Nemrut, Cenab-ı Mevlâ ile harp etmeyi düşünmüş, Firavun da kavmine, “Ben sizin rabbinizim” (Naziat, 24) diyerek, Allah’a kul olmayı reddetmiştir.
Musa a.s. Firavun’a, “iman et saltanatın sende kalsın” demiş, ama Firavun danıştığı veziri Haman’ın, “nasıl olur, biz seni bir rab bilirken, şimdi ibadet eden bir kul mu olacaksın?” sözüne uyup, Allah’a kul, Musa a.s.’a ümmet olmaktan yüz çevirmiştir.
Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle bunlara: “Temelli kalacağınız cehennemin kapılarından girin. Büyüklük taslayanların durağı ne kötüdür!” denecektir. (Zümer, 72)
Bu kıssalarada anlatılanlar, şüphesiz kibrin insanı vardıracağı uç noktalardır. Ama en hafifinden en kuvvetlisine, kibir duygusunun ortak bir karakter taşıdığını göz ardı etmemek gerekir.
Tavus kuşu yumurtadan çıkıp, göz kamaştırıcı haliyle salınırken, bakışları şartlı olanlar o güzelliği görmez de, bu kuş şu yumurtadan çıktı derler. Efendimiz s.a.v. bütün cihanı nurla dolduran bir mesajla gelirken, “bu Ebu Talib’in yetimidir” diyen kibir sahipleri, Rableri’nin rızasına ve O’nun Cemali’ne talip olan fakir-fukara ve köleler ile oturmaktan kaçınmışlardı. Peygamber Efendimiz s.a.v.’e, “şu ayak takımı insanlar senin çevreni almışken, biz seninle nasıl otururuz?” demişlerdir.
Rabbanî alim ve mürşid-i kâmillere karşı kibirlenenlerin durumu da bundan farklı değildir. “İmam-ı Azam da kim! Bu dönemde yaşasaydı ben onu ikna ederdim” veya “İmam Rabbani, Şah-ı Geylânî de kim oluyor ki!” zihniyetinde olanların davranışlarının temelinde yatan sebep aynıdır: Kibir ve benlik.
ÜÇ HAVARİ ve ANTAKYA
Yasin Suresi ve tefsirinde anlatıldığı üzere, İsa a.s. Allahu Tealâ’nın emriyle havarilerinden Yuhanna ve Pavlus adındaki zatları Antakya’ya göndermiş, fakat Antakya halkı bu Allah dostlarını reddetmişler­di. Sonra İsa a.s, Şemun adındaki üçüncü bir veliyi onların yardımına göndermişti.
Bu üç Allah dostu, Antakya halkına, “Biz size gönderilmiş elçileriz” (Yasin, 14) dediler. Sözlerinin doğruluğuna şahit olarak da Allah’ın izniyle körün gözünü açmak, ölüyü diriltmek ve hastaları iyi etmek gibi deliller gösterdiler. (Beyzavî, Razî, Celâleyn, Medarik Tefsirleri)
Buna rağmen kibirlerinin mağlubu olan Antakya halkı, “Siz sadece bizim gibi insanlarsınız” (Yasin, 15) diyerek, gösterilen mucizeleri ve getirilen mesajı inkâr edip kötü sonlarını hazırladılar.
Öte yandan, bu Allah dostlarına gönlünü açan, fakat kavmi tarafından şehit edilen Habib-i Neccar, veliler mak----- çıkarak Rabbi’nin ikr----- mazhar oldu. Habib-i Neccar’ın durumu Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılır: “Denildi ki: Haydi, gir cennete! O da, ‘ah ne olurdu, kavmim Rabbim’in beni bağışladığını ve beni ikrama mazhar olanlardan kıldığını bilseydi’ dedi.” (Yasin, 26-27)
İLİM KİBRE DEĞİL, TEVAZUYA GÖTÜRMELİ
İmam-ı Gazalî k.s. Hazretleri, kibre müptela olanların daha çok ilim sahipleri arasından çıktığını söyler ve bu gibi alimlerin gerçekte cahil olduğuna hükmeder. İmam-ı Gazalî, alimlerin kibrini şöyle anlatır:
Bu alimler, başkalarını cehaletle itham eder, hatta onlara insan nazarıyla bile bakmazlar. Onlardan her yerde hürmet ve saygı beklerler. Saygısızlık edenlere kızar, kendi ilimlerinin derinliğinden, okudukları kitaplardan, ders gördükleri hocalardan dem vururlar. Yanlarında alim ve veli kişilerden bahsedilince yüzlerini ekşitirler. İnsanlar onların hakkında iyi dedikleri halde, onlar insanlara iyi demez. Ziyarete karşılık vermezler. Hoca olurlarsa talebelerine sert ve kaba davranırlar. Onları hususi işlerinde çalıştırırlar. Ahiretle alakalı olarak da ilimleri sayesinde kendilerini herkesten ziyade Allah’a yakın kabul eder, başkaları hakkında endişeli olurlar. Başka birinden hak ve hakikati duysalar, onu kabul etmek istemez, hemen karşısına çıkarlar. Münazara ederken birbirlerine girerler. Hatta hakkı hasmının dilinde duysa hemen çeşitli yollardan bile bile onu çürütmeye çalışırlar. Halbuki bu hal kâfir ve münafıkların vasfıdır. Nitekim Kur’an’da: ‘İnkâr edenler, bu Kur’an’ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın, belki galip gelirsi­niz, dediler.’ (Fussılet, 26) buyurulmuştur.”
Yaklaşık on asır öncesine ait bu tesbitler bugün için de doğru değil mi? Bunun sırrı şu: kibir ve benlik her yerde, her zamanda aynı.
BİR TEVAZU ÖRNEĞİ
İmam-ı Gazalî k.s. Hazretleri’ni dinlemeye devam edlim:
“Halbuki ilim, insanın emniyette olmasını değil, Allah’tan korkusunu, tevazu ve huşuunu artırır. Alimin, ilim nimetinin şükrünü ödeyemediğini ve bu ilim ile ne yaptığının sorguya çekileceğini düşünerek herkesi kendisinden hayırlı görmesi gerekir. Hz. Ömer r.a. gibi niceleri var ki, bir azap ayeti duydukları zaman yıkılıp gidiyor ve kendilerinden geçiyorlardı. Hz. Peygamber s.a.v.’in münafıklar listesinde acaba bende var mıyım diye kendilerini yiyip bitiriyorlardı. Bir gün halifeliği sırasında Hz. Ömer r.a., hutbeden kadınlara verilen mehir hususunda aşırıya gidilmemesini emrediyordu. Hutbeden indikten sonra bir kadın ayetle delil getirerek (Nisa, 20) buna itiraz etti. Bu haklı cevap karşısında,’Allahım beni affet. Bütün insanlar Ömer’den daha anlayışlı’ diyen Hz. Ömer, tekrar hutbeye çıkıp sözlerini düzeltti.”
"BENDEN LİYAKATLİSİ YOK DİYE DÜŞÜNDÜM"
Bir gün cemaate namaz kıldıran Hz. Huzeyfe r.a., selam verdikten sonra, “artık bundan sonra ya başka imam bulur veya namazınızı tek başınıza kılarsınız. Ben bir daha imamlık yapmam. Çünkü namaz kıldırırken aklımdan, bu cemaatte benden daha liyakatlisi yok, diye bir düşünce geçti. Bu ise kibir alametidir. Binaenaleyh bu vazifeyi bir daha yapmam” diyordu.
Bu hadiseyi anlatan İmam-ı Gazali k.s. Hazretleri şöyle devam ediyor:
“Yer yüzünde nerde bulursun öyle bir alim ki, onun ilmi kibrini kırmış ve tevazusunu artırmıştır. Böyleleri çok ender bulunur. Böyle bir zat zamanının ‘sıddîkı’dır. Onun ilim ve irfanından istifade şöyle dursun, mübarek simasına bakmak bile ibadettir. Ahlâkıyla ahlâklanabilmek ve bereketinden istifade etmek için Çin’de de böyle bir zat bilsek koşarak ona giderdik.”
Gazali’nin tasvir ettiği bu gibi zatları Çin’e kadar gitmeden bulabilen müminler, gerçekte Allahu Tealâ’nın kendilerine ikramda bulunduğu müminlerdir. Böyle bir nimeti bulanlar kadrini iyi bilmelidirler.
ALLAH MAHZUN KALPLERDEDİR
Müminin kalbi daima kırık ve mahzun olmalıdır. Çünkü Allahu Tealâ daima mahzun kalplerdedir. O, kendisine yalvaran, benliksiz, mütevazi müminleri sever. Evliyanın nisbeti böyleleri üzerine açılmış, mürşid-i kâmiller de hep onların arasından çıkmıştır.
Allah dostları kendilerini hep küçük görmüş, kibirden kaçınmışlardır. Bir Allah dostu yanındakilere evliyanın faziletinden bahsettikten sonra, “biz onların ayaklarının tozu bile olamayız.” demiştir. İşte büyüklerin tevazusu böyledir.
NEFSİNİ HAKİR GÖRMEK
Şah-ı Hazne k.s. Hazretleri, Gavs k.s. Hazretlerine yazdığı bir mektubunda, “insan, nefsini kâfirden dahi aşağı görmelidir” diyor. Gerçi mümin iman cihetiyle kâfirden üstündür, fakat son nefesinin ne olacağı belli değildir.
Ayrıca ahlâkı müslümana benzeyen bir kısım kâfirler var, ahlâkı kâfire benzeyen bir kısım müslümanlar da.
Bayezid-i Bistami k.s. Hazretleri şöyle buyurmaktadır: “Bir kimse müslümanlar arasında kendisinden daha şerli birinin olduğunu zannetse, o kimse kibirlidir.”
Yakinen ve samimi bir şekilde kendisinin herkesten aşağı olduğuna inanan kimse mütevazidir. Fakat başkalarının kusurlarıyla meşgul olan bir kimsenin kendi kusurlarını layıkı veçhile görmesi mümkün değildir. Hz. Peygamber s.a.v., “kendi nefsinin ayıbıyla meşgul olmaktan dolayı insanların ayıplarıyla ilgilenmeyen kimseye müjdeler olsun” (Mecmau’z-Zevaid) buyuruyor.
Aziz Mahmud Hüdayî k.s., bir gün Şeyhi Üftâde Hazretleri’ne sorar: “İnsanların hata ve kusurlarını görmekten kurtulamıyorum. Ne emredersiniz?” Hazret şöyle cevap verir: “Ben de aynı hususu şeyhime şikayet etmiştim. Bana, ‘herkesin iyi bir yönü vardır, insanların o yönüne bak’ diye emretmişti. Ondan sonra halkı kutup gibi görmeye başladım. Şimdi sen de bu dertten kurtulmak için hakir gördüğün kimsenin elini öp, Allah’ın izniyle kurtulursun.”
Görüldüğü gibi evliyaullah, kibirlerini kırmak için ciddi mücahede etmişlerdir. Üftâde Hazretleri’nin eski Bursa Kadısı olan müridi Hüdayî’ye sokaklarda ciğer sattırması da aynı hikmettendir.
Kuran-ı Kerim’de: “Yeryüzünde haksız yere kibirlenenleri ayetlerimi idrakten uzaklaştıracağım” (A’raf, 146) buyrulmaktadır. Yani gökyüzünden sağnak sağnak rahmet ve ilim yağsa, kibirli kimse hiçbir şey elde edemez.<!-- / message -->
Alıntı ile Cevapla