Konu Başlıkları: Fıkıh
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 04 Şubat 2008, 22:43   Mesaj No:14

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Fıkıh


Kanunlaştırma hareketinde İslâmî kanunların tasarılarını hazırlayanlar iki farklı yol takip etmişlerdir:
a) Bazı konularda diğer mezheblerden de
ictihadlar almakla beraber prensip olarak belli bir mezhebi kanun kalıbına sokmak, yahut kanunlaştırma işinde mezheb fıkhını temel almak.
Ülkenin resmi mezhebinin hanefi mezhebi olduğu, fetva ve kazada bu mezhebin esas alınacağı konusunda ilk fermanı Yavuz Sultan Selim çıkarmıştır, Mısır'ın fethini müteakip burada da dört mezheb kadısının hükmüne son verilmiş, Türk kadısı dört mezhebe göre hükmetmiştir.58 Resmi tek mezheb uygulaması asırlarca devam etmiş, ilk kanunlaştırma hareketini de etkilemşitir. Mecelle ve Mısır'da adliye veziri Kadir Paşa'nın, Mecelle gibi kullanılmak üzere hazırladığı Mürşidu'l-hayran (641 madde olup 1890) yılında Mısır hükümetince neşredilmiştir) bu usulün nisbeten eski örnekleridir. Ezher Üniversitesine bağlı bulunan İslâm Araştırmaları Enstitüsünde kurulan komisyon dört mezhebin fıkhını, her biri ayrı bir kanun mecmuasında olmak üzere kanun kalıbına sokarken bu yoldan yürümüştür. Aynı şekilde Pakistan İslâm Cumhuriyeti yönetimi, ceza, zekat, öşür, kısas ve diyet kanunlarını çıkarırken hanefi mezhebini esas alarak bu yolu izlemiştir. 1905 yılında Tunus'ta, Zeytuniyye Üniversitesinden bir ulema heyeti ile şer'iye mahkemesinden belli sayıda hakim, maliki mezhebine göre bir borçlar kanunu hazırlamışlar ve bu kanun 1906 yılından itibaren yürürlüğe konmuştur.
b) İslâm hukukunun bütün mezheblerini bir bütün kabul ederek her mezhebin amaca uygun hüküm ve ictihadlarını seçmek suretiyle kanun taslakları hazırlamak.
Mecelle'den sonra İslâm dünyasında başlayan uyanış hareketi Türkiye'yi de etkisi altına aldığı için 1917 de yapılan aile kanunu (Hukuk-ı aile kararnamesi) birden fazla mezhebin ictihadını ihtiva etmiştir. Mısır, Güney Yemen ve Sudan'da yapılan kanunlarda da59 bu yol takip edilmiştir. Ancak bu kanunların çoğu acele ile hazırlandığı, gerekli ilmi araştırmalara dayanmadığı, kanun tekniğine göre eksikleri bulunduğu ve kapsayıcı bir bakış açısı içinde bütün İslâm hukukunu ihtiva edemediği için yürürlüğe konduktan bir müddet sonra yeniden ele alınmaları gerekmiş, önemli tadillere ve eklere ihtiyaç hasıl olmuştur.
2. Bir zamanlar örfen yasaklanmış gibi kabul edilen, ancak gerçek İslâm hukukunu öğrenmek ve ictihad melekesini elde etmek için görülmesi, okunması zaruri bulunan kitaplar tahkik ve neşredilmiştir. Şah Veliyullah, Şevkanî, İbn Teymiyye, İbnu'l-Kayyim, İbn Hazm, Şatıbî gibi alimler ile mezheb imamlarının ve müctehid öğrencilerinin eserleri bu kitapların başlıcalarıdır.
3. Çeşitli mezheblerin hükümlerini delilleri ile veya delilsiz olarak belli bir sistematik içinde toplayan kitaplar ile belli başlı fıkıh terimlerini ve hükümlerini alfabetik sırayla açıklayan ansiklopedi türünde eserler telif edilmiştir.
4. Üniversitelerde, akademilerde ve araştırma enstitülerinde, fıkıh tarihi, usul ve füru'un birçok konusu üzerinde, akademik çalışmalar yapılmıştır.
5. Batı'da olduğu kadar İslâm dünyasında da yaygın bulunan Batı hukuku mensuplarına İslâm hukukunu tanıtmak maksadıyla, Batı sistematiğinde İslâm hukuku kitapları yazılmış, iç (mezhebler arası) ve dış (yabancı hukuklarla) mukayeseler yapılmıştır.
6. Batılı araştırmacılar, önceleri sömürgecilik siyasetinin bir parçası ve aracı olarak İslâm araştırmalarına yönelmişler, bu arada İslâm hukukuna ait önemli kaynakları tercüme etmişler, sonra kısmen hasbî ve ilmî düşüncelerle bu ilim dalında telif makale ve kitaplar neşretmişler; bazı üniversitelerinde İslâm hukuku tedrisat ve araştırmalarına da yer vermişlerdir.60
7. Doğuda ve Batı'da İslâm hukuku konularına da programlarında yer veren ilmi kongre ve konferanslar tertip edilmiş, tebliğler ve tartışmalar kitaplaştırılmıştır.
Uygulama: Şeriat diye de ifade edilen fıkhın; yani İslâm'ın siyasî, iktisadî, hukukî hükümlerinin İslâm tarihi boyunca Müslüman fert ve toplumların hayatında uygulandığı tarihi bir vakıadır. Esas teşkilat, vergi, ceza, idare gibi kamu hukuku alanlarında İslâm'ın, bütün zaman ve mekanlarda bağlayıcı hükümleri ve talimatı az olduğu, bu alanlarda gerekli düzenlemelerin şûra yoluyla yapılması yöneticilere bırakıldığı için uygulama da buna göre olmuştur. Bu sahalarda hukukî düzenleme ve uygulamaların daha ziyade sultan iradesine ve kanunnamelere dayanması bazı hukuk tarihçilerini yanıltmış, kamu hukukunda laik bir uygulamanın bulunduğu zehabına kapılmalarına sebep olmuştur. Ancak ictihada bırakılan alanlarda, delillerden hareketle çıkarılan ve uygulanan hükümler ne kadar İslâmî ve şer'i (şeriat) ise, ülü'l-emrin ve şuranın ictihadına bırakılan konularda, bu makamların usulüne uygun ictihadları, Hz. Peygamber, Raşid halifeler ve sonraki yöneticilerin uygulamaları ile İslâm'ın gayesi ve genel hükümlerinden hareketle ürettikleri çözümler ve hükümler de o kadar şer'i ve dinidir.
Tanzimat'tan önceki aksaklıkları; yani uygulama ve düzenlemelerin İslâm'ın bağlayıcı hükümlerine ters düştüğü noktaları, şuurlu ve plânlı bir laikliğe temayül yerine siyasî ve şahsî sebeplere dayanan cüz'i ihmal ve sapışlar olarak değerlendirmek gerekir. Tarihte vukubulan en önemli sapış, hilafetin saltanata dönüştürülmesi ile gerçekleşmiş, bir daha da sapmayı düzeltmek mümkün olmamıştır. Osmanlılarda Tanzimat Fermanı ile başlayan tavizler dış baskılarla ve buna dayalı olarak zaruret kaidesiyle izah edilebilir. Bu dönemde de-Mithat Paşa, Ali Paşa, Fuad Paşa gibi bazı devlet ricali istisna edilirse- Osmanlı yönetiminde ve halkta İslâm hukukunu terketmek ve gayr-i müslim milletlerin hukukunu kısmen veya tamamen bunun yerine koymak düşüncesi yoktur. Cumhuriyetle gelen köktenci laiklik uygulamasına kadar Osmanlılarda hukuk, genel olarak İslâmidir; fermanlarda, Kanun-i Esasî'de, muhakeme usulünde, tazir cezalarında ve bazı hususi hukuk kanunlarında yabancılardan yapılan iktibaslar ya zarurete, yahut da İslâm'a uygunluk düşüncesine dayandırılmıştır. Bu cümleden olarak 1876'da birinci meşrutiyetle birlikte ilan edilen Kanun-i Esasî, Fransa ve Belçika esas teşkilat kanunlarından mülhemdir, 12 fasıl, 119 maddeden oluşan bu kanun, 7, 11, 27, 64 ve 87. maddelerinde devletin dinî yapısını teyit etmekte, bu arada padişaha geniş salahiyetler vermektedir. Sultan Abdulmecid devrine kadar çıkarılan ceza kanunları yerli ve İslâmidir, had ve kısas dışında kalan suçları ve cezaları tanzim etmek maksadıyla çıkarılmştır. Abdulmecit zamanında çıkarılan üç ceza kanunundan ilk ikisi (1840, 1851 tarihli olanlar) de aynı mahiyettedir. 1810 tarihli üçüncü kanun ise Fransız ceza kanunundan tercüme edilerek alınmış ve kısmen tadil edilmiştir. 1861 tarihli usul-i muhakeme-i ticaret ve 1880 tarihli usul-i muhakeme-i hukukıyye kanunları, Fransız usul kanunlarından alınmıştır. 1879 tarihli usul-i muhakeme-i cezaiyye kanunu da yine Fransız usul kanununun tadil edilmiş bir tercümesidir. 1850 tarihli ticaret kanunu, Fransa ticaret kanununun tecrümesidir. 1864 tarihli Kanunname-i ticaret-i bahriyye ise Fransa kanunu esas alınmak kaydıyla diğer denizci milletlerin ilgili kanunlarından da istifade edilerek yapılmıştır. Tımar sisteminin kaldırılmasından sonra çıkarılan 1858 tarihli 132 maddelik arazi kanunnamesi yerli ve İslâmî bir kanundur. Türkiye, Cumhuriyet döneminde laiklik ilkesini kabul ederek hukukî hayatın din ile ilişkisini tamamen koparmıştır. Halkı Müslüman olan diğer İslâm ülkelerinin çoğu, anayasalarında ve kanunlarında İslâm'a bağlılıklarını dile getirmektedirler. Devletin İslâmî ilkelere bağlılığı Fas, Tunus, Moritanya, Yemen, İran, Sudan, Afganistan, Pakistan anayasalarında açıklanmaktadır. Mısır (1948), Suriye (1949), Irak (1951 medenî kanunları hakimlere, boşlukları İslâmî esaslara göre doldurma talimatını vermektedir. Endonezya anayasası kurumların ve kanunların İslâm'a uygunluğunu sağlayacak bir usul getirmektedir.
Pozitif hukuk bakımından İslâm ülkelerini üç guruba ayırmak gerekir.
Birinci gurupta, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan eski sosyalist ülkeler vardır. Arnavutluk, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan ve Azerbaycan'da, Sovyetler Birliği dağılmadan önce bu birliğin laik ve ateist temele dayanan hukuku uygulanıyordu. Bu devletlerden bağımsızlıklarını ilan edenler eski sistemi bu arada hukuku milli bünyelerine uydurma çabası içindedirler.
İkinci gurupta, modernizmden daha az etkilenen ve nisbeten kapalı bir rejim sürdüren ülkeler vardır: Suudi Arabistan, Yemen, Umman ve Maskat, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Afganistan, Pakistan, Sudan, İran bu gurubun tipik örnekleridir. Bu ülkeler teorik olarak İslâm hukukunu uygulamaktadırlar, pratikte -İslâm'a uygunluğu düşüncesiyle- geniş ölçüde örf ve adete dayanan hükümlere de yer vermektedirler.
Üçüncü gurup içinde yer alan İslâm ülkelerinde İslâm hukuku, hukukun belli alanlarında (daha ziyade şahsın hukuku, aile, miras, vakıflar) uygulanmaktadır, diğer alanlarda ise Batı kaynaklı kanunlar yürürlüğe konmuştur. Bu ülkelerde uygulanan Batı kaynaklı hukuklar, eski sömürge ilişkileri sebebiyle birbirinden farklıdır. Hindistan, Malezya, Bengal ve Kuzey Nijerya'da Common law, Afrika'nın kuzeyindeki Fransız dili ülkelerinde Fransız hukuku, Endonezya'da Hollanda hukuku iktibas kaynağı olmaktadır. Mısır, Irak, Suriye ve 1970 den önceki Sudan'da iktibas edilen yabancı hukuklar, siyasî ve ideolojik ilişkilere göre değişmiş, daha ziyade Fransız, bazen İngiliz ve Sovyet hukuklarının etkisi altında kalınmıştır. Mısır'da son yirmi yıldan beri bütün hukukun İslâmlaştırılmasını isteyenler (mesela İhvan hareketi) ile modernistler arasında demokratik yoldan yoğun bir mücadele sürmektedir.
Bu gurup içinden Sudan'ın, hukukun İslâmileştirilmesi bakımından özelliği vardır. Bu ülkede, 1956 yılında bağımsızlığını ilan edinceye kadar -son müstemlekeci devlet- İngiltere'nin hukuku uygulanıyordu. Bu hukuk yazılı kanunlardan ziyade mahkeme ictihadlarına dayandığı için usulüne göre yapılmış kanunlar oldukça azdı. 1973 yılına kadar süren mücadele sonunda İslâmî anayasa kabul edildi; anayasanın İslâmî nitelikle ilgili maddesi hayli tartışıldıktan sonra şu şekli aldı: "İslâm hukuku ve örf yasamanın iki temel kaynağıdır, gayr-i müslimlerin ahval-i şahsiyyeleri özel kanunlarla düzenlenir."
Bir başka maddesi de hakimin boşlukları, sırayla şu kaynaklara başvurarak dolduracağını âmir idi: "İslâm fıkhı (şeriatı), mahkeme ictihadları, örf, adalet ve vicdan". 1974 yılında çıkarılan "akitler, bey' ve vekalet" kanunları yine büyük ölçüde İngiliz hukukunun izlerini taşıyordu. İslâmcıların ısrarlı talepleri ve arka arkaya gelen ihtilallerin sonuncusu olan 1989 askerî hareketi ile yönetim, ülkeyi bütünüyle İslâmlaştırmak isteyenlerin eline geçti, İslâmcılar ekonomi, eğitim, iletişim ve hukuk alanlarında önemli İslâmlaştırma faaliyetlerine giriştiler, bu arada çıkarılan 1991 tarihli ceza kanunu, el-Ezher, Arap Birliği, Birleşik Emirlikler, Pakistan ve Mısır'da hazırlanan tasarılardan istifade edilerek hazırlandı, çağın ihtiyaçları ve gerekleri göz önüne alındı, çevreye ve ferdi hürriyete tecavüz ve terörle ilgili maddeler kondu, hapis ve kırbaç cezaları azaltıldı, had cezalarını düşüren bütün unsurlara yer verildi, ceza takdirinde hakimin salahiyeti asgariye indirildi, Güney halkı -inançları farklı olduğu için- şer'i had cezaları dışında tutuldu. Bu kanundan sonra aynı mahiyet ve vasıfta olmak üzere ahval-i şahsiyye ve borçlar kanunlarının hazırlanmasına girişildi.61
Geleceği: Fıkhın geleceği konusunda yerli ve yabancı yazarları kötümserler ve iyimserler olarak ikiye ayırmak gerekiyor.
Birinci guruba göre -ki bunların sayısı gittikçe azalmaktadır- fıkıh devrini doldurmuştur, onun değeri yalnızca kültür tarihi ile ilgilidir, İslâm ülkeleri giderek modernleşecek, dünya ile bütünleşecek ve dine dayalı hukuku terkedeceklerdir; suyu tersine akıtmak mümkün değildir. İlk şarkıyatçılar, Cumhuriyet döneminden sonra bizde bazı hukuk tarihçileri fıkıh için böyle bir geleceği öngörmüşlerdir, ancak gelişmeler bu tahminin tutmayacağını göstermektedir.
İkinci gurupta yer alanlara göre kanun yapma ve uygulamada bir kaynak olarak fıkhın hayatiyetini koruyup koruyamayacağı konusunda şimdilik bir şey söylenemez; bu, ictihad kapısının açılmasına ve yeni ictimaî ve iktisadî icaplara cevap verilmesine bağlıdır, ancak mukayeseli hukuk araştırmalarında ve milli hukuk tarihinin yazımında fıkıh önemini daima koruyacaktır.62 Batılılaşma yolundaki İslâm ülkelerinde kaydedilen gelişmeler ne denli önemli olursa olsun İslâm hukukunun, dünyadaki büyük hukuk sistemleri arasındaki yerini kaybedeceğiz, izlerinin silineceği düşüncesinden uzak durmak gerekir. Zaten önümüzde İran ve Pakistan gibi (buna şimdi Sudan'ı da katmak gerekir) tekrar İslâmlaşmayı ön plâna getirerek, Kur'an hükümlerini uygulamayı hedef alan ülkeler bile mevcuttur. İslâm araştırmacıları sürekli İslâm geleneğinin gücünü hatırlatmaktadırlar. L. Milliot'a göre batılı kurumların iktibası konusunda ulaşılacak en son aşama, bu kurumların İslâmlaştırılması olacaktır.
Batı ülkelerinde bile hukukun uzun zaman, hatta kutsal olmadığı zamanlarda bile dokunulmaz bir şey olduğu inancının hüküm sürdüğü çabuk unutulmuştur. Fakat yine de ihtiyaçlar kendini duyurduğunda hukukun doğmatiğine zarar verilmeksizin gerekli çözümler bulunabilmiştir. Roma'da pretorların, İngiltere'de Şansölyenin müdahaleleri bu gelişmenin çarpıcı örnekleridir.
Durum İslâm hukukunda da farklı değildir. İslâm hukuku da temelde değiştirilmesi mümkün olmayan bir sistemdir; fakat bu hukuk örf ve adete, tarafların rızalarına, hatta iradeye mümkün olduğunca serbest bir alan bırakarak, kendine zarar gelmeksizin toplumun modernleşmesine imkân sağlayacak çözümlere cevap verebilmiştir. İyimser gurubun tahminlerinin doğru çıkacağını gösteren gelişmeler vardır. Bazı İslâm ülkeleri, Müslüman olmayan toplumlardan aldıkları kanunları tadil ederek kendi toplumlarının şartlarına uygun, ihtiyaçlarına cevap verir ve hakim bulunan değer hükümleri ile bağdaşır hale getirme teşebbüsünde bulundular. Bu işi yapmakla görevlendirilen komisyonlar istenen tadilatı yaparken fıkhın bazı ilkelerinden ve teorilerinden faydalandılar, bazı konulardaki hükümlerini kanun kalıbına soktular; bu "fıkhın kanunlaştırılması" dır. Ancak temel ilke ve felsefesi, dayandığı kavramlar ve tasavvurlar, hatta düzenlediği hükümler, getirdiği çözümler ve kullandığı bir kısım terimler bakımından bu kanunlar -bütün itibariyle- yine beşeri (vaz'i) kanunlar oldu. Bunun üzerine yeni bir çağrı başladı: "hukukun İslâmlaştırılması." Bu kavram İslâm hukukunun -daha önceki kanunlaştırmalarda görülen aksaklıklardan da kurtarılarak- kamil manada uygulanmasını, bundan çıkan ictihad fıkhının kanun kalıbına konulmasını ve toplumun bu uygulamaya hazırlanması için geniş çerçeveli çabalar sarfedilmesini ihtiva etmektedir. Yukarıda işaret edilen uygulamalar bu çabaların bir parçasını teşkil etmektedir, ayrıca bu amaca yönelik ilmî ve akademik çalışmalar vardır:
1. İslâm hukukunun üstünlük ve uygulanabilirlik vasıflarını ortaya koymak amacıyla mukayeseli araştırmalar yapacak fakülteler ve enstitüler kurulmuştur; Uganda ve Nijerya'da kurulan üniversiteler, İslâmabad ve Malayziya'da kurulan Milletlerarası İslâm Üniversiteleri, Afgan mücahidlerinin Pakistan-Peşaver'de kurdukları Davet ve Cihad Üniversitesi bu amaçla kurulan en yeni örneklerdir.
2. İslâm iktisadını hayata geçirebilmek için hem teorisini oluşturmaya, hem de yetişmiş insana ihtiyaç vardır; bu ihtiyacı karşılamak üzere Mekke'de Ümmü'l-Kura ve Riyad'da Muhammed b. Su'ud Üniversitelerinde İslâm iktisadı bölümleri, İslâmabad'daki üniversite bünyesinde de bir İslâm İktisad Fakültesi kurulmuştur; bu fakülte lisans ve lisans üstü öğretim yapmakta, mezunlar, Pakistan'da hukuk ve iktisadın İslâmlaştırılması programı içinde vazife görmektedirler.
3. İslâm hukuk ve iktisadı ile ilgili yeni meseleleri görüşüp çözümler ve hükümler üretmek, ihtiyaç duyan ülkelerin istifadesine sunulacak kanun taslakları hazırlamak, yeni İslâmî kurumları tasarlamak üzere araştırma merkezleri ve akademiler kurulmuştur; Mekke ve Cidde'deki Fıkıh Akademileri, el-Ezher'e bağlı İslâm Araştırmaları Akademisi ve İslâmabad'daki Üniversite'ye bağlı İslâm Akademisi, Küveyt'teki Zekat Araştırmaları Merkezi bu kurumların meşhur örnekleridir.
4. Yukarıda işaret edildiği üzere hemen bütün İslâm ülkelerinde ilgili ilmî ve akademik kurumlarda, ayrıca Batı'da bazı ilmi kurumlarda İslâm hukuku ile ilgili ödevler, master ve doktora tezleri, ilmî toplantılar yapılmakta, bunlar kitaplaştırılarak neşredilmektedir.
5. 1960'lı yıllarda Mısır'da başlayan İslâm bankacılığı denemesi, 1997 yılında Cidde'de kurulan İslâm Kalkınma Bankası ile amacına ulaşmış, bundan sonra hem İslâm ülkelerinde, hem de bazı Batı ülkelerinde İslâm bankaları kurulmuş, faiz dışında bir teşvik aracı (kâr ve zararda ortaklık) ile ekonomi ve ticaretin finansmanının mümkün olduğunu gösteren örnekler sunulmuştur.65 Onbeş asır önce insanların yaratılıştan hür, eşit ve bir takım hak ve yükümlülüklere ehil olduğunu dünyaya ilan eden bir sistemin hukuku olan fıkhın, yalnızca bu sistemin müminlerine değil, insanlığa sunacağı değerler vardır. Bu katkının gerçekleşmesi Müslümanların, yeniden ictihad çağını yaşamalarına bağlıdır.
Hayreddin Karaman


1. Tevbe: 9/122.
2. Buhari, İlim, 10, 20; Müslim, İmara, 175, Zekat, 98; 8, 14, 19; Ebu-Davud, Salat, 1.
3. Ebu-Davud, İlim, 10; Tirmizi, İlim,7.
4. Ebu-Davud, Feraiz, 1; İbn Sa'd, Tabakat, c. I, s. 346, 348, 350, 357, 368, 375, 378. İbn Sa'd, Hz. Peygamber hayatta iken ve vefatından sonra fetva veren sahabeden bahsederken fetva, fıkıh ve re'yi aynı manada; ilim kelimesini ise bazen özellikle ayet ve hadis bilgisi, bazen de her iki gurubu içine alan bilgi manasında kullanmıştır.
5. el-Fıkhu'l-Ebsat, Tahkiku -M. Zahid el-Kevseri, Kahire, 1368, s. 40.
6. Hatîb el-Bağdadî, v. 463/1071; el-Fakîh ve'l-mütefakkıh, Beyrut, 1980, c. I, s. 45; Tehanevi, Keşşaf, Mukaddime; Kevserî, a.g.e. s. 40).
7. H. Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, İst. 1986, c. I, s. 25-29.
8. A. Zeydan, el-Medhal, Bağdad, 1969, s. 89
9. Hamidullah, İslâmda Devlet İdaresi, İst. 1963, s. 55
10. Hacevi, el-Fikru's-Sâmî, Medine, 1396, c. I, s. 14.
11. M. Abdulhadi Sirac, Te'sîru'l-Fıkhi'l-İslâmî fi'l-kanûni'l-incilîzî, Dirâsât arabiyye, Pakistan, 1984, 3/7-22; John Makdisi, "An Inquiry into Islamic Influences during the Formative Period of the Common Law" Islamic Law and Jurisprudence, University of Washington Press, 1990, s. 135-146.
12. Yaakov Meron, Points de contact des droits juif et musulman, Studia Islamıca, Paris, 1984, LX, p. 83-117.
13. Prof. Dr. Y. Z. Kavakçı, Suriye-Roma Kodu ve İslâm Hukuku, Ankara, 1975.
14. F. Köprülü, İ. A. Fıkıh; İslâm ve Türk Hukuk Tarihi, İst. 1983, s. 16, 18 vd.
15. Schacht, İslâm Hukukuna Giriş, çev. Şener ve Dağ, Ankara, 1977, s. 18, 118.
16. R. David, Çağdaş Büyük Hukuk Sistemleri, Çev. Köteli, İst. 1985, s. 418, 424. Bu konudaki tartışmalar için bkz. A. İ. ve E. İ. fıkıh; Heyet, Hel li'l-Kanuni'r-Rûmî te'sîrun ale'l-fıkh, Beyrut, 1973; S. V. Fitzgerald, İslâm Hukukunun Roma Hukukundan İktibasta bulunduğu İddiası, çev. B. Umar, İ. Ü. Hukuk Fak. Mecmuası, XXIX/4, İst. 1964, s. 1128-1154; S. D. Goitein, İslâm Hukukunun Doğum Anı, çev. B. Davran, İslâm T. E. Dergisi, I/1-4 İst. 1954, s. 57-62; H.Karaman, M. İslâm Hukuku, c. I, s. 31-35).
17. Hacevi, el-Fikru's-sami, c. I, s. 26.
18. İ'lam, c. II, s. 245.
19. H. Karaman, İslâm Hukuk Tarihi, s. 78-104.
20. Örnekler için bak. H. Karaman, İslâm Hukukunda İctihad, Ankara 1975, s. 47-54.
21. Gazali, Menhûl, Dimaşk, 1980, s. 469-470; Şirazi, Tabakat, Beyrut 1970, s. 35-36; Süyuti, er-Raddu alâ men ahlede ile'l-ard, İskenderiyye, 1984, s. 187-190.
22. İbn Hacer, el-İsabe, c. I, s. 22; Hacevi, a.g.e., c. I, s. 278.
23. Şirazi, Tabakat, s. 39-40.
24. GAS, Hicazi terc., c.I/3, s. 3-7.
25. Ebu-Nu'aym, Hilye, Kahire, 1351/1931, c. II, s. 167; Süyûtî, Tarihu'l-hulefâ, s. 196; H. Karaman, İslâm Hukuk Tarihi, s. 163 vd.
26. İ'lamu'l-muvakkı'în, Kahire 1325, c.I, s. 26.
27. Sezgin, a.g.e., c.I/3, s.10-26.
28. İbn Teymiyye, Sıhhatü-Usuli-Ehli'l-Medine, Kahire, ts., s. 32.
29. el-Ümm, Kahire, 1329, c. VII, s. 250.
30. İbn Kuteybe, el-Ma'ârif, s. 219-230; Şah Veliyyullah, Huccetullah, c. I, s. 317.
31. İbn Kuteybe, a.g.e. 216.
32. İbn Kuteybe, a.g.e. (s. 37, 127, 142)
33. el-Milel ve'n-Nihal, Kahire 1948, c. I, s. 365-368.
34. Mukaddime, Beyrut, 1879, s. 390-391.
35. Süyuti, Tarihu'l-hulefa, s. 261.
36. İbnu'n-Nedim, el-Fihrist, Kahire, 1348, s. 297-319.
37. Kevseri, Hüsnü't-Tekazi fi sirati'l-İmam Ebi-Yusuf el-Kadi, Kahire, 1948, s. 33; Büluğu'l-emani fi sirati'l-İmam Muhammed b. el-Hasen eş-Şeybani, Kahire, 1355, s. 67
38. İbnu'l-Kayyim, İ'lam, c. I, 40 vd., Şah Veliyyullah, İnsaf, Kahire, 1372, s. 7 vd.
39. Risale, İst. ts. s. 84.
40. İbnu's-Sübki, Tabakat, Kahire 1967, c.V, s. 77-90.
41. İ. A. Selçuklu mad. s. 403; İbn es-Sübki, Tabakât, c. III, s. 393; İbn el-Esir, el-Kamil, Beyrut, 1966, c. X, s. 31, 209.
42. Şa'rani, el-Mizan, Mısır, 1318, c.I, s. 32.
43. İhyâ, c. II, s. 49.
44. Örnekler için bkz. İbnü's-Sübki, Tabakât, c. V, s. 12-50, 209-218; İbnu'l-Esir, el-Kamil, c. X, s. 125 vd.
45. H. Karaman, İslâm Hukukunda İctihad, s. 180 vd.; İslâm Tarihinde Mezheb Kavgaları, İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri, c. II, s. 715-721.
46. Şah Veliyyullah, İnsaf, s. 29 vd.
47. İzmirli, İlm-i Hilaf, s. 8 vd.
48. H. İ. Hasen ve A. İ. Hasen, en-Nuzumu'l-İslâmiyye, Kahire, 1962, s. 273-290, 294; İ. A. Selçuklular mad., s. 400; Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilatına Medhal, s. 21, 132.
49. İ. A. Selçuklular ve Kanunname mad.; Tarih Dergisi, Mart. 1965, s. 178, 182-183; Köprülü, "Ortazaman Türk Hukuk Müesseseleri", Belleten, II, s. 39 vd.
50. H. Karaman, İslâm Hukuk Tarihi, s. 261 vd.
51. Hacevi, el-Fikru's-sami, c. II, s. 173.
52. Barkan, İ. A. Kanunname mad.
53. Prof. Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri, I-VIII, İst. 19.
54. İ. A. Mahkeme mad.
55. Ebu's-Su'ûd, Maruzat, Edebu'l-kadi bölümü.
56. S. Mahmassani, el-Evdâ'u't-teşrî'iyye, 4. B. Beyrut 1981, s. 246 vd.
57. Yazıların cilt ve sayfaları için bak. H. Karaman, İslâm Hukuk Tarihi. s. 315.
58. Mahmassani, a.g.e., s. 178.
59. S. Mahmassani, a.g.e., s. 182-185
60. Habashy Saba, "İntrodiction", İslâmic Law in the modern World -J.N.D. Anderson-New York, 1959, s. 16 vd.; Jackson Robert Houghwout, "Freword" Law in the Middle East -Khadduri Majid and Herbert J. Liebesny-London, 1955, c.I, s. 8 vd.; Keiser George Camp, "Background and Developmend of the Project" Law in the Middle East, London, 1955, c. I, s. 11 vd.
61. T. Zeynelabidin, Tatavvuru-Hareketi't-teşrî'i'l-İslâmî fi's-Sudan, İslâmabad, 1991, s. 3-16; Genel olarak İslâm ülkelerinde fıkhın uygulanması ile ilgili olarak bak. S. Mahmassani, a.g.e.; Rene David, Çağdaş Büyük Hukuk Sistemleri, trc. Argun Köteli, İst. 1985, s. 427 vd.; Bernard Botiveau, Loi İslâmique et Droit dans les Societes Arabes, Paris 1993; H. Karaman, İslâm Hukuk Tarihi, s. 317-327 vd.
62. Köprülü, İslâm ve Türk Hukuk Tarihi, s. 276-277.
63. R. David, ag.esr., s. 441.
64. R. David, ag.esr. 4327-428.
65. Prof. Dr. Hasan Hamid, Hukukun Kanunlaşması ve İslâmlaşması -üçüncü genel İslâm Konferansına sunulan tebliğdir- Ahbaru'l-alemi'l-İslâmi, c. XXII, sa. 1048, 1049; H. Karaman, İslâm Hukuk Tarihi, s. 360 vd.<!-- / message --><!-- sig -->
Alıntı ile Cevapla