Konu Başlıkları: Allah'a dost olmak
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 17 Kasım 2011, 13:03   Mesaj No:3

YaŞuHa

Medineweb Emekdarı
YaŞuHa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:YaŞuHa isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13867
Üyelik T.: 24 Mayıs 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:
Yaş:31
Mesaj: 1.005
Konular: 399
Beğenildi:29
Beğendi:5
Takdirleri:53
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Allah'a dost olmak

Allaha'a dost olmak
Bismillahi teala
Ey iman edenler, Allah’tan korkun ve doğrularla olun!” (Tevbe/119)
“O gün, muttakiler dışında, dostlar birbirine düşmandır.” (Zuhruf/67)
Ömür mühletinin ecelle noktalandığı fani dünya hayatının kendisi gibi, bütün dostlukları geçici ve bağlılıkları nisbidir. Mutlak ayrılık ve sonsuzluk kapısı olan ölüm anında en yakındakiler bile yabancı, bütün akrabalıklar ve dostluklar şekli ve itibaridir! Önce de sonra da insanı hiç terketmeyen, bir lahza bile gaflete düşmeyen gerçek dost sadece Allahu Teala; diğer dostluklar ise tamamen izafi ve mecazidir!
“İşte burada yardım ve dostluk, Hak olan Allah’a mahsustur. Mükafatı en iyi olan O, en güzel akıbeti veren de yine O’dur.” (Kehf/44)
O halde gerçek dostluğun mecazi ve nisbi bir yansıması olan fani dostluklar yalnızca ebedi dostluğa matuf olmalı, Allah için ve kişiyi ilahi rızaya ulaştırıcı birer vesile kılınmalı; dünya hayatının imtihanlarında yardımlaşma esasına dayanmalıdır. Zira dünya hayatında “Allah’a doğru” olmayan bütün dostluklar, ahirette pişmanlık sebebi olacak; Allah için olmayan her dostluk, Allah’tan uzaklaştırıcı, “ilahi gayeden” saptırıcıdır!
Hz. Peygamber (s.a.v.) “kişi sevdiği ile beraberdir...” buyurmuş, sevgi ve dostluğun içiçe olduğunu haber vermiştir. İnsan dostlukta bulunduğu kişinin iyi veya kötü huylarından etkilenir, az çok ondan bir şeyler edinir. Çünkü dostluğun hissi mayası olan ülfet mutlaka bir takım müştereklikler üzerine kurulur. Arada ünsiyete köprü olacak hiçbir müştereklik bulunmadan dostluğun oluşması imkansızdır. Bazen bir tek müşterek noktada başlayan dostluk, zamanla gelişmeye ve aynileşmeye dönüşür. Giderek taraflar birbirinden etkilenmeye, yönelişleri, zevkleri, huy, istek ve davranışları benzeşmeye başlar.
Başka bir rivavette; “kişi arkadaşının dini üzerinedir” buyrulmuş, dostluk ve yakınlığın din kardeşliğinden ayrı olamayacağı, dostluğun kaçınılmaz neticesi olan ülfet ve ünsiyetin dini etkilenmeye neden olacağı zımnen ifade olunmuştur. Her konuda “benzeşme ve aynileşme”, dostluğun kaçınılmaz neticesi olduğuna göre, kişi kiminle arkadaşlık ettiğine dikkat etmeli, ahirette pişmanlık sebebi olacak dostluklardan şiddetle çekinmelidir! Zira arkadaşlık ettiği kimseder pek çok şey alacak, arada hukuk ve yakınlık oluşacak, taraflar birbirlerinin huy ve davranışlarından az veya çok müteessir olacaktır.
Ey iman edenler, sakın mü’minlerin dışında kafirleri dostlar edinmeyin!” (Nisa/144)
Eğer imana karşılık, küfrü sevip tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi sakın dostlar edinmeyin!” (Tevbe/23)
Sizin dostunuz ancak Allah, Rasulu ve mü’minlerdir.” (Maide/55)
Dostluk ve yakınlığın manevi ifadesi olan “ülfet ve ünsiyet”, zıtlıkları izale ederek aynileşmeyi sağlar; aynileşme sonucu, giderek uzaklıklar her konuda yakınlaşmaya ve aykırılıklar bir potada erimeye başlar. “Sadıklarla birlikte olan” onların ahlak ve adabını kazanır; kaziblerle birlikte olan da onların yalan ve sahtekarlığına boyanır! Neticede herkes yanında olduğu ve yakınlık duyduğu kimselerin yaşayış ve davranışlarından bir şeyler alır! Zira ruhların birbirini etkilemesi ve birbirinden etkilenmesi ayni bir hakikattir.
İnsan yaradılış itibariyle hem “etkileyen” hem de kolayca “etkilenebilen”dir. Bir zaman içinde bulunduğu şartlardan ve dostlukta bulunduğu insanlardan etkilenir, bazen de şartları ve dostlukta bulunduğu kimseleri etkileyebilir. Zaten karşılıklı bir etkileme ve etkilenme olmaksızın dostluktan bahsetmenin imkanı yoktur! (Kişi her halukarda sevdiği kimseden etkilenir; bilahare etkilendiği kimsenin huy ve davranışlarını benimsemeye, dolayısıyla ona benzemeye başlar.)
İlminden ve manevi feyzinden istifade edeceği kişiyle dostluk; ona hürmet ve hizmettir. Kişinin kendinden küçük olanlarla dostluğu, himaye ve şefkattir. Hemseviye olanlar arasında ise dostluk; birbirinin hukukuna sadakat ve dostlukta refakattir.
Bir insanın dostlukta bulunabilmesi ve başkalarını sevebilmesi için, herkesten önce kendi kendisiyle dost olabilmesi ve kendisiyle barışık olması gerekir. Haddizatında en zor dostluk, kişinin kendisiyle olan dostluğudur. Uzletle ünsiyet edemeyen ve bir gün bile kendi ruhuyla yalnız kalmaya sabredemeyen kimsenin, kendisiyile barışık olma iddiası yalan, sözleri çelişki dolu birer hayaldir!
Ruhuyla barışmak ve kendisiyle dost olmak, zor değil, sadece yeterince samimi olmaya, hata ve kusurlarını kabul edip, kendi nefsini arındırmaya ve vicdanını uyandırmaya bağlıdır. Arınmaya doğru atılan her kararlı adım, kişiyi hevai arzularından ve olumsuz duygularından giderek uzaklaştırır ve biraz daha kendisine yaklaştırır. Böylece kendisiyle dost olmayı başarabilen kimse, herkesten önce hayrı kendine ulaştırmış ve kendisiyle barışmış olur.
Kendisiyle dost olmak, vicdanın uyanmasına, nefsi tutkularının girdabından kurtulup ruhsal özgürlüğe kavuşmasına bağlıdır. Gerçek şu ki, nefsi hevanın boyunduruğundan kurtulmaksızın (ruh bütünlüğü) sağlanamaz! Dolayısıyla değil başkalarıyla, kendisiyle bile dost olamaz! Devamlı kendi vicdanıyla çatışma halinde yaşayan, nefsi arzularının esaretinde ruh bütünlüğü bozulmuş, iç dünyası tarumar olmuştur!
Haddi zatında süfli tutkuların ve bir takım alışkanlıkların toplamı demek olan nefis, sadece kendisini sever, daima kendi arzu ve isteklerini tercih eder. Nefsin tabiatında bencillik ve kendini beğenmişlik vardır. İnsan nefsini fucurundan arındırmadıkça, kendi ruhuna bile dost olamaz ki başkalarıyla dost olabilsin. Zira dostluk, nefsi arzularından feragat ve dostu için fedakarlıkta bulunmaktadır.
O halde kişi ancak arınmışlığı nisbetinde dost olabilir; ancak yeteri kadar arınmış ve fucur duygularından, nefsani arzu ve tutkularından uzaklaşmış olanlar gerçekten fedakarlıkta bulunabilir. Nefsi arzularının kölesi ve süfli alışkanlıklarının esiri olanlar hayırdan uzak, hayır da onlardan mesafelerce uzaktır!
Hayırsız dostluktan uzak durmalı, kendisine bile hayrı olmayanlarla yakınlıktan şiddetle kaçınmalıdır. Dostluklar yalansız, riyasız ve içten olmalı, feragat ve fedakarlık temeli üzerine kurulmalıdır. Gafil ve cahillerle ünsiyet eden, giderek onların cehalet karanlığına bürünmeye, onların ahlak ve karakterinden etkilenmeye başlar. Artık onlar gibi yaşamaya, onlar gibi düşünmeye, onlar gibi konuşmaya, onlarla aynı noktada buluşmaya başlar. Dostlukta aynileşme nihayetinde kişiyi dostlarıyla bütünleşmeye sevkeder.
Kişiye Rabbini hatırlatmayan, takva, huşu, hayır ve salaha mebni olmayan her dostluk, şerre ve nedamete sürükler! Allah için olmayan dostluklar, kıyamet günü sonsuz bir hasretliğe ve amansız bir pişmanlığa dönüşecek ve kişi şöyle diyecektir;
“Nihayet yanımıza geldiklerinde arkadaşına şöyle der; “keşke seninle benim aramda doğu ile batı arası kadar bir uzaklık olsaydı. Sen ne kötü bir arkadaşmışsın.” Kötülükte ortak olduğunuz gibi azabta da ortaksınız. Artık pişmanlık fayda vermeyecektir.” (Zuhruf/38)
Rahmani dostluklar kişiyi, hakka, doğruluğa, zikre ve takvaya yöneltir. fieytani dostluklar ise, kötülüğe, zulme, Allah’a isyana ve her türlü günaha götürür. Kişi dostunun dininden ayrı olamaz; Zira dostluk din beraberliğini de gerektirir. “İnanmayanları sakın dostlar edinmeyin!” diye emredilmiş, hak din üzere olmayanlarla dostluk şiddetle nehyedilmiştir.
Takva üzere dostluk, kişiyi takva ve veraya, facirle dostluk; kişiyi, günaha ve fısku fucura götürür. Dostluk bir boya kabı gibidir; içine giren, mutlaka onun boyasından etkilenir. Dostlukta bulunup da, dostundan bir huy ve haslet edinmeyen, az veya çok dostuna benzemeyen yok gibidir.
(O kadar ki, kişi sadece birlikte yemek yediği kimselerin bile huy ve ahlakından bile kolayca etkilenir!)
Ne üzerine olursa olsun nihayetinde, “dostluk” bir paylaşma, ilgilerde benzeşme, değerlerde bütünleşme, paydalarda bölüşme, huy ve davranışlarda giderek aynileşmedir. Bazen bu yakınlık öyle bir dereceye varır ki, dostların düşünceleri bile birbirine benzemeye, yaşayışları neredeyse tek bir insan gibi aynileşmeye başlar.
(Dostluk potası içinde paylaşılan bir şey önce garipsense bile zamanla meşrulaşarak kolayca benimsenir!)
Samimi bir dostluk, aykırılıkları süratle eriten güçlü bir ülfet potasıdır; ikilikler ve çelişkiler zamanla erimeye, huylar tekliğe ve ayniliğe dönüşmeye başlar. Dostluk potasının eritemediği ayrılıklar ve zıdlık oluşturan aykırıklar nihayet dostluğun parçalanmasına ve kopmasına yol açar.

Zira dostlukta ayrılığa ve aykırılığa yer yoktur. Dostlardan hangisinin potası daha güçlü ve ölçülü ise, diğerindeki aykırılıkları eritecek, nihayet onu kendisine benzetecektir.
Ahiret gayesinde maksada ulaşmak için yola çıkmış ama henüz yeteri kadar değerlerini pekiştirememiş mâna yolcularına dostluk ve ihtilat tavsiye edilmez, onlar için gereken (uzletle ünsiyet,) yani yalnızlık potasında değerlerini yoğurup maya kıvamına gelinceye kadar olgunlaşmaktır. Zira ihtilat, kalabılık içinde erimeye ve giderek değerlerini yitirmeye neden olur. Kendi değerleriyle et ve kemik gibi bütünleşememiş, başkalarından etkilenmeyecek, en azından zarar görmeyecek kadar güçlenmemiş, bu manada şahsiyetini bulamamış olanların, sayir insanlarla ihtilat etmeleri helak sebebi olabilir.
Allah için insanları uyaracak ve bunun sonucuna katlanamayacak kadar zayıf şahsiyetli olanların insanlarla dostlukta bulunmaları onlar için tam bir afettir. Böyle dostluklar “Allah için” olmaktan uzak, kişi için manevi facialara yol açacak kadar tehlikelidir. Zira kendi şahsiyetini ve değerlerini koruyamayan kimsenin insanlara karışması, onlara benzemesine; onların cahili değerleriyle aynileşmesine ve silinip gitmesine neden olur.
Gerçek dostluk; Allah için sevmek, Allah için nasihat etmek, gerektiğinde Allah için kızıp yüz çevirmektir. Dostluk, aynı zamanda kendi nefsinden feragat ve dostu için fedakarlıkta bulunmaktır. Ama mesele Allah’ın hukukuna geldiği zaman, feragat, fedakarlık ve taviz, kişiyi dininden bile edebilir! Allah için dostlukta; Allah’ın hakkına riayet, Allah’a davet, Allah’ın dinine hizmet, Allah için yardım ve ünsiyet vardır.
Yani kişi, Allah için dostluk ettiği kimseyle, hayra çağırmada, Hakka yönelmede ve kötülüklerden sakınmada yardımlaşmalı, dostluklar; “İyilik ve takva üzere yardımlaşın; günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın! Allah’tan korkun, çünkü Allah’ın cezası şiddetlidir!” (Maide/2) hükmüne mebni olmalıdır.
Allah için dostluk, Allah’a doğru ve Allah’a yaklaştırıcı olmalı; iyilikleri artırıp, günahlardan sakındırmalı, imtihan vadilerinden geçerken dostlar birbirinin elinden tutmalı, takvaya doğru yardımlaşmalıdır. Her halukarda dostluk, takvaya çağrı, nasihat ve uyarı olmalı; birine musibet isabet ettiğinde, derhal diğerini yanında bulmalıdır. Halk arasında kara günler diye tabir edilen, zorluk, sıkıntı, darlık ve ızdırap günleri, dostlukların sınama ve beraberliklerin teraziye vurulma zamanıdır!
Tekellüfsüz dostluğuyla tanınan “Zûnnun’a birisi, (kiminle dost olayım?) diye sormuş; Zunnûn da ona, “hastalandığın zaman ziyaretine gelen ve günah işlediğinde senin için istiğfar eden kimselerle... O kimselerle dost ol ki, Allahu Teala’nın sende mevcud olduğunu bildiği şeyi, kendilerinden gizlemeye ihtiyaç duymayasın...” demiş.
Cenabı Hak, kulunda olan her türlü noksan, kusur ve ayıbı bilir de yine de ondan yüz çevirmez. Eğer tövbe istiğfar ederse kulunun günahlarını örter ve onları başkalarının gözünden gizler. Kul, yüz çevirip gitmedikçe kulunu sebeblere terketmez. Kul vefasızlık ettiği halde, Rabbi onun rızkını kesmez!
Yani öyle kimseyle dost olmalısın ki, senin her türlü, kusur, ayıp ve noksanını, yalnızca seninle Rabbin arasında kalan hallerini ve günahlarını günün birinde öğrense bile, onları başkalarına ifşa etmesin; senin sırrını muhafaza etmede toprak gibi ketum, kayalar gibi çetin olsun! Sende bulunan, insanların hoşlanmayacağı özel bir haline vakıf olduğunda senden yüz çevirip düşmanlık etmesin!
İnsan, “ya göründüğü gibi olmalı; veya olduğu gibi görünmeli...” Taşımadığı bir sıfatla anılmaktan, olmadığı bir makama konulmaktan, bilmediği bir şeyle sorumlu tutulmaktan şiddetle sakınmalı! Hiçbir zaman yalan üzerine dostluk, aldatma üzerine beraberlik ve entrika üzerine yakınlık kurulmaz. Yalan üzerine kurulan hiçbir dostluk sürekli olamaz! Suyun üzerine yazılan yazı gibi, yalan üzerine inşaa edilen dostluklar da asla payidar olamaz!
İnsan nasıl olursa olsun, yeterki olduğu gibi görünsün, olduğundan farklı bir kişiliğe, gerçekliği olmayan yapay bir kimliğe bürünmesin! Zira “olduğu gibi görünen kişiden”, kolay kolay bir zarar gelmez; dostluğunda sadık, sohbetinde riyasız ve tavırlarında tekellüfsüz olur.
Dostlukta sırların deşilmesi, ayıp, kusur ve noksanlıkların teker teker keşfedilmesi kaçınılmazdır! İnsanlar birbirine yaklaşıp, arada ünsiyet ve ülfet arttıkça, sırlar dermeyan olur, duvarlar kalkar, her türlü haller bir bir ortaya çıkar! Zaman gelir, dostun seni senden daha çok tanımaya, senin unuttuğun şeyleri sana hatırlatmaya başlar. Öyle ki senin söyleyip de unutup gittiğin nice şeyler, bir zaman gelir, umulmadık yerde karşına çıkar.
Hele sevgiler nefrete, yakınlıklar uzaklığa, beraberlikler ayrılığa ve dostluklar düşmanlığa dönüştüğü zaman, sırların paçavra gibi ortaya atılması, sevgilerin ihanet pazarına çıkarılması çoğu kez vukuu bulur. Dostluğunu bitirdiği halde, sırrını ifşa etmeyen çok az bulunur!
Sır, insan için taşınması en zor yüklerden biridir; o halde sırrını tevdi edeceğin, ayrıca sırrını taşıyacağın dostunu çok iyi tanımalı, yarın ahiret günü pişmanlığa neden olacak veya seni Rabbinden alıkoyacak dostlarla birlikte olmamalısın!
Dost olmak; bir anlamda insan yükü taşımak, bütün zaaf ve kusurlarıyla insanla birlikte olmak, ondan gelebilecek her türlü maddi ve manevi tehlikeleri peşinen göze almaktır. Takvaya olduğu kadar fucura da meyilli bir nefis taşıyan insanla dostluk nereden bakılırsa bakılsın, tehlike ve risklerle içiçe, insan olmanın bütün imtihanlarıyla birliktedir!
Fucur duygularından uzak olmayan, çoğu zaman kendine bile hayrı dokunmayan insanla dostluk elbette zordur. Zira insanlar ekseriyetle haris ve vefasız; dostlukta sadakatsiz ve devamsızdır. Samanlıkta yitik bir iğneyi bulmak, dostlukta vefa göstereni bulmaktan belki daha kolaydır. Doğrusu saymaktan aciz olduğumuz şu kadar nimetlerine rağmen Rabbine karşı vefada kusur eden insan, kendisi gibi bir insana ne kadar vefa gösterebilir?!
İnsanın vefasızlığı fucurundan, olumsuz alışkanlık ve nefsi tutkularına olan bağımlılığındandır. Vicdanından uzak, nefsi arzularının boyunduruğunda yaşayan hiçbir insandan vefa beklenemez. Çünkü vefa, tutkularından feragat, istek ve arzularından fedakarlıkta bulunmaktır. Olumsuz duygularla mülevves, nefsi hevasıyla yaşayan bir kimse, ne kendisine ne başkalarına dost olabilir; kendini beğenmiş, takva, vera ve muhabbetten yüz çevirmiştir!
Allah için dostluk, Allah için birbirini sevmek, Allah için ünsiyet etmek ve dostluğu Allah yolunda cihada, sabır ve sebata vesile etmektir. İmam Kuşeyri, Ebu Bekr Temestani’nin şu sözünü nakleder; “Allah ile dostluk ediniz. Eğer buna gücünüz yetmezse, Allah ile dostluk eden velilerle dostluk ediniz ki, onların sohbetindeki feyz ve bereket sizi Aziz ve Celil olan Allah ile dostluk mertebesine yükseltsin.”
Doğrusu Allah için olmayan her dostluk seni Allah’tan uzaklaştıracak, kalbine masiva sevgilerini dolduracak, sonra da Allah Teala, o dostunu senin başına bela kılacaktır! Çünkü kalbler Allah’ın elindedir. Kalblere sevgi ve ünsiyeti yerleştiren Cenab-ı Haktır. Allah için olmayan her dostluk, gizli öfke ve nefsani isteklerle içiçe, acı, ızdırap ve pişmanlıklarla yüzyüzedir!
Esasen nefsin hiçbir arzusu yoktur ki, içinde gizli bir nefret ve hased tohumu saklı olmasın! Haddi aşan ve ifrata varan her türlü faydalanma, ruhta derin sıkıntı ve ızdıraplara, dolayısıyla nefret ve öfkelere yol açar. Kaldı ki, insan kendi nefsinin ihtiyacı aşan arzularından bile ruhen rahatsızlık duyarken, kendi dışında kalanların tutkularına olan bağımlılığından nasıl hoşlansın!
Nefsi arzulara doğru her türlü hırs ve tamah, gizli öfkelerle içiçe, çekişme, didişme ve bencilliklerle birliktedir. Bu yüzden arzuların istikametinde şekillenen her dostlukta peşinen nefret tohumları, hased ve bencillik tutkuları saklıdır! Ne ki, ortak paylaşım zorunluluğu bunları örtmekte, yapay sevgi gösterileriyle öfkeler nefsin kabuğunda gizlenmekte, ama şartlar değişip ortaklık bozulduğu an dostluklar parçalanıp süratle düşmanlığa dönüşmektedir!
Ancak nefsin mülevves arzularından arınmış dostluklarda ünsiyet ve ülfet vardır; Allah’a doğru giden yolda daimi bir sıcaklık ve içten gelen bir fedakarlık vardır. Allah’a doğru olan her dostlukta kalbleri kuşatan bir sevgi, muhabbet ve ilgi vardır. Her halukarda kalblere sevgi bahşeden Cenab-ı Hak’dır. Allah-u Teala, kalblere sevgi bahşetmezse, bütün dünyayı dostun için feda etsen bile, kendini ona sevdiremezsin. Belki yüzüne karşı sevgi sözleri söyler, arkandan seni çekiştirir, bilemezsin! Kalbinde olmayanı söyleyerek seni aldatır, senin iyi niyetlerini suistimal ederek, kendisine çıkar sağlamaya çalışır.
Nefsi arzuların yolunu tutanlar, günah ve fısk-u fucurda dostluk edenler, çok kısa bir zaman sonra birbirlerine düşerler, asla birbirlerini sevemez, başarılarını çekemezler! İhtirasları kin ve öfkeye, menfaatleri çekişme ve didişmeye neden olur! Birbirini fıska teşvik edenlerin dostluğunda ne sevgi vardır, ne saygı; ne yakınlık vardır ve fedakarlık! Ülfetten uzak, kalbler birbirinden kopuk, duygular karmakarışık, yürekler bölük pörçüktür! Zaten takva üzere olmayan dostluklarda Allah-u Teala, kalblerden sevgiyi söküp alır, fıskta ortak olanları düşmanlık ve hasedleriyle başbaşa bırakır!
Dünyalık geçici maslahatlara ve nefsi menfaatlere dayalı dostluklar, köksüz ağaçlar gibidir; hayatın en küçük rüzgarlarında bil kolayca yıkılır gider! Geride ne dostluk kalır ne eser! İçinde nefsi arzuların, dünyalık tutkuların olduğu bir dostluk olsun da ihtiraslar, hasedler, gizli nefret ve öfkeler olmasın, bu ne mümkün! Zira nefis, kendinden başkasını sevemez, her şeyi kendisi için ister; içine nefsi arzuların karıştığı bir dostluktan asla hayır gelmez!
Nefsi arzulardan arınmış ve Allah’a adanmış dostlukların dışında hiçbir dostlukta hayır yoktur; böyle dostluklar dar anlarda ve ortak menfaatlerin bittiği zamanlarda hemen düşmanlığa dönüşür; sırlar ortalığa dökülür ve iftiralar bile görülür.
O halde dostluğun ölçüsü; “Allah için olmak” kaydını taşımalı, “Allah’a ulaştırıcı veya Allah’ı hatırlatıcı” olmalıdır! Öyle kimseyle dost olmalısın ki, kendisini gördüğünde, Hakkı hatırlamalı ve Allah’a daha çok bağlanmalısın. Seni günah işlediğinde, engellemeli, sevaba ve hayra teşvik etmeli, her halukarda senin elinden tutup Hakka çekip götürmelidir. Sadıklarla birlikte olmanın en açık anlamı bu olsa gerekir. Sadık dost, kişiyi hakka ve hidayete, kazib dost ise hidayetten alıp, dalalete ve batıla götürür.
Maksadı menfaatlere dayanan dostluklar, gizli düşmanlıklarla birlikte, kalbler bölük pörçük, sevgiler göstermeliktir! Menfaatlerin birleştirdiği dostluklarda, ne şefkat vardır, ne merhamet; ne saygı vardır, ne ülfet! Böyle dostluklar, ortak menfaatlerin bittiği yerde hemen kesilir, kısa bir zamanda düşmanlığa dönüşür.
Gafil ve cahillerin dostluğundan da sakınmak gerekir; zira kendine hayrı olmayanın hiç kimseye hayrı dokunmaz! Cahillerle oturup kalkmaktan sakınmalı, fasıklardan da tamamen uzak durmalıdır! Çünkü sözleri yalan, sevgileri riya, sohbetleri dedikodu, haberleri ya gıybet veya iftira, geri kalan boş laf gürültü ve şamatadan ibarettir. Onlarla oturup kalkarsan, onların kötülüğü sana da bulaşacak, kötü kişilerle düşüp kalkan, sonunda onların huy ve alışkanlıklarından mutlaka bir şeyler kapacaktır.
Samimiyet ve iyi niyetten uzak, sırf nefsi arzular için kurulan bir dostluk, sadece pişmanlık ve nedamet; sonu hüsranlık ve felakettir. Allah’ın hakkına mani olan hiçbir dostluktan Allah razı olmaz, dostluğu aralarında bela sebebi kılar. Allah’tan uzaklaşıp insanlara yaklaşmaya çalışan, ne umduğunu bulabilir, ne de insanlarla dost olabilir! Allah’a rağmen, insanlarla ülfet eden, hiç kimsenin sevgisini kazanamaz, bunun aksine Allah onların kalbine kin ve nefret yerleştirir.
Gerçek şu ki, Allah’ı razı etmekten kaçınan, insanları razı etmek belasına düçar edilir; sonra elinde olan herşeyi verse, yine de insanları razı edemez. Böylece Allah’tan razı olmayan, haris ve vefasız insanları razı etmek için uğraşır, onların geçici hoşnutluğunu kazanmak için, ömür boyu didinir durur! Bütün ömrünü feda etse de, bir tekini bile razı edemez! Ama Allah’ı razı etmişsen, bir tek sözle bile insanların gönlünü kazanabilirsin; çünkü kalbler Allah’ın elinde, daima O’nun dilemesine amadedir!
Herşeyini muhtaç olduğu halde, Rabbinden bile razı olmayan bir insanı, ne ile razı edeceksin? Ne verebilirsin, neyinle onu razı edebilirsin? Rabbinden bile razı olmayan ve verdiği sayısız nimetlere şükretmeyen bir insanı ne vererek razı edeceksin? Bir takım şeylerle sana minnettar kalmasını mı bekleyeceksin...
Allah senden razı olmadıktan sonra, bütün dünya senden razı olsa sana bir faydası olmaz; Allah senden razı olduktan sonra, bütün insanlar sana düşman olsa, bir zararın olmaz.
Allah’a dostlukta vefa göstermeyen bir insan, kullarına dostlukta nasıl vefa gösterecek?! İnsan kendisine bütün nimetleri verene vefasızlık ettiğine göre, bir adım sonra kendisini görmeyecek olan kendisi gibi bir insana karşı ne kadar vefa gösterebilir!? Rabbinden yüz çevirdikten sonra, kendisi gibi olanlara karşı ne kadar sadık olabilir!? Takvaya doğru arınma yolunu tutmayan bir insan doğruluk üzere ne kadar sebat edebilir!?
Sadık ve salih olmayan, fedakarlık ve diğer gamlıktan uzak, gündelik maslahatlara göre rotasını ayarlayan, maddi menfaatini herşeyin üstünde tutan kimselerle nasıl dostluk kurulabilir!? Allah’a dayanmayan bir dostluktan ne hayır gelebilir!? Allah’ın rızasına aykırı ve Allah için olmayan her dostluk sadece menfaat icabıdır; menfaatler ortadan kalktığı zaman dostluk da süratle biter; geriye kin, öfke, nefret ve adavetten başka birşey kalmaz!
Her zaman sözün en tesirlisini söyleyen ve misallerin en güzelini veren Cenab-ı Hak, kendi rızasına aykırı dostlukta bulunanların durumunu evlerin en çürüğü olan örümceğin yuvasına benzetmektedir.
“Allah’tan başka dost edinenlerin durumu, tıpkı örümceğin durumu gibidir. Örümcek bir yuva edinir, halbuki yuvaların en çürüğü şüphesiz örümcek yuvasıdır, keşke bilselerdi!”(Ankebut/41)
Dostluk, sadece Allah için olmalı ve yalnız Allah rızasını amaçlamalı, Allah dostluğuna perde olacak her türlü dostluk ve yakınlıktan uzak durulmalı; çünkü gerçek dost sadece Allah’dır. Cenab-ı Hak, kendi rızasını amaçlayan dostların kalbine ülfet ve ünsiyet yerleştirir, onlara lutfu kereminden sevgi bahşeder.
Allah için olmayan dostluklar ise, hayatın acı gerçekliğinde, tıpkı güneşte kalmış buz kalıbı gibi, süratle eriyip biter! Gerçekten Allah’a dayanmayan bütün dostluklar, köksüz ağaçlar gibi, en küçük fırtınalarda bile hemen sökülüp gider. Ama Allah için olan ve Allah’a yakınlaştıran dostluklar, her türlü fırtına, kasırga ve afetlerden daha da kuvvetlenerek çıkar. İmtahan ateşlerinde denenmiş, birlikte göğüslenen acılarla bilenmiş ve çeliğine su verilerek güçlenmiştir.

Herkesin dostluğu gönlünün genişlediği, manevi boyutunun zenginliği nisbetinde, dostluğun mayası olan ilgi ve sevgilerde, beraberliğin köprüsü mesabesindedir! Nihayetinde dostluklar, bağlılık ve yakınlıkların derecesine göre kuvvetli veya zayıf, etkili yada etkisiz, derin veya köksüzdür! Neticede sevgi ve ilgiler dostluğun mayası, beraberlikler de geçici dünya hayatının apayrı bir imtahan vasıtasıdır!

***
fiekil libasına bürünmüş insanı değerli kılan et ve kemikten ibaret beden değil, maverai sırları taşıyan ruh ve muhtevadır! Neticede sözler, insan varlığının anlamı, onun nice sırlarla dolu iç aleminden dışarıya taşan sızmalarıdır.
Dostluğun devamı, kalbin in’ikası ve sözlerle yaşayan anlamı sayılan “sohbet”, esasen dostlukta bulunmak, dostluğu konuşarak, yaşayarak, sürekli birbirini irşad ederek canlı kılmaktır. Sohbet, dostluğu kalblerden gelen sözlerle yaşatmak, hal diliyle halleşmek, gönül diliyle dertleşmektir.
Elbette dostluk sohbetle gelişip kökleşmekte; kalblerde yaşayan sıcak duygular, ünsiyet ve ülfet meltemleriyle kaynaşıp, giderek daha çok yakınlaşmaya, birbirini daha çok anlayıp, anlaşmaya ve kalbten kalbe yol bulmaya vesile olmaktadır. Hislerin ve manevi sezgilerin tercümanı olan riyasız ve samimi sohbetler, dostluğu mayalandırıp kıvamına ulaştıran sözlü incilerdir.
Tayfun ÜSTÜNKAYA
Alıntı ile Cevapla