Konu Başlıkları: Tekfir kaideleri
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08 Aralık 2011, 10:20   Mesaj No:1

@RASİHA@

Medineweb Acemi Üyesi
@RASİHA@ - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:@RASİHA@ isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13108
Üyelik T.: 29 Aralık 2010
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Memleket:istanbul
Yaş:47
Mesaj: 26
Konular: 5
Beğenildi:0
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Tekfir kaideleri

Tekfir kaideleri

SELAM TÜM MÜMİNLERİN ÜZERİNE OLSUN

Tekfir meselesi çok önemli ve tehlikeli bir meseledir. Çünkü Müslümanlar arasında ilk ortaya çıkan fitnedir. İşte bundan dolayıdır ki Müslümanlar bu mesele için kaide ve şartlar koymuştur.

Tekfir kaide ve şartları konusunda en çok söz sözü bidatçiler ve heva ehli hakkında konuştuğunda İbni Teymiyye söylemiştir. İşte bu sebeple tekfir meselesi şartları ve kaideleri konusunda konuşan diğer alimler İbni Teymiyye’nin bu hususta yazdıklarını delil olarak göstermişlerdir.

Fakat zamanımızda kendilerini Müslüman zanneden bazı yazarlar tekfir kaideleri hakkında konuştukları veya yazdıkları zaman doğru bir şekilde yazmamışlardır. Zira bu kaide ve şartların hangi konuya girdiğini, İbni Teymiyye (r.a)’in ve selef alimlerinin hangi kaide ve şartlar hakkında konuştuğunu anlamamışlardır. Böylece bu kaidelerin içine Allah (c.c)’a şirk koşanları da sokmuşlardır. Bu nedenle kitaplarında şöyle demektedirler:

“Bir Müslüman büyük şirk işlerse hemen tekfir edilmemeli, tekfir şartları ve engellerine bakılmalıdır.”

Oysa tekfir şartları, kaideleri ve engelleri büyük şirk hakkında söylenmemiştir. Bunu ne İbni Teymiyye söylemiştir ne de sonraki İslam alimleri söylemiştir. Zira bu hususta ortaya konan kaideler ancak ve ancak büyük şirk dışında kalan meseleler için ortaya konmuştur. Örneğin; tevhidin dışında kalan dört farz gibi… Bu meselede bütün selef alimlerin görüşü böyledir. Zira büyük şirk işleyen kimse risaletten önce de sonra da müşriktir. Böyle kimse için ne cehalet ne de tevil mazerettir. Bu sebeple ister cahil olsun, ister tevil ehli olsun, her kim büyük şirk işlerse onun hükmü müşrik olmasıdır. İşte bu kişiye verilen hükümdür. Ama bu şirkten dolayı azap görecek mi görmeyecek mi meselesi farklıdır.

Burada bilinmesi gereken asıl mesele bir kimse hangi hangi zamanda olursa olsun, hangi dinde olursa olsun, ister risaletten önce, ister risaletten sonra olsun o kimse cahil olduğu için ya da yanlış tevil sebebiyle büyük şirk işlemişse işte bunun için bir mazeret yoktur ve hükmü müşrik olduğudur. Bu konuda kişiyi mazeretli kılabilecek tek husus; ikrahın söz konusu olmasıdır.

Öyleyse büyük şirkte cehalet ya da tevil mazeret olmamış olsa ya da büyük şirk işleyen kimseye müşrik hükmü vermemek için tekfir kaideleri, şartları ve engelleri olduğu söylenmiş olsa bu durumda böyle söyleyen kimse tekfir kaidelerinin, şartlarının hangi konuda olduğunu bilmiyor demektir. Zira bu meseleyi doğru bilmiş olsaydı büyük şirk işleyene bu kaideleri uygulamazdı.

İbni Teymiyye (r.a)’den önceki alimler tekfir şartları yerine “elehliyet” tabirini kullanmışlardır.
Elehliyet tabiri; lügat olarak; bir kimsenin bilme özelliğidir. Yani; o kişi bunu yapabilir, bunu yapmaya hakkı var, imkanı var, bununla sorumludur demektir.
Şeri manası ise; Bir kimsenin gerek lehine ve gerekse aleyhine meşru olan hakların sabit olmasıdır. Yani bir kimse ehliyet sahibi denildiğinde bundan kasıt; onun başkaları üzerinde ya da başkalarının onun üzerinde hakkı vardır, anlaşılır. Daha açıkçası; bu kişinin bu işi yapmaya selahiyeti vardır, bu kişinin bu işi kabul etmesi sahihtir ya da o kişiyi bu şey yapılabilir, şeklinde anlaşılır.

Öyleyse ehliyet; insanda bulunan bir sıfattır. Ve bu sıfatı şeriat belirlemiş ve sınırlandırmıştır. Bu sebeple bu sıfat kendisinde bulunan kimseye emir de verilir, nehiy de yapılır. Bu durumda kendisine emir ve nehiy verilme kabiliyeti olan kimsenin ehliyeti var demektir.
Allah (c.c) ehliyetli olan kişiye emir ve nehiy verebilir. Onun için akıl baliğ olan kişi ehliyetli olan kişidir. Çocuk ise öyle değildir.

Buna göre ehliyetli olan kişi demek; hem başkasına karşı olan, hem de başkasının ona karşı sorumlu olduğu kişi demektir. Bu sıfat kendisine verilen kimsenin yaptığı geçerlidir. Yani; şar’i’den ona gelen emir veya nehiy ne varsa onunla mükelleftir, daha açıkçası o şeye ehliyetlidir. Bu sebeple bu sıfattaki kimseye emir ve nehiyler verilir, böylece bu emir ve nehiylere saygı duymakla sorumlu olur.

Ehliyet dört kısma ayrılır:
1) Tam olan vücub ehliyetidir: Bu kimse için bir takım hakların vacib oluşudur. Daha açık bir ifadeyle o kimse üzerinde bir takım vaciplerin söz konusu olmasıdır. Öyle ki bu kimse hem kendisine karşı sorumludur, hem başkasına karşı sorumludur. Hem kendisinin başkaları üzerinde hakkı vardır, hem de başkalarının onun üzerinde hakları vardır. İşte bu ehliyet tam vücub ehliyetidir. .Zira bu kimsenin hem kendisine karşı bir sorumluluğu vardır, hem de başkasının ona karşı bir sorumluluğu vardır.

Tam olan vücub ehliyeti insanın doğumundan ölümüne kadar sahihtir. Zira insan doğumdan ölünceye kadar tam vücub ehliyetine sahiptir. Bu sebeple miras alır, mirar verir. Nafaka onun için vacib olduğu gibi kendi malından başkasına da nafaka vacib olur. İşte bu ehliyet, tam vücub ehliyetidir ve bütün insanlar doğumlarından ölümlerine kadar bu ehliyete sahiptirler.

2) Eksik olan vücub ehliyetidir: Bu kimse üzerinde herhangi bir hak yoktur, yani hiç kimseye karşı hak sahibi değildir. Fakat o başkası üzerinde hak sahibidir. Örneğin; anne karnındaki çocuğun başkası üzerinde hakkı, hukuku vardır. Bu sebeple miras alır ve onun için vasiyet yapılır. Fakat onun üzerinde herhangi bir kimsenin hakkı yoktur. Zira bu çocuk anne karnında ölse miras vermez. Ama kendisi miras alır ve kendisi için vasiyet yapılır. İşte bu ehliyet eksik olan vücub ehliyetidir.

3) Tam eda ehliyetidir: Bir kimse bir amel yaparsa bu yaptığı amel muteberdir. Zira kişi için amel yapma sahihliği vardır. Bu sebeple yaptığı amel şer’an muteberdir, itibar edilir.
Tam eda ehliyeti büluğ çağına gelmiş, aklı başında olan kimse için geçerlidir. Bu vasıftaki kişi tam eda ehliyetine sahip olup yaptığı ameller geçerlidir. Bu sebeple bu kimsenin yaptığı amellerin geçerli sayılabilmesi için kimseden izin alması gerekmez. Örneğin; bu kimse bir ticaret yaparsa ya da alış-veriş yaparsa, herhangi bir akit yaparsa bu yaptıkları geçerlidir.

4) Eksik eda ehliyetidir: Bir kimsenin yaptığı bazı ameller geçerlidir, bazıları ise geçerli değildir. Bu kimse akil baliğ olacağı süreye kadar temyiz olan kimsedir.
İbni Teymiyye (r.a)’den önceki selef alimleri “عوارض الأهلية” kelimesini “موانع” (engeller) yerine kullanmışlardır.
Bu sebeple eski kitaplarda “عوارض الأهلية” kelimesi geçtiğinde bundan kasıt tekfir engelleridir.
عوارض الأهلية (Ehliyet engelleri) iki kısımdır:
A) Allah (c.c) tarafından gelen engeller: Bunlar; büluğ çağından küçük olmak ve delilik.

B) Kul tarafından gelen engeller: Bunlar; sefihlik ve ikrahtır.

Bir kimsenin diğer bir kimseyi tekfiri esnasında muteber engeller şunlardır:

a) Hata veya dil sürçmesi: Bu, belli bir kimseyi tekfir etmek için onun hakkında muteber olan engellerin birincisidir. Ve bu, gerek İbni Teymiyye (r.a)’nin belirttiği ve gerekse yeni kitaplarda geçen tekfir engelleridir. Bu sebeple böyle bir durumda muayyen bir kişi küfür işlerse tekfir edilmez. Zira o kimse için hata ve dil sürçmesi tekfiri konusunda engeldir. Bu sebeple eski alimler bu engele kul tarafından gelen engel ya da belli bir kişiyi tekfire engel ismi verirler.

Bir kişinin kastetmeden küfür sözü söylemesi, kör olduğu için önünde put olduğunu bilmeden secde etmesi veya önünde olduğu halde putun olduğuna dikkat etmemesi gibi… İşte bu gibi durumlar tekfire engeldir.

Bu konuya en güzel örnek; bineği kaybolan kişinin onu bulduktan sonra: “Allah’ım sen benim kulum, ben senin rabbinim” sözünün söyleyen kimsedir. Bu sözü söyleyen kimse hata ile ve dil sürçmesi olarak söylemiştir. Bu ise o kimsenin tekfirini engeller.
Aynı şekilde bir kimse bilmeden Kur’an okurken hata işlerse onun için de tekfir engeli söz konusu olur. Fakat Kur’an okurken bilerek hata yapan için bu durum küfürdür.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Hatanızdan dolayı günahınız yoktur. Ancak kalplerinizin bilerek yaptığından günah vardır. Allah gafurdur, rahimdir.” (Ahzab: 5)

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyuruyor:
“Hata ve unutmaktan dolayı ümmetimden kalem kaldırılmıştır.” (İbni Mace, Ahmed, İbni Hibban, Hakim, sahih senedle)

b) Muteber olan yanlış te’vil:
Tevil demek; şer’i bir delili yanlış ictihad veya şüphe ya da nassın delalet ettiği manayı anlamadan başka yerde koyarak ona başka mana vermektir. Bu sebeple bir meselenin küfür olduğunu bilmeden, küfür olmadığına inanarak o mesele işlenmiştir. İşte böyle bir durumda o kimsenin yaptığı te’vil muteber ise veya Arapça diline uygun ise veya dinin asıllarına ve de temellerine ters değilse bu sebeple o kimse tekfir edilmez. O kimseye öncelikle ikamei huccet yapılır, hatası anlatılır. Şayet hatasını kabul eder, dönerse tekfir edilmez. Fakat hatasını kabul etmeyi hatasında ısrar ederse tekfir edilir.

Bilinmesi gerekir ki; her te’vil muteber değildir. Bu sebeple her te’vil tekfire engel değildir. Zira tekfire engel te’vil ancak şer’an muteber olan tevildir. Öyleyse yapılan tevil asla dinin aslında ve tevhidi bozan meselelerde olmamalıdır. Örneğin; bir kimse te’vil yaparak büyük şirk olan bir meseleyi işlerse bu tevili geçerli değildir. Yine bir kimsenin yaptığı te’vil Arapça diline uygun değilse o kimsenin de te’vili geçerli değildir.

Faydul Bari kitabında şöyle bir söz geçmektedir:
“Tevhid hükümlerinin hepsi muhkem olduğuna göre o konuda te’vil; inkar manasındadır, şer’i hakikatlere ve kat’i naslara zıttır.”

İmam elBekai şöyle demiştir:
“Eğer tevil kapısını tam olarak açarsak yeryüzünde hiç kimse küfre girmez.” (Tenbihul Gani Fi Tekfiri İbni Arabi)

c) Cehalettir. Mükellef olan bir kimsenin bir meselenin küfür olduğunu bilmeden küfür işlemesidir. Eğer cehaleti şer’an muteber ise tekfir edilmez. Çünkü ne dünyada ne de ahirette huccet ikame edilmeden azap yoktur.

Muteber olan cehalet ise; mükellef olan bir kişinin bu cehaleti kaldırmaya imkanı olmamasıdır. İster bu kimsenin kendisi sebebiyle cehaleti kaldırmaya imkan olmasın, ister bunun dışındaki sebeplerle imkanı olmasın. Şöyle ki; o kimseye ilim ulaşmamış, ayet inmemiş, hadis gelmemiştir. Bu sebeple hakkında cahil olduğu meseleyi bilmesi mümkün değildir. Ya da hadis veya ayet inmiş, fakat adam elinden geleni yaptığı halde o hadis ve ayete ulaşamamıştır. İşte bu sebeple o kimse için cehalet mazerettir. Fakat hadis ve ayet varolduğu ve o kimse onlara ulaştığı halde hala küfür olan meselede cahil ise işte o kimse için cehalet mazeret değildir.


d) İkrahtır: Eğer bir kimse muteber olan ikrah, yani mülci ikrah altında ise ve küfür işlerse bu kişi kafir olmaz, mazeretlidir.

İşte bu sayılan dört engel bir müslümanı tekfir etmede engel sayılan meselelerdir. Ama şirk işleyen bir kimseye müşrik hükmü vermemede sadece ikrah ve dil sürçmesi kişiyi mazeretli kılar. Tevil ve cehalet ise kişiyi bu konuda kesinlikle mazeretli kılmaz.

Maalesef zamanımızda kendini Müslüman sayan bazı yazarlar bu konuda hata ederek cehalet ve tevilin büyük şirkte bir kimse için mazeret olduğunu bu sebeple bu durumda olan kimselere müşrik hükmü vermede engel sayıldığını iddia etmektedirler. Oysa hiçbir zaman onların dedikleri gibi değildir. Zira şirk işleyen kimse ister risaletten önce şirk işlesin ister risaletten sonra şirk işlesin her durumda müşrik sıfatını hak eder. Ama bu kimseye azap edilir mi edilmez mi meselesi ayrı bir meseledir.

Allah (c.c)’ın şu ayette buyurduğu gibi:
“Biz rasul göndermedikçe azap etmeyiz.” (İsra: 15)
Öyleyse büyük şirk işleyen bir kimsenin azap görüp görmeyeceği meselesi ayrı, hata ya da ikrah altında şirk işlemesi ayrı ve cehalet ya da tevil sebebiyle büyük şirk işlemesi ayrıdır. Bu sebeple hata ve ikrah altında büyük şirk işleyenler için bu durumları onları tekfire engeldir. Bunlar dışındakiler için ise engel değildir.

Büyük şirkte tekfir engeli olan ikrah ise ikrahı mulci’dir, yoksa her ikrah büyük şirkte tekfire engel değlidir.
İkrahı mulci ise; bir kimseyi veya bir topluluğu hiçbir ihtiyar hakkı kalmaksızın küfür işlemeye zorlamaktır.

İkrahı mulci konusunda bazı alimlerin görüşleri şöyledir:
Berdevi’nin Usulünde şöyle bir yazı vardır:

Başka bir fasıl ise ikrah konusudur. İkrah üç türlüdür:
a) Hem rızayı hem ihtiyarı yok eder. İşte bu mulci olan ikrahtır.
b) Rızayı yok eder, ihtiyarı yok etmez. Bu mulci olmayan ikrahtır.
c) Rızayı da, ihtiyarı da yok etmeyen fakat sıkıntı veren ikrahtır. Bir kimsenin babasının veya çocuğunun hapsolması gibi….” (Usulul Berdevi c: 1 s: 357)

İbni Abd’il Berr Temhid’de şöyle diyor:
“İkrahı mulci ise; bir kimsenin ne kudreti ne de ihtiyarının kalmamasıdır. Örneğin; yüksekten atılması gibi… İşte bu durumda teklif sahih olmaz. Bu sebeple bu şekilde zorlanan kişi için zorlandığı fiil onu sorumlu kılmaz.

Aynı şekilde onun zıddının yaptırılmasının ya da zıddını yapmasının bir hükmü yoktur. Çünkü teklifin şartı bu teklifi yerine getirmede kudret sahibi olmaktır. Yani kişi mükellef olabilmesi için öyle bir durumda olmalı ki yapmak istediğini yapabilmeli, yapmak istemediğini yapmamalıdır.

İşte kişi böyle bir durumda değilse mulci ikrah altındadır. Mulci ikrah altında değilse, örneğin; Zeyd’i öldürmezsen veya küfür işlemezsen seni öldüreceğim gibi tehdit altında olup da bu kişinin tehdini uygulamayacağına zanni galip varsa işte bu ikrah sayılmaz. (Temhid c: 1 s: 120)

Bedaius Senai kitabında şöyle geçmektedir:
Bölüm: İkrahın türlerinin beyanı:
“İkrahın türlerinin beyanına gelince bu konuda şöyle deriz:

İkrah iki kısımdır:
a) Mülci olan ikrah: Öldürme, el kesme, nefsi helak edecek darb gibi meseleler. Bu vuruş sayıları önemli değildir. Önemli olan bu vuruşların nefsi helak edecek durumda olmasıdır.

b) Mülci olmayan ikrah: Hapis, bağlamak, nefsi veya uzvu bozmayacak kadar
dövmektir.” (Bedaius Senai c: 6 s: 184)

Hafız İbni Hacer, ikrahı mülcinin dört şartı olduğunu söylemiştir:
1 - Zorlayan kişi söylediğini yapabilecek güçte olmalıdır. Zorlanan kişi ise, zorlayan kişinin vereceği zararın altından kalkabileceği güçte olmamalıdır. Yani, kaçabilecek veya gücüyle karşı koyabilecek durumda olmamalıdır.

2 - Zorlanan kişi, zorlayan kişinin dediğini yapmadığında zorlayan kişinin, tehdidini büyük ihtimalle gerçekleştireceğini düşünmüş olmalıdır.

3 - Zorlayan kişi, kendisiyle korkuttuğu şeyi hemen tatbik edebilecek güç ve istekte olmalıdır. Yani; istediği yapılmadığı taktirde tehdidini hemen, ani olarak uygulayacak güç ve istekte olmalıdır.

4 - Zorlanan kişi, kendisinden istenilenden daha fazla bir şey yapmamalı, zorlandığı meselede muhayyer olduğunu, o konuda istekli olduğunu gösterir bir hareket yapmamalıdır. (Fethül bari c: 12 s: 311)
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi @RASİHA@ 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Tekfir kaideleri Tevhid Ve Şirk Konuları hiranur86 5 2072 08 Aralık 2011 10:20
'Kulum' de kâfi bana.. Şiirler ve Şairler @RASİHA@ 0 1821 28 Ekim 2011 11:04
...Yine Yollara Düşme Vakti Yüreğim... Şiirler ve Şairler su damlası 1 1559 28 Ekim 2011 10:56
En büyük sorumluluk aklı korumaktır Muhtelif Konular @RASİHA@ 0 1521 27 Ekim 2011 15:16
Tüm Medineweb Ailesine Selam Olsun Taziye-İlan-Selamlaşma Allahın kulu_ 14 6281 12 Ekim 2011 04:51