Tekil Mesaj gösterimi
Alt 29 Aralık 2011, 02:37   Mesaj No:4

aslıı

Medineweb Sadık Üyesi
aslıı - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:aslıı isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 15266
Üyelik T.: 13 Aralık 2011
Arkadaşları:18
Cinsiyet:
Yaş:30
Mesaj: 751
Konular: 119
Beğenildi:62
Beğendi:29
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cevap: Türk-İslam Edebiyatı 2.Dönem İlahiyat 1.sınıf notlar/özetler

TÜRK İSLAM EDEBİYATI 3.KONU
TÜRK İSLAM EDEBİYATINDA NAZIM ŞEKİLLERİ
DİVAN EDEBİYATINDA NAZIM BİRİMİ
Nazım sözlük anlamıyla “sıra, düzen” demektir. Divan edebiyatında nazım dendiğinde şiir anlaşılır. Divan edebiyatında nazım birim genellikle beyittir. Şiirler çeşitli nazım şekilleri içinde kurallarını Arap ve Fars(İran) edebiyatından alan aruz vezniyle yazılmıştır.
MISRA: Türk Edebiyatı kaynakları “ölçülü veya ölçüsüz bir satırlık nazım parçası” tarifinde birleşmiştir. Son dönemlerde dize kelimesiyle karşılanır. Divan Edebiyatında mısra beytin yarısıdır ve manalı en küçük nazım birimidir. Divan edebiyatında kaside, gazel, mesnevi, terkibi bend ve terci bendde nazım birimi beyittir. Bendlerden meydana gelen musammatlarda ise nazım birimi mısradır. Mısraa beyit gibi kısa bir nazım şekli olarak bakmakta mümkündür. Bir manzume içinde yer almayan, bazen diğer mısraları tamamen unutulan ve manaları kendi içlerinde tamamlanan mısraı bercesteler gibi dillerde dolaşan bu tek mısralara “mısraı azade” ya da “azade” denilir.
BEYİT: İki mısradan oluşan nazım parçasıdır. Divan edebiyatında nazım birimi sayılan beyit anlam bütünlüğüne sahiptir. Kafiyeli ik mısradan meydana gelirse “beytil musarra”, bir gazelin en seçme beyti olursa “beytin gazel”, bir kasidenin en güzel beyti olursa “beytül kaside”, içinde şairin adının veya mahlasının (takma ad) bulunduğu beyitse “taç beyit”, bir kasidenin yada gazelin ilk beyti ise “matla” son beyti ise “makta” adını alır. Kafiyesiz olan beyitlere “ferd” ya da “müfred” denir.
BEND: Birbirine vezin ve kafiyeyle bağlanmış ikiden çok mısra topluluğuna denir. 3-10 mısra olabilir.
Bunlara parça anlamında kıta dendiği de olmuştur. Tek bendli nazım şekilleri rubai, tuyuğ ve çoğu zaman kıtadır.
KASİDE: Arap, Fars ve Türk şiirinde en çok kullanılan eski ve uzunca nazım şeklidir. Konu yönünden eski koşuklara benzer. Türk Edebiyatında ilk örnekleri xıv yy.da yazılmaya başlanmıştır. Koşuk geleneğinin bir devamı gibi kabul edilebilir. Türk Edebiyatında kasideler hemen hemen en az otuz en fazla doksan dokuz beyit arasında değişen uzunlukta düzenlenmiştir. İlk beyite “matla” son beyite “makta” denir. Türk şairleri kasidenin altı bölümden oluşmasını benimsemiş ve buna uymuşlardır.
Bunlar; 1- Nesib (teşbib): Kasidenin giriş bölümüdür.
2- Girizgah: Şairin methiyeye geçtiğini birdiren bir ya da iki beyitten oluşup nesible methiye arasında anlam ilişkisi kurulmasını sağlar.
3- Methiye: Kasidenin maksadına uygun olarak övülen kişi veya şeyden bahseden bölümdür.
4- Tegazzül: 5-10 beyitten oluşur. Tegazzül bölümü olmayan kasidelerde vardır.
5- Fahriyye: Şairin kendisi övdüğü ve bazen de dileğini bildirdiği bölümdür.
6- Dua: Övgüsü yapılan kişi veya şey ile şairin kendisi hakkında iyi dilekte bulunduğu son beyitlerdir.
Türk Edebiyatında kasideler üç şekilde adlandırılmıştır. İlki; teşbib veya methiyede ele alınan konuya göre yapılan adlandırmadır. Örneğin tevhid, naat, hicviye gibi daha çok kaside biçimine ele alınan manzumeler. İkincisi; redifine göre yapılan adlandırmadır. Redifi güneş olan methiyeye güneş kasidesi anlamında şemsiyye, gül olana verdiyye vs. Üçüncüsü ise kafiye harfine göre yapılan adlandırmadır. Taiyye, raiyye vs…
Aşık Paşa’nın Garibname’deki naatlarıyla Ahmedi’nin divanındaki kasideler bu şeklin ilk örnekleri sayılır. Türk Edebiyatında kasidecilik Şeyhi ile başlamıştır.
Modern Türk şiiri bu nazım şeklini tamamen terk etmiştir.
GAZEL: Sözlükte “kadınlarla sevgi üzerine konuşmak” anlamına gelir. Arap Edebiyatında gazel bir nazım şekli olmayıp kasidelerin başında aştan, sevgiliden söz eden bölümlere verilen addır ve “nesib” karşılığında kullanılmıştır. Daha sonraları şairin aşk, sevgili, şarap, bahar gibi coşkulu haller karşısındaki duygularını anlatan şiirlere uzun yahut kısa olsun gazel denilmiştir. Gazel tarzının gelişmesinde kasidelerden pek zevk almayan Moğol hükümdarlarının da rolü olmuştur.
Feridüddin Attar ve Mevlana Celaleddini Rumi gazellerinde ilahi güzellik ve ilahi aşk konularını işlediler. Hafız Şirazi ise şiirlerinde rindce hayal kurmaya, felsefi ve ahlaki düşüncelere de yer vererek türün konusunu genişletti.
Gazelin en güzel beytine “şah beyit” veya “beytül gazel” adı verilir. Tahallus denilen makta beytinde mahlas söylenir. Mahlas yerine asıl adını yazan şairlerde vardır. Kadı Burhaneddin ve Kemalpaşazade.
On beş beyitten uzun gazellere “gazeli mutavvel”denir. Şairler bazen mahlas beytinden sonra gzeli bitirmeyip bir ya da birkaç beyit daha eklerler. Buna “müzeyyel gazel” denir. Karışık dilde söylenen gazellere “mülemma gazel” denir. Bütünüyle belirli bir konuyu işleyen gazeller “yek-ahenk”, bütün beyitleri aynı güzellik ve kuvvette olan gazeller “yek-avaz” adını alır.
Gazel söylemeye “tegazzül”, başka bir şairin gazeline aynı vezin ve kafiyeyle benzer bir gazel söyleyeme “tenzir etme veya cevap verme” denir. Bu gazelede “nazire” denir.
MÜSTEZAD: Divan Edebiyatında her mısra veya beytin sonunda aynı veznin bir cüzüyle yazılmış birer kısa mısra bulunan manzumelerdir. Edebiyat terimi olarak uzunlu kısalı mısralar halinde yazılan nazım şeklini ifade eder. Divan edebiyatında en çok gazel tarzında görülür.
Türk Edebiyatında tesbit edilen ilk müstezad örneği xıv.yy şairi Nesimi’ye aittir.
MESNEVİ: Arapça’da ikişerli anlamına gelmekte olup Fars, Türk ve Urdu edebiyatlarında “birbirleriyle kafiyeli beyitlerden oluşan nazım şekli”dir.
Mevlid, miraciyye ve hilye gibi dini türler Türk Edebiyatına ait orijinal mesnevilerdir. Türk Edb. da ilk mesnevi Yusuf Has Hacib’in “Kutadgu Bilig” adlı eseridir. Türk edebiyatında mesnevi hemen her dönemde kaside ve gazelden geride kalmış, hatta sırf mesnevi yazan şairler küçümsenmiştir.
KIT’A: İran ve bilhassa Türk edebiyatında kullanılan nazım şeklidir. Sözlükte “parça, kısım” anlamına gelir. Çok sayıda beyitten oluşan kıtalara “kıtai kebire” denilir.
RUBAİ: Dört mısralı nazım şeklidir. Eski Türk şiirinde nazım biriminin dörtlük olması rubainin Türk şairler tarafından kolayca benimsenmesini sağlamıştır. Hikemi ve felsefi düşüncelerin yer aldığı rubaileriyle Mevlana c. Rumi bu nazım biçiminin Anadolu’da fikir öncüsü olmuş, Divan-ı Kebir’de yer alan rubaileri pek çok Türk şiirini etkilemiştir. Xvıı.yy Türk edebiyatında rubainin altın çağı olarak kabul edilir. Azmizade Haleti Türk edebiyatının en çok ve en güzel rubailerini yazan şairi olmuştur.
Bununla birlikte rubai oldukça zor söylenen bir şiir biçimidir.
KOŞMA: Şekil, konu ve ezgi özellikleri bulunan ve Türk edebiyatında en çok kullanılan nazım şeklidir. Saz eşliğinde okunmak için hece ölçüsüyle yazılmış, konuları sevgi ve tabiat olan halk şiiri türüdür. Türk edebiyatında hece vezniyle yazılmış ilk şiirlerin koşmalar olduğu söylenebilir. Şekil özellikler bakımında koşmalar; düz koşma, yedekli koşma, musammat koşma, ayaklı koşma, zincirbent ayaklı koşma, koşma-şarkı, tecnis (bütün kafiyeleri cinaslı) ve şatranç koşmadır.
Koşmalar genellikle lirik şiirlerdir. Konularına göre koşmalar; ağıt, güzelleme, koçaklama, taşlama.
Koşmalar şekilleri ve konuları yanında müzikle ilgili özelliklerde taşır. Koşma nazım şekli bazı küçük farklarla türkü, semai, varsağı, destan, ilahi ve nefesler için de yaygın olarak kullanılır.
TUYUĞ: Türklerin bulup Divan şiirine kazandırdığı bir nazım şeklidir. Maninin divan edebiyatındaki karşılığı sayılabilir. Rubaide işlenen konular tuyuğda da işlenilir. Xıv.yy Azeri şairi Kadı Burhaneddin bu türün kurucusu sayılır.
MUSAMMAT: Bendlerden kurulu nazım şeklidir. İran edebiyatında ilk defa müseddes şekliyle Menuçihri tarafından kullanılan musammat daha sonra Türk edebiyatına da geçmiş ve divan şairlerinin en çok tercih ettikleri nazım şekli olmuştur.
Musammat başlığı altında tanımlanan nazım şekilleri:
1-Müselles: Her bendi üç mısradan oluşur. İtibar görmemiştir.
2-Murabba: Dört mısralı bendlerden oluşan musammatlar. Bilindiği kadarıyla Türk edebiyatında ilk murabba Nesimi tarafından yazılmıştır.
Terbi: Bir şairin yazdığı gazele ait beyitlerin önüne aynı vezin ve kafiyede iki mısra ilavesiyle meydana gelir. Mehmet Aydi Baba’ nın tanınmış şairlerin gazellerine yaptığı terbiler meşhurdur.
Şarkı, Türk edebiyatında şarkı formuna uyan ilk şiirleri Naili, en güzel şarkıları Nedim ve arkı formunda en çok musammatı Enderunlu Vasıf kaleme almıştır.
3-Muhammes: Beş mısralı bendlerden oluşur. 60 şiirle Edirneli Nazmi en çok muhammes yazan şair.
Tahmis: Bir gazelin her beytinin önüne aynı vezinde üç mısra ilave edilerek yazılır.
Taştir: Beytin mıraları aralarına üç mısa ilavesiyle oluşur. İslam edebiyatında pek çok şair Ka’b B. Zuheyr’in Kasidetül Bürde’sine tahmis ve taştir yazmıştır.
Tardiye: Muhammesin özel bir şeklidir.
4-Müseddes: Altı mısralı bendlerden oluşur. Türk e.da en çok müseddes yazan Şeref Hanım’dır.
Tesdis:Dört mısra ilavesiyle oluşur. Türk şiirinde bu nazım şeklini Fevri meşhur etmiştir.
5-Müsebba: Yedi mısralı bendlerden oluşur.
Tesbi: beş mısra ilavesiyle oluşur. Türk edebiyatında hiç kullanılmamıştır.
6-Müsemmen: Sekiz mısralı bendlerden oluşur.
Tesmin: Altı mısra ilavesiyle oluşur.
7-Mutessa: Dokuz mısralı bendlerden oluşur. Türk edebiyatında ilk örneği Refii Kalayi’ye aittir.
Testi: Yedi mısra ilavesiyle olur.
8-Muaşşer: on mısralı bendlerden oluşur.
Taşir: Sekizer mısra ilavesiyle oluşur.
Terkibi bend ve terci bend.
MANİ: Divan edebiyatında tuyuğun karşılığı olan mani, başta aşk olmak üzere hemen her konuda yazılabilen bir halk edebiyatı nazım türüdür. Dörde ayrılır; Düz mani, Kesik(cinaslı) mani, Yedekli mani, Ayaklı mani.
AĞIT: genellikle bir ölümün ya da acı, üzücü bir olayın ardından söylenen halk türküsüdür. Ağıt’ın halk edebiyatındaki adı anonim, Divan edebiyatındaki adı ise mersiyedir.
VARSAĞI: Güney Anadolu bölgesinde yaşayan Varsak Türkleri’nin özel bir ezgiyle söyledikleri türkülerden gelişmiş bir şekildir. Varsağılar yiğitçe, mertçe bir üslupla söylenir. Halk edbiyatında en çok varsağı söylemiş şair Karacaoğlan’dır.
SEMAİ: Kendine özgü bir ezgisi vardır ve bu ezgiyle okunur. Semailerde daha çok sevgi, doğa, güzellik gibi konular işlenir.
DESTAN: Dört mısralı bendlerden oluşan, oldukça uzun nazım biçimidir. Destanın son dörtlüğünde şair mahlasını söyler. Kafiye düzeni koşma gibidir.
TÜRKÜ: Türlü ezgilerle söylenen anonim halk şiiri nazım şeklidir. Halk edebiyatının en zengin alanıdır. İki bölümden oluşur bent ve nakarat. Nakarat bölümüne bağlama ya da kavuştak ta denir.
KAFİYE: Şiirlerin mısra sonlarındaki yazılış ve okunuşları aynı olan ses benzerliğine denir. Kafiye, manzumenin dış yapı özelliklerinden olup ahengi temin eden en önemli unsurdur. Bir sesi bir hece veya bir kelimeden meydana gelir. Kafiye usulünü ilk ortaya koyan Araplardır.
Yapı Bakımından Kafiye: Kafiyeyi meydana getiren seslerin azlığı veya çokluğuna göre yarım, tam, zengin veya cinaslı olabilir. Yarım kafiye mısra sonlarındaki bir sessiz harfin benzeşmesiyle olur. (ecel büke belimizi / söyletmeye dilimizi). Tam kafiye iki sesin benzemesiyle olur. (şekil / değil). Zengin kafiye ikiden fazla sesin benzeşmesiyle olur (unutsak / tutsak). Zengin kafiye üçten fazla sesten oluşuyorsa ve bir kelime diğerinin içinde varsa tunç kafiye olur. (indi/ ikindi). Cinaslı kafiye anlamları ayrı yazılış ve söylenişleri aynı kelimelerden olur (gül erken/ gülerken)
Şekil Bakımından Kafiye: Mısra sonlarındaki dizilişlerine göre düz, çapraz, sarma ve karma olabilir.
VEZİN(ÖLÇÜ): Türk Edebiyatında üç çeşit vezin kullanılmıştır. Aruz, Hece vezni ve Serbest vezin.
ARUZ: Arapça bir kelimedir ve “çadırın ortasına dikilen direk) anlamındadır. Edebiyat terimi olarak “hecelerin uzunluk ve kısalık (açık-kapalı) temeline dayanan nazım ölçüsü” demektir. Bu vezin Araplardan İranlılara onlardan da bize geçmiştir.
Aruzda heceler uzun/kapalı ve kısa/açık olarak ikiye ayrılır. Uzun heceler (-) ile kısa heceler (.) ile gösterilir. Açık/kısa heceler seslilerle biten hecelerdir. Ses değerleri yarım kabul edilir. Kapalı /uzun heceler sonu sessizle biter ve ses değeri tamdır. İmale: uzun okuma Zihaf: kısa okuma.
Bu ölçü Türkçenin kelime yapısına pek uygun değildir. Bundan dolayı aruzu ilk kullanan Karahanlılar Türkçenin kelimelerini bozarak kısa heceleri uzun okuma yoluna gitmişlerdir. Bu yeterli olmayınca Arapça ve Farsça kelimeleri eklemeye başlamışlar ve zamanla Türkçeye yabancı kelimelerin girmesine yol açmışlardır. Aruzla yazılan ilk Türk eseri Yusuf Has Hacibin yazdığı Kutadgu Bilig’dir. Türkçe kelimelerle aruz veznindeki başarı Muallim Naci ile başlamıştır.
HECE VEZNİ: Milli şiir ölçümüzdür. Kaşgarlı Mahmut’un Divanı Lügatit Türk eserindeki şiirler hece vezniyle yazılmıştır. Türk dil yapısına en uygun ölçüdür. Hece veznine parmak hesabı da denilir. Hece vezninin “hece sayısı” ve “duraklar” olmak üzere iki temel özelliği vardır.
SERBEST VEZİN: Hece vezni ve aruz gibi herhangi bir ölçüye bağlı kalınmayan vezindir. Hecelerin açık veya kapalı olmasına ya da sayılarına bakmaksızın şairin tamamen kendi üslubuna göre yazmasıdır. Türk şiirinde 1940’lardan sonra Orhan Veli Kanık ile yaygınlaşmaya başlamıştır. Günümüzde yazılan şiirlerin çoğu serbest vezinde yazılmaktadır.

TÜRK İSLAM EDEBİYATI 4.KONU
TÜRK İSLAM EDEBİYATINDA BELAGAT BAŞLIBA EDEBİ SANATLAR
T.İ.E. METİNLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİNDE VAZGEÇİLMEZ ÖLÇÜ
BELAGAT: Sözlükte “sözün fasih ve açık seçik olması” demektir. Edebiyat terimi olarak iki manada kullanılır. Birincisi meleke ve kabiliyettir. Bu tanım klasik belagat kitaplarında “sözün fasih olmak şartıyla mukteza-yı hale mutabık olması” şeklindedir. Bu anlamıyla belagat insanda doğuştan var olan ve ona has melekedir.
İkinci ve klasik belagat kitaplarındaki anlamı ise “Kelamın fasih olmak şartıyla mukteza-yı hale mutabık olmasının usul ve kaidelerini bildiren ilim” dir. Belagatin bu maksadına ulaşması için şu üç konu hakkında bilgi sahibi olmak gerekir.
Meani: Kelamın mukteza-yı hale uygunluğunu sağlamak için gerekli olanları bilme
Beyan: sözün açık-seçik, kolay ve anlaşılabilmesini temin etme yolları
Bedi’: sözü güzel, süslü ve etkili söyleme usulleri.
Türk belagat literatüründe klasik özellikteki ilk Türkçe eser, örnekleri bakımından zayıf olsa da Ahmet Hamdi’nin Belagati Lisanı Osmanî adlı kitabıdır.
T.İ.E METİNLERİNDE KARILAŞILAN BAŞLICA EDEBİ SANATLAR
1. İNŞA: Türk, Arap ve Fars edebiyatlarında “resmi yazışmalarda kullanılan nesir dilini ifade eden edebi tür ve dil bilimi” için kullanılmış, zamanla genel olarak her türlü nesir ve düz yazı karşılığında kazanmıştır. Kâtip Çelebi buna “İfadede yerine, konusuna ve amacına yakışan güzel ibareler kullanmaktır” şeklinde bir ilavede bulunur. Genellikle nesir halinde yazılan mektup türünün de inşa içinde özel bir yeri vardır. Kâtip Çelebi mektubu inşanın bir dalı olarak ele almıştır.
İnşa kelimesi dar anlamda daha çok münşeat adıyla anılan her türlü resmi yazışma ile bunların bir parçası sayılabilecek mektup vb. metinlerin kaleme alınmasının yollarını ve bu hususlarla ilgili kuralların bilgisini ifade eder.
2. SECİ: İnşa ile yakın ilgisi bulunan ve daha çok bir nesir sanatı kabul edilen seci, söze güzellik ve süs katan hususlardan biri olarak kabul edilir. Halemiz ve lalemiz kelimelerini içeren bir cümlede her iki kelimenin son hecesi olan “le” seciyi meydana getirir. Kelime gruplarında da rastlanan seciler daha çok atasözleri ve vecizelerde bir ahenk unsuru olarak yer almış ve onların ezberlenmesini kolaylaştırmıştır. “Abdal tekkede hacı Mekke’de bulunur”, “aç koyma hırsız edersiz, çok söyleme arsız edersin” gibi. Seci sanatının en mükemmel örneği Sinan Paşa’nın Tazarruname’sidir.
3. ITNAB: “Bir düşüncenin gereğinden fazla sözle ifade edilmesi” anlamına gelir. Hem olumlu hem de olumsuz olarak ele alınmıştır. Türkçe belagat kitaplarında ıtnab üçe ayrılmıştır.
a) Itnab-ı makbul: manayı açıklığa kavuşturma, pekiştirme, mübalağa ve tasvir amacına yönelik bir fayda elde etmek üzere sözü uzatma ya da tekrarlamadır.
b) Itnab-ı mümil: Gereksiz yere sözü uzatma, ifadeye lüzumsuz kelime veya cümle katma işidir.
c) Itnab-ı manevi: İfadede mananın farklı lafızlarla tekrarıdır. Ör: itaat kıl sözüme olma asi.
4. İKTİBAS: Kuran ve hadisten alınmış bir ibareyi beyte/mısraa/cümleye yerleştirmektir. Genel olarak iki başlık altında toplanır.
İlki; Muhtahsen iktibas. Söz veya yazıda dini ölçülere aykırı düşmeyecek şekilde yapılan nakillerdir.
İkiye ayrılır. a) Ahsen iktibas: İktibas edilen ayet veya hadis arasındaki uygunluğun hoş bir tesir bırakması, muhatapta heyecan uyandırması ve anlamı güçlendirmesinin yanı sıra öğütte vermesidir.
b) Hasen iktibas: Öğüt vermenin dışındaki diğer şartları taşımasıdır.
İkincisi; Müstehcen iktibas. Ayet ve hadislerden dinin ölçülerine aykırı ve İslam adabına uygun düşmeyecek şekilde yapılan aktarmalardır.
Günümüzde edebi veya ilmi her türlü iktibasa “alıntı” denir. Sözlüklerde ayetlerden, hadislerden ve edebi eserlerden örnek aktarmanın adı olan istişhad da bir nevi iktibastır.
5. İSTİŞHAD: Türk edebiyatında bir edebi sanat olarak istişhaddan ziyade ona çok benzeyen “irsal-i mesel”( örnek olarak atasözü veya özlü söz zikretme) veya “iktibas” (hadis veya ayet zikretme) tercih edilmiş ve belagat kitaplarında istişhada yer verilmemiştir. Şair veya yazarın ifadeyi kuvvetlendirmek, anlamı zenginleştirmek, söz daha sanatlı hale getirmek gibi amaçlarla ayet, hadis, atasözü, vecize, mısra ve beyit zikretmesi istişhadı ortaya çıkarır.
6. TEŞBİH: Mecazla birlikte ele alınmış bir sanattır. Teşbihle mecazın esas farkı kelimelerin gerçek anlamıyla kullanılmasıdır. Türkçede teşbih edatı günümüzde kullanılan “gibi” takısıdır. Teşbihin rüknü dörttür. Benzeyen, benzetilen, benzeme yönü ve teşbih edatı. Bir teşbihte ya bütün teşbih unsurları yer alır veya bunlardan en az ikisi bulunur. Dört çeşit teşbih vardır.
a) mufassal teşbih: Tam teşbihte denilir ve bütün unsurlar bu teşbihte zikredilir.
b) mücmel veya muhtasar teşbih: Benzeme yönü zikredilmez. Anlaşılması zordur.
c) müekked teşbih: Diğerlerine göre daha sanatlı ve üstün kabul edilen bu tür teşbih, unsurlarının mümkün olduğunca azaltılmasıyla ifadenin güçleştirildiği bir söyleyiştir.
d) beliğ teşbih: İki ana unsurun yani benzeyen ve benzetilenin kullanıldığı teşbihtir.
7. İSTİARE: Bir kelime veya ibarenin, teşbihi kuvvetlendirmek, onu abartarak muhataba daha güçlü yorum imkânı sağlamak için benzeşme ilgisiyle ve bir karineye dayalı olarak gerçek anlamı dışında kullanılması demektir. Bir kelimeyi asıl anlamı akla getirmeden kullanmanın, manayı güzel ifade etmede en etkili yol kabul edilmesi istiarenin önemini arttırmıştır. Örneğin sersem yerine “kaz, inatçı yerine “keçi”, asık suratlı veya zalim yerine “nemrut”, aşık veya şaşkın yerine “Leyla” birer istiaredir.
Belagat kitaplarında istiare üç ana başlık altında incelenmiştir.
a) Açık istiare: Yalnızca benzetilenle yapılan istiaredir.
b) Kapalı istiare: Yalnızca benzeyenle yapılan istiaredir.
c) Mürekkep istiare: Bu sanat istiarede yer alan bir unsurun değişik yönleri ve özelliklerinin benzetme konusu yapılmasıyla gerçekleştirilmiştir. Gizli gizli iş yapan kimse hakkında “saman altından su yürütüyor” denilmesi de bu tür bir istiaredir.
8. MECAZ: Bir ilgi veya ipucu ile gerçek anlamı dışında kullanılan kelime veya terkibi ifade eden bu belagat terimi, kelimelerin manalarına dayalı edebi sanatların en önemli ve yaygın olanıdır.
Kelimelerin anlam bakımından üç farklı özelliği vardır.
a) Manayı hakiki- gerçek anlam: göz kelimesinin görme organı olması.
b) Manayı tali- türeme anlam: terazi kefesi için göz denilmesi.
c) Mecaz anlam: gözü doymaz, aç gözlü deyimlerindeki göz mecazi anlamdadır.
Mecazlar söze güzellik, canlılık ve etkinlik katar, konuşanın ifade etmek istediğinin daha kuvvetle anlaşılmasına imkân tanır. Mecaz denildiğinde mecazı mürselin anlaşılması gerekir.
9. İRSAL-İ MESEL: Manzum veya mensur bir ifadede söze destek sağlamak, onu daha kolay benimsetmek için herkesçe kabul edilmiş bir başka sözü, özellikle atasözünü kullanma sanatıdır.
10. TAZMİN: Başka bir şaire ait olan mısranın bir şiirde kullanılması anlamına gelir. Tazminde alıntılanan şiir parçasının kime ait olduğunu söylemek bir kuraldır.
11. TECAHÜL-İ ARİFANE: Şiir ve nesirde “bilinen bir hususun bir nükteye bağlı olarak bilinmiyormuş gibi ifade edilmesi” sanatıdır. Batı reotiğindeki karşılığı ironidir. Şair bunun için aslında muhatabına cevabını bildiği sorular sorar. Böylece hem maksadı doğrudan söylemenin basitliği kırılmış olur, hem de söze nükte ve zarafet kazandırır.
12. TEŞHİS VE İNTAK: Teşhis “varlıkların kişileştirilerek yeni kimlikler kazanması” şeklinde tanımlanabilir. İntak “konuşma, insan gibi dile gelme” demektir. Teşhis genelde intak ile bütünlük kazandığından her intak sanatına başvurulduğunda orada teşhiste bulunur.
Günümüzde çocuklar ve gençler için yazılan fabllarda bu sanattan bolca yararlanılmaktadır.
13. HÜSN-İ TALİL: Bir olayın gerçek sebebinin göz ardı edilerek heyecan unsurunun ön plana çıkarılması sanatıdır. Hadiselere o andaki ruh halinin yorumunu katmak, hayatı ve dış dünyayı gönlüne aksettiği gibi algılamak isteyen her sanatkâr bu sanata başvurur.
14. TENASÜB: Sözlükte uyum, orantı, yakışma anlamına gelir. Edebiyat terimi olarak “aralarında karşıtlık dışında bir ilgi bulunan iki veya daha çok kelimenin anlam güzelliğini ve bütünlüğünü sağlamak amacıyla aynı sözde bir araya getirilmesi” demektir. Anlamca yakın kelimelerin gelişigüzel veya zorunlu biçimde bir araya getirilmesiyle tenasüb gerçekleşmez. Agehi’nin “Keşti Kasidesi” sırf tenasüb sanatına dayalı yazılan şiirler bir örnektir.
15. LEFFÜ NEŞR: Cümlenin kuruluş ve dizilişiyle ilgili, anlama güzellik katan söz sanatlarından biri olarak tanımlanabilir. Bu sanatta önce iki veya daha fazla unsur ayrı ayrı zikredilir(leff), ardından bunların her biriyle ilgili öğeler anılır(neşr).
16. TELMİH: Arap-Fars-Türk kültür ve edebiyatına ait “bir metinde bu kültürlerin örnek gösterilecek değerlerine sahip bir kişi veya olaylarla ayet, hadis, kelamı kibar, atasözü vb. kalıplaşmış ibarelere gönderme sanatıdır. Telmihin iktibastan ve irsal-i meselden farkı sadece işaret etmesidir.
17. EBCED: Arap alfabesinin “ilk tertibi ve harflerinin taşıdığı sayı değerine dayanan hesap sistemi”.
Mesela İstanbul fetih yılı k.kerimdeki “beldetün tayyibe” kelimesinin ebcedle karşılığı olan 1453 yılına rast gelmekte, bu ise Müslüman topluluklar tarafında ilahi mucize olarak kabul edilmektedir.
18. TARİH DÜŞÜRME: Türkçede tarih manzumesi yazarak vuku bulan hadiselerin tarihlerini zikretmeye “tarih düşürme, tarih yazma” denilir. Başlangıçta öğrenme ve ezberleme kolaylığı için çıktığı tahmin edilen tarih düşürme, daha sonra şairliğin gereklerinden biri sayılarak bir nevi sanat gösterme arcı ve sanatkârın kudretinin göstergelerinden biri sayılmıştır.
Tarihler farklı biçimlerde düzenlenmiştir. a) lafzen tarih: verilecek tarihin rakamla değil sözle zikredilmesidir. b) manen tarih: olayın tarihini ebced hesabına göre harflerin sayı değerinden çıkarılmasıdır. c) lafzen ve manen tarih: ikisinin de kullanılmasıdır.
Alıntı ile Cevapla