|   Cevap: İslam Hukukunda Darul-Harp ve Darul-İslam Meselesi 
 
 
 Bu zaruretin ne olduğu ise yine kuranda bildirilen ilk savaş ayetinde  görülür: “ Size savaş açanlarla Allah yolunda savaşın ancak aşırı  gitmeyin şüphesiz ki Allah aşırı gidenleri sevmez” buyurulur. (Bakara  190)
 
 Bu ayette savaşın sebebinin savaş olduğunu açık bir şekilde ifade  ediyor. Demek ki herhangi bir çıkar ve dünya ihtirasımız için hiçbir  toplumla savaşamayız. Zaten İslam da ki harp anlayışı Saldırı Harbi  değil tam aksine bir Müdafaa Harbidir.
 
 Zulme uğrayan Müslüman toplumlara karşı tutum: Zayıf durumda azınlık  Müslüman bir topluluğun onlara zulmeden ve haklarını çiğneyen kendi  gayri Müslim devletlerine karşı İslam devletinden yardım istemeleri  halinde onlara yardım maksadıyla kuranda: “ İman getirip de hicret  etmeyenlere ise hicret edecekleri zamana kadar sizin onlara hiçbir şey  ile velayetiniz yoktur.eğer onlar din hususun da sizden yardım  isterlerse yardım etmek üstünüze borçtur. Şu kadarki sizinle aralarında  anlaşma bulunan bir kavim aleyhine değil. Allah yapacaklarınızı hakkıyla  görücüdür.” Buyurulur. (Enfal 72)
 
 
 
 Harp haline yol açan sebepler: İslam insan ve toplumun ıslahını, sulh  içinde yaşamalarını gaye edinmiştir. Buna mani olan fertleri cezalarla  toplumları da harple vazgeçirmeye çalışır. “Eğer Allah insanların bir  kısmını diğer bir kısmı ile önleyip savmasaydı yeryüzü muhakkak fesada  uğrardı. Fakat Allah alemlere karşı fazla inayet sahibidir” (Bakara 251)
 
 
 Bu ayete göre İslam da harbin meşrutiyeti tüm insanlara rahmet gayesine matuftur.
 Beşeri ve fıtri olay ve gerçekleri nazara alan İslam iyi komşuluk ve  insan hak ve hürriyetlerine saygıya dayanan sulhane münasebetlere  yanaşmayan toplumlara karşı cihadı meşru kabul etmiştir.
 
 İslama göre devletler arasındaki münasebetlerde ilk etapta sulh  esastır.Kuranda: “ Ey iman edenler! Hepiniz top yekun sulhu selama  girin, şeyatnın adımları ardına düşmeyin çünkü o sizin apaçık  düşmanınızdır. buyurulur (Bakara 208)
 
 İslam düşmandan sulh teklifi geldiği zaman da onu kabul etmelerini  ister: “Eğer (düşmanlar) barışa meylederlerse sende ona yanaş ve Allah’a  dayanıp güven.” Buyurulur (Enfal 61)
 
 Evet devletler arası münasebetler de normal hal sulh olmasaydı kuran  Müslümanları harpten sulha davet etmezdi. Konuyla ilgili Peygamberimizin  ( s.a.v) bir hadisi de şöyledir: “Ey insanlar! Düşmanla karşılaşmayı  arzulamayın Allah tan afiyet dileyin. Fakat düşmana kavuşunca da  arkanıza dönmeyin sabredin ve bilin ki cennet kılıçların gölgesi  altındadır.” (Ebu Davut Sünen cihad 98)
 
 
 
 
 İslam’a göre cihada başvurmaktan maksat Emperyalist bir düşünceyle  yayılma, diğer toplumlara hakim olmak, onları zayıf düşürmek sömürmek ve  ticari menfaatler sağlamak değil insan hak ve hürriyetlerini  korumaktır.
 
 
 Devletler hukukunda bir devletin hak ve menfaatlerini korumak için  yapacağı teşebbüsler görünüş de müdahale sayılsa bile mahiyeti  itibariyle “koruma hakkına” dayanan bir “müdafaa” sayılmaktadır. Ancak  bunun ölçüsü ve sınırını tespit edecek bir kuruluş olmadığından bu hakkı  devletler keyfi takdirler ve siyasi ihtiraslarına vasıta  yapmaktadırlar. Fakat İslam bir Müslüman devleti bağlayacak şekilde bu  hakkın gaye ve sınırını tesbit etmiştir.
 
 Cihadın sevk ve idaresi tamamen Halifeye ait olup onun emir ve müsadesi  olmadan harp açılmaz. Harp halini gerekli kılan düşmanlıktan maksat  doğrudan doğruya veya dolaylı yollarla İslam toplumunun varlık ve  istiklaline ve Müslümanların dinlerinde fitneye yol açacak şekilde  ülkelerine, mallarına ve kendilerine tecavüzdür.
 
 
 Müslüman olmayan insanlarla münasebetler: İnsanlığı bir aile kabul eden  İslam, toplumlar arasındaki münasebetlerde iyilik ve yardımlaşmanın esas  olduğunu da hükme bağlamıştır. Bu sebeple Müslümanlara karşı düşmanca  tutum ve davranışlar içinde bulunmayan gayri Müslim toplumlarla iyi  münasebetler kurmaktan Müslümanları men etmez. Aksine bu durumda  Müslümanların onlara iyilikte bulunmaları ve adil davranmaları bir  vecibe sayılmıştır.
 
 Müslüman devletin diğer toplumlara karşı takip edeceği dış siyaset şu  ayetlerle tespit edilmiştir. “ Sizinle din hususunda muharebe etmemiş  sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış olanlara iyilik, onlara adaletle  muamele etmenizden Allah sizi men etmez. Çünkü Allah sizi ancak sizinle  din hususunda savaşmış, sizi yurtlarınızdan çıkarmış ve çıkarılmanıza  arka çıkmış olanlarla dostluk etmenizden men eder. Kim onları dost  edinirse işte bunlar zalimlerin ta kendileridir”buyurulur. (Mümtehine  8-9)
 
 Bu ayetler Müslüman olmayan toplumlara iyilik ve ihsanda bulunmanın caiz  olduğuna delalet eder. Onlara iyilikte bulunmak dostluk ve akrabalık  bağlarını koparmamak ve adaletle muamele etmek hükmü “Sizinle din  hususunda savaşmayanlar” ifadesinin delaletiyle hiçbir ayırıma gitmeden  her devlet ve toplumları içine alır.
 
 
 
 Başka bir ayette de: “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir  dişiden yarattık. Ve bir birinizle tanışmanız için sizi milletlere ve  kabilelere ayırdık” buyurulur. (Hucurat 13)
 
 
 Nitekim Peygamber (s.a.v) Medineye geldiğinde Medine de bulunan  Yahudilerle sulhane anlaşmalar yapmış, onlarla ticari dostluklar kurmuş  ve bir çok aile ve kabilelerle akrabalık bağları gerçekleştirmiştir.  Eğer bunlar yasak olan şeyler olsalardı İnsanların en hayırlısı bunu  yapmazdı, elbetteki Allah tan korkma ve emirlerini yerine getirme  hususun da bizim ona veya sahabelere ulaşmamız asla mümkün değildir.
 
 
 Kaydedilen bu açık hükümlere rağmen İslamın Hıristiyan ve Yahudilerle  iyi geçinmeyi menettiği iddiası gerçekleri saptırmaktan başka bir şey  değildir. Ehli kitapla münasebetler hususunda Kuranın nassı gayet  açıktır:
 “ İçlerinden zulmedenler hariç olmak üzere Ehli kitap ile en güzel  şekilden başka bir suretle mücadele etmeyin ve deyin ki bize indirilene  de size indirilene de inandık. Bizim Allahımız da sizin Allahınız da  birdir. (Şukadar varki) biz ancak ona teslim olanlarız” buyurulur.  (Ankebut 46)
 
 
 
 Din Hürriyeti: İslam kalplere girmek için zor ve baskıyı bir vasıta  olarak kullanmaz. Aksine insanın aklına, fikrine ve gönlüne hitabeder.
 
 İnsanların akıl ve fikirlerini kullanarak dini inançlarını istedikleri  gibi seçmeleri için İslam din hürriyetini teminat altına almış iman  esasını düşünce ve araştırmaya dayandırmıştır.
 
 Kuranda: “ Dinde zorlama yoktur Hakikat iman ile küfür apaçık meydana  çıkmıştır. (Bakara 256) ve yine: “ Deki: o (kuran) Rabbimizden gelen bir  hakdır. Artık dileyen iman etsin dileyen inkar etsin” (Kehf 29) ve  başka bir ayette de: “ Eğer Rabbin dileseydi yeryüzündekilerin hepsi top  yekun elbette iman ederdi. Böyle iken sen hepsi mümin olsunlar diye  insanları zorlayacak mısın?” buyurulur. (Yunus 99)
 
 Evet imana davet ancak sevgi ve bağlılıkla olur. Savaş ise kin ve  nefrete yol açar İslamın tebliği için harbi değil sulhu temel ve vasıta  kabul ettiğini şu olayda açıkça gösterir kuranda: “ Fakat Allah sizin  bilmediğinizi bildi de ondan önce yakın bir fetih yaptı.” (fetih 27)
 
 Sahabeler bu ayette zikredilen fetih den maksadın hudeybiye anlaşması  olduğunu söylerler. Çünkü hudeybiye anlaşmasına kadar Müslümanların  sayısının sekiz katına anlaşmadan sonra bir yıl içerisinde ulaşılmış  sahabelerin sayısı on binleri bulmuştur. Burada İslamın tebliği  insanlara güzellikle ve hikmetle anlatılmış ve büyük bir iman, gönül ve  kalplerin fethi gerçekleşmiştir. Savaş ile olacak olsaydı bedir  savaşının akabinde bu sayıya ulaşılması gerekmez miydi.
 Bütün bu zikredilenlerden de anlaşılacağı üzere İslam yayılmak için  savaşa asla başvurmamış sulh yoluyla tebliğ ve irşadı hedef almıştır.
 
 
 Cihad Mukaddes Savaş: Allah Rasulünün risaleti umumi ve cihan şümul  olup, yer ve zaman farkı gözetilmeksizin bütün insanlığa hitap eder.
 
 
 Tebliğ tamamen sulh ve insani yol ve vasıtalarla yapılır ayette: “  İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle güzel öğütle davet et. Onlarla  mücadeleni en güzel vasıta hangisi ise onunla yap” buyurulur. ( Nahl  125)
 |