Konu Başlıkları: Asr Suresi 103 Özel Tefsiri
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 09 Nisan 2008, 01:27   Mesaj No:5

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: Asr Suresi 103 Özel Tefsiri

--------------------------------------------------------------------------------
3-HAKKIN ANLATILMASI VE AKSİYON
--------------------------------------------------------------------------------

Karşılıklı olarak birbirine tavsiye veya vasiyet etmek anl----- gelen "Tevâsav" kelimesi, bize Hakk'ın anlatılmasının, bir kişiye değil her kişiye ait bir vasıf olması gereğini hatırlatmakta, hatta ciddi bir organizasyon hissi uyandırmaktadır. "İman edenler" diye çoğul ifade etmesi de bunu teyit etmektedir. Hakikatlerin duyurulmasının karşılıklı olması, iki tarafın da güçlenmesini ve birbirlerinden güç al malarını sağlar. Ayrıca her iki kişinin veya topluluğun da birbirlerine, birbirlerinden farklı olarak verebilecekleri hakikatler bulunabilir.

Diğer taraftan tavsiye, bir dil eylemidir. İlk iki ayette kalbin, aklın, duygu ve düşüncelerin imanla, bedenin de güzel davranışlarla donatılmış olduğunu görüyoruz. Bu aşamada dil bu önceki hale tercüman olmakta, temsil edileni, yaşananı ifade etmektedir. Anlatıla nı önce anlatanın yaşaması ne kadar önemeliyse, yaşanan hakikatlerin başkalarına duyurulması adına aksiyoner olmak da bir o kadar önem arz etmektedir.

Aynı kelime iki sûrede daha şu anlamlarda geçmektedir.

Daima Hakk'ı tavsiye eden her Peygamber, Hakk'a karşı duran insanlar tarafından yalanlanmış, alaya alınmış ve kahinlikle, bü yücülükle, şairlikle veya delilikle itham edilmişlerdir.

Ayet bu noktada inkarcıların ruh hallerinin bozukluğunu, gerçeği göremedikleri gibi, çarptırdıklarını, sağlıklı bir insana iftira ede cek kadar değer ölçülerini ve insanlık kriterlerini kaybettiklerini "Azgın!" kavramıyla özetlemektedir. Ruh dengesi bozulan insanda bir duygu taşkınlığı ve düşünce çarpıklığı meydana gelmektedir ki, bu tür hezeyanlar savurabilmekte, akıllı insana deli diyebilmekte, ilahi sözü de kehanet, şiir ürünü, büyü malzemesi olarak görebilmektedir (52/52).

Ayet bir ileri safhada daha garip olan bir duruma dikkat çekmekte, bu ithamları bir tavsiye ve vasiyet olarak önceki Peygamber lerin toplumların dan mı aldılar (52/53) ki, ağız birliği yaparak aynı iftira dilini kullanıyorlar demektedir.

Bu açıdan bakılınca bir Hakk'ın tavsiye edilmesi ve yaşatılması vardır ki bu, bütün Peygamberlerin birbirlerine adeta vasiyet ve tavsiye ettikleri bir durumdur. Bir de İnkarcılığın ve yalanlamanın değişik şekillerde ifade edilmesi vardır ki, bu da inkarcıların birbirlerine miras bıraktıkları olumsuz yaklaşım olmaktadır.

Diğer ayette ise, Ahirette kitabını sağ taraftan alanların vasıfları anlatılır. Bunlar iman edip birbirine sabrı ve merhametli olmayı tavsiye ederler ve yetimle yoksula sahip çıkarlar (90/11-18)

Bu üç ayetin dışında tavsiye ve vasiyet kavramı geçen ayetlerin genel görünümü şöyledir:

--------------------------------------------------------------------------------
1-Allah'ın tavsiyeleri:
--------------------------------------------------------------------------------

Allah'a hiçbir şeyi şirk koşmayın (6/151), başka yolları değil sadece benim yolumu tutun (6153), Allah’tan korkun (4/131), Anne babanıza iyilik yapın (6/151; 29/8; 31/14; 46/15), çocuklarınızı öldürmeyin (6/151), yetim malı yemeyin, ölçü ve tar tıda adaletli olun, sözünüzde durun (6/152), Allah, Nuh'a, İbrahim'e, Musa'ya, İsa'ya tavsiye ettiğini, size din olarak kıldı" (42/13).

Ayrıca ölüm öncesi vasiyet etme konusunda da 7 kadar ayet vardır.

--------------------------------------------------------------------------------
2-Peygamberlerin tavsiyeleri:
--------------------------------------------------------------------------------

Hz.İbrahim ve Hz.Yakub: "Oğullarım Allah sizin için bu dini seçti sadece Müslüman olarak ölü nüz" (2/132)

Hz.İsa: "Rabbim nerde olursam olayım namazı ve zekatı bana tavsiye etti" (19/31).

Diğer Peygamberlerin ve Hz.Lokman'ın (evladına) yaptığı nasihatler ise farklı kelimelerle ama genellikle; iman, ibadet ve ah lak çerçevesinde gerçekleşmektedir (31/12-19).

Öyle anlaşılıyor ki insanın insanlara söyleyebileceği çok önemli anlardaki çok önemli sözler arasında nasihatin ve vasiyetin önemli bir yeri vardır. Rabbimiz de bize, bu tavsiye etme davranışının, yukarda belirlenen genel çerçeve içinde, hayatımıza hakim olm asını tavsiye etmektedir.

Hakkı tavsiye etmenin, anlatmanın, Kur'an'da karşılığı olan değişik kavramlar da vardır; Emr-i bil-ma'rûf nehy-i anil-münker, ir şad ve tebliğ, tebşîr ve tenzîr, tergîb ve terhîb gibi…

Hakk'ın anlatılması çok yönlü bir eylemdir. Anlatana, muhataba, anlatım şekline, zamana, mekana, şartlara, uslûba, malzeme ye vb. bakan yönleri vardır. Hakk'ı anlatmak bir vazife olduğu gibi, hakkını vererek, Hakk'a uygun şekilde anlatmak da ayrı bir vazifedir.

Bu vazifeyi yapmanın en büyük getirisi insana hareket sağlaması, hayatını ve işini bereketlendirmesi, ailesine mutluluk verme sidir. Ruhuna canlılık, düşüncesine dinamizm, bedenine sağlık ve dinçlik kazandırmasıdır. Başka insanlara güzellikler kazandır manın oluşturduğu manevi hazzı tarif etmek ise imkansızdır.

Hakk'ı anlatmak insanı "Haklı" yapar. Haklı olanda bir güven ve güç meydana gelir. O gücü Hakk n----- kullanır. Kuvvetli olmayı haklı olma olarak değerlendirenlere karşı Hakk'ın ve haksızlığa uğrayanın savunucusu olur. Hakk adına zamana, o vaad edilen hakimiyeti kurmuş olur. Çünkü yer yüzü ve zaman hakimiyeti, yeryüzüne denge kazandırma ve zamana saadet katma adına, Allah'ın bir emri olarak inanan insanlar için bir yükümlülüktür:

"Sizden iyiliği emreden kötülükten men eden bir topluluk bulunsun!" (3/104). Bu, vasat ümmet olarak, insanlığa bir şahid duru munda yaratılmış olmanın da zorunlu bir sonucudur (2/143). Bu, Hakk'ı savunma ve duyurma gibi en yüce hedefi amaç edinmiş, ihlasla ve hakkıyla bunu temsil etmiş olanlara bir miras gibi vasiyet edilmiştir (24/55).

Şayet Hakk'ı temsil nitelikleri kaybedilirse, bu emanet onlardan alınır başka layık omuzlara emanet edilir. Çünkü Her atiyye, bir Zümrütü Anka kuşu gibi konacak matiyye arar, her matiyye paratoner gibi bir atiyyeyi kendine celbeder. Bir ayet bu hakikata işaret eder:

"O müminler ki, onları yeryüzünde bir yerde yerleştirdiğimizde, namazlarını kılarlar, zekatlarını verirler, iyiliği yaşatır kötülüğü uzaklaştırırlar. İşlerin sonuçları Allah'ın elindedir" (22/41).Böyle kaldıkları sürece "İnsanlık için çıkarılmış en hayırlı topluluk!" (3/110) ol ma vasıfları da üzerlerinde kalır.

Üzerlerinden geçip giden zamanın kurbanı olur, evrenselleşmeye başlamış vasıflarını kaybederlerse; bu durumlarına da şu ayet tercüman olur:

"Ey iman edenler sizden kim dininden döner (onu yüceltme istikametinde çalışmaktan vazgeçer) se, Allah başka bir topluluk getirir ki onlar Allah'ı sever, Allah da onları…Onlar müminlere karsı son derece mutevazı, kafirlere karşı izzet sahibidirler. Allah yolunda çalışır dururlar…Aleyhlerindeki hiçbir söz ve çalışma onlara korku ve duraksama veremez…Bu, Allah'ın fazlıdır ki dilediği (layık olan) kimseye verir. O'nun Lutfu ve İlmi çok geniştir" (5/54).

Hakkı tavsiye etmenin en önemli birinci yolu, belirttiğimiz gibi, onu iç-dış bütünlüğü içinde temsil etmek, yaşayarak göstermek, öncelikle hal diliyle Hakk'a tercüman olmaktır. Dil, yazı ve müesseseleşme girişimleri bu konuda temel yardımcı durumundadırlar.

Hakk'ın tavsiye edilmesi iki boyutlu olabilir. Birincisi Cenab-ı Hakk'a ait vicdan kültürünün oluşturulması diğeri de Cenab-ı Hak k'ın üç kitabı olarak belirtmeye çalıştığımız; Kur'an, insan ve evren kitaplarına ait varlık gerçeklerinin, insanların ruhlarına duyurulması ve yaşatılmaya çalışılmasıdır. Çocuğumuzu, elini sobaya dokundurduğunda yanacağı ve acı duyacağı konusunda uyardığımız gibi, kö tü davranışlarda bulunması durumunda manevi ateşle karşılaşabileceğini de öğretiriz. Hak hakikat, hem dünyevî hem de uhrevî boyutla rıyla bütünlük içinde tavsiye edilmeli, öğretilmelidir.

Anlatmanın psikolojik etkileri ve insan ruhuna kazandırdıkları konusu araştırmaya değerdir. Her insan bir mürşid ve psikolog gi bi, çevresinde bulunan kimselere bir şeyler anlatma durumunda kaldığında, bunun kendi dünyasına kazandırdıklarını vicdanında mutla ka hissedebilir. Bu yönüyle Cenab- Hakk'ın anlatılması, Allah'a ulaştıran hakikatlerin dile getirilmesi ve insanlar arası ilişkilerde hak ve hukuka riayet edilmesi başlı başına insanın kendi kendini motive etmesidir denebilir. Bunun amel içindeki peşin lezzeti, insanın huzur duyması, psikolojik rahatlama hissetmesi olmaktadır. Önemli diğer etkisi de, Hak ve hakikate uymayan sözler sarf edip davranış larda bulunmak süretiyle hem bireysel hem de toplumsal hayatında ortaya çıkabilecek zararlardan uzaka kalmasıdır.

Aynı şekilde, Kur'an'ın bazı ayetlerde belirttiği gibi güzel sözlerle, ferden ferda ya da bir sohbet grubu içinde, bir insanın ruh dünyasını aydınlatmak amacıyla, hakikatlerin ve salih davranışların dile getirilmesi gibi etkili ikinci bir terapi yöntemi de göstermek de ol dukça zordur.

Anlaşılacağı üzere, ayetler, zarardan kurtulmuş olmak için, iman ve ibadetin ötesinde Hak ve hakikatin duyurulması konusun da bir kısım hayırlı hizmetlerde bulunma tavsiyesini yapmaktadır. Vicdana hapsedilen iman ve camiye tahsis edilen ibadet bile, inanan insanın her iki dünyada zarar dan kurtulması için yeterli olmayabilir. Tıpkı inandığı ve ibadet yaptığı halde Müslümanların da bazı psiko lojik rahatsızlıklar yaşamaları gibi...Biz buna ha yat içinde ölmüşlük, sağlık içinde hastalık, kâr içinde zarar, temizlik içinde kirlilik ve ka zanma kuşağında kaybetmişlik tanımlamalarını da getirebiliriz.


4-SABRIN ANLATILMASI VE RUH SAĞLIĞI
--------------------------------------------------------------------------------

Öncelikle sabır imanın yarısı olarak değerlendirilme özelliğine ve ağırlığına sahip bulunmaktadır. Özellikle iman ve ibadetle ya kından ilişkilidir. Allah'ın hem emirleri hem de yasakları tamamen birer sabır konusudur. Beş vakit namaz ve oruç için olduğu kadar, gü nahlardan uzak kalma adına nefisle yapılan mücadele ve zevk verici olumsuz davranışlardan uzak kalmada sabır enerjisi, güneşin ışığı kadar insanın ihtiyacıdır denebilir.

Öte yandan insanın iradesiyle ya da iradesi dışında başına gelen felaketlere, hastalıklara her çeşit elem ve sıkıntı verici olaya karşı metanet içinde dayanmak, ruh sağlığı içinde yaşayabilmek de ancak sabırla mümkün olabilir.

Sabra konu olmayan bir zaman dilimi göstermek adeta imkansızdır. Bu durumda her konuda zamanın akışına uyum sağlamak da diğer bir sabır çeşidi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Başarı ve mutlulukları barındıran bütün zaman dilimleri aslında sabrı gerektiren zorluklarla çevrilmiştir. Başarı ve mutlulukları dinamitleyen ve körelten zaman dilimleri de insanı sabırsızlığın kurban eden, dünyanın zehir barındıran balı durumundaki günahlara dalma zamanlarıdır.

Sabır, insanın farkındalığını geliştiren en etkili davranış biçimidir. Sabırsız insan, çevresindeki eşya ve hadiselerin tam olarak farkına varamaz, objektif değerlendiremez, geleceği önceden kestiremez ve değişik şekillerde zarara uğrar.

Sabrın tavsiye edilmesi de Hakk'ın tavsiye edilmesi gibi, iman ve salih amelle temsil edilerek uygulanabilecek bir realitedir. İn sanlar, başarılı in sanların modellenmesi ve böylece servet ve kariyer elde etme adına başarılı olmak için adeta çırpınırlar. Bir yığın pren siple karşılaşınca, bu işin o kadar kolay olmadığını anlar ve sabır duvarına çarptıklarını fark ederek hayal kırıklığı yaşarlar. Gerçek başarı aslında daima o duvarın arkasında bulunmaktadır.

Her zorlukla beraber mutlaka bir kolaylığın bulunduğunu (Bknz.İnşirah süresi) ifade eden Rabbimiz, görünüşte zor olan aslın da kolaylıklarla dolu bulunan tutumu sergilememizi istemektedir. O da iman etmek, ibadet yapmak, salih ameller işlemek ve Hakk'ın an latılması yolunda sabretmektir. Bunlara sabrederek başkalarına da bu gerçek başarı yolundaki sabrı öğütlemek ve öğretmektir.

Sadece dünya hayatına ait zorluklara karşı sabır ile, geçici dünyaya ait başarılar elde edilebilir. Hem dünya hem de ahiretle ilgi li bütün zorluklara karşı sabır ise bize dünya mutluluğunun yanında sonsuz cennet hayatını da kazandırmış olacaktır. İki sabır konusun da tercih hakkı insana bırakılmıştır.

Allah, insan iki başarı seçeneğinden hangisini tercih ederse , istediğinin ona verileceğini ifade etmekte ama ahiret seçeneğinin makbul olduğunu belirtmektedir (17/18).

Sabır yukarda belirttiğimiz gibi, temelde beş ana konu etrafında cereyan eder: Allah'ın emirlerine-ibadetlere karşı, yasaklarına-haramlara karşı, bela musibet ve hastalıklara karşı, salih davranışların-hayra hizmetlerin yapılmasına karşı, hayata-zamanın akışına karşı sabır. Şu şekilde de ifade edilebilir: Cennetin çevrili olduğu bütün olumlu sonuçlar veren zorlukları aşmaya karşı sabır, cehenne min çevrili olduğu bütün olumsuz sonuçlar veren günah lezzetlerine direnmeye karşı sabır.

Sabır, yukarda işlenen bütün maddelerle yakından ilgilidir ve adeta onların dinamik gücüdür. Her aşamada sürekli enerji üret mek gerekmektedir. Sabır bu enerjinin üretilmesinde, yenilenmesinde ve korunmasında büyük katkı sağlar.

Birinci maddede ele alınan, Allah' iman etmenin insanın başına açacağı kaçınılmaz tepki ve tehditler söz konusu olabilir. Esha bı kehf olayında ele alındığı gibi, inanmayanlar onları kendileri gibi inanmaya ya da refüze etmeye dışlamaya, dışarılara yollamaya, böy lece ortadan silmeye çalışırlar.

İkinci maddede işlenen Salih ameller ve hizmet çalışmaları yapmada da büyük sabır gerekir. Çünkü insanın, zamanını ayırma sı canını ve malını vermesi kadar zor bir durum ve büyük fedakarlıktır. Nefis umarsız bir zaman azmanıdır. Bir ömrü oburca zevklerle dolu olarak yer bitirir. Bu gıdasını onun elinden almak, Salih amellere ve ihsanlık hizmetlerine yatırım yapmak, büyük meydan muhare beleri kazanmak gibi, içte zafer kazanmak demektir.

Üçüncü maddede ele alınan hakkı tavsiyede de çok yönlü sabır söz konusudur. Muhatabın durumuna sabır gibi..Çocuk yetişti ren anne babalar, öğrenci yetiştiren öğretmenler bunu çok iyi anlarlar. Bu, ülke ve ülkeler çapında, çok değişik inanç, dil ve kültürlerdeki nesiller için düşünülürse,sabır gerektiren çapın ne kadar küreselleştiği de anlaşılmış olur. Gıpta etmeli, birer Sabır Kahramanı olarak ev rensel çapta gurbetlerde gül bitirenlere!..

Son maddede ise bizzat sabretmeye sabır gerekir. İnsan bir noktaya kadar sabredip patlayabilir. Bu sabretmeye alışmadığı, sabırlı olmaya sabredemediği anl----- gelir. Bu ciddi bir ruh gücüne, duygu ve düşünce yönetimi yeteneğine sahip olmayı gerekli kılar. Kendini sabra ikna eden bir insan haline gelmeli ve gereksiz sabırsızlık gösterdiğimiz anları kontrol altında tutabilmeliyiz ki, başkalarına bu sabrımızı tavsiye edebilelim yansıtabilelim!

Sabır bir iç kontrolüdür. Ruhun bütün mekanizmalarıyla aynı bilinç altında belli bir noktaya yoğunlaşması ve duygu, düşünce ve davranışları merkezî denetim ve yönetim altına almasıdır. İç güçlerin dış güçlerle çatışmasında, için dışa hakimiyet kurmasıdır.

Yoga gibi yöntemlerle Ruhu bu yönde eğitebilen insanlar vardır. Ruhun güç kazanması, ona ilgi göstermekle olur. Ruh cesetle zıt ilgi alanlarıyla gelişir. Yani 24 saatini bedeninin zevkleri için sarf eden insanın ruhunda benzer gelişme görülmez. En az bedene gös terdiğimiz ilgi kadar ruhumuzun, kalp ve duygularımızın gelişmesine de özen göstermek gerekir. Kalbin en yakın arkadaşı akıl da bilgi ve düşünce yönüyle yeterince geliştirilmeli ve kal-be yardımcı olmalıdır.

Sabrın tavsiye edilmesi, "Sabırlı ol!", "Sabret!", "Dişini sık!" Bu da geçer!" gibi klişeleşmiş sözlerle geçiştirilecek bir konu olma sa gerektir.

Sabır gerektiren herhangi bir sıkıntı, üzüntü, korku ve öfke durumları yokken, hatta daha çocukluk yaşlarında insan, belli şekil lerde sabırlı olmaya alıştırmak gerekmektedir. Oruç bu konuda rakipsizdir. Namaz da her gün beş kez sınırlı vakitlerle de olsa ama tek rarla sabrı öğretmektedir. Kitap okuma, kitap okuyanları dinleme, hayırlı hizmetleri zaman dilimleri içinde sıralama da başlı başına ruha bir sabır eğitimi sayılabilir.

Özellikle de okunanlar üzerinde tefekkür etmek, bilgilerin ve düşüncelerin tasnif edilmesi, yeni fikirler üretilmesi süreçleri sab rın içselleşmesini ve mizaç halinde yerleşmesini sağlamaktadır. Sabır yaşayan güzel insanlarla yapılan sağlıklı dini sohbetler, grup ha linde bir sabır terapisi sayılabilir. ilim ve iman yolunda yürütülen güzel hizmetler, eğitim programları hep, pratik adına sabır gücünün oluşmasında son derece etkili faktörlerdir. Bilinçaltının sürekli ne ile meşgul olursa insanın bilincinde de onları yaşayacağı ve davranış larına yansıyacağı bilinen bir gerçektir.

Sabırda Allah’tan yardım isteme ve görme vardır. Bu güçle duygu ve düşüncelere hakim bir tepe noktadan güvenle bakılabilir …

İman ve salih amelle içini aydınlatmış, salih ameller vasıtasıyla insanlarla güzel iletişim kurmuş, Hakka hizmet eden her insan, sabır zirvesinde bütün eşya ve hadiselere, dolayısıyla zamana, psikolojik farklı yaklaşımlar sergileyebilir, zamanla çok değişik boyutlar da bütünleşebilir.

Sabır, gerek sabır tavsiye edenin, gerekse sabır tavsiye edilenin ruh sağlığının korunması adına son derece önemlidir. Çünkü ruh sağlığını koruyan esas konular iman ve ibadet konularıdır ki bunlara sabır, imtihan meşakkati demektir. Diğer taraftan ruh sağlığını bozan konuların başında da nefsin doymak bilmeyen arzuları, tutku ve günah alışkanlıkları bulunmaktadır. Haramlara sabretmek de asl ında nefis için ayrı bir imtihan meşakkatidir. Rabbimizin çizdiği olumlu ve olumsuz anlamdaki bu sınırlar ve sınırlamalar, aslında ruhu ve psikolojik hayatı koruma altına almanın ifadesidir. Bu durumda bu sınır çizgilerine, ruhun sağlıklı yaşam çerçevesi demek doğru olacak tır.

Ancak sabır konusuna, farklı açılardan yaklaşmak, sabır adına insanın ruhsal yaş----- bir kısım kolaylıklar sağlayabilir. Asr süresi, denebilir ki, sabrın farklı orijinallikte sunulmasına vesile olan en özlü süredir. Çünkü konuyu zamanla irtibatlandırmaktadır.

Zaman ve Sabır!...Zaman, sabrın çeşitlerini ve kapsamı alanını en şümullü şekilde ifade eder. Neşe iken geçen zamanla, acı lar içinde kıvranan hasta için geçen zaman arasında ne kadar büyük fark vardır. Teorik olarak birimleri aynıdır fakat etkileri farklı olur. Aç iken zaman bitmez sanki, insan ne kadar da sabırsız olur. Nefis hazlarını alışkanlık ve yaşam tarzı haline getirmiş insanlar arzularını gerçekleştirmek için çocuk gibi mızmızlanırlar. Hapishanede ve ameliyat masasında zaman nasıl geçer, onu çekene sormak gerekir.

Burada zamana karşı sabır konusunda bir kaç küçük öneride bulunmak istiyoruz. Kimine göre son derece büyük ve önemli so nuçlar verebilecek tavsiyeler olabilir!.. Zamanla psikolojik buluşma diyebileceğimiz bu yaklaşım şeklini: "Zamana odaklanma", "Zaman yolculuğu", "Zamanı yapıştırma", "Zamanda zirveleşme", "Zamanı izleme" gibi kavramlarla açabiliriz. .Bu yaklaşım şekli sübjektif görüle bilir. Fakat her insanın zaten sübjektif yönü vardır ve objektif bütün bakış ve davranışlar, iç dünyamızda oluşmuş ve yer leşmiş kişisel inançlarımızın ürünü değil midir?

Özellikle acı ve açlık, ibadet etmek, ameli salih yapmak, irşat ve hayır hizmetlerinde bulunmak; zamana odaklanma ve zama na hakimiyet kurma böylece sabırlaşma adına son derece elverişli vasıtalardır.

Genellikle acıya ve açlığa odaklanma ve yoğunlaşma uygun görülmez. Psikolojik olarak bunun, acının hissedilmesini arttırdığı söylenir. Bu, geçmiş ve gelecek bağlantısı olmayan, gününe yoğunlaşan, günü birlik bir hayat süren insanlar için geçerli olabilir.

Fakat zihin dünyasını ve bilinçaltını, geçmiş ve geleceğin bilgisiyle aydınlatanlar ve insanlığın problemlerini çözme yolunda ev rensel zihin ve eylem faaliyeti gösterenler için durum farklıdır. Bu insanların bugüne yönelişi, geçmiş ve geleceğin birleşik güçleriyle ger çekleştiği için zamana hakimiyetleri söz konusudur.

İçinde bulunduğumuz "An"lık zaman parçasına hükmetmenin, onu içselleştirmenin pratik yolu zamanın içine girmek değil za manı içimize alarak onu ruhumuzda yaşamaktır. Psikolojik olarak geçmiş zamanı geleceğe taşımak, gelecekte yaşamak, ikisini bütünleştirerek bulunduğu muz "An"a yapıştırmaktır. Bu an zamanını çok boyutluluğa taşımak demektir.

Düşünüyoruz ve düşündüğümü hissediyoruz. Dün oruç tuttuğumuzu düşünüyoruz. Dün tuttuğumuz oruçla elde ettiğimiz biyo lojik, psikolojik, ailevî, toplumsal, hissî, kalbî; maddî manevî bütün yönleriyle kazançlarımızı gözden geçiriyoruz ve sonuçta bu açlıkla ulaştığımız güzelliklerle ferahlıyoruz.

Geçmişte yaşadığımız bu kesin bilgi olan deneyimi, yarına taşıyoruz, aynı olumlu durumlarla karşılaşacağımızı düşünüyor hatta kesin gözle görüyor, düşünüyor ve hissediyoruz.

Aynı uygulamayı geçmiş ve gelecekteki bütün günler, aylar yıllar için uyguladığımızda, hep aynı sonuca ulaşıyoruz. Ve ruhu muz, geçmişte olmuş ve gelecekte olacak maddi manevi bu yığılmış kazançlarla sevinç ve mutluluk içinde kalıyor. Duygularımız ve dü şüncelerimiz rahatlıyor. Yüzümüzde pembe bir tebessüm beliriyor. Düşünüyoruz ve diyoruz ki: "Geçmiş ve gelecekte, bu kadar geniş bir zaman yelpazesinde tecrübe edilmiş bir konuyu, kısa anlarda yaşayabilmek çok daha kolay olacaktır!".

Sonra geçmiş ve geleceğin bu olumlu renkleriyle desenleşen ve güzelleşen görüntüsünü getirip, bu günümüze yapıştırıyoruz. İçinde bulunduğumuz anın, nasıl geçmişi ve geleceği temsil eden ve kucaklayan müthiş bir zaman birimi olarak avuçlarımızın ve ruhu muzun içinde canlandığına, temessül ettiğine ve yaşandığına şahit oluyoruz.

Ve heyecanla haykırıyoruz..."Biz hayalini yaşadığımız ve mutlu olduğumuzu düşündüğümüz bu olayın bugün, şu an, gerçeğini yaşıyoruz!...", sonra da: "Meğerse ben deniz içinde mâh gibi neler yaşıyormuşum da farkında değilmişim!" diyoruz!..O an ruhumuzda orucumuzu bir başka sevmeye başlıyor, adeta açlığa aşık oluyoruz... İçimizi, ifadesi zor tatlı bir duygu kaplıyor!.."Gerçek aşk bu olma lı!" diye mırıldanıyoruz.

Oruç açlığı bizi her zorladığında bu düşünceyi, inanç, duygu ve düşünce alt yapısıyla birlikte düşünür tekrar edersek, bir süre sonra bilinçaltımız otomatik olarak her açlık duygusunu, içimizi kaplayan ılık bir sevgi duygusu ve ferahlık olarak algılayacak ve bu oto matik bir düşünce davranışı haline dönüşecektir.. Bu oluşumu bir cümleyle ifade etmek gerekirse bu, sabır dilini öğrenmek ve zamana hakimiyet kurmaktır.

Bu açıdan ilk gün oruç tutabilmek önemlidir. Bunu başarabilmek, geleceğe benzerini taşıyarak, gelecekte de yapılabilir olduğunu yaşatması açısından psikolojik olumlu bir etki yapar. Namaz konusunda sıkıntı çekenler bu uygulamayla kendilerini ikna edebilir, nefislerini alıştırabilirler.

Geçmişte yaşadığımız acı dolu günler için de benzer uygulamayı yapabilir, geçmişin acılarının "Oh! "lara, ahiretimiz adına se vaba dönüştüklerini düşünerek, gelecekte de yaşansa aynı işlevi göreceklerini hesap ederek, günümüzde yaşadığımız sıkıntı anlarının ne büyük nimet olduğu sonucuna varabiliriz.

Zaman çok vefakardır. Kendini benimseyenlere hizmet eder. Zamanda derinleşenleri, derinleştikleri oranda zirvelere taşır. Zaman gelir, sıkıntı ila uyguladığımız bu psikolojik mücadele sonucunda, ruhta otomatik bir, zamandan manevi tad alma mekanizması gelişir. Bir çağlayandan sanki avuçlarınıza berrak bir zaman doluyor, parmaklarınızın arasından kıvrılarak dans ediyor, süzülüp akıyor gibi hisseder hale geldiğinizi görebilirsiniz.

Aynı yöntemi tersine çevirerek, geleceği de günümüze taşıyabiliriz. Şimdiden gelecek anılarla motive olabiliriz. Kur'an'da bu ko nuda doyurucu örnekler vardır. "Rekâik" kavramıyla kültürümüze mal olmuş bir konudur bu aynı zamanda. İnsanın ruh dünyasını etkile yici, duygu ve düşüncelerini biçimlendirici gelecek düşüncesi; özellikle ölümü ve sonrasındaki olayları tefekkür etmek...

Ayetlerde tasvir edildiği gibi kıyametin kopuşu, Haşr meydanı, Mizanda hesap verme, Sırat köprüsü ve cehennem gibi konular terhîb anlamın da etkili olabilir. Tergîb olarak da cennet ve nimetleri tasavvur edilebilir. Güdüler, dürtüler, nefsin arzuları insanı yeme iç me ve cinsellik gibi konularda rahatsız ettiği anlarda insan, cennetteki nimetleri çeşitliliğini ve sonsuzluğunu düşünerek, o hayalî tablola rı, o andaki olumsuz nefis arzusu halinin üzerine getirip yapıştırabilir. Şüphesiz bu, tembelce oturup hülyalara dalma anl----- gelmez. Ve insan şöyle düşünüp kendini ve nefsini ikna edebilir: "Ben geleceğin varlığıyım! Cennet adamıyım, cennete adayım, siz de kim oluyorsunuz? Üç beş dakikalık lezzet parçalarıyla beni kandıracağınızı mı zannediyorsunuz? Ben sonsuzluğun insanıyım, ben za manın efendisi ve hakimiyim, bir kaç saatlik zaman diliminizle beni alt edeceğinizi mi düşünüyorsunuz?"

Böylece zaman terapisiyle zaman tepesinde sabırla zirveleşebilirsiniz. Zirveler, hakim noktalardır ki zamanı silerler, geçmiş ve geleceği bir an da müşahede ettirirler ve başka mekanda göremediklerinizi gösterirler.

Dünyalık bütün zirveler, kullukta zirveleşenlerin, topuklarında cüceleşirler!.. Diğer bir düşünce tarzı, gelecek o en büyük gün ve an hatırına nice gün ve anların feda edilmesi ve katlanılması dü şüncesidir.

Çoğu son insanı üzebilir. Nimetlerin ve hoşumuza giden zamanların sona ermesini istemeyiz. Fakat bazen büyük ödüller, iltifat lar ve nimetler sona saklanır ve bu sona özlem duyulur, bir an önce ulaşma heyecanı yaşanır. Diplomaya, tezkereye, sağlığa, melseğe, evliliğe, eve arabaya vb. insanı sevindiren olaylara ulaşma yolunda, zamanın iple çekilmesi söz konusudur. İnsan yakında kavuşa cağı mutlu bir olay ve son konusunda, çok şeye katlanmayı göze alır.

O özlenen an ne olabilir? Gün boyu aç kalan bir insan, akşam iftar vakti sevinç anını ruhunda yaşar. Hacca giden insanın, Mek ke'de Beytullah ile Medine'de Rasulüllah ile buluşma ânı nasıl tasvir edilebilir? Gece teheccütle zaman üstüleşme ânını dört gözle bek leyenler, gündüz yaşadıkları sıkıntılara nasıl tebessümle bakmışlardır kim bilir? Bir insana belirsiz bir an içinde inanç kazandırma ve gü zelliklerle buluşturma adına günlerce koşuşturanlar, çektikleri sıkıntılarla nasıl mutluluk duyuyorlardır Allah bilir!..

Ve likâullah ânı!..O ân için bir ömür boyu, zamanı iple çekenler, bekleyenler; çile ve ıstıraplarına daima yenilerini ekleyenler! Sonsuz bir el ta rafından koparılacakları âna dek, kan kırmızısı gül goncası gibi, dikenlerle nasıl yaşamış vuslat beklemişler? Zaman di ken gibidir evet, acı da tattırır, ama bağrında Cemâlullah'dan goncalar taşıtır...

Biz de kendimize göre ömürlük, yıllık, haftalık, günlük ve beş vakitlik, hatta saatlik ideal ayrı birer ân belirleyebilir, diğer bütün zaman birimlerini, ona tabi kılabiliriz. Bu âna da zamanın efendisi, zamanın hakimi diyebiliriz. Diğer bütün zamanlarımızı onun emrine bağlar, onun hizmetinde koştururuz. Böylece o özel ânla bütünleştiğimizi düşününce, bütün zaman birimlerine biz de efendi ve hakim ol muş oluruz. Bugün yaşadığınız "Zamanın Hakimi ve Efendisi" olmaya namzet ânınızı, dakikanızı, saatinizi belirleyerek işe başlayabilir si iz!..En beğendiğiniz dakikaları yarına taşıma ve çoğaltma niyetinizi yenileyebilir, zamanın nasıl yaşanacağını çevrenize de gösterebil irsiniz... Zamanı izleme konusu, düşünülmeye değer bir konudur. İnsanı hayrete düşüren insanlar vardır. Yaptıkları resimlerle, güzel yazılarla, heyecan verici akrobatik hareketlerle dikkatimizi çekerler. Dünya çapında çok satan ve okunan kitaplar listesinin başında yer alan yazarlara, Oscarlar almış oyunculara, sanatçılara, rekortmen sporculara hayranlık duyulur. Benzer tutkulu bakışlarla, eşler birbirini, çocuklarını izlerler. Dünya ya da uzay gezisine çıkmış insanlar gördükleri karşısında kendilerinden geçerler...

Hiç Allah'ın, madde perdesinde ve zaman şeritlerinde eşya ve hadiseleri, eserlerini ve icraatını, gözle gözlercesine hayranlıkla takip ettiğiniz oldu mu?..Olmadıysa oldurmaya çalışınız!..Bütün düşüncelerden soyutlanınız, ciddi konsantre olunuz ve saniye saniye, adeta ağır çekimde izliyor gibi şu varlık aleminde ve iç dünyanızda olup bitene göz ve kulak kesiliniz!..Bir de kalp!..Ayaklarınızı dünyadan kesiniz!..ZVicdanınızı bir göz, bilincinizi diğer göz yapıp, zamana göz olunuz, zamanı, sonra da zaman ötesi boyutları izleyiniz.

Bahar mevsimi ve ağaçlar başta olmak üzere, dört mevsim doğa kitabının sayfalarını bu gözle okumaya çalışalım. Bir böceği bir karıncayı gözlemleyelim. Sonra kendimizin şahidi ve basîri olarak (74/14,100/7) biyolojimizdeki ve psikolojimizdeki oluşumla rı ve de ğişimleri izleyelim. Ardından da bizim insanlarla ve dünya ile olan ilişkilerimizi gözden geçirelim...

Ölçülü bir bakış olarak da hayır ve iyilik adına gelenleri Rabbimizin doğrudan lütufları, şer ve kötülük adına gelenleri de irade mizin yanlış kullanımı sonucu Allah'ın var ettiği diğer icraatı olarak değerlendirelim. "Rabbim Şe'n’in ne güzel,ne lütufkârsın!" ve "Ben hata yaptım!" bilinciyle hareket ederek, zaman platformundaki bize bakmaya çalışalım. Kendimizi, hem Allah'ın icraatını hem de bizim yaptıklarımızı izlemesi için görevlendirelim. Aradaki uyumu ve çelişkileri yakalamaya gayret gösterelim. Hakkın rızasına uyum noktaları zamanın lehinize, çelişki noktaları da aleyhimize cereyan ettiğini gösterecektir.

Zamanı izlemenin, duyarsızca olaylara seyirci kalma anl----- gelmediğinin bilincinde olduğunuzdan eminiz. Zaman aktiftir, sü rekli akış içindedir, o bir eylem savaşçısıdır ve zaman katılımcılarını da böyle görmek ister. Pasifliği asla sevmez. Sabırla ama planlı, programlı, evren kanunlarına mutabakat halinde bir sistematiklik içinde sürekli ama sürekli katılımı bekler.

Sabır bu anlamda, zamanın çarklarına tevfikî hareket edip onunla otomatikleşme demektir. Maddenin tabiatından neş'et eden zamanın kanunlarına uyumu sağlamak, onunla bütünleşmek, varlıktaki faaliyeti en olumlu ve verimli şekilde paylaşmak demektir. Sabır, insanın üzerine düşen; kalbî, zihnî, kavlî, fiilî, malî, ictimaî, siyasî, hukukî vb. bütün sorumlulukları yerine getirdikten sonra zaman tar lasından ürün beklemesi demektir.

Sabrın, Hakkın dışında, olumsuz şekilde kullanılmaması konusunda da duyarlı olmak gerekir. Kötülüklere katlanmak, günahla rı alışmışlık içinde sürdürmek, aşağılanmaya boyun eğmek, haksızlıklara ses çıkarmamak, başarısızlıklar karşısında sorumsuzluk için de donuk kalmak, tembellik içinde asalak yaşamak kuşkusuz sabır olarak değerlendirilemez. Hatta hakkın çiğnenmesi karşısında, hadi sin, yerine göre basiretle; elin, dilin ve buğz eden kalbin kullanılması tavsiyesi vardır.

Asr süresi, bütün asırların süresi gibidir. Bütün zamanların içini dolduracak ana prensipleri içermektedir. Asr süresinin sırlarına eren insan, gerçekten zamanın sırrına ermiş, zararlardan korunmuş, realiteyi kavramış, sabır denilen, her problemi çözme ufkuna ulaşmış sayılabilir.

İnsanlar her bir araya geldiklerinde ve ayrıldıklarında bu sürenin ihtiva ettiği manaları irdeleyip yaşayarak bütün zamanlarını ay dınlatabilirler.

Sıralamaya çalıştığımız prensiplerle, insanın duygu ve düşünce dünyası, İnanç, Ameli Salih, ve Hak yolunda hizmetlerle öylesi ne terbiye edilmiş olacak ki, Allah, beraber olduğu "Salih" haline gelmiş bu insanlarla "Sabredenlerle beraberdir" kuşağında da beraberli ğini hissettirecek, hangi konuda olursa olsun büyük bir sabır gücü verecek ve o kullarını zamanın efendileri olarak, zamansızlığa taşıyacak ve her iki dünyada da asla zarara uğratmayacaktır..
Alıntı ile Cevapla